Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

505

 

046 - AHKÂF SÛRESİ

 

CÜZ :

26

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

29

Hatırla ki cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlesinler dîye sana yöneltmiş idik. Onun huzuruna geldiklerinde: "Susup dinleyin" dediler.(Okunması) bitirilince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

"Hatırla ki cinlerden bir grubu... sana yöneltmiş idik" âyeti Kureyş müşriklerine bir azardır. Yani cinler Kur'ân'ı dinlediler, ona îman ettiler, onun Allah'tan geldiğini bildiler de siz ise hâlâ yüz çevirmekte ve küfür üzere ısrar etmektesiniz.

" Yöneltmiş idik" sana yönlendirmiş, sana doğru göndermiş idik, demektir.

Bu şöyle olmuştu; İleride de geleceği üzere cinler semadan yapılan alevli atışlar ile oradan hırsızlama yoluyla söz dinlemek imkanından mahrum bırakılmışlardı. Îsa'dan sonra peygamberimizinpeygamber olarak gönderildiği vakte kadar bu işten engellenmiş değillerdi.

Müfessirler yaniİbn Abbâs, Said b. Cübeyr, Mücahid ve başkaları der ki: Ebû Talib öldükten sonra Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) tek başına Taife giderek Sakiflilerden kendisine yardımcı bulmaya çalışmıştı. Abd Yalil, Mesud ve Hubeyb'in -ki bunlar Amr b. Umeyroğulları olup, kardeş idiler- yanına gitti. Yanlarında da Cumahoğullarına mensub Kureyşli bir kadın bulunuyordu. Onları îmana davet etti ve kavmine karşı kendisine yardımcı olmalarını istedi.

Onlardan birisi: Şayet Allah seni peygamber olarak göndermiş ise ben de Kabe'nin elbiselerini yırtan olayım, dedi. Diğeri: Allah senden başka peygamber gönderecek kimse bulmadı mı, dedi.

Üçüncüsü ise: Allah'a yemin ederim, ebediyyen seninle tek bir kelime dahi konuşmayacağım. Eğer Allah dediğin gibi seni peygamber olarak göndermiş ise sen, sana cevab veremeyeceğim kadar büyük ve değerli bir kimsesin. Eğer yalan söyleyen bir kimse isen benim seninle konuşmam gerekmez, dedi.

Daha sonra serserileri, köleleri kışkırtarak ona sövmelerini, onunla alay etmelerini sağladılar. Pek çok kimse başına toplandı ve Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe'ye ait bir bahçeye sığınmak zorunda bıraktılar. Cumahoğullarından olan kadına: "Senin kayınlarından (hısımlarından) nedir bu çektiğimiz" dedi. Sonra da şöyle dua etti:

"Allah'ım! Kuvvetimin zayıflığını, çaremin azlığını, insanlar nazarındaki değersizliğimi Sana şikayet ediyorum. Ey merhametliler merhametlisi! Sen mustaz'afların da Rabbisin, benim de Rabbimsin, beni kime bırakıyorsun? Bana surat asıp kaba davranacak bir kuluna mı, yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana gazab etmemişsen hiçbirisine aldırmıyorum. Bununla birlikte Senin vereceğin esenlik benim için daha rahattır, Gazabının üzerime inmesinden yahut öfkene maruz kalmaktan, yüzünün nuruna sığınırım. Benden razı olacağın vakte kadar Senden razılık diliyorum. Sen güç vermezsen ben Sana itaat edemem, Sen bana kuvvet vermezsen masiyetinden uzak duramam."

Rabia'nın oğulları ona acıdılar ve Addas adındaki hristiyan olan bir kölelerine: Bir salkım Üzüm alıp şu tabağa koy ve o tabaği da git bu adamın önüne bırak, dediler. Addas üzümü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın önüne bırakınca, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Bismillah" dedikten sonra yemeye koyuldu. Addas onun yüzüne baktıktan sonra şunları söyledi: Allah'a yemin ederim, bu belde ahalisi bu sözü söylemiyor. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Addas! Sen hangi ülke ahalisindensin ve dinin nedir?" diye sordu. Addas: Ben Ninova ahalisinden hıristiyan birisiyim, dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "O salih adam Mettaoğlu Yûnus'un şehrinden öyle mi?" dedi. Addas: Mettaoğlu Yûnus'un kim olduğunu sen nereden biliyorsun? diye sordu.Peygamber: "O benim kardeşimdir. O da birpeygamberdi, ben de birpeygamberim,"Addas eğilip peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın başını, ellerini, ayaklarını öpmeye koyuldu. Rabia'nın oğulları ona: Ne diye böyle yaptın? diye sordular. O da şu cevabı verdi: Efendim yeryüzünde bundan daha hayırlı bir kimse yoktur. Bana bir peygamberden başka hiçbir kimsenin bilmediği bir hususu haber verdi.

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Şakulilerden bir hayır geleceğinden yana ümit kesince, oradan ayrılıp gitti. Nihayet Baln-i Nahle'ye varınca, geceleyin kalkıp namaza durdu, Nasibinli cinlerden bir grub onun yanından geçti. Buna sebeb ise daha önce cinlerin semadan hırsızlama söz dinlemeleri idi. Sema himaye altına alınıp alevli atışlara maruz kalınca İblis şöyle dedi: Semada meydana gelen bu olay yeryüzünde meydana gelen bir şeyden dolayıdır. Bunun üzerine durumu öğrenmek maksadıyla etrafa kafileler gönderdi. Bunların ilki Nasibinli kafile idi. Bunlar ise cinlerin eşrafı olup, Tihame tarafına gönderilmişlerdi. Batn-ı Nahle'ye ulaşınca, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın orada sabah namazım kılmakta olduğunu gördüler ve Kur'ân okuduğunu duydular. Ona kulak vererek: Dinleyin, dediler.

