Geri

   

 

 

İleri

 

16 Kur'ân'ın Toplanması ve Hazret-i Osman'ın Mushafı Yazdırma Sebebi Hazret-i Osman'ın Kur'ân yazılı diğer belgeleri yakması, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dö­neminde ashab-ı kiramdan Kur'ân-ı Kerim'i hıfz edenler

Kur'ân-ı Kerim, Pey­gamber Csallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ashab-ı kiram tarafından değişik miktarlarda ezber­lenmiş bulunuyor idi. Ashab-ı kiram Kur'ân-ı Kerim'den bazı bölümleri sa-hifelere, hurma ağaçlarının kabukları üzerine, ince beyaz taşlara, uçları siv­ri keskin taşlara yazmışlar idi. Ebu Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh) döneminde Yemame savaşında, söylenildiğine göre, Kur'an hafızlarından yetmiş kişinin öldürül­mesi üzerine, Ömer b. el-Hattab (radıyallahü anh), Ebu Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh)'a Ubeyy, İbn Mes'ud ve Zeyd gibi ileri gelen hafızlarının ölümü korkusu ile Kur'ân-ı Ke-rim'in toplanması tavsiyesinde bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer bu iş için Zeyd b. Sabit'i tayin ettiler. O da oldukça yorucu bir mesaiden sonra sûre­ler arasında sıra gözetmeksizin, Kur'ân-ı Kerim'i bir araya topladı.

Buhari'nin rivayetine göre Zeyd b.Sabit bu olayı şöyle anlatmaktadır: Ye-mame'de hafızların öldürülmesinin akabinde Ebu Bekir bana, yanında Ömer'in cie bulunduğu bir sırada haber gönderdi ve şöyle dedi: Ömer yanıma gelip bana dedi ki: Yemame günü bir çok kimse öldü. Ben, değişik yerlerde giri­şilecek savaşlarda Kur'ân hafızlarının öldürülüp telef olmalarından ve böyle­likle Kur'ân'ın birçoğunun kaybolacağından korkuyorum. O bakımdan mut­laka onu toplamalısınız. Ben senin Kur'ân-ı Kerim'i derleyip toplamanı (em­retmeni) uygun görüyorum. Ebu Bekir dedi ki: Ömer'e dedim ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yapmadığı bir şeyi nasıl yapabilirim? Ömer bana:

Allah'a yemin ede­rim ki bu hayırlı bir iştir. Bu konuda bana ısrarla isteğini tekrarlayıp durdu, nihayet Allah onun doğruluğuna dair kalbime ilham verdi. Ve ben de Ömer'in görüşüne sahip oldum. Zeyd der ki: Yanında da Ömer oturuyor ve konuşmu­yordu. Ebu Bekir bana şöyle dedi: Sen genç, aklı başında ve herhangi bir olum­suz hasletle itham etmediğimiz bir kişisin. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a da vahyi yazıyor idin. O bakımdan Kur'ân-ı Kerim'i iyice tesbit et ve onu bir araya getir. Allah'a yemin ederim (Ebu Bekir) eğer bana herhangi bir dağı yerinden taşımamı tek­lif etmiş olsaydı, Kur'ân-ı Kerim'i toplamak için bana verdiği emirden daha ağır gelmezdi. Onlara şöyle dedim: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yapmadığı bir şeyi nasıl olur da yaparsınız? Ebu Bekir dedi ki: Allah'a yemin ederim bu hayırlı bir iştir. Ben de bu konuda tekrar meseleyi gözden geçirmesini, tekrar tekrar söyleyip dur­dum, nihayet Allah bu konuda Ebu Bekir ile Ömer'in kalbine nasıl bir geniş­lik verdi ise, benim de içime öyle bir genişlik verdi. Bunun için kalktım, Kur'ân-ı Kerim'i yazılı olduğu deri parçalarından, kol kemiklerinden, hurma ağaçla­rı kabuklanndan ve Kur'ân'ı ezberlemiş olanlann hafızalanndan toplamaya baş­ladım. Nihayet Tevbe sûresinin son taraflarındaki iki âyeti Ensar'dan Huzey-me'nin yanında buldum. Bu iki âyeti ondan başkasının yanında görmedim. Sözkonusu iki âyet:

"Andolsun ki içinizden size öyle bir Peygamber gelmiş­tir ki..." (et-Tevbe, 9/128) den itibaren sûrenin sonuna kadar olan iki âyettir. İçinde Kur'ân-ı Kerim'in toplandığı sahifeler, vefat edinceye kadar Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in yanında durdu. Daha sonra bunlar yine vefat edene kadar Ömer'in ya­nında kaldı, ondan sonra da Ömer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı.[167] [108] el-Leys dedi ki: Bana Abdurrahmân b. Galib İbn Şihab'dan anlatarak şöyle dedi: .... Ensar'dan Ebu Huzeyme'nin yanındaydı.... Ebu Sabit dedi ki: Bize İbrahim an­latarak dedi ki: "Yüz çevirirlerse de ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka hiç­bir ilah yoktur. Ben ancak O'na güvenip dayandım. O en büyük Arşın Rab-bidir."(et-Tevbe, 9/129) âyetlerini Huzeyme veya Ebu Huzeyme'nin yanın­da bulduk. "[168] [109]

Tirmizî'nin de Zeyd b. Sabit'ten rivayetine göre: Tevbe sûresinin sonları­nı Huzeyme b. Sabit'in yanında bulduk:

"Andolsun ki içinizden size öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. Size çok düşkündür, mü'minlere cidden şefkatli ve merhametlidir. Yüzçevirirlerse de ki: Bana Allah yeter, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur, ben ancak O'na güvenip dayandım, O en büyük Arşın Rabbidir." (et-Tevbe, 9/128-129). Tirmizî: Bu basen sahih bir hadistir, demiştir.[169] [110]

Yine Buhari'de Zeyd b. Sabit'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: Biz­ler Kur'ân sabitelerini mushafta istinsah edince, Ahzab sûresinde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından okunduğunu işitmiş olduğum bir âyet-i kerimeyi (kimse gelip bana okumadığından) bulamadım. Ancak bunun ensardan olan Huzeyme tarafından ezberlenmiş olduğunu gördüm. -Zaten Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk kabul etmişti-. Ahzab süresindeki söz-konusu âyet de şudur:

"Mü'minlerden Allah'a verdikleri sözde duran nice yiğitler vardır.."(el-Ahzab, 33/23).[170] [111]

Tirmizî de, Zeyd b. Sabit'ten şunu rivayet etmektedir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın okurken dinlediğim Ahzab sûresinde yer alan:

"Mü'minlerden Allah'a verdikleri sözde duran nice yiğitler vardır. Onlardan kimisi adağını yeri­ne getirdi, kimisi de bekliyor...." (el-Ahzab, 33/23) âyetini bulamadım. Ben bunu araştırdım, Huzeyme b. Sabit -veya Ebu Huzeyme-'ın onu ezberlemiş olduğunu (ve hatırladığını) gördüm, onun için bu âyeti, içinde yer aldığı sûre­sine yerleştirdim.[171] [112]

Derim ki: Buharı ve Tirmizi'nin açıklamalarına göre, Tevbe sûresinin son iki âyetinden birincisi Kur'ân-ı Kerim'in toplanması sırasında sonradan tesbit edildi. İkinci toplamada da Ahzab süresindeki âyet-i kerime sonradan tesbit edildi. Taberi, Tevbe süresindeki âyet, ikinci toplamada sonradan tesbit edildi demekte ise de, birinci görüş daha sahihtir. Doğrusunu en iyi bi­len Allah'tır.

