36Biz bunlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesiller helâk ettik. Yeri delik deşik etmişlerdi. Kaçıp sığınacak yer buldular mı? "Biz bunlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesiller helâk ettik." Yani ey Muhammed, senin kavminden Önce onlardan daha çetin güce ve yakalayışa sahip nice toplumlar helâk etmiş bulunuyoruz. "Yeri delik deşik etmişlerdi."Kurtulmak arzusu ile orada yol almışlardı. Ülkelerde çeşitli eserler bırakmışlardı, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayıİbn Abbâs yapmıştır.Mücahid dedi ki: Yeryüzünde yol teptiler ve dolaştılar, en-Nadr b. Şumeyl: Dolanıp durdular, diye;Katade de çokça dolaştılar, diye açıklamıştır. el-Müerric: Uzaklaşıp durdular diye açıklamıştır. İmruu'l-Kays'ın şu beyiti de bu anlamdadır: "Ben pek uzak yerlerde dolaşıp durdum ve sonunda Geri dönmeyi ganimet bildim." Şöyle de açıklanmıştır: Bunlar ticaret yapmak amacıyla ülkelerin en uzak yerlerini dolaştılar. Acaba ölümden bir kurtuluş bulabildiler mi? Her tarafı ölümden kurtulmak için bir sığınak bulmak maksadıyla dolaştılar, diye de açıklanmıştır. el-Haris b. Hillize dedi ki: "Ölümden korktuklarından her tarafı dolaştılar Ve yeryüzünde gidilecek her yere gittiler." Delik deşik etmişlerdi" anlamındaki âyetiel-Hasen ve Ebû'l-Aliye "kaf" harfi üstün ve şeddesiz olmak üzere: diye okumuşlardır. " Delmek ve bir şeyin içine girmek" demektir. Bunun dağdaki yol demek olduğu da söylenmiştir bu demektir. Bu açıklamalar İbnu's-Sikkit'ten nakledilmiştir. " Duvarı oydu, deldi" demektir. Bu delisin ismi: ...diye gelir, çoğulu şeklindedir. Yani bunlar ülkeleri delip geçtiler (aşıp gittiler) ve onun dağlarındaki yollarında yol aldılar. Demirin oyup deldiği şeyde etki bıraktığı gibi, orada da etki bıraktılar, diye de açıklanmıştır. es-Sülemi ile Yahya b. Yamer bu kelimeyi tehdit anlamında emir olarak "kaf' harfini kesreli ve şeddeli: " Haydi yeri delik deşik edin!" diye okumuşlardır. Yani yeri dolaşıp durun ve orada gezin, bakın bakalım ölümden "kaçıp sığınacak bir yer buldular mı?" Son okuyuş olan emir kipine göre: Bakın bakalım ölümden kaçıp sığınacak yer bulacak mısınız, demek olur. Bu açıklamayı es-Salebi nakletmiştir. el-Kuşeyrî'nin naklettiğine göre şeddesiz "kâP harfi kesreli olarak: okuyuşu da vardır ki, orada -bineklerinin tabanları aşınıp incelinceye kadar- çokça yol aldılar, demek olur. el-Cevherî dedi ki: Esre ile: " Derenin tabanları inceldi" denilir, “ Adamın devesinin tabanları inceldi."; "Ayakkabının tabanı parçalandı" demektir. “ Kaçıp, sığınacak yer" lâfzı: "o şeyden yana kaydı, meyletti, eder, meyletmek" fiilinin mastarıdır. Mesela: "Ondan kurtuluş, ondan kaçacak yer, kaçış yoktur" denilir. “Kaçıp kurtulmak" da onun gibidir. Dost bilinen kuvvetlere; "Düşmandan yana çekildiler" denilir. Düşman hakkında da: " Yenildiler, bozguna uğradılar" denilir. 37Muhakkak ki bunda kalbi olan veya kendisi şahit olarak dikkatle kulak veren kimse için elbette öğüt vardır. "Muhakkak ki bunda kalbi" onunla düşünecek bir aklı "olan... için elbette öğüt vardır."Bu sûrede sözünü ettiğimiz hususlarda bir hatırlatma ve bir öğüt bulunmaktadır. Burada akıl kastedilerek kalb zikredilmiştir, çünkü aklın yeri orasıdır. Bu anlamdaki açıklamayıMücahid ve başkaları yapmıştır. Hayatta olan ve hakkı batıldan ayırdedebilecek bir ruhi gücü bulunan kimseler için (öğüt vardır), diye de açıklanmıştır. Bu durumda yaşayan nefis, kalb diye ifade edilmiştir. Çünkü bu nefsin yeri ve hayat kaynağı orasıdır. Nitekim İmruu’l-Kays şöyle demiştir; "Senin sevgin beni öldürüyor diye ve sen bu kalbe Her ne emredersen, yapıyor olması mı seni aldanışa sürükledi?" Kur'ân-ı Kerîm'de de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ta ki hayatta olan kimseleri korkutup uyarsın..." (Yasin, 36/70) Yahya b. Muaz dedi ki: îki türlü(insan) kalb(i) vardır: Birisi dünya meşgaleleri ile dolup taşmaktadır. Öyle ki ahiret ile ilgili herhangi bir durum hatıra gelecek olursa ne yapacağını bilemez. Bir başka kalb ise ahiretin korkulu halleri ile dolup taşmaktadır. Öyle ki dünya işlerinden herhangi birisi karşısına çıkacak olursa, kalbi ahiretle meşgul olup gittiğinden dolayı ne yapacağını bilemez. "Veya kendîsi" yani kalbi "şahid olarak dikkatle kulak veren"yani Kur'ân'ı dinleyen "kimse için elbette öğüt vardır." Araplar: "Bana kulak ver, beni dinle" derler. Dinlemenin keyfiyeti ve bunun sağladığı sonuçlar ile ilgili açıklamalar daha önce Ta-Ha Sûresi'nde (20/13- âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Kendisi şahit olarak" âyetini ez-Zeccâc: Kalbi dinlediği şeylere kulak kesilen, diye açıklamıştır. Süfyan ise: Kendisi orada bulunuyorken kalbi gaib olmayan demektir, diye açıklamıştır. Âyet-i kerimenin kitap ehli hakkında olduğu da söylenmiştir ki, bu görüş Mücahid veKatade'nindir. el-Hasen de: Bu âyet özellikle yahudilerle hristiyanlar hakkındadır;Muhammed b. Ka'b ve Ebû Salih de: Bu âyet özel olarak Kur'ân ehli hakkındadır, demişlerdir. 38Yemin olsun göklerle yeri ve aralarında olanları Biz altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. "Yemin olsun göklerle yeri ve aralarında olanları Biz altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı"âyeti ile ilgili açıklamalar daha önceden el-Araf Sûresi'nde (7/54. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde (mesela Fussilet, 41/9-12. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. “Yorgunluk ve bitkinlik" demektir. Bu kökten olmak üzere: " Yoruldu, bitkin düştü, yorulur, bitkin düşer, yorulmak, bitkin düşmek" denilebildiği gibi, pek güçlü olmayan bir kullanım olarak da denilir. "Onu ben yordum, bitkin düşürdüm" demektir. Katade ve el-Kelbi dediler ki; Bu âyet-i kerîme Medine yahudileri hakkında inmiştir. Onlar yüce Allah'ın gökleri ve yeri altı günde yarattığını, bu altı günün başının pazar, sonuncusunun da cuma günü olduğunu, cumartesi günü de dinlenmeye çekildiğini iddia etmişler ve böylelikle(yahudiler) bu günü dinlenmeye ayırmışlardır.Yüce Allah bu hususta onları yalanlamaktadır. 39Söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et. Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız: 1- Kâfirlerin Söylediklerine Sabır: "Söylediklerine sabret" âyeti Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir hitaptır. Müşriklerin söylediklerine karşı sabretmesini emretmektedir.Yani onların bu yaptıklarından ötürü sen kendini sıkıntıya sokma! Bu âyet-i kerîme savaş emrinden önce indiğinden nesh olmuş bir âyettir. Bunun Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ve ümmeti için(hükmü) sabit olduğu da söylenmiştir. Yahudilerin: Allah cumartesi günü dinlendi, şeklindeki sözlerine sabret, demek olduğu da söylenmiştir, 2- Beş Vakit Namaz ile Güneşin Doğuşundan ve Batışından Önce Allah'ı Tesbih etmek ve Namaz Kılmak: Yüce Allah'ın: "Güneşin doğmasından önce de, batışından Önce de Rabbini hamd ile tesbih et" âyeti ile beş vakit namazı kastettiği söylenmiştir. Ebû Salih dedi ki: Güneşin doğuşundan Önce sabah namazı, batışından önce de ikindi namazını kıl (demektir). Bunu Cerir b. Abdullah (Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-e ulaşan) merfu bir sened ile de rivâyet ederek şöyle demiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda oturuyor idik. Derken ondördünde aya baktı ve şöyle buyurdu: "Sizler şu ayı gördüğünüz gibi, -onu görmek için birbirinize sıkıntı vermeye gerek duymadığınız gibi- Rabbinizi göreceksiniz. Bundan dolayı eğer güneşin doğuşundan ve batışından önce birer namazı geçirmemek -bunlarla ikindi ve sabah namazını kastetmektedir- imkanınız varsa (bunları geçirmeden vaktinde kılınız)." Sonra Cerir: "Güneşin doğmasından önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et"(Ta-Ha, 20/130) âyetini okudu. Müslim, I, 439; Buhârî, I, 203, 209, IV, 1H36, VI, 2703; Tirmizi, IV, 687; Ebû Davud, IV, 233;İbn Mace, I, 63;Müsned, IV, 36O, 365. Hadis Buhârî veMüslim tarafından rivâyet edilmiş olup lâfızMüslim'e aittir. İbn Abbâs dedi ki: "Batışından önce" âyeti ile kasıt öğle ve ikindi namazlarıdır. "Gecenin bir kısmında... da onu tesbih et" âyeti ile de akşam ve yatsı namazlarını kastetmektedir. Bu âyetlerle, yüce Allah'ın güneşin doğuşundan ve batışından önce sözlü olarak eksikliklerden tenzih edilmek üzere teşbih edilmesinin kastedildiği de söylenmiştir. Bu açıklamayıAtâ el-Horasanî ve Ebû’l-Ahvas yapmıştır. Bazı âlimler de yüce Allah'ın: "Güneşin doğmasından önce de" âyeti sabah namazının iki rekatı "batışından önce de" âyeti da akşamdan önceki iki rekati anlatmaktadır. Sümame b. Abdullah b. Enes de şöyle demiştir: Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabından özlü akıl sahibleri akşam namazından önce iki rekat kılarlardı.Müslim'in, Sahih'indeEnes b. Malik'ten şöyle dediği kaydedilmektedir: Biz Medine'de iken müezzin akşam namazının ezanını okudu mu(ashab) hemen mescid direklerinin arkasına koşuşur ve İki rekat kılıverirlerdi. Öyle ki yabancı bir adam mescide girer, akşam namazının -bu iki rekati kılanların çokluğu dolayısıyla- kılınıp bitirilmiş olduğunu zannederdi, Müslim, I, 573; Darakutni, I, 267. Katade de şöyle demiştir: Ben Enes ile Ebû Berze el-Eslemi'den başka bu iki rekati kılan herhangi bir kimseye yetişmedim. Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardlarında da O'nu tesbih et! 3- Geceleyin ve Secdelerin Arkasında Allah'ın Teşbih Edilmesi: "Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardlarında da O'nu tesbih et" âyeti ile ilgili dört görüş vardır; 1- Bu yüce Allah'ın geceleyin teşbih edilmesi demektir. Bu açıklamayı Ebû'l-Ahvas yapmıştır. 2- Bu gecenin tümünde (herhangi bir zamanda) kılınan gece namazıdır. Bu açıklama Mücahid'e aittir. 3- Sabah namazının iki rekatidir. Bu açıklamayı da İbn Abbâs yapmıştır. 4- Bu yatsı namazıdır. Bu açıklamayı da İbn Zeyd yapmıştır, İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu geceleyin teşbih getirmektir, diyenlerin kanaatlerini şu sahih rivâyet desteklemektedir: "Kim geceleyin uyanıp da: Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur, Mülk yalnız O'nundur, hamd yalnız O'nadır, O herşeye güç yetirendir. Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd Allah'a aittir. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, Allah en büyüktür. O pek yüce ve pek büyük Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç ve takat yetirilemez" derse.,. Buhari, I, 387; Tirmizî, V, 480;Ebû Davud, IV, 314;İbn Mace, II, 1276;Müsned, V Bunun gece namazı olduğunu söyleyenlere gelince, namazda Allah'ın teşbihi dolayısıyla ona "teşbih" ismi verilebilir. Kuşluk namazına "subhatu'd-duha" denilmesi de bundan dolayıdır. Bunun sabah ya da yatsı namazı olduğunu söyleyenlerin böyle demelerinin sebebi, bunların ikisinin de gece kılınan namaz oluşlarından dolayıdır. Yatsı namazı olması bu görüşlerin en açık ve anlaşılır olanıdır. 4- (Farz) Namazlardan Sonra Namaz Kılmak: "Ve secdelerin ardlarında da O'nu tesbih et" âyeti hakkındaÖmer, Ali, Ebû Hüreyre, el-Hasen b. Ali,Hasan-ı Basrî, en-Nehaî,eş-Şa'bi, el-Evzat veez-Zührî şöyle demişlerdir: "Secdelerin ardları" akşam namazından sonraki iki rekattir. "Yıldızların kaybolması" ise sabah namazının farzından önceki iki rekattir. Ayrıca bunu el-Avfî, İbn Abbâs'tan rivâyet etmiştir.İbn Abbâs bunu merfu bir rivâyet olarak da zikredip şöyle demiştir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Akşam namazından sonra iki rekat (secdelerin ardlan)dır."Bunu es-Salebi zikretmiştir. Abdullah b. Adiyy, el-Kamilft Duafai'r-Rical, III, 148, aynı manada bazı farklarla. el-Maverdî'nin rivâyetinin lâfzı ise şöyledir: İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bir gece Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında kaldım. Sabah namazından önce iki rekat namaz kıldı, sonra namaza çıkarak şöyle buyurdu: "Eyİbn Abbâs! Sabah namazından önce iki rekat kılmak "yıldızların kaybolması "dır. Akşam namazından sonra iki rekat de "secdelerin ardları"dır. "Maverdi, Nüket, V, J57, Enes dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Her kim akşam namazından sonra ve konuşmadan önce iki rekat namaz kılacak olursa, onun bu namazı "İlliyyin"de yazılır." İbn Ebi Şeybe, Mûsannaf, II, 16,(Mukhul'ün peygamberden diye mürsel olarak); Munziri, Terğib, I, 228, (o da; Mekhulden... diyerek) Enes dedi ki; Birinci rekatte "kul ya eyyuhe'l kâfinin (Kâfinin sûresi)"u, ikincisinde de "kul huvallahu ehad (ihlâs sûresi)"ni okudu. Mukâtil dedi ki: (Akşamın farzından sonra kılınan) bu namazın vakti, güneşin batımından sonraki kırmızı şafakın kaybolmadığı sürece devam eder. Yineİbn Abbâs'tan bundan kastın vitir namazı olduğu rivâyeti de gelmiştir. İbn Zeyd dedi ki: "Secdelerin ardları" farz namazlardan sonraki nafile namazlardır.Yani her farzdan sonra kılınan iki rekattir. en-Nehhâs dedi ki; İfadenin zahiri buna delalet etmekle birlikte, uyulmaya daha layık olan çoğunluktur. Bu, Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dan sahih olarak da gelmiştir. Ebû'l-Ahvas dedi ki: Bundan maksat, secdelerin arkalarında teşbih getirmektir, İbnu'l-Arabi dedi ki: Aklen (kıyasa göre) daha kuvvetli görülen de budur. Sahih hadiste belirtildiğine göre ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)farz namazın akabinde: "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O bir ve tektir. O'nun ortağı yoktur, mülk yalnız O'nundur. Hamd yalnız O'nadır. O herşeye güç yetirendir. Allah'ım, Senin verdiğini engelleyecek olamaz. Senin alıkoyduğunu da kimse veremez. Varlık sahibi bir kimsenin varlığının Sana karşı herhangi bir faydası olamaz, diye dua ederdi."Müslim, 1, 414, 415;Buhârî, I, 289, V, 2332, VI, 2439, 2659;Tirmizi, II, 96; Ebû Da-....w ir «7-Müsned. IV. 97, 245... Bunun (yani nafile namazların) farz namazlarla nesholdûgu da söylenmiştir. Hiçbir kimseye beş vakit farzın dışında kılmakla yükümlü olduğu namaz yoktur. Bunu cemaat nakletmiş bulunmaktadır. 5- Secdelerin Ardları: "Secdelerin ardları" anlamındaki lâfzı Nafî, İbn Kesîr ve Hamza hemzesi esreli olarak; "Secdelerin geri dönmesi" diye okumuşlardır. Bu da geri dönüp giden bir şeyi anlatmak üzere kullanılan: " O şey geri dönüp gitti, geri dönüp gitmek"den mastardır. Diğerleri ise: " Ard, arda"nın çoğulu olarak hemzeyi üstün okumuşlardır. Ali ve İbn Abbâs'ın kıraati de bu şekildedir. Bu lufzın bir örneği de: " Kazık" lâfzının çoğulunun diye gelmesidir. Yahut bu: "Ard, arda" söyleyişinin çoğulu olup bu durumda: “Kilit" lâfzının çoğulunu diye gelmesine benzer. Araplar bu lâfzı: " gana namazın ardında, namazın ardlarından geldim" gibi kullanımlarda zarf olarak da kullanmışlardır. et-Tur Sûresi'nin sonunda "Yıldızların kaybolması vaktinde"(et-Tur, 52/49) şeklinde kesreli ve mastar olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur, Bu ise ikinci fecrin doğması ile birlikte yıldızların ışıklarının gitmesi demektir. İkinci fecir, gece karanlığını yarıp çıkan beyazlık ve aydınlık demektir. 41Nida edenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. "Nida edenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver" âyetindeki "kulak verme'nin mef'ûlü (yani neye kulak verileceği) hazfedilmiştir. O nidayı yahutta o sesi işit ya da o sayhayı -ki bu da kıyâmet çığlığıdır- işit, demektir. Bundan kasıt ikinci defa Sur'a üfürülmesidir. Nida edecek olan da Cibril'dir, İsrafil olduğu da söylenmiştir. ez-Zemahserî dedi ki: İsrafil'in Sur'a üfleyeceği,Cebrâîl'in de nida edeceği söylenmiştir.Cebrâîl mahşer için nida ederek şöyle diyecektir: Haydi hesaba geliniz. Bu açıklamaya göre nida mahşerde gerçekleşecektir. Kâfirlerin yakın bir yerden: Vay halimize ve(yetiş ey) ölüm! diye seslenecekleri zaman seslerine kulak ver, diye de açıklanmıştır. Yani o gün herkes bu sözlerini işitecek ve kimse bu sözün erişemeyeceği kadar uzak bir yerde olmayacaktır. İkrime dedi ki: Rahmânın münadisi âdeta onların kulaklarına seslenir gibi, seslenecektir, "Yakın yer"in Beytu’l-Makdis'teki kaya olduğu söylenmiştir. Bu kayanın yeryüzünün ortas: olduğu ve yeryüzünde semaya (diğer yerlere göre) on iki mil daha yakın olduğu söylenmektedir. Kab ise onsekiz mil demiştir. Birincisini el-Kuşeyrî ve ez-Zemahşerî, ikincisini de el-Maverdî zikretmiştir. Cebrâîlya da İsrafil bu kaya üzerinde duracak ve mahşer için nida edecektir: Ey çürümüş kemikler, paramparça olmuş eklemler, un ufak olmuş kemikler, yok ölmüş kefenler, boş kalbler, çürümüş bedenler, akmış gözler! Âlemlerin Rabbinin huzuruna arzolunmak üzere kalkın! Katade dedi ki: Bu münadi Sur'a üfürecek olan İsrafil'dir. 42Hak olan çığlığı işitecekleri gün; işte o, çıkış günüdür. "Hak olan çığlığı" diriliş çığlığını "işitecekleri gün, iste o çıkış"hesab için toplanış "günüdür." 43Muhakkak ki diriltenler de Biziz, öldürenler de Biziz. Dönüş de yalnız Bizedir. "İşte o çıkış günüdür" kabirlerinden çıkış günüdür, demektir. "Muhakkak ki diriltenler de Biziz, Öldürenler de Biziz." Hayatta olanları öldürür, ölüleri diriltiriz. Burada yüce Allah bu gerçeği tesbit etmektedir. 44O günde yer üzerlerinden yarılır, hızlıca çıkarlar. Bu, bizim için kolay olan bir toplamadır. "O gün yer üzerlerinde yarılır"Sur'a üfürecek olan ve nidada bulunacak olana Beytu'l-Makdis'e doğru "hızlıca çıkarlar. Bu Bizim için kolay olan bir toplamadır." Zorluğu bulunmayan bir toplama (haşr)dır. Kûfeliler: "yarılır" anlamındaki âyetini şeklinde birinci "te"yi hazf üzere Ve "şın" harfini şeddesiz okumuşlardır. Diğerleri ise bu "te"yi "şın"a idgam ederek(şeddeli) okumuşlardır. İbn Muhaysın, İbn Kesîr ve Yakub "nida eden" lâfzını her iki halmde de aslına uygun olarak "ye" harfini isbat ile okumuşlardır. Nafî ve Ebû Amr ise sadece vasl halinde "ye" harfini isbat etmiştir. Diğerleri ise her iki halde hazfetmişlerdir. Derim ki; Sünnet-i seniyye bu âyet-i kerimeyi daha bir açıklamış bulunmaktadır.Tirmizi'nin, Muaviye b. Hayde'den, onun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan diye zikrettiği hadisinde şöyle demektedir: Ve (Peygamber) eliyle Şam'a doğru işaret ederek şöyle buyurdu: "İşte buradan buraya kadar sizler binekler üzerinde ve (kiminiz) bineksiz olarak yüzleriniz üzerinde çekilerek kıyâmet gününde haşredileceksiniz. Ağızlarınız üzerinde onları tıkayan örtüler bulunacaktır. Sizinle yetmiş ümmet olacak ve siz onların en hayırlıları, Allah nezdinde en değerlileri olacaksınız. Sizden herhangi birisi hakkında ilk konuşacak azası da onun baldırı olacaktır." Bir diğer rivâyette de: "Baldırı ve eli olacaktır" denilmektedir. Hakim, Müstedrek, II, 477, 478, IV, 679; Müsned, IV, 446, V, 3,Nesâî, es-Sünenu'l-Kübra, VI, 439. Ali b. Mabed Ebû Hüreyre'den, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan diye zikrettiği bir hadiste şunları söylemektedir: Sonra -yüce Allah- israfil'e şöyle diyecek: "öldükten sonra diriliş nefhasını üfle. O da üfleyecek, ruhlar gök ile yer arasını doldurmuş anlar misali çıkacak. Yüce Allah şöyle buyuracak: İzzetim ve celalim hakkı için, herbir ruh ait olduğu cesede geri dönsün. Bunun üzerine ruhlar yerde cesetlere doğru girecek. Sonra ruhlar burun deliklerinden girecek ve vücudun diğer yerlerine sirayet edecek, tıpkı zehirli bir hayvan tarafından sokulmuş bir kimsenin bedeninde zehirin yürümesi gibi. Sonra yer üzerinizden yarılacak, üzerinden yerin yarılacağı ilk kişi ben olacağım. Yerden hepiniz otuzüç yaşında gençler olarak çıkacaksınız. O gün konuşulacak dil Süryanice olacaktır" deyip, hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. İshak b. Raheveyh, Müsned, I, 88 Biz bütün bunları ve başkalarını "et-Tezkire" adlı eserimizde eksiksiz bir şekilde kaydetmiş bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun. 45Neler söylemekte olduklarını Biz en iyi bileniz. Sen üzerlerinde bir zorlayıcı değilsin. Şimdi sen Benim tehdidimden korkanlara Kuran ile öğüt ver. "Neler söylemekte olduklarını"seni yalanlamaları ve sana dil uzatıp hakaret etmeleri kabilinden neler söylediklerini "Biz en iyi bileniz. Sen üzerlerinde bir zorlayıcı değilsin." İslâm'a girmeleri için onları mecbur edecek şekilde onlar üzerinde bir otorite sahibi değilsin. Buna göre âyet nesholmuştur. "Zorlayıcı (cebbar)"; " Zorlayıcılık, musallat olmak"dan gelmektedir. Zira " Cebreden" anlamında "cebbar" denilmez. Tıpkı: " Çıkaran" anlamında "harrac" denilmeyeceği gibi. Bunu el-Kuşeyrî nakletmiştir. en-Nehhâs dedi ki: "Cebbar: zorlayıcının sen onları mecbur eden, zorlayan değilsin anlamında olduğu söylenmiş ise de, bu yanlıştır. Çünkü: vezninden "fe'al" vezninde kelime yapılmaz, es-Salebi ise şunu nakletmektedir: Saleb dedi ki: "Fe'al" vezninde "muf il" anlamında gelmiş bazı kelimeler vardır. Bunlar ise şazdır. "Cebbar" "mücbir" anlamında "derrak" lâfzı "müdrik: yetişen"; "serra" lâfzı "musri': çabuk olan, süratli olan" anlamında "bekka" lâfzı "mubki: ağlatan" anlamında "adda" lâfzı "mu'di" koşan anlamında kullanılmıştır, Yüce Allah'ın: "Ve ben sizi doğru yoldan başkasına da iletmiyorum." (el-Mumin, 40/29) âyeti şeklinde -son kelimedeki- "şın" harfi şeddeli olarak "murşid" anlamında okunmuştur ki; bu da Mûsa'dır, Allah olduğu da söylenmiştir. Aynı şekilde; "O gemi denizde çalışan yoksullarındı." (el-Kehf, 18/79) anlamındaki âyet şeklinde (son lâfzın "sin" harfi şeddeli olarak) ve "yakalayıcılar" anlamında okunmuştur. Ebû Hamid el-Harzencî dedi ki: Araplar: "Çok düşürücü kılıç" lâfzını " Düşürücü, yere yıkıcı" anlamında kullanırlar. Buradaki "cebbar.- zorlayıcı" lâfzının "musaytır: zorlayıcı" anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Gaşiye Sûresi'nde olduğu gibi: "Sen üzerlerine musallat olan bir zorba değilsin." (el-Ğaşiye, 88/21) el-Ferrâ'' dedi ki: Ben Araplardan: "O işe onu zorladı" diyen kimseleri duydum. Buna göre "cebbar"ın kahretmek ve zorlamak anlamında kullanılması doğru bir kullanım olur. "Cebbar"in Arapların: "Ben onu o işe mecbur ettim, zorladım" ifadelerinden alındığı ve: " anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu Kinanelilerin bir söyleyişi olup diğeri ile birlikte iki ayrı söyleyiştirler. el-Cevherİ dedi ki: "Onu o işi yapmaya zorladım" demektir. Yine: “Onu cebriyeciliğe nisbet ettim" anlamındadır. Tıpkı bir kimseyi küfre nisbet ederken demek gibi. "Şimdi sen Benim tehdidimden korkanlara Kur'ân ile öğüt ver" âyeti hakkında İbn Abbâs dedi ki:(Ashab): Ey Allah'ın Rasûlü! Bizi korkutsan, dediler, Bunun üzerine yüce Allah'ın: "şimdi sen Benim tehdidimden korkanlara Kur'ân ile öğüt ver" âyeti indi.Yani Bana isyan eden kimseler için hazırlamış olduğum azâb ile tehdit et. Buna göre "vaid" azâb (ve tehdit) hakkında "va'd" de mükâfat hakkında kullanılır. Şair de şöyle demiştir: "Şüphesiz ki ben eğer onu tehdit eder yahut ona vaadde bulunursam, Ona yaptığım tehdidi gerçekleştirmem fakat ona vaadimi gerçekleştiririm." Katade de şöyle derdi: Allah'ım, senin vaidinden (tehdidinden) korkan ve mev'idini (mükâfat vaadini) uman kimselerden kıl. "Benim tehdidimden" anlamındaki âyeti her iki halde (vasıl ve vakıf hallerinde) Yakub şeklinde "ye" ile okumuştur. Verş ise sadece vasl halinde "ye" İle okumuş, vakf halinde hazfetmiştir. Diğerleri ise her iki halde de "ye"yi hazfetmişlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kaf Sûresi'nin tefsiri burada sona ermektedir. Yüce Allah'a hamdolsun. Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismi ile Herkese göre Mekke'de inmiştir, altmış âyettir. 1Yemin olsun tozutup savuran (rüzgar)lara. Âyetin tefsiri için bak:6 2Ağır yük taşıyan (bulut)lara. Âyetin tefsiri için bak:6 3Kolaylıkla akanlara. Âyetin tefsiri için bak:6 4Emri paylaştıranlara ki; Âyetin tefsiri için bak:6 5Şüphesiz va'dolunduğunuz elbette doğrudur. Âyetin tefsiri için bak:6 6Ve şüphesiz ki din elbette gerçekleşecektir. "Yemin olsun tozutup savuran(rüzgar)lara" âyeti hakkında Ebû Bekr el-Enbarî dedi ki: Bize Abdullah b. Naciye anlattı, bize Yakub b. İbrahim anlattı. Bize Mekkî b. İbrahim,anlattı. Bize el-Cuayd b. Abdirrahman anlattı. O Yezid b. Usayfe'den, o es-Saib b. Yezid'den rivâyet ettiğine göre bir adam Ömer(radıyallahü anh)'a şöyle sormuş: Ben Kur'ân'ın müşkil (anlaşılması zor) âyetlerinin tefsirine dair soru soran bir adam gördüm. Bunun üzerine Ömer: Allah'ım, bana onun hakkından gelmeyi nasib et, dedi. Bir gün bu adam elbiselerini giyinmiş, başında bir sarık bulunduğu haldeÖmer de Kur'ân-ı Kerîm okurkenÖmer'in yanına girmiş.Ömer Kuran okumayı bitirince, adam yanına gelerek: Ey mü’minlerin emiri "yemin olsun tozutup savuranlara"ne demektir? dîye sormuş.Ömer ayağa kalkıp kollarını sıvadıktan sonra adamı sopalamaya koyulmuş ve sonra da şöyle demiş: Buna elbiselerini giydirin ve onu bir deve semeri üzerinde taşıyarak kabilesine götürün. Sonra bir hatib kalkıp şöyle desin: Şüphesiz ki Sabiğ ilim öğrenmek istemiş, ancak isabet ettirememiştir. Bu şahıs daha önceleri kavmi arasında ileri gelen birisi olduğu halde aralarında sıradan bir kişi olup gitti. Amir b. Vasile'den rivâyete göre İbnu'l-Kevva,Ali (radıyallahü anh)'a: Ey mü’minlerin emiri, diye sormuş şu "yemin olsun tozutup, savuranlara"ne demektir? Ali(radıyallahü anh): Yazıklar olsun sana demiş. Sen bilgini arttırmak maksadıyla soru sor, işi zora koşmak maksadıyla soru sorma. " Yemin olsun tozutup savuranlara"âyetinde kastedilen rüzgarlardır. "Ağır yük taşıyanlar"dan kasıt bulutlardır. "Kolaylıkla akanlar" gemilerdir. "Emri paylaştıranlar" meleklerdir. el-Haris de Ali (radıyallahü anh)'dan şunu rivâyet etmektedir: "Yemin olsun tozutup savuranlara"dört ayaklılar yükü taşıdıkları gibi bulutlar da suyu taşırlar. "Kolaylıkla akanlara" bunlar da yüklü gemilerdir. "Emri paylaştıranlara" bunlar çeşitli emirler getiren meleklerdir.Cebrâîl gazabı, Mikail rahmeti, ölüm meleği de ölümü getirir, demektir. el-Ferrâ'' dedi ki: Denildiğine göre meleklerin çeşitli emirler getirmesi bolluk, kuraklık, yağmur, ölüm ve çeşitli olayları getirmeleridir. (1. âyetin lâfzından olmak üzere): "Rüzgar toprağı savurdu, savurur, savurmak" denilir. "Yemin olsun tozutup savuranlara"ve ondan sonraki âyetlerin birer kasem oldukları söylenmiştir. Şanı yüce Rabbimiz de herhangi bir şeye kasem edecek olursa, onun özel bir şerefi olduğunu tesbit etmiş olur. Anlamının: Tozutup savuranların Rabbine yemin olsun, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Âyetin cevabı ise: "Şüphesiz vaadolunduğunuz"yani size vaadolunan hayır, şer, mükâfat ve cezalar "elbette doğrudur." Onda herhangi bir yalan yoktur, âyetidir. “Elbette doğrudur" âyeti sıdk (gerçek)dır, demektir. Burada ism(-i fail) mastar konumundadır. "Ve şüphesiz ki din" amellerin karşılıklarının verilmesi "elbette gerçekleşecektir" gelip sizi bulacaktır. Daha sonra bir başka şeye yemin ederek: "Güzel yolları bulunan gök hakkı için gerçekten siz birbirini tutmayan sözler içindesiniz." (ez-Zariyat, 51/78) diye buyurmaktadır. "tozutup savuranların doğurgan kadınlar oldukları söylenmiştir. Çünkü onların saçıp savurmalarında (doğum yapmalarında) insanların dağılması (etrafa yayılması) sözkonusudur. Zira onlar böylelikle çocuklarını savurmaktadırlar. Bundan dolayı onlara "savuranlar" denilmiştir. Yüce Allah'ın onlara yemin etmesi ise onların sulblerinde salih kullarının hayırlı olanlarının bulunmasından dolayıdır. Hem erkek, hem kadının herbirisi aynı zamanda "savuran" olmakla birlikte, erkeklerin dışarda tutulup kadınların bu özellikle anılmalarının iki sebebi vardır: 1- Çünkü kadınlar erkeklerde bulunmayan kab olmak özelliğine sahihtir. İşte toplayıp savurma özellikleri kendilerinde bulunduğundan ötürü bilhassa kadınlar zikredilmiştir. 2- Onların savurma özelliği uzun bir süre devam etmekle beraber, onlarla erken yaştan itibaren temas kurulabilir. "Ağır yük taşıyanlar" bulutlar demektir. Yükleri ağırlaşması halinde gebe kadınlar diye de açıklanmıştır. "Sırttaki ya da karındaki yükün ağırlığı" anlamındadır. Mesela: "Ağır yükünü taşıyarak geldi" ile: "Devesine ağır yük vurdu" denilir. "Vikr: Ağır yük" çoğunlukla katır ve eşeğin yükü için kullanılır. "Vesk" ise deve yükü hakkında kullanılır. "Bu ağır yük taşımış kadın" demektir. "Hurma ağacının yemiş yükü" çoktur demektir. "Çok yemiş yüklenmiş hurma ağacı" denilir, şekli de nakledilmiştir, bu kıyasi değildir. Çünkü fiil (ağır yük yüklenme) hurma ağacınındır. "Kâf" harfi kesreli olarak: şeklindeki kullanım: "Yük taşıyan(hamile) kadın" demeye kiyasetidir. Çünkü ağacın taşıdığı yük (meyve) kadınların yüküne(hamileliğine) benzer. "Kâf" harfi üstün olarak şeklindeki söyleyiş ise şaz (istisnai)dir. Hurma ağaçlarını anlatan Lebid'in şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Su ile dopdolu bir yerde ve dalları birbirine bağlanmış(sanki) Yükler taşımışlar, onların kimisi de çok ağır(yemiş) yükü taşımış kapçıkları içindedir." Bunun çoğulu ...diye gelir, "Vav" harfi üstün olarak:" Kulaktaki ağırlık" demektir, " Kulağı sağırlaştı, sağır olur" demektir. Mastarının kıyasa göre harekeli gelmesi gerektiği halde sükun ile kullanılır. Daha önceden buna dair açıklamalar el-En'am Sûresi'nde (6/25. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Kolaylıkla akanlar" dan kasıt, gittiği yere rüzgarlar ile kolayca akıp giden gemilerdir, bulutlar olduğu da söylenmiştir. Bu görüşe göre bulutların kolayca akışı iki şekilde açıklanır: 1- Yüce Allah o bulutlan (dilediği şekilde) ülke ve bölgelere yürütür. 2- Onların yürütülmesindeki kolaylık demektir. Araplarca bilinen anlamı da budur, nitekim el-A'şa da şöyle demiştir: "Onun komşusunun evinden yürüyüşü sanki Bulutun yürüyüşü gibidir ki ne ağırdır, ne de çabuk(sükunetle gider.)" |