17
- KUR’ÂN'lN VE SÛRELERİN İSİMLERİ
602 Câhiz şöyle der: Cenâb-ı
Hak Kitab'ına Arapların kullandığı ifadelere, manzumelerine icmali ad
vermelerinin hilafına ad vermiştir. Arablar «divan" âdını
vermelerine karşılık Cenâb-ı Hak Mushafın bütününe Kur’ân, kasideye karşılık
sûre, beyt adına karşılık âyet, kafiye adına karşılık da, fâsıla adını
vermiştir.
Şeyzele adıyla tanınan
Ebû'l-Maâli Uzeyzî b. Abdi'l-Melik, «K i t a
b u' l-B u r h â n»ında
şöyle der:
Allahü teâlâ Kur’ân'ına elli beş isim
vermiştir. Bunlar:
1-2 :
***** (Duhân,
1-2.) âyetlerindeki gibi Kitab ve Mübin,
«Hâmim. Apaçık Kitaba andolsun ki..»
3- 4:
***** (Vâkıa,
77.) âyetindeki gibi Kur’ân ve Kerim.
«O, elbette şerefli bir Kur’ân'dır.»
5-*****
(Tevbe, 6.) âyetindeki gibi Kelâm.
«...Allah'ın sözünü işitsin....»
6-*****
(Nisa, 174.) âyetindeki gibi Nûr.
«...ve size apaçık bir nur indirdik.»
7- 8:
***** (Yûnus,
57.) âyetindeki gibi Hidayet ve Rahmet.
«..ve Mü’minlere bir yol gösterici ve
rahmet gelmiştir.»
9-
***** (Furkan, 1.) âyetindeki
gibi Furkân. «...kulu
(Muhammed)e Furkanı indiren....»
10-
***** (İsra, 82.) âyetindeki gibi
Şifâ. «Biz Kur’ân'la, Mü’minlere şifa ve
rahmet olan şeyler indiriyoruz...»
11-
***** (Yûnus, 57.) âyetindeki gibi
Mev'ize. «...size Rabbinizden bir
öğüt....gelmiştir.»
12-13: *****
(Enbiya, 50.) âyetindeki gibi Zikir ve
Mübarek «işte bu (Kur’ân) da bizim
indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitabtır...»
14-
***** (Zuhruf, 4.) âyetindeki
gibi Aliyy. «O, katımızda bulunan ana Kitab'dadır. Şanı yücedir...»
15-
*****
(Kamer, 5.) âyetindeki gibi
Hikmet. «Bunlar
üstün bir hikmettir...»
16-
*****;
(Yûnus, 2.) âyetindeki gibi
Hâkim, «...İşte bunlar, hikmetli
Kitab'ın âyetleridir.»
17-
***** (Mâide, 48.) âyetindeki gibi
Muheymin, «...önceki kitapları doğrulayıcı ve onları kollayıp koruyucu
olarak..»
18-
***** (Âli İmran, 103.) âyetindeki
gibi Habl, «Topluca Allah'ın ipine
yapışın...»
19-
***** (En'am, 153.) âyetindeki gibi
Siratu müstakim, «İşte benim doğru yolum bu,...»
20-
***** (Kehf, 3.) âyetindeki gibi
Kayyım, «Dosdoğru...uyarsın...»
21-22:
***** (Târik,
113.) âyetindeki gibi Kavl ve fasl,
«O, elbette ayırdedici bir sözdür.»
23-
***** (Nebe, 1-2.) âyetindeki gibi
en-Nebeu'l-Azim, «Birbirine hangi şeyden
soruyorlar.»
24-26:
***** (Zümer,
23.) âyetindeki gibi Ahsenu'l-Hadis,
«Allah, sözün en güzelini, birbirine
benzer...indirdi...»
27-
*****
(Şuara, 192.) âyetindeki gibi Tenzil,
«Muhakkak ki o, âlemlerin Rabbinin
indirmesidir.»
28-
*****
(Şûra, 52.) âyetindeki gibi Ruh,
«İşte sana da böyle emrimizden bir ruh vahyettik..»
29-
***** (Enbiya, 45.) âyetindeki gibi
Vahy, «Ben ancak sizi vahy ile
uyarıyorum...»
30-
***** (Yûsuf, 2.) âyetindeki
gibi Arâbiyyun «Arapça bir Kur’ân...»
31-
***** (A'raf, 203.) âyetindeki gibi
Besâir. «Bu
(Kur’ân), Rabbinizden gelen basiretlerdir...»
32-
***** (Âli İmran, 138.) âyetindeki
gibi Beyan, «Bu
(Kur’ân) insanlara bir açıklama...»
33-
*****. (Bakara, 145.) âyetindeki
gibi İlim, «Sana gelen ilimden sonra...»
34-
*****
(Âli İmran, 62.)
âyetindeki gibi Hakk, «işte (isa
hakkındaki) gerçek kıssa budur...»
35-
*****
(İsra, 9.).âyetindeki
gibi Hadi, «Gerçekten bu Kur’ân en doğru yola iletir...»
36-
***** (Cin, 1.) âyetindeki gibi
Aceb, «...harikulade güzel bir Kur’ân»
37-
***** (Hâkka, 48.) âyetindeki
gibi Tezkira, «O
(Kur’ân) bir...öğüttür.»
38-
***** (Bakara, 256.)
âyetindeki gibi el-Urvetu'l-Vuska,
«...sağlam bir kulpa yapışmış olur...»
39-
***** (Zümer, 33.) âyetindeki gibi
Sıdk, «Doğruyu getirene...»
40- *****
(En'am, 115.) âyetindeki gibi 'Adl,
«Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem adaletçe tamamlanmıştır..»
41-
***** (Talak, 5.) âyetindeki gibi
Emr, «Bu Allah'ın indirdiği
buyruğudur...»
42-
*****
(Ali İmran, 193.) âyetindeki gibi Münadi,
«...'Rabbinize inanın diye imana çağıran bir davetçi işittik...»
43-
***** (Bakara, 97.)
âyetindeki gibi Buşra, «...yol gösterici ve
müjdeci olarak...»
44-
***** (Burûc, 21.) âyetindeki
gibi Mecîd, «Hayır, o, şerefli bir
Kur’ân'dır.»
45-
***** (Enbiya, 105.)
âyetindeki gibi Zebûr,
«...Zebur'da...yazmıştık...»
46-47: *****
(Fussilet, 3-4.) Beşir ve Nezir,
«...Ayetleri açıklanmış, Arapça olarak okunan bir kitaptır...»
48-:
***** (Fussilet, 41.) âyetindeki
gibi Aziz, «Halbuki o, öyle eşsiz bir Kitab'dır ki..»
49-:
***** (İbrahim, 52.) âyetindeki gibi
Belâg, «Bu
(Kur’ân) insanlara bir tebliğdir.»
50 :
***** (Yûsuf, 3.) âyetindeki gibi
Kıssa'dır. «...kıssaların en
güzelini...»
Bir âyette Kuran'ın dört ismini
beraberce verir (Abese, 13-14.)
âyetler. Bunlar: Suhuf, Mukerreme, Merfûa,
Mutahheradir.
604 Allah'ın Kur’ân'a
Kitab ismi vermesi; en beliğ bir şekilde
çeşitli ilimleri, kıssaları ve ahbârı bir
araya toplamasındandır. Kitap kelimesi lugatta, cem' demektir.
