22Allah'a ve âhiret gününe inanan hiçbir kavmin, Allah ve Rasûlü ile sınır mücadelesi yapanlara sevgi beslediklerini göremezsin. İsterse bunlar babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahut soydaşları olsa bile. İşte bunlar, kalplerine Îmanı yazmış olduğu ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiş olduğu kimselerdir. Hem de onları orada ebediyyen kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah da onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar Allah'ın hizbidir. Haberiniz olsun, muhakkak ki Allah'ın hizbi, umduklarına kavuşanların ta kendileridir. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1- Âyetin Nüzul Sebebi: "Allah'a ve âhiret gününe inanan hiçbir kavmin, Allah ve Rasûlü ile sınır mücadelesi yapanlara" âyetine dair açıklamalar daha önceden(et-Tevbe, 9/63. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Sevgi beslediklerini" onları sevip, onları veli ve dost edindiklerini "göremezsin." "İsterse bunlar babaları... olsalar bile" âyeti hakkındaes-Süddî dedi ki; Bu Abdullah b. Ubeyy'in oğlu Abdullah hakkında inmiştir. Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında oturdu. Peygamber bir su İçti, ona; Allah aşkına ey Allah'ın Rasûlü şu içtiğin sudan bir miktar arttır, onu gidip babama içireyim. Belki onunla Allah kalbini temizler. Bunun üzerine Peygamber ona biraz arttırdı. Abdullah da bu artanı babasına götürdü. Babası kendisine: Bu da ne diye surunca, oğlu: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın içtiği sudan bir artıktır. Sen içesin diye bunu sana getirdim, belki bununla Allah senin kalbini arındırır, dedi. Babası ona: Bunun yerine niye bana annenin sidiğini getirmedin? O bundan daha temizdir, dedi. Oğlu bu işe kızdı ve Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek: Ey Allah'ın Rasûlü dedi, babamı öldürmeye bana izin vermez misin? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, ona yumuşak davran ve ona iyilik yap"dedi. İbn Cüreyc dedi ki: Bana anlatıldığına göre Ebû Kuhafe, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a dil uzattı. Oğlu Ebû Bekir ona öyle bir tokat indirdi ki bunun sebebiyle yüzü üzere yıkıldı. Sonra Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip, durumu ona aktardı. Peygamber: "Böyle bir şey yaptın mı? dedi. Bir daha bunu yapma."Ebû Bekir dedi ki: Seni hak ile peygamber gönderen adına yemin ederim ki, eğer kılıcım bana yakın olsaydı, onu öldürecektim, İbn Mes’ûd dedi ki: Âyet Ebû Ubeyde b. el-Cerrah hakkında inmiştir. Babası Abdullah b. el-Cerrah'ı Uhud günü öldürdü. Bedir günü öldürdüğü de söylenmiştir. el-Cerrah, Ebû Ubeyde'nin üzerine gidiyor, Ebû Ubeyde ondan kaçıyordu. Üzerine çokça gelmeye başlayınca, Ebû Ubeyde de onu öldürdü. Babasını öldürünce, yüce Allah da: "Allah'a ve ahiret gününe inanan hiçbir kavmin..." âyetini indirdi. el-Vâkidî dedi ki: Şamlılar böyle diyorlar. Ancak, ben el-Haris b. Fihroğullarından birtakım kimselere sordum da onlar:Ebû Ubeyde'nin babası İslamdan önce ölmüştü, dediler. "Yahut oğulları" âyeti ile kastedilen Ebû Bekir'dir. Oğlu Abdullah'ı Bedir günü teke tek çarpışmaya çağırmıştı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da söyle buyurmuştu: "Ey Ebû Bekir, bırak da seninle birliktelikten istifade edelim. Senin benim için gören gözüm, işiten kulağım konumunda olduğunu bilmez misin?" "Yahut kardeşleri" âyeti ile Mus'ab b. Umeyr kastedilmektedir. O Bedir günü kardeşi Ubeyd b. Umeyr'i öldürmüştü. "Yahut soydaşları" âyeti ile de Ömer b. el-Hattâb kastedilmektedir. O da dayısı el-Âs b. Hişam b. el-Muğire'yi Bedir günü öldürmüştü. Ali ve Hamza ise Bedir gününde Utbe, Şeybe ve el-Velid'i öldürdüler. Bir başka görüşe göre âyet-i kerîme Hâtıb b. Ebi Beltea'nın Mekke'nin fethedildiği yılda Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın askerleriyle Mekkeliler üzerine yürüyeceğini yazdığı bir mektupta bildirmesi üzerine inmiştir. Nitekim ileride yüce Allah'ın izniyle buna dair açıklamalar el-Mümtehine Sûresi'nde gelecektir. Bu âyetiyle yüce Allah imanın -akraba olsalar dahi- kâfirlerin veli edinilmesi ile bozulacağını açıklamaktadır. 2- Âyet Zalim Yöneticilere ve Sapık İnançlılara Düşmanlık Etmeye Delildir: Malik -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu âyet-i kerimeden Kaderiyyeye düşmanlık edilmesi ve onlarla oturup kalkmanın terkedilmişine delil çıkarmıştır: Eşheb, Malik'ten şöyle dediğim rivâyet etmiştir:Kaderiyye ile oturup kalkma ve Allah için onlara düşmanlık et! Çünkü yüce Allah: "Allah'a ve âhiret gününe inanan hiçbir kavmin Allah ve Rasûlü ile sınır mücadelesi yapanlara sevgi beslediklerini göremezsin" diye buyurmaktadır. Derim ki: Bütün zulüm ehli ve haddi aşıp başkalarına haksızlık yapanlar daKaderiyye hükmündedirler. es-Sevrî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Öncekiler bu âyet-i kerimenin sultanlar'ile arkadaşlık yapan kimseler hakkında indiği görüşünde idiler. Abdu’l-Aziz b. Ebi' Davud'dan rivâyet edildiğine göre o tavaf esnasında Mansur ile karşılaşmış. Onu tanıyınca, ondan kaçmış ve bu âyeti okumuş. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyete göre o şöyle dua edermiş: "Allah'ım, hiçbir günahkarın bende karşılığı verilmesi gereken bir iyiliğinin bulunmasına izin verme, Çünkü Ben Senin bana vahyettiklerin arasında "Allah'a ve ahiret gününe İnanan hiçbir kavmin... işte bunlar kalplerine Îmanı yazmış olduğu ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiş olduğu kimselerdir" âyetini indirdiğini görüyorum." Yani yüce Allah onların kalplerinde tasdiki yaratmıştır. Bunlar ise Allah ile sınır mücadelesi yapanlara karşı herhangi bir sevgi beslemeyen kimselerdir. "Yazdı" tesbit etti anlamındadır diye açıklanmıştır. Bu açıklamayı er-Rabi b. Enes yapmıştır. Yaratmıştır diye de açıklanmıştır. Yüce Allah'ın: "Artık bizi şahidlerle beraber yaz"(Al-i İmrân, 3/53) âyetine benzemektedir ki, bizi onlarla birlikte kıl demektir. Yine yüce Allah'ın: "Onu sakınanlara... yazacağım"(el-A'raf, 7/156)(âyeti kılacağım demektir.) "Yazdı" âyetinin topladı anlamında olduğu da söylenmiştir.(Askeri birlik anlamına gelen): "el-Ketıbe" de buradan gelmektedir. Yani bunlar onlardan kimilerine îman ediyoruz. Kimilerini İnkar ediyoruz, diyenlerden değillerdi. "Yazdı" âyeti genel olarak kef harfi üstün olarak okunmuştur. "Îmanı" âyetindeki nun harfi de nasb ile okunmuştur.Yani yüce Allah Îmanı yazmıştır. Daha uygun olanı da budur. Çünkü yüce Allah (daha sonra): "Ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiş" diye buyurmaktadır. Ebû'l-Âl-iyye, Zirr b. Hubeyş ve Âsım'dan rivâyetle el-Mufaddal ise meçhul bir fiil olarak: "Yazılmış" diye " Îman" lâfzını da "nun" harfi ref ile okumuşlardır.