Geri

   

 

 

İleri

 

26 Kur'ân'ın Î'cazına Dair Bazı Nükteler ve Mu'cizede Aranan Şartlar: Mucizenin Gerçek Mahiyeti;

Mucize, yüce Peygamberlerin (peygamberlik iddialarının) doğruluklarını ortaya koyan her bir belgenin ismidir. Ona "mucize" denilmesinin nedeni, in­sanların benzerini meydana getirmekten aciz olmalarıdır. Mucizenin beş şartı vardır. Bunlardan bir tanesi olmadı mı mucize olmaz.

Birinci şart: Ancak yüce Allah'ın güç yetirebileceği bir şey olmalıdır. Mu­cizede bu şartın aranmasının gerekçesi şudur: Peygamberlerin gelmelerinin mümkün olabildiği zamanlarda birisi ortaya çıkıp risalet iddiasında bulunsa ve kendisinin mucizesinin de hareket etmesi, durması, oturup kalkması ol­duğunu iddia edecek olsa, bu onun için bir mucize olamaz. Doğru söyle­diğinin delili de değildir. Çünkü diğer insanlar da benzeri şeyler yapabilmek­tedirler. O bakımdan mucizelerin, denizin yarılması, ayın bölünmesi ve bu­na benzer insanların güç yetiremeyeceği şeyler türünden olmaları gerekir.

İkinci şart: Mucizenin olağanüstü (harikulade) olması gerekir. Bu şartı ön­görmenin sebebi de şudur: Peygamberlik iddiasında bulunan kişi, "benim pey­gamberliğime delil, gündüzden sonra gecenin gelmesi, güneşin de doğudan doğmasıdır" diyecek olsa, onun bu iddiasında mucize olmasını gerektiren bir taraf yoktur. Çünkü bu tür fiillere her ne kadar Allah'tan başka kimsenin gü­cü yetmiyor ise de bunlar onun iddiası dolayısıyla olmamaktadır. Onun peygamberlik iddiasından önce ve bu iddiada bulunduğu zamana kadar bun­lar hep böyleydi. Onun bunların peygamberliğine delil olduğunu iddia et­mesi ile başkasının aynı şeyi kendi iddiasına delil olarak göstermesi arasın­da bir fark yoktur. Dolayısıyla bunlarda o kimsenin peygamberlik iddiası­na delalet eden bir taraf da bulunmamaktadır. Peygamberlerin delil diye gös­terdikleri şeyin ise, doğruluklarına delalet eden bir tarafı vardır. Mesela, bir peygamber şöyle der:

Benim doğruluğumun delili şanı yüce Allah'ın, O'nun peygamberi olduğuma dair iddiam dolayısıyla adeti (yani tabiat kanunları­nı ve diğer değişmez kanunları) aşmasıdır. Bu asayı, yılana dönüştürmesi, ta­şı yarıp onun ortasından bir dişi deve çıkarması, pınardan fışkyır gibi bu par­maklarımın arasından suyun fışkırması ve buna benzer ancak göklerin ve ye­rin mutlak hakiminin yapabileceği harikulade diğer mucizeler gibi. Böyle­likle peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin gösterdiği bu tür harikula­de olaylar şanı yüce Rabbimizin bizzat sözünün yerini tutar. O'nun bize eş­siz yüce kelamını işittirip: "O doğru söylemiştir, onu ben gönderdim" deme­siyle bu mucizeler arasında bir fark yoktur. Bu mes'eleye bir örnek verecek olursak -ki en yüce örnek Allah'ın ve Rasûlünündür- şunu gösterebiliriz: Bir topluluk yeryüzü hükümdarlarından birisinin huzurunda bulunsa, onun ya­kın adamlarından birisi de hükümdarın göreceği ve işiteceği bir yerde kal­kıp: Ey topluluk, bu hükümdarımız sizlere şunu şunu emretmektedir. Bunun delili ise hükümdarımızın kendine has herhangi bir işi ile beni tasdik etme­sidir. Bu ise, benim doğru söylediğimi ifade etmek amacıyla elinden yüzü­ğünü çıkartmasıdır dese, hükümdar da, o kişinin topluluğa söylediği bu sö­zü ve bu konudaki iddiasını işittikten sonra doğruluğuna delil diye göster­diği davranışı yapacak olursa o hükümdarın bu davranışı: "Benim adıma ile­ri sürdüğü iddiada doğru söylemiştir" demesinin yerini tutar. Aynı şekilde şa­nı yüce Allah da ancak kendisinin güç yetirebileceği bir iş yapsa ve bunun­la Rasûlü vasıtasıyla ilahi kanununu aşsa, bu fiil bizzat bize işittireceği ve : "Kulum risalet iddiasında doğru söylemiştir. Onu size peygamber olarak Ben gönderdim, onun sözünü dinleyin ve ona itaat edin" demesinin yerini tutar.

Üçüncü şart: Yüce Allah'ın peygamberi olduğu iddiasında bulunan kişi­nin bu mucizeyi (Allah'ın peygamberi olduğuna) delil göstermesidir. Mese­lâ: Benim peygamber oluşumun delili yüce Allah'ın şu suyu zeytinyağına dö­nüştürmesi yahut benim ona "sarsıl" demem esnasında yeri sarsmasıdır, di­yerek bunu risalet iddiasına delil göstermesidir. Şanı yüce Allah bunu yapa­cak olur ise, o takdirde meydan okuma gerçekleşmiş olur.

Dördüncü şart: Göstereceği mucizeyi kendisinin mucizesi olduğuna de­lil olarak gösteren ve mucizenin, meydan okuyanın iddiasına uygun olarak gerçekleşmesidir. Bunu şart koşmaya sebep şudur: Peygamberlik iddiasında bulunan kişi: Benim peygamberliğimin alameti ve bu iddiamın delili, şu eli­min yahut şu hayvanın konuşmasıdır, dese, eli yahut o hayvan : O yalan söy­lüyor, peygamber değildir diye konuşursa, şanı yüce Allah'ın halkettiği bu ko­nuşma peygamberlik iddiasında bulunan o kişinin yalancılığına delalet ed­er. Çünkü şanı yüce Allah'ın yaptığı bu harikulade fiil, onun iddiasına uygun olarak meydana gelmemiştir. Yalancı Müseyleme (Allah'ın laneti üzerine ol­sun) suyu artsın diye bir kuyuya tükürdüğü fakat artacak yerde kuyunun ku­ruyup suyunun çekildiğine dair yapılan rivayet bu türdendir. Şanı yüce Allah'ın bu türden fiilleri, kendisi vasıtasıyla gerçekleştirdiği kimsenin yalan­cı olduğunu ortaya koyan deliller arasında yer alır. Çünkü bunlar, yalancı, pey­gamber taslağının isteğinin hilafına meydana gelmiştir.

Beşinci şart: peygamber olduğunu belirtip meydan okuyanın yaptığı bu işin benzerini başka bir kimsenin gösterememesi. Eğer peygamberliğe delil olarak gösterilen ve benzerinin meydana getirilmesi için meydan okunan bu iş, diğer şartlarla birlikte gerçekleşecek olursa, o vakit bu, harikulade ola­yı gösterenin peygamberliğine delalet eden bir mucize olur. Eğer şanı yüce Allah, buna karşı çıkan birisini diker ve sonunda bu kişi peygamberlik iddi­asında bulunanın benzerini yapar, onun getirdiğinin benzerini getirir ise, onun peygamberliği de batıl olur, yaptığı iş mucize olmaktan çıkar, onun doğru­luğuna delalet etmez. İşte bundan dolayı yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Eğer onlar (Kur'ân'ı Mulıammed uyduruyor diyor ve bunda) doğru söyleyenler iseler, onun gibi bir söz getirsinler." (et-Tûr, 52/35) Bir başka yerde de şöyle bu­yurmaktadır:

"Yoksa onu kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: O halde hay­di siz de onun gibi uydurma on sûre getirin." (Hûd, 11/13) Bu sözleriyle şöy­le diyor gibidir: Eğer sizler bu Kur'ân-ı Kerim'in Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından düzenlendiğini ve onun tarafından ortaya konulduğunu ileri sürüyor iseniz, siz de bu türden on sûre meydana getiriniz. Hepiniz toptan böyle bir şeyi meydana getirmekten acze düşecek olursanız, o vakit biliniz ki bu, Muham­med tarafından düzenlenmiş, onun tarafından ortaya konulmuş değildir.

Sözü geçen beş şarta bağlı olduğunu ileri sürdüğümüz mucizeler, ancak doğru iddialarda bulunanlar vasıtasıyla gerçekleştirilir. "İşte sizin peygambe­rinizden naklettiğiniz rivayetlere göre, el-Mesih ed-Deccal tarafından da yaygın bir şekilde bilinen mucizeler ve muazzam işler gerçekleştirilecektir", diye bir itirazda bulunulacak olursa şu cevabı veririz: Peygamber, peygam­berlik iddiasında bulunur. Bu el-Mesih ed-Deccal ise rububiyyet iddiasında bulunmaktadır. Bunlar arasındaki fark, ayırıcı özelikler ise gözleri görenler ile görmeyenler arasındaki fark gibidir. İnsanlardan bir kısmının diğer kıs­mına peygamber olarak gönderilmesinin imkansız olmayacağına dair aklî de­lil vardır. O bakımdan yüce Allah'ın şeriat ve din getiren bir insanın doğru­luğuna dair delilleri ortaya koyması, halketmesi, uzak birşey değildir.

Yine aklî deliller şunu göstermektedir: el-Mesih ed-Deccal belli bir şek­le sahip olacaktır ve bir halden bir hale değişip duracaktır. Bu tür nitelik­lerin ise muhdes olanlara (sonradan yaratılmışlara) layık olduğu ise sabittir. Bütün mahlukatı var eden yüce Rabbimizin herhangi bir şeye benzemesi ve­ya herhangi bir şeyin O'na benzemesi ise sözkonusu değildir. Çünkü O'nun hiçbir benzeri yoktur, O, herşeyi işitendir, herşeyi görendir.