Hak'kı bâtıldan ayırdığı için
de Mübin denilmiştir.
Kur’ân kelimesi hakkında çeşitli görüşler vardır.
Bir kısım ulema Allah'ın Kelamına hâs,
müştak olmayan özel bir isimdir, hemzesizdir, demişlerdir. Bunu
İbn-i Kesir hemzesiz okumuştur, rivâyet
de Şâfiî'den yapılmıştır.
Beyhâkî,
Hatîb ve başkaları Şafiî'nin
***** yu hemzeli,
***** nı hemzesiz okuduğunu
***** kelimesinin isim olup
***** den alınmadığı ve hemzesiz
olduğunu, Tevrat ve incil gibi Allanın
kitabına ait bir isimdir, dediğini rivâyet ederler.
Aralarında Eşari de olmak üzere
bir grup ulema şöyle demiştir: Kur’ân
kelimesi, ***** kökünden müştaktır.
Bir şey diğerine katıldığında, *****
denir. Sûreler, âyetler ve harfler bir araya toplandığı için
Kur’ân adı verilmiştir.
Ferrâ şöyle der: Kur’ân kelimesi
***** den müştaktır. Çünkü Kur’ân âyetleri
birbirini tasdik eder, birbirine benzer. İşte bu
***** yakınlıktır. Bu iki
kavle göre Kur’ân kelimesi,
hemzesizdir, nun harfi kelimenin aslındandır.
609
Zeccâc, bu sözün yanlış olduğunu söyler.
Doğru olan; Kur’ân kelimesindeki
hemzenin kelimedeki ağırlığı hafifletmek ve harekesini kendinden önceki
harfe nakletmek için hazfedilmesidir, der.
Kur’ân kelimesinin hemzeli olduğunu
söyleyenler arasında görüş farkı vardır. Aralarında Lihyani'nin de
bulunduğu bir grup ***** ve
***** gibi
*****
kelimesinden müştak bir
masdardır. Yapılan bir işe masdar ile isim verildiği
gibi, okunan kitab olması bakımından Kur’ân'a bu ad verilmiştir.
Aralarında
Zeccâc'ın da bulunduğu ulema, Kur’ân
kelimesinin, cem' mânasına
gelen ***** kelimesinden müştak,
***** vezninde bir sıfat olduğunu
söylemişlerdir.
***** suyu havuzda topladım,
cümlesindeki ***** kelimesi
***** manasınadır, bir araya
toplamak demektir.
612 Ebû Ubeyde
Kur’ân'a, sûreleri bir arada topladığı
için, bu ad verilmiştir, der.
Râgıb; ne bir arada toplanan her şeye,
ne de bir arada cem' edilen her söze Kur’ân
denir; Kur’ân'a bu adın verilmesi, daha önce indirilen semavî kitabların
semeresini bir arada toplamasındandır, der. Bütün ilim nevilerini bir arada
topladığı için Kur’ân adını aldığı da
söylenir.
Kutrub şöyle bir söz nakleder: Kur’ân'a
bu adın verilmesi, okuyanın onu ağızıyla telaffuz ve beyan etmesidir.
Bu, Arapların şu sözünden alınmıştır: *****
(Deve hiç hamile kalmadı) yani; yavrusunu
hiç dışarı atmadı şeklindedir. Bu
cümledeki ***** kelimesinin ifade
ettiği mânaya dayanmak Kuran da okuyanın ağızla telaffuz ederek
dışarı attığı (ifade ettiği) söz olması
bakımından bu adı almıştır.
615 Bana göre bu meselede en
doğru olan Şafiî'nin sözüdür.
Kur’ân'a
Kelam denilmesi, onu tesir mânasında olan bu kelimeden müştak
olmasındandır. Çünkü Kur’ân'ı Kerim dinleyenin zihnine tesir ederek
kendisine yeni bir fayda sağlar. . .
Kur’ân'a
nûr denilmesi, kendisiyle helal ve haramın
kapalı taraflarının anlaşılmasıdır.
Kur’ân'a Hidayet denilmesi,
kendisinde hakikati. göstermesi özelliğinin bulunmasıdır. Bu mübalağa
olarak masdarın ismi fâil yerine kullanılmasındandır.
Furkan adı ise, hak ile bâtılı ayırmasından dolayıdır. İbn-i Ebî
Hâtim'in rivâyetine
göre Mucahid bunu tercih etmiştir.
Kur’ân'a
Şifa adı verilmesi, insanı; küfür, cehalet,
kin gibi kalbi ve bedeni marazlardan şifaya kavuşturmasındandır.
Zikr
adı verilmesi, kendisinde geçmiş milletlerin başından geçen olaylar
ve öğütler bulunmasından dolayıdır.
***** «Doğrusu bu Kur’ân
sana ve ümmetine bir öğüttür..»
(Zuhruf, 44.) âyetinde olduğu gibi şeref
mânasına gelmektedir, çünkü Kur’ân kendi dilleriyle inmiştir.
Kur’ân'a
Hikmet denilmesi; her şeyin yerli yerine
konması bakımından, muteber bir kanun üzere inmiş olması veya pek çok
hikmetleri ihtiva etmesindendir.
Hâkim denilmesi; âyetlerin
nazmındaki düzgünlük ve mânalarındaki üstünlüğün sağlamlığı ile; tebdil,
tahrif, ihtilaf ve zıdlığa meydan vermemesindendir.
Muheymin denilmesi; Kur’ân'ın bütün geçmiş milletlere ve kitaplara
şâhid olmasıdır.
Kur’ân'a
Habl denilmesi; ona sarılanın cennete ya da
hidayete ulaşmasıdır. Habl aynı zamanda
sebeb demektir.
Sırat-ı Müstakim denilmesi; onun eğriliği olmayan, cennete götüren
dosdoğru bir yol olmasından dolayıdır.
Mesânî denilmesi; kendisinde geçmiş milletlere ait kıssaların
açıklanması yönüyledir. Bu aynı zamanda, kendinden önceki kitabları övmesi
manasınadır. Kendisinde kıssalar ve öğütlerin tekrar edilmesi mânasının
bulunduğu da, söylenir. Ayrıca, önce mâna sonra da hem mâna lafızla
inmesinden dolayı, Mesânî denilmiştir.
Kirmânî «e l - A c â i b
v e ' l - G a r â i b»
adlı eserinde naklettiği gibi *****
«Bu (hüküm), elbette ilk sahifelerde de
vardır.» (A'lâ, 18.) âyetine dayanmaktadır.
Müteşâbih denilmesi ise; güzellik ve doğrulukta birbirine
benzemesindendir.
Kur’ân'a
Rûh denilmesi; kendisiyle kalp ve
nefislerin canlanmasıdır.
630 Şerefinden dolayı da
Mecîd adı verilmiştir.
Muarazada bulunmak isteyenlere
karşı galib gelmesinden dolayı da Azîz
adı verilmiştir.
Kendisiyle insanlara emrolundukları ve
yasaklandıkları şeyleri tebliğ veya kendisinde belâgatın bulunması,
başkasına ihityaç duyulmaması bakımından
Kur’ân'a Belâğ adı verilmiştir.
es-Silefî bazı eserlerinde şöyle
demiştir: Ebû'l-Kerem en-Nahvi Ebû'l-Kasım et-Tennûhi, o da Ebû'l-Hasen
er-Rûmî'nin şöyle dediğini işitmiştir; Rummâni'ye: Her kitabın bir tercemesi
vardır. Allah'ın Kitabının tercemesi nedir? diye
sorulduğunda: ***** «Bu
(Kur’ân), insanlara bir tebliğdir.