Şöyle bir soru sorulabilir: Hazret-i Ebu Bekir daha önce Kur'ân-ı Kerim'i top­layıp bu işi bitirdiği halde Hazret-i Osman'ın bütün müslümanlardan kendisinin çoğalttığı mushafa göre okumalarını istemesi nasıl açıklanabilir? Cevap şudur:

Hazret-i Osman, yaptığı uygulama ile, insanların mushafı yeniden derlemele­rini sağlamak değildir. Onun Hazret-i Hafsa'ya gönderdiği şu habere dikkat ede­lim: Bize yanında bulunan sabiteleri gönder, biz bunu mushaflar halinde ço­ğaltıp sonra o sabiteleri sana geri vereceğiz. - İleride buna dair açıklama ge­lecektir - Hazret-i Osman'ın bunu yapma sebebi, insanların okuyuşlarında farklı­lık başgöstermesidir. Çünkü ashab-ı kiram, İslâm ülkesinin değişik yerleri­ne dağılmış, böyle bir işe ihtiyaç kendisini oldukça hissettirmeye başlamış­tı. İnsanların okuyuşları arasında alabildiğine farklılıklar ve herkesin kendi okuyuşuna taassupla bağlanması ileri derecelere kadar gitmişti.  Huzeyfe (radıyallahü anh)'ın sözkonusu ettiği ayrılıklar Şam halkı ile Irak halkı arasında vukua gel­mişti. Şöyle ki, Şamlılarla Iraklılar, Ermenistan'a yapılan gazada biraraya gelmişlerdi. Her bir kesim, kendisine gelen rivayete uygun olarak Kur'ân oku­du. Fakat bu konuda aralarında ayrılık başgösterdi, anlaşmazlığa düştüler. Ki­mileri kimisini tekfir etti, ondan beri olduğunu ifade etti ve karşılıklı biri bi­rilerine lanet ettiler. Hazret-i Huzeyfe onların bu durumlarından oldukça endişe­lendi, korktu. -Buhari ve Tirmizi'nin açıklakladıklarına göre- Hazret-i Huzeyfe, Me­dine'ye gelince evine daha girmeden Hazret-i Osman'ın yanına gitti ve şunları söy­ledi: Helak olmadan önce bu ümmete yetiş. Hazret-i Osman: Ne hususunda on­lara yetişeyim, diye sorunca Hazret-i Huzeyfe: Allah'ın Kitabı ile ilgili bir husus­ta. Ben bu gazada bulundum. Irak, Şam ve Hicaz bölgelerinden birtakım in­sanlar bu savaşta bir araya geldiler, dedikten sonra az önce açıkladığımız du­rumu ona anlatıp şunları ekledi: Ben yahudilerle hristiyanların ihtilafa düş­tükleri şekilde bunların da kendi kitapları hakkında ihtilafa düşeceklerinden korkarım.[172] [113]

Derim ki: Bu, Yedi harften kasıt yedi kıraattir, diyenlerin görüşlerinin yan­lış olduğunun en açık delilidir. Çünkü hak olan bir şeyde ayrılık olmaz. Su-veyd b. Ğafele'nin Ali b. Ebi Talib'den rivayet ettiğine göre, Hazret-i Osman şöy­le sormuş: Mushaflar hakkındaki görüşünüz nedir? Çünkü insanlar Kur'ân'ı okumak hususunda ayrılığa düştüler. Artık herkes: Benim kıraatim senin kı­raatinden daha hayırlıdır, benim kıraatim senin kıraatinden daha efdaldir, de­meye başladı. Bu ise küfür gibi bir şeydir. Bizler: Ey mü'minlerin emiri se­nin görüşün nedir, diye sorduk, şu cevabı verdi: Benim görüşüm insanların tek bir kıraat etrafında toplanmalarıdır. Çünkü sizler bugün anlaşmazlığa dü­şecek olursanız, sizden sonra gelecek olanların anlaşmazlıkları daha çetin ola­caktır. Bizler: Görüşün en isabetli görüştür ey mü'minlerin emiri, dedik. Bu­nun üzerine Hazret-i Osman, Hazret-i Hafsa'ya şu haberi gönderdi: Bize yanında bu­lunan sahifeleri gönder. Onları mushaflar halinde çoğaltıp sonra bu sahife-leri sana geri göndereceğiz. Hazret-i Hafsa da yanında bulunan sahifeleri ona gön­derdi. Hazret-i Osman, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. ez-Zübeyr, Said b. el-Asi, Ab-durrahmân b. el-Haris b. Hişam'a emir vererek bu sahifeleri mushaflar ha­linde çoğalttırdı.

