30 Kur'ân'da Fazlalık veya Eksiklik Vardır, Diyenlere ReddiyeKur'ân'ı tenkid ve Hazret-i Osman'ın Mushaf'ına ekleme veya eksiltme yapmak suretiyle muhalefet eden kimselerin iddialarını red eden deliller: Kur'ân'ın, şanı yüce Allah'ın Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından -az önce geçtiği şekilde- kendisine mucize olmak üzere getirilen, kalplerde ezberlenip dillerde okunan, mushaflarda yazılı bulunan sûre ve âyetleri kesin olarak bilinen, harf ve kelimelerinde fazlalık ve eksiklikten uzak olan, ayrıca tanımını yapmaya gerek bulunmayan, sayıma ihtiyacı bulunmayan kitap olduğu hususunda ümmet arasında da Ehl-i Sünnet imamları arasında da hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Her kim Kur'ân'da bir fazlalık ya da eksiklik olduğunu iddia edecek olursa, bu konuda icmaı reddetmiş, insanlara iftirada bulunmuş, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın üzerine indirildiğini belirttiği Kur'ân-ı Kerim'i de yüce Allah'ın şu âyetlerini da reddetmiş olur: "De ki: Andolsun, bu Kur'ân'ın bir benzerini meydana getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplansalar, biribirlerine yardımcı da olsalar yine bir benzerini meydana getiremezler." (el-İsra, 17/88) Fazlalık ve eksiklik iddiasında bulunan kimse aynı zamanda yüce Allah'ın Rasûlünün mucizesini de reddetmiş olur. Çünkü Kur'ân-ı Kerim, batıl şaibesiyle karşı karşıya bırakılacak olursa, benzeri meydan getirilebilir bir noktaya düşer. Benzeri meydana getirilebildiği takdirde delil de olmaz, belge de olmaz, mucize olmaktan da çıkar. "Kur'ân-ı Kerim'de fazlalık ve eksiklik vardır" diyen kimse, Allah'ın Kita-bı'nı ve Rasûlünün getirdiğini reddetmiş olur ve farz olan namazlar elli vakittir, dokuz kadın ile evlenmek helaldir, Allah, ramazan ayı ile birlikte başka birtakım günlerde de oruç tutmayı farz kılmıştır, gibi dinde sabit olmayan birtakım iddialarda bulunan kimseye benzer. Bu tür iddialar icma ile red olunduğuna göre, Kur'ân-ı Kerim'in üzerindeki icma ise bunlardan da daha sağlam, daha kesin, daha bağlayıcı ve daha susturucudur. İmam Ebu Bekr Muhammed b. el-Kasım b. Beşşar b. Muhammed b. el-En-bârî der ki: Fazilet ve akıl ehli olan kimseler, Kur'ân-ı Kerim'in şerefi, yüce makamını itiraf eder ve bu konuda hakkın, insaf ve diyanetin gereğini kabul ederler. Kur'ân'a dair batılcıların iddialarını, inkarcıların gerçekleri sulandırmalarını, sapıkların tahriflerini günümüze kadar red edegelmiş bulunuyorlar. Bu hâl, yüce Allah'ın desteklediği, esasını sağlamlaştırdığı, dallarını geliştirip durduğu, sapık ve zalimlerin kusurlarına karşı koruyup düşmanların ve kafirlerin hile ve tuzaklarına karşı muhafaza ettiği şeriatini çürütmeye çalışarak, ümmete hücum eden ve böylelikle dinden sapan bir sapığın günümüzde ortaya çıkmasına kadar böylece devam edip geldi. Bu sapık kişi, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabının da uygun gördüğü şekilde Hazret-i Osman'ın bir araya getirdiği mushafın Kur'ân-ı Kerim'in tümünü kapsamadığını iddia etmektedir. Onun iddiasına göre, Kur'ân-ı Kerim'den beşyüz harf (kelime) kaybolmuştur. Kaybolduğunu ileri sürdüklerinin bir kısmını daha önce gösterdim. Geri kalanlarını da birazdan göstereceğim. Bunlardan birisi: Asra ve zamanın musibetlerine andolsun" şeklindedir. Müslümanların büyük bir topluluğu -ona göre- Kur'ân-ı Kerim'den "zamanın musibetleri"ne ifadesini kaybetmiş bulunmaktadırlar. Bunlardan bir tanesi de şu âyet-i kerime ile ilgili fazlalık iddiasıdır: "Nihayet yer süsünü takınıp süslendiği, sahipleri de ona herhalde güç yetirebileceklerini sandıkları sırada geceleyin veya gündüzün ona emrimiz geliverir. Sanki dün de yerinde yokmuş gibi onu biçilmiş bir hale getiriveririz." (Yunus, 10/24) Bu iftiracı kişi, bütün müslümanların Kur'ân-ı Kerim'den şu ifadeleri kaybetmiş olduklarını ileri sürmektedir: Allah orayı, ancak ora halkının günahları sebebiyle helak eder." Ve bu kişi, kaybolduğunu ileri sürdüğü daha birçok kelimelerden de sözeder. Bu kişi Hazret-i Osman'ın ve ashab-ı kiramın, Kur'ân-ı Kerim'den olmayan şeyleri de fazladan eklediklerini iddia eder. Kıldığı farz bir namazında çevresinde bulunan insanların da işiteceği şekilde De ki o" ibaresini okumayarak, doğrudan; Allah birdir ve sameddir" şeklinde okudu ve "Bir ve tektir" kelimesini değiştirdi, doğrusunun bu olduğunu ileri sürdü. İnsanların okudukları şeklin batıl ve imkansız olduğunu iddia etti. Farz namazında Kafirun sûresinin baş tarafını: İnkâr edenlere de ki: Sizin taptıklarınıza ben tapmam" şeklinde okuyarak müslümanlann okuyuşunu tenkid etti. Elimizde bulunan Mushafın birtakım harflerinin değiştirilmiş olduğunu, bozulmuş olduğunu iddia etmektedir. Bunlardan birisi, onun iddiasına göre şu âyet-i kerimedir: "Eğer sen onları azablandırırsan, şüphe yok ki onlar senin kullarındır, ve eğer mağfiret edersen şüphe yok ki sen aziz ve hakim olansın." (el-Maide, 5/118) Bu kişi burada zikredilen hikmet ve izzetin mağfirete uygun düşmediğini doğrusunun ise: Ve eğer mağfiret edersen şüphe yok ki sen gafur ve rahim olansın" şeklinde olduğunu ileri sürer. Bu ve benzeri sapıkça iddiaları, nihayette müslümanların harfleri değiştirerek kelimelerin şeklini de değiştirdiklerini (tashif yaptıklarını) iddia etmek noktasına varmıştır. Mesela, yüce Allah'ın: Allah katında makbul idi." (el-Ahzab, 33/69) ifadesinin kendisince doğru ve değiştirilmemiş şeklinin O Allah'ın makbul bir kulu idi" şeklinde olduğunu ileri sürmektedir. Hatta onu dinleyen ve tanıklık eden bir topluluğun bize haber verdiğine göre, farz namazda şöyle okumuştur:: Onu okurken dilini kıpırdatma, Çünkü onu toplamak ve onu okumak Bize düşer. Biz onu okuduğumuzda sen de onun okumasına uy. Sonra ona dair haberi vermek bize aittir."[192] [147] Başkalarının, onu işiten başka kimselerden bize anlattığına göre (Al-i İm-ran, 3/123- âyetini) şu şekilde okuduğunu işitmişlerdir: Andolsun ki Allah, siz zelil iken size Ali'nin kılıcı ile yardım etmiştir, zafer vermiştir."[193] [148] Yine bu kimselerin bize ondan naklettiklerine göre o: "Bu benim üzerime aldığım dosdoğru bir yoldur" şeklinde okumuştur. Bize bildirdiklerine göre o, Kur'ân-ı Kerim'deki bir âyet-i kerimeye Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın fesahatıyla bağdaşmayan ve yüce Allah'ın haklarında: "Biz, gönderdiğimiz her peygamberi ancak kendi kavminin diliyle gönderdik." (İbrahim, 14/4) diye buyurduğu kavminin dilinde kullanılmayan ilaveler yaptığını bildirmişlerdir. O: İnsanlara demedin mi?" ifadesini yüce Allah'ın: İnsanlara......diye sen mi söyledin." (el-Maide, 5/116) yerine getirmiştir. Halbuki i'rab ile (Arap dili cümle yapısı ile ilgili gramer kaideleriyle) uğraşanların bildiği bir