İnsanlar bununla
uyarılsınlar...» (İbrahim, 52.) âyetiyle
cevap vermiştir.
Ebû Şâme ve diğerleri
*****
«...Rabbinin rızkı daha
hayırlı ve daha süreklidir.» (Tâhâ, 131.)
âyetinde ***** kelimesinden Kur’ân kasdedildiğini
söylemiştir.
1. Kur’ân'a Mushaf Adının
Verilişi:
635 Muzafferi, «T a r i h»inde şunu
nakleder: Bir kısmı ona, İncil adını vermişlerse de, bu isim onlara
hoş gelmemiştir. Bir kısmı da Sifr adını verelim demişler,
fakat Yahudilikle ilgili bir terim
olduğundan bunu da beğenmemişlerdir. Bunun
üzerine İbn-i Mesûd; Habeşistanda bir
kitap gördüm ona Mushaf adını vermişlerdi,
deyince Kur’ân için ad olarak bunu seçmişlerdir
Derim ki:
İbn-i Eşte «K i t â b u' l - M e s â h i
f» adlı eserinde, Mûsab b. Ukbe tarikiyle
İbn-i Şihâb'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Kur’ân-ı Kerim-i cemettiklerinde
kâğıda yazmışlardı. Hazret-i Ebû Bekr Kur’ân'a bir isim arayın, deyince
Bazıları; es-Sifr,
Bazıları da el-Mushaf adını teklif
ettiler. Çünkü Habeşliler Kur’ân'a Mushaf adını vermişlerdi. Kur’ân'ı ilk
cemeden ve ona Mushaf adını veren
Hazret-i Ebû Bekr'dir. İbn-i Eşte İbn-i
Bureyde'den, başka bir tarikle bundan sonraki bölümde gelecek, aynı mealde
bir rivâyette bulunmuştur.
İbn-i Durays ve başkaları Ka'b'ın şöyle
dediğini rivâyet ederler Tevratta; «Ya Muhammed, Ben sana kör
gözleri, sağır kulakları, kapalı kalpleri açacak yeni bir tevrat
indireceğim» ibaresi mevcuttur.
İbn-i Ebî
Hâtim Katâde'nin şöyle dediğini rivâyet
eden Hazret-i Musa Tevrat levhalarını eline alınca: Ya Rabbi, bu levhalarda
indileri kalplerinde olan bir ümmetin
var olduğunu gördüm, bana ümmet kıl, diye niyazda bulundu. Rabbi
ona Bu Ahmed'in ümmetidir, cevabını
verdi.
Bu iki rivâyette görüldüğü gibi
Kur’ân'ı Kerim'e Tevrat ve incil adları verilmiştir. Bununla beraber, bugün
Kur’ân'a bu adın verilmesi caiz değildir. Bu
tıpkı *****
«...Musa'ya Kitap ve Furkan'ı vermiştik...»
(Bakara, 53.) âyetinde olduğu gibi Tevrat'a Furkan, Resûlüllah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) «Davud
(a.s) bana Kur’ân'ı hafifletti» sözünde
olduğu gibi Zebûr'a Kur’ân denmesine
benzer.
2. Sûrelerin isimleri:
640 Utebî şöyle der: Sûre kelimesi,
hemzeli veya hemzesizdir. Kelimeyi hemzeli okuyan
*****
(içtiğim suyun birazını bıraktım) mânasına gelen
*****
fiilinden türediğini kabul eder. *****
kelimesi, içilen sudan kapta kalan
artık manasınadır. Aynı şekilde sûre de, Kur’ân'dan bir parça gibidir. Sûre
kelimesini hemzesiz okuyanlar,
bunu aynı mânada kullanmış, ancak kolaylık olsun diye kaldırmışlardır.
Bazıları sûreyi binanın katlarına
benzetmişler, yani binanın bir
parçası veya üstüste gelen bir katı kabul etmişlerdir.
Kelimenin, şehrin sûru mânasına
geldiği söylenir. Bu tıpkı evlerin sûrla
bir arada toplandığı gibi, Kur’ân sûresi de, âyetlerini bir arada toplayıp
kuşatması demektir. Bunun aynı zamanda bileği kuşattığı için bilezik
mânasına gelen *****
kelimesinden alındığı söylenmiştir.
Allah Kelamı olduğu için
yücelik, yükseklik mânasına kullanılmıştır, çünkü sûrenin bir mânası da
yüksek mevkidir. Şâir Nâbiğa'nın şu beyti, kelimenin bu
mânaya geldiğini göstermektedir:
Görmedin mi, Allah sana bir
saltanat vermiş ki bütün krallar ona boyun eğerler.
Sûre, üstüste koymak suretiyle yükselmek
mânasına gelen ***** kelimesinden
geldiği söylenir. Çünkü âyetler birbirine eklenerek bir araya getirilmiştir.
*****
«...Hani odasının duvarına tırmanmışlardı.»
(Sâd, 21.) âyeti
bu mânaya bir delildir.
Ca'berî şöyle der: Sûre;
başlangıcı ve sonu olan, en az üç âyetten meydana
gelen Kur’ân bölümlerinden biridir.
Bazıları da sûreyi tevkifi olarak terceme edilmiş bir parça olduğunu
söylerler. Bu da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem) tarafından tevkifi olarak özel bir isimle adlandırılması
demektir.
Sûrelerin isimleri, Hadis ve
haberlerden anlaşıldığı üzere, tevkifi olarak
tesbit edilmiştir. Sözü uzatma korkum
olmasaydı, bunu genişçe açıklardım.
Sûre isimlerinin tevkifi
olduğunu göseteren İbn-i Ebî Hâtim'in
İkrime'den yaptığı şu rivâyettir; İkrime: Müşrikler Bakara sûresi, Ankebût
sûresi diyerek alay ederlerdi. Bunu
üzerine ***** «O alay edenlere karşı biz
sana yeteriz.»
(Hicr, 95.) âyeti nâzil oldu, der.
Şu sûre, bu sûre denilmesini,
Bazı ulema hoş karşılamamıştır. Bunu
Taberânî
ve Beyhaki'nin Enes'den merfu olarak
rivâyet ettikleri şu ifade desteklemektedir.
Bakara sûresi, Ali İmran sûresi, Nisa sûresi şeklinde Kur’ân'ın bütün
sûrelerini adlarıyla söylemeyin. Fakat, içinde Bakara'nın Ali İmran'ın zikredildiği
sûre deyin, bütün sûreleri bu şekilde adlandırın. Bu rivâyetin isnadı zayıftır;
Hatta İbnu'l-Cevzî bunun mevzu olduğunu iddia etmiştir.
Beyhaki: Bu rivâyetin İbn-i Ömer'den Mevkuf olarak nakledildiği
bilinmektedir derse de, ayni metni sahih senedle İbn-i Ömer'den rivâyet
etmiştir. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara sûresi
de dahil, diğer sûreleri adlarıyla söylediği sahih
olarak bilinmektedir.
Buhârî, İbn-i Mesûd'un şöyle
dediğini rivâyet eder: Bakara sûresinin indirildiği makam budur. Bu yüzden
cumhur-u ulema yukarıki görüşe karşı
çıkmıştır.
