4Bunun sebebi onların Allah'a ve Rasûlüne muhalefet etmeleridir. Kim Allah'a muhalefet ederse, muhakkak Allah, cezası pek çetin olandır. "Bunun" bu sürgünün "sebebi, onların Allah'a ve Rasûlüne muhalefet etmeleridir" ona düşmanlık etmeleri, emrine karşı gelmeleridir. "Kim Allah'a muhalefet ederse"âyetindeki; "Kim... muhalefet ederse" âyetini Talha b. Mûsarrıf ve Muhammed b. es-Semeyka: diye şeddeli olan "kap harflerini ayrı ayrı izhar ile okumuşlardır. el-Enfal Sûresi'nde (8/13- âyette) olduğu gibi. Diğerleri ise idğâm ile okumuşlardır. 5Herhangi bir hurma ağacını kesmeniz yahut onu kökleri üzere dikili bırakmanız, hep Allah'ın izni ile olmuştur ve (bu) fasıkları alçaltması içindir. Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız; 1- Âyetin Nüzul Sebebi: "Herhangi bir hurma ağacını kesmeniz" âyetindeki: "Herhangi bir...ini" lâfzı; "kesmeniz" anlamındaki fiil ile nasb konumundadır. Kestiğiniz herhangi bir şey, diye buyurulmuş gibidir. Bu âyetin iniş sebebine gelince; Nadiroğulları Uhud günü Kureyş'in yardımı ile antlaşmayı bozmaları üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadiroğullarının el-Buveyre diye bilinen hisarlarının önünde konakladı. Onların hurma ağaçlarının kesilip yakılmasını emretti. Kesilen hurma ağaçlarının sayısı hususunda farklı rivâyetler gelmiştir. Katade veed-Dahhak altı hurma ağacını kesip yaktıklarını söylemişlerdir, Muhammed b. İshak da: Bir tek hurma ağacını kestiler ve bir tek hurma ağacını yaktılas, demiştir. Bu da Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in uygulamaya itiraz etmemesi(ikrarı) ya da emri ile olmuştur. Bunun sebebi ya bu yolla onları zayıflatmaktı, yahutta bu hurma ağaçlarını kesmek suretiyle yerin genişlemesini sağlamaktı. Bu yahudilere ağır geldi. O bakımdan kitab ehli ve yahudi olan Nadirliler şöyle dedi: Ey Muhammed! Sen ıslahı isteyen bir peygamber olduğunu ileri sürmüyor musun? Peki, hurma ağaçlarını kesip ağaçları yakmak ıslahın bir gereği midir? Allah'ın sana indirdiği âyetler arasında yeryüzünde fesad çıkarmanın mubah olduğunu mu görüyorsun yoksa? Bu Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ağır geldi, mü’minler de içten içe bundan rahatsız oldular. Hatta aralarında anlaşmazlıklar çıktı. Kimileri Allah'ın bize ganimet olarak verdiği şeylerden kesmeyiniz derken, kimileri de: Onları bu yolla daha da öfkelendirelim diye kesiniz, dedi. Bunun üzerine âyet-i kerîme, ağacın kesilmesini yasaklayanları doğrulamak ve kesenlerin de günah kazanmadıklarını belirtmek üzere indi ve böylece ağacın kesilmesinin de, kesilmemesinin de Allah'ın izni ile olduğunu haber verdi. Şairleri, yahudi Semmâk, bu hususta şunları söylemektedir: "Bizler o çok hikmetli Kitabı miras alanlar değil miyiz? Mûsa döneminde; ve biz sapmadık. Sizlerse cılız koyunların çobanlarısınız, Tihame ve el-Ahyef çöllerinde. Çobanlığı kendiniz için şeref kabul edersiniz. Herşeyinizi bitirip tüketen bütün zamanlarınızda. Ey hazır bulunanlar; vazgeçiniz, Zulümden ve utanç verici hareketlerden. Belki geçen günler ve zamanlar, İnsaf ve adalet sahibi tarafından (aleyhinize) çevirilirler. Nadiroğullarını öldürüp onları sürdüğünüz için Ve henüz meyveleri toplanmamış hurma ağaçlarını kestiğinizden" Hassan b. Sabit de ona şöylece cevab verdi: "Kureyş'e yardımcı olan bir topluluk, sordu birbirini Kendi şehirlerinde onların yardımcıları yoktu halbuki. Onlar kendilerine verilen. Kitabın kıymetini bilmeyenlerdir, Tevrat'a karşı kör olan, helâk olmuş bir kavimdir. Kur’ân'ı inkar ettiniz ve yüz çevirdiniz, O uyarıcının söylediklerini tasdik etmekten. Lüeyoğullarının efendileri için, el-Buveyre'de yayılıp giden bir yangının önemi olmaz," Ebû Süfyan b. el-Haris b. Abdu'l-Mutlalib de ona(yahudi Semmâk'a) şu cevabı vermişti: "Allah böyle bir işi devamlı kılsın Ve onun dört bir yanında yanan alevi sürdürsün. Bizden hangilerinin bundan uzak olduğunu göreceksin Ve hangimizin topraklarının nereye ulaşacağını bileceksin. Eğer oradaki hurma ağaçları süvari olsaydı Elbette: Burada siz kalamazsınız haydi yola koyulunuz, diyeceklerdi." 2- Nadiroğulları Gazvesi: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)’in onların üzerine gitmek üzere Medine'den çıkması hicri 4. yılın başında Rebiu'l-evvel ayında oldu. Nadiroğulları ona karşı kendilerini korumak üzere kalelerine çekildiler. Peygamber de hurma ağaçlarının kesilip yakılmasını emretti. İçkinin haram olduğunu bildiren hüküm de o zaman indi. Abdullah b. Ubeyy b. Selul ve onunla beraber olan münafıklar Nadîroğullarına; "Biz sizinle beraberiz. Eğer sizlerle savaşılacak olursa, biz de sizin yanınızda savaşırız. Şayet çıkartılacak olursanız, biz de sizinle birlikte çıkar, gideriz" diye gizlice haber gönderdiler. Nadiroğulları da buna aldandılar. Fakat iş ciddiye binince onlara yardım etmediler, onları kendi hallerine bıraktılar. Onlar da teslim olmak zorunda kaldılar. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da kanlarını dökmeyerek kendilerini sürgüne göndermelerini istediler. Silah dışında, develerinin taşıyabilecekleri kadar yük götürmelerine izin vermesini dilediler. Bu şekilde yükleriyle birlikte Hayber'e gittiler. Kimileri de Şam'a gitti. Aralarından Hayber'e gidenler arasında Huyey b. Ahtab, Sellâm b. Ebi'l-Hukayk ve Kinâne b. er-Rabî gibi ileri gelenleri de vardı. Hayberliler onlara itaat etti, boyun eğdi. 3- Düşman Yurdunu Yıkmak, Yakmak ve Mahsullerini Koparmak ile İlgili İlim Adamlarının Görüşleri: Müslim'in Sahih'inde ve başka eserlerde İbn Ömer'den sabit olan rivâyete göre Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Nadiroğullarının hurma ağaçlarını kesmiş ve yakmıştı. Bununla ilgili olarak Hassan şöyle demiştir: "Lueyoğullarının efendilerine basit gelmiştir el-Büveyre'de yayılıp giden bir yangın." Yüce Allah'ın: "Herhangi bir hurma ağacını kesmeniz..." âyeti da buna dair nazil olmuştur. İlim adamları düşman yurdunun tahrib edilmesi, yakılması ve meyvelerinin kesilmesi hususunda iki görüş ortaya koymuşlardır. Birinci görüşe göre; bu caizdir. Bunu(Malik) el-Müdevvene'de belirtmiştir. İkinci görüşe göre; eğer müslümanlar bunların kendilerinin olacağını bilirlerse, bunu yapmazlar. Eğer ümit keserlerse yaparlar. Bu görüşü de Malik, el-Vâdıha'da belirtmiştir. Şâfiî mezhebine mensub ilim adamları da bu kanaatledirler ve buna göre(başka görüşleri) tartışırlar. İbnu’l-Arabî dedi ki: Sahih olan birinci görüştür. Çünkü Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem), Nadiroğullarına ait hurma ağaçlarının sonunda kendisinin olacağını bilmişti. Bununla birlikte o, böylesi onlara bir ibret teşkil etsin, onların maneviyâtlarını kırarak oradan çıkmalarını sağlasın, diye birtakım ağaçları yakmış, bir kısmını da kestirmiştir. Geri kalan bölümünün sağlam kalması maksadıyla malın bir bölümünü telef etmek, şer'an câiz olan bir maslahattır, aklen de böyle bir maslahat maksat olarak gözetilebilir. 4- Her Müctehid İsabet Eder mi? el-Maverdî dedi ki: Bu âyet-i kerimede her müttehidin isabet ettiğine dair bir delil vardır. el-Kiyâ et-Taberî de bu görüşü ifade ederek şöyle demiştir: Her ne kadar Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında bulunmakla birlikte böyle bir hadisede ictıhadda bulunmak uzak bir ihtimal ise de (bu böyledir.) Çünkü şüphesiz ki Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu olayı görmüş ve sesini çıkarmamıştır. Onlar da bu işin hükmünü sadece Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın takririnden öğrenmiş olmaktadırlar. (Böylelikle bu uygulamalarının içti had ile yapılmış olma ihtimali uzak görülmektedir.) İbnu’l-Arabî dedi ki: Bu (hükmü çıkarmak) doğru değildir. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla birlikte idi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda ictihûd olamaz. Aksine bu olayRasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın üzerine hakkında hüküm inmedik bir hususta ictihâd ettiğine delil teşkil eder. Bu içtihadının dayanağı ise genel olarak kâfirlere eziyet etmek ve mallarını telef etmek ve yok etmeyi gerektiren herbir hususa izin verilmiş olduğunun kapsamına girdiğidir. Bu da yüce Allah'ın: "Ve (bu) fâsıkları alçaltması içindir" âyeti ile ifade edilmektedir. 5- Âyet-i Kerîme'de Geçen Llne (Hurma Ağacı)'nın Mahiyeti ile İlgili Görüşler: Burada sözü edilen Lîne'nin mahiyeti hakkında on farklı görüş vardır. 1- el-Acve türü hurma veren ağaç dışındaki bütün hurma ağaçlarıdır. Bu açıklamayez-Zührî, Malik, Said b. Çübeyr,İkrime ve el-Halil yapmıştır, 2-İbn Abbâs, Mücahid ve el-Hasen'den gelen rivâyete göre; bütün hurma ağaçlarına bu isim verilir, demişler ve acve olsun, başka tür hurma olsun istisna etmemişlerdir. 3- ……. 4-es-Sevrî'den gelen rivâyete göre hurma ağaçlarının en kıymetlileridir. 5- Ebû Ubeycie'nin görüşüne göre acve ve berni diye bilinen hurma türleri dışındaki bütün hurma türleridir. 6- Cafer b. Muhammed dedi ki: Bu özel olarak acve hurmasının (ağacının) adıdır. Onun naklettiğine göre atîk ve acve Nûh(aleyhisselâm) ile birlikte gemide bulunan ağaçlardandır. Atik erkeğinin adıdır, acve ise bütün dişi türlerin esasıdır. Bundan dolayı bu ağacın kesilmesi yahudilere ağır gelmişti. Bu görüşü de el-Ma verdi nakletmiştir, 7- Lîne'nin, mahsulüne el-levn ismi verilen bir çeşit hurma ağacı olduğu da söylenmiştir. Bu ağacın verdiği hurma, hurmaların en iyisidir. Oldukça sarı olup, dışardan çekirdeği görülür ve o kadar yumuşaktır ki; çiğnenebilecek haldedir. Bu tür ağaçların bir tanesi bile onlar için iyi bir hizmetçiden(köleden ya da cariyeden) daha değerlidir, 8- Bunun yere yakın(kısa boylu) hurma ağacı olduğu da söylenmiştir, el-Ahfeş şu beyiti zikretmektedir: "Kumru bir Line ağacının üzerinden sevenlerin ayrılığını söyleyerek Şarkı söylediğinde; beni de ağlattı." Lîne'nin hurma fidanı olduğu da söylenmiştir. Çünkü fidan ağaçtan daha yumuşaktır. (Line yumuşak demek olan leyyin'den gelir.) Şairin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Fidanlarını bir pınarın aktığı yere diktiler Sonra da hurma ağaçlarının etrafını koruluklarla sardılar." 9- Bir diğer görüşe göre Line canlılıkları sebebiyle yumuşak olduklarından ötürü bütün ağaçlara verilen isimdir. Şair Zü'r-Rimme de şöyle demiştir: "Kanatlarının üst üste binmiş terekleri bir line(ağacın) üzerinde Geceden kalma ıslaklığı tüylerinde parıldıyor. 10- ed-Dakal denilen hurma ağacının adıdır. Bu açıklamayı da el-Esmaî yapmıştır. O şöyle der: Medineliler de: Elvan bulunmadıkça sofralar açılmaz, derler, Elvan'dan kastettikleri ise dekal hurmasıdır. İbnu'l-Arabî dedi ki: Doğrusu ise ez-Zührî ve Malik'in söylediğidir. Bunun da iki sebebi vardır: 1-Onlar evvela kendi şehirlerini ve şehirlerinde bulunan ağaçları başkalarından daha iyi bilirler. 2-Kelimenin türediği kökü, bu görüşü desteklemektedir. Dil bilginleri de bunun doğru olduğunu belirtmektedirler. Çünkü "line" lâfzı "lune" veznindedir. Arapların kabul ettikleri esas ilkelere göre kelime illetli olduğundan dolayı "lîne" haline gelmiştir. Bunun aslı İûn" şeklindedir. He (sondaki te) gelince, başı 'ilk lâm"ı kesreli gelmiştir. Nitekim "berku's-sadr"ı be harfini fethali olarak söylerken sonuna "he" getirildiği için, "be" harfi kesreli olarak "birke" denilmesi de böyledir. "Line"nin aslının "livne" olduğu ve kendisinden önceki harf kesreli olduğundan dolayı "vav"ın "ye"ye kalbedikliği de söylenmiştir. Lîne'nin çoğulu ...diye gelir, çoğulunun; diye geldiği de söylenmiştir. İmruu’l-Kays atının boynunu anlatırken şöyle demektedir: "Alevle tutuşup yanan, Çıplak hurma ağacı gibi bir boyun." el-Ahfeş dedi ki: "Lîne" ismi 'hV'den değil de "levn"den türetilerek verilmiştir. el-Mehdevî dedi ki: Bu kelimenin türediği kök hususunda farklı görüşler vardır. Bunun "levn"den geldiği ve aslının da "lîne" olduğu söylenmiştir. Aslının: "Yumuşadı, yumuşar" fiilinden geldiği de söylenmiştir. Abdullah: "Herhangi bir hurma ağacını kesmeniz yahut onu kökleri üzere ayakta dikilir bırakmanız..." yani kökleri üzerinde dimdik ayakta terketmeniz... diye okumuştur. el-A'meş ise: "Herhangi bir hurma ağacın kesmiz Abdullah Herhangi bir hurma ağacını kesmeniz yahut onu kökleri üzere dikili bırakmanız..." diye okumuştur ki; kesmeksizin bırakmanız, demektir. Bu âyet: "Kökleri üzere ayakla dikili oldukları halde..." şeklinde de okunmuş olup bu da iki türlü açıklanabilir. Buradaki "kökler" anlamındaki kelime; in çoğuludur, Vin çoğulunun diye gelmesi gibi. İkincisine göre burada "vav"ın yerine ötre ile yetinilmiştir. Âyet ayrıca: "Kökleri üzerinde dikilmiş olarak" diye (dikilmiş anlamındaki lâfız tekil olarak) diye ve: "Herhangi bir" lâfzı güzönünde bulundurularak tekil okunmuştur. "Hep Allah'ın izni" emri "ile olmuştur ve(bu) fasıkları alçaltması içindir." Yani kendisini, peygamberini ve kitaplarını inkâr eden yahudileri zelil etmesi içindir. 6Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince; sîz onun için ne at oynattınız, ne de deveye bindiniz. Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimselere musallat eder. Allah herşeye gücü yetendir. "Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince..." âyeti ile bundan sonra gelen âyetin sonundaki "çünkü Allah azâbı çok çetin olandır" diye biten bir sonraki âyete kadarki âyetlere dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız: 1- Nadiroğullarından Alınan Fey': "Allah'ın onlardan" Nadiroğullarının mallarından "verdiği" döndürdüğü "fey'e gelince siz onun için ne at oynattınız..." Hızlıca at koşturmadınız. Çünkü: "Hızlıca al koşturmak" demektir. Atın hızlıca koştuğunu anlatmak üzere: "At hızlıca koştu" denilir. Atı ben koşturdufn, harekete getirip yordum" demektir. Temim b. Mukbil'in şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Bazan yeni keskinleştirilip parlatılmış beyaz(kılıç)larla savunmaları gerekeni savunanlardır onlar, Develeri hızlıca koşturduklarında" "Develer" demektir. Bunun lekili (lâfzından olmayarak): 'dir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Siz o malları ele geçirmek için uzunca bir yol kaletmediğiniz gibi, ne savaştınız, ne de zorlukla karşılaştınız. Çünkü orası Medine'den iki mil uzaklıktaydı. Bu açıklamayı el-Ferrâ' yapmıştır, Müslümanlar oraya yürüyerek gitmişler, ne bir ata, ne de bir deveye binmişlerdir. Yalnızca Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) bir deveye binmişti. Bir görüşe göre de hurma lifinden yuları olan bir eşşeğe binmişti. Orayı sulh yoluyla ele getirmiş ve Nadiroğullarını oradan sürerek mallarını almıştı. Müslümanlar Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan mallarını kendileri arasında paylaştırmasını isteyince "Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince, siz onun için ne at oynattınız..." âyeti ile Nadiroğullarının mallarını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a -onları dilediği gibi kullanmak üzere- özel olarak tahsis etti. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da bu malları muhacirler arasında paylaştı. el-Vakıdî dedi ki: Bunu Vehb de Mâlik'ten rivâyet etmiştir. Nadiroğulları mallarından, muhtaç olan üç kişi dışında ensardan kimseye bir şey vermedi. Bunlar Ebû Dücâne Sımak b. Haraşe, Sehl b. Huneyf ve el-Haris b. es-Simme'dır. Ensardan verdiği kişilerin Sehl ve Ebû Dücâne olmak üzere iki kişi oldukları da söylenmiştir. Sa'd b. Muâz'a, İbn Ebi'l-Hukayk'ın kılıcını verdiği söylenir. Bu kılıç ensar arasında ünlü bir kılıç idi. Nadiroğullarından Süfyan b. Umeyr ile Sa'd b.Vehb dışında kimse müslüman olmadı. Bunlar malları kendilerine bırakılmak üzere müslüman oldular ve her ikisi de kendi mallarına sahib oldular. Müslim'in Sahih'indeÖmer (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Nadiroğullarının malları yüce Allah'ın Rasûlüne fey' olarak verdiği ve müslümanların ne at oynatıp ne de deveye bindiyi mallardandı. Bu mallar özel olarak Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a aitti. O(bu mallardan) hanımlarının bir yıllık nafakasını harcardı. Arta kalanı ise savaşa elverişli binek ve silaha Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere harcardı. Müslim, 111, 1376 Abbas (ta),Ömer (radıyallahü anh)'ya şöyle demişti: Benim ile şu yalancı, günahkâr, sözünde durmayan hain kişi -Ali (radıyallahü anh)'ı kastediyor- hakkında Allah'ın Rasûlüne fey' olarak verdiği Nadiroğulları mallarından olan fey' hakkında hüküm ver deyince,Ömer (radıyallahü anh) şöyle dedi. Sizler Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Bize mirasçı olunmaz. Bizim geriye bıraktığımız bir sadakadır."dediğini biliyor musunuz? Onlar: Evet deyince,Ömer (radıyallahü anh) şöyle dedi: Şüphesiz yüce Allah, Rasûlüne (salat ve selam ona) bir hususiyet vermiştir. Bu özelliği ondan başka hiçbir kimseye vermemiştir. O buyurdu ki: "Allah'ın, fethedilen ülkeler ahalisinden Rasülüne verdiği fey' Allah'a, Peygambere... verilir" -Ondan önceki âyeti okuyup okumadığını bilemiyorum- Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) da Nadir oğulları mallarını aranızda paylaştırdı. Allah'a yemin ederim, o başkalarını size tercih etmediği gibi, sizi dışarda tutarak da onu yalnız başına almış değildir. Nihayet bu mal (bunun neticesinde) kalmadı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o maldan bir yıllık harcamasını alır, sonra geri kalanı diğer malların harcandığı yerlere harcardı... diye hadisi uzun uzadıya nakleder. Bu hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, 111, 1378; Ebû Dâuüd, III, 139; Beyhakî, es-Sünenu't-Kübrû, VI. HJ Yine denildiğine göre Nadiroğulları yurtlarını ve mallarını terkedıp gidince, müsl uman lar ganimetler gibi bu mallardan pay almak istediler. Yüce Allah bunun bir fey' olduğunu açıkladı. Bununla birlikte kısmen birtakım çarpışmalar da olmuştu. Çünkü onlar birkaç gün muhasara altında tutulmuşlar, savaşmışlar ve kendileriyle savasılmıştı. Daha sonra sürgüne gönderilmek üzere barış yaptılar. Bununla birlikte kesin ve kat'î bir savaş olmamıştı. Ancak savaş başlar gibi olmuş ve muhasara olmuştu. Yüce Allah o malları özel olarak Rasülüne tahsis etti. Mücahid dedi ki: Yüce Allah, onlara Rasülüne yardım ettiğini, onlun da bineksiz ve gereçsiz olarak zafere eriştirmiş olduğunu bildirip hatırlattı. "Fakat Allahpeygamberlerini dilediği kimselere" düşmanlarından dilediklerine "musallat eder." Bu âyette da o malların, ashabı bir tarafa, özel olarak Allah'ın Rasülüne has olduğu açıklanmaktadır. Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey, Allah'a, Peygambere, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilir ki; o mal sizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın. Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının. Ve Allah'tan korkun, çünkü Allah azâbı çok çetin olandır. 2- Fey' ve Ganimetlere Dair Âyetler ve Açıklamaları: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey..." âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs şöyle demiştir: Buradaki ülkeler (kasabalar) Kurayza ve Nadiroğullarıdır. Bunlar da Medine ve Fedek'te idiler. Medine ve Hayber'den üç günlük mesafede idiler. Ayrıca Ureyna ve Yenbu'luların yurtlarını da Allah Özel olarak Rasûlüne tahsis etmiş olup Allah'ın Rasûlüne tahsis ettiği bu malda kullarını da gözeterek Rasûlü dışındaki birtakım kimselerin de pay sahibi olduklarını açıklamış bulunmaktadır. İlim adamları, bu âyet-i kerîme ile ondan önceki âyet-i kerîme ve el-Enfal Sûresi'nindeki âyet-i kerimeyi sözkonusu ederek, bunların aynı anlamı mı, farklı anlamı mı dile getirdiklerine dair değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Birtakım ilim adamları şöyle demiştir; Yüce Allah'ın: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey'..." âyet-i kerimesi el-Enfal Sûresi'nde yer alan, ganimetlerin beşte birinin kendilerine harcanacağı kimseleri dile getiren ve beşte dördün de savaşanlara harcanacağına işaret eden âyet-i kerîme (el-Enfâl, 8/41) ile neshedilmiştir. İslam'ın ilk dönemlerinde ganimet burada sözü edilen kimselere harcanıyor ve ganimet elde edilmesine sebep teşkil eden savaşanlara herhangi bir şey verilmiyordu. Bu Yezid b. Ruman, Katade ve başkalarının görüşü olup, buna yakın bir görüş de İmâm Mâlik’ten nakledilmiştir. Bir başka kesim de şöyle demektedir: Burada sözü edilen(fey), at koşturulmaksızın ve deveye binilmeksizin barış yoluyla elde edilmiş ganimetlerdir. O bakımdan bu ganimetleryüce Allah'ın sözünü ettiği kimselere fey' olarak verilir. Birinci (bundan önceki) âyet-i kerimede belirtilen İse, özel olarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aittir. Peygamber bu mallardan ihtiyacı kadarını aldıktan sonra geri kalan bölümler müslümanların ihtiyaçlarına harcanırdı. Ma'mer de şöyle demiştir: Önceki âyet-i kerîme Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) hakkındadır. İkincisinde sözü edilenler ise cizye ve haraç ile ilgili olup orada sözü edilen sınıflara verilir. Üçüncü âyet-i kerîme olan el-Enfal Sûresi'nindeki âyet-i kerîme ise ganimet alan mücahidlerin payını açıklamaktadır. Aralarında Şâfiî'nin de bulunduğu bir kesim de şöyle demektedir: Bu iki âyetin de anlamı birdir.Yani savaş olmaksızın kâfirlerin mallarından ele geçirilenler beş paya ayrılır. Bu beş payın dördü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a verilir. Geri kalan beşte bir ise yine beş paya ayrılır. Yine bu beş payın biri Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a verildikten sonra bir pay Haşimoğulları ve Muttaliboğullarının oluşturduğu akrabalara verilir. Çünkü bunlara zekât verilmez. O bakımdan onların fey'de bir hakları olduğu tesbit edilmiştir. Bir pay yetimlere, bir pay yoksullara ve bir pay da yolculara verilir. Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olan fey' payı Şâfiî'den gelen bir görüşe göre serhat bölgelerde, sınırlarda, savaş için hazır bekleyen mücahidlere harcanır. Çünkü bunlar Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu husustaki konumunu işgal ederler. Şâfiî'nin bir diğer görüşüne göre ise bu pay, sınırlan kuvvetlendirmek, kanallar açmak ve köprüler yapmak gibi müslümanların menfaatine olan alanlara harcanır ve bunlar arasında önem sırası gözetilir, Bu da (peygamberin) fey'in beşte dördündeki payından harcanır. Hz. Peygamberin fey' ve ganimetin beşte birinden aldığı payı ise vefatından sonra müslümanların faydasına olan işlere harcanacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Nitekim Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizin ganimetlerinizde, benim beşte birin dışında bir payım yoktur. O beşte bir de size geri döner. "Ebû Dâvûd, III, 82;Müsned, V, 316, 326; Beyhakî, es-Sünenu't-Kübrâ, VI, 339, IX, 103; ayrıca bk. İbn Kesîr, Tefsir, II, 312; Heysemi, Mecmâ, IV, 139, V, 338 Bu hususa dair açıklamalar daha Önceden el-Enfal Sûresi'nde (8/41. âyet, 10, başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın geriye bıraktığı mallar da miras alınmaz. Aksine onun bıraktığı bu mallar bir sadakadır, onun adına müslümanların menfaatine olan alanlara harcanır. Nitekim o: "Bizler miras bırakmayız. Bizim geriye bıraktığımız sadakadır." Buhâri, III, 1126, 1127, 1360, IV, 1479, 1480, 14H1, 1549, V, 2049, VI, 2474; Müslim, III, 1378, 1379, 1380, 1381, 13S3; Tirmizi, IV, 15»; Ebû Dâvûd, III, 139, 142, 145; Nesât, VII, 136; Muvatta’, II, 993;Müsned, I, 4, 6, 9, 10, 25..., VI, 145, 262. diye buyurmuştur. Bir görüşe göre de fey' malları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aitti. Çünkü yüce Allah: "Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince" âyetinde fey'i kendisine izafe etmiştir. Şu kadar var ki o, hiçbir şekilde mal toplamazdı. Aile efradının ihtiyacı kadarını alır, geri kalanlarını da müslümanların menfaatine olan yerlere harcardı. Kadı Ebû Bekr İbnu'l-Arabîşöyle demektedir: Bu âyetlerin üçünün de farklı manaları dile getirdiği hususunda anlaşılmayacak bir taraf yoktur. Birinci âyet-i kerîme yüce Allah'ın: "O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" (2. âyet) âyetidir. Daha sonra ise: "Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince" diye buyurmaktadır ki, burada maksat kitab ehlidir ve bu âyet önceki âyette geçen kitab ehline atfedilmiştir. "Siz onun için ne at oynattınız, ne de deveye bindiniz" âyeti da az önce -açıkladığımız gibidir. Yani sizin bunlarda herhangi bir hakkınız yoktur. Bundan dolayıÖmer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bu mutlar özel olarak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait idi. Bununla da Nadiroğulları malları ve onların durumunda olan diğer malları kastetmiştir, İşte bu bir tek âyettir ve tek bir manayı dile getirmektedir. İkinci âyet-i kerîme de yüce Allah'ın: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey' Allah'a, peygambere... verilir" âyetidir. Bu önceki âyetten ayrı ve önceki âyette sözedilenlerin dışındaki hak sahiblerine ait olduğu belirtilen yeni bir ifadedir. Üçüncü âyet-i kerîme ise(el-Enfal, 8/41. âyet) "ganimet âyeti" diye adlandırılmıştır. Şüphesiz ki bu da bir başka hak sahibine ait ikinci bir hakkı sözkonusu eden başka bir hususa dairdir. Şu kadar var ki; birinci ve ikinci âyet-i kerimelerin herbirisi Allah'ın Rasûlüne verdiği fey'in bir bölümüne dair açıklamayı ihtiva etmek bakımından ortak bir özelliğe sahiptir. Birinci âyet-i kerîme fey'în savaşsız olarak elde edilmesi gerekliğini ifade ederken, el-Enfal Süresindeki âyet-i kerîme ise, onun savaş ile elde edilen türden olmasını gerektirmekte, üçüncü âyet-i kerîme olan yüce Allah'ın: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey'" âyeti ise bu fey'in savaşla mı yoksa savaşsız mı elde edilmesine dair herhangi bir şey zikretmemektedir. İşle görüş ayrılığı da buradan ortaya çıkmaktadır. Bir kesim bunun ilk âyet-i kerîme ile birlikte ele alınacağını söylemiş ve bu da bütünüyle barış ve benzeri yolla ele geçirilen mallar hakkındadır, demiştir. Diğer bir kesim ise; bu ikinci âyet-i kerîme olan el-Enfal âyeti ile birlikte ek alınmalıdır, demiştir. Bunun el-Enfal Süresindeki âyet-i kerîme ile birlikte ele alınması gerektiğini söyleyenler de daha önceden geçtiği üzere bu nesh olmuş mudur, yoksa muhkem midir diye farklı görüşlere sahibtirler. Yüce Allah'ın tanıklığı ile bu iyetin kendisinden önceki âyet-i kerîme ile birlikte ele alınması ise daha uygundur. Çünkü bu şekildeki bir ele alışta yeni bir fayda ve yeni bir anlam dile getirilmiş olmaktadır. Bilindiği gibi bir âyet şöyle dursun, âyetin bir harfini dahi yeni ve farklı bir manaya dair kabul etmek, onu daha önce söylenmiş bir anlamın tekrarına yorumlamaktan daha uygundur. İbn Vehb, Malik'ten yüce Allah'ın: "Siz onun için ne at oynattınız, ne de deveye bindiniz" âyetinin Nadiroğulları hakkında olduğunu söylediğini rivâyet etmektedir. Bu mallarda beşte bir yoktu ve bunlar için ne at oynatılmış, ne de deveye binilmişti. O bakımdan onların malları yalnızca Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a aitti. O da bu malları muhacirlerle -önceden geçtiği üzere- ensardan üç kişi arasında paylaştırmış. Yüce Allah'ın: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey" âyeti ise Kurayzaoğulları hakkındadır. Kureyzaoğulları gazvesi ile Hendek gazvesi aynı günde gerçekleşmiştir. İbnu'l-Arabi(devamla) dedi ki: Malik'in ikinci âyet-i kerîme Kurayza oğulları hakkındadır, şeklindeki sözü ifade ettiği anlamın el-Enfal Sûresi'ndeki âyet-i kerimenin anlamı çerçevesinde olduğuna ve hakkında neshin sözkonusu olduğuna bir işarettir. Bu görüş âyetin muhkem olduğunu kabul eden görüşten daha güçlüdür. Bizler ise ikinci âyet-i kerimenin -buna dair ileri sürdüğümüz deliller çerçevesinde- yeni bir anlam ifade ettiğine dair açıklamalarımıza ve yaptığımız taksimata başka bir görüşü tercih etmiyoruz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Derim ki: Onun bu tercihi güzel bir tercihtir. Ayrıca el-Haşr Sûresi'nin el-Enfal Sûresi'nden sonra indiği de söylenmiştir. Dolayısıyla önce inen âyetin(el-Enfal Sûresi'nindeki âyetin) sonra inen âyeti neshetmesi de imkânsız bir şeydir. İbn Ebi Necîh der ki: Mal üç türlüdür: Ya ganimettir, ya fey'dir, yahut sadaka (zekat)dır. Yüce Allah'ın bu mallar arasında harcama yerini belirtmediği tek bir dirhem dahi yoktur. Bunun böyle olması doğruya daha yakın görülmektedir. 3-islam Devletinde Yöneticilerin Sorumluluk Alanına Giren Mallar; İmâmların (devlet yöneticilerinin) ve valilerin müdahalelerinin sözkonusu olduğu mallar üç türlüdür: Birincisi: Müslümanlardan onları temizlemek amacı ile alınan sadaka ve zekât gibi mallar. İkincisi ganimetler: Savaş yoluyla kâfirleri yenik düşürmek ve onlara galib gelmek suretiyle müslümanların eline geçen kâfirlerin malları. Üçüncüsü de fey'dir. Bunlar da savaşsız, bineğe İhtiyaç duymaksızın, gönül hoşluğuyla ve kendiliğinden müslümanların eline geçen kâfirlerin mallarıdır. Barış, cizye, haraç, kâfirlerin tacirlerinden alınan üşür(onda bir gümrük vergisi) ve benzeri mallar. Müşriklerin kaçıp geriye mallarını bırakmaları yahut onlardan herhangi birisinin Dar-ı İslam'da mirasçı bırakmaksızın ölmesi halinde de aynı durum sözkonusudur. Zekât fakirlere, yoksullara, onun toplanması için çalışanlara -yüce Allah'ın zikrettiğine uygun olarak- harcanır. Buna dair açıklamalar daha önce et-Tevbe Sûresi'nde(9/60. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Ganimetlere gelince, İslâm'ın ilk dönemlerinde ganimetler özel olarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakkı idi. O bunları dilediği gibi kullanırdı. Nitekim el-Enfal Sûresi'nde: "De ki: Enfal Allah'ın ve Rasûlünündür" (el-Enfal, 8/1) diye buyurmaktadır. Daha sonra bu yüce Allah'ın: "Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri..." (el-Enfal, 8/41) âyeti ile neshedilmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Enfal Sûresi'nde (8/41. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Fey'in paylaştırılması, humusun (ganimetin beşte birinin) paylaştırılması ile aynıdır.İmâm Mâlik'in görüşüne göre her ikisinin de paylaştırılması İmâmın görüşüne bırakılmıştır. O bunları müslümanların karşı karşıya kalacakları sıkıntılı birtakım haller için ayırmayı uygun görürse yapabilir. Her iki payı yahut bunlardan birisini insanlar arasında paylaştırmayı uygun görürse, onu bütün insanlar arasında paylaştırır, Arap olan ile olmayan arasında da ayırım gözetmez. Erkek olsun, kadın olsun önce fakirlerden başlar, ihtiyaçtan kurtulacak şekilde onlara verir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın akrabalarına fey'den İmâmın uygun göreceği şekilde payları verîiir. Bunun bilinen bir sınırı yoktur. Akrabaların zengin olanlarına fey'den verilip verilmeyeceği hususunda görüş ayrılığı vardır. İnsanların çoğu onlara da verileceği kanaatindedir. Çünkü bu onların hakkıdır. Ancak Malik fakirlerin dışında kalanlarına (yani zenginlerine) verilmez. Çünkü bu onlara (peygamberin akrabalarına) zekâttan bedel olarak onlara tahsis edilmiştir, demektedir. Şâfiî der ki: Kâfirlerin mallarından savaşsız olarak elde edilen herbir mal Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde yirmibeş paya ayrılırdı. Bunun yirmisi Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olup, o bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunurdu. Geri kalan beşte bir ise ganimetin beşte birinin paylaştırıldığı şekilde paylaştırılırdı. Ebû Cafer Ahmed b. Davudi dedi ki: Bu bizim bildiğimiz kadarıyla Şâfiî'den daha önce herhangi bir kimsenin ileri sürmediği bir görüştür. Bilakis bu tür mallar Sahih'teÖmer (radıyallahü anh)'dan âyetin açıklaması sadedinde sabit olduğu üzere tamamiyle Peygambere ait bir pay idi. Eğer durum onun dediği gibi olsaydı yüce Allah'ın: "Diğer mü’minler bir yana yalnız sana has olmak üzere" (el-Ahzab, 33/50) âyetinin kendisini Peygambere hibe eden kadının başkası için de câiz olduğuna delâlet edebileceğini, ayrıca yüce Allah'ın: "Kıyâmet günü ise yalnız onlaradır."(el-A’raf, 7/32) âyetinin da mü’minlerden başkalarının cennet nimetlerinde onlarla ortak olabileceklerini ifade ettiği söylenebilirdi. Bu hususa dair Şâfiî'nin görüşü, daha önceden bütün genişliğiyle açıklanmış bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun. Şâfiî'nin görüşü şudur: Fey'in beşte biri tıpkı ganimetin beşte birinin harcanabileceği yerlere harcanır. Onun beşte dördü ise Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait idi. Ondan sonra ise bu pay müslümanların menfaatine olan yerlere harcanır.Şâfiî'nin bir diğer görüşü daha vardır: Bu pay ondan sonra kendilerini yalnızca düşmanla savaşa adayan ve bu maksatla sınırlarda bekleyen kimselere verilir. Az önceden de geçtiği gibi. 4- Her Bölgede Toplanan Mallar Oradaki İhtiyaç Sahiblerine Harcanır: İlim adamlarımız dedi ki: Her mal toplandığı beldede harcanır. O belde ahalisi ihtiyaçtan kurtulacak sınıra ulaşmadıkça, toplandığı beldeden bir başka yere taşınmaz. Muhtaçların ihtiyacı karşılandıktan sonra daha yakın bölgede bulunan diğerlerine götürülür. Ancak malin toplandığı yerin dışındaki belde ahalisi eğer ileri derecede ihtiyaç ile karşılaşacak olursa, o vakit o mal muhtaçların bulunduğu yere intikal ettirilir. Nitekim Remade(Hz. Ömer devrinde vuku bulan şiddetli kurak ve kıtlık) yıllarındaÖmer (radıyallahü anh) böyle yapmıştı. Bunlar beş veya altı yıl sürmüştü, iki yıl sürdükleri de söylenmiştir. Bir görüşe göre de bu açlıkla birlikte taunun ileri dereceye ulaştığı bir yıldır. Şayet belirttiğimiz husus sözkonusu olmayıp İmâm fey'in bekletilmesini uygun görecek olursa, o bunu müslümanların karşılaşacakları zorlu haller için bekletir. Bu mallardan yeni doğan çocuklara da pay verir, babası fakır olanlara öncelik tanır. Fey' zenginlere de helâldir. Fey'de insanlar arasında eşitlik sağlar. Şu kadar var ki İhtiyaç sahibi ve fakir olanları daha çok kayırır. Bu hususta birini diğerine tercih etmesi İhtiyaca göre olur. Yine bu maldan borçlulara borçlarını ödeyecek kadarını verir. Birtakım mükâfatları ve akrabalık bağını gözetmek maksadı ile de -ehil olan kimselere- o maldan verdiği gibi hakimlere, kadılara ve müslümanlara faydalı görevler ifa edenlere de bundan maaş verir. Bu hususta daha çok pay verilmeye layık olanlar müslümanlara daha büyük faydalar sağlayanlardır. Divanda kayıtlı olup fey'den bir şeyler alan herkesin, İmâm gazaya çıktığı vakit, gazaya çıkması gerekir. 5- Mal Yalnız Zenginler Arasında El Değiştiren Bir Güç Olmamalıdır: Yüce Allah’ın: "ki o mal sizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın" âyetindeki: " Ol...sın" lâfzı genel olarak "ye" ile: Elden ele dolaşan bir şey" lâfzı da nasb ile okunmuştur ki ta ki o fey (malı) elden ele dolaşan bir şey olmasın, demektir. Ebû Cafer, el-A'rec, İbn Amir'den Hişam ve Ebû Hayve ise "olmasın" anlamındaki lâfzı "te" ile; diye "elden ele dolaşan bir şey" anlamındaki lâfzı da ref ile: diye okumuşlardır ki; elden ele dolaşan bir varlık olmasın, demek olur. Bu durumda "kâne" fiili tam bir fiil olur. "Elden ele dolaşan bir şey" anlamındaki lâfız da "kâne"nin ismi olarak merfu olup, haber alması sözkonusu olmaz. Bununla birlikte bunun nakısa olup, haberi: "Sizden zengin olanlar arasında" ibaresi de olabilir. Tâmme olduğu takdirde yüce Allah'ın: "Sizden zengin olanlar arasında"anlamındaki âyet "elden ele dolaşan bir şey" anlamındaki a"aranızdan zengin olanlar arasında dönüp dolaşan(tedavül eden) bir şey" anlamında olmak üzere taalluk eder. Bununla birlikte; "sizden zengin olanlar arasinda"anlamındaki ibarenin "elden ele dolaşan bir şey" lâfzına sıfat ta olabilir. “Elden ele dolaşan bir şey" lâfzı genel olarak "dal" harfi ötreli ularak okunmuştur. es-Sülemîve Ebû Hayve ise("dal" harfini) nasb ile okumuştur. Îsa b.Ömer, Yûnus ve el-Esmaî: Her iki söyleyiş de aynı anlamdadır, demişlerdir. Ebû Amr b. el-Alâ ise şöyle demektedir: -Üstün ile-: "Devlet" şeklindeki söyleyiş, savaş ve başka şeylerde elde edilen zafer demektir. Mastar bu şekilde gelir. Ötreli okuyuş ise mal türünden elden ele dolaşan şeyin adıdır.Ebû Ubeyde de böyle demiştir. "Dûie" elden ele dolaşan şey'in adıdır. 'Devle(t)" bunun fiilini anlatır. Âyetin anlamına gelince: Biz bu fey'e böyle bir uygulamayı öngördük ki; bunu başkanlar, zenginler, güçlüler, fakir ve zayıfları dışarıda tutarak kendi aralarında paylaştırmasınlar. Çünkü cahiliye dönemi insanları bir ganimet elde ettiler mi başkanları o ganimetin dörtte birini kendisine ayırırdı ki; buna "el-mirbâ"' denilirdi. Bundan sonra da yine istediğini kendisi için seçerdi. İşte cahiliye dönemi şairlerinden birisinin şu mısraı bunu anlatmaktadır: "Onun mirbâ'ı (dörtte biri) de safâyâsı ganimet arasından seçtiğin herhangi bir şeyi) de senindir." Yani yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ta ki bu fey'e cahiliye dönemindeki uygulamanın benzeri yapılmasın. Bundan dolayı Allah bunda tasarruf yetkisini Rasûlüne vermiştir. O bunları, hakkında beşte birin sözkonusu olmadığı, emir verdiği yerlere paylaştırır. Beşte bir trlc geçerse o vakit bu, bütün müslümanlar arasında paylaştırılır. 6- Rasûlün Verdiğini Almak, Onun Yasak Ettiğinden Sakınmak: "Hem Peygamber sîze ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının"âyeti şu demektir: O ganimet malından size neyi verirse onu alınız. Size yasakladığı şeyleri almaktan ve ganimetten çalmaktan da sakınınız. Bu açıklamayı el-Hasen ve başkaları yapmıştır. es-Süddî dedi ki: Onun size verdiği fey' malını kabul ediniz, size vermediği şeyleri de istemeyiniz. İbn Cüreyc dedi ki: Size bana itaat kabilinden olup getirdiği şeyleri siz de yerine getiriniz. Bana masiyet türünden olup size yasakladığı şeylerden siz de uzak durunuz. el-Maverdî dedi ki: Bunun genel olarak Hz. Peygamberin bütün emir ve yasakları hakkında yorumlandığı söylenmiştir. Çünkü o, ancak salah olan bir işi emreder ve ancak fesâd olan bir işi yasaklar. Derim ki: Bu, bundan önceki görüşün ifade ettiği aynı anlamı ifade eder. O halde bu hususla üç görüş vardır. 7- Âyet, Ganimetler Hakkında Özel Olmakla Birlikte Anlamı İtibariyle Umumidir: el-Mehdevî dedi ki: Yüce Allah'ın: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın. Neyi yasak etti ise de sakının"âyeti şunu gerektirmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emrettiği herbir husus Allah'tan bir emirdir. Âyet-i kerîme her ne kadar ganimetler hakkında ise de onun bütün emir ve yasakları da bunun kapsamına girer. el-Hakem b. Umeyr -ki ashabdan birisi idi- şöyle demektedir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Şüphesiz ki bu Kur'ân terkeden kimseye zordur, zor gelir, kolay, değildir. Buna karşılık ona uyan ve ona talib olan kimseye de kolay gelir. Benim hadisim de zordur, zor gelir. O hakemdir. Benim hadisime sıkı sıkı yapışıp onu belleyen kimse -Kur'ân ile birlikte olmak şartıyla- kurtulur. Her kim Kur'ân'ı ve hadisi önemsemeyecek olursa, dünya ve âhireti kaybeder. Sizler benim sözümü almakla, emrime uymakla, sünnetimi izlemekle emrolundunuz. Benim sözüme razı olan Kur'ân'dan da razı olur. Benim sözümle alay eden Kur'ân ile alay etmiş olur. Yüce Allah da: "HemPeygamber size ne verdi ise onu alın. Neyi yasak etti ise de sakının" diye buyurmuştur." 8- Bu Âyet-i Kerîme'nin Peygamberimiz'in Bütün Emir ve Yasakları Hakkında Geçerli Olduğuna Dair Selef-i Sâlîhin'den Rivâyetler: Abdurrahman b. Zeyd dedi ki: İbn Mes’ûd ihrama girmiş olduğu halde elbiselerini de giyinmiş olan birisi ile karşılaştı, ona: Bu elbiseleri üzerinden çıkar, dedi. Adam ona: Bu hususta bana yüce Allah'ın Kitabından bir âyet okuyabilir misin? dedi. O da: Evet dedi. "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının" âyetini okudu. Abdullah b. Muhammed b. Harun el-Firyâbî dedi ki: BenŞâfiî (radıyallahü anh)'ı şöyle derken dinledim: Bana istediğiniz hususa dair soru sorunuz. Ben de size yüce Allah'ın Kitabından vePeygamberimizin sünnetinden cevap vereyim. (el-Firyâbî) dedi ki: Ben ona şunu sordum: Allah halini ıslah etsin. Eşek arısı öldüren, ihramlı kimse hakkındaki görüşün nedir? Dedi ki: Rahmân ve rahim Allah'ın ismi ile. Yüce Allah buyurdu ki: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının."Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O Abdu'l-Melik b. Umeyr'den, o Rib'i b. Hirâş'dan, o Huzeyfe b. el-Yeman'dan dedi ki: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Benden sonraki iki kişiye Ebû Bekir ve Ömer'e uyunuz."Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O Mis'ar b. Kidâm'dan, o Kays b. Müslim'den, o Tarık b. Şihab'dan, o Ömer b. el-Hattâb(radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiğine göre,Ömer eşek ansının öldürülmesini emretmiştir. İlim adamlarımız der ki: Bu son derece güzel bir cevaptır. İhramlı iken eşek arısını öldürülmesinin câiz olduğuna fetva verdiği gibi, bu hususta Ömer'e uyduğunu ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in da ona uymayı emrettiğini, yüce Allah'ın da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın söylediklerini kabul etmeyi emir buyurduğunu açıklamaktadır, Buna göre eşek ansının ihramlıyken öldürülmesinin câiz oluşu Kitab ve sünnetten çıkarılmış olmaktadır. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden İkrime'ye çocuk doğuran cariye(ümmü veled)ler hakkında sorulan soruya verdiği cevap açıklanırken geçmiş bulunmaktadır. O şöyle demişti: Bu gibi cariyeler en-Nisa Sûresi'nde yüce Allah'ın; "Allah'a itaat edin. Rasûlüne de itaat edin ve sizden olan, emir sahiblerine de" (en-Nisa, 4/59) âyetinin ifadesi gereğince hürdürler. Müslim'in Sahih'ınde ve başka eserlerde Alkame'den, onun daİbn Mes’ûd'dan şöyle dediğine dair rivâyet yer almaktadır: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Allah dövme yapanlara ve dövme yaptıranlara, yüzündeki tüyleri alanlara, güzelleşmek için dişlerinin arasını törpüleyip incelten ve Allah'ın hilkatini değiştirenlere lanet etmiştir."Bu söz Um Yakub diye bilinen Esedoğullarından bir kadının kulağına gitti. Bu kadın gelerek dedi ki: Aldığım habere göre sen şöyle şöyle olan kadınlara lanet okumuşsun. İbn Mes’ûd dedi ki: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'in lanet ettiğine -üstelik bu husus Allah'ın Kitabında da varken- ben ne diye lanet etmeyeyim? Kadın şöyle dedi: Ben iki kapak arasında bulunanlar (mushaf)ın tamamını okudum, fakat senin dediğini orada göremedim.İbn Mes’ûd dedi ki: Eğer sen gerçekten onu okumuş olsaydın, onu bulacaktın. Sen Yüce Allah’ın: "Hem Peygamber sîze ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının"âyetini okumadın mı? Kadın: Okudum deyince,İbn Mes’ûd: İşte o (Peygamber) bu işi yasaklamıştı... dedi. Müslim, III, 167H;Dârimî, III, 363;Ebû Dâvûd, IV, 77; İbn, Mâce, I, 640; Tayalisi, Müsned, 1, 51; aynı rivâyeti muhtasar olarak kaydedenler: Buhârî, V, 2216, 2219; Tirmizî, V, 104. Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden en-Nisa Sûresi'nde (4/119- âyet, 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. 9- Âyet, Emir Anlamını İhtiva Etmektedir: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın" âyetinde her ne kadar elden ele uzatmak anlamını ihtiva eden "vermek: İ'tâ" lâfzı kullanılmış ise de bunun anlamı emirdir. (Her ne emrederse demektir.) Buna delil de yüce Allah'ın; "Neyi yasak etti ise de bundan sakının" âyetinde "yasak; nehy'in karşılığında kullanılmış olmasıdır. Nehy'in karşılığı ise ancak emirdir. Bunun bu şekilde anlaşılması gerektiğinin delili de daha önce zikrettiğimiz hususlarla birlikte Peygamber Efendimiz'in de şu âyetidir: "Ben size her neyi emretti isem, ondan gücünüzün yettiğini yerine getirinBu hadiste de "yerim? getirin" anlamı verilen iiiFızcIeı 'elden ele teslim ermek" anlamındaki "i'tâ"' lâfzının «mir kipi kullanılmıştır. Size herhangi bir şeyi yasaklayacak olursam, ondan uzak durun. " Buhâri, VI, 265H; Müslim, IV, 1830; Nesâî, V, 110; Dârakutnî, II, 281; Müsned, II, 258, 313. 447, 467. el-Kelbî dedi ki: Âyet-i kerîme müslümanların başkanları hakkında inmiştir. Onlar Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın eline geçirdiği müşriklerin malları ile ilgili olarak şöyfe demişlerdi: Ey Allah'ın Rasûlü, sen safiyyeni(seçtiğini) ve dörtte birini al, diğerini de bizlere bırak. Çünkü cahiliye döneminde biz böyle yapardık deyip, ona şu beyiti okudular: "O ganimetin dörtte biri ve seçtiklerin de senindir Sen nasıl istersen öyle hükmedersin, yolda ele geçirilenler de paylaştırılması mümkün olmayıp arta kalanlar da (senindir.)" Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi. 10- Allah'tan Korkmak: "Ve Allah'tan" yani Allah'ın azabından "korkun." Çünkü O'na isyan edenlere azâbı pek çetindir. Verdiği emir ve yasaklarda Allah'tan korkun, onları kaybetmeyin, diye de açıklanmıştır. "Çünkü Allah azâbı" vermiş olduğu emirlerde kendisine muhalefet edenlere "çok çetin olandır." 8(O fey') yurtlarından ve mallarından çıkartılıp uzaklaştırılmış olan ve Allah'ın lütuf ve rızasını isteyen Allah'a ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirler içindir. İşte onlar sâdıkların ta kendileridir. Yani Fey ve ganimetler "...fakir muhacirler içindir."Bir diğer açıklamaya göre; "o mal sizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın diye" (el-Haşr, 59/7) fakat "fakir muhacirler'e olsun diye ... Bir başka görüşe göre bu âyet yüce Allah'ın: "Akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara" (el-Haşr, 59/7) âyetini beyân etmektedir. Bu sınıflar ayrı ayrı sozkonusu edilince mal bunlara verilecektir, denildi. Çünkü bunlar hem fakir, hem muhacir, hem de yurtlarından çıkartılmış kimselerdi. Bu sebeble onlar insanlar arasında bu malda en çok hak sahibi olan kimselerdir. Bir diğer açıklama da şöyledir: "Fakat Allahpeygamberlerini dilediği kimselere" muhacir fakirlerin lehine olmak üzere "musallat eder." Ta ki o mal, dünyadaki insanlar arasında yalnızca zengirıler arasında dönüp dolaşan bir mal olmasın. Bir başka görüşe göre anlamı şudur: Allah muhacirler lehine, azâbı çok çetin olandır. Yani, o fakir muhacirler sebebiyle ve onlardan ötürü kâfirlere çok çetin azâb verendir. Daha önce yüce Allah'ın: "Akrabalara, yetimlere" âyetinde sözü geçen kimseler de bu fakirlerin kapsamına girmektedir. Bir başka açıklamaya göre bu daha önce geçmiş âyetlere atfedilmiştir. Atıf edatı olarak "vav"ın getirilmeyiş sebebi ise; bir kimsenin: "Bu mal Zeyd'indir, Bekr'indir, filanındır, filanındır" demesine benzemesindendir. Burada sözü geçen muhacirler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a duyduğu sevgi ve ona yardımcı olmak maksadı ile onun bulunduğu yere hicret eden kimselerdir. Katade dedi ki: Burada sözü geçen muhacirler yurtlarını, mallarını, akrabalarını, vatanlarını, Allah'a ve Rasûlüne duydukları sevgi uğruna terkeden kimselerdir. Öyle ki, bunlardan herhangi bir kimse ayakta durabilmek için açlığından ötürü karnına taş bağlardı. Yine onlardan herhangi bir kimse kendisini örtecek, ısıtacak başka bir şeyi bulunmadığından dolayı kışın bir çukur kazar, içine otururdu, Abdurrahman b. Ebzâ ve Said b. Cübeyr dedi ki: Muhacirlerden kimisinin kölesi, hanımı, evi, üzerinde haccedip gazada bulunacağı devesi bulunmakla birlikte yüce Allah onların fakir olduklarını belirterek zekâttan onlara bir pay ayırmıştır. "Yurtlarından... çıkartılıp, uzaklaştırılmış olan" âyeti da kâfirler tarafından Mekke'den çıkartılan demektir. Bu da onları Mekke'den çıkmak zorunda bırakmaları anlamına gelir ki; bunlar yüz kişi idiler. "Allah'ın" dünyada "lütuf" ganimet "ve âhirette" Rabblerinin "rızasını isteyen" Allah yolunda cihadda "Allah'a vePeygamberine yardım eden fakir muhacirler içindir. İşte onlar" bu yapaklarında "sâdıkların ta kendileridir." Rivâyet edildiğine göre Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh), el-Câbiye'de bir hutbe irad ederek şöyle demiştir: Kur'ân'a dair soru sormak isteyen bir kimse Ubeyy b. Ka'b'a gitsin. Feraiz (İslam Miras Hukuku)'e dair soru sormak isteyen kimse Zeyd b. Sabit'e gitsin. Fıkha dair soru sormak isteyen Muâz b. Cebel'e gitsin. Mal isteyen kimse de bana gelsin. Şüphesiz yüce Allah beni o malın bekçisi ve paylaştırıcısı kılmıştır. Şunu bilin ki: ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımlarını başa alarak onlara bu maldan veriyorum Daha sonra Mekke'den, yurdumuzdan, mallarımızdan çıkartılıp uzaklaştırılan ilk muhacirler olan ben ve benim gibi olan arkadaşlarımdan başlıyorum. 9Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahip olanlar ise, kendilerine hicret edenleri severler ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, İşte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir. Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız: 1- Medine'yi Yurt Edinenler ve Îmana Sahip Olanlar: "Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahip olanlar" âyetinde sözkonusu edilen yurt edinen kimselerle muhacirlerin oraya göç etmesinden önce Medine'yi vatan edinmiş ensarın kastedildiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. "Îman" lâfzı "Yurt edinen" lâfzından başka bir fiil ile nasbedilmistîr. Çünkü bu fiil, ancak mekân hakkında kullanılır. "Onlardan evvel" lâfzındaki: "...dan" daha önce geçen: "Yurt edinen" anlamı verilen fiilin sılasıdır. Âyet; Muhacirlerden önce orayı yurt edinen ve îmana kesin olarak inanıp ihlâslı bir îmana sahih olan kimseler... anlamındadır. Çünkü îman , yurt edinilecek bir yer değildir, bu dayüce Allah'ın: "Haydi işinizi sağlam tutun, ortaklarınızı da (çağırın)" (Yûnus, 10/71) âyetinin: "Ortaklarınızı da çağırın" anlamını vermesine benzer. Bu açıklamayı Ebû Ali,ez-Zemahşerî ve başkaları sözkonusu etmiştir. Böyle bir anlatım; "Ben ona alaf olarak saman ve soğuk su verdim" türünden bir anlatım olur. Âyetin muzafın hazfedilmiş olması şeklinde yorumlanması da mümkündür. Sanki: Onlar orayı ve îman yerlerini yurt edinip yerleştiler' denilmiş gibidir. "Yurt edinmek" fiilinin delâlet ettiği anlama göre yorumlanması da mümkündür. "Onlar o yurttan ayrılmadıkları gibi îmana da sıkı sıkı bağlı kaldılar ve her ikisinden de ayrı kalmadılar" denilmiş gibidir. "îmanın yurt edinilmesi" misal (deyim) olarak da kullanılmış olabilir. Nitekim: "Filanoğullarının (kalplerinin) tam ortasına yerleşti" demek de böyledir. Bir yeri yer edinmek, orada karar kılmak, yerleşmek, demektir. Bu âyetle, ensarın muhacirlerden önce îman ettikleri kastedilmemektedir. Maksat onların Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendilerine hicret etmesinden önce îman etmiş olduklarını anlatmaktır. 2- Bu Âyetin Önceki Buyruklarla İlişkisi: Yine bu âyet-i kerimenin kendisinden önceki âyetlerle bağlantısı olmayan bir âyet mi yoksa onlara atfedilmiş bir âyet mi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir kesimin açıklamasına göre bu âyet-i kerîme daha önce geçen yüce Allah'ın: "... fakir muhacirler içindir"(8. âyet) âyetine atfedilmiş olup el-Haşr Sûresi'nindeki bütün âyetler birbirine atfedîlmiştir. Ancak bunlar bu husus üzerinde dikkatle düşünüp konuyu insaf ile ele alacak olurlarsa durumun benimsedikleri kanaatten farklı olduğunu göreceklerdir. Çünkü yüce Allah; "O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır. Siz de onların çıkacaklarını sanmamıştınız... ve (bu) fâsıkları alçaltması içindir" (el-Haşr, 59/1-5) diye buyurmakta ve bu buyruklarıyla Nadiroğulları ile Kaynukaoğulları hakkında haber vermektedir. Daha sonra: "Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince, siz onun için ne at oynattınız, nede deveye bindiniz. Fakat Allahpeygamberlerini dilediği kimselere musallat eder" (el-Haşr, 59/6) âyetinde ise fey'in, Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olduğunu haber vermektedir. Çünkü onu ele geçirilmek için herhangi bir binek sırtına binilmemiştir. Daha önce haklarında sözkonusu edilen çarpışma ve ağaçlarının kesilmesine gelince, onlar sonunda bu işe son vermişler ve. bu husus böylece olup bitmişti. Arkasından da; "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey Allah'a, Peygambere, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilir"(el-Haşr, 59/7) diye buyurulmaktadır. Bu da önceki âyetlere atfedilen bir söz değildir; aynı şekilde: "Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahib olanlar ise..." âyeti da ensardan övgüyle söz etmek ve onlara övgülerde bulunmak sadedinde yeni bir söz başlangıcını teşkil etmektedir. Çünkü onlar elde edilen o fey'i muhacirlere teslim etmişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Fey', fakir olan muhacirleredir. Ensar ise onları severler. Fey'in yalnızca onlara verilmesinden ötürü de onları kıskanmazlar. Aynı şekilde; "onlardan sonra gelenler" (el-Haşr, 59/10) âyeti da yeni bir ifade başlangıcıdır, haberi de: "Derler ki: Rabbimiz bizi... mağfiret eyle" âyetidir. İsmail İbn İshak dedi ki: Yüce Allah'ın: "Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip..." âyeti ile "onlardan sonra gelenler" âyeti daha önce geçen âyetlere atfedilmiştir. Bunlar da fey'de ortaktırlar. Yani bu mal hem muhacirlere, hem de "onlardan evvel Medine'yi yurt edinenler"e aittir. Malik b. Evs dedi ki:Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) şu: "Sadakalar (zekat) ancak fakirlere... mahsustur" (et-Tevbe, 9/60) âyetini okuyup bu(zekat); bunlara (bu âyette sözü edilenlere)dir, dedi. Sonra: "Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a... aittir." (el-Enfal, 8/41) âyetini okuyarak: Bu da burada sözedilenlere aittir, dedi. Daha sonra: "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey'... fakir muhacirler içindir." (el-Haşr, 59/7-8) âyetleri ile; "Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahib olanlar..." âyetini ve: "Onlardan sonra gelenler..." (el-Haşr, 59/10) âyetlerini okuduktan sonra dedi ki: Yemin olsun ki eğer yaşayacak olursam Himyer dağının tepesinde bulunan çobana dahi bu maldan payı alnı terlemeksizin ulaşacaktır, dedi. Yine denildiğine göre o, muhacirlerle ensarı çağırıp, yüce Allah'ın kendisine bu kabilden nasib ettiği fetihlere ne şekilde uygulama yapacağı hususunda danıştıktan sonra onlara dedi ki: Bu işi iyice gözden geçirin, iyiden iyiye üzerinde düşünün. Daha sonra yarın sabah yanıma gelin. O da o gece düşünüp durdu. Sonunda bu âyetlerin bu gibi hususlar hakkında nazil olduğunu iyiden iyiye anladı. Sabah yanına geldiklerinde: Dün gece el-Haşr Sûresi'nindeki âyetler üzerinde durdum deyip "Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey... fakir muhacirler içindir." (el-Haşr, 59/7-8) âyetlerini okudu. Yüce Allah'ın: "İşte onlar sâdıkların ta kendileridir." (el-Haşr, 59/8) âyetine ulaşınca, bu ancak burada sözedilenlere aittir dedi. Sonra yüce Allah'ın: "Onlardan sonra gelenler derler ki: Şüphesiz ki sen çok merhamet edicisin, çok merhametlisin" (59/10) âyetini okuyup dedi ki: Artık müslüman olup da bunun kapsamına girmeyen hiçbir kimse kalmıyor, dedi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 3- Ömer'in(radıyallahü anh) Fethedilen Arazilere Dair Uygulaması: Malik'in Zeyd b. Eslem'den, onun babasından rivâyetine göre Ömer şöyle demiştir: Şayet daha sonra gelecek insanlar olmasaydı, fethedeceğim herbir kasabayı mutlaka Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hiiyber'i paylaştırdığı gibi paylaştırırdım. Bir çok yoldan gelmiş, oldukça yaygın(müstefîz) rivâyetlerde belirtildiğine göreÖmer, Irak sevadıni(sevad; toprak, coğrafya), Mısır'ı ve elde ettiği ganimetleri atiyelere (maaşlar) halkın ve çoluk çocukların azıklarına kaynaklık teşkil etsin diye savaşçılara paylaştırmaksızın bırakmıştır. Zübeyr, Bilal ve ashabtan daha başka kimseler ise fethedilen yerlerin kendilerine paylaştırılmasını istediler,Ömer onların bu isteklerini uygun bulmadı. Bu hususta yaptığı uygulamanın mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Onun uygulaması hususunda orduya katılanların gönüllerini hoş ettiği söylenmiştir. Gönül hoşluğu ile herhangi bir betlel almaksızın payını müslümanlara bırakmak isteyenler azınlıkta idiler. Bunu kabul etmeyen kimselere ganimetten kendisine düşen payın bedelini verdi. O toprakları mücahidlerin gönüllerini hoş ettikten sonra bıraktı, diyen kimseler onun bu uygulamasını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın uygulaması gibi değerlendirmiştir. Çünkü Peygamber de Hayber'i paylaştırmıştı. ZiraÖmer'in paylarını satın alması ve diğerlerinin de gönül hoşluğu ile paylarını terketmeleri tıpkı orayı paylaştırması seviyesindedir. Bir diğer görüşe göre ise o, savaşa katılanlara herhangi bir şey vermeksizin oraları bırakmıştır. Ömer bu hususta yüce Allah'ın: "Yurtlarından ve mallarından çıkartılıp, uzaklaştırılmış... fakir muhacirler içindir... Rabbimiz şüphesiz ki Sen çok merhamet edicisin, çok merhametlisin." (el-Haşr, 59/9-10) âyetlerinde geçtiği üzere bu hususta tevil yaparak uygulamada bulunmuşduı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 4- Ganimet Olarak Alınan Taşınmazın, Paylaştırılması: İlim adamları (ganimet olarak alınan) akarın paylaştırılması hususunda farklı görüşlere sahiptir. İmam Mâlik der ki: İmâmın (İslâm devlet başkanının) akarı müslümanların maslahatına vakfetmesi hakkı vardır. Ebû Hanife dedi ki: İmâm böyle bir yeri paylaştırmak ya da müslümanların maslahatına vakfetmekten birisini tercih etmekte serbesttir. Şâfiî dedi ki: İmâmın müslümanların rızasını almaksızın vakfetmesi hakkı yoktur. Aksine o diğer mallar gibi bu akarı onlara paylaştırır. Her kim gönül huşluğuyla hakkından feragat: edecek olursa, o vakit İmâm da bunu onlara vakıf edebilir. Gönül hoşiuğuyla hakkından vazgeçmeyen kimsenin de kendi malını alması hakkı öncelik kazanır.Ömer (radıyallahü anh) ganimet alanların gönüllerini hoş etmeye çalışmış ve ganimetlerini onlardan salın almıştır. Bu görüşe göre yüce Allah'ın: "Onlardan sonra gelenler..." (el-Haşr, 59/10) âyeti kendisinden önceki âyetler ile ilişkisiz olur ve bu durumda onlar kendilerinden önce gelenlere dua etmeye ve onlardan övgü ile sözetmeye teşvik edilmiş olurlar. 5- Medine Şehrinin, Üstünlüğü: İbn Vehb dedi ki: Benİmâm Mâlikin Medine'nin diğer şehirlere üstün olduğunu sözkonusu ederek şöyle dediğini duydum: Medine "îman yurdu" ve "hicret yurdu" edinilmiştir. Diğer şehirler ise kılıçla fethedilmiştir. Sonra dayüce Allah'ın: "Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip Îmana sahib olanlar ise kendilerine hicret edenleri severler" âyetini okudu. Bu hususa dair açıklamalar ile Mescîd-i haram ve Medine mescidinde namaz kılmanın faziletine dair açıklamalar, daha önceden geçmiş bulunduğundan tekrarlamanın bir anlamı yoktur. 6- Muhacirlere Verilenleri Kıskanmayan Ensar; "Ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik duymazlar." Yani fey' malından ve başka mallardan özel olarak muhacirlere verilen şeyler dolayısıyla onları kıskanmazlar. Genellikle böyle açıklanmıştır. Bu açıklamaya göre hazfedilmiş iki muzafın takdiri sözkonusudur. Mana da şöyledir: Onlara verilen şeylere bir ihtiyaç duymazlar. İnsanın içinde gidermeye gerek duyduğu herbir şey "bir ihtiyaç'dır. Muhacirler ensârın evlerinde kalıyorlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadiroğulları mallarını ganimet olarak alınca, ensarı çağırdı ve muhacirleri kendi evlerinde misafir edip mallarına ortak kılmaları dolayısıyla onlara teşekkür ettikten sonra şöyle dedi: "Arzu ederseniz, Allah'ın bana Nadiroğullarından fey' olarak verdiği malı sizlerle onlar arasında paylaştırırım. Muhacirler de önceden olduğu gibi sizin meskenlerinizde kalmaya, mallarınızdan faydalanmaya devam ederler. Dilerseniz yalnızca onlara (bu malları) veririm ve sizin evlerinizden ayrılırlar." Bunun üzerine Sa'd b. Ubade ve Sa'd b. Muâz şöyle dediler: O malı muhacirler arasında paylaştıralım. Bununla birlikte eskiden olduğu gibi evlerimizde kalmaya devam etsinler. Ensar hep birlikte şöyle seslendi: Biz gönül hoşluğu ile hakkımızı onlara veriyoruz, ey Allah'ın Rasûlü. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ım ensara, ensarın çocuklarına merhamet buyur."Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) da muhacirlere ganimetleri taksim etmekle birlikte daha önce sözünü ettiğimiz üç kişi dışında ensardan hiç kimseye bir şey vermedi. Yüce Allah'ın; "...Ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik duymazlar" âyetinin (onlara verilen malın) az olma halini kastetmiş olması ihtimali de vardır. Onlar bunun yerine kendilerine verilene razı olur ve onu kabul ederler, demek olur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyada kaldığı sürece bu hallerini devam ettirdiler. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra ise tabii ölçüler içerisinde dünyanın etkisi akında kaldikr. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onları uyarıp şöyle demişti: "Sizler benden sonra (başkalarının size) tercih edildiğini göreceksiniz. Havz'ın kenarında benimle karşılaşacağınız vakte kadar sabrediniz."Buhârî, III, 13H1, IV, 1574, VI, 25H9; Müslim, II, 738, III, 1474; Nesâî, VIII, 224; Müsned, İli, 57, 111, 167, 171, 182, IV, 42, 292, 352 7- Genel Olarak Ashabın, Özel Olarak Ensarın Sıkıntılı Zamanlarda Bile Başkalarını Kendilerine Tercih Etmeleri: "Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler" âyeti ile ilgili olarakTirmizî'de Ebû Hüreyre'den şu rivâyet kaydedilmektedir: Bir adamın yanında geceleyin bir misafir kaldı. O şahsın yanında ise ancak kendisine ve çocuklarına yetecek kadar yiyecek vardı. Hanımına: Çocukları uyut, kandili söndür ve yanında ne varsa misafirin önüne getir, dedi. Bunun üzerine şu: "Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler" âyeti nazil oldu.(Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistirTirmizî, V, 409Müslim de bu hadisi rivâyet etmistir. Müslim. III 1624 Yine MüslimEbû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bir adam Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek; Ben çok fakirim dedi. Peygamber, hanımlarından birisine haber gönderdi, o da; Seni hak ile gönderene yeminederim ki, yanımda sudan başka bir şey yok, dedi. Daha sonra bir diğerine haber gönderdi, o da aynı şeyi söyledi. Nihayet hepsi de aynı cevabı verdiler: Seni hak ile gönderene yemin olsun ki yanımda sudan başka bir şey yok. Bunun üzerine Peygamber:"Bu adamı bu gece kim misafir edebilir? -Allah’ın rahmeti de onun üzerine olsun.-"Ensardan bir adam kalkıp: Ben ey Allah'ın Rasûlü dedi. Onu alıp evine götürdü, hanımına: Yanında bir şey var mı? diye sordu. Kadın: Çocuklarıma yetecek kadardan Fazlası yok, dedi. Bunun üzerine adam şöyle dedi: Sen onları herhangi bir şeyle oyala. Misafirimiz içeri girince kandili söndür ve bizim yemek yediğimizi ona hissettir. Yemeğe oturdu mu sen de kalk ve kandili söndür.(Ebû Hüreyre) dedi ki: Onlar (sofraya) oturdular. Misafir de yemeği yedi. Sabah olunca Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gidince, Peygamber şöyle buyurdu:"Yüce Allah dün gece misafirinize yaptığınız ikramı gerçekten beğendi."Müslim, III, 1624;Buhârî, III, 13S2 Yine Ebû Hüreyre'den gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Bir adam kendisini misafir olarak ağırlasın diye Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a geldi. Ancak Peygamberin yanında ona ikram edecek hiçbir şey yoktu. "Bu adamı misafir edecek bir kimse yok mu? -Allah ona rahmet etsin.-"dedi. Ensardan Ebû Talha diye anılan birisi kalktı, o adamı alıp evine götürdü... diyerek hadisi az önceki hadise yakın lâfızlarla nakletti, ayrıca bu rivâyette âyetin bunun üzerine indiğini de belirtti Müslim, UI, 1624, 1625 el-Mehdevî'nin Ebû Hüreyre'den naklettiğine yöre bu Sabit b. Kays ile Sâbit'in kendisine misafir olduğu ve Ebû'l-Mütevekkil diye anılan ensardan bir kimse hakkında inmiştir. Ebû'l-Mütevekkil'in yanında kendisinin ve çocuklarının yiyeceği dışında bir şey yoktu. Hanımına: Kandili söndür ve çocukları uyut deyip, yanında ne varsa misafirinin önüne getirdi. en-Nehhâs da bunu böylece zikrederek şöyle demiştir: Ebû Hüreyre dedi ki: Ensardan Ebû'l-Mütevekkil diye anılan bir adama Sabit b. Kays misafir geldi. Ebû’l-Mütevekkil'in kendisinin ve çocuklarının yiyeceği dışında bir şeyi yoktu. Hanımına kandili söndür, çocukları uyut dedi. Bunun üzerine: "Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler... İşte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir" âyeti nazil oldu. Bu işi yapanın Ebû Talha olduğu söylenmiştir. el-Kuşeyrî, Ebû Nasr Abdurrahim b. Abdi'l-Kerîm'in naklettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından birisine bir koyun başı hediye edildi. O; Kardeşim filan ve onun çocuklarının buna ihtiyacı daha çoktur, diyerek o başı onlara gönderdi. Herbiri o başı diğerine gönderip durdu, sonunda elden ele yedi ev dolaktı ve nihayet ilk sahiplerine geri döndü. Bunun üzerine: "Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (başkalarım) öz nefislerine tercih ederler" âyeti nazil oldu. Hâkim, Müstedrek, II, 25f>; Beyhakî. Şuabu'l-hnân, III. İS Bunu es-Salebi, Enes'den naklederek dedi ki: Ashabtan birisine bir koyun başı hediye edildi. Çok fakir bir kimse idi. O başı bir komşusuna gönderdi. O baş yedi evde, yedi kişiye elden ele dolaştı, sonra birincisinin eline geri döndü. Bunun üzerine "...öz nefislerine tercih ederler"âyeti indi. İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadiroğulları günü ensara dedi ki: "İsterseniz yurtlarınıza ve mallarınıza ve yurtlarınıza hicret eden muhacirlere malı paylaştırırım, siz de bu ganimette onlara ortak olursunuz, İsterseniz yurtlarınız ve mallarınız sizin olmak üzere size ganimetten hiçbir pay vermeyelim"Bunun üzerine ensar dedi ki: Hayır, bizler kardeşlerimizle yurtlarımızı ve mallarımızı paylaştırmaya devam edelim ve ganimeti yalnızca onlara verelim. Bunun üzerine "öz nefislerine tercih ederler"âyeti nazil oldu. Ancak birincisi daha sahihtir. Buhârî veMüslim'de Enes'den gelen rivâyete göre bir kimse Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a kendi arazisindeki birtakım hurma ağaçlarını tahsis ederdi. Bu Kureyza ve Nadiroğulları diyarı fethedil inceye kadar böyle devam etti. Artık bundan sonraPeygamber daha önce o kimselerin verdiklerini sahiplerine geri verdi. Müslim'in lâfzı böyledir Buhârî, III, 1137, IV. I47H, 1510; Müslim, 1IL 1392 ez-Zührî,Enes b. Malik'ten rivâyetle dedi ki: Muhacirler Mekke'den Medine'ye geldiklerinde ellerinde mal namına hiçbir şey yoktu. Ensarın ise arazi ve akarları vardı. Ensar her yıl mallarından elde ettikleri mahsûllerinin yarısını onlarla paylaştırdılar. Buna karşılık onlar(muhacirler) de çalışıp,(mallarının) bakımlarını üzerlerine almışlardı.Enes b. Malik'in annesi Um Süleym diye anılırdı. Um Süleym, Ebû Talha'nın oğlu Abdullah'ın da annesi idi. Abdullah, Enes'in anne bir kardeşi idi. Enes'in annesi Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir hurmalığını vermiş, Rasûlullah da o hurmalığı azatlısı ve Usame b. Zeyd'in de annesi olan Um Eymen'e vermişti. İbn Şihab dedi ki: Enes b. Malik'in bana haber verdiğine göre Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Hayberlilerle savaşı bitirip, Medine'ye geri döndükten sonra muhacirler, ensara daha önceden kendilerine vermiş oldukları meyve bağışlarını geri verdiler.(Enes) dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) anneme hurmalıklarını geri verdi; Um Eymen'e de o hurmaların yerine kendi bahçesinden verdi. Bu hadisiMüslim de rivâyet etmiştir. Müslim, III. 1391;Buhârî, II, 92fi 8- Başkalarını Kendisine Tercih Etmek Buna Dair Örnekler ve Sınırları: îsar (başkasını kendisine tercih): Kişinin başkasını nefsine ve nefsinin dünyevî paylarına; dinî payları arzu ederek tercih etmesi demektir. Bu tutum yakînin güçlü oluşundan, sevgi sağlamlığından ve meşakkatlere karşı sabırlı olmaktan ileri gelir. "Bu hususta onu tercih eltim" denilirken, bunu ona özellikle tahsis ettim ve tercih ettim, demektir. Buradaki îsâr (tercih etme)nin mef'ûlü hazfedilmiştir. Yani onlar mallarında, evlerinde onları kendilerine tercih ederler. Ancak bunu varlıklı olmakla birlikte değil, bunlara -önceden de açıklandığı gibi- ihtiyaç duymakla birlikte yaparlar. Muvatta’'da yer alan rivâyette belirtildiğine göre İmâm Mâlik'ePeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın zevcesi Âişe (radıyallahü anha)'dan şu rivâyet ulaşmıştır: Oruçlu olduğu bir sırada bir yoksul ondan bir şeyler dilenmişti. Evinde ise yalnızca bir ekmek vardı. Bir cariyesine: O ekmeği ona ver dedi. Cariyesi: Yanında kendisiyle oruç açacağın bir şey yok, deyince yine; Sen o ekmeği ona ver dedi. (Cariyesi) ben de denileni yaptım, dedi. Akşam olunca, daha önce bize hediye vermemiş bir hane halkıya da bir kimse bize yufkaya sarılı bir koyun hediye etti. Âişe beni çağırıp, bundan ye dedi, İşte bu senin o ekmeğinden hayırlıdır. Muvatta’, II, 997 İlim adamlarımız dedi ki: İsle bu kârlı bir maldır ve Allah nezdinde tertemiz bir fiildir. Yüce Allah bundan dilediğini acilen verir. Bununla birlikte bu sebeple onun için saklanan mükâfatı da eksiltmez. Allah için bir şeyi terkeden bir kimse hiçbir zaman onun yokluğunu hissetmez. Âişe(radıyallahü anha) bu davranışı ile yüce Allah'ın kendilerinden ihtiyaç içinde bulunsalar dahi başkalarını kendilerine tercih eden kimselerden olmakla övdüğü kimseler arasına katılmıştır, Şüphesiz ki böyle bir iş yapan bir kimse, nefsinin cimriliğinden korunmuş ve daha sonrası asla ziyanın sözkonusu olmayacağı bir kurtuluşa ermiş olur. Rivâyetteki "yufkaya sarılmış bir koyun' ifadesinin manası şudur: Bu Arapların yahut bazılarının -ya da ileri gelenlerinin bir kısmının- yiyeceği idi. Onlar bir koyun yahut bir kuzuyu yüzdükten sonra tamamen buğday unu hamuru ile üzerini örter ve ona sarıp sarmalarlardı. Sonra bu haliyle onu tandıra asarlardı. Bu şekilde yüzülmüş koyunya da kuzunun bütün yağları, onun üzerini örten hamura sızardı. Bu onlarca makbul, hoş bir yiyecek idi. Nesâî'nin, Nâfi'den rivâyet ettiğine göre; İbn Ömer hastalanmış ve canı üzüm çekmişti. Ona bir dirheme, bir salkım üzüm satın alındı. Bir yoksul gelip bir şeyler dilendi. Bu sefer: O salkımı bu yoksula verin, dedi. Arkasından bir adam o salkımı yine bir dirheme satın alıp onu İbn Ömer'e getirdi. Yine o yoksul gelip dilencilik etti, yineİbn Ömer: O üzümü buna verin, dedi. Bir başka adam bu salkımı yine bir dirheme satın aldı ve sonra bunu ona geri getirdi. Dilenci tekrar geri dönmek istedi, ancak ona engel olundu. Eğerİbn Ömer yediği salkımın aynı salkım olduğunu bilmiş olsaydı, asla tadına bakmazdı. Çünkü Allah için elinden çıkardığı bir şeyi tekrar geri dönüp almazdı Heysemi, Mecmâ, IX, 347'de Taberâni tarafından rivâyet edilip senedindeki râi'ilerin -sika olan Nuaym b.Hammâd dışında- hep Snlıihderiin Kivileri olduğunu zikretmektedir, İbnu’l-Mübarek dedi ki; Bize Muhammed b. Mıstarrif haber verdi, dedi ki: Bize Ebû Hâzim, Abdurrahman b. Said b. Yerbû'dan anlattı. O Malik ed-Darr'dan şöyle dediğini nakletti;Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) dörtyüz dinar aldı, onu bir keseye koyduktan sonra hizmetkâra dedi ki; Al bunu Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'a götür. Sonra bunları nasıl kullanacağını görecek şekilde bir süre evde oyalanıver. Hizmetkâr o parayı alıp Ebû Ubeyde'ye götürdü ve ona şöyle dedi; Mü’minlerin emiri sana der ki; Sen bu parayı ihtiyaçlarına harca. Ebû Ubeyde: Allah onun bağını gözetsin, ona rahmet buyursun dedikten sonra: Ey cariye gel, diye seslendi. Şu yedi dinarı filana, şu beş dinarı filana götür diye hepsini tüketinceye kadar dağıttı. Hizmetkâr Hz. Ömer'e geri döndü, ona durumu bildirdiğinde benzeri bir keseyi Muaz b. Cebel için hazırladığını gördü. Ona: Bunu da al Muaz b. Cebel'e götür. Bunları nasıl kullanacağını görünceye kadar da bir süre evde oyalan dedi. Hizmetkâr o parayı alıp, Muaz'a götürdü ve ona: Mü’minlerin emiri sana der ki: Sen bu parayı İhtiyaçlarına harca dedi. Muaz: Allah ona rahmet buyursun, o bizi gözettiği gibi Allah da onu gözetsin dedi ve: Ey cariye gel, filanın evine şu kadar, filanın evine şu kadar götür, dedi. Muaz'ın hanımı durumu görünce, peki ya biz? dedi. Allah'a yemin ederim, biz de yoksul kimseleriz, bize de ver. Kesede sadece İki dinar kalmıştı. Bunları da hanımına verdi. Hizmetkâr Ömer(radıyallahü anh)'a dönüp, gördüklerini haber verince Ömer bu işe çok sevindi ve: Bunlar kardeşlerdir, birbirlerindendir, dedi. Muaviye'nin Âişe(radıyallahü anhnhâ)'ya gönderdiği bağışı kullanması da buna benzer. Muaviye'nin gönderdiği para 10.000(dirhem) idi ve İbnu’l-Münkedir onun yanına girmişti... Yazma nüshada bir boşluk Şayet: Kişinin sahip olduğu malın tamamını sadaka vermesini yasaklayan sahih haberler varid olmuştur denilecek olursa, şöyle cevab verilir: Böyle bir uygulama fakirliğe sabredeceğinden emin olunmayan ve gerekli harcamalarını yapacağı bir şeyler bulamayıp dilenciliğe mecbur kalacağından korkulan kimse için mekruhtur. Yüce Allah'ın başkalarım kendilerine tercih ettikleri için övdüğü ensar ise bu durumda değillerdi. Aksine onlar yüce Allah'ın buyurduğu gibi: "Sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler" (el-Bakara, 2/177) idiler. Onlar arasında îsâr(başkalarını tercih), malı elde tutmaktan daha üstün idi. Fakirliğe sabredemeyip dilenciliğe maruz kalacak kimseler İçin ise malı elde tutmak, başkalarını tercih etmekten daha efdaldir. Rivâyete göre bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a yumurta kadar bir altın getirerek, bu sadakadır dedi. Peygamber onu o adamın üzerine atarak dedi ki: "Sizden herhangi bir kimse sahib olduğu malın tamamını getirip onu sadaka verdikten sonra oturup insanlara el açacak hale düşmesin."diye buyurdu. Hadisin sadece kavlî lx>lünıO İbn Hihban, Sahih, VIII, l ö:Dârimî, I, 479; Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübra, IV, 1 Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 9- îsâr (Başkasını Tercih)in Mertebeleri: Can ile tercih, mal ile -sonunda o da canın yongası olsa dahi- tercihin üstündedir, Çokça kullanılan darb-ı mesel mesabesindeki ifadelerden birisi de şudur: "Cömertçe canını feda etmek cömertliğin en ileri derecesidir." Sevginin tarifi hususunda sufilerin güzel ibarelerinden birisi de; "sevginin (muhabbetin) işar demek olduğu"dur. Nitekim Aziz'in karısı ileri derecede Yusuf'u sevince, onu kendisine tercih ederek: Ondan murad almak isteyen bendim, demişti. Canı feda etmenin en üstün mertebesi de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı korumak amacı ile yapılan fedakârlıktır. Sahih'te belirtildiğine göre Ebû Talha, Uhud gününde Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a vücudunu kalkan etmişti. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) İse insanları görmek üzere başını uzatıyor, Ebû Talha ona: Başını uzatma ey Allah'ın Rasûlü, sana isabet ettirmesinler. Benim göğsüm senin göğsün önündedir, diyordu Buhârî, III, 1386. IV, 1490; Müslim, III, 14-43Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı eli ile (gelen darbeye karşı) korumuş, bundan ötürü de çolak kalmıştı. Huzeyfe el-Adevî dedi ki: Yermûk günü beraberinde az bir miktar su olduğu halde bir amcam oğlunu aramaya koyuldum. Bu arada kendi kendime: Eğer henüz canı çıkmamış ise ona bu sudan içiririm, diyordum. Ansızın onu görüverdim, ona: Su ister misin!1 dedim, başıyla: Evet diye işaret etti. Tam bu sırada bir kişi; ah ah diye inliyordu. Amcam oğlu bana: Ona git, diye işaret etti. Meğer o kişi Hişam b. el-As imiş, ona: Sana su vereyim mi? dedim, evet diye işaret etti. Bir başkasının "ah ah" demekte olduğunu işitince, Hişam onun yanına git, diye işaret elti. Onun yanına vardığında ölmüş olduğunu gördüm. Tekrar Hişam'a geri döndüğümde o da Ölmüştü. Amcamın oğlunun yanına döndüm, o da ölmüştü. Ebû Yezid el-Bistami dedi ki: Belhli bir delikanlının beni yenik düşürdüğü gibi hiç kimse yenik düşürmemiştir. O haccetmek üzere giderken bize uğradı. Bana: Ey Ebû Yezid dedi, size göre zühdün tanımı nedir? Ben: Bulursak yeriz, bulamazsak sabrederiz dedim. O: Bizde Belh köpekleri de böyle yapar, dedi. Ben: Peki ya size göre zühdün tanımı nedir? diye sordum. O: Bulamazsak şükrederiz, bulursak başkalarını kendimize tercilı ederiz, dedi. Ziinnun el-Misrî'ye: Kalbi açık zahidin tanımı nedir? diye soruldu. O üç özelliktir dedi: Toplanmış olanı dağıtmak, ekle bulunmayanı istemeye son vermek ve gıdaya ihtiyacı varken başkasını tercilı etmek. Ebû'l-Hasen el'-Antakî'den nakledildiğine göre; yanında Rey kasabalarından birisinde otuz küsur kişi bir araya geldi. Beraberlerinde hepsini doyurmayacak kadar birkaç tane ekmek vardı. Bütün ekmekleri kırdılar, kandili söndürüp yemeğe oturdular. Yemek kaldırıldığında olduğu gibi duruyordu, kimse ondan bir şey yememiş, herkes arkadaşını kendisine tercih etmişti. 10- Fakirlik İçinde Olmak: Yüce Allah'ın: "Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi" âyetinde yer alan(ve "fakirlik" diye manası verilen): Kişinin durumunu bozan, sarsan ihtiyaç içinde olmak hali" demektir. Bunun aslı bir hususa tek başımı sahip olmak ya da elinde bulundurmak demek olan "ihtisas"dan gelmektedir. O halde bu lâfız, münferiden muhtaç olmak demektir. Yani onlar fakirlik ve ihtiyaç içerisinde bulunsalar dahi... demek olur. Şairin şu heyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Bahara gelince eğer ihtiyaç ve fakirlik varsa, Onunla hasta olan da yaşar, eli dar olan da zenginleşir." 11- Cimriliğin Mahiyeti ve Ondan Korunmanın Güzel Sonucu: "Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir" âyetinde geçen; ile aynı şeylerdir(cimrilik demektir.) Mesela: "Cimriliği apaçık, oldukça cimri adam" denilir. Amr b. Külsüm da şöyle demiştir: "Sen tahammülsüz, cimri ve malına tutkun kimsenin önüne (Şarab) getirildiği vakit, oldukça alçalmış olduğunu görürsün." Bazı dilciler (âyette geçen): 'dan daha ileri derecedeki bir cimriliği ifade ettiği kanaatindedir. es-Sihah'da şöyle denilmektedir: "Hırs ile birlikte cimrilik" demektir, Bu fiil: "Sen cimrilik ettin, edersin" şeklinde kullanıldığı gibi; şeklinde de kullanılır. "Cimri adam" demek olup, çoğulu; "Cimri kimseler" ...diye gelir. Âyet-i kerimeden kasıt, zekat ve farz olmayan akrabalık bağlarını gözetmek, misafirlik ve buna benzer hususlarda cimrilik göstermektir. Bu gibi yerlere gerekli infakı yapmakla birlikte kendisine karşı eli sıkı davranan bir kimse ne şahıh, ne de bahîl (cimri)dir. Kendisine bol harcamalarda bulunmakla birlikte sözünü ettiğimiz zekât ve itaat alanlarında gereği gibi infakta bulunmayan bir kimse ise, nefsinin cimriliğinden korunmamış olur. el-Esved'in İbn Mes’ûd'dan rivâyet ettiğine göre bir adam ona gelip şöyle demiş: Ben helâk olmuş olmaktan korkarım. İbn Mes’ûd: Neden? diye sordu. O da şöyle dedi: Yüce Allah'ın: "Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir" diye buyurmaktadır. Ben ise oldukça cimri birisiyim. Hemen hemen elimden hiçbir şey çıkmıyor. Bunun üzerine İbn Mes’ûd şöyle dedi: Kur'ân-ı Kerîm'de yüce Allah'ın sözünü ettiği cimrilik bu değildir. Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerîm'de sözünü ettiği cimrilik senin haksızlık ederek kardeşinin malını yemendir. Senin halin ise buhl (eli sıkılık)tır. Bununla birlikte eli sıkılık çok kötü bir şeydir. Bu açıklamalarıyla Abdullah b. Mesud(radıyallahü anh) şuhh ile buhl arasında fark gözetmiş olmaktadır. Tâvûs dedi ki: Bahillik insanın elinde bulunandan cimrilik etmesidir. Şuhh ise insanın başkasının elinde bulunanlara göz dikmesi, ister helal, ister haram olsun ellerinde bulunanın kendisinin de olmasını sevmesi ve bir türlü doymama sidir. İbn Cübeyr dedi ki: Cimrilik, zekatı vermemek ve haram mal biriktirmektir. İbn Lîyeyne ise şuhh (mealde; cimrilik) zulüm demektir. Leys: Farzları terkedip, haramları işlemektir.İbn Abbâs: Kim hevasına uyar, İmâm kabul etmezse işte o sahih (cimri)dir, demiştir.İbn Zeyd: Her kim bir şeyi Allah'ın nehyettiği bir başka şey için almazsa ve yine cimriliği Allah'ın kendisine emrettiği herhangi bir şeyden alıkoyup engellemeye çağırmazsa o kimseyi Allah öz nefsinin cimriliğinden korumuş olur. Enes dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Zekâtı veren, misafire ikram eden ve musibet hallerinde bir şeyler veren bir kimse cimrilikten uzaktır." Beyhaki, Şuabu'l-Îman, VII, 427;Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXVIII, 44 Yine ondan gelen rivâyete göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şu duayı yapardı:"Allah'ım, nefsimin cimriliğinden, israfımdan ve vesveselerinden sana sığınırım."Deylemî, el-Firdevs, I, 460. Ebû'l-Heyyac el-Esedî dedi ki: Bir adamı tavaf esnasında: Allah'ım, beni nefsimin cimriliğinden koru diye dua edip, buna başka hiçbir şey eklemediğini gürdüm. Ben ona: Niye böyle yaptığını sordum, şu cevabı verdi: Eğer nefsimin cimriliğinden korunacak olursam, hırsızlık ta yapmam, zina da etmem, kötü hiç bir iş yapmam. Bir de ne göreyim o kişi Abdurrahman b. Avf imiş Taberî, Câmm'l-Beyân, XXVIII, 43 Derim ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti da buna delildir; "Zulümden sakınınız, çünkü zulüm kıyâmet gününde zulumât (karanlıklar)dır. Cimrilikten de sakınınız, çünkü cimrilik sizden öncekileri helâk etti. Onları birbirlerinin kanlarını dökmeye kadar götürdü, kendilerine haram kılınan başkalarına ait hakları helal bellemek noktasına kadar ulaştırdı.” Müslim, IV, 1996; Müsned, II, 431, III, 323 Biz bu hususu Al-i İmrân Sûresi'nin sonlarında(3/180. âyet, 4. başlıkta) açıklamış bulunuyoruz. Kisrâ arkadaşlarına: Âdemoğluna en zararlı şey nedir? diye sormuş, onlar: Fakirlik demişler. Kisra: Cimrilik, fakirlikten zararlıdır. Çünkü fakir bir şeyler buldu mu karnı doyar, fakat cimri bir kimse bulacak olsa dahi ebediyen doymaz, demiş. |