68İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır. Âyetin tefsiri için bak:69 69O halde; Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? "İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır" âyetine dair açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız: 1- Hurma ve Nar Meyve midir?: Kimi ilim adamı, nar ve hurma meyvelerden değildir, demiştir. Çünkü bir şey yine kendisinden olana atfedilmez. Kendi türünden olmayan üzerine ancak atfedilebilir. İfadenin zahirinden anlaşılan da budur. Cumhûç ise şöyle demektedir: Hurma ve nar meyve türündendir. Yüce Allah'ın ayrıca hurma ve nardan sözetmesi, onların üstünlükleri ve meyveler arasındaki güzel yerlerinden ötürüdür. Yüce Allah'ın: "Namazları ve özellikle orta namazı koruyunuz." (el-Bakara, 2/238) âyeti ile: "Kim Allah'a, meleklerine,peygamberlerine,Cebrâîl ve Mikail'e düşman olursa..."(el-Bakara, 2/98) buyruklarına benzemektedir. Bu husus daha önceden(belirtilen âyetlerin tefsiri yapılırken) geçmiş bulunmaktadır. Bir diğer açıklamaya göre bunları tekrarlamasının sebebi şudur: Hurma ve nar o dönemde onlara göre; şimdi bizim için buğday konumunda idiler. Çünkü hurma genel olarak onların gıdaları idi. Nar da diğer meyvelere benzemektedir. Bu ikisine duydukları ihtiyaç dolayısı ile bunları çokça dikerlerdi. Onların sahip oldukları meyveler, hoşlarına giden çeşitli mahsuller arasında yer alırdı. O halde meyve sözkonusu edildikten sonra ayrıca hurma ve nardan sözedilmesi, bunların oralarda ve Medine'den Mekke'ye, oradan da onlara yakın Yemen topraklarına kadar çokça bulunmalarından dolayıdır. İşte bu sebepleyüce Allah bu iki mahsulden meyvelerden ayrı olaraksözettiğigibi, meyvelerden de ayrıca sözetmiştir. Bir diğer açıklamaya göre meyveler arasında hurma ve narın sözkonusu edilmesi, hurma ağacının meyvesi olan hurmanın hem meyve, hem yiyecek olmasından, narın ise hem meyve, hem de ilaç olmasından dolayıdır. O bakımdan bunlar sadece meyve kastıyla yenilen şeylerden değildir. Bundan dolayıEbû Hanife -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- hiçbir meyve yememek üzere yemin edip nar yahutta taze hurma yiyen kimsenin yeminini bozmayacağını söylemiştir. Bu da bir sonraki başlığın konusudur. 2- Meyve Yemeyeceğine Dair Yemin Edip Nar veya Taze Hurma Yiyenin Durumu: Ebû Hanife dedi ki: Bir kimse hiçbir meyve yemeyeceğine dair yemin edip nar yahut taze hurma yiyecek olursa, yemini bozulmaz. Ancak iki arkadaşı (Ebû Yusuf ve Muhammed) ile diğer insanlar bu hususta ona muhalefet etmişlerdir. İbn Abbâs dedi ki: Cennetteki bir nar, semeri olan deve gibidir. İbnu'l-Mübarek de şunları söylemektedir: Bize Sufyan, Hammâd 'dan nak- verdi Hammâd .Said b. Cubeyr'den, oİbn Abbâs'tan rivâyetle dedi ki: Cennetteki hurma ağaçlarının gövdeleri yeşil zümrüttür, dalları kırmızı altındır, yaprakları da cennet ehlinin giyeceğidir, gömlekleri ve cübbeleri onlardandır. Bu ağaçların meyveleri büyük testiler ve büyük kovalar gibidir. Sütten daha beyaz, baldan tatlı, tereyağından yumuşaktır, çekirdeği de yoktur. (İbnu’l-Mubarek) dedi ki: Ayrıca bize el-Mesudî, Amr b. Murre'den anlattı, o Ebû Ubeyde'den şöyle dediğini nakletti: Cennetin hurma ağaçları -kökünden dalına kadar herşey- son derece tertibli ve düzenlidir. Mahsulleri büyük testileri andırır. Bir meyve koparıldı mı bir başkası onun yerini alır. Cennetin suları yatakları olmaksızın akar ve bir salkım oniki ziradır. 70İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlüler vardır. Âyetin tefsiri için bak:71 71O halde; Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Yüce Allah: "İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlüler vardır" âyeti ile ilgili açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1- Güzel Huylu Huriler: Yüce Allah'ın: "İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlüler vardır" âyetinde kadınları kastetmektedir. " Güzel huylular" lâfzının tekili:şeklinde olup, hayırlı kadınlar anlamındadır. Bunun: " Çokça hayırlı kadınlar" anlamında olup sonradan şeddesinin hafifletildiği de söylenmiştir. "Kolay" ile "Yumuşak" kelimeleri gibi. İbnu'l-Mubarek dedi ki: Bize el-Evzaî, Hassan b. Atiyye'den anlattı. O Said b. Âmir’den şöyle dediğini nakletti: Eğer "güzel huylu, güzel yüzlüler"den bir tanesi semadan görünecek olursa, semayı aydınlatır. Yüzünün aydınlığı güneşin ve ayın parlaklığını örter. Bu güzel huylulardan birisinin başındaki Örtü dünyadan ve dünyadaki herşeyden daha hayırlıdır. "Güzel yüzlü" yaratılışları güzel anlamındadır. Yüce Allah: "Güzel yüzlü" dediğine göre onların güzelliklerini kim anlatabilir? Ez-Zührî veKatade dedi ki: "Güzel huylular" onların huy ve ahlâklarını "güzel yüzlüler" de yüzlerinin güzelliklerini ifade etmektedir. Bu açıklamaPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Ummu Seleme yoluyla gelen bir hadiste de rivâyet edilmiştir Taberânî, Evsat, III, 27H; Kebir, XXIII, 368; Deylemi, Firdevs, III, 154; Münziri, Terğıb, IV, 299. Ebû Salih dedi ki: Çünkü onlar el değmemiş bakirelerdir. Katade, İbn es-Semeykâ, Ebû Recâ et-Utaridî ve Bekr b. Habîb es-Sehmî aslına uygun olarak şeddeli bir şekilde: "Güzel huylular" diye okumuşlardır. Bir açıklamaya göre: " Güzel huylular" Hayr"ın çoğulu olup hayırlı hanımlar anlamındadır. Seçkin hanımlar anlamına geldiği de söylenmiştir. et-Tirmizî(el-Hakim) de şöyle demiştir: O halde: " Güzel huylular" yüce Allah'ın seçtiği ve kendi seçimi ile eşsiz bir şekilde yarattığı kadınlar demektir. Çünkü Allah'ın seçmesi insanların seçmesine benzemez. Daha sonra da "güzel yüzlüler" diye buyurmakta ve onları güzellikle nitelendirmektedir. O güzel yaratıcı herhangi bir şeyi "güzel olmakla" nitelendirecek olursa, artık onu var git sen düşün. Daha önce sözkonusu edilen iki cennette bulunanları da "gözlerini yanlız eşlerine dikmişler" (56. âyet) diye ve "onlar sanki yakut ve mercandır"(58. âyet) diye nitelendirmiştir. Şimdi Allah tarafından seçilmiş olan hayırlı(güzel huylu) huri ile gözlerini yanlızca eşine dikmişler arasındaki büyük farka bir bak. Hadiste de şöyle denilmiştir: "Hur-u 'îyn" birbirleriyle elele tutuşur ve mahlukatın daha güzelini asla duymadığı, bizim de benzerini asla duymadığımız güzel seslerle şarkı söylerler(ve derler ki): "Biz hoşnut olanlarız, asla kızıp öfkelenmeyiz. Biz (evlerinde) kalanlarız, asla göçüp gitmeyiz. Biz ebedî olanlarız, asla ölmeyiz. Biz nimetler içerisinde olanlarız, asla yoksul düşmeyiz. Biz güzel huylu, güzel yüzlüleriz. Üstün ve değerli kocaların sevgili eşleriyiz," Yakın ifadelerle Tirmizi, IV, 696; İbn Ebi Şeybe, Mûsannaf, VII, 30; el-Bezzâr, Müsned, 1, 3; II, 282, Ancak yine buna yakın ifadeleri cennet ehli kadınların söyleyecekleri belirtilmiştir:Taberani, Evsat ve Kebir Münziri, Tergib,Heysemi, Mecmâ, gösterilen yerler. Tirmizî de bunu bu manada Ali (radıyallahü anh) yoluyla gelen bir hadis olarak rivâyet etmiştir. Biraz sonra 72-75. âyetlerin tefsirinde Enes'ten gelen bir hadis rivâyeti olarak kaydedilecektir.Âişe (radıyallahü anha) dedi ki: Huru’l-îyn bu sözleri söylediği vakit, dünya ehlinden olan mü’min kadınlar onlara şöyle cevap verirler: Bizler namaz kılan kadınlarız, siz ise kılmadınız. Bizler oruç tutan kadınlarız, siz tutmadınız. Bizler abdest alan kadınlarız, siz abdest almadınız. Bizler boka sadaka veren kadınlarız, siz sadaka vermediniz. Âişe(radıyallahü anha) dedi ki: Allah'a yemin olsun bu sözleriyle onları susturacaklardır. 2- Cennette Huriler mi Daha Güzeldir, Yoksa Dünya Kadınları mı? Huriler mi yoksa Âdemoğullarının kızları mı daha güzel ve daha göz alıcıdırlar hususunda görüş ayrılığı vardır. Kur'ân ve sünnette nitelikleri zikredildiğinden ötürü hurilerdir denilmiştir. Ayrıca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cenaze namazında ölen kimseye yaptığı şu dua da bunu göstermektedir: "Ve ona kendi hanımından daha hayırlı bir eş ver."Müslim, II, 663;Nesâi, IV, 73; Beyhaki. es-Sünenu'l-Kübra, IV, 40 Âdemoğulları kadınlarının huru'l-îynden yetmişbin kat daha üstün oldukları söylenmiş ve bu (Hz. Peygambere kadar ulaşan) merfu bir rivâyet olarak zikredilmiştir. İbnu'l-Mubarek şunu zikretmektedir; Bize Rışdîn haber verdi. O İbn En'um'dan, o Hibbân'dan, o İbn Ebi Cebele'den rivâyetle dedi ki: Dünya kadınlarından cennete girenler dünyada işledikleri amelleri sebebiyle huru’l-îyne üstün kılınacaklardır. Yine şöyle denilmiştir: Kur'ân-ı Kerîm'de sözü edilen huriler peygamberlerin ve mü’minlerin hanımları olan mü’min kadınlardır. Bunlar âhirette en güzel bir surette yaratılacaklardır. Bu açıklamayı Hasan-ı Basrî yapmıştır. Ancak meşhur olan görüş hurilerin dünya kadınlarından olmadıkları ve bunların cennette yaratılmış hanımlar olduklarıdır. Çünkü yüce Allah: "Bunlardan önce onlara ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur." (56 ve 74. âyetler) diye buyurmaktadır. Dünya ehli kadınlarının çoğunluğuna ise el değmiştir. Diğer taraftan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz cennetteki (dünyalı) sakinlerin en azı kadınlardır."Müslim, IV, 2097;İbn Hibbân, Sahih, XVI. 496; Hakim, Müstedrek, IV, 644; Müsned, Dolayısıyla erkeklerden herbirisine bir kadın isabet etmeyeceğinden, onların hepsine huru’l-îyni vaadetmiştir. Böylelikle hurilerin dünya kadınlarından olmadığı sabit olmaktadır. 72Çadırlar içinde örtülerle gizlenmiş huriler vardır. Âyetin tefsiri için bak:73 73O halde; Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? "Çadırlar İçinde örtülerle gizlenmiş huriler vardır" âyetindeki: "Huriler" lâfzı, çoğuludur. Bu ise gözünün beyazı oldukça beyaz, siyahı da oldukça siyah olan kadın demektir. Bu açıklamalar daha önceden(es-Sâffât, 37/48-49. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Çadırlar içinde örtülerle gizlenmiş" orada alıkonulmuş ve saklanmış "huriler vardır." Yani bu huriler yollarda gezip dolaşan kadınlardan değildir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır, Ömer(radıyallahü anh) dedi ki: Oradaki bir çadır içi boşaltılmış incidir. İbn Abbâs da böyle demiştir. Ayrıca İbn Abbâs şöyle demiştir: O çadır, altından doıtbin kapı kanadı bulunan ve bir fersah eninde, bir fersah boyunda bir çadırdır. et-Tirmizî el-Hakîm Ebû Abdullah yüce Allah'ın: "Çadırlar içinde örtülerle gizlenmiş huriler vardır" âyeti hakkında şunları söylemektedir: Bize ulaşan rivâyete göre Arg'tan bir bulut yağmur yağdırdı. Huriler rahmet damlacıklarından yaratıldı. Sonra bunların herbirisi üzerine nehirler kıyısında birer çadır kuruldu. Herbir çadırın genişliği kırk mildir ve kapısı yoktur. Allah'ın dostu cennete gireceği vakit çadıra bir kapı açılır. Böylece Allah'ın dostu olan kişi meleklerden ve hizmetçilerden yaratıkların gözlerinin hurilere değmediğini ve yaratılmışların gözlerinden uzak gizli ve saklı olduğunu bilmiş olacaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır, Önceki iki cennet hakkında da: "Gözlerini yanlız eşlerine dikmiş huriler vardır." (56. âyet) diye buyurmuştur. Bunların gözlerini yanlızca eşlerine diktikleri sözkonusu edilmekle birlikte, örtülerle gizlenmiş olduklarından sözetmemektedir. Böylece bu, örtülerle gizlenmiş olanların diğerlerinden daha yüce ve üstün olduklarını ortaya koymaktadır. Mücahid dedi ki: "Örtülerle gizlenmiş huriler" yani bunlar kendilerini sadece eşlerine vermiş huriler olup onların yerine başkalarını istemezler. es-Sıhah'la şöyle denilmektedir: "O şeyi hapsettim, alıkoydum, hapsediyorum, alıkoyuyorum" denilir. -Camide hafızların ve cüz okuyucularının kaldıkları yere- "cami maksurası" denilmesi de buradan gelmektedir. "O şeyi şuna hasrettim" ifadesi de onu aşıp, başkasına ulaşmamak halinde kullanılır. "Dışarı çıkmasına İzin verilmeyen ve evde kalan kadın" demektir. Şair Küseyyir de şöyle demiştir: "Sen bana kasîre' olan herkesi sevdirdin; Kasire olanlar ise bunu bilmiyor. Ben çadırlardaki kasîraları (dışarı çıkmayanları) kastettim; hiçbir zaman, Kadınların en kötüleri olan kısa boylu ve kısa adımlıları kastetmedim." el-Ferrâ' ilk mısranın son kelimesini:diye zikretmiştir. Bunu da İbnu's-Sikkît zikretmektedir. Enes rivâyetle dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)buyurdu ki: "İsrâya götürüldüğüm gece cennette her iki kenarı mercandan çadırlar bulunan bir ırmağın yanından geçtim. Oradan bana: Ey Allah'ın Rasûlü selam sana, diye seslenildi. Ben; Ey Cebrâîl bunlar kimdir? diye sordum, o da şöyle dedi; Bunlar Rabblerinden sana selam vermek üzere izin istemiş huru'l 'îynden bazı kızlardır. Yüce Allah onlara izin verdi ve onlar da şöyle dedi: Biz ebedi kalanlarız, ebediyyen ölmeyiz. Biz nimet içerisinde olanlarız, ebediyyen sefalet çekmeyiz. Biz hoşnut olanlarız, ebediyyen kızmayız. Şerefli kocaların eşleriyiz." Daha sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Çadırlar içinde, örtülerle gizlenmiş huriler vardır" âyetini okudu.Müsned, I, 156 veTirmizî, IV, 696, İsrâ'dan ve bu husustaki karşılıklı konuşmalardan söz etmeden, Ali (radıyallahü anh)'dan gelen bir rivâyet olarak kaydetmektedirler. Ayrıca Tirmizî, şunu da eklemektedir: Bu hususta Ebû Hüreyre, Ebû Said ve Enes'ten de rivâyet gelmiştir Onlar korumak ve onlara ikram olmak üzere alıkonulmuş hurilerdir, demektir. Eşhelli Yezid kızı Esma'dan rivâyete göre o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip şöyle demiş: Ey Allah'ın Rasûlü, biz kadınlar hacca gidemiyor, evden dışarı çıkamıyoruz. Evlerinizde oturuyor, çocuklarınızı taşıyoruz. Ecirde size ortak mıyız? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şayet kocalarınızla güzelce geçinir, onları hoşnut edecek şeyleri yerine getirirseniz evet."Beyhaki, Şuabu’l-Îman, VI 421 74Bunlara onlardan önce ne bir İnsan dokunmuştur, ne de bir cin. Âyetin tefsiri için bak:75 75O halde; Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? "Bunlara... ne bir insan dokunmuştur, ne de bir cin." Daha önceden geçtiği üzere kimse onlara el değmemiştir. “Onlara... ne dokunmuştur" âyeti genel olarak "mim" harfi kesreli olarak okunmuştur. Ancak Ebû Hayve, eşŞâmî, Talha b. Mûsarrif, el-A'rec ve el-Kisâî'den naklen eş-Şirazl her iki yerde de "mim" harfini ötreli okumuşlardır. el-Kisâî ise bunlardan birisini kesreli, diğerini ötreli okur ve bu hususta okuyanı muhayyer kabul ederdi. Birincisini ötreli okursa, ikincisini kesreli; birincisini kesreli okursa, ikincisini ötreli okurdu. Bu aynı zamanda Ebû İshak es-Sebî'nin de kıraatidir. Ebû İshak dedi ki: Ben Ali'nin taraftarları arkasında namaz kılıyordum, onlar da "mim" harfini ötreli okuyorlardı. Abdullah'ın arkadaşları arkasında namaz kılıyordum, onlar da kesreli okuyorlardı. Böylece el-Kisâî her iki rivâyet ile de amel etmiş olmaktadır. Bunların her ikisi de iki ayrı söyleyiştir, diye de,diye de söylenir. Tıpkı; fiilleri gibi. Ötreli okuyan her iki şiveyi birarada kullanmış olmak için ötreli okumuş, kesreli okuyan da genel olarak yaygın görülen kıraat o olduğundan dolayı böyle okumuştur. Yüce Allah'ın: "Bunlara... ne bir insan dokunmuştur" âyetini tekrarlaması çadırlarda örtülerle gizlenmiş hurilerin de tıpkı gözlerini sadece eşlerine hasretmiş huriler gibi olduklarını beyan etmek içindir. Onlar bu şekilde gözlerini yalnızca eşlerine hasredecek olurlarsa, çadırlar da onlar için bu şekilde olacaktır, demektir. 76Yeşil yastıklara ve güzel döşemelere yaslanarak(dinlenirler.) Âyetin tefsiri için bak:77 77O halde; Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? "Yeşil yastıklara... yaslanarak"âyetinde geçen: "Yastıklar" uyumak üzere yatağın (ya da döşemenin) üzerine atılan bir örtü demektir. İbn Abbâs dedi ki: Bu, döşemenin ve yaygının artan(sarkan) kısımlarıdır. Yine ondan nakledildiğine göre bunlar artan kısımları üzerine yaslandıkları örtülerdir.Katade de böyle demiştir. el-Hasen ve el-Kurazî, bunlar yaygılar demektir; İbn Uyeyne de: Bunlar oturmak üzere verdeki yastıklardır; diye açıklamışlardır, İbn Keysan İse, bunlar yüz yastıklarıdır demiştir. el-Hasen de böyle açıklamıştır.Ebû Ubeyde: Bunlar örtünün kenarı demektir. el-Leys de: Bunlar yere serilen bir çeşit yeşil örtüdür, demiştir. Yüksek döşekler oldukları da söylenmiştir. Enlice herbir örtüye Araplarca: denildiği de söylenmiştir. İbn Mukbil şöyle demiştir: "Biz (hasımların topraklarına) öyle inenleriz ki ayaklarımız çiğner geçer, (Kadınların) çeşitli örtüleri ile genişçe örtülerin yere düşenlerini." Bunlar birbirlerine yakın görüşlerdir. es-Sıhah’ta. şöyle denilmektedir: "Yatak ve döşek örtüleri yapmakta kullanılan yeşil kumaşlaradır. Bunun tekili; ...diye gelir, Said b. Cübeyr ile yineİbn Abbâs: Bu cennet bahçeleri, demektir demişlerdir. Bu kelimenin türemesi: Yükseldi, yükselir" fiilindendir. Kuşun havada kanatlarını hareket ettirmesine (çırpmasına); denilmesi de buradan gelmektedir. Bundan dolayı erkek deve kuşuna "refref" dedikleri de olur. Çünkü o önce kanatlarını çırpar, sonra koşar. "Kuş üzerine konmak maksadıyla belli bir şeyin etrafında kanat çırptı" demektir. Çadırların kıvrımlarına, gömleğin yan taraflarına ve ondan sarkan bölümlere de böyle denilir. Tekili: ...diye gelir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatı ile ilgili haberde de şöyle denilmektedir: Üzerindeki örtüyü(refref i) kaldırdı, hışırtısı olan bir yaprakmış gibi yüzünü gördük. Kıldan olan çadırın kenarını kaldırdı demek isteniyor. Bir görüşe göre bu kelimenin aslı, parlak ve taze bitki halini anlatmak için kullanılan: Bitki taze ve parlak oldu, olur" ifadesidir. Bu açıklamayı es-Sa'lebî nakletmiştir. el-Kutebî de şöyle demektedir: Nimetten ve tazelikten ötürü suyu çokça olan ve âdeta neredeyse sallanacak hale gelen herbir şeyin bu halini anlatmak için denilir. Bu açıklamayı da el-Herevî nakletmektedir. Refref in sahibi üzerine bindiği takdirde kanat çırparak onu tıpkı bir salıncak gibi sağa ve sola, yukarıya ve aşağıya hareket ettiren ve böylelikle eşi ile birlikte kendisiyle zevk alıp neşelendiği bir araç olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı et-Tirmizî el-Hakîm, Nevadiru'l-Usûl adlı eserinde zikretmiş olup, biz de bunu et-Tezkire adlı eserimizde kaydettik. et-Tirmizi(el-Hakim) şöyle demiştir: O halde refref (yeşil yastıklar) daha önce sözü geçen döşemelerden daha üstündür. Bundan önceki iki cennette yüce Allah bu döşemeleri sözkonusu ederek: "Astarları kalın ipekten döşemelere yaslanmışlar olarak" (54. âyet) diye buyurmuş, burada İse: "Yeşil yastıklara yaslananlar olarak" diye buyurmuştur. Refref öyle bir şeydir ki, Allah dostu onun üstüne kuruldu mu onu uçurur, yani tıpkı salıncak gibi istediği tarafa şu tarafa, bu tarafa uçurur. Bunun aslı dayüce Allah'ın huzurunda refref etmekten gelir. Miraç hadisinde bize rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sidre-i Müntehâ'ya ulaştığında ona refref gelip, Hz. Peygamberi Cibril'in elinden aldı ve onu Arş'ın dayanağına kadar uçurdu. Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "Beni yukarı aşağı uçurdu gitti ve nihayet beni Rabbimin huzurunda durdurdu." Daha sonra ayrılma zamanı gelince, yine onu alıp yükselterek, alçaltarak uçurdu ve sonunda Cebrâîl'e(Allah'ın salat ve selamlan üzerine olsun) teslim etti. Cebrâîl o sırada ağlıyor ve yüksek sesle hamdediyordu. Refref yüce Allah'ın huzurundaki hizmetçilerden birisidir. Yakınlık ve yakınlaşmak konumunda özel işlerle görevlidir. Tıpkı Burak'ın peygamberlerin bindiği ve bu iş için o yerde özel olarak görevli olan bir binek olması gibi. Yüce Allah'ın şu yakınlaştırılmış iki cennet ehline müsahhar kıldığı bu refref onların yaslandıkları yer ve onların döşekleridir. Allah'ın dostunu o nehirlerin kıyılarına aktıkları yerlere, dilediği yere, iyi ve güzel eşlerinin çadırlarına alır, götürür. Daha sonra yüce Allah: "Ve güzel döşemeler" diye buyurmaktadır. Sözü edilen: "Serilen nakışlı örtüler"dir. Nakışların yaratıcısı olan yüce Allah onların güzel olduklarını söylemektedir. O halde bu örtülerin kendileri hakkında ne düşünülebilir? Osman (radıyallahü anh),el-Cahderî, el-Hasen ve başkaları "yastıklar" anlamındaki lâfzı şeklinde munsarıf olmayan bir çoğul olarak okumuşlardır. Aynı şekilde "döşemeler" anlamındaki âyeti da diye çoğul okumuşlardır ki; birincisi ‘in, ikincisi; çoğuludur. " Yastık" lâfzı çoğul için kullanılan bir isimdir. " Döşeme" ise çoğula delalet eden ve ( yli)'e mensub olan bir isimdir. Bir başka açıklamaya göre bunların tekilleri; şeklinde gelir. birincisinin, ikincisinin çoğulunun çoğuludur. el-Ferrâ'nın dediğine göre: "Kalın yaygılar" demektir. İbn Abbâs ve başkalarından gelen rivâyete göre ise bunlar oturmaya mahsus yastıklardır.el-Hasen yerdeki sergiler ve yaygılardır derken, Mücahid kalın ipektir demiştir. el-Kutebî de şöyle demiştir; Araplara göre işlemeli herbir örtüye; denilir,Ebû Ubeyd dedi ki; Bu isim, işlemenin yapıldığı bir yere mensubtur. İyice ve sağlamca dokunmuş herbir işleme de ona nisbet edilir. Şair Zu'r-Rimme söyle demiştir; "Sanki el-Ruf bahçelerine giydirmiş gibi Abkar işlemelerinden örtüler ve perdelerle yaygılarla süslemiş gibi." Denildiğine göre "Abkar" Yemen taraflarında bir kasaba olup, orada nakışlı, işlemeli yaygılar dokunur. İbnu'l-Enbârî dedi ki: Bu hususta asıl olan, "abkar" denilen yerin cinlerin kaldığı bir kasaba olup üstün ve değerli olan herşey oraya nisbet edilir. el-Halil dedi ki: Üstün nefis, değerli ve kıymetli erkekler, kadınlar ve başka türden olan herşey Araplarca "abkarî" diye adlandırılır. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ınÖmer (radıyallahü anh) hakkında söylediği: "İnsanlar arasında onun kuyudan su çektiği gibi çeken üstün, dahi birisini görmedim" Buhârî, III, 1329, 1340, 1345, VI, 2575, 2718; Müslim, IV. 1862;Tirmizi, IV, 541;Müsned. II. 39. 99, 104, 107, 450. âyetinde de bu kökten gelen lâfız kullanılmış bulunmaktadır. Ebû Amr b. el-Alâ'ya,Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: "Onun çektiği gibi su çeken üstün ve dahi birisini görmedim" sözü hakkında kendisine soru sorulmuş ve şu cevabı vermiştir: (Bu lâfız) bir kavmin başkanı ve onların üstün ve değerlileri demektir. Şair Züheyr de şöyle demiştir: "Üzerlerinde abkarî cinleri bulunan atlarla ki Bir gün (istediklerine) nail olmaya ve üstünlük sağlamaya lâyıktırlar." el-Cevherî dedi ki: "el-abkarî" Arapların cin topraklarından olduğunu iddia ettikleri bir yerin adıdır. Şair Lebid de şöyle demiştir: "Olgun yaşlılar ve gençler ki, abkar cinleri gibidirler." Daha sonra mahareti, güzel sanatı ve gücüne hayran kaldıkları herbir şeyi bu lâfza nisbet ederek "abkarî" diye kullandılar. Bu ise hem tekil, hem olarak kullanılır. Hadîs-i şerîfte de O abkarî (seccade) üzerinde secde ederdi."Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübra, 11, 436. denilmektedir. İşte bu da boyaların ve nakışların bulunduğu bu bildiğimiz yaygılardır. Öyle ki Araplar abkarî bir zulüm" tabirini kullanmış ve güçlü bir kimseye de: "Bu bir kavmin abkarîsidir" demişlerdir. Hadîs-i şerîfte de: "Ben onun kuyuda su çektiği gibi su çeken bir abkari (güçlü, kuvvetli, dahi) bir kimse görmedim." denilmiştir. Daha sonra yüce Allah onların örflerinden bildikleri şekilde onlara hitab ederek: "Ve güzel döşemelere" diye buyurmaktadır. Bazıları lâfzını diye okumuşlarsa da bu hatadır, çünkü mensub isim nisbeti olduğu gibi bırakılarak çoğul yapılmaz.Kutrub ise şöyle demiştir: Bu mensub bir isim değildir. " Koltuk ve koltuklar" ile Buht devesi ve buht develeri" kelimelerine benzer. Ebû Bekr'in rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yeşil yastıklara ve güzel döşemelere yaslanarak" âyetini; diye okumuştur. Bunu da es-Sa'lebî zikretmiştir, " Yeşil" lâfzındaki "dat" harfinin ötreli kullanılması ise çok azdır. 78Celal ve ikram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir! "Celal ve İkram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!" âyetindeki: "Ne yücedir!" âyeti "bereket" kökünden "tefâate" vezninde bir kelime olup, daha önce buna dair açıklamalar (el-Furkan, 25/1. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Celâl" azamet "sahibi" demektir. "İkram" âyetine dair açıklamalar ise daha önceden(er-Rahmân, 55/27. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Âmir "celâl... sahibi" anlamındaki âyeti "vav" ile: "diye "ismi" anlamındaki kelimenin sıfatı olarak okumuştur. Bu ise isminmüsemmaile aynı şey olduğu görüşünü pekiştiren bir kıraattir. Diğerleri ise; " Celâl... sahibi"diye okuyarak bunu "Rabbi" lâfzının sıfatı yapmışlardır. Bununla bu sûrenin kendisi ile başladığı ismi kastediyor gibidir. Çünkü yüce Allah "er-Rahmân" diyerek bu isimle sûreye başlamış, sonra insanlarla cinlerin yaratılışını, göklerin ve yerin yaratılışını ve sanatını sözkonusu etmiş "her gün bir işte olduğunu" (29. âyet) belirtip, yarattıklarını idaresini zikretmiştir. Daha sonra kıymet gününden ve dehşetlerinden sözetmekte, cehennem ateşinden sözettikten sonra da cennetlerin nitelikleri ile bu açıklamalarını sona erdirmektedir. Nihayet sûrenin sonunda"celal ve İkram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!" diye buyurmaktadır. Yani işte bu sûreye kendisi ile başlanılan bu isim ne yücedir demektir, Bununla yüce Allah muhataplara şunu öğretiyor gibidir: Bütün bunlar size rahmetim ile verilmiştir. Rahmetim ile Ben sizi yarattım, sizin için göğü, yeri, diğer yaratıkları, mahlukları, cenneti ve cehennemi yarattım. Bütün bunlar sizin İçin Rahmân ismimin bir tecellisidir. Böylelikle yüce Allah kendi ismini övmekte, sonra da "celal ve İkram sahibi" diye buyurmaktadır. Yani O, zatı itibariyle celâl, fiilleri itibariyle kerimdir. Kıraat âlimleri sûrenin baş tarafında(27. âyette) "Vech"'ın sıfatı olarak "celal sahibi; zu'l-cekü" diye okunacağında ihtilâf etmemişlerdir. Bu, bununla yüce Allah'ın kendisine bakacakları vakit, mü’minlerin karşılarında görecekleri Allah'ın Vechinin kastedildiğinin delilidir. Böylelikle onlar güzel mükâfat, güzel karşılayış ve güzel bağıştan dolayı sevineceklerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Mekke'de inmiştir. 96 âyettir. el-Hasen,İkrime, Câbir veAtâ'nın görüşüne göre Mekke'de inmiştir. İbn Abbâs veKatade bundan Medine'de inmiş bir âyet müstesnadır, demişlerdir. Bu da yüce Allah'ın: "Ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız," (82. âyet) âyetidir. el-Kelbî de şöyle demektedir; Mekke'de inmiştir, ancak dört âyet müstesnadır. Bu dört âyetin İkisi: "Şimdi siz bu sözümü küçümseyip hafife alıyorsunuz ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız." (81-82. âyetler) buyrukları Mekke'ye yolculuğu sırasında inmiştir. Yüce Allah'ın: "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır " (39-40. âyetler) buyrukları Medine'ye yolculuğu sırasında inmiştir. Mesrûk dedi ki: Öncekilerin ve sonrakilerin haberlerini, cennet ehli ile cehennem ehlinin haberini, dünyadakiler ile âhirettekilerin haberini öğrenmek isteyen kimse el-Vakıa Sûresi'ni okusun. Ebû Ömerb. Abdi’l-Berr, et-Temhid ile et-Tâlîk adlı eserlerinde ve es-Sâlebî şunu zikretmektedirler: İbn Mes’ûd vefatı ile sonuçlanan hastalığı sırasında Hz. Osman ziyaretine gelir ve ona: Şikâyetin nedir? diye sorar. İbn Mes’ûd: Günahlarım, der. Canın neyi arzuluyor diye sorar, Rabbimin rahmetini der. Sana bir doktor çağırmayalım mı diye sorar. O: Beni hasta eden zaten o doktordur, der. Peki sana beytü'l malden bağışının verilmesini emretmeyelim mi? der. Ona ihtiyacım yok, diye cevab verir. Sen hayattayken onu bana vermedin, şimdi ölümüm sırasında mı bana vereceksin? Hz. Osman: Bu senden sonra kızlarının olur, der.İbn Mes’ûd: Benden sonra kızlarımın fakir düşeceğinden mi korkuyorsun? Ben onlara her gece Vakıa Sûresi'ni okumalarını emrettim. Çünkü Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kim her gece Vakıa Sûresi'ni okuyacak olursa, fakirlik ve ihtiyaç musibeti onu ebediyyen gelip bulmaz."Ahmed b. Hanbel, Fedâilu's-Sahâbe, II, 726; İbn Kesîr, Tefsir, V, 283. 1O vakıa gerçekleştiği zaman, "O vakıa gerçekleştiği" yani kıyâmet koptuğu "zaman." Maksat Sûr'a son defa üfürülmesidir. Ona "vakıa" denilmesinin sebebi, yakın bir zamanda gerçekleşeceğinden dolayıdır. Orada zorlu pekçok olayın gerçekleşeceğinden dolayı bu İsmin verildiği de söylenmiştir. Âyette hazfedilmiş ifadeler vardır.Yani o vakıanın gerçekleşeceği zamanı hatırlayınız. el-Cürcani dedi ki: "Zaman" sıla (zaid)dir. Vakıa gerçekleşecektir, demektir. Yüce Allah'ın: "O saat yaklaştı" (el-Kamer, 54/1) âyeti ile; "Allah'ın emri geldi" (en-Nahl, 16/1) buyrukları gibidir. Yine bu âyet: Oruç geldi yariı zamanı yaklaştı, demeye benzer. Birinci görüşe göre ise "Zaman" vakit bildirmek içindir, cevabi da yüce Allah'ın: "Ashabu'l-meymene ne ashabu'l-meymenedir" (8, âyet) âyetidir, 2Onun gerçekleşmesini yalanlayacak yoktur. "Onun gerçekleşmesini yalanlayacak yoktur." Buradaki "Yalanlayacak" âyeti "yalan" anlamında bir mastardır. Çünkü Araplar bazan fail ve mef'ûl veznindeki kelimeleri mastar yerine kullanırlar. Yüce Allah'ın: "Orada boş söz işitmezler" (el-Ğâşiye, 88/11) âyetine benzer. Burada da "boş söz" anlamındaki kelime, ism-i fail olmakla birlikte mastarı anlamındadır ve "orada onun bir yalanı işitilmez" demektir. Bu açıklamayı el-Kisaî yapmıştır. Halkın: ifadesini"Allah'a sığınırım" anlamında kullanması ve; ifadesinin; "Ayağa kalk!" anlamında kullanılması da bu türdendir. Arap kadınlardan birisi küçük oğlunu oynatırken şunları söylemiştir: "Ayağa kalk ayağa kalk, Sen uyuyan bir kula denk geldin." Buradaki; "Yalanlayacak" ifadesinin sıfat olduğu, mevsûfun hazfedilmiş olduğu da söylenmiştir. Onun gerçekleşmesi ile ilgili yalan bir durum yahut yalan söyleyen bir kimse yoktur, demektir. Bu da onun gerçekleşeceğini haber veren herkes doğru söylüyor, anlamına gelir. ez-Zeccâc dedi ki: "Onun gerçekleşmesini yalanlayacak yoktur." Kimse onu geri çeviremez, demektir.el-Hasen ve Katade'nin görüşleri de buna yakındır. es-Sevrî de şöyle demektedir; Onun gerçekleşmesini hiç kimse yalanlamaz. Yine el-Kisâî şöyle demiştir: Onun yalanlanması sözkonusu değildir. Yani hiçbir kimsenin onu yalanlamaması gerekir. Onun gerçekleşmesi ciddidir, bunda herhangi bir şakaya da eğlence sözkonusu değildir, diye de açıklanmıştır. 3O alçaltıcıdır, yükselticidir. "O alçaltıcıdır, yükselticidir"âyeti hakkında İkrime, Mukatıl ve es-Süddî şöyle demişlerdir: O sesi alçaltmış ve böylelikle yakında olana işittirmiş, uzakta olan için de sesini yükseltmiştir. Bu da yakında olanı da, uzakta olanı da işittirmiştir demektir, es-Süddî şöyle demektedir: O kıyâmet, büyüklük taslayanları alçaltmış, mustazaf olanları yükseltmiş olacaktır. Katade de şöyle açıklamıştır: O birtakım toplumları Allah'ın azabında alca İtmiş, birtakım toplumları da Allah'a itaatte yükseltmiştir. Ömer b. el-Hattâb(radıyallahü anh) da şöyle demiştir: Allah'ın düşmanlarını ateşte alçaltmış, Allah'ın dostlarını da cennette yükseltmiş olacaktır. Muhammed b. Ka'b da şöyle demiştir: Kıyâmet dünyada iken yükseklerde olan birtakım toplumları alçaltacak, dünyada iken aşağı görülen birtakım toplumları da yükseltecektir. Atâ da şöyle demiştir: Adalet ile birtakım toplumları alçaltacak, ilâhî lûtufla başkalarını yükseltecektir. Alçaltmak ve yükseltmek Araplarca hem mekân, hem de konum hakkında hem İzzet, hem de alçaklık hallerinde kullanılır. Şanı yüce Allah da kıyâmete alçaltmayı ve yükseltmeyi, fiili mekâna ve zamana ve onların dışında kalıp fiili bizzat gerçekîeşu'rmeyen kimselere izafe etmek şeklinde Arapların adeti üzere anlamı genişleterek ve mecaz yoluyla nisbet etmiş bulunmaktadır. Mesela, Araplar "Uyuyan bir gece, oruçlu bir gündüz (yani uyku ile geçirilen bir gece ve oruç tutulan bir gündüz)" derler. Kur'ân-ı Kerîm'de de: "Hayır, gecenin ve gündüzün hilekârlıkları (sizin yaptığınız hilekârlıklar)"(Sebe, 34/33) diye buyurmaktadır. Gerçekte ise yükseltip alçaltan yalnızca yüce Allah'tır. O dostlarını en yüksek mevkilere yükseltmiş, düşmanlarını da en aşağı derecelere alçaltmış olacaktır. el-Hasen ve Îsa es-Sakafî nasb ile: "Alçaltıcı ve yükseltici olarak" diye okumuş; diğerleri ise mübtedâ takdiri ile ref ile okumuşlardır. Nasb ile okuyanlar; hal olarak böylece okumuşlardır. el-Ferrâ'ya göre ise; bu bir fiil takdirine göre böyle okunur. "O vakıa gerçekleştiği zaman onun gerçekleşmesini yalanlayacak yoktur." O "alçaltıcı ve yükseltici olarak"vukua gelecektir anlamındadır. Kıyâmetin gerçekleşeceğinde ve onun birtakım toplumları yükseltip, diğerlerini de -açıkladığımız üzere- alçaltacağında hiçbir şüphe yoktur. 4Yeryüzü şiddetle sarsıldığı zaman, "Yeryüzü şiddetle sarsılacağı zaman"Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre sarsıldığı ve hareket ettirildiği zaman demektir, "Onu sarstı, sarsar" hareket ettirdi, sarsıntıya uğrattı demektir. "Hörgücü büyük dişi deve" demektir. Hadiste de: "Dalgalandığı vakit deniz yolculuğuna çıkan bir kimsenin himayesi olmaz. "Müsned, V, 79(çok az lafzî farkla)Ma'mer b. Raşid, et-Câmi', XI, 306 denilmektedir ki, dalgaları hareket halinde olduğu vakit anlamındadır. el-Kelbî dedi ki: Çünküyüce Allah yere vahyedeceğinde o da yüce Allah'tan korktuğundan ötürü alabildiğine sarsılacaktır. Müfessirler de şöyle demişlerdir: Beşikteki çocuk nasıl sallanıyorsa, yer de Öylece sallanacak. Öyle ki, üzerindeki bütün binalar yıkılacak, üzerinde dağ ve daha başka her ne varsa hepsi kırılıp dökülecek. İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre: "Sesi duyulacak şekilde şiddetli hareket" demektir. "Zaman" lâfzının îrabtaki mahalli ise "gerçekleştiği zaman" lâfzından bedel olarak nasbdır. Bununla birlikte; "o azaltıcıdır, yükselticidir"anlamındaki âyet ile nasbedilmesi de mümkündür. Yani yeryüzü sarsılacağı vakit, dağlarda parçalanacağında (kıyâmet) alçaltır ve yükseltir. Çünkü o zaman yüksek olan şey alçalacak, alçak olan şey de yükselecektir. Şöyle de açıklanmıştır: Yeryüzü iyice sarsılacağı vakit o vakıa gerçekleşecektir, demektir. Bu açıklamayı da ez-Zeccâc ve el-Cürcânî yapmıştır. Âyetin; "Yeryüzü şiddetle sarsılacağı zaman"ı hatırla, anlamında olduğu "Sarsıntı" lâfzının ise mastar(mef'ûl-i mutlak) olduğu da söylenmistir. Bu ise bu sarsıntının tekrarlanacağının delilidir. 5Dağlar parça parça ufalandığı zaman, "Dağlar parça parça ufalandığı"İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre darmadağın edildiği zaman demektir.Mücahid de: Tıpkı unun yağa bulanması gibi olacaktır. "Sevik ya da yağa yahut zeytinyağına bulanan un" demektir. Sonra bu haliyle yenilir, fakat pişirilmez. Bazan azık olarak da beraber gotürülebilir. Recez vezninde şair şöyle demiştir: "Ekmek pişirmeyiniz, bunun yerine unu yağa karıştırınız, Ve hiçbir yerde uzun süre kalmayınız." Ebû Ubeyde'nin naklettiğine göre bu sözü söyleyen kişi Gatafanlılardan bir hırsız imiş. O ekmeği pişirmek istemiş, fakal buna vaktinin yetişmeyeceğinden korktuğundan hamur olarak yiyivermiştir. Yani onlar(dağlar) birbirine karışmış olacak ve bir miktar suya karıştırılmış un gibi olacaktır. Bu da şu demektir: Dağlar toprak olacak ve birbirine karışacaklardır. el-Hasen: Dağlar kökünden koparılıp yak olup gidecektir demiştir. Bunun benzeri de yüce Allah'ın; "Rabbim onları kökünden koparıp parça parça dağıtacak" (Ta-Ha, 20/105) âyetidir. Atiyye: Kum ve toprak gibi serilmiş olacaklardır, diye açıklamıştır. "sürmek" anlamında olduğu söylenmiştir.Yani dağlar sürülecektir. Ebû Zeyd dedi ki: Bu lâfız sürmek anlamındadır. "Develeri önüme katıp sürdüm, sürerim" demektir, Ebû Ubeyd dedi ki "Develeri önüme katıp sürdüm" şeklinde iki ayrı söyleyiş olup develer bir işten alıkonulmak maksadıyla onlara "Bes bes yahut bis bis" demeyi anlatır. Hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmaktadır: “Medine'den, Yemen'e, Şam'a ve Irak'a bir topluluk çıkıp dağılacaklardır. Fakat eğer onlar bilseler Medine onlar için daha hayırlıdır. " Buhârî, II, 663; Müslim, II, 1008,1009;İbn Hibbân, Safıih, XV, 63; Muvattâ, II, »97; Müsned; V, 220. Bir diğer hadiste de bu anlamda kullanılmıştır: "Yemenliler çoluk çocuklarını önlerine katıp sürenler olarak size geldiler." Araplar; derler. Ebû Zeyd bu iki lâfzın ilk harflerini kesreli olarak rivâyet etmiştir. "Sen onu hissettiğin ve yolda giderken onun yanına vardığın yerden onu getir" demektir. Mücahid: Dağlar bir çeşit akacaktır. İkrime: Bir çeşit yıkılacaktır. Muhammed b. Ka'b: Bir çeşit sürüleceklerdir, diye açıklamıştır. el-Ağleb, el-İclî'nin şu sözleri de bu türdendir Arapça baskıyı hazırlayanların notuna göre; nüshada bir hoşluk bulunduğundan el-İdi'ye ait olduğu belirtilen şahit bulunmadığı gibi, ayrıca tesbit edilmesi imkanı da olmamıştır el-Hasen de: Paramparça edildiklerinde, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirlerine yakındır. 6Dağılmış toz haline geldikleri zaman... "Dağılmış toz haline gelecekleri zaman" âyeti hakkındaAli (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Dağılmış toz" atların toynaklarından yükselip sonra da kaybolan toz zerrelerine denilir. Yüce Allah amellerini böyle kılmıştır. Mücahid; "Küçük pencerede toz zerrecikleri şeklinde görünen ışık'a denilir. Buna yakın bir açıklama İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir. Yine İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre o şöyle açıklamıştır: Bu alev aldığı zaman ateşin etrafa saçtığı kıvılcımlardır. Bu kıvılcımlar yere düştü mü yok olup gider. Atiyye de böyle açıklamıştır. Daha önce el-Furkan Sûresi'nde yüce Allah'ın: "İşledikleri amellerinin önüne geçip onu havaya saçılmış toz zerreleri yaparız" (el-Furkan, 25/23) âyetini açıklarken geçmiş bulunmaktadır. "Dağılmış" anlamı verilen; lâfzı genel olarak üç noktalı "se" ile okunmuştur. Darmadağın olmuş demektir. Yüce Allah'ın: "Orada her canlıdan etrafa dağıttı."(Lukman, 31/10) âyetinde de bu anlamda kullanılmıştır ki; dağıttı ve yaydı, demektir. Mesrûk, Nehâî ve Ebû Hayve ise iki noktalı "te" ile diye okumuşlardır ki, bu da kesilmiş demek olup, onların (Arapların) "Allah onu koparsın" şeklindeki tabirlerinden alınmıştır: "ki Kestirip atmak, bir şeyi kesinlikle bir şekle bağlamak" mastarı da buradan gelmektedir. 7Ve sizler de üç sınıf olduğunuzda: Âyetin tefsiri için bak:9 8Ashabu'l-meymene, ne (mutlu o) Ashabu’l-meymeneye! Âyetin tefsiri için bak:9 9Ashabu'l-meş'eme, ne (yazık o) Ashabu'l-meş'emeye! "Ve sizlerde üç sınıf olduğunuzda."Nasıl ki eş eşe benziyorsa, herbir sınıf kendisinden olanlara benzeyecek şekilde üç sınıf olduğunuzda, demektir. Dahtı sonra yüce Allah onların kim olduklarını beyan ederek şöyle buyurmaktadır: "Ashabu'l-meymene", "Ashabu'l-meş'eme" ve "es-Sâbikûn" Ashabu'l-meymene; cennete gitmek üzere sağ tarafa doğru götürülecek kimselerdir. Ashabu'l-meş'eme ise cehenneme götürülmek üzere sol tarafa alınan kimselerdir. Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır. Meş'eme sol taraf demektir, "Şe'me" de böyledir. Mesela; "Filan kişi sol tarafa oturdu" denilir. Yine " Ey filan, arkadaşlarını sol tarafa doğru al git" denilir. Araplar sol ele de derler. Sol yana ise derler. Aynı şekilde sağdan gelen şeye derler. Soldan gelen şeye ise derler. İbn Abbâs vees-Süddî şöyle demektedirler: Ashabu'l-meymene, Âdem'in soyundan gelecekler sulbünden çıkartıldığı vakil sağ tarafında olanlardır. Yüce Allah onlar için: Bunlar cennette olacaklardır ve hiçbir şeye aldırış etmiyorum diye buyurmuştur. Zeyd b. Eslem de şöyle demiştir: Ashabu'l-meymene o gün Âdem'in sağ tarafından alınan kimselerdir. Ashabu'l-meş'eme ise Âdem'in sol yanından alınan kimselerdir. Atâ veMuhammed b. Ka'b da şöyle demişlerdir: Ashabu'l-meymene amel defterleri sağ tarafından verilecek olanlar, Ashabu'l-meş'eme ise amel defterleri sol tarafından verilecek olanlardır. İbn Cüreyc de şöyle demiştir; Ashabu'l-meymene hasenat ehii, Ashabu’l-ıneş'eme ise seyyiâc ehlidir. el-Hasen ve er-Rabî şöyle demişlerdir: Ashabu'l-meymene salih amelleri ile kendilerine uğurlu gelen kimseler, Ashabu’l-meş'eme, çirkin ve kötü amelleriyle kendilerine uğursuzluk getiren kimselerdir. Müslim, Sahih'inde İsrâ ile İlgili Ebû Zerr'in rivâyet ettiği hadiste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Dünya semasına yükseldiğimizde sağ tarafında birtakım karaltılar, sol tarafında da birtakım karaltılar bulunan bir adam ile karşılaştık. Bu adam sağ tarafına baktığı vakit gülüyor, sol tarafına baktığı vakit ağlıyordu. Salih peygamber ve salih evlada merhaba, dedi. Ben Ey Cebrâîl bu kimdir? diye sordum. O: Bu Âdem (aleyhisselâm)'dır. Şu sağ tarafındaki karaltılar ile sol tarafındaki karaltılar onun soyundan gelen oğullarının ruhlarıdır. Sağ tarafında bulunanlar cennetlikler, sol tarafında bulunan karaltılar ise cehennemliklerdir... " Müslim. I, 149; Buhârî, I, 135, III, 1217, ayrıca 64. bkz. Müsned, V, 143- diye hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. el-Müberrîd dedi ki: Ashabu'l-meymene ileri geçen kimseler, Ashabu'l-meş'ema ise geri kalan kimselerdir. Araplar Beni yeminine(sağına) koy fakat şimaline(soluna) koyma, derler. Beni öne geçenlerden kıl, geriye kalanlardan kılma, demektir. "Ashabu'l-meymene" ile "Ashabu'l-meş'eme"nin tekrarlanması durumun önemine ve hayret edilecek bir hal olduğuna dikkat çekmek içindir. Yüce Allah'ın: "Gerçekleşmesi muhakkak olan! Nedir o gerçekleşmesi muhakkak olan?"(el-Hakka, 69/1-2) âyeti ile; "şiddetlice çalan, nedir o şiddetlice çalan?" (el-Karia, 101/1-2) buyruklarına benzemektedir. Nitekim: Zeyd, Zeyd dediğin nedir? demeye benzer. Ayrıca Ummu Zerr (radıyallahü anha) hadisinde de şöyle denilmektedir: "Malik, sen Malik'in kim olduğunu biliyor musun?"Müslim, IV, 1899;Buhârî, V, 1989;İbn Hibbân, Sahih, XVI, 30;Nesâî, es-Sünenu'l-Kübra, V, 355, 357; Taberânî, Kebir, XVIII, 170 Maksat ise Ashabu'l-meymenenin elde edecekleri sevabın, Ashabu'l-meş'emenin ise karşı karşıya kalacakları azâbın çok olacağını anlatmaktır. "Ashabu" lâfzının mübteda olarak ref olduğu, "ne ashabu'l-meymenedir!" anlamındaki âyetin da haberi olduğu söylenmiştir. Sanki; "Ashabu'l-meymene" dediğin nedir? diye buyurulmuş gibidir. Onlar nasıl bir şeydir, demektir. Buradaki "Ne" lâfzının tekid ve anlamın şöyle olması da mümkündür: Kitapları (amel defterleri) sağ taraflarından verilecek olanlar, işte onlar ileriye geçecek ve mevkileri yüksek olacak olanlardır. 10es-Sabikûn'a gelince: Önde gidenlerdir. "es-Sâbikûna gelince, önde gidenlerdir" âyeti ile ilgili olarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:"es-Sabikun kendilerine hak verildiğinde kabul edenler, kendilerinden istendiğinde bunu cömertçe verenler ve insanlar hakkında kendilerine hükmettikleri gibi hükmeden kimselerdir. "Müsned, VI, 67, 69. Bu hadisi el-Mehdevî zikretmiştir. Muhammed b. Ka'b el-Kurazi: Bunlar peygamberlerdir demiştir. el-Hasen veKatade; es-Sâbikûn (ileri geçenler) bütün ümmetler arasında öncelikle îman eden kimselerdir. Buna yakın bir açıklama İkrime'den de rivâyet edilmiştir. Muhammed b. Şîrîn: Bunlar her İki kıbleye doğru namaz kılmış olanlardır demiştir. Buna delil de yüce Allah'ın: "Muhacir ve ensarın ileriye geçen ilk (önder)leri..." (et-Tevbe, 9/100) âyetidir. Mücahid ve başkaları da: Bunlar herkesten önce cihada çıkan ve herkesten önce namaza giden kimselerdir, demişlerdir. Ali (radıyallahü anh) da: Bunlar beş vakit namaza öncelikle koşanlardır, demiştir, ed-Dahhak cihada çıkmakta ellerini çabuk tutanlardır, demiştir,Said b. Cübeyr tevbeye ve iyilikler yapmaya ellerini çabuk tutanlardır, diye açıklamıştır. Yüce Allah da; "Rabbinizden bir mağfirete... koşuşun." (Al-i İmrân, 3/133) diye buyurmuş, bir başka yerde de onlardan: "İşte bunlar hayırlarda yarışırlar. Onlar bu işlerde ellerini çabuk tutanlardır" (el-Mu'minûn, 23/61) âyeti ile de onlardan övgüyle sözetmektedir. Bunların dört kesim oldukları da söylenmiştir. Mûsa ümmetinin öne geçeni bunlardan birisidir ki; bu kişi Fir'avun ailesinden îman eden Hazkiel'dir. Îsa ümmetinden öne geçen kişi ki, bu da Antakyalı Habibu'n-Neccar'dır. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmetinden de öne geçmiş iki kişidir ki bunlar da Ebû Bekir ve Ömer'dirler. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır, el-Mâverdî de bunu nakletmiştir. Şumayt b. el-Aclan da şöyle demiştir: İnsanlar üç türlüdür. Birisi daha küçük yaşta iken hayır işlemeye koyulur ve dünyadan ayrılıp gidinceye kadar bu halini devam ettirir. İşte bu Allah'a yakınlaştırılmış olan es-sâbık (öne geçen) kimsedir. Birisi ömrünün erken dönemlerinde günaha başlar, sonra uzunca bir gaflet dönemi geçirir, arkasından tevbe ile bu günahlardan döner ve böyle bir kimseye bu hali ile ölüm gelir. İşte bu da Ashabu'l-yemindendir. Bir başkası ömrünün ilk dönemlerinden itibaren günah işlemeye koyulur ölünceye kadar bu halini sürdürüp gider, böylesi ise Ashabu'ş-şimaldendir. Bir başka açıklamaya göre bunlar iyi ve güzel(salah) olan şeylerden herhangi bir şeye öncelikle koşan herkestir. 11İşte onlar yakınlaştırılmış olanlardır. 12Naîm cennetlerinde. "es-Sâbîkun" lâfzının mübtedâ olarak merfu olduğu, ikincisinin("önde gidenlerdir" anlamındaki lâfzın) onu tekid için geldiği, haberinin de "İşte onlar yakınlaştırılmış olanlardır" âyeti olduğu söylenmiştir. ez-Zeccâc ise şöyle demiştir: "es-Sâbîkun" mübtedâ, olarak merfu olmuştur. İkincisi("önde gidenlerdir" anlamındaki lâfız) onun haberidir. Âyetin anlamı da şudur: Yüce Allah'a itaate ellerini çabuk tutarak koşuşanlar, işte onlar Allah'ın rahmetine öncelikle ulaşacak olanlardır. "İşte onlar yakınlaştırılmış olanlardır" âyeti ise onların niteliklerindendir. Şöyle de denilmiştir: Mukarreb olan es-sâbîkundan bir kişi cennetteki evinden dışarıya çıkacak olursa, ondan daha aşağılarda bulunan kimselerin, kendisini o ışık ile tanıyacakları bir aydınlığı olur. 13Bir çoğu öncekilerdendir. 14Birazı da sonrakilerdendir. "Bir çoğu öncekilerdendir." Geçmiş ümmetlerden bir topluluktur. "Birazı da sonrakilerdendir." Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e îman edenlerdendir. el-Hasen dedi ki: Bir çoğu bu ümmetten önce geçip gitmişler a marndandır. Az bir kısmı da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabındandır. Allah'ım, Sen lutfunla bizi onlarla birlikte kıl! Sonrakilerin "az" diye nitelendirilmeleri kendilerinden önce gelenlere nisbetledir. Çünkü önceki peygamberlerin sayısı pek çoktur. Dolayısıyla onlar arasından önce îman edenler (es-sâbîkün)'in sayısı da çoğalmıştır. Böylelikle onların sayıları bizim ümmetimizden öncelikle tasdike koşanların sayılarından daha fazla olmuştur. Denildiğine göre bu âyet nazil olunca, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabına ağır geldi. Bunun üzerine "öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" (el-Vâkıa, 39-40. âyetler) buyrukları nazil oldu. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurdu:"Ben sizlerin cennetliklerin dörtte biri, hatta cennetliklerin üçte biri, hatta cennetliklerin yarısı olacağınızı ve öbür ikinci yarıyı da onlarla paylaşacağınızı ümid ederim."İbn Kesîr, Tefsir, IV, 285. Bu hadisi Ebû Hüreyre rivâyet etmiş, el-Maverdî ve başkaları da zikretmişlerdir. Bu anlamdaki bir rivâyet Müslim'in Sahih'inde Abdullah b. Mesud'un rivâyet ettiği bir hadis olarak da sabit olmuştur Müslim, I, 200; Buhâri, V, 2392; Hakim, Müstedrek, IV, 621; İbn Mâce, II, 1432;Müsned, I, 386, 437, 445. Bununla sanki âyetin mensûh olduğunu kastetmiş gibidir. Fakat daha kuvvetli görülen, âyetin muhkem olduğudur. Çünkü âyet(neshin sözkonusu olduğu hükümleri bildiren bir âyet olmayıp) haber ifade etmektedir. Diğer bir sebep ise bu hususların(azlık ve çoklukların) birbirinden farklı iki kesim hakkında sözkonusu edilmesini görmemizdir. el-Hasen dedi ki: Bizden öncekiler arasından olup ileriye geçenler (es-sâbîkun) bizim ümmetimizin ileriye geçenlerinden fazladır. Bundan dolayı yüce Allah: "Birazı da sonrakilerdendir" diye buyurmuş, fakat es-sâbîkunun dışında olan Ashabu'l-yemin hakkında ise: "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" (39-40. âyetler) diye buyurmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Cennetliklerin yarısı olacağınızı ümit ederim"diye buyurması ve sonradan da yüce Allah'ın: "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" âyetini okuması da bundandır. Mücahid dedi ki: Burada sözü edilenlerin hepsi bu ümmettendir. Süfyan, Eban'dan, oSaid b. Cübeyr'den, oİbn Abbâs'tan, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan: "Her iki çokluk ta benim ümmetimdendir." Taherî, Tefsir, XXII, 191. Bununla da: "Öncekilerden de çok vardır, sonrakilerden de çok vardır" âyetini kastetmektedir. Bu görüş Ebû Bekr es-Sıddık (radıyallahü anh)'dan da rivâyet edilmiştir. Ebû Bekir (radıyallahü anh) dedi ki: Her iki "çokluk" da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in alametindendir. Bunlar arasından kimisi onun ümmetinin ilkleri arasındadır, kimileri de sonraki gelenler arasındadır. Bu da yüce Allah'ın: "Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir, kimisi itidal üzeredir, kimisi de Allah'ın izni ile hayırlarda öne geçmiştir" (Falir, 35/32) âyetini andırmaktadır. Şöyle de açıklanmıştır: "Birçoğu öncekilerden" bu ümmetin ilk dönemlerinde gelenlerdendir. Öncekilerin mertebesine ulaşıncaya kadar itaat olan işlerde elini çabuk tutan "birazı da sonrakilerdendir." İşte bundan dolayı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Sizin en hayırlınız benim çağdaşım olan nesildir " Müslim, IV, 1964;Buhâri, 11, 938, V, 2362, VI, 2463; Nesâî, VII, 17; Müsned, I, 438, II, 410, 479, IV, 427, 436. diye buyurmuştur. Daha sonra yüce Allah Ashabu'l-yemin arasında öncekilerle sonrakilerin eşit olduğunu bildirmiştir. "(........): Birçok" lâfzı; "O şeyi kestim" kökünden gelmektedir. Buna göre 'in ifade ettiği anlam "fırka" hıfzının anlamına benzemektedir. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır. 15İşlenmiş tahtlar üzerindedîrler. "İşlenmiş tahtlar üzerinde" Yani öne geçen es-sâbikûn cennette "işlenmiş tahtlar üzerinde" oturacaklardır. Tahtlar in çoğuludur. "İşlenmiş" âyeti hakkında İbn Abbâs: Altın ile işlenmiş, İkrime: Boşluklarına inci ve yakut yerleştirilmiş, diye açıklamışlardır. Yineİbn Abbâs'tan "işlenmiş" dizilmiş anlamında olduğu nakledilmiştir. Nitekim bir başka yerde: "Sıra sıra dizili tahtlara" (et-Tur, 52/20) diye buyurmuştur. Yine ondan ve Mücahid'den: Altın ile işlenmiş, dokunmuş anlamındadır, Tefsirle ide de şöyle denilmektedir: "İşlenmiş" altın çubuklarla dokunmuş, araları inci, yakut ve zebercetle doldurulmuş demektir. "Kat kat dokumak ve sıra sıra dizmek" anlamındadır. Mesela; "Filan kişi taşları ve kiremitleri birbiri üstüne dizdi" denilir. Bu şekilde dizilene: denilir. "Âdeta sıra sıra dizilmiş gibi dokuması oldukça sağlam zırh" demektir, el-Â'şâ şöyle demiştir; "Davud'un dokuduğu türden sağlam ve üstüste dizilmiş şekilde zırhlar ki, Kabile ile birlikte, bölük bölük sürülüyor." Yine el-Â'şâ şöyle demiştir: "Üzerinde sağlamca dokunmuş ve suyun taşmasını engelleyen bend gibi beyaz (yani demir) bir zırh vardır ki, Bedeni örten bölümünün yakası üstünde bir miğferi de vardır." "Üst tarafı tıpkı dokunmuş bölümü gibi olan" demektir, de bu kökten gelmektedir ki, bu da "biri diğerinin içine giren ince kesilmiş parçalardan dokunmuş kemer"e denilir, Şairin şu beyitinde de bu kabildendir: "Onun kemeri (beli) huzursuzca sana doğru koşuyor," 16Onlar, üzerinde karşı karşıya yaslananlar olarak(nimetlere mazhar olurlar.) "Onlar" o tahtların "üzerinde karşı karşıya yaslananlar olarak" otururlar. Yani biri diğerinin sırtını görmez. Tahtlar üzerinde oldukları halde tahtları döner. Bu mü’min, eşi ve ailesi hakkındadır. Yani onlar yüzleri birbirlerine dönük olarak yaslanırlar. Bu açıklamayıMücahid ve başkası yapmıştır. el-Kelbî de şöyle demiştir: Herbir tahtın uzunluğu üçyüz ziradır. Kul onun üzerine oturmak istedi mi bu tahtlar alçalır. Üzerlerine oturdu mu yükselirler, |