3- Birden Fazla Adı Olan
Sûreler:
650 Kur’ân sûrelerinin
çoğunlukla tek, Bazılarının da iki veya
ikiden çok adı vardır. Birden fazla adı olan sûrelerden biri,
Fatiha sûresidir.
Bu sûrenin yirmiden fazla adı
olduğuna rasladım. Bu, sûrenin şerefini belirtir:
Birincisi: Fatihatu'l-Kitab'dır.
İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Zi'b ve Makburi
Ebû Hureyre tarikiyle Resûlüllah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini rivâyet ederler Bu
sûrenin adı Ummu'l-Kur’ân, Fatihatu'l-Kitab, es-Sebu'l-Mesânî'dir. Mushaf
yazılırken ve namazda kıraata onunla başlandığı için bu ad verilmiştir.
Çünkü Fatiha, ilk inen sûredir.
Fatihanın Levh-i Mahfûz'da yazılan ilk sûre olduğu da söylenir. Mursî,
bu söz naklî delile muhtaçtır, der. Hamd, her kelamın ve her kitabın
başlangıcı olduğu için bu adı aldığı söylenir. Bunu Mursî nakleder ve her
kitabasûrenin tamamı ile değil; sadece hamd ile başlandığı, zahirde muradın
herhangi bir kitab olmayıp bundan Kur’ân
kasdedildiğini ifade ederek şöyle der: Bu sûreye verilen
adlardan biri de, Fatihatu'l-Kur’ân'dır. Bu yüzden Kitab'la aynı şey
olduğu anlaşılır.
İkincisi: Mursi'nin rivâyet ettiği gibi sûrenin adı,
Fatihatu'l-Kur’ân'dır.
Üçüncüsü ve dördüncüsü:
Ümmü 'l-Kitab ve Ummu'l-Kur’ân'dır.
İbn-i Sîrîn, Ummu'l-Kitab, el-Hasen de
Ummu'l-Kur’ân adını hoş karşılamazlar. Bakıyyu'bnu Mahled her iki
görüşe katılır. Çünkü Ummu'l-Kitab, Levh-i Mahfuz'dur. Bunu şu âyetler
doğrulamaktadır: ***** «...(Bütün)
kitap(ların) anası,
(Ra'd, 39.)
âyet, ***** «O, katımızda bulunan
ana kitaptadır.» (Zuhruf,
4.)
âyet, ***** (Âli
İmran, 7.) âyet.
Mursî bu konuda sahih olmayan
şu hadisin rivâyet edildiğini söyler: Hiç
biriniz, Ummu'l-Kitab demesin, Fatihatu'l-Kitab desin.
Derim ki: Bu rivâyet hadis
kitablarında yoktur. Mursî bunu karıştırmasın. İbn-i'd-Durays bunu aynı
lafızla İbn-i Sirîn'den rivâyet etmiştir. Mursî bunu karıştırmıştır.
Halbuki diğer sahih hadislerde bu şekilde adlandırmadığı sabittir
Dârekutni sahih senedle Ebû Hureyre'den şu merfu hadisi nakleder: Fatiha
sûresini okuduğunuzda besmele okuyun. Çünkü o, Ummu'l-Kur’ân, Ummu'l-Kitab
ve es-Seb'u'l-Mesânî'dir.
Sûreye niçin bu ad verildiği konusunda
ihtilaf edilmiştir. Mushaflara Fatiha ile başlandığı ve namazda
zamm-ı sûreden önce kırâat edildiği için bu ad verildiği söylenir. Bunu Ebû
Ubeyde «M e c â z u' l - K u r a n»ında, Buhârî
de «S a h i
h»inde nakleder. Ummu'l-Kitab denilmeyip
Fatihatu'l-Kitab denilmesinin uygun olup olmayacağı konusunda, bir
müşkil ortaya çıkmaktadır. Buna, çocuğun
hayatına annelerin başlangıç olmaları açısından, cevap verilir.
Mâverdî şöyle der: Fatiha'nın diğer
sûreler'den önce gelmesi, ötekilerin kendisine tâbi olmasından dolayı
bu ad verilmiştir. Çünkü Fatiha, diğer sûrelerin
önüne geçmiştir, hatta savaşta sancaktara öne geçtiği, ordu da kendisine
uyduğu için umm (öncü) adı
verilmiştir. İnsanın geçmiş ömrüne aynı ad verilir.
Her şeyin aslına umm denildiğinden,
Mekke'ye de diğer şehirlere nazaran Ummu'l-Kurâ denilmişti.
Yetmiş üçüncü bölümde görüleceği gibi
Fatiha sûresi Kur’ân'ın bütün gayelerini ve sahip olduğu ilim ve
hikmetleri ihtiva ettiği için, Kur’ân'ın aslıdır.
Bir kabile reisine ummu'l-kavm
denildiği gibi, sûrelerin en faziletlisi olması
bakımından da Fatiha'ya bu ad verilmiştir.
Fatihaya hürmet bütün Kur’ân'a
hürmet gibidir. Askerin gölgesinde toplandığı sancağa umm dendiği gibi, îman
ehlinin sığındığı Fatiha sûresine de umm
denilir. Fatiha, muhkem bir sûredir. Bütün muhkemat ummu'l-Kitab'dır.
Beşincisi: el-Kur’ânu'l-Azîm'dir.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Hureyre'den
Resûlüllah'ın Ummu'l-Kur’ân hakkında şöyle dediğini rivâyet eder: Fatiha
sûresi; Ummu'l-Kur’ân'dır,
es-Seb'u'l-Mesânî'dir, el-Kur’ânu'l-Azîm'dir. Bu adla adlandırılması,
Kur’ân'da mevcut olan mânalan içine almasındandır.
Altıncısı:
es-Seb'u'l-Mesânî'dir. Bu da
yukarıdaki hadiste ve diğer hadislerde geçmektedir. Yedi denilmesi,
yedi âyet olmasındandır. Bunu Darakutnî Hazret-i Ali'den rivâyet etmiştir.
Kendisinde yedi edeb, her âyette bir edeb olduğu
söylenirse de bu, gerçek olmaktan uzaktır. *****
gibi yedi harfin kaldırılmasından bu adı aldığı söylenir.
Mursî, bu sözün bir önceki sözden daha zayıf olduğunu ifade ederek şöyle
demiştir: Bir şey, kendisinde olmayan şey ile değil, kendisinde bulunanla
isimlendirilir.
el-Mesânî adını alması, içinde
Allah'a sena bulunduğundan .O kelimesinden
müştak olması ihtimalindendir. Allahü teâlâ
onu bu ümmete mahsus kıldığından *****
kelimesinden müştak olması muhtemeldir. *****
kelimesinden müştak olması da muhtemeldir. Her rekatta kendisiyle senada
bulunulduğu için bu adı aldığı söylenir. İbn-i
Cerîr'in senedi hasen ile Hazret-i Ömer'den yaptığı şu rivâyet bu
sözü destekler. Hazret-i Ömer şöyle demiştir: es-Seb'u'l-Mesâni, Fatihatu'l-Kitab'dır,
her rekatta onunla sena edilir. Başka bir sûre ile sena kılındığı
için bu adı almıştır, denilir. İki seferde indiği, sena ve dua olmak üzere
iki kısma ayrıldığı için bu ad verilidiği söylenmiştir. Kul, ondan bir âyet
okuduğunda Allahü teâlâ yaptığı işten
haber vererek kendisini övdüğünden sûreye, hadisde geçtiği üzere bu ada
verilmiştir. Nazmındaki fesahat, mânasındaki belâgat bir araya
toplanmasından, es-Seb'u'l-Mesani adı verilmiştir. Bunlardan başka
ihtimaller de vardır, denilir.
