Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

449

 

037 - SÂFFÂT SÛRESİ

 

CÜZ :

23

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

103

Böylece ikisi de teslim olup onu alnı üzere yıkınca:

5- İbrahim'in ve Oğlunun Allah'ın Emrine Teslimiyetleri:

"Böylece ikisi de teslim olup"Allah'ın emrine itaatle boyun eğip... demektir. İbn Mes’ûd,İbn Abbâs ve Ali -Allah onlardan razı olsun-: "İşlerini Allah'a havale ettiklerinde' diye okumuşlardır.İbn Abbâs, teslimiyetlerini arzettiklerinde diye. açıklamıştır. Katade dedi ki: Birisi kendi canını Allah'a teslim etti, diğeri ise oğlunu.

"Onu alnı üzere yıkınca" Katade dedi ki: Onu yere yıktı ve yüzünü kıbleye doğru çevirdi.

(Âyetin başında yer alan): "..ınca" lâfzının cevabı, Basralılara göre mahzuf olup takdiri: "Böylece ikisi de teslim olup onu alnı üzere yıkınca" bir koçu ona fidye olarak verdik, şeklindedir. Kûfeliler ise cevabı: "O'na... seslendik" anlamındaki âyettir, derler.

104

Biz ona: "Ey İbrahim" diye seslendik.

"Ona seslendik" anlamındaki âyetin başına gelen "vav", fazladan gelmiştir.Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Nihayet onu alıp götürdükleri ve kuyunun dibine bırakmayı kararlaştırdıklarında ve Biz kendisine... vahyettik."(Yusuf, 12/15) Burada "ve Biz vahyettik" âyeti ("ve" olmaksızın): "vahyettik" demektir.

"Her yüksekçe tepeden hızlıca indiklerinde ve... yaklaştığında" (el-Enbiya, 21/96) âyetinde de "yaklaştığında" anlamındadır.

"Nihayet oraya gelip kapıları açılacağında ve... diyecek ki" (ez-Zümer, 39/73) âyeti da: "Onlara diyecek ki..." takdirindedir. Şair İmruu’l-Kays da şöyle demektedir:

"Biz o kabilenin bulunduğu yeri aşıp ve yöneldiğimizde..."

Burada "yöneldik" takdirindedir "vav" fazladan gelmiştir. Yine şair:

"Nihayet karınlarınız gebe kalıp da,

Oğullarınızın da gençleştiğini gördüğünüzde,

Ve çevirdiniz bize kalkanın arka yüzünü,

Şüphesiz ki günahkâr ve bayağı kimse, aldatan, hilebaz olandır."

Burada da şair ("ve"siz) "çevirdiniz" demek istemiştir.

en-Nehhâs ise dedi ki: "Vav" meanî harflerindendir. Onun fazladan ilave edilmesi câiz değildir.

Haberde belirtildiğine göre boğazlanması emredilen çocuğu babası İbrahim (aleyhisselâm)'a kendisini boğazlamak istediği sırada şöyle demişti: Babacığım, beni sıkı sıkıya bağla ki çırpınmayayım. Elbiselerini topla ki, kanım üzerine sıçramasın; annem de onu görüp üzülmesin. Boğazım üzerinden bıçağı çabuk geçir ki ölümüm kolay olsun. Beni yüzüstü yık ki yüzüme bakarak bana acımayasın. Ben de bıçağı görüp korkmayayım. Annemin yanına gittiğinde de ona selamımı söyle.

İbrahim (aleyhisselâm) bıçağı boynu üzerinde gezdirince, yüce Allah onun altına bir bakır parçası takdir etti, bıçak hiçbir etki göstermedi. Sonra oğlunu alnı üzere yıktı, bıçağı boynunun arka tarafından geçirdiği halde yine bıçak hiçbir şekilde kesmedi. İşte yüce Allah'ın:

"Onu alnı üzere yıkınca" âyeti bunu anlatmaktadır.

İbn Abbâs da böyle demiştir: Yani oğlunu yüzüstü yıkınca kendisine:

"Ey İbrahim! Rüyanı gerçekleştirdin"diye seslenildi. Dönüp baktığında bir koç gördü... bunu el-Mehdevî zikretmiştir. Ancak daha önceden bunun sahih olmadığına işaret edilmiş ve anlamın şu olduğu kaydedilmişti: O oğlunu kesmenin vücubuna inanıp bu işi yapmak için hazırlanınca, baba kesmek için, öbürü de kesilen bir kişi olarak yere yatınca, kesim yerine geçmek üzere onlara bir fidye verildi. Burada bıçağın boğaz üzerinde gezdirilmesi diye bir şeyden söz edilmemektedir. Buna göre -önceden de geçtiği gibi- emrin fiilen yerine getirilmesinden önce neshin olabileceği düşünülebilmektedir.

el-Cevherî dedi ki:

"Onu alnı üzere yıkınca" âyeti onu yıkınca, demektir. Nitekim "(.......): Onu yüzüstü yıktı" demek de böyledir.

el-Herevî dedi ki: “İtmek ve yıkmak" demektir. Ebû'd-Derda (radıyallahü anh)'ın hadisindeki: "Ve seni yıkıldığın yere terkettiler..."İbn Main, Tarih, IV, 160, 375; el-Mizzi, Tehzibu'l-Kemal, XXVII, 430.tabiri seni yıktılar, anlamındadır. Bir başka hadiste de: "Bize iri hörgüçlü bir deve getirdi ve onu yıktı"Taberanî, Kebir, XXII, 40. denilmektedir. Burada da, o deveyi çöktürdü, demektir.

Bir başka Hadîs-i şerîfte:"Ben uykuda iken yeryüzü hazinelerinin anahtarları bana getirildi ve elime bırakıldı"Müsned, II, 501;İbn Ebi Şeybe, Mûsannaf, VI, 303.denilmektedir.

İbnu'l-Enbarî dedi ki: Bu da ellerime bırakıldılar, anlamındadır. Adamı yere yıkmayı anlatmak üzere: "Adamı yıktım" denilir.

İbnu’l-A'râbî dedi ki: (Bu hadisteki ifade): O anahtarlar elime boşaltıldı, demektir. Çünkü: “Boşaltmak, dökmek" anlamındadır. "Boşaltı boşaltır, döktü döker" denilir. "Düştü, düşer" anlamındadır.

Derim ki:Müslim'in Sahih'inde Sehl b. Sa'd es-Saidî'den rivâyete göre Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir içecek getirildi, o da ondan içti. Sağ tarafında genç bir çocuk, sol tarafında da yaşlı kimseler vardı. Sağındaki çocuğa: "Bu adamlara içecek vermeme izin verir misin?" dedi. Genç çocuk: Allah'a yemin ederim hayır, senden bana düşen payımı başkasını kendime tercih ederek veremem, dedi. (Sehl b. Sa'd) dedi ki: Bunun üzerine Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) o içeceği eline: boşalttı. Buhârî, II, 865, 919, 920, V, 2130; Müslim, III, 1604;Muvatta’, II, 926;Müsned, V, 333

İşarı açıklamalarda bulunanlardan kimisi de şöyle demiştir: İbrahim, Allah'ı sevdiği iddiasında bulundu. Sonra da oğluna sevgi ile baktı. Ancak İbrahim'in sevgilisi ortak sevgiye razı olmadı. O bakımdan ona: Ey İbrahim! Benim rızam uğrunda oğlunu boğazla, denildi. O da hemen emre uyarak bıçağı aldı, oğlunu yere yatırdı. Sonra da: Allah'ım, senin rızan uğrunda bunu benden kabul buyur, dedi. Yüce Allah kendisine: Ey İbrahim! Maksad oğlunu kesmen değildir, maksad senin kalbini tekrar bize döndürmendir. Madem sen kalbini bütünüyle bize döndürdün, biz de oğlunu sana geri çevirdik.

