Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

565

 

068 - KALEM SÛRESİ

 

CÜZ :

29

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

43

Gözleri önlerine eğilmiş, kendilerini de bir zillet kaplamış olarak. Halbuki onlar sapasağlam iken secdeye çağırılıyorlardı.

"Gözleri önlerine eğilmiş... olarak"zelil ve mütevazı bir halde demektir.

"Önlerine eğilmiş... olarak" lâfzı hal olarak nasbedilmiştir.

"Kendilerini bir zillet kaplamış"olacaktır. Çünkü mü’minler başlarını ve yüzlerini kaldırdıklarında kardan da daha beyaz olacaktır. Münafıklarla kâfirlerin ise yüzleri katrandan daha da kara bir renk alacak şekilde kararacaktır.

Derim ki: Ebû Mûsa ile İbn Mes’ûd'un rivâyet ettikleri hadisleri mana itibariyle Sahih-i Müslim'deEbû Said el-Hudri'den ve başkaları tarafından gelen rivâyetlerle sabittir, Buhâri, IV, 1671-1672, VI, 2706-2707; Müslim, I, 167-170

"Halbuki onlar" dünyada

"sapasağlam iken" sağlık ve afiyet içindeyken

"secdeye çağrılıyorlardı."

İbrahim et-Teymî dedi ki: Onlar ezan ve kamet ile(namaza) çağırıldıkları halde bu çağrıya uymayı kabul etmiyorlardı.

Said b. Cubeyr dedi ki: Onlar:

"Haydi felâha" nidasını işitiyorlar fakat buna icabet etmiyorlardı,

Ka'b el-Ahbâr dedi ki: Allah'a yeminederim ki, bu âyeti kerîme cemaatlerden geri kalan kimseler dışında, kimse hakkında inmiş değildir.

Yani onlar şeriatte kendilerine yöneltilmiş teklifi emirlerle (secdeye davet ediliyorlardı) diye de açıklanmıştır. Anlam birbirine yakındır. el-Bakara Sûresi'nde (2/43. âyet, 12. başlıkta) cemaatle namaz kılmanın vücubuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. er-Rabî' b. Haysem felç olmuştu. Bununla birlikte iki kişi arasında tutunarak mescide gidiyordu. Ey Ebû Zeyd evinde namaz kılsan olmaz mı? Şüphesiz bu senin için bir ruhsattır, denilince şöyle dedi: "Haydin felâha" sesini işiten herkes yüzüstü emekleyerek dahi olsa o çağrıya icabet etsin.

Said b. el-Müseyyeb'e şöyle soruldu: Târık seni öldürmek istiyor, ortadan kaybol. Şöyle dedi: Allah'ın da bana güç yetiremeyeceği bir şekilde mi? Ona: Evinde otur denilince, o: Ben "haydi felâha" nidasını duyacağım da ona cevap vermeyeceğim öyle mi?

44

Artık Beni bu sözü yalanlayanlarla başbaşa bırak! Biz onları bilmeyecekleri bir yerden derece derece azaba yaklaştıracağız.

"Artık beni bu sözü" es-Süddîye göre Kur'ân'ı, kıyâmet günü de denilmiştir

"yalanlayanlarla başbaşa bırak!"Beni onlarla başbaşa bırak!

"Yalanlayanlarla" lâfzında ki:

"larla" mef'ûlün meali yahutta;

"beni... bırak" fiilindeki mütekellhn zamire atfedilmiştir.

Bu âyet Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir tesellidir.Yani onları cezalandıracak olan Benim, onlardan Ben intikam alacağım. Daha sonra şöyle buyurmaktadır:

"Biz onları bilmeyecekleri bir yerden derece derece azaba yaklaştıracağız." Bu; onları kendileri bilmeksizin, gafilken azâb ile yakalayacağız, demektir. Bu sebeple Bedir gününde azaba uğradılar.

Süfyan es-Sevrî dedi ki: Onlara dört bir yandan nimetlerimizi verecek ve şükretmeyi unutturacağız.el-Hasen dedi ki: Kendisine ihsan edilmek suretiyle derece derece azaba yaklaştırılan nice kimseler, kendisine övgülerle fitneye maruz kalan nice kimseler, günahları örtülmek suretiyle aldanışa kapılan nice kimseler vardır.

Ebû Ravk dedi ki: Onlar herbir günah işlediklerinde biz onlara bir başka nimet veririz ve onlara mağfiret dilemeyi unuttururuz.

İbn Abbâs dedi ki: Biz onlara karşı tuzak kuracağız. Şöyle de açıklanmıştır; Bu onları azar azar azaba yaklaştırmakla ve onlara azâbı ansızın göndermemekle olur. Bir hadiste belirtildiğine göre İsrailoğullarındân bir kişi şöyle demişti: "Rabbim ben sana nicedir isyan ettiğim halde, sen beni cezalandırmıyorsun? Bunun üzerine yüce Allah onların dönemlerindeki peygambere vahyederek: Ona de ki: Benim senin üzerinde nice azabım var ki sen bunun farkında bile değilsin. Gözlerinin donması, kalbinin katılaşması, Benim seni derece derece azaba yaklaştırmamdır, senin için bir cezadır eğer aklını kullanacak olursan, anlarsın" diye buyurdu.

"İstidrâc: Derece derece azaba yaklaştırmak" acilen ceza vermemektir. Asıl anlamı tedricî bir şekilde bir halden bir hale nakletmek, aktarmak demektir.(Basamağa) "derece" denilmesi de buradan gelmektedir. Derece, bir konumdan sonraki bir diğer konumdur. "Filan kişi filanın yanında bulunanları azar azar çıkardı" demektir.(......) ile aynı anlamda olup "onu bu işe tedrici olarak yaklaştırdı, kendisi de yaklaştı" demektir.