Yedincisi:
Vâfiye'dir. Bu adı ona, Sufyanu'bnu
Uyeyne vermiştir. Kur’ândaki mânalan karşıladığından, Zamahşeri «K e
ş ş â f»ında ona bu adı vermiştir.
Sa'lebî; ikiye bölünmeyi kabul etmediği için bu adın verildiğini söyler.
Kur’ân'dan her sûrenin ikiye bölünerek, yarısı bir rekatta diğer yarısı
diğer rekatta okunması caizdir.
Oysa Fatiha sûresi, ikiye bölünemez. Mursî; Allah'a ait olanla kula ait
olanı bir araya toplamış olduğundan, bu ad verilmiştir, der.
Sekizincisi: Kenzdir. Ummu'l-Kur’ân
adında açıklandığı üzere Zemahşerî tarafından «K e ş ş â f»da bu ad
verilmiştir. On dördüncü bölümde geçen Enes hadisinde ifade edildiği gibi,
sûreye bu ad verilmiştir.
Dokuzuncusu: Kâfiye'dir. Bu sûre
namazda tek başına kâfidir. Diğer sûreler bunun yerini tutmaz.
Onuncusu: el-Esâs'dır. Çünkü Fatiha,
Kur’ân'ın aslı ve ilk sûresidir.
On birincisi: Nûr'dur.
On iki ve on üçüncüsü: Hamd ve
Şükür sûresidir.
On dördüncüsü ve on beşincisi:
Sûretu'l-Hamdi'l-Ûlâ ve Sûretu'l-Hamdi'l-Kısari'dir.
On
altı, on yedi ve on sekizincisi:
er-Rukye, eş-Şifâ, eş-Şâfiye'dir.
Bunlar, Havâssu'l-Kur’ân bölümündeki
hadislerde görülecektir.
On
dokuzuncusu: «Namazın sıhhati kendisine dayandığından
Sûretu's-Salât adı; verilmiştir.
Yirmincisi: «Namazı Kendimle kulum arasında ikiye böldüm» hadisinde
geçtiği gibi Salât, bu sûrenin isimlerinden biridir. Mursî; Fatiha sûresi,
namazda tamamlayıcı olmasından, bir şeye kendisi için lüzumlu olan ile ad
verilmesi bakımından, Salât adını
almıştır, der.
Yirmi
birincisi: İçinde ***** sözünde dua
bulunduğundan Sûretu'd-Duadır
Yirmi
ikincisi: Fahruddin Râzi'nin zikrettiği gibi
Sûretu's-Suâl'dır.
Yirmi
üçüncüsü: Sûretu Ta'lîmi'l-Mesel'dir.
Mursî; içinde isteme âdabı vardır, çünkü istekte bulunmadan önce, sena ile
başlanmıştır, der
Yirmi
dördüncüsü: Sûretu'l-Munacaattır.
Çünkü kul, bu sûrede geçen *****
"(Ya Rabbi),
ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz...» âyetiyle
Rabbine münacaatta bulunur.
Yirmi
beşincisi: Sûretu't-Tefvîz'dir. Çünkü
***** âyetinde sığınma ifadesi
mevcuttur.
Fatiha sûresinden
toplayabildiklerim bunlardır. Bundan önce hiçbir kitabda
bunlar toplanmamıştır.
Birden fazla ismi olan sûreler
de şunlardır:
673
Bakara sûresi: Hâlid b. Ma'dan bu sûreye Fustâtu'l-Kur’ân
adını vermiş Firdevs'in «M u s n e d»inde merfu bir hadisde bu isim
zikredilmiştir. Bu adı alması sûrenin azameti ve diğer sûrelerde bulunmayan
hükümleri bir arada toplamasındandır. Hâkim
«M u s t e d r e k»inde geçen bir hadisde bu sûre sinâmu'l-Kur’ân
adiyle zikredilmiştir. Her şeyin sinam'ı, o şeyin âlâsı mânasındadır.
Âli
İmran: Said b. Mansûr
«S ü n e n»inde Ebû Attaf'ın
şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
Tevrat'ta Âli İmran'ın ismi Tayyibe'dir.
Sahih-i Müslim'de Bakara
sûresiyle birlikte adı, Zahrâveyn'dir.
Mâide:
Bu sûreye aynı zamanda, Ukud ve
Munkıze adı verilir. İbnu'l-Feres;
bu sûreye, okuyanı azab meleklerinden koruduğu için, Munkıze adı
verilmiştir, der.
Enfâl:
Ebû’ş-Şeyh, Said b. Cubeyr'in şöyle
dediğini rivâyet eder. İbn-i Abbâs'a Enfâl sûresinden söz edince bana bu
sûrenin Bedir sûresi olduğunu söyledi.
Berâe:
İçinde ***** «Andolsun Allah,
peygaberi..affetti...» âyeti bulunduğu için
Tevbe sûresi de denir. Diğer bir adı da
Fâdıha'dir. Buhârî, Said b.
Cubeyr'in şöyle dediğini rivâyet eder: İbn-i Abbâs'a Tevbe sûresinden söz
edince: Evet, Tevbe sûresidir, dedi. Fâdıha adını da ilâve etti. Sûrede arka
arkaya devam eden
***** sözleri hepimizi içine alacağından
korktuk. Ebû’ş-Şeyh, İkrime'nin şöyle
dediğini rivâyet eder: Hazret-i Ömer; Berâe sûresinin nüzûlü henüz
tamamlanmamıştı ki, hepimiz hakkında, mutlaka bir şey inceğini sanmıştık.
Fâdıha sûresi denildiği gibi Azab sûresi
de denilmişti. Hâkim «M u s t e d
r e k»inde Huzeyfe'nin: Tevbe sûresi dediğiniz sûre, Azab sûresidir, dediğini
rivâyet eder. Ebû',ş-Şeyh, Said b. Cubeyr'in şöyle dediğini rivâyet eder:
Ömer b. Hattab'ın yanında Berâe sûresi zikredildiğinde
Bazıları Tevbe sûresi
olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine
sûreye Azab sûresi demek daha yakındır,
sûre neredeyse suçsuz kimse bırakmıyor, herkesin suçunu ortaya koyuyordu.
Sûreye
el-Mukaşkişe adı da verilmiştir.
Ebû’ş-Şeyh, Zeyd b. Eslem'in şöyle
dediğini rivâyet eder: Bir kimse İbn-i Ömer'e Tevbe sûresinden söz edince
bunların hangisi Tevbe sûresidir? diye sormuştu. Berâe sûresi cevabını
alınca İbn-i Ömer: insanların
fiillerini ortaya koyan bu sûreye el-Mukaşkışa adını vermemiş miydik,
şeklinde mukabelede bulundu. Mukaşkışa,
nifaktan kurtulmak demektir.
Sûreye,
Münekkire adı da verilmiştir.
Ebû’ş-Şeyh, Ubeyd b. Umeyr'in
şöyle dediğini rivâyet eder: Berâe
sûresine el-münekkir sûresi de denirdi, çünkü bu süre müşriklerin
kalplerinde olanları dışa vurmuştu.
