13 Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Bu Kur'ân Yedi Harf Üzere İndirilmiştir, Ondan Kolayınıza Geleni Okuyunuz"[154] [92] Âyetinin AnlamıMüslim, Ubeyy b. Ka'b'dan rivayet ediyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ğifaroğulla-rına ait küçük bir suyun yakınında bulunuyordu. Cebrail (aleyhisselâm) ona gelerek şöyle dedi: Allah sana Kur'ân-ı Kerim'i ümmetine tek bir okuyuş şekliyle okutmanı emrediyor. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'tan esenlik ve mağfiretini dilerim, fakat benim ümmetim buna güç yetiremez." Daha sonra ona ikinci bir defa geldi ve şöyle dedi: "Allah, sana bu Kur'ân-ı Kerim'i ümmetine iki şekilde okutmanı emrediyor." Hazret-i Peygamber yine: "Allah'tan mağfiret ve esenliğini dilerim. Benim ümmetim buna güç yetiremez" dedi. Daha sonra ona üçüncü bir defa gelerek şöyle dedi: Allah sana bu Kur'ân-ı Kerim'i ümmetine üç şekilde okutmanı emrediyor. Hazret-i Peygamber yine: "Allah'tan mağfiret ve esenliğini dilerim. Benim ümmetim buna güç yetiremez." dedi. Arkasından dördüncü bir defa gelerek şöyle dedi: "Allah sana bu Kur'ân-ı Kerim'i ümmetine yedi harf üzere okutmanı emretmektedir. Hangi şekilde okurlarsa isabet ederler."[155] [93] Tirmizî'nin yine Ubeyy b. Ka'b'dan rivayetine göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Cebrail'le karşılaşmış ve şöyle demiş: "Ey Cebrail, ben ümmi bir ümmete gönderilmiş bulunuyorum. Aralarında kocamış ve piri fani yaşlılar olduğu gibi, küçük çocuklar, küçük kızlar, hiçbir şekilde bir kitap okuyamayan adamlar da vardır." Ona şöyle dedi: "Ey Muhammed, Kur'ân yedi harf üzere nazil olmuştur" Tirmizî der ki, bu sahih bir hadistir.[156] [94] Buharî, Müslim, Muvatta, Ebu Davud, Nesaî ve diğer musannef kitaplar ile müsned kitaplarda Hazret-i Ömer'in Hişam b. Hakim ile başlarından geçen olay yer almaktadır. Bu başlığın sonlarında bu olay tamamı ile -inşaallah- zikredilecektir. İlim adamları "yedi harf" ile neyin kastedildiği ile ilgili olarak otuzbeş ayrı görüş ortaya atmışlardır ki bunları Ebu Hatim Muhammed b. Hibbân el-Bustî tek tek sıralamıştır. Biz, bunlardan bu kitabımızda sadece beş görüşü alacağız. 1- Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. Vehb, Taberî, Tahavî ve benzeri ilim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre, yedi harften kasıt, birbirinden farklı lâfızlar ile anlatılan birbirine yakın manalar ve şekillerdir: kelimeleri gibi. (Üç kelime de: Gel! anlamındadır). Tahavî der ki: Bu hususta kaydedilen en açık rivayet, Ebu Lekre'den gelen şu hadistir: Cebrail, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip, bir harf (şekil) üzere oku, dedi. Mi-kail ise, ona: Daha fazlasını iste! deyince bu sefer Cebrail: İki harf üzere oku, dedi. Yine Mikail: Daha da arttır, dedi. Nihayet yedi harfe kadar çıktı. Ve şöyle dedi: Oku, hepsi şifadır ve yeterlidir. Ancak rahmet âyetini, azap âyetine, yahut azap âyetini rahmet âyetine karıştırmamalısın. gibi.[157] [95] (İlk üç kelimenin anlamı, "gel" ondan sonraki kelimelerin anlamı ise "git, çabuk ol, acele et")tir. Verkâ, İbn Ebi Necih'ten, o Mücâhid'den, o İbn Abbas'tan, onun da Ubeyy b. Ka'b'dan rivayetine göre Ubeyy b. Ka'b: İman edenlere: Bizi bekleyin.....derler." (el-Hadid, 57/13.) âyetini aynı veya yakın anlamları ifade eden:"İman edenlere bizi bekleyin; bizim için gecikin, bizi gözetleyin derler" şeklinde okurdu. Yine aynı isnadla gelen bir rivayete göre Ubeyy yüce Allah'ın: Onları aydınlattıkça da ışığında yürürler" (el-Ba-kara, 2/20) âyetini (yakın anlamlarda): ışığında yürürler, ışığında koşarlar" şeklinde okurdu. Buharî ve Müslim'deki rivayete göre ez-Zühri şöyle demiştir: Bu harfler, (yani okuyuş şekilleri) tek bir emir ile ilgilidir. Bunlar dolayısıyla helal ve haramda değişiklik olmaz.