45

Ben onlara mühlet veriyorum. Muhakkak Benim onlara karşı tedbirim sapasağlamdır.

"Ben onlara mühlet veriyorum."Onlara süre tanıyor, sürelerini uzatıyorum. " Bir zaman süresi" demektir. "Allah ona süresini uzattı" anlamındadır, " Gece ve gündüz"e denilir.

"Ben onlara mühlet veriyorum" âyetinin, acilen onları öldürmüyorum anlamında olduğu da söylenmiştir ki; anlam birdir. Buna dair açıklamalar daha önce el-A'raf Sûresi'nde (7/182-183. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Muhakkak Benim onlara karşı tedbirim sağlamdır." Yani, şüphesiz ki Benim azabım pek güçlü ve çetindir. Kimse Benden kurtulamaz.

46

Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun da onlar da bir borçtan dolayı ağır bir yük altında mı bırakıldılar?

Bu âyetle, tekrar daha önce zikredilen:

"Yoksa onların ortakları mı var?"'(41. âyet) âyetine dönmektedir.Yani sen kendisine davet ettiğin Allah'a îman etmek karşılığında kendilerinden bir mükâfat mı arıyorsun? Bundan dolayı onlar kendilerini böyle bir borç sebebiyle, malı karşılıksız vermek kendilerine ağır geldiğinden Ötürü, ağır bir borç yükü ile mi karşı karşıya hissediyorlar.Yani bu hususta onların üzerinde herhangi bir yükümlülük yoktur. Aksine onlar sana bey'at ettikleri takdirde yeryüzünün hazinelerini ellerine geçirecekler ve Naîm cennetlerine ulaşacaklardır.

47

Yoksa gayb onların yanındadır da onlar mı yazıyorlar?

"Yoksa gayb" kendileri için gayb olanların bilgisi

"onların yanındadır da onlar mı yazıyorlar?"

Şöyle de açıklanmıştır: Söyledikleri bu sözler onlara vahiy yoluyla mı indiriliyor?

İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre burada gayb Levh-i mahfuz'dur. Onlar sana karşı söyledikleri bu sözleri oradaki (Levh-i Mahfuz'daki) bilgilerden alıp kendilerinin sizden faziletli olduğunu, herhangi bir şekilde cezalandırılmayacaklarını mı yazıyorlar?

"Yazıyorlar?" âyetinin kendileri için istedikleri hükmü mü veriyorlar, anlamında olduğu da söylenmiştir.

48

Artık Rabbinin hükmüne sabret ve o balık sahibi gibi olma. Hani o gamla dolu dolu dua etmişti.

"Artık Rabbinin hükmüne" O'nun kaza ve takdirine

"sabret!" Burada hüküm, kaza (ve takdir) demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Rabbinin sana yüklediği risaletini tebliğ etme hükmünü yerine getirmek üzere sabret, sebat göster.

İbn Bahr dedi ki: Rabbinin yardımı gelinceye kadar sabret.

Katade: Acele etme ve(acelecilik ederek Rabbinî) gazaplandırma! Sana yardımın gelmesi kaçınılmaz bir şeydir.

Âyetin "cihadı emreden" kılıç âyeti ile nesholduğu da söylenmiştir.

"Ve o balık sahibi" Yûnus (aleyhisselâm)

"gibi olma." Yani gazap etmekte tahammül edemeyip acelecilik etmekte ona benzeme!

Katade dedi ki: Yüce Allah Peygamberini (salat ve selam ona) teselli etmekte, ona sabır göstermesini ve balık sahibi gibi acele etmemesini emretmektedir. Ona dair haberlerin geçtiği Yûnus Sûresi'nde(10/98. âyetin tefsirinde), el-Enbiyâ Sûresi'nde (21/87-88. âyetlerin tefsirinde) ve es-Sâffât Sûresi'nde (37/139-144. âyetlerin tefsirinde) geçtiği gibi.

"Zû: Sahip" lâfzı ve "sahip" ile izafet yapılması arasındaki fark, Yûnus Sûresi'nde geçmiş bulunmaktadır. Tekrarlamanın anlamı yoktur.

"Hani o gamla dolu dolu dua etmişti." Yani balığın karnında iken:

"Senden başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum." (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmişti.

"Gamla dolu dolu" âyeti keder (gam) ile dolu dolu, demektir. Üzüntü (kerb) diye de açıklanmıştır. Birincisi İbn Abbâs veMücahid'in, ikincisiAtâ ve Ebû Malik'in görüşüdür.

el-Maverdî dedi ki: Aralarındaki farka gelince; gam kalpte, üzüntü (kerb) ise nefeste olur.

Bunun mahbus anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü:

"Hapsetmek" demektir, "(...........): Filan kişi öfkesini hapsetti (yuttu)" tabiri de buradan gelmektedir. Bu açıklamayı da İbn Bahr yapmıştır.

Bunun; nefesinin geçtiği yeri (kazm) yakalanmış, sıkılmış anlamında olduğu da söylenmiştir ki bu açıklamayı da el-Müberred yapmıştır. Bu ve daha başka açıklamalar bundan önce Yusuf Sûresi'nde (12/84. âyet, 3. başlıkta) geçmiş, bulunmaktadır.

49

Eğer ona Rabbinden bir nimet erişmemiş olsa idi, bomboş bir çöle kınanmış halde atılacaktı.

