Geri

   

 

 

İleri

 

25 Kur'ân-ı Kerim'de Arap Dilinden Başka Kelimeler Var mıdır?

Kur'ân-ı Kerim'de Arapların anlatım üslubuna göre dizilmemiş söz dizisinin olmadığı, bununla birlikte Kur'ân-ı Kerim'de İsrail, Cibril, İmran, Nuh ve Lut gibi Arap dili ile konuşmayan kimselere ait özel isimlerin bulunduğu hususun­da imamlar arasında görüş ayrılığı yoktur.

Ancak tek tek özel isimlerin dışında Arapça olmayan, birtakım lâfızların kullanılıp kullanılmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib, et-Taberi ve başkaları Kur'ân'da Arapça olmayan lâfızların bulun­madığı görüşündedirler. Onlara göre, Kur'ân-ı Kerim apaçık bir Arapçadır. Kur'ân-ı Kerim'de bulunup da diğer dillere nisbet edilen bazı kelimeler de aslında değişik dillerde kullanılan ve söyleyişi birbirine benzeyen kelimeler­den ibarettir. Bu gibi kelimeleri Araplar, farslar, habeşliler ve başkaları ortak söyleyişlerle kullanmışlardır. Bazı imamlar ise, Arapça olmayan lâfızların var olduğu kanaatindedirler. Bunlara göre bu kelimeler oldukça az oldukların­dan dolayı Kur'ân-ı Kerim'i apaçık bir Arapça olmaktan çıkarmazlar. Rasûlul-lah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı da kendi kavminin diliyle konuşan bir kimse olmaktan çıkarmaz­lar. Mesela, "el-mişkât" kelimesi, (bk. en-Nur, 24/35): "Kandilin konulduğu duvar içerisindeki oyuk" demektir. Yine "neşe'e" kelimesi geceleyin kalkmak anlamındadır. Yüce Allah'ın:

Muhakkak geceleyin kalkmak" (el-Müzemmil, 73/6) âyetlnde da bu kelime kullanılmıştır. Yüce Allah'ın:

Âyeti "size iki kat verir" anlamındadır. (el-Hadid, 57/28).

Arslandan ürküp kaçar. (el-Müddessir, 74/51) âyetlnde yer alan ve "arslan" anlamında gelen  "kasvere" gibi. Bütün bunlar Habeşçedir.

el-Ğassak, Türkçede kokuşmuş ve soğuk anlamındadır. el-Kıstas Rumcada mizan, terazi demektir. Siccil, Farsçada taşlı çamur anlamındadır. Tur, dağ an­lamındadır. el-Yemm, süryanice deniz anlamındadır. et-Tennur ise acemcede yeryüzü anlamındadır.

İbn Atiyye der ki: Bütün bu kelimelerin gerçek durumu şudur. Bunlar asıl itibariyle Arapça değildir. Fakat Araplar bu kelimeleri kullanmış ve Arapçalaş-tırmışlardır. O bakımdan bu kelimeler Arapçadırlar. Kur'ân-ı Kerim'in dilleriy­le nazil olduğu Arab-ı aribenin ticaretlerle Kureyşlilerin Şam ve Yemen tarafına yaptığı yolculuklarıyla Müsafir b. Ebu Amr'ın Şam'a, Ömer b. el-Hat-tab'ın, Amr b. el-As'ın, Umare b. el-Velid'in Habeşistan'a yolculuk yap­malarında görüldüğü şekilde, diğer dillerin bazı kelimelerinin karıştığı da söz-konusu olmuştur.

Dil konusunda sözleri belge mahiyetinde olan el-A'şa'nın Hire'ye yaptığı yolculuk ve oranın hıristiyanlarıyla sohbeti de bu türdendir. İşte bütün bun­lar aracılığıyla Arapçaya, Arapça olmayan birtakım kelimeler de karışmıştır. Bunların bir kısmının harfleri azaltılarak değiştirilmiş, Arapça olmayan kelimelerin ağır söylenişleri hafifletilmiş ve Araplar bu kelimeleri şiirlerinde, kar­şılıklı konuşmalarında kullanmaya başlamış, nihayet bu kelimeler sahih Arapça kelimeler gibi kullanılır olmuş, bunlarla birtakım hususlar açıklanır olmuştur. İşte bu noktada Kur'ân-ı Kerim de bu gibi kelimeleri kullanmıştır. Herhangi bir Arap, bu kelimeleri bilmiyor ise, onun da başkasının dilini açık bir şekilde bilmeyişine benzer. Nitekim İbn Abbas "Fatır" kelimesinin ve ben­zeri bazı kelimelerin de manasını bilmiyor idi.

İbn Atiyye der ki: Taberî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)nin kabul ettiği, benzer kelimeler iki dilde de müşterek olarak kullanılan lâfızlardır, şeklin­deki kanaati uzak bir ihtimaldir.

Çünkü çoğunlukla rastlanılan, bu kelimelerden birisinin aslı teşkil etmesi öbürünün de ondan dallanıp budaklanması şeklindedir. Bununla birlikte biz, söyleyişler arasında uyumun az ve istisnaî olabileceğini de reddetmiyoruz.

Başkaları ise şöyle demiştir: Ancak birinci görüş daha doğrudur. İbn Atiyye'nin: Arapların kullandıkları bu kelimeler, başkalarının dilinde asıl ve Arapçaya da sonradan girmiştir, sözü bunun aksinin böyle olmasına tercih edilebilecek durumda değildir. Çünkü Arapların önce bu kelimeleri kendi ar­alarında kullanmış olma ihtimali de vardır. Eğer önce bu kelimeleri onlar kul­lanmış iseler, bu kelimeler Arapça demektir. Çünkü onların dillerindeki bu kelimelerin, ancak kabul ettikleri ve verdikleri mana ile kullanıldıkları görül­mektedir. Başkalarının bazı kelimelerde onlara muvafakat etmiş olmaları da uzak bir ihtimal de değildir. Bu görüşü büyük imam Ebu Ubeyde dile getir­miştir.

Bu kelimeler, Arapların kullandıkları sözlerin vezinlerine (kalıplarına) uygun değildir. Dolayısıyla bu kelimeler Arapça olmaz, denilecek olursa cevabımız şudur: Arapların kullandıkları bütün vezinlerin tek tek tesbit edil­diğini kim söyleyebilir ki, bu tür kelimelerin bu vezinlere uymadıkları ileri sürülebilsin? el-Kadı, Arapların kullandıkları vezinlerin asıllarını uzun boylu araştırmış ve nahivcilerin izlediği yola uygun bir şekilde bütün bu isimlerin Arap dilindeki kalıplara uygun olduklarını tesbit etmiştir. Eğer Araplar, bu ke­limeleri karşılıklı konuşmalarında kullanmamış ve bu kelimeleri bilmiyor ol­salardı, Allah'ın onlara bilmedikleri bir şekilde hitap etmesine imkan olmaz­dı. O takdirde Kur'ân-ı Kerim de apaçık bir Arapça olmaktan çıkardı, Rasûlul-lah (sallallahü aleyhi ve sellem) da kendi kavmine kendi dilleriyle hitap eden bir kimse olmazdı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.