Hazret-i Osman, Kureyşlilerden oluşan topluluğa şunları söyledi: Sizler ile Zeyd b. Sabit arasında Kur'ân-ı Kerim'deki herhangi bir ifade hakkında, anlaşmaz­lığa düşerseniz, onu Kureyşlilerin lehçesi ile yazınız. Çünkü Kur'ân-ı Kerim onların lehçesiyle nazil olmuştur. Onlar da bu talimata uydular. Nihayet sa­hifeleri, mushaflar halinde teksir edince Hazret-i Osman sahifeleri Hazret-iHafsa'ya gön­derdi. Her bir bölgeye çoğalttıkları mushaflardan birer nüsha gönderdiler.

Da­ha sonra Hazret-i Osman, Kur'ân-ı Kerim'den herhangi bir sahifede veya mushafta yazılı bulunan ne varsa, yakılması emrini verdi. Hazret-i Osman, bu emri, mu­hacirleri, ensarı, müslümanların ileri gelen insanlarını toplayıp bu hususta on­larla danıştıktan sonra vermiştir. Kendileriyle danıştığı bu kimseler Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan nakledilen meşhur kıraatlerden sahih ve sabit olan şekillerin top­lanması, bunların dışında kalanların da bir kenara bırakılması üzerinde itti­fak ettiler ve onun görüşünü tasvip ettiler. Gerçekten de Hazret-i Osman'ın gö­rüşü doğru ve hakka ulaştırılmış başarılı bir görüş idi. Allah'ın rahmeti onun da, danıştığı kimselerin de üzerinde olsun.

Taberî, kaydettiği rivayetinde şöyle demektedir: Hazret-i Osman, Zeyd ile bir­likte sadece Said b. el-Asi'yi görevlendirmiştir. Ancak bu görüş zayıftır. Bu-harî, Tirmizî ve başkalarının zikrettiği daha sahihtir. Yine Taberî: Hazret-i Hafsa yanında bulunan sahifeler, bu son toplanmada imam (önder nüsha) kabul edildi, demektedir ki, bu doğrudur.

İbn Şihab der ki: Bana Ubeydullah b. Abdullah'ın haber verdiğine göre, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b. Sabit'in mushafları çoğaltma işinin başına ge­tirilmesini pek hoş görmedi ve şöyle dedi: Müslümanlar, mushafların çoğal­tılması işinden ben uzaklaştırılıyorum da bu iş bir başka adama görev ola­rak veriliyor. Allah'a yemin ederim, o daha kafir bir adamın sulbünde iken ben İslâm'a girmiş idim. Abdullah b. Mes'ud bu sözleriyle Zeyd b. Sabit'i kas­tediyordu. Bundan dolayı Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: Ey Iraklılar, ya­nınızda bulunan mushafları gizleyiniz ve saklayınız. Çünkü yüce Allah şöy­le buyurmaktadır: "Kim, birşey gizlerse, Kıyamet günü o gizlediği şeyi geti­rerek gelir." (h\-i İmran, 3/161). Siz de bu mushaflarla Allah'ın huzuruna çı­kınız. Bunu Tirmizî rivayet etmiştir.[173] [114] Buna dair açıklamalar, inşaallah Al-i İmran sûresinde gelecektir.

Ebu Bekr el-Enbârî der ki: Abdullah, Zeyd'den daha faziletli, İslâm'ı ka­bulü daha önrce, İslâm'a hizmetleri daha çok, faziletleri daha büyük olduğu halde, Kur'ân'ın toplanması işinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın Zeyd'i Ab­dullah b. Mes'ud'dan öne geçirip bu iş için seçmelerinin tek sebebi Zeyd'in Kur'ân-ı Kerim'i Abdullah'tan daha iyi ezberlemiş olmasıdır. Çünkü Zeyd, Ra-sûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha hayatta iken Kur'ân'ın tümünü ezberlemiş idi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken Abdullah'ın Kur'ân'dan ezberlediği miktar ise yetmiş kü­sur sûredir. Diğer sûreleri Abdullah, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra öğrenmiştir. Dolayısıyla Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz hayatta iken Kur'ân'ı baştan sona hatmedip ezberlemiş bir kimsenin, mushafın toplanması işinde öne ge­çirilmesi daha uygundur, bu iş için tercih edilmesi ve seçilmesi daha hakka­niyetlidir. İşin iç yüzünü bilmeyen bir kimse bu davranışın Abdullah b. Mes'ud'daki bir kusur dolayısıyla olduğunu sanmasın. Çünkü Zeyd'in Kur'ân-ı Kerim'i daha iyi ve daha çok ezberlemiş olması (faziletçe) onun Abdullalı b. Mes'ud'un önüne geçmesini gerektirmez. Zira Zeyd, Hazret-i Ebu Be­kir ile Hazret-i Ömer'den de daha çok miktarda Kur'ân'ı ezberlemiş olduğu hal­de fazilet ve menkıbeler açısından onlardan daha hayırlı ve hatta onlara eşit olamazdı.