Bir kesim de şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cinleri uyarıp korkutmak, onları yüce Allah'a davet etmek ve onlara Kur'ân-ı Kerîm okumak ile emrolundu. Yüce Allah da Ninova tarafından bir grub cinni ona yönlendirdi ve onun huzurunda biraraya gelmelerini sağladı. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben bu gece cinlere Kur'ân okumak istiyorum. Sizden kim benimle beraber gelir" diye buyurdu. Hazır bulunanlar başlarını önlerine eğdiler. İkinci defa sözlerini tekrarladı, yine başlarını önlerine eğdiler. Bu sefer üçüncü bir defa sözlerini tekrarlayınca, yine başlarını önlerine eğdiler. İbn Mes’ûd; Ben ey Allah'ın Rasûlü, dedi. İbn Mes’ûd dedi ki; Onunla beraber benden başka kimse bulunmadı. Mekkenin üst taraflarına varıncaya kadar yola koyulduk. Oraya varınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) el-Hacun yolu diye adlandırılan bir dağ yoluna girdi. Bana bir çizgi çizdi ve onun içinde oturmamı emrederek: "Yanına çıkıp gelinceye kadar bunun dışına çıkma" diye buyurdu. Sonra yanımdan ayrılıp gitti. Ayakta durdu ve Kur'ân okumaya başladı. Ben kanat çırpışları içerisinde aşağı doğru eğilen ve yürüyen, kartala benzer varlıklar görmeye başladım. Bir takım gürültüler ve homurdanmalar duydum. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir zarar geleceğinden korktum. Onu oldukça kalabalık gölgeler kapattı ve benimle onun arasında engel oldular. Nihayet onun sesini duymaz oldum. Sonra bulut parçaları gibi parça parça gitmeye koyuldular. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) tanyeri ağarınca, işini bitirmiş oldu. "Uyudun mu" dedi. Ben Allah'a yeminederim ki hayır, dedim. Defalarca İnsanlardan yardım istemeyi içimden geçirdim. Nihayet senin onları asan ile dürtükleyip, onlara oturun dediğini duyunca (vazgeçtim). Peygamber şöyle buyurdu: "Eğer (o çizginin) dışına çıkmış olsaydın, onlardan birisinin seni kapmayacağından emin olamazdın." Sonra: "Bir şey gördün mü?" diye sordu. Ben: Evet ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Ben baldırları arasından beyaz elbiseler dolayıp giyinmiş siyah adamlar gördüm. Şöyle buyurdu: "İşte onlar Nasibin cinleridir benden yiyecek ve azık istediler.

Ben de artık çürümeye yüz tutmuş bütün kemikleri büyük baş hayvan ve küçük baş hayvan pisliklerini de onlara verdim." Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanlar bizim aleyhimize olarak bunları pisletiyorlar, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)kemik ve hayvan pisiiği ile istincada bulunmayı yasakladı. Ben: Ey Allah'ın Peygamberi, dedim. Peki bunların onlara faydası ne? şöyle buyurdu: "Onlar ne kadar kemik bulurlarsa, mutlaka o kemiğin yendiği günkü haliyle üzerinde et bulurlar. Ne kadar pislik bulurlarsa, mutlaka onun içinde yendiği günkü tanesini de içinde bulurlar." Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Çok büyük bir gürültü ve patırtı duydum, şöyle buyurdu: "Cinler kendi aralarındaki bir maktul hakkında karşılıklı davalaştılar. Benim hükmüme başvurdular, ben de aralarında hak ile hüküm verdim." Sonra Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) def-i hacet için gitti, sonra yanıma geldi. "Beraberinde su var mı?" dedi. Ey Allah'ın Peygamberi dedim. Yanımda bir miktar hurma nebizi bulunan bir matara var, dedim. Ondan ellerine döktüm, abdest aldıktan sonra şöyle buyurdu: "Bu hoş ve temiz bir meyvedir, suyu da tertemizdir."

Bu manadaki bir rivâyeti Mamer,Katade ve Şu'be'den onlar da yineİbn Mes’ûd'dan rivâyet etmişlerdir. AncakMa'mer'in rivâyetinde hurma nebizinden sözedilmemektedir.

Ebû Osman en-Nehdî'den rivâyet edildiğine göreİbn Mes’ûd (Sind tarflarında siyah bir dağ olan) Zut'u görünce (oradakiler için) bunlar nedir? diye sordu. Bunlar Zutlulardır dediler. O da şöyle dedi: Cin gecesinde gördüğüm cinler dışında bunlara benzer kimse görmedim. Onlar biri diğerinin arkasından süratle gidiyorlardı.

Darakutnî de Abdullah b. Lehia'dan şöyle dediğini zikretmektedir: Bana Kays b. el-Haccac anlattı, o Hareş'ten, o İbn Abbâs'tan, oİbn Mes’ûd'dan rivâyet ettiğine göre(İbn Mes’ûd)Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a cin gecesinde nebiz ile abdest almak üzere su dökmüş, peygamber de onunla abdest almış ve: "Hem bir içecektir, hem de temizdir" diye buyurdu. İbnu Lehia'nın rivâyeti delil gösterilmez. Darakutni, I, 76.

Yine aynı senetle İbn Mes’ûd'dan rivâyete göre İbn Mes’ûd cin gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İle birlikte çıktı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Ey İbn Mes’ûd! Beraberinde su var mı?" diye sormuş, o da: Mataramda nebiz var, demiş Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Ondan elime dök" diye buyurmuş ve abdest aldıktan sonra; "O hem bir içecektir, hem de tertemizdir"diye buyurmuştur. Bunu sadece İbn Lehia (münferiden) rivâyet etmiş olup, İbn Lehia'nın hadis rivâyeti zayıftır.Darakutni, IT 76.Darakutnî dedi ki: Denildiğine göreİbn Mes’ûd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ile birlikte cin ve başkalarının da ondan rivâyet ettiğine göre o: Ben cin gecesinde bulunmadım, demiştir. Darakutni, I, 76. Bize Ebû Muhammed b. Said anlattı, bize Ebû'l-Eş'as anlattı, bize Bişr b. el-Fadl anlattı, bize Davud b. Ebi Hind, Amir'den anlattı, oAlkame b. Kays'dan dedi ki: Abdullah b. Mesud'a sordum: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a cinnin davetçisi geldiğinde sizden herhangi bir kimse onunla birlikte hazır mıydı? O, hayır dedi. Darakutni dedi ki: Bu sahih bir isnad olup, bu senedin ravilerinin adaletinde görüş ayrılıkları yoktur. Darakutni, I, 77

Amr b. Murre'den dedi ki: Ben Ebû Ubeyde'ye sordum: Abdullah b. Mesud cin gecesinde hazır bulundu mu? diye. O, hayır dedi. Darakutni, I, 77.

İbn Abbâs dedi ki: Cinler Nasibin cinlerinden yedi kişi idiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)onları kendi kavimlerine elçi tayin etti.

Zirr b. Hubeyş dedi ki; Bunlar dokuz kişi olup, birileri Zevbaa'dır. Katade; Bu cinler Ninova halkından idiler, demiştir. Mücahid ise Harran ahalisinden, İkrime de Musul Cezire'sinden demişlerdir.

Sayılarının yedi olduğu söylenmiştir. Bunların üçü Necranlılardan, dördü ise Nasibinlilerden idi.

İbn Ebi'd-Dünya'nın rivâyetine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadiste -Nasibini de sözkonusu ederek- şöyle buyurmuştur: "Orası önüme kaldırıldı ve nihayet ben onu gördüm. Yüce Allah'tan buranın yağmurunu çoğaltmasını, ağacını yeşil kılmasını, nehrini daha da bollaştırmasını diledim."

es-Süheylî dedi ki: Bunların yedi kişi oldukları söylenir. Yahudi idiler, müslüman oldular. İşte bundan dolayı:

"Mûsa'dan sonra indirilmiş" (Ahkaf, 46/30) demişlerdir.

Denildiğine göre isimleri şöyledir: Şasir, Masir, Mengi, Maşi ve Ahkab. Bu beşinin ismini İbn Düreyd zikretmiştir. Amr b. Cabir de bunlardan birisidir ki, bunu da İbn Selam, Ebû İshak es-Sebiî, o hocalarından, oİbn Mes’ûd yoluyla zikretmiştir. Buna görePeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabından bir grub ile birlikte yürümekte iken önlerinde bir fırtına yükseldi. Sonra ondan daha büyük bir fırtına geldi, aniden öldürülmüş bir yılan gördüler. Bizden bir adam hemen ridasını(üzerindeki cübbeyi) ortadan yarıp, o yılanı bir parçası ile kefenleyip defnetti. Gece karanlığı bastırınca iki kadın birbirine soruyordu: Sizden hanginiz Amr b. Cabir'i defnetti. Biz: Amr b. Cabir'in kim olduğunu bilmiyoruz dedik. Şöyle dediler: Eğer siz bu işle ecir almayı ümit ediyor idiyseniz, onu elde ettiniz. Cinlerin fasıkları, mü’minleri ile çarpıştılar da Amr öldürüldü. İşte o gördüğünüz yılan odur. Bu kişi de Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Kur'ân'ı işitip sonra da kendi kavimlerine uyarıcılar olarak geri dönen kimselerden birisi idi.

İbn Selam bir başka rivâyet kaydederek onu kefenleyen kimsenin Safvan b. el-Muattal olduğunu belirtmiştir.

Derim ki: es-Sa'lebî de bu haberi buna yakın ifadelerle zikrederek şöyle demiştir; Sabit b. Kutbe dedi ki; Birtakım kimseler İbn Mes’ûd'a gelerek şöyle dediler: Bizler bir yolculukta idik, kanlarına bulanmış bir yılan gördük. Bizden bir kişi onu alıp gömdü. Bazı kimseler gelip: Hanginiz Amr'ı defnetti? diye sordu. Biz, Amr kim? dedik, Onlar: Sizin filan yerde defnettiğiniz yılandır, dediler. O kişi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Kur'ân'ı dinlemiş kişilerdendi, Müslüman ve kâfir iki cin kabilesi arasında bir savaş olmuştu, o da öldürülmüştü. Bu haberde belirtildiğine göreİbn Mes’ûd yolculukta olmadığı gibi, definde de bulunmuş değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İbn Ebi'd-Dünya Tabiînden ismini verdiği bir kimseden şunu nakletmektedir: Bir yılan susuzluktan soluyarak çadırına girdi, ona su içirdi, ondan sonra da bu yılan öldü, o da o yılanı defnetti. Geceleyin ona birileri geldi, ona selam verip, teşekkür etti. O yılanın, ismi Zevbaa olan Nasibin cinlerinden bir adam olduğunu ona bildirdi.

es-Süheylî dedi ki: Ömer b. Abdu’l-Aziz (radıyallahü anh)'ın faziletleri hakkında bize birtakım rivâyetler ulaşmıştır. Bize Ebû Bekr b. Tahir el-îşbilî'nin naklettikleri rivâyetlerden birisine göreÖmer b. Abdu’l-Aziz düz bir yerde yürüyorken ölü bir yılan görmüş. Onu elbisesinden bir parçaya sararak kefenleyip gömmüş. Aniden birisinin şöyle dediği duyulmuş: Ey Serik! Şehadetederim ki Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sen düzlük bir arazide öleceksin. Seni salih bir insan kefenleyecektir." Allah'ın rahmeti üzerine olsun sen kimsin? diye sormuş. Sesin sahibi şu cevabı vermiş: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Kur'ân'ı dinleyen cinlerden bir adamım. Bunlardan geriye bir ben bir de Serik kaldık. İşte Serik de ölmüş bulunuyor.