Sûreye,
el-Bahûs adı da verilmiştir.
Hâkim, Mikdad'dan kendisine şöyle
denildiğini rivâyet eder: Bu sene savaşa katılmasan ne. olurdu?. O da: Bize
Bahûs sûresi yani Berâe nâzil oldu cevabını verdi.
Hâfire sûresi de denilmiştir: Münafıkların kalplerindekini açığa
çıkardığı için İbnu'l-Feres sûreye bu
adın verildiğini zikreder.
Musire sûresi de deniliyordu. Çünkü bu sûre, münafıkların ayıplarını
ortaya koymuş, gizli işlerinden de haber
vermiştir.
İbnu'l-Feres sûreye
Muba'sira adının da verildiğini söyler.
Zannederim bu isim, Münekkira kelimesinin bozulmuş şeklidir. Bu isim
de doğru ise sûreye verilen ad sayısı
ona ulaşmaktadır. Sehâvî'nin «C e m â l u' l - K u r r â» adlı eserinde
münafıkların sırlarını açığa vurduğu için Muba'sira adını yazdığını gördüm.
Aynı eserde ayrıca, Muhziye, Munekkile, Muşerride ve Mudemdime adlarını
da zikretmiştir.
Nahl: Katâde, bu sûreye Niam
sûresi de denildiğini söyler. Bunu, İbn-i Ebî
Hâtim rivâyet etmiştir. İbnu'l-Feres
ise, sûreye bu adın verilmesi, bunda Allah'ın kullarına olan
nimetlerini birbiri ardına sıralamasındandır, der.
İsra: Bu sûreye
Subhâne ve Beni
İsrâil de denilmiştir.
Kehf:
Ashâb-ı Kehf sûresi de denilmiştir.
İbn-i Merdeveyh'in rivâyet ettiği
hadisde böyle geçmektedir. Beyhaki,
İbn-i Abbâs'dan merfu olarak rivâyet
ettiğine göre bu sûre Tevratta el-Hâile adiyle geçmektedir. Çünkü sûre, okuyucusu
ile cehennem arasında bir perde teşkil eder.
Beyhaki, hadisin münker olduğunu
söyler.
Tâhâ: Sehâvî «C e m â l u ' l
K u r r â» adlı eserinde bu
sûreye aynı zamanda Kelim sûresi de
denildiğini zikreder.
Şuarâ:
İmâm-ı Mâlik Tefsir'inde bu sûreye
Câmia sûresi denildiğini zikreder.
Neml: Bu sûreye,
Süleyman sûresi de denilir.
Secde: Bu sûreye,
Medâci' sûresi de denilir.
Fatır: Bu sûreye, Melâike sûresi
de denilir.
Yâsin: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem) sûreye Kalbu'l-Kur’ân adını
vermiştir. Bunu, Tirmizî Enes'den
rivâyet etmiştir. Beyhaki Hazret-i Ebû
Bekr'den merfu olarak şu sözü nakleder:
Yâsin sûresi Tevratta Muimme adiyle
geçer, çünkü okuyan hem dünya hem
de âhiret saadetine erer. Okuyandan her türlü kötülüğü uzaklaştırdığı
ve her ihtiyacını karşıladığı için sûreye, Dâfia Kâdıye adı verilmiştir.
Beyhakî bu hadisi de münker kabul eder.
Zümer: Sûreye. Guraf sûresi de
denilir.
Gâfir:
Sûreye Tavl sûresi, ***** «Firavun
ailesinden imanını gizleyen bir adam şöyle dedi...»
(Mü'min, 28.) âyetinden
dolayı da Mü'min sûresi
denilmiştir.
Fussilet: Secde ve Mesâbih
sûresi de denilmiştir.
Câsiye: Kirmânî «A c â i b» adlı eserinde sûreye
Şeria ve Dehr
adının verildiğini ifade eder.
Muhammed: Sûreye, Kitab sûresi
de denilir.
Kâf:
Sûreye, Bâsikât sûresi de denilir.
İkterabet: Sûreye, Kamer sûresi
denilir. Beyhaki, İbn-i Abbâs'dan
Tevratta bu sûreye Mukayyıda sûresi denildiğini rivâyet eder.
Çünkü, yüzlerin karardığı günde, bu
sûreyi okuyanın yüzü ağarır. Beyhakî bu hadisi de münker
hadistir, demiştir.
Rahmân: Beyhaki'nin Hazret-i
Ali'den merfûan rivâyet ettiği hadisde, bu sûreye,
Arûsu'l-Kur’ân adı verilmiştir.
Mücâdele: Ubeyy b. Ka'b'ın «M u s h a f»ında bu sûreye,
Zihar sûresi
denilmiştir.
Haşr: Buhârî, Said b.
Cubeyr'in şöyle dediğini rivâyet eder: İbn-i Abbasın yanında Haşr sûresinden
söz etmiştim. Bu sûreye Beni Nadir de, diye
söyledi.
İbn-i Hacer; Kıyamet günü akla gelmemesi için İbn-i Abbâs bu sûrenin
Haşr sûresi denilmesini hoş karşılamamıştır. Buradaki Haşr'dan murad,
Benu Nadirin yurdlarından çıkarılmasıdır
Mümtehine:
İbn-i Hacer, «hâ»nın fethası ile
Mumtehene şeklinde ad verilmesinin
meşhur olduğunu, «hâ»nın kesresi ile Mümtehine şeklinde de okunduğunu
söyler. Birinci şekle göre sûre, hakkında indiği kadının sıfatıdır,
ikinci şekle göre ise, Berâe sûresine
Fatiha denildiği gibi, sûrenin sıfatıdır. Sehâvî
«C e m â l u' l - K u r r â»sında
sûreye, imtihan ve el-Mer'a sûresi adı verildiğini söylemektedir.
Saff: Sûreye aynı zamanda Havâriyyûn
sûresi de denilir.
Talâk: Sûreye İbn-i Mesûd,
en-Nisâu'l-Kusrâ adını vermiştir. Bu rivâyeti Buhârî ve diğerleri
nakletmişlerdir. Dâvûdî bunu hoş karşılamamış, el-Kusrâ
kelimesinin duyulmadığını, Kur’ân'da
hiçbir sûreye ne Kusrâ ne de Sugra denildiğini
görmediğini söyler. İbn-i Hacer ise;
Dâvûdî'nin bu sözü , senedsiz olarak sabit hadisleri reddetmektedir.
Kısar ve Tıval kelimeleri nisbî kelimelerdir. Buhârî; Zeyd b. Sâbit'ten bir
rivâyetinde «iki uzun sûreden biri» demiş, bundan A'raf sûresini
kastetmiştir.
Tahrim: Bu sûreye, Muteharrim, Lime
Tuharrim sûresi denilmiştir.
Tebâreke:
Sûreye, Mülk sûresi adı verilir.
Hâkim ve diğerleri İbn-i Mesûd'un
şöyle dediğini rivâyet ederler: Bu sûre Tevratta
Mülk sûresi olarak geçmektedir.
Kabir azabını engellediğinden sûreye, Mânia sûresi denilmiştir.
Tirmizî İbn-i Abbâs'dan sûrenin adı,
Mânia'dır, kabir azabından kurtardığı
için, Munciye
de denilmiştir, şeklinde rivâyet eder..