Ebu Bekr el-Enbârî der ki: Abdullah b.Mes'ud'un bu işe gösterdiği tepki, kızgınlık sonucu gösterilmiş bir tepki idi. Bunun gereğince amel edilmez ve bu delil diye kabul edilmez. Ayrıca onun kızgınlığının geçmesinden sonra Hazret-i Osman'ın ve beraberinde bulunan Rasûlullah'ın ashab-ı kiramının güzel se­çimini kabul ve itiraf ettiğinde, onlara muvafakat edip muhalefeti terketti-ğinde de şüphe yoktur. Çünkü rivayet ve nakil bilginlerince yaygın olarak bi­linen şu ki, Abdullah b. Mes'ud, Kur'ân-ı Kerim'in geri kalan kısımlarını Ra-sûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra öğrenmiştir. Önder ilim adamlarından bi­risi der ki: Abdullah b. Mes'ud, Kur'ân-ı Kerim'i hatmetmeden (tamamını hıf­zetmeden) vefat etmiştir. Yezid b. Harun der ki: İki muavvize (Felak ve Nas sûreleri) Bakara ve Al-i İmran sûreleri ayarındadır. Onların Kur'ân-ı Ke-rim'den olmadıklarını iddia eden bir kimse yüce Allah'ı inkar eden bir kafir­dir. Ona: Peki Abdullah b. Mes'ud bunlar hakkında ne diyordu? diye soru­lunca şu cevabı verir: Abdullah b. Mes'ud'un vefat ettiği vakit Kur'ân-ı Ke­rim'in tümünü hıfzetmemiş olduğu hususunda müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur.

Ben derim ki: Bu iddia tartışılabilir bir kanaattir. İleride bunun tartışma­sı gelecektir.

İsmail b. İshak ve başkaları rivayetle der ki: Hammad -sanırım Enes b. Ma-lik'ten- rivayetle şöyle demiştir: Ashab-ı kiram bir âyet-i kerime hakkında ih­tilafa düşerlerdi. Bu sefer: Bu âyeti Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) filan oğlu filana okutup öğretti derlerdi. Kimi zaman bu kişinin bulunduğu yer Medine'den üç gün­lük uzaklıkta olurdu. Ona haber gönderilir, bu adam getirilir ve şöyle deni­lirdi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu şu âyeti sana nasıl okutup öğretti? O da, öğrendiği şekli söyler ve onun dediği gibi yazarlardı.

İbn Şihab der ki: Günün birisinde "Tabut (sandık)" (el-Bakara, 2/248; Ta-ha, 20/39) kelimesinin yazılışında ihtilafa düştüler. Zeyd, "et-tâbûh" şeklin­de yazılsın, deyince İbn ez-Zübeyr ile Said b. el-Asî: "et-tabut" şeklinde ya­zılması gerektiğini ileri sürdüler. Bu anlaşmazlıklarını Hazret-i Osman'a söyleyin­ce o, "t" ile "et-tabut" şeklinde yazınız, dedi. Çünkü Kur'ân-ı Kerim Kureyş'in diliyle lehçesiyle nazil olmuştur. Bunu Buharı ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.[174] [115]

İbn Atiyye der ki: Zeyd bu kelimeyi "h" ile "et-tabuli" şeklinde, Kureyş-liler ise "t" ile "et-tabut" şeklinde okudular, sonunda "t" ile tesbit ettiler ve mushaflar o günden bu yana hep bu şekilde yazılageldi. Hazret-i Osman da bundan nüshaları çoğalttı.

Başka birisi der ki: Denildiğine göre çoğalttığı nüsha sayısı yedidir. Dört olduğu da söylenmiştir. Çoğunluk bu görüştedir. Hazret-i Osman bu nüshaları İslâm aleminin çeşitli yerlerine gönderdi: Irak'a, Şam'a ve Mısır'a birer ana mushaf gönderdi. O bölgelerin kurraları (Kur'ân okuyucuları) okuma tercih­lerinde buna dayandılar. Onlardan herhangi bir kimse, kendisine ulaşan şek­liyle bölgesindeki mushafa muhalefet etmedi. Ve bu yedi kıraat imamı ara­sında kimisinin artırdığı kimisinin eksilttiği şekliyle harflerde bir ayrılık yok­tur. Çünkü onların her birisi, bölgesindeki mushaftan kendisine ulaşana ve kendisinin yaptığı rivayete dayanarak okumuştur. Hazret-i Osman da bu yerleri (kıraat ihtilafı olan yerleri) bazı nüshalarda yazmış, bazılarında yazmamıştır. Bununla her bir şeklin sahih olduğunu ve hepsini okumanın caiz olduğunu anlatmak istemiş idi.

İbn Atiyye der ki: Daha sonra Hazret-i Osman, bu nüshaların dışında kalan mushaflann şeklindeki rivayete göre: yakılmasını veya (.....) şek­lindeki rivayete göre de: parçalanmasını sonra da yere gömülmesini emret­ti. Ancak, burada "ha" harfinin noktasız olarak (yani yakılması anlamını ve­ren) rivayeti daha güzeldir.

Ebu Bekr el-Enbari "Kitabu'r-Red" adlı eserinde, Suveyd b. Gafele'nin şöy­le dediğini zikretmektedir: Ben, Ali b. Ebi Talib (kerramellahü veche)'ı şöyle derken dinle­dim: İnsanlar! Allah'tan korkunuz, Osman hakkında aşırıya gitmekten ve onun için mushafları yakan kişi demekten çekininiz, vazgeçiniz. Allah'a ye­min ederim o, bunları ancak biz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından bir grubun görüşüne dayanarak yapmıştır.

Umeyr b. Said'den rivayete göre Ali b. Ebi Talib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Eğer Osman zamanında (onun yerine) ben vali (halife) olsaydım, onun mushaf-lara yaptığının aynısını ben de yapardım.

Ebu'l-Hasan b. Battal der ki: Hazret-i Osman'ın Kur'ân'ı topladığı sırada sahi-felerin ve diğer mushaflann yakılmasını emretmesi, yüce Allah'ın isimlerinin yer aldığı kitapları yakmanın caiz olduğunu götermektedir. Böyle bir uygu­lama onlara bir ikramdır, ayaklar altında çiğnenmeye karşı durmadır. Yerde gelişigüzel, sağa sola atılmasına karşı onları muhafazadır.

Ma'mer, İbn Tavus'tan, o babasından rivayetle: Yanında "rahman ve rahîm olan Allah'ın ismiyle" (besmele)nin yazılı olduğu mektuplar birikti mi, bu ya­zıların bulunduğu sahifeleri yakardı. Urve b. ez-Zübeyr de el-Harre günün­de, yanında bulunan birtakım fıkıh kitaplarını yakmıştır. İbrahim ise, yüce Allah'ın adının zikredildiği sahifelerin yakılmasını mekruh görmüştür. Ancak yakılır diyenlerin görüşü doğruya daha yakındır. Nitekim Hazret-i Osman da bu­nu yapmıştır. Ümmetin konuşan dili olan Kadı Ebu Bekr der ki: İctihad ede­rek böyle bir kanaate varması halinde, İmam'ın (İslâm devlet başkanının, ha­lifenin) Kur'ân-ı Kerim'in yazılı olduğu sahifeleri yakması caizdir.