“Onlara: "Gelin de Allah'ın peygamberi sizin affınızı
dilesin." dendiği zaman (alay ederek) başlarını sallarlar ve sen onların,
büyüklenerek yüz çevirdiklerini görürsün.”
O münafıklara: "Gelin de Peygamber sizin için Allah’tan af dilesin." denildiği
zaman onlar, peygamberi ve onun af dilemesini alaya alarak başlarını sallarlar
ve görürsün ki onlar, davet edildikleri affa karşı böbürlenerek yüz çevirip
giderler.
*Beşir b. Müslim diyor ki: "Abdullah b. Übey b. Selule bu âyetlerin indirildiği
bildirilmiş ve Resûlüllah’a giderek af
dilemesi istenmiş, Abdullah başını sallayarak şöyle demiştir. "Bana iman etmemi
emrettiğiniz iman ettim. Malımın zekatını vermemi emrettiğiniz verdim. Artık
Muhammed'e secde etmemden başka bir şey
kalmadı."
“Sen onlar için af dilesen de dilemesen de farketmez.
Allah onları bağışlamayacaktır. Şüphesiz ki Allah, doğru yoldan çıkanları
hidâyete erdirmez.”
Ey Rasûlüm, sen o münafıklar için af dilsen de dilemesen de farketmez. Zira
Allah onları asla bağışlamayucaktır. Bilakis onları yaptıklarından dolayı
cezalandıracaktır. Şüphesiz ki Allah, itaatından ayrılan bir kavmi iman;etmeye
muvaffak kılmaz.
“Onlar: "Resûlüllah’ın
beraberinde bulunan mü’minlere bir şey vermeyin de etrafından dağılıp
gitsinler." diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat
münafıklar (bu gerçeği) anlamazlar.”
Münafıklar o kimselerdir ki kendi arkadaşlarına şöyle derler: "Resûlüllah’ın
yanında bulunan ve hicret eden sahabilerine
mallarınızı harcayarak ona yardımda bulunmayın ki etrafındakiler dağhıp
gitsinler. "Halbuki göklerin ve yerin hazineleri sadece Allah’a aittir. Hiçbir
kimse, Allah'ın dilemesi olmadıkça bir şeyi başkasına veremez. Fakat münafıklar
bunun böyle olduğunu anlamazlar ve bu sebeple bu tür sözleri söylerler.
“Münafıklar: "Eğer Medine'ye dönersek yemin olsun ki,
en şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır." dediler. Oysa şeref
Allah’a, Peygamberine ve mü’minlere aittir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.”
Münafıklar: "Bu gazveden Medine'ye dönecek olursak yemin olsun ki en şerefli
olan bizler, en zelil olan mü’minleri oradan çıkaracağız." dediler. Halbuki
izzet ve şeref ancak Allah'ın, Peygamberinin ve Allah’a iman eden
mü’minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.
Surenin girişinde belirtildiği gibi, buraya kadar zikredilen
âyet-i kerimeler, Abdullah b. Übey b. Selul
isimli münafık ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Âyetlerde, mü’minlere dil
uzattıktan belirtilen kişiler bunlardır. Mü’minler aleyhinde söylenen sözler de
bunlara aittir.
Cabir b. Abdullah, münafıkların reisi
Abdullah b. Übey b. Selul'ün bu sözleri söylemesinin sebebini şöyle
anlatmaktadır. Cabir diyor ki:
"Biz, bir gazvede Resûlüllah ile
beraberdik. Muhacirlerden bir adam En-sardan birinin arkasına bir tekme vurdu.
Ensardan olan kişi "Ey Ensar neredesiniz?" diye yardım istedi. Muhacirlerden
olan bir kişi de: "Ey muhacirler neredesiniz?" diye yardım istedi.
Resûlüllah bunları duydu ve dedi ki:
"Nedir bu cahiliyet çağırıları?" Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, muhacirlerden
biri Ensardan birinin arkasına vurdu." Bunun üzerine
Resûlüllah: "Burakın bu çeşitli davaları,
bu davalar kokmuş davalardır." buyurdu. Abdullah b. Übey b. Selul bunu işitti
ve: "Bunu yaptılar ha?" Allah’a yemin olsun ki eğer Medine'ye dönecek olursak en
şerefli olanlar en zelil olanları oradan çıkaracaktır." dedi. Übey'in bu sözleri
Resûlüllah’a ulaştı. Bunun üzerine
Ömer ayağa kalktı ve: "Ey Allah'ın Resulü, bırak beni de şu münafikın boynunu
vurayım." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Bırak onun yakasını." İnsanlar: "Muhammed,
arkadaşlarını öldürüyor." demesinler." Cabir diyor ki: "Muhacirler Medine'ye
geldikleri zaman Ensar, muhacirlerden daha çok idiler. Fakat daha sonra
muhacirler Ensardan daha fazla oldular. Buhari, K.