Ubeyd'in «M u s n e d»inde geçen bir
hadisde sûreye Munciye, adı verildiği gibi, kıyamet gününde sûreyi
okuyanı, Rabbi katında sûrenin bu kimseyi
savunacağından Mücâdele adı da
verilmiştir. İbn-i Asâkir «T a r i h»inde Enesden
rivâyet ettiği bir hadisde Resûlüllah'ın bu sûreye Munciye adı verdiğini
söyler.
Taberânî İbn-i Mesûd'un şöyle dediğini
rivâyet eder: Resûlüllah zamanında bu sûreye Mania sûresi derdik. Sehâvî «C
e m â l u' l - K u r r â»da sûreye Vâkıa
ve Mania adı verildiğini kaydeder.
Seele: Sûreye, Meâric ve
el-Vâki' sûresi de denilir.
Amme: Sûreye, Nebe',
Tesâul ve
Mu'sırat sûresi de denilir.
Lem
Yekun: Sûreye, Ubeyy b. Ka'b'ın Mushafında
Sûretu Ehli'l-Kitab adı verilmiştir. Sehâvî
«Cemâlu'l-Kurr â»da;
Beyine, Kıyâme, Beriyye ve
İnfikak sûresi de denildiğini nakleder.
Eraeyte: Sûreye Dîn ve
Mâûn sûresi de denilir
Kâfirûn: İbn-i Ebî Hâtim
Zurâretu'bnu Evfâ'dan yaptığı bir rivâyete göre sûreye,
Mukaşkaş adı verilmiştir. Sahâvî
«Cemâlu'l-Kurr â»da sûreye
aynı zamanda, İbâde sûresi de
denildiğini söyler.
Nasr: Sûreye Resûlüllah (sallallahü
aleyhi ve sellem)in vefatına îma ettiği için
Tevdi' sûresi de denilmiştir.
Tebbet: Sûreye, sûretu'l-Mesed
adı da verilmiştir.
İhlâs: Dinin esasını meydana getiren Allah'ın vahdaniyetini içine
aldığından sûreye el-Esas sûresi
denilmiştir.
Felak ve Nâs: Vav'ın
kesriyle bu iki sûreye Muavvizeteyn adı verilir. Muşakkiteyn
de denilir.
4- Sûre İsimlerinin
Tevkifiliği:
732 Zerkeşî «B u r h â n» adlı eserinde
şöyle der: «Sûrelere verilen değişik "isimler
tevkifi mi, yoksa münasebetlerden dolayı mı
ortaya çıktığı konusunu araştırmak gerekir. Şayet
ikincisi doğru ise, saha ile ilgili bilgiye sahip olan kimseler,
sûreye uygun düşecek bütün mânalardan değişik isimler bulup çıkaracaktır
ki, bu da gerçek olmaktan uzaktır.»
Her sûreye ait olan adların
iyice incelenmesi gerekir. Şübhesiz ki Arablar,
verdikleri bir çok isimlerde ya nadir olanı veya o ismi tahsis eden sıfat ve
huy gibi yönlerden garib olanı veya bu adı vermekle daha muhkem, daha
çok zikredilen veya idrake yakın olanı
almaya, dikkat etmişlerdir. Bu yüzden yazdıklarını ve uzun
kasidelerini, bunlarda geçen en meşhur kelime ile adlandırırlar. Kur’ân
sûrelerine verilen isimler de bu şekilde cereyan etmiştir. Mesela;
Bakara sûresine bu adın verilmesi, sûrede
zikredilen bakara kıssasının zikredilmesi,
ve bu kıssada önceki bir hikmetin bulunmasıdır.
Nisa sûresine bu adın verilmesi,
bu sûrede kadınlarla ilgili bir çok
hükümlerin geçmesidir. En'am sûresine
bu adın verilmesi, sûrede en'am
hakkında geniş bilgi bulunmasıdır. Enam kelimesi her ne kadar diğer
sûrelerde geçmiş ise de, bu sûredeki *****
«Hayvanlardan da
(çeşit çeşit yarattı) kimi yük taşır, kimi
de kesilir...» (142-144.) âyetlerde
daha geniş tafsilatlı bir şekilde dile getirilmiştir.
Nitekim Nisa kelimesi, çeşitli sûrelerde
geçmiş olmasına rağmen, kadınlar hakkındaki hükümlerin genişliği; kadın
kelimesinin tekrarı bakımından bu sûredeki kadar fazla değildir.
Mâide kelimesinin zikri ancak bu sûrede
geçtiğinden sûre kendine ait olan bu adla adlandırılmıştır.
734 Şayet; Hûd sûresinde Nûh,
Sâlih, İbrahim, Lût, Şuayb ve Musa'nın adları geçtiği halde, sûrede Nuh'un
(a.s) kıssası daha geniş ve daha uzun
zikredildiği halde, neden Hûd adı
verilmiştir denilirse, şu cevap verilir: Bu peygambere ait kıssalar; A'raf,
Hûd ve Şuarâ sûrelerinde diğer sûrelerinkinden daha geniş bir şekilde
tekrarlanmış, fakat bu üç sûrede Hûd ismi en çok bu sûrede geçmiştir.
Hûd sûresinde Hûd kelimesi dört yerde
tekrarlanmış ve bu tekrar, sûreye bu
adın verilmesini kuvvetlendirmiştir.»
Şayet aynı sûrede Nuh'un adı altı yerde
geçmektedir, denilirse, buna cevap olarak; Nûh
(a.s) ve kavmi ile olan kıssasına, başlı
başına bir sûre tahsis edilmiş, bu sûrede
bir başka kıssa yer almamıştır. Sadece kendi kıssası geçtiği sûreye kendi
adını vermek, kendisiyle birlikte diğer peygamberlerin kıssası
geçen sûreye bu adı vermekten daha
evlâdır, denilir.»
736 Ben de derim ki, bu konuda şöyle bir
soru sorabilirsin: Bir çok sûreler; Nûh, Hûd, İbrahim, Yûnus, Âli
İmran, Neml, Yûsuf, Muhammed, Meryem, Lokman sûreleri gibi, içinde isimleri
geçen peygamberlerin kıssaları ile adlandırılmıştır.
Bazı kavimlerin kıssaları da böyledir. Bunlar; Benî İsrail, Ashâb-ı
Kehf, Hicr, Melâike, Cin, Münafikûn, Mutaffifîn sûreleridir. Bütün bunlara
rağmen, Kur’ân'da pek çok zikredildiği halde Musa adı, hiç bir sûreye
verilmemiştir. Hatta Bazıları; neredeyse
Kur’ân'ın bütünü Musa'dan söz etmektedir,
demiştir. Tâhâ, Kasas ve A'raf sûrelerinde Musa'nın kıssası, diğer sûrelere
nazaran daha geniş zikredildiği için, kendi adını alması daha
evlâ idi. Âdem'in
(as) kıssası da bu kabildendir, ismi
değişik sûrelerde geçmiş olmasına
rağmen, hiç bir sûreye adı verilmemiştir, el-İnsan sûresiyle
iktifa edilmiştir. Keza Zebih kıssası
(İbrahim'in (as) oğlunu kurban edişi),
kıssaların en ibretlisi olduğu
halde Sâffât sûresine bu ad verilmemiştir. Davud'un
(aleyhisselâm) kıssası Sâd sûresinde
geçtiği halde, sûreye bu ad verilmemiştir.
Sehâvî
«C e m â l u ' l - K u r r
â»sında Tâhâ sûresine
Sûretu'l-Kelîm, Huzelî
de «K â m i l»inde buna
Musa sûresi adını verdiklerini,
Sâd sûresine de
Dâvûd sûresi dediğini görmeme rağmen,
sûrelere verilen isimlerin hikmeti üzerinde düşünmek gerekir. Çünkü bunlar,
hadislere dayanan kuvvetli delillere muhtaçtır.
Bir sûreye birden fazla ad verildiği
gibi, bir çok sûreye de bir ad verilmiştir. Nitekim
el-Hurûfu'l-Mukattaa'nın sûreye ad olduğunu kabul eden kavle
göre, Elif Lâm Mim ve Elif Lâm Râ gibi
kelimelerle sûrelere ad verilmiştir.
5- Sûre İsimlerinin İ'rabı
738 Ebû
Hayyân «Ş e r h u' t - T e s h i l» adlı eserinde şöyle der:
***** «De ki: 'Bana
vahyolunuyor...»ve ***** «Allah'ın
emri geldi...» gibi hikaye cümleleriyle
veya kendisinde zamir bulunmayan fiil ile başlayan sûrelerin İ'rabı
evvelinde vasıl hemzesi bulunanlar müstesna, gayrı munsarıfların İ'rabı gibi
yapılır. Vasıl hemzesinin elifi, vakıf halinde hemze-i katı' olur. Tâ'sı da
hâ'ya kalbedilir, hâ'sı vakıf şeklinde olduğu gibi hâ olarak yazılır. Bu
durumda şöyle dersin: *****
vakıf halinde ise,
*****
Mureb olması ise, bir isme dönüşmesindendir.
İsimler de, mebni olduğunu gerektiren bir durum bulunmadıkça mu'rebdir.
Vasıl hemzesinin katı' hemzesine dönüşmesi, vasıl hemzesinin sadece
belirli isimlerde bulunması kıyas kabul etmemesidir. Kelimenin sonundaki
tâ'nın hâ'ya kalbedilmesi, isimlerdeki
müennes tâ'sı hükmünde olmasındandır. Hâ şeklinde yazılması ise,
yazının umumiyetle vakıf haline bağlı olmasındandır.
Bir isim ile adlandırılan
sûrelerin İ'rabı alfabe harflerinden yanlız biriyle olur; sûre kelimesi
kendisine izafe edilirse, İbn-i Asfûr'a göre bunun İ'rabı yoktur.
Şevlebin'e göre, vakıf ve mu'reb olmak
üzere iki vecih caizdir. Birinci veche
göre bu isim hikaye ile edilir, çünkü el-Hurûfu'l-Mukattaa,
oldukları gibi mahkidir. İkinci veche göre ise alfabe harflerine verilen bir
isimdir. Harflerin, müzekker kabul
edilmelerine göre munsarıf, müennes kabul edilmelerine göre de
gayrı munsarıf olmaları caizdir. Şâyet
sûre kelimesi bu harfe lafzen ve takdiren izafe edilmezse, vakıf
yapılabildiği gibi munsarıf olsun, gayri munsarıf olsun, irab-ı
yapılabilir. Hece harfleri bir harften fazla olur, Tâsin ve Hâmim gibi
yabancı isimlere eşit olursa, sûre kelimesi kendisine izafe edilsin veya
edilmesin, mahki olarak kullanıldığı gibi, Kâbil ve Hâbil'e
eşitliğinden dolayı gayr-ı munsarif
olarak i'rab edilebilir. Şayet eşitlik bulunmazsa, Tâsin mim gibi terkibi
mümkünse, sûre kelimesi de kendisine izafe edilirse mahki olur, nun'un fethi
ile Hadramevt gibi mürekkeb olarak İ'rabı yapılır veya mûzekkerlik ve
müennesliğini dikkate almak suretiyle,
munsarıf ve gayrı munsarıf olarak, kendisinden Allah sivri sineği ve onun
üstününü misal vermekten çekinmez..» (Bakara,
26.)
âyetiyle karşılaştırıldığında bir müşkül ortaya çıkar. Halbuki Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) adı
geçen ayetteki sivrisinek ve onun üstündeki haşaratla darbı mesele
muhalefet ederek daha aşağısı ile misal
getirmiş ve şöyle demiştir. «Şayet
dünya, Allah katında bir sivrisinek
kanadı kadar değer taşımış olsaydı; Kâfire
bundan bir yudum su dahi vermezdi»
Bazıları
âyette geçen ***** kelimesinin «aşağılık»
mânasında kullanıldığını söylerler.
Bazıları «aşağılık» vasfını *****
ile ifade ederler. Böylece, müşkil gibi görünen mesele çözülmüş
olur.
Hece harfleri dışında bir
isimle isimlendirilen sûreler, el- Enfal, el-En'am, el-A'raf gibi elif-lamlı
olarak gelirlerse mecrûr olurlar. Şayet elif-lâm, gelmez
sûre kelimesi kendisine izafe edilmezse,
***** ve
*****
misallerinde olduğu gibi gayrı
munsarıfdırlar. Şayet sûre kelimesi izafe edilirse,
eski hali üzere kalırlar. Ayrıca kendisinde gayrı munsarıflığı gerektiren
bir durum varsa,
***** misalinde olduğu gibi yine
gayrı munsarıf olur, aksi halde
***** ve
***** misalinde olduğu gibi munsarıf olur.
6- Kur’ân'ın Diğer İsimleri:
741 Kur’ân dört kısma ayrılmış,
her kısma ayrı bir ad verilmiştir.
Ahmed b. Hanbel ve diğerleri Vâsile b. Esk'dan rivâyet ettiklerine
göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur: «Bana, Tevrat yerine
es-Seb'u'l-Tıval, Zebur yerine el-Mi-ûn, incil yerine
el-Mesânî verildi, el-Mufassal ile üstün kılındım.»
Buna dair geniş bilgi, bir
sonraki bölümde verilcektir.
Sehavî «C e m â l u' l - K u r r â»da
bazı selefin, şöyle dediğini nakleder: Kur’ân-ı Kerim'de;
Medâyîn, Besâtîn, Makâsir, Arâis, Deyâbic ve Riyâd
vardır. Meyâdini.
Elif Lâm Mim ile, Besâtin'i Elif Lâm
Râ ile, Mekâsir'i Hâmidât ile,
Arâis'i sebbaha ile,
Deyyabic'i Ali İmran ile,
Riyad'ı mufassal ile başlayan sûrelerdir.
Diğerleri de Kur’ân-ı; Tavâsim, Tavâsin, Âli Hâ Mîm ve Havâmîm dörde
bölünmüşlerdir.
Buna şunları da ilâve ederim:
Hâkim, İbn-i Mesûd'un şöyle dediğini
rivâyet eder: Havamîm, Kur’ân'ın dîbâcıdır.
Sehavî ise; Kavâiru'l-Kur’ân, eûzü besmele ile okunup kendisiyle sığınılan
âyetlerdir. Âyetlere bu adın verilmesi, Âyete'l-Kürsî
ve Muavvizeteyn gibi şeytanı ürkütüp uzaklaştıran âyetler olmasıdır. Ahmed
b.Hanbel «M u s n e d»inde Muaz b. Enes'den merfu olarak yaptığı bir
rivâyette İzz âyetinin
***** «Çocuk edinmeyen,... Allah'a
hamdolsun...» (İsra, 11.1.) âyeti olduğunu
söylemektedir.
|