Âişe(radıyallahü anha) odasında Kur'ân okurken kendisini dinlemekte olan bir yılanı öldürdü. Rüyada ona şöyle denildi: Sen Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna gelmiş cinlerden mü’min bir kişiyi öldürdün. Şöyle dedi; O kimse eğer mü’min birisi olsaydı, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hareminin huzuruna girmezdi. Ona şöyle denildi: O ancak sen örtülü iken senin bulunduğun yere girdi ve ancak zikri dinlemek için geldi. Âişe dehşet içerisinde sabahı etti ve birtakım köleler satın alarak onları azad etti.

es-Süheylî dedi ki: Bu cinlerin isimlerinden hatırımıza gelenleri zikrettik. Eğer bunlar yedi kişi iseler el-Ahkab onlardan birisinin sıfatıdır, özel bir isim değildir. Çünkü bizim az önce sözünü ettiğimiz isimler el-Ahkab ile birlikte sekiz kişidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Derim ki: Hafız İbn Asakir, Tarih’inde (Tarih-i Dımaşk'ında.) şunu zikretmektedir: Hame b. el-Him b. el-Akyas b. İblis. Denildiğine göre cinlerin mü’minlerinden olup Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşanlardandır. Peygamber ona el-Vakıa, el-Mürselat, en-Nebe, et-Tekvir, el-Fâtiha ve el-Felak ve en-Nas sûrelerini öğretmiştir. Nakledildiğine göre o Habil'in öldürülmesinde hazır bulunmuş, birkaç yaşında küçük bir çocuk iken onun kanına ortak olmuş, Nûh ile karşılaşıp, onun vasıtası ile tevbe etmiş. Hud, Salih, Yakub, Yusuf, İlyas, İmrân oğlu Mûsa ve Meryem oğlu Îsa (hepsine selam olsun) ile de karşılaşmış.

el-Maverdî,Mücahid'den naklen onların isimlerini zikrederek şöyle demektedir: İsimleri: Hisi, Misi, Minşi, Sasır, Masır, Erd, Enyan ve Ahkam'dır. Bu isimleri İbnu's-Simak diye bilinenEbû Amr Osman b. Ahmed zikrederek şöyle demiştir: Bize Muhammed b. el-Bera anlattı, dedi ki: Bize ez-Zübeyr b. Bekkar anlattı, dedi ki: Hamza b. Utbe b. Ebi LehebRasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna gelmiş bulunan Nasibin cinlerinin isimlerini sayarken şöyle diyordu: Hisi, Misi, Şasir, Naşir, Efhar, Erd ve Enyal.

"Onun" Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın

"huzuruna geldiklerinde" demektir. Bu da "telvinu'l-hitab" Telvinul-Halah (iltifat): Gaihden muhataba, iniih.iialit.Liii j;aibe geçişin gerçeklettiği bir anlatım lâfzıdır. (Dr. İn’am Fevval Akkavi, el-Mu'cemu'l-Mufassal fi Ulumi’l-Belağa, Beyrut, 1413/1992, s. 207 vd.)kabilindendir. Kur'ân'ın okunmasında hazır bulunup onu dinlediklerinde diye de açıklanmıştır.

"Susup dinleyin, dediler." Yani biri diğerine Kur'ân'ı dinlemek için susun, dedi. İbn Mes’ûd dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Batnu Nahlede Kur'ân okuyorken onun yanında bulundular. Kur'ân'ı dinleyince: "Susup dinleyin" dediler. Bunlar yedi kişi idiler ki bunlardan birisi Zevbea'dır. Yüce Allah:

"Hatırla ki cinlerden bir grubu Kur'ân'ı dinlesinler diye sana yöneltmiş idik. Onun huzuruna geldiklerinde susup dinleyin dediler" âyetini

"...işte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler" (el-Ahkaf, 46/32) âyetine kadar indirdi." Darakutni, İlel, V, 54; Rivâyetlerinin çoğunlukla Abdullah b. Mesuda kadar ulaşmayıp ondan önceki ravi oları zirr’e kadar ulaştığına dikkat çekmektedir

Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sözüne kulak vermek için: Susup dinleyin, dediler diye de açıklanmıştır, anlam birbirine yakındır.

"Bitirilince de..." anlamındaki âyeti Lahid b. Humeyd ile Hubeyb b. Abdullah b. ez-Zübeyr, "kaf" ve "dat" harflerini üstün olarak: " Bitirince de..." diye okumuşlardır ki; Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) namazdan Önce(Kur'ân okumasını bitirince), demektir. Çünkü cinler söz hırsızlamasına karşı semanın koruma altına alınması üzerine bunu gerektirenin ne olduğunu öğrenmek üzere etrafa çıkıp dağılmışlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazında Kur'ân okuyorken, Batn-ı Nahle vadisine geldiler, yedi kişi idiler. Onu dinledikten sonra, korkutup uyarıcılar olmak üzere kavimlerine geri döndüler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan haberdar olmamıştı.

Şöyle de açıklanmıştır: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a cinleri uyarıp korkutması ve onlara Kur'ân-ı Kerîm'i okuması emrolununca, yüce Allah ondan Kur'ân'ı dinlemeleri ve dönüp kavimlerini uyarıp korkutmaları için cinlerden bir topluluğu ona yönlendirdi. O da onlara Kur'ân'ı okuyup bitirince cinlere kavimlerinden geride bıraktıkları kimselerin yanına gitmek üzere onun emriyle ayrılıp gittiler. Maksatları da Kur'ân'a muhalefet etmekten kavimlerini uyarmak ve korkutmak, îman etmedikleri takdirde Allah'ın azabından onları sakındırmaktı. İşte bu, onlarınPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a îman elliklerine ve onları onun gönderdiğine delildir. Bu hususa da onların söyledikleri:

"Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisinin çağrısını kabull edin ve ona îman edin" (Ahkaf, 46/31) sözleridir. Çünkü bu olmasaydı, onların kavimlerini uyarıp, korkulmaları sözkonusu olmazdı.İbn Abbâs'tan gelen ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın onları kavimlerine elçiler olarak gönderdiğine dair rivâyet daha önce de geçmiş bulunmaktadır. Buna göre cin gecesi iki ayrı gecedir. Bu anlamda yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.Müslim'in, Sahih'inde de ileride

"De ki: bana şu vahyolundu..."(el-Cin, 72/1) âyetinde açıklanacağı üzere buna delalet edecek rivâyet bulunmaktadır.

Yine Müslim'in Sahih'inde Ma'n'dan şöyle dediği zikredilmektedir: Babamı şöyle derken dinledim:Mesrûk'a: Kur'ân'ı dinledikleri gece cinlerin varlığını Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a kim bildirdi, diye sordum. O dedi ki; Bana baban -yaniİbn Mes’ûd'un- anlattığına göre onların hazır bulunduklarını ona bir ağaç bildirdi Müslim, 1, 333; Ebû'l-Haerac el-Mizzi, Tehzibıt'l-Kemal, XXVIII, 335.(doğrusunu en iyi bilen Allah'tır).

30

Dediler ki: "Ey kavmimiz! Biz Mûsa'dan sonra İndirilmiş olup kendinden öncekileri doğrulayan, hakka ve dosdoğru yola ileten bir kitab dinledik.

"Dediler ki: Ey kavmimiz! Biz Mûsa'dan sonra indirilmiş olup... bir kitab dinledik." Bu

"kitab"tan kasıt, Kur'ânı Kerîm'dir. Onu dinleyenler de Mûsa'ya îman eden kimselerdi.Atâ dedi ki: Bunlar yahudi idiler, müslüman oldular. Bundan dolayı

"Mûsa'dan sonra İndirilmiş olup.,."dediler. İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre de cinler, Îsa (aleyhisselâm)'ın durumunu işitmemişlerdi. Bundan dolayı

"Mûsa'dan sonra İndirilmiş olup"dediler.

"Kendinden öncekileri" yani Tevrat'ı

"doğrulayan hakka" hak dine

"ve dosdoğru yola" Allah'ın dosdoğru dinine

"ileten bir kitab dinledik."

31

"Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul edin ve ona îman edin. Günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan kurtarsın."

"Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul edin." Kasıt Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. Bu da onun cinlere de, insanlara da peygamber olarak gönderilmiş olduğunu göstermektedir. Mukâtil dedi ki: Yüce AllahMuhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan önce hem cinlere, hem insanlara bir peygamber göndermiş değildir.

Derim ki:Müslim'in Sahih'inde yer alan Cabir b. Abdullah el-Ensarî'nin şöyle dediğine dair rivâyet onun bu sözüne delil teşkil eder: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Benden önce hiçbir kimseye verilmemiş beş özellik verildi. Benden önceki her peygamber özel olarak kendi kavmine gönderilirdi. Ben ise kırmızı tenli, siyah tenli herkese gönderildim. Benden Önce hiçbir kimseye ganimet helâl olmadığı halde bana helal kılındı. Yeryüzü de benim için hoş ve temiz bir temizlenme aracı (teyemmüm) ve mescid kılındı. Herhangi bir kimse namaz vaktine erişti mi nerede ise namazını orada kılar ve bir aylık mesafeden (düşmanımın kalbine salınan) korku ile yardıma mazhar oldum ve bana şefaat verildi."Müslim, I, 370;Buhârî, I, 12H, tf)8;Dârimi, I, 174; Nesâî, I, 210; Müsned, Hl, 301(2) Müslim, 1, 371;

Mücahid dedi ki; "Kırmızı ve siyah"tan kasıt, cinler ve insanlardır. Ebû Hüreyre'nin rivâyetiyle bu hadisteki ifadeleri "Ve bütün yaratılmışlara peygamber olarak gönderildim ve peygamberler benimle son buldu" Tirmizî, IV 123.şeklindedir.

"Ve ona" o davetçiye

"îman edin." O da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır.

"Ona" lâfzının Allah'a îman edin, anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna delil de yüce Allah'ın:

"Günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın" âyetidir.İbn Abbâs dedi ki: Kavimlerinden yetmiş kişi onların çağrılarını kabul etti. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a geri döndüler ve el-Batha'da onunla karşılaştılar. Onlara Kur'ân-ı Kerîm'i okudu, emirler verdi, yasaklar bildirdi.

Cinler İçin Mükellefiyet Var mıdır?:

Bu âyet-i kerimeler emir, yasak, mükâfat ve ceza bakımından cinlerin de insanlar gibi olduklarını göstermektedir,el-Hasen dedi ki: Mü’min cinler için ateşten kurtulmanın dışında bir mükâfat yoktur. Buna da yüce Allah'ın:

"...günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan kurtarsın." âyeti delil teşkil etmektedir. Ebû Hanife de bu görüşü kabul etmiş olup şöyle demektedir; Cinlerin cehennem ateşinden kurtarılmaktan başka bir mükâfatları yoktur. Sonra onlara -hayvanlara denileceği gibi-: Toprak olunuz, denilecektir.

Başkaları şöyle demiştir: Kötülük yaptıkları takdirde cezalandırılacakları gibi, iyilik yapmaları halinde de tıpkı insanlar gibi mükâfatlarını alacaklardır. Malik, Şâfiî veİbn Ebi Leyla bu kanaati benimsemiştir.ed-Dahhak da şöyle demiştir: Cinler cennete girecekler ve yerler, iterler.

el-Kuşeyrî dedi ki: Doğrusu bu husus, hakkında kesin bir şey söylenemeyecek konulardandır. Bunun hangisinin doğru olduğunu ancak Allah bilir.

Derim ki; Yüce Allah'ın:

"Herkese işlediklerine göre dereceleri vardır." (el-En'am, 6/132) âyeti cinlerin de mükâfat alacaklarına, cennete gireceklerine delil teşkil etmektedir. Çünkü bu âyetin öncesinde yüce Allah:

"Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi okuyan, bugününüzün gelip çatacağını bildirip sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?..." (el-En'am, 6/132) diye buyurduktan sonra devamında:

"Herkese işlediklerine göre dereceleri vardır" diye buyurmaktadır.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar yüce Allah'ın İzniyle er-Rahmân Sûresi'nde (55/31- âyetin tefsirinde) gelecektir.

32

"Kim Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul etmezse o yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakıcı değildir. Onun O'ndan başka dost ve yardımcıları da olmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler."

"Kim Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul etmezse o yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakıcı değildir." Yani Allah(ın azâbın)dan kurtulamaz, O'nun önüne geçemez.

"Onun O'ndan başka" kendisini Allah'ın azabından kurtarabilecek

"dost ve yardımcıları da olmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler."

33

Peki, göklerle yeri yaratmış ve onları yaratmaktan dolayı yorulmamış olan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler mi? Evet, muhakkak ki O, her şeye güç yetirendir.

"Peki, göklerle yeri yaratmış ve onları yaratmaktan dolayı yorulmamış olan Allah'ın, Ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler mi?" âyetindeki "görmek" fiili, bilmek anlamındadır. "Allah" lâfza-i celalinden önce gelen: …ile ismi ve haberi, "görmek" anlamındaki fiilin alması gereken iki mef'ûlün yerini tutmaktadır.

Bu âyet öldükten sonra dirilişi inkar edenlere karşı bir delil getirmektedir.

"Yorulmamış" âyeti acze düşmemiş, onları yoktan var etmekten dolayı zaafa düşmemiş demektir. Uygun olan şekli ve yolu bulamamayı anlatmak üzere; "İşi için uygun olan şekli bulamadı" denilir. Sonunun (ye'lerinin) idgamlı kullanılması daha çoktur. Çoğul halinde şeddesiz olarak denilebileceği gibi, şeddeli olarak) da denilebilir. Şair de şöyle demiştir;

"Güvercin yumurtasını ne yapacağını bilemediği gibi,

Onlar da işlerinin içinden nasıl çıkacaklarım bilemediler."

(........); İşimi ne şekilde çözeceğimi bilemedim" demektir. "O beni yordu, şaşırttı" anlamına gelir.

el-Hasen("yorulmamış" anlamı verilen âyeti); diye "ayn" harfini esre, "ye" harfini de sakin (med harfi) olarak okumuştur ki, bu kullanım şekli çok az, hatta şazdır. Aynu'l-fiilin(üç harfli fiillerin ikinci harfinin) i'lal ile "lamu'l-fiilin' (fiilin üçüncü harfinin) de tashih edilerek kullanımı ancak; "Gaye, âyet" gibi çok az isimlerde görülen bir şeydir. Fiilde kullanımı ise sadece el-Ferrâ'nın zikrettiği bir beyitte görülmüştür. O da şairin şu beyitindedir:

"O sanki diğer kadınlar arasında bir altın külçe sidir,

Evinin avlusunda yürür de nereye gideceğini bilmez(ya da yorulur)"

" Kadir olduğunu" âyetinin başındaki "be" harfi ile ilgili olarakEbû Ubeyde ve el-Ahfeş şöyle demişlerdir: Be lekid maksadıyla fazladan getirilmiştir.Yüce Allah'ın: " şahid olarak Allah yeter" (en-Nisa, 4/166) âyeti ile; "(......): Yağ veren" (el-Mu'minun, 23/20) âyetindeki "be" gibi.

el-Kisaî,el-Ferrâ'' ve ez-Zeccâc ise buradaki "be" harfinde âyetin baş taraflarındaki istifham ve inkarın yerini tutan bir özellik vardır, demişlerdir. Yineez-Zeccâc şöyle demektedir: Araplar bunu inkar (cahd) ile birlikte kullanır ve; " Ben Zeyd'in ayakta olduğunu zannetmiyordum" derler. Ancak -Zeyd'in ayakta olduğunu zannettim anlamında demezler. Burada hem: nefy edatı, hem de edatı geldiğinden be tekid içindir. İfade de: " Allah kadir değil midir?" takdirindedir.

Yüce Allah'ın;

"Göklerle yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kadir değil midir?" (Yasin, 36/81) âyeti gibidir.

İbn Mes’ûd, el-A'rec,el-Cahderî, İbn Ebi İshak ve Yakub bu lâfzı: Güç yetirir (âyet-i kerîme meali içinde: güç yetirdiğini)" diye okumuşlardır. Ebû Hatim de bu okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü; haberinde "be" harfinin girmesi pek güzel görülmez. Ebû Ubeyd ise genel okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü bu âyet, Abdullah b. Mesud'un kıraatinde: şeklinde be'sizdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

34

Kâfirlerin ateşe arzolunacakları günde: "Bu hak değil miymiş?" Onlar: "Rabbimize yemin olsun ki evet..." derler. "O halde; inkar edegeldiklerînizden ötürü azâbı tadınız" der.

"Kâfirlerin ateşe arzolunacakları gün" yani onlara arzolunacakları gün ve kendilerine

"Bu hak değil miymiş" denileceğini hatırlat.

"Onlar: Rabbimize yemin olsun ki, evet derler."

Bunun üzerine onlara bu gerçeği söyletmek üzere soru soran şöyle diyecek:

"O halde inkar edegeldiklerinizden"kâfir olmanızdan

"ötürü azabınızı tadın, der."

35

Peygamberlerden büyük azim sahiplerinin sabrettiği gibi sen de sabret ve bunlar İçin acele etme! Onlar kendisi ile tehdit olundukları şeyi görecekleri gün sanki yalnızca bir gündüzün bir saati kadar kalmışlar gibi gelecek onlara. Bu, yeterli bir tebliğdir. Fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi ki?

"Peygamberlerden büyük azim sahiplerinin sabrettiği gibi sen de sabret!" âyeti hakkında İbn Abbâs dedi ki; Büyük azim sahipleri kararlı ve sabırlı kimseler demektir.Mücahid dedi ki: Bunlar beş tanedir: Nûh, İbrahim, Mûsa, Îsa ve Muhammed (aleyhimu's-selam)dır. Aynı zamanda bunlar bağımsız şeriat sahibi peygamberlerdir.

Ebû'l-Aliye dedi ki:

"Büyük azim sahibipeygamberler (ulu’l-azm)"; Nûh, Hud ve İbrahim'dir.Yüce Allah peygamberine dördüncüleri olmasını emretmiştir. es-Süddî bunlar altı kişidir: İbrahim, Mûsa, Davud, Süleyman, Îsa ve Muhammed'dir -hepsine Allah'ın salat ve selamlan olsun- demiştir.

Bir görüşe göre bunlar: Nûh, Hud, Salih, Şuayb, Lut ve Mûsa'dır. Bunlar el-Araf ve eş-Şuara sûrelerinde belli bir sıra halinde sözü edilen peygamberlerdir.

Mukâtil dedi ki: Bunlar altı kişidir. Nûh uzun bir süre kavminin eziyetlerine karşı sabretti. İbrahim ateşe karşı sabretti. İshak boğazlanmaya sabretti. Yakub çocuğunun kaybolmasına, gözlerinin gitmesine sabretti. Yusuf kuyuya atılmaya, zindana atılmaya sabretti. Eyyub hastalığa karşı sabretti.

İbn Cüreyc dedi ki: İsmail, Yakub ve Eyyub bunlar arasındadır. Yûnus, Süleyman, Âdem ise bunlardan değildir.

en-Nehaî, el-Kelbı ve yine Mücahid şöyle demişlerdir: Bunlar savaşmakla emrolunarak îman ve küfrü, mü’min ve kâfiri açıkça ortaya koyup kâfirlerle cihad eden kimselerdir.

el-En'am Sûresi'nde (6/83. âyetinden itibaren) sözü edilen seçkin peygamberlerdir, de denilmiştir. Bunlar ise onsekiz kişidir. İbrahim, İshak, Yakub, Nûh, Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Mûsa, Harun, Zekeriya, Yahya, Îsa, İlyas, İsmail, el-Yesa, Yûnus ve Lut'dur. Bundan sonra gelen:

"İşte bunlar Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidayetine uy!" (el-En'am, 6/93,) âyeti dolayısıyla el-Hasen b. el-Fadl bu görüşü tercih etmiştir.

Yine İbn Abbâs şöyle demiştir: Bütün rasûller büyük azim sahibi peygamberlerdi. Ali b. Mehdî et-Taberî de bu görüşü tercih etmiş ve şöyle demiştir: Burada "peygamberlerden"anlamındaki âyetin başına; "...den" lâfzının girmesi teb'îd (kısmilik) bildirmek için değil, cinsi bildirmek içindir. Nitekim: "Ben kumaştan rida ve ipekli yünden giyecekler satın aldım" derken de bu anlamda kullanılmıştır. Buna göre âyet; peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret, demektir.

Metta oğlu Yûnus dışında bütün peygamberlerin büyük azim sahibi peygamberler oldukları da söylenmiştir. Çünkü Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a onun gibi olması yasaklanmış bulunmaktadır. Çünkü o kavmine kızarak ayrılıp gittiğinde, bir çeşit aceleciliği ortaya çıkmıştı. Yüce Allah da onu üç şey ile sınamıştı: Amalikalılan ona musallat kılmış ve onun ailesine ve malına baskın düzenlemişlerdi. Kurdu oğluna musallat etmiş ve kurt da oğlunu yemişti. Balığı ona musallat kılmış ve onu yutmuştu. Bu açıklama Ebû'l-Kasımel-Hakim'e aittir.

Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Büyük azim sahibi peygamberler Şam bölgesinde İsrailoğullarına gönderilip İsrailoğullarının kendilerine karşı çıktığı oniki peygamberdir. Yüce Allah da peygamberlere: Ben İsrailoğullarının isyankarları üzerine azabımı gönderiyorum, diye vahyetti. Bu husus rasûllere ağır gelince, yüce Allah da kendilerine: Kendiniz için tercihte bulunun diye vahyetti: Arzu ederseniz size azâb indirir, İsrailoğullarını kurtarırım, dilerseniz sîzi kurtarır, azâbı İsrailoğullarına indiririm. Kendi aralarında danıştılar, azâbın üzerlerine inip Allah'ın İsrailoğullarını kurtarması noktasında görüş birliğine vardılar. Yüce Allah da İsrailoğullarını kurtarıp opeygamberlere azâbı indirdi. Bu da üzerlerine yeryüzü krallarını musallat etmesiyle olmuştu. Kimisi testerelerle biçildi, kimisinin başının ve yüzünün derisi soyuldu, kimisi ölünceye kadar ağaçlara asıldı (çarmıha gerildi), kimisi ateşle yakıldı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

el-Hasen dedi ki: Büyük azim sahibi peygamberler dörttür, İbrahim, Mûsa, Davud ve Îsa. İbrahim'e:

"Teslim ol, denilince, o da Âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti." (el-Bakara, 2/131) Daha sonra malında, çocuğunda, vatanında ve canında imtihanlara maruz kaldı. İmtihana maruz kalıp sınandığı bütün hususlarda sözünü eksiksiz yerine getirdiği ve verdiği sözde durduğu ortaya çıktı.

Mûsa'ya ise kavmi:

"İşte şimdi kıstırıldık, dediler. O: Asla, muhakkak Rabbim benimledir, bana doğru yolu gösterecektir, dedi" (eş-Şuara, 26/61-62) deyince, azim sahibi olduğu ortaya çıkmıştı,

Davud'a gelince, o bir hata işledi. O hatasına dikkati çekilince, gözyaşlarından bir ağaç bitip yetiştirinceye ve kendisi onun gölgesinde oturuncaya kadar kırk yıl süre ile ağlayıp durdu.

Îsa'nın azmine gelince, o bir taş üstüne taş koymayıp "bu gelip geçilen bir yoldur. Siz buradan gelip geçiniz, burayı imar etmeyiniz" demişti.

Bu âyetiyle yüce Allah rasûlüne şöyle buyuruyor gibidir: Sabret, yani imtihan olunduğun hususlarda İbrahim gibi doğru ve sözüne bağlı kal. Mûsa'nın güvendiği gibi mevlanın yardımına güven. Davud'un üzülüp kederlendiği gibi sen de geçmişteki yanılgılarından ötürü üzül. Îsa'nın zühdü gibi dünyada zahid ol.

Diğer taraftan bu âyetin, kılıç âyeti(savaşı emreden) ile nesholduğu söylendiği gibi, muhkem olduğu da söylenmiştir. Daha kuvvetli görülen, mensuh olduğudur. Çünkü sûre Mekke'de inmiştir.

Mukâtil 'in naklettiğine göre de bu âyet, Uhud günü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a inmiş, yüce Allah ona gelen musibete karşı büyük azim sahibi rasûllerin sabrettiği şekilde sabretmesini -onun karşı karşıya kaldığı durumu kolaylaştırmak ve ona sebat vermek maksadıyla- emir buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"Ve bunlar için acele etme!" Mukâtil , onlara beddua etmek suretiyle... diye açıklamıştır. Başlarına azâbın getirilmesi hususunda... diye de açıklanmıştır. Çünkü nihayet onların azapla karşılaşacakları en uzak süre kıyâmet günüdür.

"Acele etme" anlamındaki fiilin mef'ûlü "azâb" anlamındaki lâfzı olup hazfedilmiştir.

"Onlar kendisi ile tehdit olundukları şeyi" Yahya azâbı, en-Nekkaş ahireti diye açıklamıştır.

"Görecekleri günde sanki" kendilerine azâb gelinceye kadar dünyada -ki bu Yahya'nın açıklamasının gereğidir. en-Nekkaş'a göre- hesab için diriltilecekleri vakte kadar kabirlerinde;

"yalnızca bir gündüzün bir saati kalmışlar gibi gelecek onlara" Bu, kıyâmet gününe nisbetle böyle olacaktır. Azâbı görecekleri vakit karşı karşıya kalacakları dehşetin dünyada kaldıkları uzun süreyi kendilerine unutturmuş olacağı da söylenmiştir.

Daha sonra:

"Bu yeterli bir tebliğdir." Yani bu Kur'ân yeterli bir tebliğdir. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır. Buna göre: “Bir tebliğdir" âyeti hazfedilmiş bir mübtedaya göre refedilmiştir. Bunun delili de yüce Allah'ın:

"İşte bu insanlara yeterli bir tebliğdir. Onunla uyarılsınlar..," (İbrahim, 14/52) âyeti ile;

"Gerçekten bunlar ibadet eden bir topluluk için yeterli bir tebliğdir" (el-Enbiya, 21/106) âyetleridir.

"Belağ" tebliğ anlamındadır.

Bu kadar kalış yeterlidir, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Îsa yapmıştır, Buna göre:

"Bu yeterli...dir" âyeti ile: " Gündüz" üzerinde vakıf yapılır.

Ebû Hatim'in naklettiğine göre de kimisi: "Acele etme" âyeti üzerinde vakıf yaptıktan sonra: "Bunlar için" âyeti ile: "Bunlar için ulaşacakları nihai bir vakit vardır" anlamında okumaya geçmiştir.

İbnu'l-Enbarî der ki: Ancak bu bir yanlışlıktır, çünkü böylelikle: "Belağ (tebliğ)" ile ref edici(haberin başına gelmiş) olan "lam" arasında onlarla ilgisi olmayan ifadeler girmiş ve böylelikle bunlar birbirlerinden ayrılmış olmaktadırlar.

Arapça açısından bu lâfzın şeklinde nasb ile ve şeklinde cer ile okunması da mümkündür, Nasb ile: şeklinde mastar(mef'ûl-i mutlak) yahutta "saat'in sıfatı olarak okunur. Mastar olarak kabul edilirse anlam şöyle olabilir: "Yalnızca gündüzün bir saati gibi... bu eriştirilmeleri takdir olunmuş bir süredir..." Sıfar olursa: "Yalnızca... eriştirilmderi takdir olunmuş bir süre kadar kalmışlar gibi..." şeklinde meallendirilebilir. Cer ile okunması halinde ise: " Ulaştırılacak günden bir süre..." anlamında olur. Îsa b. Amr veel-Hasen nasb ile okumuşlardır. Kimi kıraat âlimlerinden, emir olarak: 'Tebliğ et!" diye okudukları da rivâyet edilmiştir. Bu kıraate göre: "Bir gündüzün" lâfzı üzerinde vakıf yapılır, sonra da: "Tebliğ et" âyeti ile okumaya yeniden devam edilir.

"Fasıklar"İbn Abbâs'ın ve başkalarının açıklamalarına göre Allah'ın emrinin dışına çıkanlar "topluluğundan başkası helâk edilir mi ki?"

İbn Muhaysın fiili kavme isnad ederek: "...topluluğundan başkası helâk olur mu" diye okumuştur.

İbn Abbâs dedi ki: Bir kadının doğumu güçleşecek olursa, bir sahifeyc şu iki âyet ve şu iki kelime yazılır, sonra bunlar su ile yıkanarak ondan o kadına içirilir. Sözkonusu(âyetler ve kelimeler şunlardır):

"Rahmân ve rahim Allah'ın ismi ile. Azim, Halim ve kerim olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve büyük Arş'ın rabbi olan Allah her türlü eksiklikten münezzehtir.

"Onlar onu görecekleri gün, bir(günün) akşamından veya kuşluğundan başka durmamışlar gibi gelecek onlara." (en-Naziat, 79/46);

"Onlar kendisi ile tehdit olundukları şeyi görecekleri gün sanki yalnızca bir günün bir saati kadar kalmışlar gibi gelecek onlara. Bu yeterli bir tebliğdir, fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi ki?" Sadakallahu’l-azîm."

Katade'den nakledildiğine göre; yüce Allah ancak kendisini helake sürükleyen bir müşriki helâk eder, demektir.

Allah'ın rahmetine umutlandırmak bakımından, en güçlü âyetin bu olduğu söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Ahkâf Sûresi'nin sonu.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç