Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

506

 

047 - MUHAMMED SÛRESİ

 

CÜZ :

26

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MUHAMMED SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismi ile

İbn Abbâs'ın dediğine göre Medine'de inmiştir. Bu görüşü en-Nehhâs zikretmektedir.

el-Maverdî dedi ki:İbn Abbâs ve Katade dışında bütün müfessirlerin görüşüne göre(Medine'de inmiştir). Ancak onlar şöyle derler: Veda Haccından sonra Mekke'den çıkıp üzüntüsünden dolayı Beytullah'a ağlayarak baktığı sırada üzerine inmiş bir âyet-i kerîme bundan müstesnadır. İşte bu sırada ona:

"Seni (yurdundan) çıkartan ülkenden daha güçlü nice ülke vardı" (Muhammed, 47/13) âyeti indi,

es-Sa'lebî dedi ki: Bu sûre Mekke'de inmiştir. İbn Hibetullah bunu ed-Dahhak ve Said b. Cübeyr'den de nakletmiştir.

Otuzdokuz âyettir. Otuzsekiz olduğu da söylenmiştir.

1

Kâfir olup Allah'ın yolundan alıkoyanların amellerini(Allah) boşa çıkartır.

İbn Abbâs veMücahid dedi ki: Bunlar Mekkelilerdir. Allah'ın tevhidini inkar ettiler. Hem kendilerini, hem mü’minleri Allah'ın dini olan İslâm'dan ona girmeyi yasaklamak suretiyle- alıkoydular.es-Süddî de böyle açıklamıştır.

ed Dahhak dedi ki;

"Allah’ın yolundan" oraya gelmek isteyenleri engellemek suretiyle Beytullah'tan demektir.

"Amellerini boşa çıkartır" âyeti da şu demektir: Onların Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a karşı kurdukları hile ve tuzaklarını boşa çıkartmış ve planlarını başlarına geçirmiştir. Bu açıklamayı daed-Dahhak yapmıştır.

Onların akrabalık bağlarını gözetmek, esirleri kurtarmak, misafirlere ikramda bulunmak, himaye haklarını gereği gibi korumak türünden "üstün ahlaki değerler" diye adlandırdıkları işlerden, kâfir iken yaptıklarını boşa çıkartmıştır, diye de açıklanmıştır.

İbn Abbâs dedi ki: Ayet Bedir'de (savaşa katılanlara) yemek yedirenler hakkında inmiştir. Bunlar da oniki kişi idi; Ebû Cehil, el-Haris b. Hişam, Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Halefin iki oğlu Ubeyy ve Umeyye, Haccac'ın iki oğlu Münebbih ve Nubeyh, Hişam oğlu Ebû'l-Bahterî, el-Esved oğlu Zemaa, Hizanı oğlu Hakim ve Nevfel oğlu Amir oğlu el-Haris'dir.

2

Îman edip salih amel İşleyenler ve Muhammed'e indirilene -ki o Rabblerinden gelen hakkın ta kendisidir- îman edenlerin ise(Allah) günahlarını bağışlar ve hallerini ıslah eder.

"Îman edip salih amel işleyenler ve Muhammed'e İndirilene... Îman edenler" âyeti hakkında İbn Abbâs veMücahid: Bunlar ensardır, demişlerdir. Mukâtil : Bu özel olarak Kureyşl ilerden bir kesim hakkında inmiştir, demiştir. Her iki âyetin hem kâfir olan, hem de îman eden kimseler hakkında genel oldukları da söylenmiştir.

"Amellerini boşa çıkartır" iptal eder, hükümsüz kılar, anlamındadır. İlahi tevfikten onları alıkoyduğu için hidayetten uzaklaştırıp saptırdı, diye de açıklanmıştır.

"Salih amel işleyenler" âyetine gelince, burada kastedilenler ensardır diyenlerin görüşüne göre; bundan kasıt, meskenlerinde ve mallarında(muhacirleri) gözetmeleri demektir. Kureyşlilerden kimseler olduğunu söyleyenlerin görüşlerine göre de maksat, hicrettir. Genel olduğunu kabul edenlerin görüşüne göre ise, salih ameller yüce Allah'ı razı eden bütün amellerdir.

"Ve Muhammed'e indirilene... îman edenler..." Süfyanes-Sevrî'nin açıklamasına göre hiçbir hususta ona muhalefet etmeyenler, demektir. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın getirdiklerini doğrulayanlar, diye de açıklanmıştır.

"-Ki o Rablerinden gelen hakkın ta kendisidir-" âyeti ile, onların îman ettikleri hususların Rabblerinden gelen hakkın ta kendisi olduğu kastedilmektedir. Bir başka açıklamaya göre Kur'ân-ı Kerîm, Rabblerinden gelen hakkın ta kendisidir. Bundan dolayı kendisinden önceki kitapları neshetmiştir.

"Günahlarını bağışlar" îman etmeden önceki geçmiş günahların) bağışlar demektir.

"Ve hallerini" Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre durumlarını "ıslah eder."

Katade

"hallerini" diye açıklarken, İbn Abbâs "işlerini" diye açıklamıştır ki; bu üç açıklama birbirine yakındır. Bunlar dünyaları ile ilgili olan hususların düzeltileceği ve ıslah edileceği şeklinde tevil edilir.

en-Nekkaş, anlamın niyetlerini ıslah eder, şeklinde olduğunu nakletmiştir. Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:

"Eğer sevgi ile yönelirsen bana, benzeri ile yönelirim,

Eğer sen geri dönersen, ben de kendi halime dönerim."

Bu yoruma göre âyet, onların dinlerinin ıslah edilmesi anlamında yorumlanır.

("Hal" anlamı verilen) mastar gibi olup bundan türetilmiş bir fiil bilinmemektedir. Araplar ancak şiirde zaruret halinde bunun çoğulunu yaparlar ve derler.el-Müberred dedi ki: Bu lâfız bir başka konumda kalp anlamında olur. Mesela: "Filan kişi hatırıma gelmedi" denilirken kalbimden geçmedi, demektir. el-Cevherî dedi ki: Bu, nefsin rahatlığı anlamındadır. Mesela: " Filan kişi nefsi rahat kimsedir" denilir. Bu kelime aynı zamanda hal anlamında da kullanılır. Mesela: “ Halin nicedir?" denilir. Sözleri ise "bu aldırış ettiğim şeylerden değildir" anlamındadır. Yine bu kelime denizdeki büyük balıklardan bir balığın ismi(balina balığı) olup, Arapça değildir " Hoş kokunun konduğu kap" demektir. Aslı Farsça olup, Arapçalaştırılmıştır, Farsça aslı:şeklindedir. Ebû Züeyb dedi ki:

"Sanki onun sırtında miske batırılmış amberin bulunduğu bir kutu vardır da,

Sırtında omuzları arasından kokusu etrafa saçılıyor."

3

Bu böyledir. Çünkü kâfir olanlar batıla uymuşlardır. Îman edenler ise Rabblerinden gelen hakka uymuşlardır. İşte Allah insanlara misallerini böyle açıklar.

"Bu böyledir. Çünkü kâfir olanlar batıla uymuşlardır. Îman edenler ise Rabblerinden gelen hakka uymuşlardır"âyetinde ki:

"Bu" ref konumunda olup durum böyledir, anlamındadır. Yahutta daha önce sözü edilen saptırma, şaşırtma ve hidayetin sebebi budur: Kâfir batıla uymuştur, mü’min de hakka uymuştur. Batıldan kasıt şirktir, haktan kasıt da tevhid ve imandır.

"İşte Allah insanlara misallerini böyle açıklar." Yani yüce Allah insanlara iyiliklerin ve kötülüklerin durumunu bu yapılan açıklama gibi açıklamaktadır.

"Misalleri" lâfzındaki zamir, kâfirlere ve îman edenlere racidir.

4

İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun! Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde, artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın. Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar. Emir budur. Eğer Allah dileseydi, elbette onlardan intikam alırdı. Fakat kiminizi kiminizle sınamak için (cihadı emretti). Allah yolunda öldürülenlerin amellerini (Allah) asla boşa çıkartmaz.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Âyet-i Kerîmenin Önceki Buyruklarla İlişkisi ve Cihad Emri:

Yüce Allah her iki kesimi birbirinden ayırdedince

"inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun" âyeti ile kâfirlere karşı cihad etmeyi emretmektedir.

İbn Abbâs dedi ki: Kâfirler (inkar edenler) pullara tapan müşriklerdir.

İster müşrik olsun, isterse de herhangi bir antlaşma ve zimmet akdi bulunmayan bir kimse olup kitab ehlindenolsun, İslâm dinine muhalefet eden herkestir diye de açıklanmıştır. Bu görüşü el-Maverdî zikretmiş olup İbnu'l-Arabî de bunu tercih ederek şöyle demiştir: Bu husustaki âyetin genelliği dolayısı ile sahih olan görüş budur.

"Boyunlarını vurun" âyetinde

"vurun" (anlamı verilen) lâfzı mastardır. ez-Zeccâc dedi ki: Bu: "boyunları vurdukça vurun" demektir. Özellikle boyunların sözkonusu edilmesi ise ölümün çoğunlukla bu şekilde gerçekleşmesinden dolayıdır.

"Vurun" anlamındaki lâfzın iğra (teşvik) olmak üzere nasbedildiği de söylenmiştir. Ebû Ubeyde dedi ki: Bu bir kimsenin: "Ey nefis sabret" demesine benzer.

Bir görüşe göre de ifadenin takdiri: " Boyunları vurmaya bakın" şeklindedir.

Yüce Allah:

"Boyunları vurun" diye buyurup onları öldürün diye buyurmamıştır. Çünkü boyunların vurulması tabirinde, öldürün tabirinde bulunmayan bir sertlik ve bir çetinlik vardır. Bu ifade ile öldürmek, en ağır şekli ile canlandırılmaktadır ki; bu da boynun koparılması ve bedenin başı, üstü ve organlarının en mükemmeli olan bir organın uçurulması ile gerçekleşir.

2- Savaş Sonrası Esirlere Yapılacak Muamele:

"Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde" âyetinde geçen

"çokça öldürme" anlamındaki lâfza dair açıklamalar daha önceden el-Enfal Sûresi'nde

"Yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanıncaya kadar..." (el-Enfal, 8/67) âyeti ele alınırken açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

"Artık bağı sıkıca bağlayın!" Onları esir aldığınızda (böyle yapın), demektir.

"Bağ" " Bağlamak"dan isimdir, mastar da olabilir. " Onu bağladım, bağlamak" denilir. Kesreli olarak ise "bağ gibi kendisi ile bağlanılan şey"in ismidir. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî yapmıştır.

el-Cevherî dedi ki: " Bağ ile onu bağladı" demektir. Yüce Allah da;

"Artık bağı sıkıca bağlayın" diye buyurmuştur. "Vav" harfi esreli olarak; …. ise bir söyleyiş şeklidir.

Yüce Allah'ın bağın sağlamca bağlanmasını emretmesi, kaçıp kurtulmamaları içindir.

"Sonra" fidyesiz olarak ya serbest bırakmak suretiyle

"lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın." Sözün başında öldürme sözkonusu edildiğinden onunla yetinilerek burada ayrıca öldürmek sözkonusu edilmemiştir.

"Karşılıksız salmak" ile;

"Fidye almak" bir fiil takdiri ile nasbedilmiştir.(Meal de bu husus gözönünde bulundurularak yapılmıştır.)

(Fidye anlamındaki lâfız):(........) şeklinde "fe" harfi üstün ve kasır ile okunmuştur. Ya onlara lütfederek karşılıksız salıverinveya onlardan bir fidye alarak salın demektir.

Birilerinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Abdurrahman b. el-Eşas ile birlikte ayaklananlardan alınan esirler getirildiğinde Haccac'ın yanıbaşında duruyordum. Bu esirler dörtbinsekizyüzkişi idi. Onlardan yaklaşık üçbin kişi öldürüldü. Nihayet onun yanına Kindelilerden bir adam gelip, ey Haccac dedi. Yapılmış olan uygulamalar ve lütufkarlık(m ihmali) karşılığında Allah sana hayır göstermesin. Niye? deyince, şöyle dedi: Çünkü yüce Allah kâfirler hakkında bile:

"İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" diye buyurmaktadır. Allah'a yemin ederim sen ne fidyesiz lütfedip, karşılıksız bıraktın ne de fidye alarak serbest bıraktın. Halbuki sizin şairiniz kendi kavminin sahib olduğu üstün ahlaki değerleri anlatırken şöyle demişti:

"Öldürmeyiz esirleri fakat onları çözer, serbest bırakırız,

Ödenecek meblağların ağır yükü boyunlara ağır gelince."

Bunun üzerine el-Haccac şöyle dedi: Öf bu leşlerden. Bunlar arasında bunun gibi güzel söz söyleyecek kimse yok muydu? Geri kalanları serbest bırakın. O gün geri kalan esirler yaklaşık ikibin kişi idiler ve bu adamın bu sözü üzerine serbest bırakıldılar.

3- Bu Âyet-i Kerîmenin Yorumu ile İlgili Görüşler:

İlim adamları bu âyet-i kerimenin tevili ile ilgili beş ayrı görüş ileri sürmüşlerdir,

1- Bu âyet neshedilmiştir ve puta tapıcılar hakkındadır. Onların herhangi bir şekilde fidye karşılığında ya da karşılıksız olarak serbest bırakılmaları câiz değildir. Bu görüşün sahiplerine göre neshedici âyet yüce Allah'ın:

"Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün." (et-Tevbe, 9/5);

"Eğer bunları savaşta yakalarsan, onlara yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar." (el-Enfal, 8/57) ile

"Bununla beraber müşrikler ile... topluca savaşın" (et-Tevbe, 9/36) âyetleridir.

Bu görüş Katade,ed-Dahhak, es-Süddî, İbn Cüreyc ve el-Avfî'nin nakline göre İbn Abbâs'ın görüşüdür. Kûfelilerin çoğu da bu kanaattedir. Abdu’l-Kerîm el-Cevzi dedi ki: Esir alınan bir şahıs hakkında Ebû Bekir'e bir mektup yazıldı. Bu esirin şu kadar, şu kadar fidye karşılığında serbest bırakılmasının istendiğini sözkonusu ettiler. Ebû Bekir: Onu öldürün, dedi. Müşrik bir kimsenin öldürülmesi, benim şundan ve şundan daha çok sevdiğim bir şeydir.

2- Bu âyet-i kerîme bütün kâfirler hakkındadır ve ilim adamlarından bir topluluk ile rey ehli birtakım kimselerin kanaatine göre neshedilmiştir. Katade ve Mücahid de bunlardandır. Bunlar diyor ki: Müşrik esir alındığı takdirde fidye alınmayıp karşılıksız bırakılması da câiz değildir, fidye karşılığında serbest bırakılarak müşriklere geri dönmesine müsaade edilmesi de câiz değildir. Bunların görüşüne göre ancak kadın fidye karşılığında serbest bırakılabilir, çünkü kadın öldürülmez. Bunu nesheden âyet:

"Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 9/5) âyetidir. Çünkü bu âyet bu hususta sabit olmuş rivâyetler gereğince müşriklerle ilişkilerin sona erdirildiğini belirten son beraettir. O halde öldürülmeyeceği belirtilen kadınlar, çocuklar ve kendilerinden cizye alınabileceği belirtilen kimseler gibi, delilin ortada olduğu kimseler dışında, bütün müşriklerin öldürülmesi gerekir. Ebû Hanife'nin meşhur olan görüşü budur. Buna sebep ise müslümanlara karşı tekrar savaşa girebilmeleri korkusudur.

Abdurrezzak şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: BizeMa'merin, Katadeden naklettiğine göre:

"Sonraya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyetini:

"...yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar" (el-Enfal, 8/57) âyeti neshetmiştir.Mücahid de bunu:

"Artık müşrikleri nerede bulursanız, öldürün" (et-Tevbe, 9/5) âyetinin neshettiğini söylemiştir. Taberi. Tefsir. XXVI. 40. 41 el-Hakem'in görüşü de budur.

3- Bu âyet-i kerîme nasihtir (nesh edicidir). Bu açıklamayıed-Dahhak ve başkaları yapmıştır.es-Sevrî, Cuveybir'den, onun daed-Dahhak'tan rivâyet Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyeti neshetmiştir.

İbnu'l-Mübarek,İbn Cüreyc'den, onun daAtâ'dan naklettiğine göre;

"Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyeti gereğince müşrik öldürülmez. Ancak ya karşılıksız, ya da fidye karşılığında -yüce Allah'ın buyurduğu gibi- serbest bırakılır.

Eş'as dedi ki: el-Hasen esirin öldürülmesini boş karşılamaz ve:

"Sonraya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyetini okurdu.

Yine el-Hasen şöyle demiştir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. Şöyle buyurmuş gibidir: Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar boyunları vurun. Daha sonra da:

"Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın." el-Hasen'in iddiasına göre İmâm(İslâm devlet başkanı) esiri ele geçirdikten sonra öldürmek hakkına sahib değildir. Şu kadar var ki üç şıktan birisini tercih edebilir: Ya karşılıksız serbest bırakır yahut fidye karşılığında bırakırya da köleleştirir.

4-Said b. Cübeyr dedi ki: Kılıçla düşmanlardan çokça öldürüp onları kahretmedikçe, güçlerini kırmadıkça ne fidye karşılığında esir bırakılır, ne de esir alınır. Çünkü yüce Allah;

"Yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanıncaya kadar esirlerinden fidye) alması hiçbir peygambere yaraşmaz" (el-Enfal, 8/67) diye buyurmaktadır. Eğer bundan sonra esir alacak olursa, öldürmek ya da uygun göreceği diğer bir şıkka göre hüküm vermek hakkına sahihtir.

5- Ayet-i kerîme muhkemdir ve İmâm her durumda muhayyerdir. Bu görüşü Ali b. EbiTalha, İbn Abbâs'tan rivâyet ettiği gibi aralarında İbn Ömer, el-Hasen veAtâ'nın bulunduğu bir çok ilim adamı da ifade etmişlerdir. Malik, Şâfiî,es-Sevrî, el-Evzaî, Ebû Ubeyd ve başkalarının görüşü de budur, tercih edilen de budur: Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ile raşid halifeler bu şekilde uygurama yapmışlardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ukbe b. Ebi Muayt'ı, en-Nadr b. el-Haris'i Bedir günü elleri kolları bağlı olduğu halde öldürmüş, diğer Bedir esirlerini fidye karşılığında bırakmış, elinde esir bulunan Hanife oğullarından Sümame b. Üsal'i de karşılıksız serbest bırakmış, Seleme b. el-Ekva'dan bir cariye alarak onu birtakım müslümanlara karşı fidye vermiştir. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Mekkelilerden bir grub baskın yapmak istemiş, peygamber onları yakaladıktan sonra karşılıksız serbest bırakmıştı. Hevazinlilerden alınan esirleri de karşılıksız serbest bırakmıştı. Bütün bunlar sahih hadislerde sabit olup hepsi de el-Enfal Sûresi'nde (8/67. âyet, 2. başlık ve devamında) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

en-Nehhâs dedi ki: Bu görüş her iki âyetin de muhkem ve gereğince amelde bulunabilecek âyet olmalarını kabul etmeye göredir. Bu da güzel bir görüştür, çünkü nesih ancak kat'î bir şeye dayanılarak sözkonusu olur. Her iki âyet ile, birlikte amel etmek mümkün olduğu takdirde, nesih olduğunu söylemenin anlamı yoktur. Eğer bizler kâfirleri yakaladığımız yerde öldürmekle taabbüd edebileceksek onları öldürürüz. Eğer esir almak câiz ise o vakit esirin öldürülmesi de, köleleştirilmesi de fidye karşılığı veya karşılıksız serbest bırakılması da müslümanların menfaatine hangisi uygun ise- câiz olur. Bu görüş Medinelilerden, Şâfiî veEbû Ubeyd'den nakledilen bir görüştür. Ayrıca et-Tahavî bunu Ebû Hanife'nin görüşlerinden birisi olarak da nakletmektedir. Ancak ondan meşhur olan görüş daha önce kaydettiğimizdir. Başarı yüce Allah'tandır.

4- Savaş Ağırlıklarını Bırakınca;

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" âyeti hakkındaMücahid ve İbn Cübeyr şöyle demişlerdir: Bu, Îsa (aleyhisselâm)'ın çıkışı(kıyâmetin alameti olarak inişi)dir. YineMücahid'den nakledildiğine göre âyet: İslâm dini dışında hiçbir din kalmayıp bütün yahudi, hristiyan ve diğer din mensupları müslüman olup koyun kurdun tehlikesinden yana emin oluncaya kadar... demektir. Buna yakın bir görüş el-Hasen, el-Kelbî,el-Ferrâ'' ve el-Kisaîden de rivâyet edilmiştir. el-Kisaî: Bütün insanlar müslüman oluncaya kadar, demiştir, el-Ferrâ'' da: Bütün insanlar îman edinceye ve küfür yok olup gidinceye kadar diye açıklamıştır. el-Kelbî de şöyle demiştir: İslâm bütün dinlerin üstüne galip gelinceye kadar...el-Hasen: İnsanlar arasında Allah'tan başkasına ibadet eden kalmayıncaya kadar, diye açıklamıştır.

Âyet-i kerimedeki: “ Ağırlıkların silah anlamında olduğu söylenmiştir. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Sizler emin oluncaya ve silahlarınızı bırakıncaya kadar bağı sıkıca bağlayın.

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" âyetinin savaşan düşmanlar ağırlıklarını bfrakıncaya kadar anlamında olduğu söylenmiştir. Bu ise onların yenilmeleri yahutta anlaşma sonucunda silahlarını bırakmaları demektir. Savaş silah araç ve gerecine de "evzar: ağırlıklar" denilmiştir. Şair el-A'şa şöyle demiştir:

"Savaş için hazırladım ağırlıklarımı,

Uzunca mızraklar ve erkek atlar.

Ve ardı ardına giden develeri izleyen kafilenin arkasında,

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" âyetindeki

"ağırlıklar" demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü: “Ağırlık" demektir. "Kralın veziri" de bu kökten gelmektedir. Çünkü vezir hükümdarın ağırlıklarını yüklenir. Savaşın ağırlıkları ise, taşınmaları ağır olduğundan ötürü silahlardır.

İbnu'l-Arabî dedi ki:el-Hasen ve Atâ şöyle demişlerdir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır.Yani savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar boyunlarını vurun. Onları çokça öldürüp bitkin düşürdüğünüz vakit düğümü sıkı bağlayın. İmâmın esiri öldürmek hakkı yoktur. el-Haccac'dan rivâyet edildiğine göre o, öldürmek üzere Abdullah b. Ömer'e bir esir vermiş, o bunu kabul etmeyerek: Allah bize böylesini emretmiyor, dedikten sonra:

"Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın" âyetini okudu.

Biz (İbnu'l-Arabî) deriz ki: (Ancak) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)-başkasını- söylemiş ve uygulamıştır. Yüce Allah'ın karşılıksız ve fidye karşılığı serbest bırakılması ile ilgili açıklamasında, başka bir uygulama yapılmayacağı manası çıkmaz. Çünkü yüce Allah, zinada celd(sopa) hükmünü açıklamışken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da recm hükmünü açıklamıştır.İbn Ömer(in böyle söylemesi) el-Haccac'ın elinden böyle bir işi yapmak istemekten hoşlanmaması ihtimali ile olabilir. Bundan dolayı söylediği o sözlerle özürünü beyan etmiş olmaktadır. Rabbimiz en iyi bilendir.

"Emir budur. Eğer Allah dileseydi elbette onlardan İntikam alırdı." âyetinde geçen: " Emir budur" lâfzı önceden geçtiği üzere ref konumundadır. Durum az önce sözedip açıkladığım şekildedir, demektir. Bu lâfzın; "Bunu yapınız" anlamında mansub olduğu da söylenmiştir. Mübteda olması da mümkündür. O zaman bu, kâfirlerin hükmüdür, demek olur. Bu lâfız fasih konuşan bir kimsenin bir konudan bir başka konuya geçişi esnasında kullandığı bir kelimedir. Bu da yüce Allah'ın: "(Bu böyledir. Azgınlar için muhakkak en kötü dönüş yeri vardır" (Sad, 38/55) âyetine benzemektedir. Yani bu gerçektir ve Ben zâlimlere şunun şunun yapılacağını size bildiriyorum, demektir.

"...Elbette onlardan İntikam alırdı" âyeti savaş olmaksızın onları helâk ederdi, demektir.İbn Abbâs: Meleklerden bir ordu ile elbette onları helâk ederdi, diye açıklamıştır.

"Fakat kiminizi kiminizle sınamak için" yaniyüce Allah kiminizi kiminizle sınayarak -bizzat sûrenin kendisinde belirtildiği üzere- mücahidleri ve sabredenleri ortaya çıkartıncaya kadar savaşla sizin durumunuzu sınamak ve denemek için böyle yapmaktadır.

"Allah yolunda öldürülenlerin"Uhud'da öldürülen mü’minleri kastetmektedir

"amellerini asla boşa çıkartmaz."

" Öldürülenler" âyeti genel olarak; "(........): Savaşanlar" diye okunmuştur ki; Ebû Ubeyd'in tercih ettiği budur. Ancak Ebû Amr ve Hafs "kaf' harfi ötreli ve "te" harfi kesreli olarak: "Öldürülenler" diye okumuşlardır. el-Hasen de böyle okumuş olmakla birlikte, o çokluk anlamı ifade etmek üzere "te" harfini şeddeli okumuştur. el-Cahderî, Îsa b.Ömer ve Ebû Hayve ise "kaftan sonra "elif" getirmeksizin, "kaf" ve "te" harflerini: şeklinde ve "müşrikleri öldürenler" anlamında okumuşlardır.

Katade dedi ki: Bize nakledildiğine göre bu âyet-i kerîme, Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) dağ geçidinde iken Uhud günü inmiştir. O sırada aralarında hem yaralılar, hem de öldürülenler pek çoktu. Müşrikler de: Yücel ey Hubel, diye seslenmiş, müslümanlar da: Allah en yüce ve en büyüktür, diye karşılık vermişlerdi. Müşrikler: Bugün Bedir gününe karşılık olsun, zaten savaş bir o tarafa bir bu tarafa döner, dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Eşitlik yoktur deyiniz. Bizim ölülerimiz Rabbleri katında diridir, rızıklanırlar. Sizin ölüleriniz ise cehennem ateşinde azaplanırlar."Bunun üzerine müşrikler şöyle demişti: Bizim Uzzamız var, sizin ise Uzzanız yok deyince, müslümanlar: Allah bizim mevlamızdır, sizinse mevlanız yok, demişlerdi. Bu hususlar daha önce Al-i İmrân Sûresi'nde(3/152, âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

5

Onları doğruya İletecek ve hallerini ıslah edecek.

el-Kuşeyrî dedi ki:Ebû Amr'ın -bir önceki ayetteki-: "Öldürüldüler" şeklindeki okuyuşu uzak bir ihtimaldir. Çünkü yüce Allah:

"Onları doğru yola iletecek ve hallerini ıslah edecek" diye buyurmaktadır. Öldürülen bir kimse ise bununla nitelendirilmez. Başkası da şöyle demiştir: O zaman anlam şöyle olur: Allah onları cennete iletecektir yahutta onlardan geri kalanları iletecektir, yani onların hidayette olmalarını gerçekleştirecektir.

İbn Ziyad da şöyle demiştir: Kabirde Münker ve Nekire karşı cevab vermek noktasında onlara doğruyu gösterecektir.

Ebû'l-Mealî dedi ki: Bazan hidayet lâfzı mü’minleri cennete ulaştıran ve oraya götüren yolların mü’minlere gösterilmesi anlamı kastedilebilir. Bu kabilden olmak üzere yüce Allah mü’minlerin nitelikleri ile ilgili olarak: "Amellerini asla boşa çıkartmaz. Onları doğruya iletecek..." âyeti vardır. Yine yüce Allah'ın:

"Onlara cehennemin yolunu gösterin"(es-Saffat, 37/22) âyetinde geçen "hidayet" âyeti, onları oraya götürün, anlamındadır.

6

Ve onları kendilerine tanıttığı cennete girdirecek.

Yani onlar cennete girecekleri vakit, haydi kalacağınız konaklarınıza dağılırı, denilecek. Onların kalacakları konaklarını bilip tanımaları, cuma namazına katılanların evlerine döndükleri vakit, kendi evlerini bilip tanımalarından daha ileri derecede olacaktır. Bu anlamdaki açıklamayı Mücahid ve müfessirlerin çoğu yapmıştır. Buhârî’de bu görüşün doğruluğuna delil teşkil eden Ebû Said el-Hudrî'den gelen bir rivâyet yer almaktadır. O dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Mü’minler cehennem ateşinden kurtulacaklar ve cennet ile cehennem ateşi arasında bir köprü üzerinde alıkonulacaklar. Dünya hayatında iken kendi aralarındaki birtakım haksızlıkların (haksızlığa uğramış bulunan) birtakım kimselerin lehine kısas yapılır. Nihayet arındırılıp tertemiz edileceklerinde cennete girmelerine izin verilecektir. Muhammed'in nefsi elinde olana yeminederim ki, onlardan herhangi bir kimsenin cennetteki konağına giden yolu bilmesi, sizden herhangi birinizin dünyadaki evine giden yolu bilip tanımasından daha ileri derecede olacaktır." Buhârî, V, 2394; Müsned, III, 13, 57, 63, 74.

"Ve onları kendilerine tanıttığı cennete" âyetinin, herhangi bir istidlal olmaksızın, onu tanıyacak noktaya varıncaya kadar kendilerine açık seçik bildirdiği anlamına geldiği de söylenmiştir,

el-Hasen dedi ki: Yüce Allah dünyada cenneti, niteliklerini onlara tanıtmış bulunmakladır. Onlar oraya girecekleri vakit bu nitelikleriyle cenneti tanıyacaklardır.

Âyette hazfedilmiş ifadeler olduğu da söylenmiştir. Bu da şu demektir: Yüce Allah cennetin yollarını, meskenlerini ve onlara ait o cennetin evlerini tanıtmış bulunmaktadır. Buna göre muzaf hazfedilmiş olmaktadır.

Bu tanıtmanın bir kılavuz aracılığıyla olacağı da söylenmiştir. Bu ise kulun amelini yazmakla görevli olan melektir. Bu melek kulun önünde yürüyecek, kul da arkasından konaklayacağı eve varıncaya kadar gidecektir. Melek ona cennette kendisi için verilmiş olan herşeyi tanıtmış olacaktır. Ancak Ebû Said el-Hudrî'nin rivâyet ettiği hadis, bu kanaati reddetmektedir.

İbn Abbâs dedi ki:

"Kendilerine tanıttığı" çeşitli zevk verici şeyler ile kendilerine hoş kıldığı... demektir. Buradaki "tanıtmak" anlamındaki fiil hoş koku demek olan; alınmıştır. "Tadı hoş kılınmış (güzel pişirilmiş) yemek" demektir. Araplar bir yemeği tuz ve çeşitli tohumlarfa(baharat ve benzerleri ile) tadının güzelleştirilmesini anlatmak üzere: derler. Şair de bir adama hitab edip onu överken şöyle demektedir:

"Misk parçalarının kokusunu güzelleştirdiği(kadınların giydiği)

yensiz bir elbise gibi, sen de hoş kokulusun."

Bu tabirin, çokluğundan ötürü yemeğin üstüste yığılmasından geldiği de söylenmiştir. Mesela: " Üstüste ipekler" demektir. Bu da "at yelesi" demek olan "urfu'l-feras" gibi birbiri arkasında bulunan:(........)'den gelmektedir.

"Kendilerine tanıttığı" âyetinin kendilerine cennetle mükâfat verilmesi gerekecek şekilde itaate muvaffak kıldığı anlamına geldiği de söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre o, semada bulunanlara cennete gireceklerin, cennetteki lütuf ve ikramlarını, değerlerini açığa çıkarmak maksadı ile cennet verileceğini bildirmiştir.

Bir diğer açıklamaya göre de yüce Allah, itaat eden kullarına cennetin kendilerinin olacağını bildirmiştir, demektir.

7

Ey îman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir.

"Ey îman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder." Yani siz Allah'ın dinine yardım edecek olursanız, O da kâfirlere karşı size yardım eder (size zafer verir). Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın:

"Allah kendi(dini)ne yardım edene etbette yardım eder"(el-Hac, 22/40) âyetidir ki, daha önce geçmiş bulunmaktadır.

Kutrub dedi ki: Şâyet Allah'ın peygamberine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, demektir. Anlamlar birbirine yakındır.

"Ve" savaş esnasında

"ayaklarınıza sebat verir." İslâm üzere ya da Sırat üzere sebat verir, diye de açıklanmıştır. Maksadın güven duygusu ile kalblere sebat verilmesi olduğu da söylenmiştir. Buna göre ayaklara sebat verm ek savaş esnasında ilahi yardım ve desteği ifade eder. Daha önce el-Enfal Sûresi'nde (8/9-10. âyetin tefsirinde) bu anlamdaki açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Ayrıca yüce Allah o sûrede:

"Hani Rabbin meleklere: Şüphesiz ben sizinle beraberim, îman edenlere sebat verin... diye vahyediyordu" (el-Enfal, 8/12) diye buyurmaktadır. O sûrede arada bir vasıtanın (meleklerin) bulunduğunu belirtirken, burada böyle bir vasstadan hiç sözetmemektedir. Bu da yüce Allah'ın:

"De ki: Ölüm meleği sizin canınızı alır" (es-Secde, 32/11) diye buyururken, bir başka âyette:

"Allah sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren...dir" (er-Rum, 30/40) âyeti ile:

"O Allah ki ölümü ve hayatı yaratandır" (el-Mülk, 67/2) âyetinde bu araçtan süzetmemektedir. Buna benzer âyetler pek çoktur. Kısacası bir ve tek olarak Allah'tan başka fail(olayları yapan ve yaratan) yoktur.

8

Kâfir olanlara gelince, yüzleri üzere düşüp helâk olmak, hakkıdır onların. Amellerini de boşa çıkartmıştır.

"Kâfir olanlara gelince" anlamındaki âyetin mübteda olarak merfu olma ihtimali vardır. Daha sonra gelen

"Yüzleri üzere düşüp helâk olmak hakkıdır onların" anlamındaki âyetin açıkladığı fiil ile nasb konumunda olması da mümkündür. Sanki: Kâfir olanları da yüzleri üzere düşürüp helâk etmiştir, buyurulmuş gibidir,

"Yüzleri üzere düşüp helâk olmak hakkıdır onların" âyetinde fiil(bed)dua yolu ile mastar olarak nasbedilmiştir. Bu açıklamayı el-Ferrâ'' yapmıştır. Bu da: " Ona içecek ve mera olacak (şeyler) verilsin" gibidir. Bu âyetteki beddua tökezleyip düşen kimseye; söylenen:" Yerden kalkasıca" anlamındaki sözün zıddıdır. Şair el-A'şa demiştir

"Ona kalk demektense, düşüp de helâk olsun demek, daha uygun düşer."

Anlamı ile ilgili olarak on çeşit açıklamada bulunulmuştur: 1- İbn Abbâs ve İbn Cüreyc'e göre uzak olsunlar, 2- es-Süddî'ye göre kedere boğulsunlar, 3- İbn Zeyd'e göre bedbaht olsunlar, 4- el-Hasen'e göre Allah onlara ağır sözler söylesin, 5- Sa'leb'e göre helâk olsunlar, 6-ed-Dahhak ve İbn Zeyd'e göre hüsrana uğrasınlar, 7- en-Nekkaş'ın naklettiği bir açıklamaya göre onlar ne kadar çirkindirler, 8- Yineed-Dahhak'ın açıklamasına göre burunları yerde sürtülsün onların, 9- Yine Sa'leb'in açıklamasına göre kötülük onlara olsun, 10- Ebû'l-Aliye'ye göre bedbahtlık onların olsun.

"aşağı düşmek, alçalmak ve tökezleyip, düşmek" anlamında olduğu söylenmiştir, İbn es-Sikkit dedi ki: Bu yüzüstü yıkılmak anlamındadır. Buna karşılık ise "başı üstüne yıkılması" demektir. Yine İbnu's-Sikkit: "Helâk olmak" anlamına gelir, demiştir. el-Cevherî dedi ki: Bunun asıl anlamı yıkılmak demektir. Bu da ayağa kalkmanın, dikilmenin zıt anlamlısıdır. Bu fiil "ayn" harfi üstün olarak "şeklinde kullanılır. "Allah onu yüzüstü yere yıksın" demektir, Mücemmi' b. Hilal dedi ki:

"Ben onu can yoldaşından ayırdım da diyor ki o:

Ey Mücemmi' sen beni yüzüstü yıktığın gibi, sen de yüzüstü, yıkılasın."

"Allah onu yakasını bırakmayacak şekilde bir helake maruz bıraksın" denilir.

el-Kuşeyrî dedi ki: Bazıları "ayn" harfi esreli olarak; diye bu fiilin kullanılabileceğini de kabul etmişlerdir.

Derim kiEbû Hüreyre'nin rivâyet ettiği hadiste de böyledir. Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Dinara, dirheme, kadifeye, çizgili elbiseye köle olan, kahrolup helâk olsun. (Çünkü) böyle bir kimseye verilecek olursa hoşnut olur, verilmezse hoşnut olmaz."Bu hadisi Buharî rivâyet etmiştirBuhârî, III, 1057, V, 2364; İbn Mace, II, 13K5 (yakın lâfızlarla)

Bu hadisin rivâyet yollarından birisinde de şöyle denilmektedir: " Düşüp helâk olsun, başaşağı yıkılsın, (bir tarafına) diken batsa o dikenini çıkaran olmasın." Bu hadisi deİbn Mace rivâyet etmiştir. İbn Mace, II, 13K6.

"Amellerini de boşa çıkartmıştır."Onları iptal etmiştir. Çünkü onların amelleri şeytana itaatti.

" Helâk olmak" âyetinin başına "fe" harfinin gelmesi: "dülar" lâfzındaki mübhemlikten ötürüdür. "Amellerini de boşa çıkartmıştır" âyetinin haber şeklinde gelmesi de: " lâfzına göredir. Çünkü bu, lafzen bir haberdir. Buna göre "fe" harfinin gelmesi manaya göredir. "Boşa çıkartmıştır" âyeti da lâfza göredir.(Mealde de bu görülebilmektedir.)

9

Bu böyledir. Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini hoş görmediler. Bundan dolayı amellerini boşa çıkartmıştır.

Yani bu saptırmanın ve yüzleri üzere düşürülüp helâk edilmelerinin sebebi, onların

"Allah'ın indirdiği" kitab ve şeriatleri

"hoş görme" meleridir.

"Bundan dolayı amellerini" Mescid(-i Haram'ı) imar etmek, misafirleri ağırlamak, Allah'a yakınlaştırıcı türden olan çeşitli ameller gibi davranışlarını

"boşa çıkartmıştır." Çünkü yüce Allah ancak mü’minin yaptığı salih ameli kabul eder.

"Amellerini boşa çıkartmıştır"ifadesinin, putlara ibadelerini boşa çıkartmıştır, anlamında olduğu da söylenmiştir.

10

Acaba onlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah onları toptan helâk etmiştir. Kâfirlere de onların benzerleri vardır.

Yüce Allah imanın gereğine dikkat çekmek üzere mü’min ve kâfirin hallerini açıkladıktan sonra, ibretle dikkat etmekten sözetmektedir. Yani bunlar Âd, Semud ve Lut kavmi ile diğerlerinin topraklarında, onların hallerinden ibret almak için dolaşmıyorlar mı? Kalbleriyle

"kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin" kendilerinden önceki kâfirlerin sonuçtaki hallerinin

"nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah onları toptan helâk etmiştir" ve kökten imha etmiştir. "Onu toptan helâk etti, mahvetti" ile kullanımı aynı anlamdadır.

Daha sonra yüce Allah Mekke müşriklerini tehdit ederek:

"Kâfirlere de onların benzerleri vardır." Yani öncekilere yapılan bu işin -yok edip helâk etmek- benzeri vardır.

ez-Zeccâc ve et-Taberî dediler ki: " Benzerleri"lâfzındaki "he" zamiri akıbete racidir.Yani Kureyş kavminden kâfir olanlara, îman etmeyecek olurlarsa, geçmiş ümmetlerin yalanlamalarının akıbetinin benzeri sözkonusudur. (Bunların başlarına da onun gibisi gelecektir).

11

Bu böyledir. Çünkü Allah îman edenlerin velisidir, kâfirlerin ise velisi yoktur.

Yani Allah îman edenlerin gerçek dostu ve yardımcısıdır. Abdullah b. Mesud'un kıraatinde:

"Bu böyledir. Çünkü Allah îman edenlerin velisidir" şeklindedir. Burada "mevla (veli)" yardımcı demektir. Bu açıklamayıİbn Abbâs ve başkaları yapmıştır. Şair de şöyle demiştir:

"Önündeki ve arkasındaki her iki yolun da,

Korkuya karşı kendisinin mevlası (velisi, dost ve yardımcısı) olacağını zannetti."

Katade dedi ki: Bu âyet-i kerîme, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud gününde dağdaki geçitte bulunduğu sırada müşriklerin: Bir güne karşılık, bir gün. Bizim Uzzamız var, sizinse Uzzanız yok, diye bağırdıklarında, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de: "Deyin ki: Allah bizim mevlamız (dost ve yardımcımızdır. Sizin ise mevlanız yok" demesi üzerine inmişti ki, daha önceden (4. âyetin tefsirinin sonlarında) geçmiş bulunmaktadır.

"Kâfirlerin ise velisi yoktur."Allah'a karşı kimse onlara yardımcı olamaz.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç