11O Gökleri ve yeri yaradan, size kendilerinizden çiftler yapmış, en'amdan da çiftler, sizi o suretle üretip duruyor, onun misli gibi bir şey yoktur ve o öyle semî' öyle basîrdir (.......) o Gökleri ve Yeri yaradan (.......) sizin için kendilerinizden, ya'ni kendi cinsinizden yine insan olarak (.......) çiftler, dişiler yaratmıştır. - Hakkınızda minnete lâyık bir ni'met. maamafih bu insanlara mahsus değil (.......) en'amdan da çiftler -ya'ni en'am için de cinslerinden çiftler yaratmıştır. Yâhud sizin menfeatiniz için en'amdan da erkekli dişili sınıf sınıf eşler yaratmıştır. - Bu fıkranın zikrinde insanların hayvanlara müşareketi haysiyyetini bir ıhtar vardır. Çünkü izdivac ve tenâsül, esas i'tibariyle hayvanî bir haslettir.(.......) sizi onun içinde,ya'ni: zikrolunan bu yapı, bu tezvic tedbiri içinde zürriyyetlendirip üretiyor. Bu suretle sizin eşleriniz, emsalleriniz, evlâdlarınız oluyor, çoğalıyorsunuz, fakat (.......) onun misli gibi bir şey yok - doğrudan doğru onun misli bir şey bulunmak şöyle dursun ona benzer bile bir şey yoktur. Bu kavli kerîm nefyi teşbih ile tevhid ve tenzihte muhkem belîğ bir nasstır. Misline teşbihi nefiyden murad kendine teşbihi nefiyde mubalâğadır. Netekim (.......) senin gibi bir zat bahıllik etmez derler. Bununla onun zatından buhlün nefyini murad ederler, nefiyde mubalega kasdilye kinâye üslûbuna giderler. Bu ma'nâ lisanımızda da çok şayi'dir. Meselâ senin gibi bir zat ona tenezzül eder mi? desek sen ona tenezzül etmezsin demiş oluruz. Bunda mubalega ile beraber ba'zan ta'zîm de kasdedilir. Dolayısiyle nefiyde doğrudan doğru kendine nisbeti tesavvur bile caiz olamıyacağına bir işaret gibi incelik vardır. Ba'zan da bu bir istidlâl neş'esi verir, hattâ bu kinâye ma'nâsı o kadar kuvvetlidir ki, burada hakıkati üzere «Allah’a benzer bir şey yok» denilse idi kinâye tarıkile zatını nefî şâibesi bulunacağından dolayı güzel olmazdı. Sahib Keşşaf der ki, bunun kinâye olduğu ma'lûm olunca Allah gibi bir şey yok demekle misli gibi bir şey yok demek arasında kinâyenin verdiği faideden başka bir ma'nâ farkı olmadığı anlaşılır ki, ikisinin de ma'nâsı zatından mümaseleti nefîdir, Allah’ın misli yok demektir. (.......) MÜMASELET, hakıkatte iştirâk, ya'ni sıfati zatıyyede benzeyiştir, makamını tutabilecek surette ehassı sıfatta iştirâk diye de ta'rif edilmiştir. Bu izaha göre asıl ma'nâ mümaselet suretiyle teşbihi nefyolmuş oluyor. Bununla beraber mümaselete yakın bir surette teşbihin nefyi denilmek daha muvafıktır. Âlûsî der ki, min külli vechin müşabeheti nefiydir. Bunda her hangi bir şeyin ona eş olabilmesinin nefyi de dahildir. Bu âyetin makabline vechi irtibatı da budur. Bu sevk (.......) mazmunudur. Ebû ssüudun beyanına göre irtibatı şu ma'nâ iledir. Bu bedi' tedbirin cümlesinden bulunduğu şuunattan hiç bir şeinde onun misli yoktur. Ya'ni onun yaptığı gibisini yapacak yoktur (.......)Râgıbın hikâye eylediği diğer ma'nâya göre onun sıfatı gibi sıfat yoktur denilmesine de buna yakındır. Gerçi Allahü teâlânın ahlâk ve evsafından ılim ve irâde gibi ba'zıları ile insanın da vasıflandığı varsa da o sıfatların Allahü teâlâda ki, hakıkati insanlardaki gibi değildir. Buna bilhassa işaret için de buyuruluyor ki,(.......) ve o öyle semî' öyle basîrdir. - Ya'ni misli olmıyan semî' ve basîrdir. Mesmuatın ba'zısını değil, hepsini işitir. Mubsarat ve mevcudatın hepsini görür, hem insanlarda olduğu gibi âfaktan hassenin teessürü tarıkıyle değil, hudustan, tehayyül ve tevehhüm arî tam ve kadîm bir idrâk ile bilerek. Gerçi (.......) buyurulduğu üzere insanı bir semî' basîr yapmıştır. Fakat o böyle mec'ûl ve(.......) mantukunca yaradılıp duran semî' ve basîr değil, o sem'u basarları yaratan ve onları mülkünde zapt-u idâre eden misli yok kadîm, muhît, hakıkî bir semî' ve basîrdir. Edilen inâbeleri yapılan ilticaları işitir, bütün ihtiyacatı görür gözetir. 12Göklerin, Yerin kilidleri onun, rızkı dilediğine açar ve kısar, çünkü o her şey'i bilir (.......) onundur bütün Göklerin ve Yerin kilidleri - hiç kimsenin irişemediği, el süremediği hazîneleri, gizli servetleri (.......) kısar da - kimisine bol verir kimisine dar, ayni kimseye de ba'zı bol ba'zı dar.(.......) Çünkü o her şey'e alîmdir. - Hepsini her cihetiyle pek iyi bilir, her yaptığını gereği gibi bilerek yapar, her dileyişinde, dar vermesinde de bir hayr-u hikmet vardır. Bu cümle böyle makabline ta'lil, maba'dine de bir temhiddir ki, (.......) mantukunca iradî bir emr olan teşriın kemali ılmile de alâkasını gösterir. Ya'ni mücerred bir meşiyyet ve irâde değil, her şeyi bilen bir ılim ile müterafık bir hukm-ü hikmet ile 13Sizin için: dinden Nuha tavsıye ettiğini ve sana vahyeylediğimizi ve İbrahime ve Musâya ve Isâya tavsıye kıldığımızı teşri' buyurdu şöyle ki, dinî doğru tutun ve onda tefrikaya düşmeyin, müşriklere bu da'vet ettiğin emir ağır geldi, Allah ona dileklerini seçecek ve yüz tutanları ona hidâyetle irdirecektir (.......) sizin için teşrı' buyurdu. - Ey Rasûlüm Muhammed ve ümmeti! sizin hayr-ü menfeatiniz için şerîat olmak üzere vaz,u takrir buyurdu, açık yol umumî kanun yaptı:(.......) dînden Nuha tavsıye buyurduğunu(.......) ve sana vahyeylediğimizi - Sûrenin başında (.......) buyurulduğu üzere ta Nuhtan sana gelinciye kadar geçmiş ülül'azm Enbiyaya ve bâ husus(.......) İbrahime ve Musâya ve Isâya tavsıye ettiğimizi dîni ikame edin - kaim, dürüst, doğru kılın doğrultun, doğru tutun, doğru dîn tutun ve doğru tutun. DİN, ıhtiyarî fiıllerin iyiliğine veya kötülüğüne göre sonunda iyi veya kötü bir neticeye varacağına, sevab veya ıkab bir akıbete sebeb olacağına inanarak Hak teâlâ ındinde en güzel akıbete irmek için tutulacak yoldur. Bu suretle dîn insanları tabiatte cereyan eden cebr-ü ıztırar tazyiklerinin üstüne istekleriyle yükseltecek olan bur hurrıyyet yolu, ya'ni hurrıyyet ve irâdenin muvaffakıyyet ve mes'uliyyeti kanunudur. Onun için bütün tabiatlerin fevkında her şey'in halikı, (.......) her şey'e alîm olan Allahü teâlânın hukm-ü irâdesine yükselmeden doğru dîn bulunamaz. Dinin doğrusu (.......) diye beyan buyurulan sıratı müstakim, tevhid ile Allahü teâlânın hukmüne îman ve itaat,ya'ni islâmdır. Onu doğru tutmak da erkânını halelden muhafaza ederek âyât ve edillesinden doğrusunu anlayıp îman ve amelde ıhlâs ile tatbık etmektir. Doğru tutun (.......) ve onda tefrikaya düşmeyin - muhtelif hevalara veya müteaddid ilâhlara tabi' olup da asıl dîni ikame etmekte ıhtilâf çıkarmayın, dağılmayın - işte bu emr ile bu nehiy tâ Nuh aleyhisselâmdan Muhammedaleyhisselâma kadar gelen sahib şerîat Peygamberlerin hepsine emr-ü tavsıye olunan bir dîn kanunı esasisî, bir dîn şerîatidir ki, bütün Peygamberler bunu tatbık için gönderilmiş, hepsi zamanındaki dîn bozukluklarını düzeltmek için doğru dîn ile gelmiş, tefrikayı kaldırmak için tevhide da'vet eylemiştir. Her birinin zamanına göre şerîatlerinin furuatında yekdiğerini nâsıh muhtelif ahkâm bulunmakla beraber ümmeti Muhammede şerîat yapılan bu asılda bu islâm esasında hepsi müttefıktir. Muhyiddini Arabî Futuhati mekkiyyesinin sonunda vasıyyet babında bu âyetten başlıyarak der ki, Allahü teâlâ vasıyyet âmmede (.......) buyurdu. İmdi Hak sübhanehu ve telâ ikamei dini ki, o her zaman ve millette vaktın şer'ıdir, onun üzerinde ictima' etmemizi ve onda tefrika çıkarmamaklığımızı emreyledi. Çünkü (.......) dir. Kurt da sürüden ayrılan koyunu yer, ki, cemaatin bulunduğundan kaçıp uzaklaşarak yalnız kalandır. Bunun hikmeti: çünkü Allahü teâlânın ma'bud bir ilâh olarak düşünülmesi ancak esmai hüsnâsı haysiyyetiledir. Bu esmâi hüsnâdan muarra olması haysiyyetiyle değildir. Onun için esmâsının kesreti ile beraber aynını tevhid lâzımdır. O mecmuu ile ilâhdır. Bundan dolayı yedullah ya'ni kuvvet, cemaat iledir. Hukemâdan birisi vefat ederken evlâdına vasıyyet etti bir cemaat idiler, bana bir kucak değnek getirin dedi getirdiler, tuttu onları toplayıp bir deste yaptı, bunu böyle toplu olarak kırın dedi, kıramadılar sonra dağıttı birer birer kırın dedi, kırdılar, işte dedi siz de benden sonra böylesiniz, toplu olduğunuz müddetçe mağlûb olmazsınız, ayrıldınız mı düşmanınız fursat bulur, sizi mahveder. Ve işte dini tutacak olanlar da böyledir. İkamei dîn hususunda ictima edip de dağılmadıkları takdirde düşman onları kahredemez. İnsan kendi nefsinde de böyledir. Nefsinde kendini toplayıp da Allah’ın dinini ikameye azmettiği vakıt ne İnsten ne Cinden bir Şeytan vereceği vesvese ile onu iymanın ve Melekin müsaadesi karşısında mağlûb edemez (.......) (.......) Müşriklere ağır geldi (.......) o senin kendilerini da'vet edip durduğun şey - o putlardan o şirk ve tefrikadan vaz geçip tevhid ile islâma girmek, dini doğrultmak işi (.......) Allah ona: dînine veya kendisine dilediğini seçer, derer (.......) ve kim gönül verirse ona onu muvaffak kılar - o doğru yola onu çıkarır. 14Tefrikaya düşmeleri ise kendilerine ılim geldikten sonra sırf aralarında Bagy-ü ıhtırastan dolayıdır, ve eğer rabbından müsemmâ bir ecele kadar diye bir kelime geçmiş olmasa idi, aralarında hukmi kaza mutlak icra edilir bitirilirdi, arkalarından kitâba vâris kılınanlar da ondan işkilli bir şekk içindedirler (.......) O ayrılanların ayrılmaları ise - gerek Peygamberlere karşı ayrı baş tutarak muhalefet etmeleri, gerekse onların arkasından ümmetlerinin dînde tefrika çıkararak birbirleriyle uğraşmaları - başka bir sebeble değil (.......) ancak kendilerine ılim geldikten sonra - tefrikanın muzırr ve akıbeti fena olduğu Peygamberlerin tebligıyle ve hattâ bittecribe ma'lûmları olduktan sonra (.......) aralarındaki bagıyden dolayıdır. - Kıskançlık, çekememezlik Dünya hırsı ile haksız istekler, aşırı sevdalar yüzünden. Demek ki, ılim insanların salâhı için kâfi değildir. Nefsi emmarenin öyle kötü hıssiyyatı vardır ki, insanları bildiklerinin hılâfına açık açık fenalıklara sevkeder, onun için ahlâkı beşerin ıslâhı işinde ılimden başka hıssiyyatın tehzibi için bir terbiyei ameliyye dahi lâzımdır. Dinî terbiyenin bu haysiyyetle de ehemmiyyeti mahsusası vardır. Madem ki, ılim böyle idi: bu kadar Peygamberlere(.......) buyurulmuş idi o halde bunu dinlemeyip o tefrikayı çıkaranlar hemen ılmin muktezası olan cezalarını görmek lâzım gelmez mi idi? Denilirse (.......) ve eğer rabbından bir kelime geçmiş olmasa idi - azâb için ezelde bir vakt-u saat takdir edilmiş bulunmasa idi (.......) müsemmâ bir ecele kader diye (.......) olacak olan Kıyamet gününe te'hır edilmiş olmasa idi (.......) aralarında huküm icra edilirdi - hemen ayrıldıkları sırada cezaları verilir, işleri bitirilir idi. Lâkin (.......) buyurmuş o icrayı muayyen bir müddet ile ceza gününe te'hır eylemiştir.(.......) onlardan sonra kitaba varis kılınanlar ise - o Peygamberlerin arkasından kitaba varis kılınan, ya'ni şimdi asrı Muhammedîde bulunan ehli kitab da (.......) ondan,ya'ni kitablarından muhakkak bir şekk içinde muztarib bulunuyorlar. 15Onun için sen durma da'vet et ve emrolunduğun gibi doğru git, onların hevalarına tâbi' olma ve de ki, ben Allah’ın indirdiği her kitaba îman getirdim ve emrolundum ki, aranızda adalet yapayım, Allah bizim rabbımız sizin de rabbınız, bize amellerimiz, size de amelleriniz, sizinle aramızda huccet yok, Allah hepimizi bir araya getirecek ve hep ona gidilecektir (.......) şimdi onun için - ya'ni emr ü şeriat öyle ikamei din, hal de böyle bagy-ü tefrika şekk ü ıztırab içinde olduğundan dolayı ya Muhammed!(.......) sen hemen da'vet et - o doğru dine tevhid ve islâm dinine çağır (.......) ve emrolunduğun gibi doğruluk et, doğru git (.......) de onların - ya'ni gerek Müşriklerden ve gerek Ehli kitabdan da'vet eylediğin halkın hevalarına uyma - onların muhtelif, hakka muhâlif bâtıl arzularına tâbi' olma, çünkü dînin eğilmesi tefrikanın sebebi hep hevaya tâbi' olmaktır. Onlara uyma (.......) ve de ki, ben (.......) Allah’ın indirdiği her kitaba îman getirdim - ba'zısına inanıb da ba'zısına inanmamazlık etmem ve şekk üzere değilim (.......) ve emrolundum ki, aranızda adalet yapayım - Allah’ın ahkâm ve şeriatini adâlet ile tebliğ ve icra eyliyeyim. O zulüm menbaı olan, şunun bunun hevasıyle yapılan şirk-ü bagy hukümlerini atıp, Hak hukmiyle Allah için herkes arasında adâlet edeyim. Bundan anlaşılır ki, dini doğrultmanın en mühim tezahüratından birisi zulüm hukümlerini kaldırıp adâlet yapmaktır. Bu da Allah’ı bir bilip dînine doğru sarılmakla olur.(.......) Allah bizim de rabbımız sizin de rabbınız - hepimizin hâlikımız, hâkimimiz, mevlâmız (.......) bizim amellerimiz bizim - iyiliğinden kötülüğünden siz mes'ul olmazsınız, karşılığında sevabı veya ıkabı bize aiddir. (.......) Sizin amellerinizde sizin - onun da mes'uliyyeti sizin, kâr ve zararı, cezası size aiddir. (.......) sizinle bizim aramızda huccet yok - husumet ve ihticaca mahal yok. Ey Ehli kitab! çünkü bu beyan ve isbat ile hak, zâhir olmuş, başkaca münakaşaya hâcet kalmamıştır.(.......) Allah aramızı cem'edecek - yevmül' cemı olan Kıyamet (.......) günü hepimizi bir araya toplanıp hukmünü verecek (.......) ve hep ona gidilecektir. - Her neye tapılır, her ne emele hizmet edilirse edilsin, nihayet herkesin varıp hisab vereceği merci' yalnız Allahdır(.......) mazmununu tavzıh için buyuruluyor ki, |