Tefsir el-Kur'an, Sûre: 63, bab: 5, 7
Taberi bu olayla ilgili olarak çeşitli
Rivâyetler zikretmiştir. Bu Rivâyetlerden biri de özetle şudur:
Resûlüllah, Haris b. Ebi Dırar'ın
komutasında (bu kişi, Resûlüllah’ın
daha sonra evleneceği hanımı Cüveyriye'nin babasıdır) Mustalik oğullarının,
kendisine karşı savaşmak üzere hazırlandıkları haberini aldı. Ve onlara karşı
koymak için yola çıktı. Nihâyet sahildeki Kudeyt nahiyesinde bulunan "Müreysi"
isimli suyun başında onlarla karşılaştı. İki taraf birbiriyle çarpıştı. Allah,
mustalik oğullarıın mağlup etti. Onlardan öldürülenler öldürüldü. Allah onların
çocukiannı, kadınlarını ve mallarını Resûlüllah’a
ganimet olarak nasietti. Öldürülenler içinde Kelb oğullarından Hişam b. Dababe
de vardı. Bu adamı, Ensardan olan Ubade b. es-Samit'in kavminden biri
öldürmüştü. Zira onu düşman zannetmişti. İnsanlar suyun başına gelip oradan su
alırlarken Hz Ömer'in atının yularını tutan ve işçisi olan Ğifar oğullarından
Cehcah b. Said ile Avf oğullarından antlaşmalı dostları olan Cüheyne
kabilesinden Sinan, su için kavga ettiler. Cüheyne oğullarından olan adam: "Ey
Ensar topluluğu yetişin." Cehcah da: "Ey muhacirler topluluğu yetişin." diye
bağırdılar. Abdullah b. Übey b. Selul öfkelendi. Yanında kavminden bir takım
insanlar bulunuyordu. Onların içinde henüz genç yaşta taze biri olan Zeyd b.
Erkam da bulunuyordu. Abdullah b. Übey şöyle dedi: "Bunu yaptılar ha?" Bizim
memleketimizde bize düşmanlık yaptılar ve artık ileri gittiler. Vallahi bizim
düşmanlarımız olan Kureyş başıboşları ile bizim halimiz, "Besle köpeği yesin
seni." Atasözünün anlattığı duruma benzemektedir, amma, vallahi eğer Medine'ye
dönersek en aziz olan en zelil olanı elbette ki oradan çıkaracaktır." Abdullah
b. Übey kavmine dönerek şöyle devam etti: "Gördünüz mü işte kendinize böyle
yaptınız. Onları memleketinize soktunuz, mallarınızı onlarla bölüştünüz. Vallahi
şimdi elinizde bulunan mallarınızı tutup onlara vermeyecek olsanız sizin
memleketinizi bırakıp başka yere gitmek zorunda kalacaklardır."
Abdullah b. Übey'in bu konuştuklarınızı Zeyd b. Erkam da işitmişti. Zeyd,
çatışmanın bittiği bir sırada gelip durumu
Resûlüllah’a anlattı. Resûlüllah’ın
yanında Ömer b. el-Hattab da bulunuyordu.
Ömer: "Ey Allah'ın Resulü, Abbad b. Bişr'e emret de bu adamı öldürsün." dedi.
Resûlüllah: "Nasıl olur ey Ömer, o vakit
insanlar, "Muhammed,
sahabilerini öldürüyor." diye söz
ederler. Hayır bu olmaz. Fakat şimdi hemen söyle ordu hareket etsin." Halbuki o
saatlerde yola çıkmak Resûlüllah’ın âdeti değildi. Buemir üzerine ordu hareket
etti. Abdullah b. Übey, Zeyd b. Erkam'in
Resûlüllah’a bunlan anlattığını duyunca hemen
Resûlüllah’ın huzuruna vardı. "Vallahi
ben ne öyle bir şey söyledim ne de konuştum." diye yemin etti. Abdullah b. Übey,
kavmi içinde itibar gören bir kimseydi, kavminin ileri gelenlerindendi.
Ensardan, Abdullah b. Übey'in arkadaşlarından orada bulunanlar ondan çekinerek
ve onu müdafaa edere şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü, belki de çocuk,
sözlerinde bir vehime kapılmıştır. Adamın söylediğini ezberleyememiş ve uydurmuş
olmalıdır."
Resûlüllah tek başına yürüdüğü bir
sırada ona Üseyd b. Hudayr geldi. Ve onu, peygambere yakışır bir şekilde
selamladı. Ve sonra ona: "Ey Allah'ın Resulü, alışılmamış bir saatte yola
çıktınız. Siz bu saatte yola çıkmazdınız." dedi.
Resûlüllah: "Duymadınız mı arkadaşınız ne söylemiş?" buyurdu. Üseyd:
"Hangi arkadaşımız Ya Resûlallah?" dedi.
Resûlüllah: "Abdullah b. Übey." dedi. Üseyd de: "Ne demiş?" diye
sordu. Resûlüllah: "O, Medine'ye
dönerse en aziz olanın en zelil olanı oradan çıkaracağını söylemiş, buyurdu.
Bunun üzerine Üseyd: "Ey Allah'ın Resulü, dilersen sen onu Medine'den
çıkarırsın. Vallahi en zelil olan o, en aziz olan da sensin." dedi. Sonra Üseyd
sözlerine devamla şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, onun söylediklerine aldımıa,
ona yumuşak davran. Vallahi Allah seni gönderdiği zaman kavmi ona krallık tacı
giydirmek üzere boncuklar dizip taç hazırlıyordu. Abdullah b. Übey, senin, onun
iktidarını gaspettiğini zannediyordu." dedi.
Resûlüllah o gün ve o gece ve ertesi
gün kuşluk vaktine kadar ordusuyla birlikte dünyadan yürüdü. Nihâyet güneşin
sıcaklığının insanlara dokunduğu bir ana geldiler.
Resûlüllah,
sahabileriyle birlikte orada konakladı.
İnsanlar yere düşer düşmez uyuyup kaldılar.
Resûlüllah’ın böyle yapması, insanların, Abdullah b. Übey b. Selul'ün
sözleriyle meşgul olmalarını ıönlemek içindi. Sonra
Resûlüllah tekrar Hicaz yolunu tutarak
hareket etti. "Naki" ismindeki bir suyun yanında konakladı. Oradan da hareket
edince şiddetli bir rüzgar esmeye başladı. Ondan rahatsız olan insanlar korkmaya
başladılar. Resûlüllah: "Korkmayın,
kâfirlerin büyüklerinden biri öldü." buyurdu. Medine'ye geldiklerinde Rifaa b.
Zeyd b. Tabut'un o gün öldüğünü öğrendiler. Bu kişi Yahudilerin büyükleri ve
münafıkların sığınağı idi. İşte o gün Abdullah b. Übey ve onunla beraber olan
münafıklan anlatan bu Sûre nazil oldu. Bu Sûre nazil olunca
Resûlüllah, Zeyd b. Erkam'ın kulağını
tuttu ve ona: "Allah bunun kulağını doğruladı. (Bunun duyduklarının doğru
olduğunu beyan etti) dedi.
Abdullah b. Übey'in oğlu Habbab (Resûlüllah
bunun adını da Abdullah koymuştu) babasının durumunu öğrendi. Bu genç samimi bir
mü’mindi. Resûlüllah’a geldi ve "Ey
Allah'ın Resulü, İşittiğimize göre Abdullah b. Übey'in size ulaşan sözünden
dolayı siz onu öldürmek istiyormuşsunuz. Şâyet bunu yapacaksanız bana emredin
onun başını ben size getireyim. Allah’a yemin olsun ki bütün Hazreçliler
bilirler ki içlerinde babasına benden daha iyi davranan ve hünnetkâr olan biri
yoktur. Korkanm ki başka birine emredersin babımı o öldürür, benim de nefsim
kabarır, babamı öldürenin insanlar içerisinde gezip dolaşmasına tahammül edemem.
Böylece bir mü’mini, bir kâfire karşılık öldürmüş olurum ve cehennem ateşine
girerim." dedi. Resûlüllah: "Hayır,
biz ona yumuşak davranacağız. Beraberimizde bulunduğu müddetçe ona iyilikle
muamele ederiz." buyurdu. İşte o günden sona Abdullah b. Übey ne yaparsa kavmi
ona sitem ederdi, onu azarladı ve onu tehdit ederdi.
Resûlüllah bunları işitikçe
Hazret-i Ömer'e "Ey Ömer, görüyor musun nasıl
oldu? Senin dediğin zaman ben onu öldürtecek olsaydım onun için nice burunlar
titrerdi. (Onun öldürülmesine kızarlardı) fakat bugün onun öldürülmesini
emretsem derhal onu öldürürler." Bunun üzerine
Hazret-i Ömer şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki ben çok iyi anladım ki
Resûlüllah’ın emri benim sözümden çok
hayırlı ve çok faydalıdır.
İkrime diyor ki: "Abdullah b. Übey b.
Selul'ün, Habbab isimli bir oğlu vardı.
Resûlüllah onun adını değiştirerek "Abdullah" koymuştu. Abdullah,
Resûlüllah’a gelerek "Ey Allah'ın Resulü,
babam Allah’a ve Resulüne eziyet ediyor, izin ver de onu öldüreyim." dedi.
Resûlüllah da ona "Abdullah sen babanı
öldürme." dedi. Abdullah tekrar geldi ve "Ey Allah'ın Resulü, babam Allah’a ve
Resulüne eziyet ediyor. İzin ver de onu öldüreyim." dedi.
Resûlüllah yine: "Babanı öldürme." dedi.
Bunun üzerine Abdullah "Ey Allah'ın Resulü, sen abdest al, o sudan ona içireyim.
Umulur ki Allah, kalbini yumuşatmış olur."
Resûlüllah abdest aldı. Ondan artan suyu Abdullaha verdi. Abdullah
onu götürüp babasına içirdi. Sonra ona: "Biliyor musun ben sana ne içirdim?"
dedi. Babası "Biliyorum. Annenin sidiğini içirdin." dedi. Abdullah "Hayır
vallahi ben sana Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)in abdest suyundan
artanı içirdim." dedi.
“Ey iman edeler, inallarınız ve çocuklarınız, sizi,
Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana
uğrayanlardır.”
Dehhak, buradaki "Allah’ı anmak" ifadesinden
maksadın, beş vakit namaz olduğunu söylemiştir.
Âyet-i kerime, mü’minlerin, mal ve
evlatlarıyla meşgul olarak Allah’ı anmaktan geri kalmamalarını aksi takdirde
gelip geçici mal ve evlatlara aldanırlar-sa hüsrana uğrayacaklarını beyan
etmektedir.
“Sizden birine ülüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet
bana mühlet versen de malımı hak yolda harcasam ve salîh kullardan olsam."
diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz rızıklardan harcayın.”
Ey, Allah’a ve Peygamberine iman eden mü’minler, ölüm gelip size çatmadan önce
hayattayken bizim size vermiş olduğumuz rızıklardan bizim yolumuzda harcayın.
Aksi takdirde, bu harcamayı yapmadan ölüp giderseniz her biriniz şöyle
diyecektir: "Rabbim, keşke benim ecelimi belli bir zamana kadar ertelesen de ben
de mallarımı hayır yolda harcayıp salih kullardan olsam."
Dehhak diyor ki: "Âyette geçen "Malımı hak
yolda harcasam." ifadesinden maksat, kişinin, zekatını vermiş olmayı
istemesidir. "Salih kullardan olsam" ifadesinden maksat da "Hac farizasını
yerine getirsem." demektir.
Abdullah b. Abbas dedi ki:
"Kimin, kendisin rafabinin beytini Hac etmeye götürecek kadar malı olur veya
zekat verecek kadar malı bulunur da bunları yapmayacak olursa, ölümü anında
tekrar dünyaya dönmeyi ister." Bunun üzerine bir adam "Ey
İbn-i Abbas, Allah’tan kork, ölüm anında
dünyaya dönmeyi ancak kâfirler isterler." dedi.
Abdullah b. Abbas: "Ben bu hususta sana Kur'andan âyetler okuyacağım."
dedi ve "Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi, Allah’ı anmaktan
alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. "Sizden birine
ölüm gelip de "Rabbim, kısa bir müddet bana mühlet versen de malımı hak yolda
harcasam ve salih kullardan olsam." diyeceği an gelip çatmadan size verdiğimiz
rızıklardan harcayın." "Allah, eceli gelen canı hiçbir zaman mühlet verip geri
bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." âyetlerini okudu. Adam,
Abdullah b. Abbas'a "Ne kadar mal zekat
vermeyi gerektirir?" dedi. Abdullah b. Abbas
"Malı iki yüz dirhem veya daha fazla olursa." dedi. Adam: "Haccetmek ne zaman
farz olur?" dedi. Abdullah b. Abbas: "Azık ve
deve bulunursa." cevabını verdi. Tirmizî, K. Tefsir
el-Kur'an, Sûre: 64, Hadis no: 3316
“Allah, eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip
geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
Allah, eceli gelen hiçbir kimsenin ömrünü uzatarak onu ertelemze. Bilakis eceli
geleni öldürür. Allah, kullarının yaptıklarından haberdardır. Hiçbir şey ona
gizli değildir. Onları, yaptıklarına göre cezalandırır veya mükafaatlandırır.
|