ifade şekli değildir bu. Aynı zamanda nahivcilerin konu ile ilgili ekollerinden herhangi birisine göre de yorumlanamaz. Çünkü Araplar hiçbir şekilde demezler. tabirini ise, kullanmaları hem istisnaidir, hem çirkin ve bayağı bir ifadedir. Çünkü bu olumsuzluk edatı mazi (dili geçmiş) fiili olumsuz yapmaz. Böyle bir-şey ancak Arapların: Allah onlar gibisini yaratmadı mı?" şeklindeki ifadelerinde bulunabilir ki, bu da istisnai bir söyleyiş tarzıdır. Allah'ın Kitabı ise böyle bir söyleyiş tarzına göre açıklanamaz. Bu kişi, Hazret-i Osman'ın Kur'ân-ı Kerim'i toplama işini Zeyd b. Sabit'e vermekle isabet etmediğini de iddia etmiştir. Çünkü Abdullah b. Mes'ud ve Ubeyy b. Ka'b, bu konuda ona göre Zeyd'den daha önce gelmeliydiler. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin en iyi Kur'ân okuyanı Ubeyy b. Ka'bdır." Yine Hazret-i Peygamber Abdullah b. Mes'ud hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Kur'ân-ı Kerim'i indirildiği şekliyle taptaze okumaktan hoşlanan bir kimse Umm Abd'ın oğlunun (Abdullah b. Mes'ud'un) okuyuşu ile okusun."[194] [149] Bu kişi der ki: Ebu Amr b. el-Ala, Hazret-i Osman'ın mushafına muhalefet ettiği gibi, ben de muhalefet edebilirim. Ebu Amr b. el-Ala şeklinde okumuştur. Halbuki bunlar mushafta sırasıyla, şu şekildedir: -elifli olarak- "muhakkak bu ikisi....."(Taha, 20/63); "Sadaka vereyim ve..... olayım" -vav'sız olarak- (el-Münafikun, 63/10); Kullarımı müjdele" (ez-Zümer, 39-17); Allah'ın bana verdiği" (en-Neml, 27-36) -son her iki yerde de "ya' harfi olmaksızın- okumuşlardır. Diğer taraftan İbn Kesir, Hamza ve Kisai de Osman'ın mushafına muhalefet ederek: "İşte böyle Müminleri kurtarmak, üzerimize bir haktır." (Yunus, 10/103) anlamındaki âyeti ( ...... ) şeklinde iki nun ile okumuşlardır. Onlardan kimisi ikinci nun'u fethah olarak, kimisi de cezmli olarak okurlar. Halbuki mushaftaki yazılışı ile bu kelime (yani kelimesi) şeklinde tek bir nun ile yazılıdır. Diğer taraftan Hamza da mushaftan farklı olarak: Bana mal ile mi yardıma geliyorsunuz?" (en-Neml, 27/37) âyetini tek bir nun ile okuyup (ilave ettiği) ya harfi üzerinde vakfe yapmıştır. Halbuki mushafta iki nun iledir ve ikisinden sonra da bir ya gelmemektedir. Hamza mushafa muhalefet ederek): Haberiniz olsun ki Semud rablerini inkar ettiler." (Hud, 11/68.) buyruğun-daki kelimesindeki elifi tenvinsiz olarak okumuştur. Halbuki elifin tesbit edilmesi tenvinli okunmasını gerektirir. Ancak bu kişinin, kıraat imamlarının muhalefet ettiklerini ileri sürdüğü bütün bu iddiaları, bunların mushafa muhalefet ettiklerini ortaya koymaz. Derim ki: Daha önce mushaflar hakkında ihtilaf edilen harf sayılarına işaret etmiş bulunuyoruz. Bu kitabın ilgili yerlerinde de -inşaallah- gerekli açıklamalar yapılacaktır. Ebu Bekr der ki: Bu kişi, yüce Allah'ın (Yunus, 10/24. âyetindeki) âyetini şu şekilde okuyanın Ubeyy b. Ka'b olduğunu ileri sürmektedir: Sanki dün de yerinde yokmuş gibi. Allah onu ancak halkının günahları sebebiyle helak eder." Ancak bu iddiası batıldır. Çünkü Abdullah b. Kesir, Kur'ân'ı Mücâhid'den, Mücâhid İbn Abbas'tan, İbn Abbas da Ubey b. Ka'b'dan kıraat yoluyla öğrenmiştir. Ve onlar bu âyet-i kerimeyi şu şekilde okumuşlardır: Sanki dün de yerinde yokmuş gibi onu biçilmiş bir hale getirmişizdir. İşte Biz düşünen bir topluluk için âyetleri böylece açıklarız." (Yunus, 