"Eğer ona Rabbinden bir nimet erişmemiş olsa idi" âyetindeki:

"Ona eriş(me)miş..,"şekli genelin okuyuşudur. Ancak İbn Hürmüz veel-Hasen "dal" harfini şeddeli olarak: diye okumuşlardır ki; bu da ondaki "te" harfinin "dal" harfine idgam edildiği müzari bir fiildir. Âyet halin hikayesi takdirindedir. Eğer onun hakkında ona bir nimet ulaştı denilmeyecek olsaydı (denilmesi takdir edilmemiş olsaydı); denilmiş gibidir. İbn Abbâs ve İbn Mes’ûd; mushaftaki resimden (asıl yazılıştan) farklı olarak; diye okumuşlardır.

"Ona... erişti" mazi ve müzekker bir fiil olup,(müennes olan) nimet onun failidir.(Müennes gelmesi gerektiği halde fiilin müzekker geliş sebebi) "nimet" lâfzının müennesliğinin hakiki olmayışından ötürüdür.(........) kıraati (İbn Abbâs ve İbn Mes’ûd'un okuyuşu) ise, nimetin lâfzına uygun olarak gelmiştir.

Buradaki "nimefin anlamı hususunda farklı açıklamalar vardır. Peygamberlik olduğu söylenmiştir. Bu ed-Dahhak'ın görüşüdür. Önceden yapmış olduğu ibadet olduğu da söylenmiştir. Bu da İbn Cubeyr'in görüşüdür.

Onun:

"Senden, başka ilâh yoktur, seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" (el-Enbiyâ, 21/87) şeklindeki duası olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama daİbn Zeyd'e aittir.

Yüce Allah'ın onun üzerindeki nimetinin balığın karnından onu çıkartmak olduğu da söylenmiştir ki; bu da İbn Bahr'ın görüşüdür.

Rabbinden gelen bir rahmet demektir diye de açıklanmıştır,Yüce Allah ona merhamet buyurmuş ve tevbesini kabul etmişti.

"Bomboş bir çöle kınanmış halde atılacaktı." Yani kınanmış olarak atılacaktı; fakat kınanmaksızın hastalıklı bir şekilde atıldı.İbn Abbâs'ın görüşüne göre;

"kınanmış"; "Kınayıcı" anlamındadır. Ebû Bekr b. Abdullah; günah işlemiş olarak diye açıklamıştır.

"Kınanmış" hertürlü hayırdan uzaklaştırılmış anlamında olduğu da söylenmiştir,

"Çöl" dağı ve örtecek ağacı bulunmayan düzlük, geniş arazi demektir.

Şöyle de açıklanmıştır: Şayet Allah'ın onun üzerindeki lütfü bulunmamış olsaydı, kıyâmet gününe kadar balığın karnında kalacaktı, Sonra da kınanmış olarak kıyâmetin düz arazisine (Mahşer yerine) atılmış olacaktı. Buna da yüce Allah'ın şu âyeti delil teşkil etmektedir:

"Eğer o, gerçekten teşbih edenlerden olmasaydı, diriltilecekleri güne kadar (balığın) karnında kalırdı elbet." (es-Sâffât, 37/143-144)

50

Sonra Rabbi onu seçti de onu salihlerden kıldı.

"Sonra Rabbi onu seçti de onu salihlerden kıldı." İbn Abbâs dedi ki: Allah tekrar ona vahiy göndermeye başladı. Hem kendisi, hem kavmi hakkında onu şefaatçi kıldı, tevbesini kabul etti. Onu yüzbin ya da daha fazla kimseye peygamber olarak göndermek suretiyle salihlerden kıldı.

51

Gerçek şu ki; o kâfirler Zikri işittiklerinde neredeyse gözleri ile seni devireceklerdi. Bir de: "Muhakkak ki o, bir delidir" diyorlar.

"Gerçek şu ki, o kâfirler" âyetindeki:

"Gerçek şu ki" lâfzı şeddelisinden şeddesiz gelmiştir,

"...Gözleri ile seni devireceklerdi"seni ifsâd edeceklerdi.

Bu âyetle Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a aşırı düşmanlıklarını haber vermekte, onların ona nazar ederek musibete uğratmalarını istediklerini bildirmektedir. Kureyşlilerden birtakım kimseler ona bakarak: Biz ne onun gibisini, ne de onun getirdiği delillerin bir benzerini gördük, dediler.

Esedoğullarının nazarları oldukça değen kimseler olduğu söylenmektedir. Öyle ki semiz bir inek yahut semiz bir dişi deve onlardan birisinin yanından geçti mi ona bakar, sonra da: Ey cariye şu zembili ve dirhemi al da bu devenin etinden bize getir, diyordu. Aradan fazla zaman geçmeden hemen ölmek üzere yere yıkılır ve kesiliveriyordu.

el-Kelbî dedi ki; Araplardan bir kimse iki ya da üç gün hiçbir şey yemeksizin durur, sonra da çadırın yan tarafına kaldırılır, önünden develerya da koyunlar geçince: Ben bugün gibi bundan daha güzel deve ya da koyun görmüş değilim, derdi. Aradan fazla geçmeden hemen onlardan bir miktar ölü olarak yere yıkılıverirdi. İşte kâfirler böyle bir kimseden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a nazar etmesini İstediler. O da onların bu isteklerini kabul etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçince, şu beyiti okudu:

"Senin kavmin seni bir efendi kabul ediyor(lar)dı,

Artık, ben seni nazar değmiş bir efendi olduğunu görüyorum."

Yüce Allah Peygamberini nazarına karşı korudu ve:

"Gerçek şu ki; o kâfirler... neredeyse gözleri ile seni devireceklerdi" âyeti nâzil oldu Buna yakın bir rivâyeti el-Maverdî zikretmiştir.

Araplardan herhangi bir kimse bir diğerine -malındaya da canında- nazar etmek istediği vakit üç gün süre ile aç kalır, sonra onu ve malını görerek şöyle derdi: Allah'a yemin ederim bundan daha güçlü bir kimse, daha kahraman, bundan daha malı çok, daha güzel hiçbir kimse görmedim. Böylece nazarı ona değer ve kendisi de, malı da yok olur giderdi. İşte yüce Allah bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirdi.

el-Kuşeyrî dedi ki: Ancak bu tartışılır bir konudur. Çünkü nazarın değmesi ancak güzel bulmak ve beğenmekle birlikte sözkonusu olur. Tiksinmek ve nefret etmekle birlikte değil. Bundan dolayı yüce Allah:

"Bir de: Muhakkak ki o bir delidir, diyorlar" diye buyurmaktadır.Yani onlar senin Kur'ân okumakta olduğunu gördüklerinde senin deli olduğunu söylüyorlar.

Derim ki: Müfessirlerle, dilcilerin açıklamaları zikrettiğimizin doğruluğunu ve ona bakmaktan maksatlarının onu öldürmek olduğunu göstermektedir. Bir şeyden hoşlanmamak, öldürecek kadar düşmanca nazarın ona isabet etmesine engel değildir.

İbn Abbâs,İbn Mes’ûd, el-A'meş, Ebû Vâil ve Mücahid:

"Seni devireceklerdi" anlamındaki âyeti: "Canının çıkmasına sebeb olacaklardı"yani seni helâk edeceklerdi, öldüreceklerdi diye okumuşlardır. Ancak tefsir olmak üzere böyle okunmuş olup "Canı çıktı, canını çıkardr kullanımından gelmektedir. Medineliler ise "ye" harfini üstün olarak: diye diğerleri ise ötreli okumuşlardır. Her ikisi de aynı anlamda iki ayrı söyleyiştir. Bir kimseyi kenarda tutup, uzaklaştırmayı anlatmak üzere -mazi ve muzari olarak-: denildiği gibi, da denilir. Mastarı: ...diye gelir, "Başını traş etti" eder demektir.

da aynı anlamdadır. "ile Cimada bulunmadan önce inzal eden kimse" demektir. Bu açıklamayı el-Cevherî ve başkaları nakletmiştir.

O halde kelime, bir kenara bırakmak, izale etmek demektir. Bu ise Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında ancak onun helâk oluşu ve ölümü ile sözkonusu olabilir.

el-Herevî dedi ki: Onlar gözleriyle sana nazar edip, duruyorlar. Böylelikle seni sana besledikleri düşmanlıkları sebebiyle Allah'ın seni yerleştirmiş olduğu o üstün makamından kaydırmak, devirmek istiyorlar, demek istemektedir.

İbn Abbâs dedi ki: Onlar gözleriyle sana nüfuz etmek (senin içine etki etmek) istiyorlar. Nitekim ok içe işlediği vakit ile denilir.Mücahid'in görüsü de budur.Yani onlar sana ileri derecede nazar ettiklerinden ötürü seni delip içine kadar işliyorlar.

el-Kelbî: Seni yere yıkıyorlar, diye açıklamıştır. Yine ondan es-Süddî veSaid b. Cübeyr'den şöyle açıkladıkları nakledilmiştir: Seni asaleti tebliğ etmek görevinden alıkoymak istiyorlar.

el-Avfî: Seni yere yıkıyorlar. el-Müerric: Seni yerinden kaydırıyorlar, en-Nadr b. Şumeyl ve el-Ahfeş: Seni fitneye düşürüyorlar.

Abdu’l-Aziz b. Yahya: Sana ileri derecede hiddetle, yan yan bakıyorlar. İbn Zeyd: Sana dokunuyorlar(delirtmek istiyorlar). Cafer es-Sadık: Seni yiyorlar. el-Hasen ve İbn Keysan: Seni öldürüyorlar diye açıklamışlardır. Bu da göz ucuyla beni devirdi, gözüyle beni öldürdü, tabirlerine benzemektedir. Şair şöyle demiştir:

"Gözlerin, göz ucuyla sana yıkıcı bir şekilde bakması seni yere düşürüyor,

Fakat ok atanın attığı okun uçları sana karşı köreliyor."

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Bir mecliste karşılaştılar mı, karşılıklı bakışırlar birbirlerine

Ayakların bastığı yerleri kaydıran bakışlarla."

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Onlar sana öyle bir düşmanlıkla bakıyorlar ki, nerdeyse seni yere yıkacaklardır.

Bütün bunlar anlam itibariyle daha önce yaptığımız açıklama çerçevesindedir. Toparlayıcı anlam: Sana nazar değdiriyorlar şeklindedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

52

"Halbuki o, ancak âlemler için bir öğüttür."

Yani Kur'ân-ı Kerîm ancak âlemler için bir öğüttür. Muhammed, ancak kendisi ile öğüt alacakları âlemler için bir öğüttür diye de açıklanmıştır.

olduğu da söylenmiştir ki; maksat Kur'ân-ı Kerîm'dir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak o sana ve senin kavmine büyük bir şeref'(zikr)dir." (ez-Zuhruf, 43/44)

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da aynı şekilde bütün âlemler için bir şereftir. Ona uymak ve ona îman etmekle şerefyâb olmuşlardır.

(Kalem Sûresi'nin tefsiri burada sona ermektedir. Başarıya ulaştıran Allah'tır).

HÂKKA SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

Bütün müfessirlerrin görüşüne göre Mekke'de inmiştir. Ellibir (elliiki) âyettir.

Ebû'z-Zâhiriyye, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Her kim el-Hâkka Sûresi'nden onbir âyet-i kerîme okuyacak olursa, Deccal'in fitnesinden korunur. Her kim sûreyi tamamen okuyacak olursa, kıyâmet gününde onun için tepesinden tırnağına kadar bir nûr olur."

Müslim b. Haccâc el-Kuşeyri, el-Künâ ve’l-Esmâ, Medine 1404, 1, J50: Buhârî, et-Tarihu'l-Kebir, II, 9; İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dü, II, 295; Ebû'd-Derdâ ve Huzayfe'den mürsel rivâyetleri vardır. (Ebû Nuaym, Hilye, VI, 100):

1

Gerçekleşmesi muhakkak olan;

Âyetin tefsiri için bak:2

2

Nedir o gerçekleşmesi muhakkak olan?

"Gerçekleşmesi muhakkak olan; nedir o gerçekleşmesi muhakkak olan?" âyeti ile Kıyâmet gününü kastetmektedir. Ona bu ismin (el-Hâkka adının) veriliş sebebi, bütün işlerin o günde tükettiklerini alacaklarından dolayıdır. Bu açıklamayı Taberî yapmıştır. Sanki o (bu açıklamayı yaparken bu ismin verilişini): "Uyku ile geçirilen gece" tabiri kabilinden değerlendirrpiş gibidir.

Bir başka görüşe göre bu güne

"hakka" adının veriliş sebebi, şüphesiz olarak gerçekleşeceğinden dolayıdır. Ona, birtakım kimselere cenneti, birtakım kimselere de cehennemi hak olarak verip gösterdiğinden dolayı bu ismin verildiği de söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre bu ismin veriliş sebebi, her bir insanın amelinin karşılığını hakkıyla ve layıkıyla görecek durumda olacağından dolayıdır.

el-Ezherî dedi ki: "Ben onunla yanşa girdim, onu yarışta geçtim, geçiyorum" denilir. Buna göre kıyâmete

"hakka" deniliş sebebi, yüce Allah'ın dininde bâtıl ile mücadele eden herkese galip gelişinden dolayıdır.

es-Sıkak'da şöyle denilmektedir: "Onunla davalaştı ve onlardan herbirisi hakkın kendi tarafında olduğunu ileri sürdü" demektir. Bu şekilde davalaşan diğerini yenik düşürdüğü vakit: denilir. Küçük ve önemsiz şeyler hakkında davalaşan bir kimseye: "O, önemsiz işler hakkında dahi davalaşan birisidir" denilir. Yine:Onun bü hususta herhangi bir hakkıveya ileri süreceği bir davası da yoktur" denilir. "Davalaşmak" demektir. "Karşılıklı olarak dava gütmek" anlamındadır. "Hakka, hakka ve hak" aynı anlamda üç ayrı söyleyiştir.

el-Kisaî ve el-Müerric

"Hâkka"yı hak günüdür diye açıklamıştır. Araplar: "Haklı olduğumu öğrenince kaçtı" derler.

(Âyet-i kerimedeki) ilk

"el-hâkka" mübteda olarak ref olunmuştur. Haber ise ikinci mübteda ve onun haberini teşkil eden:

"Nedir o gerçekleşmesi muhakkak olan?" âyetidir. Çünkü bu; o nedir anlamındadır. Lâfız istifham (soru) olmakla birlikte onun halini tazim ve tefhim anlamındadır. Tıpkı Zeyd'in durumunu tazim etmek kasdıyla: "Zeyd, Zeyd dediğin nedir?" demeye benzer.

3

Ve o gerçekleşmesi muhakkak olanın ne olduğunu sana ne bildirdi?

"Ve o gerçekleşmesi muhakkak olanın ne olduğunu sana ne bildirdi?"

âyeti da bir istifhamdır. Yani o kıyâmet gününün ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmeti(n hak olduğunu) biliyordu, fakat onu nitelikleriyle bilmiyordu, İşte onun durumunun önemini anlatmak üzere: Onun ne olduğunu sana ne bildirdi? diye buyurulmaktadır. Sanki; sen onu henüz daha görmediğin için onu bitmiyorsun, denilmiş gibidir.

Yahya b. Sellâm dedi ki: Bana ulaştığına göre Kur'ân-ı Kerîm'de bulunan:

"Sana ne bildirdi?" şeklinde geçen bütün hususları yüce Allah ona bildirmiş ve Öğretmiştir. Buna karşılık: "Sana ne bildiriyor?" diye yer alan bütün hususlar onun bilmediği şeyler arasındadır.

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Sana ne bildirdi" dediği herbir hususa dair ona haber verilmiştir. Hakkında "sana ne bildiriyor" denilen herhangi bir husus hakkında ona haber verilmemiştir.

4

Semüd ve Âd, kalpleri dehşetle ürperteni(Karia'yı) yalanladılar.

Bu âyetle kıyâmet gününü yalanlayanları sözkonusu etmektedir.

"Kalpleri dehşetle ürperten(el-Kâria)"; kıyâmet günü demektir. Ona bu İsinin veriliş sebebi dehşetli halleriyle insanları musibetle ürperttiğinden dolayıdır.

"Onlara zamanın kariaları (yani dehşetli ve zorlu halleri) isabet etti" denilir. Yine "Filanın kanalarından (onun sebep olacağı musibetlerden) dilinin ısırıcı ve eziyet verici sözlerinden Allah'a sığınırız" denilir.

"Kur'ân’ın kariaları" ise insanın cinlerdenya da insanlardan korkması halinde okuduğu âyet-i kerimelere denilir. Âyete'l-Kürsi gibi. Sanki bu âyet şeytanı korku ve dehşete düşürdüğünden dolayı bu isim verilmiş gibidir.

"Karia"nın bir kavmi yükseltip diğerlerini alçaltmak hakkında kullanılan "el-kur'a"dan alınmış olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı el-Müberred yapmıştır.

"Karia" ile dünya hayatında iken onların başına inen azâbın kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü peygamberleri bunlarla onları korkutuyor, onlar da onu yalanlıyorlardı.

Semûd, Salih (aleyhisselâm)’ın kavmidir. Onların diyarları Şam ile Hicaz arasında el-Hicr denilen yerde idi. Muhammed b. İshak dedi ki: Burası Vadi’l-Kura diye bilinen yerdir. Bunlar Arap idiler. Âd ise Hud (aleyhisselâm)'in kavmidir. Bunların yurdu da el-Ahkaf denilen yerde idi. el-Ahkaf ise Uman ile Hadramevt arasındaki kumluk yer ile Yemen'in tamamıdır. Bunlar da güçlü, kuvvetli bir yaratılışa sahip Arap bir kavim idiler. Bunları Muhammed b. İshak sözkonusu etmiştir. Daha önceden de (el-A’raf, 7/65- âyet ve devamının tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

5

Semûd'a gelince, onlar aşırı şiddetli olan(bir ses) ile helâk edildiler.

Bu âyette hazfedilmiş bir ifade vardır ki; "aşırı şiddetli olan bir iş ile..." demektir. Katade; aşın şiddetli olan sayha (yani çığlık) ile helâk edildiler.

"Aşırı şiddetli: Tâğiye": Haddi aşan demek olup, dehşetinden dolayı çığlıkların sınırım aşan bir çığlık demektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Hakikaten Biz üzerlerine bir tek çığlık gönderdik ve hayvan ağılına konulan Çerçöp gibi oldular." (el-Kamer, 54/31) diye buyurmaktadır. Tuğyan ise haddi aşmak demektir. Yüce Allah'ın:

"Şüphesiz ki... su haddini aştığı sırada... Biz..." (el-Hâkka, 69/11) âyetinde de bu kökten gelen fiil kullanılmıştır ki; bu da "haddi aştığı sırada" anlamındadır.

el-Kelbî dedi ki: "Tâğiye: aşırı şiddetliden kasıt, saika (yıldırım)dır,Mücahid günahlar,el-Hasen tuğyan (haddi aşmak) diye açıklamışlardır. Buna göre bu: "Yalan, akıbet, afiyet" gibi mastardır. Yani onlar tuğyanları(haddi aşıp, azgınlık etmeleri) ve kâfirlikleri sebebiyle helâk edildiler.

"Tâğiye"nin dişi deveyi boğazlayan kişi olduğu da söylenmiştir ki; bu açıklamayıİbn Zeyd yapmıştır.Yani onların azgın olanları dişi deveyi boğazlamaya kalkışınca helâk edildiler. Bu işi yapmaya kalkışan bir kişi idi. Fakat hepsinin helâk olmaları onun yaptığı işe razı olmaları ve bu hususta ona destek vermeleri idi.

Böyle birisine

"tâğiye" adının verilmesi ise "Filan kişi çokça şiir rivâyet eden, çok büyük bir dahi, büyük bir alim, büyük bir neseb bilginidir" demeye benzer.

6

Âd'a gelince, onlar da ıslıklı ve azgın bir fırtına ile helâk edildiler.

"Âd'a gelince, onlar da ıslıklı... bir fırtına ile helâk edildiler" âyetindeki

"sarsar; ıslıklı(rüzgar)" ateşin yakması gibi, soğuğu yakıcı ve kavurucu olan soğuk rüzgar demektir. Bu da soğuk demek olan "es-sır"dan alınmış bir tabirdir. Bu açıklamayıed-Dahhak yapmıştır. Sesi oldukça şiddetli demektir, diye de açıklanmıştır.

Mücahid ise semûmu(deri gözeneklerinin İçerisine sıcağı İşleyen) şiddetli rüzgar demektir, diye açıklamıştır.

"Azgın" yani bekçilerine karşı azgınlık edip, onlara itaat etmeyen, şiddetlice esişinden dolayı bekçilerinin kendisine güç yetiremediği fırtına demek olup, Allah'ın gazabı dolayısıyla o da gazablanmıştı. Âd kavmine karşı azarak onları kahretti(ği İçin böyle nitelendirilmiştir) diye de açıklanmıştır.

Süfyan es-Sevrî'nin rivâyetine göre Mûsa b. el-Museyyeb, Şehr b. Havşeb'den oİbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki;"Allah ne kadar bir rüzgar esintisi göndermişse mutlaka bir ölçü ile göndermiştir. Ne kadar bir su damlası gönderdi ise mutlaka onu da bir ölçü ile göndermiştir. Bundan Âd'in helâk günü İle Nûh kavminin helâk günü müstesnadır. Nûh kavminin helâk edildiği gün su, bekçilere baş kaldırdı, onların da ona karsı yapacak hiçbir şeyleri olmadı."dedikten sonra yüce Allah'ın:

"Şüphesiz ki su haddini aştığı sırada sizleri gemide Biz taşıdık" (el-Hakka, 69/11) âyetini okudu.(Devamla buyurdu ki): "Âd kavminin helâk edildiği gün de rüzgar bekçilerine karşı itaatsizlik etti, onlar da ona karşı bir şey yapamadılar."Daha sonra da:

"Onlar da ıslıklı ve azgın bir fırtına ile helâk edildiler" âyetini okudu.Ebû Nuaym, Hilye, VI, 65, ayrıca; Firyâbînin ve diğerlerinin Süfyan es-Sevrî'ye mevkuf olarak rivâyet ettiklerini, sadece Süfyan'ın hadisi merfu’ olarak rivâyet ettiğini knyd

7

O, rüzgarı onlara yedi gece ve sekiz gün peşpeşe musallat kıldı. O kavmi, o süre İçinde İçleri boşalmış hurma kütükleri imişler gibi yere yıkılmış görürdün.

"O, rüzgarı onlara... musallat kıldı." Onların üzerine saldı ve musallat kıldı, demektir. -Ayet-i kerîme'de geçen-:

"Teshir: Mûsallat kılmak" bir şeyi ona güç ve kudret yetirecek şekilde kullanmak demektir.

"Yedi gece ve sekiz gün peşpeşe"ardı arkasına, dinmeden ve kesintisiz olarak; şeklindeki açıklama İbn Abbâs,İbn Mes’ûd ve başkalarından rivâyet edilmiştir.

el-Ferrâ' dedi ki:

"el-Husûm: Peşpeşe" ardı arkasına gelmek demektir. Bu da kişi dağlandığı vakit kullanılan: "İlacın sonunun getirilmesi, kesilmesi" tabirinden alınmıştır, Çünkü bu durumda kişi dağlama âleti ile dağlanır, sonra peşi peşine bu iş ona uygulanır. Abdu'l-Aziz b. Zürare el-Kilâbî şöyle demiştir:

"Onların birlikteliklerini bir zaman ayırdı,

Bu süre içerisinde biri diğerinin peşinden gelen ardı arkasına yıllar vardı."

el-Müberred dedi ki: Bu tabir bir şeyi kesip, başkasından ayırmayı anlatmak üzere kullanılan: "O şeyi kesip ayırdım" tabirinden alınmıştır. lâfzının: "Kökten koparmak" anlamında geldiği de söylenmiştir. -Bu kökten olmak üzere- kılıca "hüsam" adının veriliş sebebi, düşmanın düşmanlığını ulaştırmak istediği noktaya götürmesini engelleyerek onu kesmesi, durdurması dolayısıyladır. Şair de şöyle demiştir:

"Bir kılıç ki; onu destek yaparak ayağa kalkacak olursam,

Ağaçları budamak için başlamam yeterlidir;

fakat o, ağaç budama aracı (ya da budayıcı) değildir."

Âyet; bu rüzgarın onların kökünü kestiğini anlatmaktadır. Onları kesip biçti ve yok etti, demektir. O halde bu, yüce Allah'ın kökten imha eden azâbı ile kesip bitiren bir rüzgar idi.

İbn Zeyd dedi ki: Bu rüzgar onların kökünü kesti, onlardan hiçbir kimseyi geri bırakmadı. Yine ondan gelen rivâyete göre bu rüzgar bütün bu süre boyunca gece ve gündüzleri kesintisiz esti. Çünkü bu rüzgar birinci günün güneşin doğuşu ile başladı, son günün güneşinin batışı ile sona erdi, kesildi.

el-Leys:(Mealde; Peşpeşe, kesintisiz) "uğursuzluk" demektir demiştir. "Bunlar huşum geceleridir" yani hayrı o gecede bulunanlardan alıp kesen, uzaklaştıran geceler demektir. es-Sıhah'da da böyle demiştir. İkrime ile er-Rabi' b. Enes de: Uğursuz (gün ve gece)ler demektir, demişlerdir. Buna delil de yüce Allah'ın:

"...uğursuz günlerde..."(Fussilet, 41/16) âyetidir.

Atiyye el-Avfî dedi ki: "Peşpeşe" âyeti oranın ahalisinden hayrı kesen, bitiren demektir.

Bugünlerin başlangıcı hakkında farklı görüşler vardır. Pazar sabah başladığı söylenmiştir. Bu es-Süddî'nin görüşüdür. Cuma sabahı başladığı da söylenmiştir. Bu da er-Rabî' b. Enes'in görüşüdür. Çarşamba sabahı başladığı da söylenmiş olup bu da Yahya b. Sellam ileVehb b. Münebbih'in görüşüdür.Vehb dedi ki: Bugünler Arapların acûz(koca karı soğukları) günleri ismini verdiği günlerdir. Bugünlerde çok şiddetli soğuk ve rüzgar olur, Bunların İlki çarşamba, sonuncusu da yine çarşamba günü idi.

Acuze (koca karı)ya nisbet edilmelerinin sebebi, Âd kavminden bir koca karının bir seraba girmesi üzerine rüzgarın da onun peşinden giderek sekizinci günde onu öldürmüş olmasıdır. Bir başka görüşe göre bu günlere "acûz günleri" denilişinin sebebi kışın aczinde(sonunda) meydana gelmeleridir. Bu ise hristiyanların aylarından (miladi aylardan) mart ayındadır. Bunların ünlü isimleri vardır. Şair İbn Ahmer bugünler hakkında şöyle demektedir:

"Kış mevsimi, acuzemizin bir aydaki yedi gün ile alabildiğine acı kılındı,

Bugünleri olan: Sin, Sanabbar ve Vabr

Âmir ile onun kardeşi Mu'temir, bir de Muallil ile Mutfiul-Cemr

Günleri geçip gitti mi?

İşte o vakit kış da alelacele geçip gider ve

Sana sıcağın ateşini veren bir ateş yakıcı gelir."

"Peşpeşe" lâfzı hal olarak nasbedilmiştir. Mastar(mef'ûl-i mutlak) olarak nasbedildiği de söylenmiştir.

ez-Zeccâc dedi ki: "Peşpeşe onların kökünü keserek" diye açıklamıştır ki; onları yok ederek demek olur. Buna göre bu, tekid edici mastardır.

Mef'ûlun leh olması da mümkündür. Yani onları kökten imha etmek, onların kökünü koparmak ve kökten yok etmek için bir süre boyunca bu rüzgarı onlara musahhar kıldı.

Bu kelimenin: "Kökten yok eden" kelimesinin çoğulu olması da mümkündür.

es-Süddî bu lâfzı ha harfini üstün olarak; diye "rüzgar"dan hal olarak okumuştur. Yüce Allah bu rüzgarı onlara kökten imha edici olarak musahhar kıldı, demektir.

"O kavmi o süre içerisinde" yani bu geceler ve gündüzler içerisinde

"içleri boşalmış" Ebû't-Tufeyl'in dediğine göre çürüyüp gitmiş

"hurma kütükleri İmişler gibi yere yıkılmış" ölmüş

"görürdün."

"Yere yıkılmış(lar)"lâfzı; in çoğuludur.

" O süre içinde" âyetinin, o rüzgar sebebiyle; anlamında olduğu da söylenmiştir.

"İçleri boşalmış" âyetinin, içinde hiçbir şey olmayan, içi bomboş(mealde olduğu gibi) anlamında olduğu da söylenmiştir.

"Hurma ağacı" Burada hurma ağacı" lâfzının müzekker ya da müennes geldiği ona getirilen sıfatlardan anlaşılmaktadır. el-Kamer Süresindeki bu ayet-i kerimede getirilen sıfatta müenneslik alâmeti olmadığından dolayı; -Arapçada sıfatın mevsûfa uyması gerektiği kaidesinden ötürü- hurma ağacı lâfzı da müzekker kabul edilmiş olmaktadır. Tefsiri yapılmakta olan âyet-i kerimede ise hunun aksi sözkonusuduı. lâfzı hem müzekker, hem müennes olarak kullanılabilir.

Nitekim yüce Allah bir başka yerde:

"Sanki onlar kökünden kopmuş hurma kütükleri idiler" (el-Kamer, 54/20) diye buyurmaktadır.

Burada helâk edilen kavmin, kökünden yere yıkılmış hurma ağaçlarına benzetilmiş olma ihtimali de vardır. O vakit bu, onların beden ve cüsselerinin iri yarı olduğunu haber veren bir tabir olur.

Bununla kütüklerin değil de gövdelerin kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Yani rüzgar onları öyle bir biçti ki; onlar âdeta gövdeleri bomboş hurma ağaçları gibi oldular.Yani rüzgar onların karın boşluklarına giriyor, onları tıpkı gövdesi boşalmış hurma ağacı gibi yere yıkıyordu.

İbn Şecere dedi ki: Rüzgar ağızlarından giriyor, içlerinde bulunan ne varsa dübürlerinden dışarı çıkartıyordu. O bakımdan onlar içleri boşalmış hurma ağaçları gibi olu verdiler.

Yahya b. Sellâm dedi ki: Yüce Allah'ın:

"İçleri boşalmış" diye buyurmasının sebebi, bedenlerinin tıpkı içi boşalmış hurma ağacı gibi ruhlarından boşalmış (ruhlarının bedenlerinden çıkmış) olmasıdır.

Anlamın şöyle olma ihtimali de vardır: Onlar sanki kökünden yerden kesilmiş ve içleri boşalmış hurma ağacı kütükleri gibi idiler. Nitekim yüce Allah:

"İşte... onların bomboş ve harap olmuş evleri" (en-Neml, 27/52) yani içinde kalan hiçbir kimsenin bulunmadığı harabeye dönmüş evleri demektir,

"İçleri boşalmış" âyetinin daha önceden belirttiğimiz gibi; çürümüş anlamında olma ihtimali de vardır. Çünkü çürüdüğü takdirde zaten içleri de boşalmış olur. Böylelikle onların helâk edildikten sonraki halleri, içleri boşalmış hurma ağacına benzetilmiş olmaktadır.

8

Şimdi onlardan geriye kalanı görüyor musun?

Onlardan geriye kalan bir fırka ya da bir kişi görüyor musun? Herhangi bir kalıntı diye açıklandığı gibi; herhangi bir kalıcılık diye de açıklanmıştır. Bu durumda:

"Geriye kalan" âyeti mastar anlamında "fail" vezninde bir lâfız olup -bu yönüyle- "akıbet ve âfiyef'e benzemektedir. İsim olması da mümkündür.Yani sen onlardan kalan bir kimse görüyor musun?

İbn Cüreyc dedi ki: Onlar yedi gece ve sekiz gündüz boyunca Allah'ın gönderdiği rüzgar azâbı içerisinde hayatta idiler. Sekizinci gün akşamla birlikte hepsi öldüler, rüzgar onları kaldırıp denize attı, İşte yüce Allah'ın:

"Şimdi onlardan geriye kalanı görüyor musun?" âyeti ile;

"onların meskenlerinden başka bir şey görülmez oluverdi" (el-Ahkaf, 46/25) âyeti bunu anlatmaktadır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç