17Etraflarında ebedi kılınmış evlatlar dolaşır, "Etraflarında ebedi kılınmış evlatlar dolaşır." Mücahidin açıklamasına göre ölümsüz çocuklar(ğılman) demektir, el-Hasen ve el-Kelbi: Asla ihtiyarlamayan ve değişmeyen demektir. Şair İmruu'l-Kays'in şu beyitinde de bu anlamdadır; "Mutlu ve asla kocamayan, ihtiyarlamayan kederleri az Ve geceyi korkularla geçirmeyen bir kimseden başkası nimet içinde olabilir mi?" - "Ebedi kılınmışlar" anlamı verilen- lâfzı Said b. Cübeyr'e göre küpeliler anlamındadır. Çünkü küpeye: denildiği gibi pek çok süs eşyası anlamında da; kelimesi kullanılır, Bilezik takınmışlar anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna yakın bir açıklama da el-Ferrâ''dan nakledilmiştir, Şair şöyle demektedir: "Gümüşle süslenmişlerdir onlar, sanki Arkaları küçük kum tepelerini andırır." Said b. Cübeyr'in açıkladığı -ve "küpeler takılmışlar" diye tercüme ettiğimiz- 'ın "kemerler takılmışlar" anlamına geldiği de söylenmiştir. İkrime de "ebedî kılınmışlar" lâfzının nimete- gark olmuşlar anlamında olduğunu söylemiştir. Bir başka açıklamaya göre, onlar aynı yaşta olacaklardır.Yüce Allah onları cennetlikler için yaratmıştır. Dilediği şekilde ve doğup çoğalmaları sözkonusu olmaksızın cennetlikler etrafında dolaşır, dururlar. Ali b. Ebî Tâlib(radıyallahü anh) ile Hasen el-Basri şöyle demişlerdir: Burada sözü geçen "evlatlarda müslümanların küçük yaşta olup herhangi bir sevab ya da günahları olmayan çocukları kastedilmektedir. Selman el-Fârisî de: Müşriklerin (küçük yaşta ölen) çocukları, cennetliklerin hizmetkârları olacaktır, demiştir. el-Hasen dedi ki: Bunların mükâfatlarını görecekleri hasenatları, cezalandırmalarını gerektiren de günahları olmadığından böyle bir konuma yerleştirileceklerdir. Âyetin maksadı şudur: Cennetlikler en mükemmel bir sevinç ve nimet içerisinde olacaklardır. Nimet ise insanın etrafında çokça hizmetçilerin ve bu türden küçük çocukların bulunması ile tamam olur. 18Maînden testilerle, ibriklerle, kâselerle. "Maînden testilerle, ibriklerle, kâselerle" âyetindeki; "Testiler" lâfzı 'in çoğuludur. Buna dair açıklamalar daha Önce ez-Zuhruf Sûresi'nde (43/71. âyet. 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bu tür kaplar, kulpları da, emzikleri de bulunmayan kaplardır. “İbrikler" ise kulpları ve emzikleri bulunan su kaplan olup, tekili "ibrik" ...diye gelir. Buna bu adın veriliş sebebi ise berraklığı dolayısı ile renginin parlamasından ötürüdür. "Maînden testilerle" âyetine dair açiklamalar daha önce es-Saffât Sûresi'nde(37/45. âyette) geçmiş bulunmaktadır. "Maîn" su ya da şarap akan pınar demektir. Şu kadar var ki, burada maksat pınarlardan akan şaraptır. Gözle görülen pınarlar diye de açıklanmıştır. O takdirde "maîn" lâfız olarak, "gözle görmek" demek olan "muâyene"den İsm-i mef'ûl olur. Bunun çokluk demek olan; "fâîl" veznindeki şekli olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah, bunun sıkmak suretiyle çeşitli zorluklarla ve birtakım işlemlerden geçirildikten sonra elde edilen dünya şarabı gibi olmadığını da açıklamaktadır. 19Ondan başları da ağrımaz ve akılları da giderilmez. "Ondan başları da ağrımaz." O içkiyi içmelerinden ötürü başları ağrımayacaktır.Yani bu şarap dünyadaki içkiden farklı olarak herhangi bir rahatsızlık vermeyen lezzetli bir şaraptır. "Ve akılları da giderilmez." Daha önce bu es-Sâffât Sûresi'nde(37/47. âyette) geçmiş bulunmaktadır ki, sarhoş olmaları sonucunda akıllan başlarından gitmez, demektir, Mücahid "başları da ağrımaz" anlamındaki âyeti; şeklinde ve; anlamında okumuştur ki, bu da "dağılmazlar" demek olur. Yüce Allah'ın: "Bölük bölük ayrılacakları gün"(er-Rum, 30/43) âyetinde olduğu gibi okumuştur. Kûfeliler "akıllarıda giderilmez" anlamındaki âyeti şeklinde "ze" harfi kesreli olarak okumuşlardır ki, bu da şArapları bitmez, içkilerinin sonu gelmez, demektir. Şairin şu mısraında da bu (akılları başlarından gitmez) anlamdadır: "Ömrüm hakkı için yemin ederim, sizler eğer başınız ağrısa da yahut ayılsanız da, Ey Ebcer soyundan gelenler, siz çok kötü meclis arkadaşısınız." ed-Dahhak'ınİbn Abbâs'tan gelen rivâyetine göre şöyle demiştir: İçkide dört özellik vardır. Sarhoşluk, başağrısı, kusmak ve idrar sökmesi. Şanı yüce Allah da cennetteki şarabı sözkonusu ederken bu özelliklerden münezzeh (uzak) olduğunu belirtmiştir. 20Seçip beğeneceklerinden de meyveler; "Seçip beğeneceklerinden de meyveler." Yani çokluğundan ötürü istediklerini seçerler. Bunun seçilen ve beğenilen türden meyve anlamına geldiği de söylenmiştir, "Seçmek" demektir. 21Ve canlarının çekeceklerinden kuş eti; "Ve canlarının çekeceklerinden kuş eti" âyeti ile ilgili olarakTirmizî'nin rivâyetine göreEnes b. Malik şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: "el-Kevser" nedir? diye sorulmuş, o da;"O yüce Allah'ın bana vermiş olduğu -cennette vermiş olduğu demek istemektedir- bir ırmaktır. Sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Orada boyunları deve boyunları gibi kuşlar vardır."Ömer (radıyallahü anh): Şüphesiz ki bunlar şişman kuşlardır, deyince Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onları yemek ondan da güzeldir" diye buyurdu. (Tirmizi) dedi ki: Hasen bir hadistir. Tirmizi, VI, 6H0; Az fazlalıkla: Müsned, 111, 221, 236 Bu hadisi ayrıca es-Sâlebî, Ebû'd-Derdâ yoluyla rivâyet etmiş olup, buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki cennette deve boyunlarını andıran kuşlar vardır. Bunlar Allah dostunun eli üzerinde sıra sıra dizilirler. Birisi: Ey Allah dostu ben Arşın altındaki yeşillik alanlarda yayıldım. Tesnîm pınarlarından su içtim. Sen de benden ye, der. Onlar Allah dostunun huzurunda bu şekilde övülüp durmaya devam ederler. Nihayet o da içinden onlardan birisini yemeyi geçirir. Çeşitli şekillerde önüne düşüverir. O da o kuştan dilediğini yer, Doydumu o kuşun kemikleri bir araya getirilir ve uçar, yine cennette dilediği gibi yayılmaya devam eder." Ömer(radıyallahü anh) dedi ki: Ey Allah'ın peygamberi şüphesiz ki bunlar şişman(iri cüsseli) kuşlar olacaktır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onları yemek onlardan daha büyük bir nimettir" diye buyurmuştur. Ebû Said el-Hudrî'den gelen rivâyete göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki cennette öyle kuşlar vardır ki, bu kuşların birisinde yetmişbin tür vardır. Bu da cennetliklerden birisinin tabağına düşer, sonra sirkelenir. Herbir tüyden kardan daha soğuk ve daha beyaz, tereyağından daha yumuşak, baldan daha tatlı bir yemek çeşidi ortaya çıkar. Bunlar arasında biri diğerini andıran iki yemek olmayacaktır. O da bundan istediğini yiyecek, sonra da o kuş uçup gidecektir."suyuti ed-Duru’l-Mensur, VIII, 11. 22Âyetin tefsiri için bak:23 23Ve sarmalanıp gizlenmiş İnciler misali güzel gözlü huriler de vardır. "Ve" hiçbir elin değmediği ve üzerine tozun düşmediği bundan dolayı son derece şeffaf ve parlak olan "sarmalanıp gizlenmiş inciler misali güzel gözlü hurilerde vardır." Yani onlar bütün yönleriyle bedenlerinin güzellikleri itibariyle buna benzerler. Meal dolayısıyla ayet nazmında sonlardaolan bu bölüm, açıklamaları kısa olduğu için meale uygun sırası ile tercüme edilmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "O bir incinin kabuğunda yaratılmış ta Onun bütün yönleri bir gözetleme tarafıdır sanki." "Güzel gözlü huriler" lâfzı ref’ , nasb ve cer ile okunmuştur. Cer ile okuyanların -ki Hamza, el-Kisâî ve başkalarıdır- kıraati bu durumda "testilerle" anlamındaki lâfza atfedilmiş olması mümkündür ki, bu da anlama göre hamledilir. Çünkü âyet: Onlar testilerle, meyvelerle, etlerle ve hurilerle nimetlenirler, demek olur. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır. "Cennetlerinde" (12. âyet) anlamındaki lâfza atfedilmesi de mümkündür. Bu durumda onlar "Naim cennetlerinde"dirler ve muzafın hazfedilmiş olduğu takdiri ile "Huriler arasındadırlar" demek olur ki huriler ile birliktedirler denilmiş gibidir. el-Ferrâ' dedi ki: Cer ile okuyuş, mana itibariyle farklı olsalar dahi lafzen ona tabi kılmak suretiyle olur. Çünkü hurilerin, etraflarında dolaştırılmaları sözkonusu olmaz. Şair şöyle demektedir: "Güzelliklerinden ötürü süslenmeye ihtiyacı olmayan kadınlar bir gün görülürlerse, Ve kaşlarını ve gözlerini uzatırlarsa ..." Bilindiği gibi gözler uzatılmaz, ancak onlara sürme çekilir. Bir başka şair de şöyle demiştir: "Savaşta gördüm senin kocanı, Bir kılıç ve mızrak kuşanmış olarak." Kutrub dedi ki: Lâfız testilere ve ibriklere -manaya hamletmek sözkonusu olmaksızın- atfedilmiştir. O şöyle demiştir: Bununla birlikte hurilerin etraflarında dolaştırılmaları ve bundan dolayı da lezzet almaları kabul edilmeyecek bir şey değildir. Nasb ile okuyanlara -ki bunlar el-Eşheb, el-Ukaylî,en-Nehaî, Îsa b.Ömer es-Sakafîdir, Ubeyy'in mushafında da böyledir- gelince, bu da bir fiil takdirine göre böyle okunmuştur. "İri gözlü hurilerle eşleştirilirler" denilmiş gibidir. Nasb halinde de manaya hamletmek güzeldir. Çünkü onunla etraflarında dolaştırılır ifadesinin anlamı o onlara verilir demektir. Cumhûrun kıraati olan ref’e gelince -ki bu aynı zamanda Ebû Ubeyd ve Ebû Hâtim'in de tercih ettiği kıraattir-; "Onların yanlarında güzel gözlü huriler de vardır" anlamındadır. Çünkü onların etrafında huriler dolaştırılacaktır. el-Kisâî dedi ki: "Güzel gözlü huriler de vardır"âyetini ref ile okuyup onların etraflarında dolaştırılmayacağım da bu okuyuşuna gerekçe gösteren kimselerin aynı şeyi meyve ve kuş eti hakkında da söylemeleri gerekir. Çünkü bunlar da etraflarında dolaştmlmayacaktır. Etrafta dolaştırılan sadece şaraptır. el-AhfeŞ dedi ki: Bunun manaya hamledilmiş olması da mümkündür. Çünkü âyet; Onlar için testiler vardır ve onlar için güzel gözlü huriler de vardır" anlamındadır. Bunun "Birçoğu" (13. âyet) lâfzına atfedilmiş olması da mümkündür. Bu lâfız da mübtedâ olup bunun da haberi "işlenmiş tahtlar üzerinde(dirler.)"(15, âyet) âyetidir. Aynı şekilde; "Güzel gözlü huriler de vardır"âyeti da bu şekilde (haber durumunda)dır. Mübtedanın nekre olarak gelmesi ise, aldığı sıfaı ile özellik kazanması (tahsis edilmesi) dolay ısı iledir. 24Yapageldiklerine bir karşılık olarak. "Yapageldiklerine bir karşılık olarak" bir mükâfat olarak demektir, "Bir karşılık olarak" lâfzının nasb ile gelmesi mef'ûlün leh olmasından dolayıdır. Bunun mastar (mef'ûl-i mutlak) olduğundan dolayı nasb ile gelmiş olması da mümkündür. Çünkü; "Etraflarında ebedi kılınmış evlatlar dolaşır ...bir karşılık olmak üzere onlara verilir" anlamındadır. el-Huru’l-îne dair açıklamalar daha önce et-Tur Sûresi'nde(52/20. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde(ed-Duhan, 44/54. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Enes dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Allah huru'l îni zaferandan yaratmıştır." Deylemî. Firdevs, II, 143 Enes'ten; Taberani, Evsat, I, 95; Kebir, VIII, 200 Her iki yerde de Ebû Umame'den. Halid b. el-Velid dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Cennet ehlinden bir kişi cennet elmalarından bir tanesini eline alır. Elinde parçalanır. Ondan bir huri çıkar, eğer güneşe bakacak olursa, güzelliğinden dolayı güneş utanır ve elmadan da bir şey eksilmez." Bir adam ona: Ey Süleyman'ın babası, şüphesiz ki bu hayret edilecek bir şeydir. Üstelik elmadan bir şey eksilmez öyle mi? Halid b. Velid dedi ki: Evet, bu bir başka kandilden yakılan bir kandil ve hatta kandiller yakıldığı halde ondan bir şey eksilmemesine benzer. Allah dilediği herşeye kadirdir. İbn Abbâs'tan(radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: Allah huru'l îni ayak parmaklarından diz kapaklarına kadar zaferandan, diz kapağından göğsüne kadar Ezfer miskinden, göğsünden boynuna kadar beyaz amberden, boynundan başına kadar beyaz kâfurdan yaratmıştır. Onun üzerinde şakayık gibi yetmişbin elbise vardır. Sana doğru geldiğinde yüzü güneşin dünya ehline parıldadığı gibi yukarı doğru yükselen bir nûr ile parıldar. Geri dönüp gittiğinde elbiselerinin ve teninin inceliğinden dolayı ciğeri görülür. Başında ise Ezfer miskinden yetmişbin perçemi vardır. Bu perçemlerin herbirisi için eteklerini yerden kaldıran bir hizmetçi vardır. O "İşte Allah dostlarının mükâfatı"; "yapageldiklerine bir karşılık olarak" onlara verilen budur, diye seslenir. 25Onlar orada ne bâtıl, ne de günahı gerektiren bir söz işitirler; "Orada ne batıl, ne de günahı gerektiren bir söz işitirler." İbn Abbâs der ki: Ne batıl, ne yalan bir söz işitirler. Bani (lağv) boş söz demektir. "Günahı gerektiren" (te'sim) de; "Ona günaha girdin dedim" sözünün mastarıdır. Muhammed b. Kah dedi ki: "Günahı gerektiren" bir sözün olmaması, birinin diğerini günaha girdiğini söylememesi demektir. Mücahid dedi ki: "Onlar orada ne batıl, ne de günahı gerektiren bir söz işitirler." Herhangi bir sövgü ve günahı gerektiren bir söz işittirmezler, demektir. 26"Selâm, selâm" diye bir sözden başka. "Selâm, selâm diye bir sözden başka"âyetindeki "Diye" lâfzı "işitirler" fiili ile nasbedilmiştir, veya munkatı' bir istisnadır. Yani ancak onlar ... diye bir söz söylerler, yahut böyle bir söz işitirler, demektir. "Selâm selâm" âyeti da "diye" anlamındaki fiil ile nasbedilmiştir. Bu da, onlar ancak hayır söz söylerler, demektir. Mastar olarak da nasbedilmiş olabilir. Bu da; ancak onların birinin diğerine selam demesi müstesnadır, demek olur. Yahutta; "Diye" lâfzının sıfatı, ikinci "selam" lâfzı da birincisinden bedel olabilir. Anlam da: Boş sözden uzak kalına bilecek ve ondan kurtulmanın mümkün olabileceği bir söz(işitmeleri) müstesnadır, şeklinde olur. Bununla birlikte Selam olsun size" takdiri ile merfu olması da mümkündür. İbn Abbâs: Biri diğerine selam verir, birbirleriyle selamlaşırlar demektir, demiştir. Onları melekler selâmlar, yahutta aziz ve celil olari Rabbleri onları selâmlar, diye de açıklanmıştır. 27Ashâbu’l-yemîn, ne Ashabu'l-yemîndir! "Ashâbu'l-yemîn, ne Ashâbu'l-yemindir" âyeti ile tekrar -önceden geçtiği üzere- es-Sâbikûn(ileri geçenler)in kendileri olan Ashâbu'l-meymene'nin konumlarını sözkonusu etmektedir. Buradaki ifadenin tekrarlanması, içinde bulunacakları nimetlerin büyüklüğünü anlatmak İçindir. 28Dikensiz arabistan kirazı altında, "Dikensiz arabistan kirazı altında."Yani dikenleri alınmış yahut kesilmiş arabistan kirazı arasında olacaklardır. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve başkaları yapmıştır.İbnu'l-Mübarek şu rivâyeti zikretmektedir: Bize Safvan, Süleym b. Âmir'den anlattı, dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı şöyle diyorlardı: Şüphesiz ki bedeviler ve soru sormaları bize çok faydalı oluyor. Bir gün bir bedevi Arap gelip; Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm’de eziyet verici bir ağaçtan sözetmektedir. Halbuki ben cennette sahibine eziyet verecek bir ağacın olacağı kanaatinde değildim. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sözünü ettiğin ağaç hangisidir?" diye sordu, bedevi: Bu arabistan kirazı ağacıdır, onun rahatsız edici dikenleri vardır, dedi. Bunun üzerine Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Yüce Allah: "Dikensiz arabistan kirazı altında" demiyor mu? Allah onup dikenlerini almış ve herbir diken yerine bir meyve koymuş olacaktır. O ağaç öyle bir mahsul verir ki, bundan biri diğerine hiçbir şekilde benzemeyen yetmişiki çeşit meyve çıkacaktır.”İbnu'l-Mübarek, Zühd, V, 75, s. 74-75; Milnziıî, Tergih, VI, 293. Ebû'l-Âl-iye ve ed-Dahhak dediler ki: Müslümanlar Vecce -ki o Taif'te verimli bir vadidir- baktılar ve oradaki arabistan ağaçları hoşlarına gitti. Keşke bizim de bunun gibi ağaçlarımız olsaydı, dediler. Bunun üzerine, bu âyet-i kerîme indi. Umeyye b. Ebi's-Salt da cenneti nitelendirirken şöyle demektedir: "Şüphesiz ki cennetteki bahçelerin koyu gölgeleri vardır, Orada genç kızlar vardır, oranın arabistan kirazı ağaçlarının dikenleri alınmıştır." ed-Dahhak,Mücahid ve Mukâtil b. Havyam "dikensiz arabistan kirazı altında"âyetini bu meyve yükü ile ağırlaşmış demektir, diye açıklamışlardır. Bu da daha önce sözünü ettiğimiz haberin muhtevasına yakındır. Saki b. Cübeyr dedi ki: Onun yemişleri testilerden daha büyüktür. Bu husus daha önce en-Necm Sûresi'nde; "Sidretu'l-münteha yanında"(en-Necm, 53/14) âyetini açıklarken geçmiş ve mahsullerinin Hecer testileri gibi olduğu Enes'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet elliği hadiste belirtilmiş idi. 29Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında, "Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında" âyetinde geçen "Muz ağacı" demek olup, tekili dır. Müfessirlerin çoğu Ali,İbn Abbâs ve başkaları böyle demişlerdir. el-Hasen de şöyle demiştir: Burada sözü edilen muz değildir, fakat serin ve nemli bir gölgesi bulunan bir ağaçtır. el-Ferrâ'' veEbû Ubeyde de şöyle demişlerdir: Bunlar dikenleri bulunan büyük ağaçlardır. Hidâ develerine şarkı söyleyenlerden birisi olan el-Ca'di şöyle demiştir: "Kılavuzu müjdeledi onu ve dedi ki: Yarın sen talhı (dikenli büyük ağaçları) ve bu dikenli ağaçların yemişlerini göreceksin." Buna göre "talh" dikeni bol, büyük her ağacın adıdır.ez-Zeccâc dedi ki: Cennette bu ağacın dikenlerinin izale edilmiş olması mümkündür. Yine ez-Zeccâc şöyle demiştir: Um Gaylan ağacı gibi. Bu ağacın oldukça hoş beyaz bir çiçeği vardır. Onlara böylece hitab edildi ve benzerini sevdikleri şeyler onlara vaadolundu. Şu kadar var ki, bu tür ağaçların dünyadaki benzerlerine üstünlüğü, cennette bulunan diğer nimetlerin dünyadakilere üstünlüğü gibidir. es-Süddî dedi ki: Cennetteki talh, dünyadakine benzer. Şu kadar var ki onun baldan tatlı bir meyvesi vardır. Ali b. Ebî Tâlib(radıyallahü anh) bu âyeti "ayn" harfi ile "Meyveleri birbirine girmiş yemişler altında" diye okumuş ve(bu okuyuşunu gerekçelendirmek üzere de) şu âyeti zikretmiştir: "Ve meyveleri olgunlaşmış güzel hurma ağaçları arasında" (eş-Şuara, 26/148) Ancak bu kıraat, mushafın hattına uygun değildir. Bir rivâyete göre de onun önünde; "Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında" diye okutmuş o da talhın burada işi ne? demiş, bu şeklindedir. Daha sonra da "Ve tomurcukları üstüste binmiş..."(Kaf, 50/10) âyetini okumuştur. Ona: Bunu değiştirmeyelim mi? diye sorulunca, o: Kur'ân'ın bu şekilde değiştirilmesi ve tahvil edilmesi gerekmez demiştir. Böylelikle o, bu kıraati tercih etmiş olmakla birlikte, icma ile kabul edilmiş olan hat şekline muhalefeti dolayısıyla mushafta yazılmasını uygun bulmamıştır. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî yapmıştır. Ebû Bekir el-Enbarî senedini kaydederek şöyle demiştir: Bana babam anlattı, dedi ki: Bize el-Hasen b. Arafe anlattı. Bize Îsa b. Yûnus, Mücahid'den anlattı. O el-Hasen b. Sa'd'dan, o Kays b. Ubad'dan dedi ki: Ben Ali'nin yanında; "Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında" diye okudum -Mücahid şüphe ederek: Ya da Ali'nin huzurunda böyle okundu dedi. Bunun üzerine Ali (radıyallahü anh) şöyle dedi; Burada "talh(muz ağaçları)"ın ne işi var? Sen hiç diye okumaz mısın? dedikten sonra "Ve tomurcukları üstüste binmiş"(Kaf, 50/10) âyetini okudu. Ona dedi ki: Ey mü’minlerin emiri, bunu mushaftan kazıyalım mı? diye sorunca, o: Hayır, artık bugün Kur'ân'da bir değişiklik olmaz. Ebû Bekr dedi ki: Bu ifadenin anlamı şu ki; o mushafta yazılı olana dönmüş ve doğru olanın o olduğunu kabullenmiş olup, daha önce kullanmış olduğu -belki de kasti olmayan- o yanlış ifadeyi çürütmüş olmaktadır. "Meyveleri birbirine girmiş" öncekileri de, sonrakileri de üstüste yüklenmek suretiyle birbiri üstüne gelmiş demektir. Bundan dolayı da onun açığfi çıkan dalları görülmeyip, aksine sıkı sıkıya dizilmiş olur. "Üstüste iyice istif etmek" demektir. "Üstüste iyice dizilmiş" anlamındadır. en-Nâbiğa da şöyle demiştir: "Kendisini alıkoyan (bir engel varken) açtı yolunu küçük ırmağın Ve onu evin önündeki iki perdeye doğru gelmesini sağladı, sonra da tepeden tırnağa kadar meyve ve yaprakla dolu(ağaca ulaştırdı.)" Mesrûk dedi ki: Cennetin ağaçları kökünden dallarına kadar hepsi üstüste yığılmış meyvelerle doludur. (Cennetlik kişi) bir meyve yedi mi onun yerine ondan daha güzeli gelir. 30Yayılmış gölgelerde "Yayılmış gölgelerde" yani devamlı kalıcı, gitmeyen ve güneşin de ortadan kaldırmadığı gölgede. Yüce Allah'ın: "Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığına bakmaz mısın? Dileseydi onu hareketsiz kılardı." (el-Furkan, 25/45) âyetine benzemektedir. Bu ise sabah vaktinde olur ki, sözkonusu bu vakit daha önce belirtilen âyetin tefsirinde geçtiği üzere, ortanın iyice aydınlanmasından, güneşin doğuşuna kadar olan vakittir. Cennetin her tarafı gölgeliktir, onunla birlikte bir güneş yoktur. er-Rabî b. Enes dedi ki: Bu gölge ile Arşın gölgesini kastetmektedir. Amr b. Meymun da: Bu gölge yetmişbin yıllık mesafedir, demiştir.Ebû Ubeyde dedi ki: Araplar uzun zamana, uzun ömre ve kesintisi olmayan herbir şeye "memdûd: uzayıp giden(mealde: yayılmış)" derler. Lebid dedi ki: "Baki kalmayı yenik düşürdü, halbuki ben yenik düşürülen birisi değildim, Uzun, sürekli ve uzayıp giden bir zaman." Tirmizi'nin, Sahih'inde ve başka eserlerde Ebû Hüreyre'nîn Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiği hadiste şöyle denilmektedir; "Cennette süvarinin gölgesinde yüzyıl boyunca yol aldığı halde gölgesini bitiremeyeceği bir ağaç vardır.Müslim, IV, 2175(Ebû Hüreyre'den); 2176 (Sehl b. S-ı'tI ile Ebû Saki el-HiKİn'den);Buhârî, III, 1187 (Enes'ten), V, 2398 (Sehl b. Sa'd ile Elifi Sakiden); Tirmizi, IV, 671,(Ebû Hüreyre'den);Müsned, II, 257, 418, 452, 462 469,(Ebû Hüreyre'den)Arzu ederseniz "yayılmış gölgelerde" âyetini okuyunuz". Buhârî, IV, l«5t; Tirmizî, V, 400;Dârimî, II, 435;İbn Mâce, II, 1450;Müsned. II. 43K, 482. 31Ve sürekli akan su yanında (otururlar). "Ve sürekli akan" asla kesilmeden akıp duran "su yanında." ("Sürekli akan" anlamındaki kelimenin kökünü teşkil eden): "Dökmek, akmak" demektir. "Onu döktü, dökmek" denilir. "Dökülüş" anlamındadır. Bu bakımdan; "Döktü, döküş" ve "döküldü, dökülüş" denilir. Gece ve gündüz Ve yatakları olmaksızın sürekli akan, akışı da asla kesintiye uğramayan akıp duran su demektir. Araplar çölde yaşarlar ve sıcak ülkede bulunuyorlardı. Ülkelerinde ırmaklar çok az bulunurdu. Suya ancak kovalarla ve bu kovalan bağladıkları halatlarla ulaşabiliyorlardı. Cennette bundan farklı bir nimet onlara vaadolundu, onlara dünyada bilinen, kırlarda güzelce vakit geçirmenin yollan anlatıldı. Bunlar da ağaçlar, ağaçların gölgeleri, sular, ırmaklar ve bunların kesintisiz akmaları ile gerçekleşecek şeylerdir. 32 Âyetin tefsiri için bak:33 33Ardı arkası kesilmez ve asla men olunmaz pek çok meyve(arasında). Yaz ve kış meyvelerinin kesintiye uğradığı gibi o meyvelerin hiçbir zaman "ardı arkası kesilmez" dünya meyveleri gibi kendilerine yasak konulmayarak "ve asla men olunmaz pekçok meyve"vardır. Yani bu meyveler ülkelerinde gördükleri gibi az, nadir bulunacak şeyler olmayacaktır. "Ve asla men olunmaz" ifadesinin o meyveleri almak isteyenler diken, uzaklık yahut bahçe duvarı gibi şeylerle engellenmez. Aksine kulun canı o meyveyi çekti mi onu alıverecek şekilde ona yakkışıverir. Nitekim yüce Allah: "Gölgeleri üzerlerine yakın olup meyveleri ise alabildiğine boyun eğdirilmiş halde olacaktır." (el-İnsan, 76/14) diye buyurmakladır. Zamanla ardı arkası kesilmeyecek ve değeri şart koşulmak suretiyle alıkonulmayacak, anlamında olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 34Yükseltilmiş döşekler üzerinde olacaklardır. Âyetin tefsiri için bak:36 35Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık da Âyetin tefsiri için bak: 36 36Onları hem bakireler kıldık, "Yükseltilmiş döşekler üzerinde olacaklardır" âyeti ile ilgili olarakTirmizi, Ebû Said'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan yüce Allah'ın: "Yükseltilmiş döşekler üzerinde olacaklardır" âyeti hakkında şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Bu döşeklerin yüksekliği hiç şüphesiz sema ile yer arası gibi beşyüz yıllık mesafe olacaktır."(Tirmizi) dedi ki: Garib bir hadistir. Biz bunu ancak Rişdin b. Sad yoluyla gelen bir hadis olarak biliyoruz, Tirmizi, IV, 679, V, 401; Müsned, III, 75. Bazı ilim adamları da bu hadisin tefsirinde şöyle demişlerdir: "Döşekler" dereceler hakkındadır. Dereceler arasındaki mesafe ise yer ile gök arası gibidir. Buradaki "döşekler"den kastın -daha önce kendilerinden sözedîlmediği halde- cennetteki kadınlardan kinaye olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Allah'ın: "Yükseltilmiş döşekler" âyeti buna delâlet etmektedir, zira döşekler kadınların bulundukları yeri ifade eder. O halde: Güzellikleri ve mükemmellikleri itibariyle oldukça yüksek değerli kadınlar da vardır, demektir. Buna delil de yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" âyetidir. Biz onları mükemmel bir şekilde ve yeniden harikulade güzellikte yarattık, demektir. Araplar kadına "firaş (döşek)', İibâs(elbise)" ve "izar" ismini verirler. Nitekim yüce Allah da: "Onlar (o kadınlar) sizin elbisenizdir" (el-Bakara, 2/187) diye buyurmaktadır. Diğer taraftan: Bu açıklamaya göre bu kadınlardan kasıt el-hum’l-îndir. Biz onları bir anneden doğmaksızın yarattık, demektir. Maksadın Âdemoğlu kadınları oldukları da söylenmiştir. Biz onları yeniden yarattık demektir ki, bu da onların gençlik haline ve mükemmel güzelliğe döndürülmeleri demektir. Yani yaşlı kadını da, genç olanları da aynı şekilde yarattık. Onlardan daha önce sözedilmediği halde zamir ile sözkonusu edilmiş olmaları bu kadınların da Ashabu'l-yemîn arasına girmelerinden dolayıdır. Çünkü -az önce de geçtiği gibi- "döşekler" kadınlardan kinayedir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da yüce Allah'ın: "şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" âyeti hakkında: "Dul da, bakire de onlardan olacaktır" diye buvurduğu rivâyet edilmiştir. Ummu Seleme (radıyallahü anha) dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık da onları hem bakireler kıldık, hem eşlerine düşkünler ve hep bir yaşta" âyeti hakkında soru sordum, şöyle buyurdu: "Ey Ummu Seleme! Burada sözü edilen kadınlar dünya hayatında oldukta yaşlı, saçları ağarmış, gözleri aydınlıkla iyi seçemeyen, gözleri çapaklı kadınlardır. Allah yaşlı hallerinden sonra onları olgunlukları itibariyle aynı zamanda doğmuş ve birbirine yaşıt kadınlar olarak yaratacaktır." Taberâni, Evsat, III, 279; Bu hadisi en-Nehhâs, Enes'ten gelen bir rivâyet olarak senediyle şöylece kaydetmektedir: Bize Ahmed b. Amr anlattı dedi ki: Bize Amr b. Ali -anlattı, dedi ki: Bize EbûÂsım, Mûsa b. Abide'den anlattı, o Yezid er-Rukaşi'den, o Enes b. Malik'ten(diye rivâyet etti). Enes hadisi(Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-'a) ref ederek (nisbet ederek): "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" âyeti hakkında dedi ki: "Bu kadınla gözleri aydınlıkta seçemeyen, gözleri çapaklı, dünyada iken gözleri aydınlıktan kamaşan, gözleri çapaklanmış kocakarı kadınlardır." Taberî, Tefsir, XXVII 186. el-Müseyyeb b. Şerik dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Allah'ın: "Şüphesiz Biz onları yeniden yarattık" âyeti hakkında dedi ki: "Bu sözü edilen kadınlar dünya hayatındaki kocakarılardır. Allah onları yeni bir yaratılış ile yeniden var edecektir. Kocaları kendilerine her yaklaştığında onların bakire olduklarını göreceklerdir." Âişe (radıyallahü anhnhâ) bu sözleri duyunca: Vay çekilecek acılara, ağrılara! diye söylenmiş, bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Orada ağrı, sızı diye bir şey olmayacaktır"diye buyurmuştur. Müseyyeb b. Şerîk, A'meş'ten rivâyetlerde bulunan bir kişi ekip, metruk bir ravidir. Yani hadisleri alınmaz. (Bk. İbnu'l-Cevzî, ed-Duafâ, HI, 121; Zehebî, Mîzân, VI, 429, v.s.) 37Hem eşlerine düşkün ve hep bir yaşta; "Eşlerine düşkünler" lâfzı "Eşine düşkün" lâfzının çoğuludur.İbn Abbâs, Mücahid ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu kocalarına aşık olan kadınlar anlamındadır. Yine İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre bu, sevgisini güzel sözlerle ifade eden çok seven kadın demektir.İkrime de: Nazlı ve naz yapan kadın, diye açıklamıştır. İbn Zeyd de: Bu(anlamı ile) Medinelilerin şivesinde böyledir, demiştir. Lebid'in şu beyitinde de bu anlamdadır: "Çadırda çirkin (sözlü) olmayan nazlı birisi vardır, Kokusu hoştur onun, onun önünde göz kamaşır." Mekkelilerin şivesinde ise bu anlamda; "Nazlı kadın" denilir. Yine Zeyd b. Eslem'den, sözleri güzel kadın anlamındadır, diye açıkladığı nakledilmiştir. Yine İkrime'den veKatade'den: lâfzını "eşlerine sevgilerini izhar eden kadınlar" diye açıkladıkları nakledilmiştir. Bunun kökü, açık seçik ifadelerle maksadını açıkladı, anlamındaki 'den gelmektedir. Buna göre: "Kocasına olan sevgisini güzel sözlerle, nazlı edalarla açığa vuran kadın" anlamındadır. Bunun, kocasının kendisinden daha da zevk ve lezzet alması için, kocasına sevgi ile itaat eden güzel kadın, demek olduğu da söylenmiştir. Cafer b. Muhammed babasından, o dedesinden şöyle dediğim rivâyet etmektedir. Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Eşlerine düşkünler" âyeti; " "Konuşmaları Arapçadır" demektir. Hamza ve Âsım'dan rivâyette Ebû Bekr bu kelimeyi "ra" harfi sakin olarak okumuşlar, diğerleri ise ötreli okumuşlardır. Her iki şekil de "feül" veznindeki kelimelerin çoğulunda mümkündür. "Ve hep bir yaşta." Aynı tarihlerde doğmuş ve aynı yaşta olmak üzere otuzüç yaşında olacaklardır. Yaşıt olan kadınlar hakkında: denilirken, erkekler hakkında da "Akran" denilir. Araplar kadınlar arasında çocukluk yaşını aşmış ve yaşlılık dönemine henüz girmemiş kadınlara daha çok meyle derlerdi. Bu lâfzın, "birbirine benzer ve birbirine yakın şekillerde" anlamına geldiği de söylenmiştir ki, bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. es-Süddî de şöyle açıklamıştır: Bunlar huyları itibariyle birbirine yakındır. Aralarında kin ve kıskançlık olmayacaktır, demektir. 38Ashâbul-yemîn İçin. "Ashabu'l-yemîn için" âyeti hakkında denildi ki: Huruîn, es-Sâbikûn(ileri geçenler) içindir. "Yaşıtlar ve eşlerine düşkün olanlar" ise Ashâbu’l-yemin içindir. 39Öncekilerden de çok vardır, Âyetin tefsiri için bak:40 40Sonrakilerden de çok vardır. "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" âyeti ile daha önce geçen "Ashabu'l-yemin, ne Ashabu'l-yemindir" âyetine atıfta bulunulmaktadır. Yani onlar arasında "öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" bunun anlamına dair açıklamalar da daha önce geçmiş bulunmaktadır. Ebû'l-Aliye, Mücahid,Atâ b. Ebi Rebah veed-Dahhak şöyle demişlerdir: "Öncekilerden de çok vardır" âyetinden kasıt, bu ümmetin ilkleridir. "Sonrakilerden de çok vardır" âyetinde de kasıt bu ümmetin sonra gelenleridir. Buna da İbn Abbâs'tan: "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" âyeti ile ilgili olarak Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Hepsi de benim ümmetimdendir."âyeti delil teşkil etmektedir. Ta bert. Tefsir, XXVII, 191; el-Vahidî dedi ki: Cennetlikler iki eşit kısımdır. Bunların yarısı geçmiş ümmetlerden, diğer yarısı da bu ümmetten olacaktır. Ancak bu görüşü İbn Mace'nin Simere'inde, Tirmizi'nin Cami'inde, Bureyde b. Hasîb (radıyallahü anh)'dan kaydettikleri şu rivâyet reddetmektedir. Bureyde dedi ki.: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)buyurdu ki: "Cennetlikler yüzyirmi saf olacaktır. Bunların sekseni bu ümmetten, kırkı ise diğer ümmetlerden olacaktır." Ebû Îsa dedi ki: Bu hasen bir hadistir Tirmizî, IV, 6S3; İbn Mâce, II, 14M:Müsned, V, 355, 3 "Çok vardır" âyeti ya mübtedâ olanık merfudur, veya sıfat harfinin haberinin hazfedilmesi dolayısıyla merfu gelmiştir, takdiri de şu şekildedir: "Ashabu'l-yeminin iki kalabalık grubu vardır. Bunların birisi bunlardan, diğeri de öbürlerindendir." İkinci görüşe göre öncekiler geçmiş ümmetlerden, sonrakiler de bu ümmetten olacaklardır. 41Ashâbu'ş-şimal, ne bedbaht Ashabu'ş-şimaldir!, Âyetin tefsiri için bak:42 42Beyinlerine kadar İşleyen bir sıcaklıkta ve son derece kaynamış suda, "Ashabu'ş-şimal, ne bedbaht ashabu'ş-şimaldir!" âyeti ile yüce Allah cehennemliklerin konaklarını sözkonusu etmektedir Onlara "Ashabu'ş-şimal" ismini vermesinin sebebi, amel defterlerini sol taraflarından alacak olmalarıdır. Daha sonra yüce Allah onların uğrayacakları bela ve azâbın büyüklüğünü sözkonusu ederek; "Ashabu'ş-şimal, ne bedbaht Ashabu'ş-şimaldir. Beyinlerine kadar İşleyen bir sıcaklıktadırlar." diye buyurmaktadır. Bu âyetteki "es-semûm"(mealde: beyinlerine kadar işleyen sıcaklık"); vücudun ve derinin gözeneklerinden içeriye doğru giren sıcak rüzgar demektir. Burada maksat ateşin sıcağı ve onun kavuruculuğudur. "Ve son derece kaynamış suda."Harareti en ileri dereceye kadar ulaşmış bir suda (Hamim) demektir. Ateş ciğerlerini ve bedenlerini yakacağı vakit, onlar bu kaynamış suya koşacaklardır. Tıpkı ateşten o ateşin sıcağını söndürmek için suya koşup giden gibi. Ancak o suyun son derece sıcak ve kaynamış olduğunu görecektir. Daha önce el-Kıtal(Muhammed) Sûresi'nde: "Ve bağırsaklarını paramparça eden kaynar sudan içirilen kimseler." (Muhammed, 47/15) âyeti geçmiş bulunmaktadır. 43Kapkara bir gölgededirler. "Kapkara bir gölgededirler." Onlar aşırı sıcaktan bu gölgeye koşup sığınmaya çalışacaklardır. Tıpkı dünyadakilerîn yaptığı gibi yapacaklar, fakat sığındıkları bu gölgenin "YahmûnTdan olduğunu göreceklerdir. Bu da cehennem dumanından son derece siyah bir gölgedir. Bu açıklamaİbn Abbâs, Mücahid ve başkalarından rivâyet edilmiştir. Aynı şekilde sözlükte "el-Yahmûm" son derece siyah demektir. O halde bu lâfız; den gelen ';yef ûl" vezninde bir kelimedir ki, bu da ateşin yakması ile siyahlaşmış iç yağı demektir. Bu lâfzın "kömür" demek olan: (........)'den geldiği de söylenmiştir. ed-Dahhak dedi ki: Cehennem ateşi de siyahtır, oradakiler de siyah olacaklardır. Onun içindeki herşey de siyahtır. Yine İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre cehennem ateşi siyahtır. İbn Zeyd dedi ki: "Yahmûm" cehennemde bir dağın adıdır. Cehennemlikler onun gölgesine sığınmaya çalışacaklardır. 44O serin de değildir, faydası da yoktur. Fakat, "o serin de değildir." Aksine o sıcak olacaktır. Zira bu, cehennem kıyısından gelen bir dumandan olacaktır, "Faydası da yoktur" ed-Dahhak'tan tatlı(bir gölge) olmayacaktır, diye açıkladığı nakledilmiştir. Said b. el-Müseyyeb: Görünüşü güzel değildir demektir, diye açıklamıştır, Esasen hayır namına bir özelliği bulunmayan her şey, "kerîm değildir." Bir açıklamaya göre "kapkara bir gölgededirler" yani onlar cehennemden bir gölgededirler ve bununla azâb edileceklerdir. Yüce Allah'ın: "Onların üzerlerinde de ateşten tabakalar ve altlarında da tabakalar vardır." (ez-Zümer, 39/16) âyetinde olduğu gibi. 45Çünkü bunlar, daha önce nimetlere gark olmuş, refahtan gözleri dönmüş kimselerdi. "Çünkü bunlar daha önce nimetlere gark olmuş, refahtan gözleri dönmüş kimselerdi." Yani onların bu cezayı hakedişlerinin sebebi, dünyada iken haram ile istifâde eden kimseler olmalarıdır. Âyetteki "el-mütref" İbn Abbâs ve başkalarından nakledildiği üzere, nimetler İçerisinde bulunan kimse demektir.es-Süddî: "Nimetlere gark olmuş" yani şirk içerisinde bulunan kimselerdi demektir, diye açıklamıştır. 46O büyük günah üzerinde de ısrar ederlerdi. "O büyük günah üzerinde de ısrar ederlerdi." Şirk üzere devam ederlerdi.el-Hasen, ed-Dahhak ve İbn Zeyd'den böyle açıkladıkları nakledilmiştir. Katade veMücahid dedi ki: Büyük günah, kendisinden tevbe etmedikleri günahtır. eş-Şâbî: Bu ğamus yeminidir, demiştir. Bu da büyük günahlardandır, demiştir. Yemininde durmadı" yani yerine getirmeyip geri döndü denilir. Onlar, Öldükten sonra diriliş yoktur, putlar Allah'ın ortaklarıdır, diye yemin ediyorlardı. İşte yeminlerinde durmayışları da budur, Yüce Allah onların bu halini: "Onlar var güçleriyle: Ölecek bir kimseyi Allah diriltmez diye Allah'a yemin ettiler" (en-Nahl, 16/38) diye haber vermektedir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ile ilgili haberde de: "Hira dağında ibadete çekilirdi İbn Kesîr, Tuhfetu't-Tâlib, 3, 4479. denilmektedir. Yani Günah demek olan "hins"i kendisinden kaldıracak işler yapardı, demektir. 47Ve: "Biz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra mı, gerçekten biz mi tekrar diriltileceğiz?" derlerdi. Âyetin tefsiri için bak:48 48"Ya önceki babalarımız da im diriltilecek?" "Ve: Biz ölüp... sonra mı, gerçekten biz mi tekrar diriltileceğiz, derlerdi." Bu sözleriyle onlar öldükten sonra dirilişin uzak bir ihtimal olduğunu ifade etmiş ve öldükten sonra dirilişi yalanlamış oluyorlardı. 49De ki: "Muhakkak Öncekiler de, sonrakiler de, Âyetin tefsiri için bak:50 50"Bilinen bir günün belli bir vaktinde elbette toplanacaklardır. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: Ey Muhammed onlara "de ki: muhakkak" atalarınızdan "öncekiler de, sonrakiler de" ve bizzat sizler de "bilinen bir günün" kıyâmet gününün "belli bir vaktinde elbette toplanacaklardır." Âyet yemin anlamını ihtiva etmektedir. Yüce Allah'ın: "Elbette toplanacaklardır" âyetinin başına 'lam" harfinin gelmiş olması mana itibariyle yemin olduğunun delilidir. Yani gerçekten yemin ile bildiriyorum ki; muhakkak sizler -sizin batıl yemininizin aksine- toplanacaksınızdır. |