(îman... yazılmıştır demek olur.) Zirr b. Hubeyş "soydaşları" anlamındaki âyeti: şeklinde (aşiret lâfzını) çoğul yaparak "elif" İle ve "te" harfi de kesre'li olarak okumuştur. Bu kıraati el-A'meş, Ebû Bekir'den, o da Âsım'dan diye de rivâyet etmiştir. "Kalblerine... yazmış olduğu" kalpleri üzerine diye de açıklanmıştır. Yüce Allah'ın: "Hurma dallarında"(Ta-Ha, 20/71) âyetinde (üzerinde anlamında) olduğu gibi. Özellikle kalpleri söz konusu etmesi, imanın yerinin orası olduğundandır. "Kendilerini... desteklemiş olduğu"kendi katından bir ruh ile güçlendirip onlara yardım etçiği demektir. el-Hasen: Kendinden bir yardım vermiş olduğu... diye açıklamıştır. er-Rabî' b. Enes de: Kur'ân ve delilleriyle... diye açıklamıştır. İbn Cüreyc: Bir nûr, îman , delil ve hidayet ile, diye açıklamıştır. Allah'tan bir rahmet diye açıklandığı gibi, kimi ilim adamı: Onları Cebrâîl (aleyhisselâm) ile desteklemiştir, diye de açıklamıştır. "Hem de onları orada ebediyyen kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah da onlardan razı olmuştur" amellerini kabul etmiştir "onlarda O'ndan hoşnud olmuşlardır."Kendilerine verdiği nimetlerle sevineceklerdir. "İşte bunlar, Allah'ın hizbidir. Haberiniz olsun muhakkak ki Allah'ın hizbi umduklarına kavuşanların ta kendileridir." Said b. Ebi Said el-Cür cânî hocalarından birisinden şöyle dediğini nakletmektedir: Davud(aleyhisselâm) dedi ki: Ey ilahım! Senin hizbin ve senin arşının etrafında bulunanlar kimlerdir? Yüce Allah ona şunu vahyetti: "Ey Davud! Gözlerini haramdan sakınanlar, kalpleri tertemiz olanlar, elleri (zulümden yana) esenlikte olanlardır. İşte onlar Benim hizbimdir ve Benim Arşımın etrafında bulunanlardır." Yüce Allah'a hamdolsun; el-Mücâdele Sûresi burada sona ermektedir. Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Medine'de indiği ittifakla kabul edilmiştir. Yirmidört âyettir. İbn Abbâs'ın rivâyetine göre Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Haşr Sûresi'ni okuyan kimseye cennetteki, cehennemdeki herşey, Arş, Kürsî, gökler, yer, haşerat, rüzgar, bulut, kuş, hayvanlar, ağaçlar, dağlar, güneş, ay ve melekler mutlaka dua eder, onun için Allah'tan mağfiret dilerler. Eğer bu sûreyi okuduğu gün ya da gece ölürse, şehit olarak ölür."Bu hadisi es-Sa'lebî rivâyet etmiştir. es-Saâlibî'nîn Yezid er-Rukaşî'den, onun Enes'ten rivâyet ettiğine göre Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim Hasr Sûresinin sonunda yer alan: "Şayet Biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirse idik..." âyetinden itibaren (sûrenin) sonuna kadar okur da o gece ölürse şehit olarak ölür." Tirmizî de Ma'kil b. Yesâr'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)buyurdu ki: "Her kim sabahı ettiğinde üç defa "eûzu billahi's-semi-îl alîmi mine'ş-şeytani'r-racim (kovulmuş şeytandan herşeyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım)" deyip de Haşr Sûresi'nin sonundan üç âyet-i kerîme okuyacak olursa, Allah ona akşamı edinceye kadar dua edecek yetmişbin melek gönderir. Şayet o gün Ölürse şehid olarak ölür. Her kim bunu akşamleyin okuyacak olursa, onun için de aynı şey sözkonusudur."(Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, garib bir hadistirTirmizî, V, 182, ancak sonunda: 'Garib bir hadis olup bunu ancak bu yolla biliyoruz' kaydıyla;Müsned, V, 26 1Göklerde ve yerde olanlar Allah'ı teşbih eder. O, Azizdir, Hakimdir. Bu âyete dair açıklamalar daha önceden(el-Hadîd, 57/1, âyetin tekirinde) geçmiş bulunmaktadır. 2O, kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da hisarlarının kendilerini Allah'a karşı gerçekten koruyacağını sanmışlardı. Fakat Allah onlara hesaba katmadıkları taraftan geldi ve kalplerine korku saldı. Evlerini hem kendi elleriyle, hem mü’minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı. Ey basiret sahipleri, artık ibret alın. "O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" âyetine dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1- Sûrenin İsmi ve Yurtlarından Sürülenler: "O, kitab ehlinden kâfir olanları... yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" âyeti ile ilgili olarak Said b. Cübeyr dedi ki: Ben İbn Abbâs'a: (Bu sûrenin ismi) el-Haşr Sûresi mi dedim, o; en-Nadîr Sûresi de, dedi. Nadîrliler. Harun (aleyhisselâm) soyundan gelen bir yahudi koludur. Bunlar İsrailoğulları fitnelere düştüklerinde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın gelişini beklemek üzere gelip Medine'ye yerleştiler. Yüce Allah'ın açıkladığı işler onların başından geçen işlerdendir. 2- ilk Sürgün ve Mahşer: "İlk sürgün" âyetindeki "el-haşr" toplamak demektir. Bunun dört çeşidi sözkonusudur. İki toplanma dünyada, iki toplanma da ahirette olacaktır. Dünyadaki toplanma(haşr) yüce Allah'ın: "O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde (ervehı’l-haşr) yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" âyetinde sözkonusu edilmektedir. ez-Zührî dedi ki: Bunlar daha önce sürgün musibetiyle karşılaşmamı;; bir koldan idiler. Yüce Allah onların üzerine sürgün edilmeyi takdir buyurmuştu. Eğer bu olmasaydı, mutlaka onları dünyada azaplandıracaktı. Dünya hayatında onların ilk haşrolundukları toplanma yeri Şam olmuştu. İbn Abbâs veİkrime dediler ki: Mahşer'in Şam'da olacağından yana şüphe eden kimse, bu âyeti okusun. Ayrıca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: "Çıkınız"deyince onlar: Nereye diye sormuşlar, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Mahşer yurduna" diye buyurmuştu. Katade dedi ki: İşte mahşerin ilki budur. İbn Abbâs: Onlar kitab ehlinden ilk haşredilen (sürülen) ve yurtlarından çıkarılan kimselerdir demiştir. Denildiğine göre onlar Hayber'e sürüldüler. Buna göre yüce Allah'ın: "İlk sürgünde" âyeti kalelerinden, hisarlarından Hayber'e sürülmeleridir. İkincisi ise Ömer (radıyallahü anh)'ın kendilerini Hayber'den Necid ve Ezriât'e sürmesidir. Teymâ ve Eriha'ya sürülmeleri diye de açıklanmıştır. Buna sebeb, onların kâfir olmaları ve ahidlerini bozmalarıdır. İkinci haşr ise kıyâmete yakın bir zamandaki toplanmalarıdır. Katade dedi ki: İnsanları doğudan batıya doğru toplayacak bir ateş gelecektir. Onların geceyi geçirdikleri yerde o da duraklayacak, öğlen istirahatine çekilecekleri vakit onlarla birlikte orada kalacak Bk.Müslim, IV, 2195;İbn Mâce, II, 1347;Müsned, IV, ve geriye kalanlarını yiyecektir. Bu husus Sahih'de de sabit olmuş ve biz bunu et-Tezkire adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Buna yakın bir rivâyeti İbn Vehb, Malik'ten zikretmektedir. İbn Vehb dedi ki: Ben Malik'e: Bu (haşr ve toplanma) onların yurtlarından sürülmeleri midir? diye sordum. Bana şöyle dedi: Haşr, kıyâmet gününde olacaktır ve yahudiler toplanacaktır. (Malik devamla) dedi ki: Yahudilere yanlarında bulunan mal hakkında soru sorulup onlar bunu gizlediklerinde Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'e sürmüş ve böylelikle onlarla savaşmayı helal görmüştü. İbnu'l-Arabî dedi ki: Hasrın başı, ortası ve sonu vardır. Başı Nadiroğullarının sürülmesidir, ortası Hayberlilerin sürülmesi, sonuncusu ise kıyâmet günündeki haşirdir. el-Hasen'den: Burada sözü edilenler Kurayzaoğullarıdır, dediği rivâyet edilmiş ise de geri kalan müfessirler: Kurayza oğulları hiçbir şekilde haşrolunmadı(sürgüne gönderilmedi), onlar öldürüldüler, demişlerdir. Bu acıklamayı da es-Sa'lebî nakletmiştir. 3- Kâfirlerle Yurtlarından Sürülmeleri Şartıyla Barış Yapılabilir mi? el-Kiya et-Taberî dedi ki: Harb ehli ile herhangi bir şey istemeksizin yurtlarından sürülmeleri şartıyla barış yapmak şu an için câiz değildir. Bu İslamın ilk dönemlerinde caizdi, sonradan nesh olundu. Şimdi ise; onlarla savaşmak yahut kadın ve çocuklarının esir alınması ya da onlara cizye koymak şartlarından birisinden başkası kabul edilemez. "Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız" âyeti ile şunu kastetmektedir: Müslümanlar yahudilerin halini, onların kendilerini koruyabilecek durumda oluşlarını, güçlerini, söz birliklerini gözlerinde büyütmeleri dolayısıyla böyle bir şeyi sanmıyorlardı. "Onlarda hisarlarının kendilerini Allah'a karşı" Allah'tan gelecek emre karşı "gerçekten koruyacağını sanmışlardı." Denildiğine göre bu hisarların ismi el-Vatih, en-Netât, es-Sülâlim ve el-Ketibe idi. Nadiroğulları çokça silahı bulunan ve zaptedilmesi güç kaleleri olan kimselerdi. Fakat bunların hiçbirisi onları Allah'ın emrine karşı koruyamadı. "Fakat Allah" in emri ve azâbı "onlara hesaba katmadıkları" hiç de beklemedikleri "taraftan geldi." Bilmedikleri taraftan geldi, diye de açıklanmıştır. "Hesaba katmadıkları taraftan geldi"âyeti; Ka'b b. el-Eşrefin Öldürülmesini ummuyorlardı, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Cüreyc, es-Süddî ve Ebû Salih yapmıştır, "Ve kalplerine" liderleri Ka'b b. el-Eşrefin öldürülmesiyle "korku saldı." Ka'b'ı öldürenler Muhammed b. Mesleme, Ka'b'ın süt kardeşi olan Ebû Naile Silkân b. Selâme b. Vakş, Abbad b. Bişr b. Vakş, el-Haris b. Evs b. Muâz ile Ebû Abs b. Cebr idi. Ka'b'ın öldürülüş haberi sîret'te meşhurdur. Sahih'de belirtildiğine, göre de Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir aylık mesafeden bana (düşmanımın kalbine) korku salınmak ile yardım olundu."Buhârî, I, 128, 168;Müslim, I, 370, 372;Nesâi, I. 210; Müsned, I, 301, III, 304, v, 145. 147, 161. Medine ile Nadiroğullarının bulundukları mahalle arasındaki mesafe bir mil olduğuna göre, nasıl ona yardım olunmazdı? Bu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Özel olarak verilmiş bir imtiyazdı. "Evlerini hem kendi elleriyle... tahrib ediyorlardı" âyetindeki "Tahrib ediyorlardı" lâfzı genel olarak şeddesiz: 'den gelen(müzâri) bir fiil olarak okunmuştur. Yıkıyorlardı demektir. es-Sülemî,el-Hasen, Nasr b.Âsım, Ebû'l-Âl-iye,Katade ve Ebû Amr ise; "Tahrib ediyorlardı" şeklinde "tahrib"den gelen bir fiil olarak şeddeli okumuşlardır. Ebû Amr dedi ki; Şeddeli okuyuşu tercih edişimin sebebi şudur: "Bir şeyi sakini olmaksızın harabe halde terketmek" demektir. Nadiroğulları ise orayı bu şekilde harabe olarak terketmediler. Onlar orayı yıkarak tahrib ettiler. Bunu da yüce Allah'ın: "Hem kendi elleriyle, hemmü’minlerin elleriyle" âyeti desteklemektedir. Başkaları ise şöyle demişlerdir: Bu iki şekil de aynı anlamdadır. Şeddeli okuyuş ise çokluk anlamına gelir. Sîbeveyh de ile kiplerinin anlamlarının birinin diğeri yerine kullanılabildiğini nakletmiştir. ile Onu tahrib ettim" anlamına; ile ise "onu sevindirdim" anlamına gelmesi gibi.Ebû Ubeyd ve Ebû Hatim de birinci okuyuşu tercih etmişlerdir. Katade veed-Dahhak dedi ki: Mü’minler içeriye girmek için dışarıdan tahrib ediyorlar, yahudiler ise hisarlarının tahrib edilen bölümlerini, yıktıkları yerlerden çıkan malzeme ile yeniden bina etmek için içeriden tahrib ediyorlardı. Rivâyet edildiğine göre Nadiroğulları Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile; onun yanında yer almamak ve ona karşı olmamak şartı ile barış antlaşması yapmışlardı. Bedir günü zafer kazanınca Tevrat'ta niteliği belirtilen peygamber işte budur. Onun hiçbir sancağı geri çevrilmez, dediler, Uhud günü müslümanlar yenilince bu sefer şüpheye düştüler ve antlaşmalarını bozdular. Ka'b b. el-Eşref yirmi süvari ile Mekke'ye çıkıp gitti. Ka'be'nin yanında Hz. Peygamberin aleyhine Kureyşle antlaşma yaptılar. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)in ensardan Muhammed b. Mesleme'ye emir vermesi üzerine Muhammed b. Mesleme, Ka'b'ı gafil bir şekilde öldürdü. Sabah olunca da askeri birlikleriyle surlarına karşı dikildi. Onlara: Medine'den çıkın, dedi. Onlar: Buradan çıkmaktansa ölümü tercih ederiz, diyerek; "savaşa!" diye seslendiler. Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan çıkış hazırlıklarında bulunmak üzere on günlük süre istedikleri de söylenmiştir. Bunun üzerine münafık Abdullah b. Ubey ve arkadaşları: Kaleden çıkmayın, diye gizli bir haber gönderdi. Eğer onlar sizinle savaşacak olurlarsa, biz de sizinle birlikte savaşırız, sizi desteksiz bırakmayız. Eğer çıkartılacak olursanız, yemin olsun biz de sizinle birlikte çıkarız. Yirmibir gün süreyle sokakların başlarını tuttular ve sağlam bir şekilde oraları koruma terüblerini aldılar. Allah kalplerine korkuyu salıp, münafıkların yardım edeceklerinden yana ümidlerini kesince barış istediler. İleride açıklanacağı üzere Hz. Peygamber onları sürgüne göndermekten başka bir yol kabul etmedi. ez-Zührî,İbn Zeyd ve Urve b. ez-Zübeyr şöyle demişlerdir; Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) kendileriyle develerin taşıyabileceği kadarını beraberlerinde götürmek şartı ile barış yaptığından, hoşlarına giden bir kereste ya da bir direği almak için evlerini yıkıyorlar, bunu develerine yüklüyorlardı. Mü’minler de geri kalanlarını yıkıyorlardı. Yine İbn Zeyd'den şöyle dediği nakledilmiştir: Yahudiler kendilerinden sonra müslümanlar orada kalmasınlar diye evlerini tahrib ediyorlardı. İbn Abbâs dedi ki: Müslümanlar onların bir evlerini zabtettiler mi hemen orayı -savaş alanı genişlesin diye- yıkıveriyorlardı. Kendileri ise evlerinin arka taraflarından diğer eve geçip çıkarıldıkları yere gelen müslümanlara oradan atışta bulunmak üzere oyuklar açıyorlardı. Bunu ara sokaklarını bu yıktıkları malzeme ile kapatmak için yapıyorlardı, diye de açıklanmıştır. İkrime dedi ki: Onlar evlerinin içlerini ve oralarda bulunanları müslümanlar almasın diye "kendi elleriyle" tahrib ediyorlardı. Bu yolla onlara ulaşmak maksadıyla da dış taraflarından "mü’minler elleriyle" onların evlerini "tahrib ediyorlardı." Yine İkrime dedi ki: Evleri oldukça süslü idi. Müslümanların orada oturmalarını istemediklerinden dolayı evlerinin iç taraflarını kendileri tahrib ettiler, müslümanlar da dışarıdan tahrib ettiler. Bir diğer açıklamaya göre; onlar antlaşmalarını bozmak suretiyle "evlerini kendi elleriyle" savaşmakla da "mü’minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı." ez-Zühri de böyle açıklamıştır.Ebû Amr b. el-Alâ da şöyle demiştir: Evlerini mü’minlere bırakmak suretiyle "kendi elleriyle" tahrib ediyorlar, mü’minlerin evlerinden onları sürmek suretiyle de "mü’minlerin elleriyle"tahrib ediyorlardı. İbnu'l-Arabi dedi ki: Bozmak (ifsâd etmek) maksadı ile ele alış, eğer el ile olursa, bu hakikat anlamında kullanılır. Şayet ahdi bozmak suretiyle olursa, mecazi bir anlam ifade eder. Şu kadar var ki mecazi anlatım noktasındaez-Zührî'nin saklaması,Ebû Amr b. el-Alâ'nın açıklamasından daha uygundur. "Ey basiret sahibleri artık İbret alın!" Ey özlü akıl sahibleri öğüt alın, demektir. Ey bunu gözüyle görenler... diye de açıklanmıştır. Bu durumda "ebsar" lâfzı "basar"ın çoğulu olur. Burada ibret alınacak hususlardan birisi de şudur: Onlar Allah'ın hükmüne karşı hisarlarına sığınıp korunmak istediler. Allah; onları hisarlarından aşağıya indirdi. Yine ibret şekillerinden birisi sudur: Allah onlara daha önce kendilerine yardım eden kimseleri musallat etti. Bir diğer ibret yolu da şudur: Onlar kendi mallarını, kendi elleriyle yıktılar. Kim başkasının karşı karsıya kaldığı durumlardan ibret almazsa, kendi başına gelen olaylardan ibret almak durumunda olur. Doğaı mesellerden birisinde de: "Bahtiyar diye başkasının başına gelenlerden öğüt alan kimseye denir" Abdullah b. Mesud'un sökü olarak: Müslim, IV, 2037;İbn Hibbân, Sahih, XIV, 52;Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübrâ, VII, 422; Taherâni, Evsât, VIII, 31, Kebir, III, 174, 17=5, 176, 177... Peygamber Efendimizin âyeti olmak:İbn Mâce, I, İH. denilmektedir. 3Eğer Allah onların hakkında sürgünü yazmamış olsaydı, onları elbette dünyada azaplandırırdı. Bununla birlikte âhirette onlar için ateş azâbı vardır. "Eğer Allah onların hakkında sürgünü yazmamış olsaydı" yani eğer Allah onları yurtlarından süreceğine ve bir süre kalıp onlardan bazılarının îman edeceğine ve onlardan îman edecek kimselerin doğacağına dair hüküm vermemiş olsaydı "onları elbette dünyada" Kurayzaoğullarına yaptığı gibi; öldürülmek ve kadın ve çocukları esir almak suretiyle "azaplandırırdı." "Sürgün" vatandan ayrılmak demektir. "Kendisi ayrıldı" "Başkası onu ayırdı(sürüdü)" denilir. “Sürmek, sürülmek" ile: "Çıkarılmak"; uzaklaştırılmak bakımından aynı anlamı ihtiva etmekle birlikte iki açıdan farklılık arzederler. Evvela sürülmek, hanım ve çocuklarla birlikte olur. Dışarı çıkarılmak ise bazan hanımlar ve çocuklar bırakılmış olmakla birlikte gerçekleşebilir. İkincisi; sürülmek ancak toplu halde olur, dışarı çıkarılmak ise tek kişi hakkında da, çoğul hakkında da kullanılabilir. Bu açıklamayı el-Maverdî yapmıştır. |