Geri

   

 

 

İleri

 

5 Kur'ân'ı Öğrenen Kimsenin Dikkat Etmesi ve Gafil Olmaması Gereken Hususlar

Bunların başında Kur'ân'ı ezberleyip öğrenmek isteğinde önceden de be­lirttiğimiz gibi, Allah'a ihlasla yönelmesi, gece gündüz namazda yahut nama­zın dışında olsun -onu unutmamak üzere- kendisini Kur'ân-ı Kerim'i okumaya vermesi gelir. Müslim'in İbn Ömer'den rivayetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöy­le buyurmuştur: "Kur'ân'ı ezberlemiş olan kimsenin durumu, bağlı deve sa­hibinin durumuna benzer. Eğer onu gözünden uzak tutmaz ve kontrol eder­se elinde tutar. Eğer bağını çözerse çeker gider. Kur'ân hıfzetmiş kimse de geceleyin ve gündüzün namaz kılıp Kur'ân okur ise Kur'ân'ı hatırlar, unut­maz. Eğer (çokça.) namaz kılıp okumazsa onu unutur."[130] [61]

Kur'ân'ı hıfzetmiş olan bir kimsenin Allah'a hamdeden bir kul olması ge­rekir. O'nun nimetlerine şükreden, Allah'ı zikreden, Allah'a tevekkül eden, Allah'tan yardım isteyen, O'na yönelme arzusunu taşıyan, O'na sıkı sıkı bağlanan, ölümü hatırından çıkarmayan ve ölüme hazır bir kimse olmalıdır.

Yine Kur'ân hafızının günahlarından korkması, Rabbinin affını uman bir kimse olması gerekir. Sağlıklı halinde korku ona baskın olmalıdır. Çünkü son nefeslerini ne halde vereceğini bilmemektedir. Eceli yaklaştığında ise Allah'ın rahmeti onun nefsinde daha bir yer etmelidir. Çünkü bu durumda Allah, hak­kında hüsn-ü zan beslemek gerekir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ölü­münüz halinde her biriniz mutlaka Allah hakkında hüsn-ü zan beslesin."[131] [62] Yani Allah'ın kendisine rahmet ve mağfiret edeceği zannını taşısın.

Kur'ân hafızının, çağının insanlarını iyi bilen birisi olması gerekir. Yöne­tim ve yöneticilerin zararlarına karşı kendisini korumaya çalışmalıdır. Nefsi­ni kurtarmaya, canını tehlikelerden uzak tutmaya gayret etmelidir. Dünyalı­ğından gücü yettiği kadarını önünden göndermeli (tasadduk etmeli) ve bü­tün bu hususlarda nefsine karşı gücü yettiği kadar mücahede etmelidir.

Kur'ân'ı hıfzeden bir kimsenin en çok önem verdiği şey, dininde vera' sa­hibi olmak, Allah'ın kendisine emrettiği ve nehyettiği bütün hususlarda Al­lah'a karşı takvâlı olmak, O'nun gözetiminde olduğunu unutmamak olmalı­dır. İbn Mes'ud der ki: Kur'ân okuyan kimsenin, insanlar uyuduğunda ge­cesiyle (yaptığı ibadetiyle) bilinmeli, insanlar uyandığında gündüzü ile, in­sanlar gördüğünde ağlamasıyla, insanlar lafa daldıklarında susmasıyla, insan­lar böbürlenip durduklarında alçakgönüllülüğü ile, insanlar sevindiklerinde de üzüntüsüyle tanınmalı, bununla ayırt edilmelidir.

Abdullah b. Amr der ki: Kur'ân'ı hıfzetmiş bir kimsenin, lafa dalanlarla bir­likte dalmaması, cahillik edenlere karşı cahillik etmemesi gerekir. Aksine o, Kur'ân hatırı için affedip bağışlayabilmelidir. Çünkü onun göğsünde yüce Allah'ın kelamı vardır.

Yine Kur'ân hafızının şüpheli yollardan kendisini koruması gerekir. Kur'ân meclislerinde ve başka meclislerde, gülmesini ve faydasız konuşma­sını azaltmalıdır. Başkasının kötülüklerine karşı tahammül etmeye ve vakar sahibi olmaya kendisini zorlamalıdır.

Kur'ân hafızı, fakirlere karşı alçakgönüllü olmalı. Büyüklenmekten, ken­disini beğenmişlikten uzak durmalıdır. Eğer fitneye düşmekten korkarsa, dün­yadan ve dünyalık peşinde koşanlardan uzak durmalı, gereksiz tartışma ve iddialaşmaları terketmelidir. Kendisini yumuşak davranmaya ve edeb sınır­ları içinde kalmaya zorlamalıdır.

Kötülük etmeyeceğinden emin olunan, hayrı umulan, zararından uzak ka­lınan, laf götürüp getiren dedikoduculara kulak asmayan, onları dinlemeyen, hayırda kendisine yardımcı olacak, kendisine doğruyu, güzel ahlakı göste­recek olanlarla ve hayrı kendisine güzel gösterecek, çirkin göstermeyecek kimselerle arkadaşlık yapmalıdır.

Kur'ân'ın hükümlerini öğrenmelidir. Allah'ın emrinden neyi murad ettiği­ni, kendisine neyi farz kıldığını anlamalıdır. Böylelikle okuduğundan fayda­lansın ve okuduğu hükümlerin gereğince amel etsin. Ezberinden Kur'ân-ı Kerim'in farz ve hükümlerini ezbere okuduğu halde, okuduğunun ne anlama geldiğini bilmeyen kimsenin bu durumundan daha çirkin ne olabilir!? Böy­le bir kimse, anlamını bilmediği şey ile nasıl amel edebilecektir? Okuduğu Kur'ân'ın incelikleri hakkında kendisine soru sorulduğu halde bunları bilme­mesi ne kadar çirkindir? Bu durumda olan kimse, olsa olsa koca koca kitap­lar yüklenmiş eşeğe benzer.

Kur'ân hafızının Allah'ın, İslâm'ın ilk dönemlerinde kullarına ne şekilde hitap ettiğini, Kur'ân'ın sonraki nüzul dönemlerinde de onları neye teşvik et­tiğini, İslâm'ın ilk dönemlerinde Allah'ın neleri farz kıldığını, daha sonraki dönemlerde ise bu farzlara neleri eklediğini bilip biribirinden ayırt edebil­mesi için Kur'ân'ın Mekkî olanını Medenî olanından ayırt etmesi gerekir. Çün­kü Kur'ân-ı Kerim'in çoğu yerinde, Medenî olan buyruklar Mekkî olanları nes-heder. Mekkînin Medeni âyetleri neshetmesine ise imkan yoktur. Çünkü mensuh (neshedilen) nesneden (nâsih)e göre daha önceki dönemlerde nazil ol­muştur. Hafızın i'rabı ve Kur'ân-ı Kerim'deki ğarib lâfızları bilmesi de onun için bir kemal sebebidir. Çünkü bunları bilmesi, okuduğunu iyice anlama­sına, öğrenmesine kolaylık sağlar, okuduğu buyruklar ile ilgili şüphelerini or­tadan kaldırır.

Ebu Cafer et-Taberi der ki: el-Cermi'yi şöyle derken dinledim: Otuz yıl­dan beri, fıkıh ile ilgili mes'elelerde Sibeveyh'in Kitabından hareketle fetva veriyorum. Muhammed b. Yezid der ki: Çünkü Ebu Ömer el-Cermi, hadis bi­len birisi idi. Sibeveyh'in Kitabını öğrenince hadisteki fıkhı da öğrenmiş ol­du. Çünkü Sibeveyh'in Kitabından düşünme ve tefsiri öğreniyordu. Daha son­ra bu öğrendiklerinden hareketle Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sabit olarak nakledi­len Sünnetleri, tetkik ediyordu. İşte bunları öğrenerek kişi, aziz ve celil olan Allah'ın Kitabı'ndaki muradını anlar. Ve bunlar Kur'ân hükümlerini alabildi­ğine açar. ed-Dahhak, yüce Allah'ın:

"Fakat öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğumuz kitap sayesinde Rabbaniler olunuz." (Al-i İmran, 3/79) âyeti ile ilgili olarak şunları söylemektedir: Allah'ın Kitabı'ni öğrenen bir kim­se fakih olmakla yükümlüdür.

İbn Ebi'l-Havârî der ki: Yüz seksenbeş yılında bir grup ile birlikte Fudayl b. İyad'ın yanına gittik. Kapıda durduk. İçeri girmek için bize izin vermedi. Birisi şöyle dedi: Eğer bunun dışarı çıkacağı varsa ancak Kur'ân okunduğu için dışarı çıkar. Biz de Kur'ân okuyan birisine okumasını söyledik. O da oku­maya başlayınca Fudayl bize, küçük bir pencereden baktı. Biz de: Esselamu aleyke ve rahmetullah, dedik. O: Ve aleykümu's-selam deyince şöyle dedik: Nasılsın ey Ebu Ali, halin nicedir? Şöyle dedi: Ben Allah'ın verdiği afiyette­yim. Fakat sizden yana da eziyet çekiyorum. Sizin içinde bulunduğunuz bu durum İslâm'da görülmedik bir haldir (bid'attir). O bakımdan inna lillah ve inna ileyhi râciûn, diyorum. Bizler ilmi bu şekilde talep etmiyorduk. Fakat hocalara gider ancak onlarla birlikte oturmaya kendimizi ehil görmezdik. O bakımdan onlardan uzakça bir yerde oturur ve farketmeden onları dinleme­ye çalışırdık. Bir hadis geçti mi, onlardan bu hadisi tekrarlamalarını ister ve kaydederdik, sizler ise cahillikle ilmi talep ediyorsunuz. Allah'ın Kitabı'nı da zayi etmiş bulunuyorsunuz. Eğer sizler gerçekten Allah'ın Kitabı'nı talep etseydiniz, arzuladığınız şeylerin şifasını orada bulurdunuz. Biz, Kur'ân'ı öğ­rendik deyince, şöyle dedi: Sizin Kur'ân'ı öğrenebilmenize ömürleriniz ve ço­cuklarınızın ömürleri de yetmez. Biz: Bu nasıl olur, ey Ali'nin babası deyin­ce, şöyle dedi: Sizler Kur'ân'ın i'rabını bilmedikçe, muhkem âyetlerini müteşabih olanlarından, nâsihini mensûhundan ayırd edemedikçe Kur'ân'ı öğ­renmiş olamazsınız. Bunları öğrendiğiniz takdirde ise Fudayl'in ve İbn Uyeyne'nin sözlerine de ihtiyacınız kalmaz. Daha sonra şöyle dedi: Kovulmuş olan şeytandan işiten, bilen Allah'a sığınıyorum. Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle: "Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, kalplerde olanlara bir şi­fa, mü'minler için de bir hidayet ve rahmet gelmiştir. De ki: Allah'ın lütuf ve rahmeti ile ... ve yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplaya geldik­lerinden daha hayırlıdır." (Yunus, 10/57-58) âyetlerini okudu.

Derim ki: İşte Kur'ân okuyucusu bu mertebelere ulaştı mı, o kimse Kur'ân'ı iyice okuyup belleyen Furkân'ın bilgisini elde eden bir kimse olur. Allah'ın kolaylık verdiği kimse için bu mertebelere ulaşmak zor birşey de­ğildir. Kur'ân'ı öğrenirken veya öğrendikten sonra -önceden de açıkladığı­mız şekilde- niyetini Allah için halis kılmadığı sürece, Kur'ân öğrenenin sö­zünü ettiğimiz bu hususlardan herhangi bir şekilde yararlanması sözkonusu değildir. Öğrenci, kimi zaman öğrenmek ve dünyada şeref sahibi olmak arzusuyla ilmi talep etmekle işe başlar. İlmi kavraması devam ederken bu ka­naatinde hatalı olduğunu öğrenir, bundan dolayı tevbe eder, Allah için niye­tini halis kılar. Bununla bu sefer yararlanır ve halini düzeltir.

el-Hasen der ki: Bizler önceleri ilmi dünya için talep ederdik. O bizi âhi-rete çekti. Süfyan es-Sevri de aynı şeyi söyler. Habib b. Ebi Sabit de der ki: Biz, bu işi önceleri hiçbir niyetimiz olmaksızın talep ettik. Niyet sonradan geldi.