[158] [96] Tahavî der ki: Harflerde (kıraat şekillerinde)ki insanlara tanınan genişlik, onların Kur'ân-ı Kerim'i lehçelerinden farklı bir şekilde öğrenmekten acze düşmeleri idi. Çünkü onlar, çok azı müstesna yazmasını bilmeyen ümmi bir topluluk idiler. Belli bir lehçeyi kullanarak konuşan kimselerin başka bir lehçeye göre okumaları zor geldiğinden bunu yapacak olsa bile, ancak büyük bir külfeti gerektirdiğinden mana bir olduğu vakit, farklı lâfızlar kullanmak hususunda onlara bir genişlik tanındı. Onlar aralarında yazı yazmasını bilenlerin sayısı çoğalıncaya kadar ve lehçeleri Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kullandığı lehçeye alışıncaya kadar bu durumları devam etti. Artık bundan sonra, Kur'ân'ın lâfızlarını ezberleyebilecek hale geldiler. İşte o vakit, bu lehçeden farklı bir şekilde okumalarına imkan kalmadı. İbn Abdi'1-Berr der ki: İşte bununla bu yedi harfin bunu gerektiren özel bir zaruret dolayısıyla belli bir süre sözko-nusu olduğu, daha sonra bu zaruretin kalktığı, zaruret kalkınca da bu yedi harfin hükmünün kalkıp artık Kur'ân-ı Kerim'in tek bir harf (şekil) üzere okunması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Ebu Davud rivayet ediyor... Ubeyy dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana şöyle dedi: Ey Ubeyy, bana Kur'ân-ı Kerim okutuldu ve bana: Bir veya iki harf üzere (oku) denildi. Benimle birlikte bulunan melek: İki harf üzere olsun de, deyince, bu sefer bana: İki veya üç harf denildi. Beraberimde bulunan melek, üç harf üzere dedi ve nihayet yedi harfe kadar çıktı. Daha sonra şöyle dedi: Sen azap âyetini rahmet âyetine, yahut rahmet âyetini azap âyetine karıştırmadığın sürece, herşeyi işitendir, herşeyi bilendir, yerine azizdir, hakimdir diyecek olursan hepsi de yerindedir, yeterlidir."[159] [97] Sabit b. Kasım, bu hadisin bir benzerini Ebu Hureyre yoluyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayet ettiği gibi, İbn Mes'ud'un sözü olarak da buna yakın ifadelerle rivayet etmektedir. Kadı Ebu Bekr Muhammed b. et-Tayyib el-Bâkillânî der ki: Bu rivayet (Hazret-i Ubeyy'in rivayet ettiği hadisi kastediyor), eğer sabit ise, bunun önce mutlak olarak serbest bırakıldığını sonra da neslıedildiğini kabul etmek ve bu şekilde yorumlamak gerekir. Bugün için insanların, bir yerde bulunan yüce Allah'ın hehangi bir ismini anlamı uygun olsun yahut olmasın, bir başka ismiyle değiştirmesi caiz değildir. 2- Bazılan şöyle der: Yedi harften kasıt, Yemenlisiyle, Nizârıyla, bütün Arap-ların lehçelerine uygun yedi ayrı lehçedir. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu lehçeler arasında bilmediği bir lehçe yoktur. Ayrıca ona "cevamiu'l-kelim (kapsamlı sözler)" de verilmiştir. Bunun anlamı bir harfin yedi şekilde olması değildir. Bundan kasıt, Kur'ân-ı Kerim'de değişik yerlerde görülen birbirinden farklı kelimelerdir. Bu kelimelerin kimisi Kureyş lehçesine göre, kimisi Huzeyl, kimisi Hevazin, kimisi de Yemen lehçesine göredir. el-Hattabi der ki: Kur'ân-ı Kerim'de yedi şekilde okunan bir takım buyruklar yer almaktadır. Bunlar ise yüce Allah'ın: "ve tağuta ibadet eder" (el-Maide, 5/60); Yarın onu bizimle beraber gönder de bol bol yesin ve oynasın." (Yusuf, 12/12) âyetlerini ve bunların okunuş biçimlerini zikretmektedir. Bununla Hattabi, Kur'ân-ı Kerim'in bir kısmının -hepsinin değil- yedi harf üzere nazil olduğu kanaatini benimsiyor gibidir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'in yedi harf, yani yedi lehçe üzere nazil olduğu görüşünü kabul edenler arasında Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam da vardır. İbn Atiy-ye de bu görüşü seçmiştir. Ebu Ubeyd der ki: Bazı kabileler bu açıdan diğer kabilelere göre daha şanslıdırlar, daha çok pay sahibi olmuşlardır. Daha sonradan İbn Şihab'ın Enes'ten şu rivayetini kaydetmektedir: Hazret-i Osman, ilgili heyete mushaflan yazmalarını emr edince şunları söylemiştir: Sizin ile Zeyd arasında yazım bakımından ihtilafa düştüğünüz yerler olursa, orayı Kureyş lehçesine göre yazınız. Çünkü Kur'ân onların lehçesiyle inmiştir. Bunu'Bu-harî zikretmektedir.[160] [98] Ayrıca İbn Abbas'ın şöyle dediğini de zikretmektedir: Kur'ân-ı Kerim iki Ka'b'ın; Kureyş Ka'bı'yla Huzaalıların Kâ'b'ı lehçesiyle inmiştir. Ona: Bu nasıl olur? diye sorlunca şöyle demiştir: Çünkü bunların yurtları birdir. Ebu Ubeyd de der ki: İbn Abbas Huzaalıların Kureyşlilerin komşusu olduğunu ve onların lehçelerini kullandıklarını kastetmektedir. Kadı Mulıammed b. et-Tayyib Ebu Bekr el-Bakillânî der ki: Hazret-i Osman: Çünkü Kur'ân Kureyş lehçesiyle inmiştir, sözleriyle onun büyük bir çoğunluğu onların lehçesiyle inmiştir, demek istiyor. Kur'ân-ı Kerim'in tümünün sadece Kureyş lehçesiyle indirilmiş olduğuna dair kafi bir delil bulunmamaktadır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de Kureyş lehçesinden farklı birtakım kelimeler ve okuyuşlar vardır. Yüce Allah da: "Muhakkak Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik." (ez-Zuhruf, 43/3) diye buyurmaktadır. Kureyş lehçesiyle bir Kur'ân olarak indirdik, dememektedir. Bu, Kur'ân-ı Kerim'in bütün Arapla-rın dilini kuşatacak şekilde indirildiğini göstermektedir. Hiçbir kimse kalkıp: Bu ifadeleriyle sadece Kureyş Arapları kastedilmiştir, diyemez. Nitekim: Kahtanlılar dışında sadece Adnanîlerin lehçesi yahut Mudarlılar dışında Ra-biahların lehçesini kastetmiştir, de diyemez. Çünkü "Arap" ismi bütün bu kabileleri eşit şekilde kapsamaktadır. İbn Abdi'1-Berr der ki: Bana göre, Kur'ân-ı Kerim Kureyş lehçesiyle nazil olmuştur, diyenlerin sözü; çoğunlukla bu şekildedir, anlamındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Çünkü hemzelerin tahkiki ve buna benzer Ku-reyş lehçesinde bulunmayan okuyuş şekilleri, sahih kıraatler arasında vardır. Kureyşliler ise hemzeli okumazlar. İbn Atiyye der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Kur'ân-ı Kerim yedi harf üzere nazil olmuştur" âyetinin anlamı şudur: Kur'ân-ı Kerim'de yedi kabilenin ibaresi, (anlatım üslubu, lehçesi) vardır. Kur'ân hepsinin lehçesi ile inmiştir. Kimi zaman anlatmak istediğini Kureyşlilerin kullandığı ifadelerle, kimi zaman Huzeyllilerin kullandıkları ifade ile anlatır. Kimi zaman da başkalarının ifadesiyle anlatır. Bu ise daha fasih ve daha kısa sözlerle (veciz) anlatım esas alınarak yapılır. Mesela, (....) kelimesi, Kureyşlilerden olmayanlara göre, başlamak, birşeyi yaratıp yapmak anlamındadır. Kur'ân-ı Kerim'de bu kelime yer almıştır. İbn Abbas, bunun ne demek olduğunu bir kuyu ile ilgili olarak davalaşmaya gelen iki bedevinin konuşmalarını dinleyinceye kadar iyice anlayamamıştır. Gelen bu bedevilerden birisi: Onu ilk olarak ben açtım" dedi. İbn Abbas bununla ilgili olarak şöyle der: İşte ben o vakit yüce Allah'ın: Gökleri ve yeri yoktan var edendir" âyetinin ne demek olduğunu anladım. Yine İbn Abbas şöyle demiştir: Ben yüce Allah'ın: Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasını Sen hak ile ayır (hükmet), Sen ayıranların (hükmedenlerin) en hayırlısısın."(el-A'raf, 7/89) âyetini Zuyezen'in kızını, kocasına: Gel seninle mahkemeleşelim anlamında: dediğini işitince-ye kadar bilemiyordum. Ömer b. el-Hattab da yüce Allah'ın: Yoksa onlar kendilerini yavaş yavaş (azaltarak) cezalandıracağı korkusundan (emin mi oldular)?" (en-Nahl, 16/47) âyetinin ne anlama geldiğini bilemiyordu. Aynı şekilde Kutbe b. Malik, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın namazda yüce Allah'ın: Büyük ve yüksek hurma ağaçları" (Kaf, 50/10) âyetini okuduğunu işittiğinde de aynı durum sözkonusu olmuştur. Bunu Müslim "sabah namazında kıraat" başlığı altında zikretmektedir.[161] [99] Buna benzer başka örnekler de vardır. 3- Bu yedi lehçe, Mudarlıların arasındaki lehçelerdir. Yalnız onlar hakkında sözkonusudur. Bunu bir topluluk ileri sürmüş ve Hazret-i Osman'ın: "Kur'ân Mudar lehçesiyle nazil olmuştur" ifadesini delil göstermişlerdir. Bunlar derler ki: Bu yedi lehçenin bir kısmı Kureyşin, bir kısmı, Kinanenin, bir kısmı Esedlilerin, bir kısmı Huzeyllilerin, bir kısmı Teymlilerin, bir kısmı Dabbli-lerin, bir kısmı da Kayslıların olabilir. Bunlar Mudar'a mensup kabileler olup bu şekilde yedi ayrı lügati (lehçeyi) kapsamaktadırlar. İbn Mes'ud da mushaf yazıcılarının Mudarlı olmasını severdi. Ancak başkaları bütün bu yedi kıraatin Mudarhlara münhasır kalmasını kabul etmez ve şöyle derler: Mudarlıların istisnaî bir takım söyleyişleri vardır ki, bunlara göre Kur'ân-ı Ke-rim'in okunması caiz değildir. "Kayslıların keşkeşesi" diye bilinen okuyuş ile "Temimlilerin Temtemesi" diye bilinen okuyuş şekilleri gibi. Kayslıların keşkeşesi şudur: Onlar müenneslere ait kâfi, şîn şeklinde telaffuz ederler. Mesela yüce Allah'ın: Rabbin senin altında bir nehir akıttı" (Meryem, 19/24)'deki âyetini: şeklinde okurlar. Temimlilerin Temtemesine gelince, mesela onlar, (insanlar anlamına gelen): "en-nâs" diyecek yerde "en-nât" derler. (Keseler anlamına gelen) "ekyâs" diyecek yerde "ekyât" derler. Bu görüşü reddedenler bu örneklere dikkat çektikten sonra derler ki: İşte bu tür söyleyişler (lehçeler), Kur'ân-ı Ke-rim'de kullanılmaz. Seleften de bu tür okuyuşlar nakledilmiş değildir. Baş-kalan da şöyle demektedir: Hemzenin "ayn" diye değiştirilmesi ve boğaz harflerinin birinin diğerinin yerine kullanılması ise fasih konuşanlarca da kullanıldığı şekil, meşhur olan bir kullanış şeklidir. Çoğunluk da böyle okumuş-tur. Buna delil olarak da İbn Mes'ud'un: Onu bir süreye kadar zindana atmayı uygun gördüler" (Yûsuf', 12/35) (Burada yer alan kelimesi diğer okuyuşlarda "ha harfiyle okunur. Bu kıraat şeklini Ebu Davud zikretmektedir. Ayrıca bunlar Zu er-Rimme'nin şu beyitini de delil gösterirler: "Gözlerin onun gözleri, gerdanın onun gerdanı Teninin rengi onunki gibi, şu kadar var ki o bu kadar uzun değildir." Burada şair diyecek yerde "ayn" harfiyle demiştir. 4. Bunu ed-Delail müellifi ilim adamlarından birisinden nakletmektedir. Buna yakın bir görüşü de Kadı İbnu't-Tayyib (el-Bâkıllâni) anlatmaktadır. O şöyle diyor: Ben kıraatlerdeki farklılıkları iyice tetkik ettim. Bunların yedi türlü olduğunu gördüm: a- Harekesi değişmekle birlikte manası ve şekli değişmeyen: "Onlar sizin için daha temizdir" (Yusuf, 78.) âyetindeki kelimesini şeklinde okumak. "Vegöğsüm daralır" (Şuara, 13) âyetlnde yer alan şeklindeki kelimeyi şeklinde okumak gibi. b- Yazı şekli değişmemekle birlikte i'rab dolayısıyla anlamı değişen okuma şekilleri. Mesela: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını uzaklaştır" (Sebe, 34/19) âyetlnde yer alan kelimesini, şeklinde okumak gibi.[162] [100] c- Şekli aynen kalmakla birlikte harflerinin değişmesi sebebiyle anlamı da değişen okuma şekilleri. Mesela: Onları birleştiririz....." (el-Bakara, 2/259) kelimesini (Onları canlandırırız anlamına gelecek şekilde) şeklinde okumak. d- Bazı kıraat şekillerinde okuma şekilleri değişmekle birlikte anlamı olduğu gibi kalmaktadır. "Atılmış yün gibi" (el-Karia, 101/5) buyruğun "yün gibi" anlamına gelen kelimesini aynı anlama gelen şeklinde okumak gibi. e- Şekli de manası da değişen kıraatlere örnek: Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları..." (el-Vakıa, 56/29) âyetini "Birbirine geçmiş olgunlaşmış meyveler" anlamına gelecek şekilde: şeklinde okumaları gibi. f- Bazı kıraatlerde de takdim ve te'hir edilir: Ölüm baygınlığı hak olarak gelmiş olacaktır." (Kaf, 50/19) âyetini "Hak baygınlık ile ölüm gelmiş olacaktır" anlamına gelecek şeklinde okumak gibi. g- Kimi okuyuşlarda da fazlalık ve eksiklik vardır. Yüce Allah'ın şu âyetlerinde olduğu gibi: Doksandokuz koyun" dedikten sonra "dişi" anlamına gelen kelimesinin ilavesiyle okunması. (Sa'd, 38/23) Yine yüce Allah'ın: Çocuğa gelince, onun anne babası mü'min idiler" (el-Kehf, 18/80) âyetini: Çocuğa gelince o kafir idi, anne babası ise mümin idiler" şeklinde okumak; Muhakkak Allah onların zorlanmasından sonra Gafurdur, Rahimdir" (en-Nur, 24/33) âyetini: Muhakkak Allah onların zorlanmasından sonra onlar için gafurdur, rahimdir" şeklinde okumak gibi. 5- Yedi harften kasıt, yüce Allah'ın Kitabı'nda yer alan şu hususlardır: Emir, nehiy, vad, vaîd (tehdid), kıssa, tartışma ve misaller. İbn Atiyye der ki: Bu zayıf bir görüştür. Çünkü buna "harf" ismi verilmez. Diğer taraftan genişliğin helali helal kılmak veya herhangi bir manayı değiştirmek hakkında söz konusu olmadığı üzerinde icma vardır. Kadı Ebu Bekr İbnu't-Tayyib el-Bakıl-lânî bu anlamda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen bir hadis zikretmekte sonra da şunları söylemektedir: Fakat Hazret-i Peygamber'in okumalarına cevaz verdiği bu şekil değildir. Burada "harf" cihet ve şekil demektir. Yüce Allah'ın: İnsanlardan kimisi Allah'ı bir harf (bir uçurumun) kenarında imiş gibi ibadet eder." (el-Hacc, 22/11) âyetlnde yer alan "harf" kelimesi, bu anlamdadır. Bu hadisin helal kılmak, haram kılmak ve buna benzer yedi ayn yol anlamına geldiği söylenebilir. Hazret-i Peygamber'in: "Kur'ân yedi harf üzere indirilmiştir" âyeti ile yedi kıraat imamının okuduğu yedi kıraat olduğu da söylenmiştir. Çünkü bu yedi kıraatin hepsi de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sahih yollarla bize ulaşmıştır. Ancak böyle bir görüş -ileride açıklanacağı üzere açıkça batıl olduğundan dolayı- hiçbir değer ifade etmez. |