Tahrim sûresi on iki âyettir ve Medine'de nazil olmuştur.
Bu sûre-i celile de, bütün davranışlarıyla bize örnek olan
Resûlüllah'ın hayatından, yaşanmış ve
neticede bir hükme bağlanmış bazı meseleleri beyan etmektedir.
Resûlüllah efendimiz, hanımlarından
birinin arzusu istikametinde, diğer hammıyla münasebetini kesme kararı alıyor.
Fakat Allahü teâlâ bu davranışı tasvip
etmiyor. Böylece, hayatımızda çokça rastlayacağımız bu gibi durumlarda nasıl
davranmamız gerektiği bize öğretilmiş oluyor.
Eşler arasındaki aile münasebetlerinin nasıl olması gerektiği, yine
Resûlüllah’ın yaşadığı bir olayla bize
intikal ediyor ve eşlerin, birbirlerinin sırlarım iyi saklamaları, onları
üçüncü kişilere nakletmemeleri gerektiği beyan
ediliyor.
Beşeri hayatın en önemli kurumu olan aile, kan ile kocanın beraberliği ile
kuruluyor. Bu kurumun sağlam yürüyebilmesi için bu iki asıl unsurun yani kan ile
kocanın birbirlerine saygılı davanmaları ve karşılıklı olarak aile sırlanın
muhafaza etmeleri gerektiği haber veriliyor.
Sûre-i celilede devramla, mü’minlerin, yapmış olduklan hatalardan dolayı
rablerine, yapmış olduklan o hatayı bir daha yapmama kararlılığı ile tevbe
etmeleri emrediliyor.
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in,
kâfirlere karşı cihad etmesi emrediliyor.
Sûre-i celilede Allahü teâlâ devamla, iki
salih peygamber olan Nuh ve Lût (aleyhisselam)ı
kanlarını, kâfirlerin kâfirliğine, Firavun'un karısını da müslümanlara misal
olarak gösteriyor.
Yine namus timsali Hazret-i Meryem'i, namuslarını koruyanlara misal olarak
gösteren şu âyet-i kerime ile sûre-i
celile sona eriyor.
"(Allah, iman edenlere) namusunu koruyan İmran'ın kızı Meryem'i de misal
gösterdi. Biz ona ruhumuzdan üfledik. O, rabbinin sözlerini ve kitaplarını
tasdik etmişti ve itaatkâr olanlardandı."
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.
“Ey Peygamber, eşlerinin rızasını kazanmak için
Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok
affeden ve çok merhamet edendir.”
Ey Peygamber, Allah'ın sana helal kılmış olduğu bir şeyi sadece hanımlarının
rızası için neden kendine haram kılıyorsun? Ey Rasûlüm, Allah, tevbe eden
kullarının günahlarını affedendir. Bu sebeple senin de, helal olan bir şeyi
kendine haram kılmam affetmiştir. Allah, tevbe eden kullarının tevbesini kabul
eden ve onları, suçlarından dolayı cezai and ırmay arak onlara merhamet edendir.
Âyet-i kerime’de
zikredilen ve Resûlüllah’ın, kendisine
haram kıldığı beyan edilen şeyden maksat, bir kısım âlimlere göre, cariyesi
Mâriye el-Kipti-ye'dir.
Diğer
bazılarına göre ise bal şerbetidir.
Bu surenin baş tarafında bulunan âyetlerin nüzul sebebi hakkında çeşitli
görüşler zikredilmiştir. Bunlardan biri şudur:
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
cariyesi Mâriye el-Kıptiyye'ye yaklaşmayı kendisne haram kılmış ve bunun için de
yemin etmiştir. Bunun üzerine Allahü teâlâ
bu surenin baş tarafında bulunan âyetleri indirmiş,
Resûlüllah’a, helal olan cariyesini
kendisine haram kılmasından dolayı sitem etmiştir. Böylece bu haram olma
durumunu herhangi bir müeyyideye tabi tutmadan kaldımııştır. Yeminini bozması
için de yemin keffareti vermesini emretmiştir. Zeyd b. Eşlem,
Mesruk,
Abdurrahman b. Zeyd, Dehhak ve Âmir
eş-Şa'bi bu görüştedirler.
Bu olay şöyle cereyan etmiştir: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) cariyesi ve oğlu
İbrahim'in annesi olan Mâriye el-Kıptiyye ile, hanımı Hafsa'nın evinde bir araya
gelmiş bunu gören Hafsa ise onları kıskanmış ve
Resûlüllah’a sitem etmiştir.
Resûlüllah da cariyesi Mâriyeyi kendisine haram kılmıştır. Bunun
zürerine Hefsa: " Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın sana helal kıldığı bir şeyi nasıl
haram kılarsın?" demiş, Resûlüllah
Mâriye'ye bir daha yaklaşmayacağına dair Hafsa'nın yanında Allah’a yemin
etmiştir. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ
bu surenin baş tarafında bulunan âyetleri indirmiş,
Resûlüllah’ın haram kılmasını geçersiz
saymış, yemin için de keffaret vermesini emretmiştir. Halbuki
Resûlüllah, Hafsa'ya bu meseleyi gizli
tutmasını söylemişti. Fakat Hafsa meseleyi Âişe'ye anlatmış, bunun üzerine de
âyetler inmiş ve meseleyi açıklığa kavuşturmuştur.
Bu âyetlerin nüzul sebebi hakkında ikinci
görüşte de
birinci görüşte zikredilen olay gösterilmiş
ancak bu görüştekiler, Resûlüllah’ın
Mâriye'yi kendisine sadece haram kıldığını fakat buna dair yemin etmediğini
söylemişlerdir. Bunlar, Allahü teâlânın,
Resûlüllah’ın bir şeyi kendisine haram
kılmasını yemin kabul ettiğini bu itibarla
Resûlüllah’a, yemini bozması için yemin keffareti vermesini
emrettiğini söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas,
Katade ve Hasan-ı
Basri bu görüştedirler. Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Allah, Peygamberine ve mü’minlere emretti ki, onlar, helal kıldığı
bir şeyi kendilerine haram kılacak olurlarsa on fakiri doyuracak, yahut
giydirecek veya bir köle azad ederek yemin keffareti versinler. Ve kendilerine
haram kıldıkları şeyin haramlığını ortadan kaldırmış olsunlar. Ancak kadını
boşama meselesi bunun dışındadır.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bir gün
Resûlüllah’ın zevcesi Hafsa babasının
evine gitti. Orada babasıyla sohbet etti. O sırada
Resûlüllah da cariyesini çağırttı ve
onunla beraber Hafsa'nın evinde kaldı. Aslında o gün sıra Âişe'nindi. O ara
Hafsa evine geldi ve Resûlüllah ile
cariyesini evinde buldu. Ve Resûlüllah’a
sitem etti. Resûlüllah da ona: "Ben
sana bir sır vereceğim. Bunu kimseye söyleme." dedi. Hufsa: "Nedir o?" dedi.
Resûlüllah ona: "Şahit ol, ben senin
hatırın için bu cariyeyi kendime haram kıldım." dedi. Hafsa da Âişe'ye giderek
Resûlüllah’ın bu sırrını ona söyledi.
İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.
Âyetlerin nüzul sebebi hakkında zikredilen ve daha sahih hadislerce de
kuvvetlendirilen diğer bir görüş ise şudur:
Resûlüllah, hanımlarından Zeyneb Bint-i Cahş'ın evinde, diğer bir
Rivâyette Hafsa'nın evinde bal şerbeti içmiştir. Zeyneb'i kıskanan Âişe ve
Hafsa, diğer bir Rivâyette Hafsa'yı kıskanan Âişe ve Şevde,
Resûlüllah yanlarına geldiği zaman ona
ağzının, meşe ağacından akan reçinenin kokması gibi koktuğunu söylemişler,
Resûlüllah ise bal içtiğini söylemiş ve
bir daha da içmeyeceğine dair yemin etmiştir. Bu durumu da diğer hanımlarına
söylememesini tenbih etmiştir. Fakat hanımlarından biri, bu durumu açığa vurunca
bu âyetler nazil olmuş ve Resûlüllah’ın,
kendisine helal olan şeyleri haram kılmamasını ve yemini için de keffaret
vermesini emretmiştir.
Resûlüllah’ın, bal şerbetini,
hanımlarından Zeyneb Bint-i Cahş'ın yanında içtiğini beyan eden bir hadiste
Hazret-i Âişe
(radıyallahü anhâ) diyor ki:
"Resûlüllah (sallallahü
aleyhi ve sellem) Zeyneb Bint-i Cahş'ın yanında bal şerbeti içer ve onun
yarında dururdu. Bir gün Hafsa ile ben şöyle anlaştık:
Resûlüllah hangimize gelecek olursa "Sen
reçine yemişsin. Sende reçine kokusu hissediyorum." diyelim.
Resûlüllah bunlardan birinin yanına
varınca o Resûlüllah’a bu sözü
söylemiş, Resûlüllah da "Hayır, Zeyneb
Bint-i Cahş'ın yanında bal şerbeti içtim. Onu bir daha içmeyeceğim. Buna dair
yemin ettim. Sen bunu kimseye söyleme." demiştir.
Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 1
Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Ömer b. el-Hattab'a. bir âyetin izahını
sormak için bir yıl bekledim. Onun heybetinden çekinerek soramıyordum. Nihâyet
Hacca gitti. Ben de onunla beraber Hacca gittim. Hacdan dönerken yolda Ömer bir
ihtiyacı için çalıların arasına gitti. Onu bekledim. İşini bitirince onunla
beraber yürüdüm ve ona dedim ki: "Ey mü’minlerin emin,
Resûlüllah’ın hanımlarından, ona karşı iş
birliği yapmak isteyen iki hanımı kimdir?" Ömer: "Onlar Hafsa ve Âişe'dir."
dedi. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 2
Resûlüllah’ın, bal şerbetini, Zeyneb
Bint-i Cahş'ın yanında değil de Hafsa'nın yanında içtiğini beyan eden bir
Rivâyette de Hazret-i Âişe (radıyallahü
anhâ) diyor ki:
"Resûlüllah balı ve tatlıyı severdi.
İkindi namazından geldikten sonra hanımlarının yanına gider ve onlarla
ilgilenirdi. Bir gün Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdi. Orada her zamankinden
daha çok kaldı. Ben ise bunu kıskandım ve sebebini sordum. Bana denildi ki:
"Hafsa'nın akrabalarından bir kadın ona bir küçük tulum bal hediye etmiş o da bu
baldan Resûlüllah’a şerbet sunmuş.
Dedim ki: "Vallahi biz bunun için bir tuzak kuracağız. Sevde'ye dedim ki: "Resûlüllah
senin yanına geldiğinde sana yaklaşınca de ki: "Sen reçine yemişsin." O sana
diyecektir ki: "Hayır." Sen ona de ki: "Peki senden gelen bu koku nedir?" O,
sana "Hafsa bana bal şerbeti içirdi." diyecektir. Sen de ona de ki: "Onun balını
yapan anlar Urfut ağacından çiçek almışlar." Ben de böyle söyleyeceğim."
Safiye'ye de dedim ki: "Ey Safiye sen de böyle söyle. Âişe diyor ki: "Şevde dedi
ki: "Allah’a yemin olsun ki aradan çok vakit geçmeden
Resûlüllah, kapıya geldi. Senden
korktuğum için Resûlüllahı, bana
dediğin gibi karşılamak istedim." Resûlüllah
Sevde'ye yaklaşınca o Resûlüllah’a:
"Ey Allah'ın Resulü, sen reçine yemişsin." dedi.
Resûlüllah: "Hayır." dedi. Şevde ise: "O halde senden gelen bu koku
ne?" dedi. Resûlüllah: "Hafsa bana bal
şerbeti içirdi." dedi. Şevde "O balın anları urfut ağacından çiçek almış." dedi.
Âişe diyor ki: "Resûlüllah bana
gelince ben de ona aynı şeyi söyledim. Safıye'ye gidince o da aynı şeyi söyledi.
Re-sufullah tekrar Hafsa'ya gidince, Hafsa: "Ey Allah'ın Resulü, ben sana bunu
içirmeyeyimmi?" dedi. Resûlüllah:
"Hayır. Benim ona ihtiyacım yoktur." dedi. Âişe diyor ki: "Şevde şöyle diyordu.
"Allah’a yemin olsun ki biz Resûlüllahı
o baldan mahrum ettik." Ben de ona dedim ki: "Sus konuşma."
Buhari, K. et-Talâk, bab: 8
Olay hakkında Rivâyet edilen bu iki hadis gözönüne alındığında olayın tekrar
ettiğini söylemek daha isabetli olur. Ancak, âyetlerin nüzul sebebi olarak
birinci Rivâyeti almak daha uygundur.
Taberi ise özetle şöyle demiştir: "Âyet-i
kerime Resûlüllah’ın,
kendisine helal olan birşeyi haram kıldığını ve bundan vazgeçmesi gerektiğini
beyan etmiş haram kıldığı şeyin ne olduğu hakkında herhangi bir izahta
bulunmamıştır. Bu itibarla Resûlüllah'ın,
kendisine haram kıldığı şey, cariyesi de olabilir, herhangi bir içecek de
olabilir, bunlardan başka bir şey de olabilir.
Resûlüllah kendisine o şeyi haram kılarken bir de yemin etmiştir. Bu
sebeple Allahü teâlâ ona "Helal olan bir
şeyi kendisine haram kıldığından dolayı sitem etmiş ve yemini için de keffaret
vererek onu bozabileceğini beyan etmiştir.
Görüldüğü gibi bir kısım âlimler bu âyet-i kerimeleri
izah ederlerken Resûlüllah’ın, birşeyi
kendisine haram kıldığını ve bu haram kılmasının da yemin sayıldığını, bu
itibarla keffaretle yeminini bozmak için kendisine izin verildiğini
söylemişlerdir.
Diğer bir kısım âlimler ise
Resûlüllah’ın helal olan herhangi bir
şeyi kendisine haram kılmadığını sadece kendisine helal olan bir şeyden elini
çekeceğine dair yemin ettiğini söylemişlerdir. Bunlara göre
Allahü teâlâ
Resûlüllah'ın bu yeminini, helal olan bir şeyi kendisine haram
kılıyormuş gibi saymış ve bundan dolayı ona sitem etmiştir. Ayrıca keffaretle
yeminini bozabileceğini de bildirmiştir.
Taberi ise,
Resûlüllah'ın, hem helal olan bir şeyi
kendisine haram kıldığını hem de ona dair yemin ettiğini söylemiş ve yukarıda
zikredilen izahı yapmıştır.
“Şüphesiz ki Allah, yeminlerinizi, keffaret vermek
suretiyle bozmamzı size meşru kıldı. Allah sizin dostunuzdur. O, herşeyî
bilendir. Hüküm ve hikmet sahibidir.”
Allahü teâlâ, yeminlerini bozmak
isteyenlerin verecekleri keffaretleri başka bir âyette şöyle beyan etmiştir:
"Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat
bile bile yaptığınız yeminlerinizden sizi sorumlu tutar. Bu (bozulan) yeminin
keffareti ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya
giydirmek yahut da bir köle azad etmektir. Bunlan bulamayan kimse için de üç gün
oruç tutmaktır. Yapıp ta bozduğunuz yeminlerinizin keffareti iştç budur.
Yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar ki,
şükredesiniz." Makle Sûresi. 5/89
Mukatil diyor ki: "Bu âyetin nazil olmasından sonra
Resûlüllah bir cariye azadederek
Mariye'yi kendisine helal kılmıştır.
Hasan-ı Basri ise
Resûlüllah’ın geçmiş ve gelecek günahları
affedildiğinden, bu âyet-i kerime’nin
nazil olmasıyla, yemininden dolayı bir keffaret vermediğini, bu âyetin mü’minler
için hüküm koyduğunu söylemiştir.
“Hani, Peygamber, hanımlarından birine gizlice bir söz
söylemişti. Fakat hanımı bu sözü açığa vurunca, Allah da, Peygamberine sırrın
ifşa edildiğini bildirmişti. Peygamber de ifşa edilen sırların bir kısmını ifşa
eden hanımına bildirmişti.. Bir kısmını da bildirmekten vazgeçmişti. Peygamber
bu sırların açığa vurulduğunu hanımına bildirdiğinde, hanımı: "Bunu sana kim
haber verdi?" dedi. Peygamber de "Her şeyi bilen ve herşeyden haberdar olan
Allah bildirdi." dedi.”
Abdullah b. Abas, Katade, Zeyd b. Eşlem,
Abdurrahhman b. Zeyd, Şa'bi ve
Dehhak'a göre âyette zikredilen "Peygamberin
zevcelerinden biri"nden maksat, riz. Ömer'in kızı Hafsa, ona gizlice söylediği
söz de "Cariyesini kendisine haram kılması ve buna dair yemin ederek "Bunu
kimseye söyleme" demesiydi. Hafsa bu, sırrı açığa vurmuş, bunun üzerine
Allahü teâlâ,
Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve
sellem)e Hafsa'nın bu sırrı başkasına söylediğini bildirmiş
Resûlüllah da bunu Hafsa'ya söylemiştir.
Hafsa, Resûlüllah’ın kendisine bunu
söylemesi üzerine "Bunu sana kim söyledi?" demiş
Resûlüllah da "Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah
bildirdi." buyurmuştur.
Âyet-i kerime’de,
Resûlüllah’ın, sırrını ifşa eden hanımına, Allah'ın
kendisine bildirdiği hususlardan bir kısımım söylediği bir kısmını da
söylemediği zikredilmektedir. Bu da Resûlüllah’ın
üstün ahlakını göstermektedir. O, sırrını ifşa eden hanımını fazlaca mahcup
etmekten kaçınmıştır.
“(Ey Peygamberin hanımları) Eğer ikiniz de Allah’a
tevbe ederseniz eğilmiş olan küllileriniz gerçeğe yönelmiş olur. Şâyet
peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız, bilin ki Allah, onun dostudur.
Bundan başka Cibril, salih mü’minler ve melekler de yardımcisıdır.”
Ey Hafsa ve Âişe, eğer yaptıklarınızdan vazgeçerseniz sizin için daha
hayırlıdır. Zira kalbleriniz haktan kaymıştı ve
Resûlüllah’ın, kendisine haram kılmak istemediği bir şeyi haram
kılmasını istiyordunuz. Ey Âişe ve Hafsa, eğer ikiniz de
Resûlüllah’ın aleyhine birbirinizle
yardımlaşacaksanız şunu bilin ki Cebrâil,
mü’minlerin salihlerinden olan kimseler ve diğer melekler onun yardımcısıdır.
Sonunda siz zararlı çıkarsınız.
Âyette zikredilen "İki kadın"dan maksat, Abdullah b.
Abbas'ın, Hazret-i Ömer'den
öğrendiğine göre Hazret-i Âişe ve Hazret-i
Hafsa'dır. Bu husus yukanda zikredilen bir hadiste de beyan edilmiştir.
Bkz. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 2, 3
Bu iki kadının kalblerinin eğilmesinden maksat,
Resûlüllah’ın sevmediği bir şeyi
istemeleridir.
Resûlüllah’ın yardımcıları olduğu
beyan edilen salih mü’minlerden maksat, Mücahid
ve Dehhak'a göre Hazret-i Ebubekir ve
Ömer'dir. Katade ve
Süfyan es-Sevri'ye göre ise diğer
peygamberlerdir. Taberi, mü’minlerin
salih olanlarından maksadın, bütün salih mü’minler olduğunu söylemiştir.
“Ey Peygamberin hanımları, eğer Peygamber sizi
boşarsa, yerine rabbi ona sizden daha hayırlı, Allah'ın emirlerine boyun eğen,
oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.”
Enes (radıyallahü anh) diyor ki: "Ömer
(radıyallahü anh) şöyle dedi:
"Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)in hanımlarının hepsi onu kıskanmada sanki
ittifak içindeydiler. Bir gün onlara dedim ki: "Eğer o sizi boşarşa yerinize
rabbi ona sizden daha hayırlılarım verir." Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Buhari, K. Tefsir el-Kur an, Sûre: 66, bab: 3
Hazret-i Ömer diyor ki:
"Biz, cahiliye döneminde kadınlara değer vermezdik. Nihâyet
Allahü teâlâ, onların haklarında indirmiş
olduğu âyetleri indirdi. Onların haklarını belimi. Ben, bir mesele hakkında
düşünüyordum. Bir de baktım ki kanm "Şöyle şöyle yapsan." diyor. Dedim ki: "Bu
meseleden sana ne? Benim yapmak istediğim bir iş seni ne ilgilendirir?" O bana
dedi ki: "Ey Hattab'ın oğlu, şaşarım sana, sana karışmamı istemiyorsun. Halbuki
senin kızın, Resûlüllah’ın işine
karışıyor. Öyle ki Resûlüllah’ın gün
boyu ona kızgın gezdiği oluyor." Ravi diyor ki: "Ömer cübbesini sırtına aldı ve
doğruca Hafsa'nın yanına gitti ve ona: "Kızım sen
Resûlüllah’ın işine karışıyormuşsun. Öyle
ki işine karıştığın gün devamlı kızgın oluyormuş?" Hafsa: "Vallahi biz onun
işine karışıyoruz." dedi. Bende dedim ki: "Bak, ben seni Allah'ın
cezalandırmasından, Allah'ın Resulünün gazabından sakındırıyorum. Kızım,
Resûlüllah’ın, güzelliğini takdir ettiği
şu kadını (Âişe'yi) sevmesi seni aldatmasın." Ömer diyor ki: "Sonra oradan
çıktım. Akrabam olması dolayısıyla Ümmü Seleme'ye gittim. Ona da konuştum. Ümmü
Seleme: "Şaşıyorum sana ey Hattab'ın oğlu, herşeye karışıyorsun.
Resûlüllah ile hanımlarının arasına da
girmek istiyorsun." dedi. Vallahi Ümmü Seleme'nin bu sözleri bana öyle tesir
etti ki cesaretimi kırdı. Onun yanından da çıktım benim En-sar'dan arkadaşlarım
vardı. Ben Resûlüllah’ın yanında
ulunamadığım zamanlarda Ensar'dan olan arkadaşlarından biri bana haberleri
getiriyordu. O gelmediği zaman da ben ona haberleri götürüyordum. Biz o zaman,
Gassan krallarının birinin saldırısından korkuyorduk. Zira onun, üzerimize
geleceği bize bildirilmişti. Zihnimizi tamamen o meşgul ediyordu. Bir gün baktım
ki Ensardan olan arkadaşını kapıyı vurdu. O bana: "Aç aç" dedi. Ben de "Gassanlı
mı geldi?" dedim. Arkadaşım "Ondan daha kötüsü oldu.
Resûlüllah hanımlarından uzaklaştı."
dedi. Ben de dedim ki: "Hafsa ile Âişe'nin burnu yere sürüldü." Elbisemi giydim,
dışarı çıktım. Resûlüllah’ın yanına
vardım. Onun, merdivenle çıkılan damın üstündeki odada kaldığını gördüm.
Resûlüllah’ın siyah kölesi de merdivenin
başında duruyordu. Ona dedim ki: "Resûlüllah’a
de ki: "Ömer b. el-Hattab geldi."
Resûlüllah bana izin verdi. Ben daha önce
olanları ona anlattım. Ümmü Seleme'nin sözlerine gelince
Resûlüllah gülümsedi. O anda kuru bir
hasır üzerinde oturuyordu. Hasırın üzerinde hiçbir sergi yoktu. Başının altında
içi hurma lifleriyle dolu deriden bir yastık bulunuyordu. Ayak ucunda Selem
ağacının yaprakları sağa sola dağılmıştı. Başucunda asılı bir posteki
bulunuyordu. Ben, Resûlüllah’ın
yanlarında hasırın izlerini gördüm ve bunun üzerine ağladım.
Resûlüllah: "Niçin ağlıyorsun?" dedi.
Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Kisra ve Kayzer, içinde bulundukları o durumda
yaşıyorlar da sen Allah'ın peygamberi olduğun halde bu durumdasın."
Resûlüllah buyurdu ki: "Sen, dünyanın
onların, âhiretin de bizim olmasını istemez misin?"
Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 66, bab: 2
Abdullah b. Abbas,
Katade ve Dehhak,
âyet-i kerime’nin:
"Oruç tutan." diye tercüme edilen "Saihat" kelimesini bu şekilde izah
etmişlerdir. Zeyd b. Eşlem ise bundan maksadın, "Hicret eden kadınlar." demek
olduğunu söylemiştir.
“Ey iman edenler, yakıtı insanlar ve taşlar olan
cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin başında sert ve
şiddetli, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen, verilen emirleri
olduğu gibi yerine getiren melekler vardır.”
Allahü teâlâ bu
âyet-i kerime’de
mü’minlere, kendilerini ve ailelerini cehennem ateşinden korumalarını
emretmiştir. Hazret-i Ali
(radıyallahü anh) demiştir ki: "Kişinin, aile
efradını cehennem ateşinden koruması onları eğitmesi ve yetişti rmesiyle olur."
Abdullah b. Abbas ise "Kişi Allah’a itaat
ederek, ona karşı gelmekten kaçınarak ve aile efradına Allah anmalarını
emrederek kendisini ve ailesini cehennem azabından korumuş olur." demiştir.
Mücahid, bu âyetin manasının: "Siz Allah’tan
korkun, aile efradınıza da Allah’tan korkmalarını emredin. Böylece cehennem
azabından korunmuş olursunuz." demek olduğunu söylemiştir.
Katade diyor ki: "Kişinin, aile efradını
cehennem azabından koruması, onlara, Alarm itaat etmelerini emretmesi ve karşı
gelmelerini yasaklamasıyla olur. Kişi, aile efradını Allah'ın emirlerine göre
sevk ve idare eder ve onların, Allah'ın emirlerini yerine getirmelerine yardımcı
olur. Onlarda, Allah’a karşı gelen bir durum görürse onları azarlar ve
durumlarını düzeltir. Böylece de onları azaptan kurtarmış olur.
Âyette zikredilen, cehennemin yakıtı olan taşlardan maksat,
Abdullah b. Mes'ud,
Mücahid ve Süddi'ye
göre "Kibrit taşı" diye adlandırılan taş cinsidir.
Diğer bir kısım âlimlere göre ise bunlardan maksat, putlardır.
Âyette, ateşin başında bulundukları zikredilen meleklerden maksat, cehennem
zebanileridir. Bunlar, cehennemliklere karşı çok sert ve çok dehşetlidirler.
Onlara asla merhamet etmezler.
“Kıyamet günü, inkâr edenlere şöyle denilir: "Ey
kâfirler, bugün mazeret göstermeyin. Sizler ancak dünyada yaptıklarınızla
cezalandırılıyorsunuz.”
Kur'an-ı Kerimde kâfilere çok az hitabedilmiştir. Bu âyet de onlardan biridir.
Kâfirlere bu hitap âhirette yöneltilecek ve mazeretlerinin kabul edilmeyeceği
kendilerine bildirilecektir.
|