10/24) Bir rivayette de Ubey b. Ka'b, Kur'ân-ı Kerim'i Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda okumuştur ve okumayı ondan almıştır. Bu isnad Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kadar uzanan muttasıl bir sened olup, bunu adalet ve zabt sahibi kişiler nakletmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan herhangi bir husus bize sahih bir senedle gelecek olur ise, ona muhalefet eden bir hadis alınıp kabul edilmez. Yahya b. el-Mubarek el-Yezidi der ki: Ben Ebu Amr b. el-Ala'dan Kur'ân-ı Kerim'i öğrendim. Ebu Amr Mücâhid'den, Mücâhid İbn Abbas'tan, İbn Abbas, Ubey b. Ka'b'dan, Ubey b. Ka'b da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)' dan Kur'ân-ı Kerim'i öğrendi. Bu şekildeki birbirimizden okumayı öğrenmemiz de sözü geçen âyet-i kerimede: "Allah orayı ancak ora halkının günahları sebebiyle helak eder" ibaresi yoktur. Bu fazlalığı yüce Allah'ın peygamberine indirdiğini inkar eden bir kimse kafir de olmaz, günahkar da olmaz. Bana Ubeyy anlattı, bize Nasr b. Davud es-Sağanî bildirdi, bize Ebu Ubeyd bildirip dedi ki: Üzerinde icmaın gerçekleştiği mushafa muhalif olarak rivayet edilen herkes tarafından değil de özel birtakım kimselerin sened-lerini bilip Ubey'den naklettikleri ve: "Allah orayı ancak ora halkının günahları dolayısıyla helak etti" fazlalığı, İbn Abbas'tan da (el-Bakara, 2/198. âyetinin bir bölümünü): "Hac mevsiminde (ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur" şeklinde okuması ve Hazret-i Ömer'in (Fatiha, 1/7) âyetini şeklinde okuması ve buna benzer özel olarak rivayet senetleri bilinen birçok kıraat şeklini ilim adamları, bu şekilde okuyarak namaz kılmak helal olur kasdıyla veya bunlarla Hazret-i Osman tarafından teksiri yapılan mushafa karşı çıkmak kasdıyla nakil etmezler. Çünkü herhangi bir kimse, bu kıraatlerin Kur'ân'dan olmadığını söyleyecek olursa, kafir olmaz. As-hab-ı kiramın kendisine muvafakati ile Hazret-i Osman'ın topladığı Kur'ân-ı Ke-rim'in bir kısmı inkâr edilecek olursa, bu inkar edenin hükmü mürtedin hükmünün aynısıdır. Tevbe etmesi istenir. Tevbe ederse mesele yok, aksi takdirde boynu vurulur. Ebu Ubeyd ayrıca der ki: Hazret-i Osman'ın Kur'ân-ı Kerim'i toplaması her zaman için onun büyük ve şerefli menkıbelerinden birisi olarak kalmaya devam edecektir. Bazı sapık kimseler, bu işi yaptığı için onu tenkide kalkışmışlar fakat, hataları olduğu gibi ortaya çıkmış ve iddialarının çirkinliği açık seçik bir şekilde görülmüştür. Ebu Ubeyd der ki: Bana Yezid b. Zurey'den anlatıldığına göre Yezid, İmran b. Cerir'den, o Ebu Miclez'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bazı kimseler, ahmaklıkları sebebiyle Hazret-i Osman'ı tenkide kalkıştılar, ardından da kıraati neshedilmiş olan buyrukları okumaya koyuldular. Ebu Ubeyd der ki: Ebu Miclez bununla Hazret-i Osman'ın mushafa kaydettiğini bilgiye dayanarak kaydettiği gibi, etmediğini de bilgiye dayanarak etmediği kanaatini açıklamaktadır. Ebu Bekr der ki, yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki o Zikri, Biz indirdik. Onu koruyacaklar da elbette Bizleriz." (el-Hicr, 15/9) âyetlnde bu tür iddiada bulunan o kimsenin kafir olduğunun delili vardır. Çünkü yüce Allah, Kur'ân-ı Ke-rim'i değişikliklere ve değiştirmelere karşı muhafaza etmiştir. Fazlalıktan ve eksiklikten korumuştur. Bir kimse Tebbet sûresini: "Ebu Leheb'in iki eli kurusun. Zaten kurudu. Malı da kazandığı da kendisine fayda vermedi. O da onun kadıncağızı da odun taşıyıcısı olarak alevli bir ateşe girecekler. Karısının boynunda liften bükülmüş bir ip olduğu halde." şeklinde okusa, aziz ve celil olan Allah'a, iftira etmiş ve O'nun söylemediğini söyledi diye iddia etmiş, kitabını tahrif etmiş olur. Yüce Allah'ın koruma altına aldığı ve başka şeylerin karışmasını engellediği bu kitabı başka şeylerle karıştırmaya kalkışmış olur. Bu kişinin, yaptığı bu iş ile inkarcılara yolu hazırlamak amacı vardır. Böylelikle Kur'ân-ı Kerim'e İslâm'ın kulplarını tek tek çözebileceklerini sandıkları şeyleri soksunlar ve bu tür batılları nis-bet ettikleri o zatlara da bu işleri nisbet etsinler. Onlar bu iddiaları ile kendisi vasıtasıyla İslâm'ın korunduğu icmaı iptal etmeye, çürütmeye kalkışırlar. Halbuki icmaın sübutu ile namazlar kılınır, zekatlar verilir, ibadet edilecek şekil ve yerler tesbit edilir. Yüce Allah'ın: "Elif, Lam, Ra. Bu, âyetleri sağlamlaştırılmış bir kitaptır." (Hud, 11/1) âyetlnde böyle bir kimsenin bid'at sahibi olduğuna ve İslâm'dan çıkıp küfre girdiğine delalet vardır. Çünkü "âyetleri sağlamlaştırılmış" demek, insanların bu âyetlere birşeyler eklemeleri yahut eksiltmeleri veya ona benzer âyetler getirmeleri engellenmiştir, anlamındadır. Halbuki biz sözünü ettiğimiz bu kişinin, bu âyetlere başka şeyler eklediğini görüyoruz. O (el-Ahzab, 33/25) âyetini: "Ali ile" kelimesini ekleyerek): Allah, Ali sayesinde müminlere savaş hususunda kafi gelmiştir. Allah güçlüdür, azizdir. " Böyle bir fazlalık ile Kur'ân-ı Kerim'de olmayan birşeyi koymuş ve Hazret-i Ali'yi öyle bir yerde eklemiş ki, eğer orada adını geçirdiğini işitmiş olsaydı, mutlaka buna şer'i cezayı uygular ve öldürülmesi hükmünü verirdi. Diğer taraftan o, yüce Allah'ın kelamından (İhlas sûresinin baş tarafından: "De ki: O" âyetlerini düşürmüş, ayrıca (.....) kelimesini de'değiştirerek bu sûrenin baş tarafına: şeklinde okumuştur. Onun Kur'ân-ı Kerim'de olan birşeyi kaldırması, o kaldırdığı şeyi reddetmektir ve bir küfürdür. Kur'ân-ı Kerim'in bir tek harfini inkar eden bir kimse, onun tümünü inkar etmiş ve bu âyet-i kerimenin anlamını da yok etmiş olur. Çünkü tefsir alimleri şöyle demiştir: Bu âyet (yani İhlas sûresinin baş tarafı) şirk ehline cevap olarak inmiştir. Onlar, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip: Bize Rabbini tanıt. O altından mıdır, bakırdan mıdır, tunçtan mıdır? demeleri üzerine yüce Allah onlara cevap olmak üzere: De ki: O, Allah'tır, birdir ve tektir" âyetini indirdi. Buradaki: " O" âyetlnde onların sorularına karşı cevabın ne olduğuna delalet vardır. Bunu ortadan kaldırdığınız takdirde âyetin anlamı ortadan kalkar. Ve yüce Allah'a iftirada bulunulduğu açıkça anlaşılır. Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ın yalanlandığı ortaya çıkar. Böyle bir kimseye ve onun izlediği yolu destekleyenlere şöyle denilir. Bizim okumakta olduğumuz ve bizim de bizden önceki geçmişlerimizin de başkasını bilemediğimiz Kur'ân-ı Kerim, başından sonuna kadar Kur'ân'ın hepsini kapsamakta mıdır? Onun lâfızları ve manaları her türlü tutarsızlıktan ve bozukluktan uzak kalmış mıdır? Yoksa bu, Kur'ân-ı Kerim'in bir kısmı hakkında sözkonusu olmakla birlikte diğer bir kısmı bizim dinimize mensup ve bizden önce geçenler tarafından bilinmediği gibi, bizim tarafımızdan da bilinmemekte midir? Eğer bunlar elimizde bulunan Kur'ân-ı Kerim'in Kur'ân'ın tümünü kapsamakta ve ondan bir kayıp olmadığını kabul etmekte, lâfız ve manalarının doğruluğunu tasdik edip her türlü tutarsızlık ve yanlışlıktan uzak olduğuna inanmakta iseler, o takdirde (el-Hakka, 69/35-36) âyetlerini şu şekilde fazlalık ekleyerek Artık bugün burada onun için yakın hiçbir dost yoktur. Ğıslinden başka bir içeceği de yoktur. Bu Ğıslin cahimin alt taraflarından akan bir pınardandır." şeklinde okuduklarında kendilerinin kafir olduklarına da hüküm vermiş olurlar: Bundan daha açık Kur'ân-ı Kerim'e bir ilave olabilir mi ve bu Kur'ân-ı Ke-rim'e nasıl karıştırılabilir ki? Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'i böyle bir değişikliğe karşı korumuştur. Her türlü iftiracı ve batılcının Kur'ân âyetlerine benzeri şeyler eklemesine de imkan vermemiştir. Yapılan bu ziyadeler üzerinde düşünülüp anlamlan tetkik edildiği takdirde, tutarsız oldukları, doğru olmadıkları ortaya çıkar. Bunların yüce yaratıcının buyruğuna benzemediği, O'nun sözlerine karıştırılamadığı ve manasına uymadığı anlaşılır. Çünkü bundan sonra Kur'ân-ı Kerim'de gelen âyet-i kerime: "Ki onu ancak hata işleyenler yer" (el-Hakka, 69/37) şeklindedir. Peki içilecek olan birşey nasıl yenilir? Çünkü bu kişinin bu âyetden önce getirdiği ziyadelikleriyle okuduğu şekil şöyledir: Artık bugün burada onun için hiçbir yakın dost yoktur. Ğıslinden başka hiçbir içeceği de yoktur. Bu Ğıslin cahimin altlarından akan bir pınardandır ki onu ancak hata işleyenler yer." Bu ifadeler çelişkilidir. Biri ötekini çürütmektedir. Çünkü içecek birşey, yenilmez ve Araplar: Suyu yedim, demezler. Bunun yerine onlar: Suyu içtim, tadına baktım ve tattım derler. Yüce Allah'ın inzal buyurduğu şekilde ise, bir harfine dahi muhalefet edenin kafir olmasına sebep teşkil edecek derecede doğru ve sağlıklıdır. Çünkü orada: "Ğıslinden başka hiçbir yiyeceği de yoktur." (el-Hakka, 69,36) diye buyurulmaktadır. Gıslini ancak hata işleyenler. yer veya bu yiyeceği ancak hata işleyenler yer. Gıslin ise cehennemliklerin karınlarından çıkan yağlar ve onunla birlikte çıkan irin ve başka şeylerdir. Bu. büyük belalar ve kıtlık zamanlarında yenen bir yiyecektir. İçecek olan bir-şeyin yenmesi ise imkansızdır. O bakımdan bu batıl iddiacı kişi, eğer fazladan eklediği: "O cahimin alt taraflarından akan bir pınardandır" ifadesinden sonra "onu ancak hata işleyenler yer" ifadesi yoktur, deyip bu âyet-i kerimeyi Kur'ân-ı Kerim'den değildir diye reddetmiş olsaydı, o vakit, eklediği bu fazlalığın mana bakımından tutarsızlığı pek görülmezdi. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'in bir âyetini inkar ettiği için de kafir olurdu. Bu kişinin sözlerini reddetmek ve gülünç olduğunu anlamak için bu kadar açıklama yeterlidir. Ashab-ı kiram ile tabiinden şu şu şekilde okuduklarına dair gelen nakiller ise, sadece açıklama ve tefsir türündendir. Yoksa, bunlar da okunan Kur'ân-ı Kerim'in bir parçası anlamında değildir. Lâfzı ve hükmü ile nesho-lunan yahut hükmü kalmakla birlikte yalnız lâfzı nesholunan ifadeler de aynı şekilde Kur'an'dan değildir. Nitekim ileride yüce Allah'ın: "Biz .... hiçbir âyeti neshetmez veya unutturmayız" (el-Bakara, 2/106) âyetini açıklarken bunları (inşaallah) göreceğiz. |