16 Kur'ân'ın Toplanması ve Hazret-i Osman'ın Mushafı Yazdırma Sebebi Hazret-i Osman'ın Kur'ân yazılı diğer belgeleri yakması, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ashab-ı kiramdan Kur'ân-ı Kerim'i hıfz edenlerKur'ân-ı Kerim, Peygamber Csallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ashab-ı kiram tarafından değişik miktarlarda ezberlenmiş bulunuyor idi. Ashab-ı kiram Kur'ân-ı Kerim'den bazı bölümleri sa-hifelere, hurma ağaçlarının kabukları üzerine, ince beyaz taşlara, uçları sivri keskin taşlara yazmışlar idi. Ebu Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh) döneminde Yemame savaşında, söylenildiğine göre, Kur'an hafızlarından yetmiş kişinin öldürülmesi üzerine, Ömer b. el-Hattab (radıyallahü anh), Ebu Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh)'a Ubeyy, İbn Mes'ud ve Zeyd gibi ileri gelen hafızlarının ölümü korkusu ile Kur'ân-ı Ke-rim'in toplanması tavsiyesinde bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer bu iş için Zeyd b. Sabit'i tayin ettiler. O da oldukça yorucu bir mesaiden sonra sûreler arasında sıra gözetmeksizin, Kur'ân-ı Kerim'i bir araya topladı. Buhari'nin rivayetine göre Zeyd b.Sabit bu olayı şöyle anlatmaktadır: Ye-mame'de hafızların öldürülmesinin akabinde Ebu Bekir bana, yanında Ömer'in cie bulunduğu bir sırada haber gönderdi ve şöyle dedi: Ömer yanıma gelip bana dedi ki: Yemame günü bir çok kimse öldü. Ben, değişik yerlerde girişilecek savaşlarda Kur'ân hafızlarının öldürülüp telef olmalarından ve böylelikle Kur'ân'ın birçoğunun kaybolacağından korkuyorum. O bakımdan mutlaka onu toplamalısınız. Ben senin Kur'ân-ı Kerim'i derleyip toplamanı (emretmeni) uygun görüyorum. Ebu Bekir dedi ki: Ömer'e dedim ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yapmadığı bir şeyi nasıl yapabilirim? Ömer bana: Allah'a yemin ederim ki bu hayırlı bir iştir. Bu konuda bana ısrarla isteğini tekrarlayıp durdu, nihayet Allah onun doğruluğuna dair kalbime ilham verdi. Ve ben de Ömer'in görüşüne sahip oldum. Zeyd der ki: Yanında da Ömer oturuyor ve konuşmuyordu. Ebu Bekir bana şöyle dedi: Sen genç, aklı başında ve herhangi bir olumsuz hasletle itham etmediğimiz bir kişisin. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a da vahyi yazıyor idin. O bakımdan Kur'ân-ı Kerim'i iyice tesbit et ve onu bir araya getir. Allah'a yemin ederim (Ebu Bekir) eğer bana herhangi bir dağı yerinden taşımamı teklif etmiş olsaydı, Kur'ân-ı Kerim'i toplamak için bana verdiği emirden daha ağır gelmezdi. Onlara şöyle dedim: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yapmadığı bir şeyi nasıl olur da yaparsınız? Ebu Bekir dedi ki: Allah'a yemin ederim bu hayırlı bir iştir. Ben de bu konuda tekrar meseleyi gözden geçirmesini, tekrar tekrar söyleyip durdum, nihayet Allah bu konuda Ebu Bekir ile Ömer'in kalbine nasıl bir genişlik verdi ise, benim de içime öyle bir genişlik verdi. Bunun için kalktım, Kur'ân-ı Kerim'i yazılı olduğu deri parçalarından, kol kemiklerinden, hurma ağaçları kabuklanndan ve Kur'ân'ı ezberlemiş olanlann hafızalanndan toplamaya başladım. Nihayet Tevbe sûresinin son taraflarındaki iki âyeti Ensar'dan Huzey-me'nin yanında buldum. Bu iki âyeti ondan başkasının yanında görmedim. Sözkonusu iki âyet: "Andolsun ki içinizden size öyle bir Peygamber gelmiştir ki..." (et-Tevbe, 9/128) den itibaren sûrenin sonuna kadar olan iki âyettir. İçinde Kur'ân-ı Kerim'in toplandığı sahifeler, vefat edinceye kadar Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in yanında durdu. Daha sonra bunlar yine vefat edene kadar Ömer'in yanında kaldı, ondan sonra da Ömer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı.[167] [108] el-Leys dedi ki: Bana Abdurrahmân b. Galib İbn Şihab'dan anlatarak şöyle dedi: .... Ensar'dan Ebu Huzeyme'nin yanındaydı.... Ebu Sabit dedi ki: Bize İbrahim anlatarak dedi ki: "Yüz çevirirlerse de ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ancak O'na güvenip dayandım. O en büyük Arşın Rab-bidir."(et-Tevbe, 9/129) âyetlerini Huzeyme veya Ebu Huzeyme'nin yanında bulduk. "[168] [109] Tirmizî'nin de Zeyd b. Sabit'ten rivayetine göre: Tevbe sûresinin sonlarını Huzeyme b. Sabit'in yanında bulduk: "Andolsun ki içinizden size öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. Size çok düşkündür, mü'minlere cidden şefkatli ve merhametlidir. Yüzçevirirlerse de ki: Bana Allah yeter, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur, ben ancak O'na güvenip dayandım, O en büyük Arşın Rabbidir." (et-Tevbe, 9/128-129). Tirmizî: Bu basen sahih bir hadistir, demiştir.[169] [110] Yine Buhari'de Zeyd b. Sabit'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bizler Kur'ân sabitelerini mushafta istinsah edince, Ahzab sûresinde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından okunduğunu işitmiş olduğum bir âyet-i kerimeyi (kimse gelip bana okumadığından) bulamadım. Ancak bunun ensardan olan Huzeyme tarafından ezberlenmiş olduğunu gördüm. -Zaten Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk kabul etmişti-. Ahzab süresindeki söz-konusu âyet de şudur: "Mü'minlerden Allah'a verdikleri sözde duran nice yiğitler vardır.."(el-Ahzab, 33/23).[170] [111] Tirmizî de, Zeyd b. Sabit'ten şunu rivayet etmektedir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın okurken dinlediğim Ahzab sûresinde yer alan: "Mü'minlerden Allah'a verdikleri sözde duran nice yiğitler vardır. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi, kimisi de bekliyor...." (el-Ahzab, 33/23) âyetini bulamadım. Ben bunu araştırdım, Huzeyme b. Sabit -veya Ebu Huzeyme-'ın onu ezberlemiş olduğunu (ve hatırladığını) gördüm, onun için bu âyeti, içinde yer aldığı sûresine yerleştirdim.[171] [112] Derim ki: Buharı ve Tirmizi'nin açıklamalarına göre, Tevbe sûresinin son iki âyetinden birincisi Kur'ân-ı Kerim'in toplanması sırasında sonradan tesbit edildi. İkinci toplamada da Ahzab süresindeki âyet-i kerime sonradan tesbit edildi. Taberi, Tevbe süresindeki âyet, ikinci toplamada sonradan tesbit edildi demekte ise de, birinci görüş daha sahihtir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Şöyle bir soru sorulabilir: Hazret-i Ebu Bekir daha önce Kur'ân-ı Kerim'i toplayıp bu işi bitirdiği halde Hazret-i Osman'ın bütün müslümanlardan kendisinin çoğalttığı mushafa göre okumalarını istemesi nasıl açıklanabilir? Cevap şudur: Hazret-i Osman, yaptığı uygulama ile, insanların mushafı yeniden derlemelerini sağlamak değildir. Onun Hazret-i Hafsa'ya gönderdiği şu habere dikkat edelim: Bize yanında bulunan sabiteleri gönder, biz bunu mushaflar halinde çoğaltıp sonra o sabiteleri sana geri vereceğiz. - İleride buna dair açıklama gelecektir - Hazret-i Osman'ın bunu yapma sebebi, insanların okuyuşlarında farklılık başgöstermesidir. Çünkü ashab-ı kiram, İslâm ülkesinin değişik yerlerine dağılmış, böyle bir işe ihtiyaç kendisini oldukça hissettirmeye başlamıştı. İnsanların okuyuşları arasında alabildiğine farklılıklar ve herkesin kendi okuyuşuna taassupla bağlanması ileri derecelere kadar gitmişti. Huzeyfe (radıyallahü anh)'ın sözkonusu ettiği ayrılıklar Şam halkı ile Irak halkı arasında vukua gelmişti. Şöyle ki, Şamlılarla Iraklılar, Ermenistan'a yapılan gazada biraraya gelmişlerdi. Her bir kesim, kendisine gelen rivayete uygun olarak Kur'ân okudu. Fakat bu konuda aralarında ayrılık başgösterdi, anlaşmazlığa düştüler. Kimileri kimisini tekfir etti, ondan beri olduğunu ifade etti ve karşılıklı biri birilerine lanet ettiler. Hazret-i Huzeyfe onların bu durumlarından oldukça endişelendi, korktu. -Buhari ve Tirmizi'nin açıklakladıklarına göre- Hazret-i Huzeyfe, Medine'ye gelince evine daha girmeden Hazret-i Osman'ın yanına gitti ve şunları söyledi: Helak olmadan önce bu ümmete yetiş. Hazret-i Osman: Ne hususunda onlara yetişeyim, diye sorunca Hazret-i Huzeyfe: Allah'ın Kitabı ile ilgili bir hususta. Ben bu gazada bulundum. Irak, Şam ve Hicaz bölgelerinden birtakım insanlar bu savaşta bir araya geldiler, dedikten sonra az önce açıkladığımız durumu ona anlatıp şunları ekledi: Ben yahudilerle hristiyanların ihtilafa düştükleri şekilde bunların da kendi kitapları hakkında ihtilafa düşeceklerinden korkarım.[172] [113] Derim ki: Bu, Yedi harften kasıt yedi kıraattir, diyenlerin görüşlerinin yanlış olduğunun en açık delilidir. Çünkü hak olan bir şeyde ayrılık olmaz. Su-veyd b. Ğafele'nin Ali b. Ebi Talib'den rivayet ettiğine göre, Hazret-i Osman şöyle sormuş: Mushaflar hakkındaki görüşünüz nedir? Çünkü insanlar Kur'ân'ı okumak hususunda ayrılığa düştüler. Artık herkes: Benim kıraatim senin kıraatinden daha hayırlıdır, benim kıraatim senin kıraatinden daha efdaldir, demeye başladı. Bu ise küfür gibi bir şeydir. Bizler: Ey mü'minlerin emiri senin görüşün nedir, diye sorduk, şu cevabı verdi: Benim görüşüm insanların tek bir kıraat etrafında toplanmalarıdır. Çünkü sizler bugün anlaşmazlığa düşecek olursanız, sizden sonra gelecek olanların anlaşmazlıkları daha çetin olacaktır. Bizler: Görüşün en isabetli görüştür ey mü'minlerin emiri, dedik. Bunun üzerine Hazret-i Osman, Hazret-i Hafsa'ya şu haberi gönderdi: Bize yanında bulunan sahifeleri gönder. Onları mushaflar halinde çoğaltıp sonra bu sahife-leri sana geri göndereceğiz. Hazret-i Hafsa da yanında bulunan sahifeleri ona gönderdi. Hazret-i Osman, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. ez-Zübeyr, Said b. el-Asi, Ab-durrahmân b. el-Haris b. Hişam'a emir vererek bu sahifeleri mushaflar halinde çoğalttırdı. Hazret-i Osman, Kureyşlilerden oluşan topluluğa şunları söyledi: Sizler ile Zeyd b. Sabit arasında Kur'ân-ı Kerim'deki herhangi bir ifade hakkında, anlaşmazlığa düşerseniz, onu Kureyşlilerin lehçesi ile yazınız. Çünkü Kur'ân-ı Kerim onların lehçesiyle nazil olmuştur. Onlar da bu talimata uydular. Nihayet sahifeleri, mushaflar halinde teksir edince Hazret-i Osman sahifeleri Hazret-iHafsa'ya gönderdi. Her bir bölgeye çoğalttıkları mushaflardan birer nüsha gönderdiler. Daha sonra Hazret-i Osman, Kur'ân-ı Kerim'den herhangi bir sahifede veya mushafta yazılı bulunan ne varsa, yakılması emrini verdi. Hazret-i Osman, bu emri, muhacirleri, ensarı, müslümanların ileri gelen insanlarını toplayıp bu hususta onlarla danıştıktan sonra vermiştir. Kendileriyle danıştığı bu kimseler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan nakledilen meşhur kıraatlerden sahih ve sabit olan şekillerin toplanması, bunların dışında kalanların da bir kenara bırakılması üzerinde ittifak ettiler ve onun görüşünü tasvip ettiler. Gerçekten de Hazret-i Osman'ın görüşü doğru ve hakka ulaştırılmış başarılı bir görüş idi. Allah'ın rahmeti onun da, danıştığı kimselerin de üzerinde olsun. Taberî, kaydettiği rivayetinde şöyle demektedir: Hazret-i Osman, Zeyd ile birlikte sadece Said b. el-Asi'yi görevlendirmiştir. Ancak bu görüş zayıftır. Bu-harî, Tirmizî ve başkalarının zikrettiği daha sahihtir. Yine Taberî: Hazret-i Hafsa yanında bulunan sahifeler, bu son toplanmada imam (önder nüsha) kabul edildi, demektedir ki, bu doğrudur. İbn Şihab der ki: Bana Ubeydullah b. Abdullah'ın haber verdiğine göre, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b. Sabit'in mushafları çoğaltma işinin başına getirilmesini pek hoş görmedi ve şöyle dedi: Müslümanlar, mushafların çoğaltılması işinden ben uzaklaştırılıyorum da bu iş bir başka adama görev olarak veriliyor. Allah'a yemin ederim, o daha kafir bir adamın sulbünde iken ben İslâm'a girmiş idim. Abdullah b. Mes'ud bu sözleriyle Zeyd b. Sabit'i kastediyordu. Bundan dolayı Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: Ey Iraklılar, yanınızda bulunan mushafları gizleyiniz ve saklayınız. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim, birşey gizlerse, Kıyamet günü o gizlediği şeyi getirerek gelir." (h\-i İmran, 3/161). Siz de bu mushaflarla Allah'ın huzuruna çıkınız. Bunu Tirmizî rivayet etmiştir.[173] [114] Buna dair açıklamalar, inşaallah Al-i İmran sûresinde gelecektir. Ebu Bekr el-Enbârî der ki: Abdullah, Zeyd'den daha faziletli, İslâm'ı kabulü daha önrce, İslâm'a hizmetleri daha çok, faziletleri daha büyük olduğu halde, Kur'ân'ın toplanması işinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın Zeyd'i Abdullah b. Mes'ud'dan öne geçirip bu iş için seçmelerinin tek sebebi Zeyd'in Kur'ân-ı Kerim'i Abdullah'tan daha iyi ezberlemiş olmasıdır. Çünkü Zeyd, Ra-sûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha hayatta iken Kur'ân'ın tümünü ezberlemiş idi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken Abdullah'ın Kur'ân'dan ezberlediği miktar ise yetmiş küsur sûredir. Diğer sûreleri Abdullah, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra öğrenmiştir. Dolayısıyla Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz hayatta iken Kur'ân'ı baştan sona hatmedip ezberlemiş bir kimsenin, mushafın toplanması işinde öne geçirilmesi daha uygundur, bu iş için tercih edilmesi ve seçilmesi daha hakkaniyetlidir. İşin iç yüzünü bilmeyen bir kimse bu davranışın Abdullah b. Mes'ud'daki bir kusur dolayısıyla olduğunu sanmasın. Çünkü Zeyd'in Kur'ân-ı Kerim'i daha iyi ve daha çok ezberlemiş olması (faziletçe) onun Abdullalı b. Mes'ud'un önüne geçmesini gerektirmez. Zira Zeyd, Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer'den de daha çok miktarda Kur'ân'ı ezberlemiş olduğu halde fazilet ve menkıbeler açısından onlardan daha hayırlı ve hatta onlara eşit olamazdı. Ebu Bekr el-Enbârî der ki: Abdullah b.Mes'ud'un bu işe gösterdiği tepki, kızgınlık sonucu gösterilmiş bir tepki idi. Bunun gereğince amel edilmez ve bu delil diye kabul edilmez. Ayrıca onun kızgınlığının geçmesinden sonra Hazret-i Osman'ın ve beraberinde bulunan Rasûlullah'ın ashab-ı kiramının güzel seçimini kabul ve itiraf ettiğinde, onlara muvafakat edip muhalefeti terketti-ğinde de şüphe yoktur. Çünkü rivayet ve nakil bilginlerince yaygın olarak bilinen şu ki, Abdullah b. Mes'ud, Kur'ân-ı Kerim'in geri kalan kısımlarını Ra-sûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra öğrenmiştir. Önder ilim adamlarından birisi der ki: Abdullah b. Mes'ud, Kur'ân-ı Kerim'i hatmetmeden (tamamını hıfzetmeden) vefat etmiştir. Yezid b. Harun der ki: İki muavvize (Felak ve Nas sûreleri) Bakara ve Al-i İmran sûreleri ayarındadır. Onların Kur'ân-ı Ke-rim'den olmadıklarını iddia eden bir kimse yüce Allah'ı inkar eden bir kafirdir. Ona: Peki Abdullah b. Mes'ud bunlar hakkında ne diyordu? diye sorulunca şu cevabı verir: Abdullah b. Mes'ud'un vefat ettiği vakit Kur'ân-ı Kerim'in tümünü hıfzetmemiş olduğu hususunda müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Ben derim ki: Bu iddia tartışılabilir bir kanaattir. İleride bunun tartışması gelecektir. İsmail b. İshak ve başkaları rivayetle der ki: Hammad -sanırım Enes b. Ma-lik'ten- rivayetle şöyle demiştir: Ashab-ı kiram bir âyet-i kerime hakkında ihtilafa düşerlerdi. Bu sefer: Bu âyeti Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) filan oğlu filana okutup öğretti derlerdi. Kimi zaman bu kişinin bulunduğu yer Medine'den üç günlük uzaklıkta olurdu. Ona haber gönderilir, bu adam getirilir ve şöyle denilirdi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu şu âyeti sana nasıl okutup öğretti? O da, öğrendiği şekli söyler ve onun dediği gibi yazarlardı. İbn Şihab der ki: Günün birisinde "Tabut (sandık)" (el-Bakara, 2/248; Ta-ha, 20/39) kelimesinin yazılışında ihtilafa düştüler. Zeyd, "et-tâbûh" şeklinde yazılsın, deyince İbn ez-Zübeyr ile Said b. el-Asî: "et-tabut" şeklinde yazılması gerektiğini ileri sürdüler. Bu anlaşmazlıklarını Hazret-i Osman'a söyleyince o, "t" ile "et-tabut" şeklinde yazınız, dedi. Çünkü Kur'ân-ı Kerim Kureyş'in diliyle lehçesiyle nazil olmuştur. Bunu Buharı ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.[174] [115] İbn Atiyye der ki: Zeyd bu kelimeyi "h" ile "et-tabuli" şeklinde, Kureyş-liler ise "t" ile "et-tabut" şeklinde okudular, sonunda "t" ile tesbit ettiler ve mushaflar o günden bu yana hep bu şekilde yazılageldi. Hazret-i Osman da bundan nüshaları çoğalttı. Başka birisi der ki: Denildiğine göre çoğalttığı nüsha sayısı yedidir. Dört olduğu da söylenmiştir. Çoğunluk bu görüştedir. Hazret-i Osman bu nüshaları İslâm aleminin çeşitli yerlerine gönderdi: Irak'a, Şam'a ve Mısır'a birer ana mushaf gönderdi. O bölgelerin kurraları (Kur'ân okuyucuları) okuma tercihlerinde buna dayandılar. Onlardan herhangi bir kimse, kendisine ulaşan şekliyle bölgesindeki mushafa muhalefet etmedi. Ve bu yedi kıraat imamı arasında kimisinin artırdığı kimisinin eksilttiği şekliyle harflerde bir ayrılık yoktur. Çünkü onların her birisi, bölgesindeki mushaftan kendisine ulaşana ve kendisinin yaptığı rivayete dayanarak okumuştur. Hazret-i Osman da bu yerleri (kıraat ihtilafı olan yerleri) bazı nüshalarda yazmış, bazılarında yazmamıştır. Bununla her bir şeklin sahih olduğunu ve hepsini okumanın caiz olduğunu anlatmak istemiş idi. İbn Atiyye der ki: Daha sonra Hazret-i Osman, bu nüshaların dışında kalan mushaflann şeklindeki rivayete göre: yakılmasını veya (.....) şeklindeki rivayete göre de: parçalanmasını sonra da yere gömülmesini emretti. Ancak, burada "ha" harfinin noktasız olarak (yani yakılması anlamını veren) rivayeti daha güzeldir. Ebu Bekr el-Enbari "Kitabu'r-Red" adlı eserinde, Suveyd b. Gafele'nin şöyle dediğini zikretmektedir: Ben, Ali b. Ebi Talib (kerramellahü veche)'ı şöyle derken dinledim: İnsanlar! Allah'tan korkunuz, Osman hakkında aşırıya gitmekten ve onun için mushafları yakan kişi demekten çekininiz, vazgeçiniz. Allah'a yemin ederim o, bunları ancak biz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından bir grubun görüşüne dayanarak yapmıştır. Umeyr b. Said'den rivayete göre Ali b. Ebi Talib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Eğer Osman zamanında (onun yerine) ben vali (halife) olsaydım, onun mushaf-lara yaptığının aynısını ben de yapardım. Ebu'l-Hasan b. Battal der ki: Hazret-i Osman'ın Kur'ân'ı topladığı sırada sahi-felerin ve diğer mushaflann yakılmasını emretmesi, yüce Allah'ın isimlerinin yer aldığı kitapları yakmanın caiz olduğunu götermektedir. Böyle bir uygulama onlara bir ikramdır, ayaklar altında çiğnenmeye karşı durmadır. Yerde gelişigüzel, sağa sola atılmasına karşı onları muhafazadır. Ma'mer, İbn Tavus'tan, o babasından rivayetle: Yanında "rahman ve rahîm olan Allah'ın ismiyle" (besmele)nin yazılı olduğu mektuplar birikti mi, bu yazıların bulunduğu sahifeleri yakardı. Urve b. ez-Zübeyr de el-Harre gününde, yanında bulunan birtakım fıkıh kitaplarını yakmıştır. İbrahim ise, yüce Allah'ın adının zikredildiği sahifelerin yakılmasını mekruh görmüştür. Ancak yakılır diyenlerin görüşü doğruya daha yakındır. Nitekim Hazret-i Osman da bunu yapmıştır. Ümmetin konuşan dili olan Kadı Ebu Bekr der ki: İctihad ederek böyle bir kanaate varması halinde, İmam'ın (İslâm devlet başkanının, halifenin) Kur'ân-ı Kerim'in yazılı olduğu sahifeleri yakması caizdir. |