Ka'b ve başkaları dediler ki: İbrahim rüyasında oğlunu boğazladığını görünce, şeytan şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, eğer ben bu olay sırasında İbrahim ve ailesini fitneye düşürüp saptıramayacak olursam, artıkebediyyenonlardan herhangi birisini fitneye düşüremeyeceğim. Bunun üzerine şeytan onlara bir adam suretinde göründü. Önce çocuğun annesine giderek: İbrahim'in oğlunu nereye götürdüğünü biliyor musun? dedi. Annesi: Hayır deyince, onu boğazlamak üzere götürüyor, dedi. Bu sefer annesi şöyle dedi: Asla, o oğluna bunu yapmayacak kadar şefkatlidir. Bu sefer şeytan şöyle dedi: Rabbinin kendisine bunu emrettiğini iddia ediyor. Annesi: Eğer bunu ona Rabbi emretmiş ise Rabbine itaat etmesi güzel bir şeydir.

Arkasından oğluna giderek: Babanın seni nereye götürdüğünü biliyor musun? dedi. Oğlu: Hayır deyince, o seni boğazlamak üzere götürüyor, dedi. Oğlu peki niçin? diye sordu. Şeytan: Rabbinin bunu kendisine emrettiğini söylüyor. Bunun üzerine oğlu: O halde Allah'ın ona verdiği emri yerine getirsin. Allah'ın emrini ben de dinliyor ve itaat ediyorum.

Sonra İbrahim'e gelerek: Nereye gitmek istiyorsun? dedi. Allah'a yemin ederim ki, ben şeytanın rüyanda sana görünerek oğlunu boğazlamanı emrettiğini zannediyorum. İbrahim onu tanıdı ve: Ey Allah'ın düşmanı! Yanımdan defol, git. Hiç şüphesiz ben Rabbimin emrini yerine getireceğim, dedi.

Böylelikle o lanetli şeytan onlar hakkında istediğini gerçekleştiremedi.

İbn Abbâs dedi ki: İbrahim'e oğlunu boğazlama emri verilince, Akabe cemresi yanında şeytan ona göründü. Ona yedi küçük taş attı ve sonra şeytan onu bırakıp gitti. Arkasından Orta cemre yakınında ona göründü. Yine ona yedi küçük taş attı, o da gitti. Daha sonra sonuncu cemre yakınında ona göründü, yine ona yedi küçük taş attı, nihayet bırakıp gitti. Sonra da İbrahim yüce Allah'ın emrini yerine getirmeye koyuldu.

Oğlunu boğazlamak istediği yerin neresi olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Mekke'de Makam-ı İbrahim'de söylendiği gibi Mina'da lanetli İblisi taşladığı cemrelerin yakınında kurban kesme yerinde bu emri yerine getirmeye çalıştığı da söylenmiştir. Bu açıklamayıİbn Abbâs, İbn Ömer, Muhammed b. Ka'b ve Said b. el-Museyyeb yapmıştır. Said b. Cübeyr'den de şöyle dediği nakledilmiştir: Oğlunu Mina'daki Sebir tepesinin dibindeki kaya üzerinde kesti.

İbn Cüreyc de dedi ki: Onu Şam'da kesti. Orası ise Beytu'l-Makdis'ten iki mil uzaklıktadır.

Ancak birinci görüşü kabul edenler çoğunluktur. Çünkü haberlerde koçun boynuzlarının Kabe'de asıldığına dair rivâyetler varid olmuştur. Bu ise onu Mekke'de kestiğine delildir.

İbn Abbâs dedi ki: Nefsim elinde olan hakkı için yemin ederim ki, İslâmın ilk dönemlerinde koçun başı boynuzlarından Kabe'nin oluğuna asılı idi, kurumuştu.

Kesmenin Şam'da gerçekleştiğini söyleyenler de buna şöyle cevab verirler: Başın Şam'dan Mekke'ye getirilmiş olma ihtimali vardır.

105

"Rüyanı gerçekleştirdin. Muhakkak Biz ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız."

6- Apaçık İmtihandan Başarı ile Çıkanların Mükâfatı:

"Biz ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız." Dünya ve âhirette çeşitli zorluk ve sıkıntılardan kurtulmakla onları mükâfatlandırırız.

106

Muhakkak bu apaçık bir imtihandı.

"Muhakkak bu, apaçık bir imtihandır." Yani apaçık bir nimetti. Nitekim yüce Allah birisine nimet ihsan ettiği vakit: "Allah ona nimet ihsan etti, ihsan etmek" denilir. Bununla birlikte -baştaki hemze olmaksızın da denilebilir. Şair Züheyr der ki:

"O, her ikisine ihsan ettiği nimetlerin en hayırlılarını verdi."

Bazılarının iddiasına göre şair bu mısrada bu iki söyleyişi de kullanmıştır. Başkaları ise şöyle demiştir: Hayır, ikincisi: "Onu sınadı, denedi" fiilinden gelmiştir. Çünkü sınama anlamında ancak: şekli kullanılır. İbtiladan gelerek:şekli kullanılmaz.

Ancak bütün bunların asıl anlamı sınamanın hayır ve şer hususlarında olacağı ile ilgilidir. Yüce Allah da:

"Biz sizi şer ve hayırla imtihan olmak üzere deneriz." (el-Enbiya, 21/35) diye buyurmaktadır.

Ebû Zeyd dedi ki: İşte onun başına gelen belalardan birisi de oğlunu boğazlamasına dair bu emridir. Bu da hoşa gitmeyen bela türündendir.

107

Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik.

7- Oğluna Karşılık Gönderilen Fidye:

"Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik." âyetinde geçen:

"Kurbanlık" kurban edilenin adıdır. Çoğulu da: ...diye gelir. Tıpkı: "Öğütülmüş" lâfzının: Öğütülen şey"in ismi olması gibi. şeklinde "zel" harfi üstün olursa, mastar olur.

"Büyük" kadri, kıymeti büyük demektir. Yoksa bedenen büyük olduğunu kastetmemiştir. Kadrinin büyüklüğü, boğazlanması emrolunan oğlunun yerine fidye olmasından yahutta kabule mazhar oluşundan ötürüdür.

en-Nehhâs dedi ki: Sözlükte "azim: büyük" hem bedenen büyük hakkında hem de soylu ve şerefli hakkında kullanılır. Tefsir bilginleri bu lâfzın burada şerefliya da kabule mazhar olan hakkında kullanıldığını kabul etmektedirler.

İbn Abbâs dedi ki: Bu koç Habil'in kurban olarak sunduğu koçtur. Bu koç cennette otluyordu. Nihayet Allah onu İsmail'e fidye olmak üzere gönderdi. Yine ondan gelen rivâyete göre bu, yüce Allah'ın cennetten gönderdiği bir koçtu. Cennette kırk yıl süreyle otlamıştı.

el-Hasen dedi ki: İsmail'in fidyesi ona Sebir'den gelen bir dağ keçisinden başkası olmamıştır. İbrahim onu oğluna fidye olmak üzere kesti. Ali(radıyallahü anh)'ın görüşü de budur. İbrahim o dağ keçisini görünce, onu alıp kesti ve oğlunu azad etti ve şöyle dedi: Oğulcağızım! Bugün sen bana bağışlanmış bulunuyorsun.

Ebû İshak ez-Zeccâc dedi ki: İbrahim'e fidye olarak bir dağ keçisi verildiği de söylenmiştir. Ancak tefsir âlimleri ona fidye olarak verilen hayvanın koç olduğunu kabul etmektedirler.

8- Kurban Edilmesi Daha Faziletli Olanlar:

Bu âyet-i kerimede koyun türünün kurban edilmesinin, deve ve sığır türünden faziletli olduğuna delil vardır. Malik ve mezhebine mensup olanların görüşü de budur. Onlar derler ki: Kurbanlıkların en faziletlisi koyun türünün erkeğidir. Bu türün dişileri keçi türünün erkeğinden faziletlidir. Keçi türünün erkeği ise dişilerinden iyidir. Keçi türünün dişileri deve ve inek türünden iyidir. Bu husustaki delilleri ise yüce Allah'ın:

"Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik" âyetidir. Bu da iri yarı ve semiz demektir. Bu kurbanlık da koç idi, ne deve, ne de inek türündendi.

Mücahid ve başkalarıİbn Abbâs'dan bir adamın ona: Ben oğlumu boğazlamayı adadım, demesi üzerine ona: Semiz bir koç kesmen yeterlidir, dedikten sonra.

"Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik" âyetini okuduğunu rivâyet etmektedirler.

Kimisi de şöyle demiştir: Eğer koçtan daha faziletli bir hayvan bulunduğunu yüce Allah bilseydi, onu İshak'a fidye olarak gönderirdi.

Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) da beyaz iki koçu kurban etmiştir. Çoğunlukla kestiği kurbanlıklar hep koç idi.

İbn Ebi Şeybe, İbn Umeyye'den, o el-Leys'den, oMücahid'den şöyle dediğini zikretmektedir: Büyük bir kurbanlıktan kasıt, koyundur.

9- Kurban Kesmek mi Faziletlidir, Parasını Tasadduk Etmek mi ?:

İlim adamları kurban kesmenin mi, yoksa bedelini tasadduk etmenin mi faziletli olduğu hususunda farklı görüşlere sahibtirler. Malik ve arkadaşları der ki: Mina'da olması müstesna, kurban kesmek, faziletlidir. Çünkü oralar (Mina dışındaki yerler) kurban kesme yeri değildir. Bunu Ebû Ömer(b. Abdi’l-Berr) nakletmiştir.

İbnu'l-Münzir de şöyle demektedir: Biz Bilal'den şöyle dediğini rivâyet ettik: Ancak bir horoz kurban etmeye aldırmam. Bu uğurda toprağa bulanmış bir yetimin eline (parasını) vermem -bu rivâyeti nakleden böyle demiştir- onu kurban etmekten daha çok hoşuma gider. en-Nehaî'nin görüşü de budur. Buna göre sadaka daha faziletlidir. Malik ve Ebû Sevr de bu görüştedir.

Bu hususta ikinci bir görüş daha vardır ki buna göre de kurban daha faziletlidir. Rabia ve Ebû'z-Zinad'ın görüşü budur. Re'y ashabı da böyle demişlerdir:

Ebû Ömer(b. Abdi’l-Berr) ve Ahmed b. Hanbel ayrıca derler ki: Kurban kesmek sadakadan faziletlidir. Çünkü kurban kesmek bayram namazı gibi müekked bir sünnettir. Bilindiği gibi bayram namazı diğer nafile namazlardan faziletlidir. Aynı şekilde sünnet namazlar da diğer bütün nafile namazlardan faziletlidir.

Ebû Ömer(b. Abdi’l-Berr) dedi ki: Kurbanların faziletlerine dair hasen derecesinde rivâyetler gelmiştir. Bunların kimisini Said b. Dâvûd b. Ebi Zenber, Malik'ten o Sevr b. Zeyd'den, oİkrime'den, o İbn Abbâs'tan diye rivâyet etmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)buyurdu ki: "Sıla-i rahim uğrunda yapılan harcamadan sonra yüce Allah nezdinde kan akıtmaktan daha faziletli hiçbir harcama yoktur."Ebû Ömer(b. Abdi’l-Berr) dedi ki: Bu, Malik'in yoluyla garib bir hadistir.

Âişe(radıyallahü anha)'dan dedi ki: Ey insanlar! Gönül hoşluğu ile kurban kesiniz. Çünkü ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Bir kul kurbanlığı ile kıbleye yönelecek olursa, mutlaka onun kanı, boynuzu ve yünü de kıyâmet gününde mizanında hazır edilecek hasenat olur. Şüphesiz kan toprağa düştü mü yüce Allah'ın himayesine düşer, ta ki kıyâmet gününde onun sahibine (mükâfatını) eksiksiz ödeyinceye kadar."Ebû Ömer bunu et-Temhid adlı eserinde zikretmiştir İbn Abdi’l-Berr, Temhid, XXIII, 193.

Ayrıca Tirmizî de bu hadisi ondan (Âişe -radıyallahü anhadan) rivâyet etmiştir. Buna göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kurban günü hiçbir Âdemoğlu Allah'ın kan akıtmaktan daha çok sevdiği herhangi bir amel işleyemez. O kurbanlık kıyâmet gününde boynuzlarıyla, kıllarıyla, ayaklarıyla gelecektir. Kan daha yere düşmeden Allah nezdindeki yerini alır. O bakımdan gönül hoşluğuyla kurbanlarınızı kesiniz."(Tirmizî) dedi ki: Bu hususta İmrân b. Husayn ile Zeyd b. Erkam'dan da gelmiş rivâyetler vardır ve bu hasen bir hadistir Tirmizî, IV. 83;İbn Mace, II, 1045.

10- Kurban Kesmenin Hükmü:

Kurban kesmek vacib (farz) değildir. Ancak bilinegelen bir sünnettir.

İkrime dedi ki:İbn Abbâs kurban günü bana iki dirhem verir, ben de ona et alırdım. Bana derdi ki: Yolda karşılaştığın kimselere: Buİbn Abbâs'ın kurbanlığıdır, de.

Ebû Ömer(b. Abdi’l-Berr) dedi ki: Bunun ve Ebû Bekir ve Ömer'den kurban kesmediklerine dair gelen rivâyetlerin ilim ehlince yorumu şudur: Onların bu şekildeki tutumları kurban kesmeyi sürdürmenin farz ve vacib olduğuna inanılmamasıdır. Çünkü onlar başkaları tarafından kendilerine uyulan ve insanların dinleri hususunda kendilerini gözönünde bulundurdukları önder şahsiyetlerdi. Zira bunlar Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ile ümmeti arasındaki vasıta idiler. İşte bu hususta günümüzde başkaları için sözkonusu olmayan türden içtihadlarda bulunmak, onlar için uygun idi.

Tahavî "Muhtasar" ında şunları söylemektedir:Ebû Hanife dedi ki: Kurban kesmek Mısır diye tarif edilen yerlerde ikamet eden varlıklı kimseler için vacibtir. Yolcuya vacib değildir. Büyük bir adamın kendisi adına kurban olarak ne vacib ise küçük çocuğu için de aynı şey vacibtir. Ancak Ebû Yusuf ile Muhammed ona muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Kurban kesmek vacib değildir. Ancak imkan bulan kimse için terki sözkonusu olmayan, terke ruhsat bulunmayan bir sünnettir. (Tahavî) dedi ki: Bizim de kabul ettiğimiz görüş budur.

Ebû Ömer(b. Abdi’l-Berr) dedi ki: İşte Malik'in görüşü de budur. O şöyle der: Hiçbir kimsenin ister yolcu, ister mukim olsun kurbanı terketmemesi gerekir. Terkedecek olursa -haklı bir mazeretinin bulunması müstesna- çok kötü bir iş yapmış olur. Mina'da hacının kurban kesmesi ise müstesnadır.

İmâm Şâfiî de şöyle demiştir: Kurban kesmek bütün insanlara ve Mina'daki hacılara da bir sünnettir, vacib değildir. Kurban kesmeyi vacib kabul edenler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Ebû Bürde b. Niyar'a bir başka kurbanı tekrar kesmesini emretmesini Buhârî, I, 328, 329, V, 2109, 2114; Müslim, III, 1552, 1553; Dârimî, II, 109;Nesâî, VII, 224;Muvatta’, II, 483;Müsned, IV. 45, 281, 303.delil göstermişlerdir. Çünkü farz olmayan bir işte tekrar yerine getirilmesini emretmek sözkonusu değildir.

Diğerleri ise Ummu Seleme'nin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettikleri şu hadisi delil göstermişlerdir: "Zülhicce'nin on günü girip de sizden herhangi bir kimse kurban kesmek isterse..."Müslim, III, 1565;İbn Mace, II, 1052;Müsned, VI. 289. Bu görüşün sahipleri derler ki: Eğer kurban kesmek vacib olsaydı, bunu kurban kesenin isteğine bırakmazdı. Ebû Bekir, Ömer, Ebû Mes'ûd el-Bedrî ve Bilal'in görüşü de budur.

11- Kurban Hangi Tür Hayvanlardan Kesilebilir:

Müslümanların icma ile kabul ettiklerine göre kurban kesilebilen hayvanlar (Kur'ân-ı Kerîm'de sözkonusu edilen) sekiz çifttir. Bunlar ise koyun, keçi, deve ve inek türleridir. İbnu'l-Münzir dedi ki: el-Hasen b. Salih'den şöyle dediği nakledilmiştir: Yaban öküzü yedi kişi adına, ceylan da bir kişi adına kurban edilebilir.

İmâm Şâfiî de der ki: Şayet yabani öküz ehli bir ineği yahut ehli bir öküz yabani bir ineği gebe bırakmış ise (bunların yavrularının) hiçbir şekilde kurban edilmeleri câiz değildir. Rey sahibleri ise bunun câiz olacağını söylemişlerdir. Çünkü yavru annesinin durumundadır. Ebû Sevr ise şöyle demiştir: Eğer en'ama (ehli davarlara) nisbeti sözkonusu ise kurban edilmesi caizdir.

12- Kurban Kesiminde Dikkat Edilecek Hususlar:

Hac Sûresi'nde (22/28-29. âyetler. 3. başlık ve devamında) kurban kesme zamanı ve kurban etinden yemeye dair yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

Müslim'in, Sahih inde Enes'ten şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz ve boynuzlu iki koçu kendi elleriyle keserek kurban etti. Bu arada "bismillah" dedi, tekbir getirdi, ayağını da yanları üzerine koydu. "Müslim, III, 1556;Buhârî, V. 2114;Tirmizî, IV. 84; Nesâî, VII, 220, 230;Müsned, III, 99, 214, 222, 255, 257. Bir başka rivâyette de şöyle demektedir: "Ve bu arada bismillahi vallahu ekber diyordu."Müslim, III, 1557;Buhârî, V, 2113; Nesâî, VII. 231;İbn Mace, II. 1043;Müsned, III, 115. 170. 183, 189, 211.

el-En'am Sûresi'nin sonlarında (6/161-163- âyetler, 4. başlıkta) da İmrân b. Husayn yoluyla gelen hadisi kaydetmiştik. el-Mâide Sûresi'nde (5/3- âyet, 7. başlık ve devamında) de şer'î kesim, buna dair açıklamalar ve şer'î kesimin ne suretle yapılacağına dair açıklamalar geçtiği gibi.

Ceninin kesiminin, annesinin kesimi olduğuna dair açıklamalar da yeteri kadarıyla geçmiş bulunmaktadır.

Yine Müslim'in Sahih'inde Âişe'den rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) boynuzlu, siyah ayaklı, karnı siyah, gözleri(nin etrafı) siyah bir koç getirilmesini emretti. Kurban etsin diye ona istediği gibi bir koç getirildi, ona: "Ey Âişe! Bana bıçağı getir"dedi. Sonra da: "Onu bir taş üzerinde bile"dedi. Ben de bıçağı biledim, sonra bıçağı aldım, o da koçu alıp yatırdı ve onu boğazlayıp dedi ki: "Bismillahi, Allah'ım Muhammed'den, Muhammed'in aile halkından ve Muhammed'in ümmetinden kabul buyur."Sonra da koçu kurban etti. Müslim, m. 1557; İbn Hibban. Sahih, f\\\. 236, Ebû Davud, \\\. 94, Müsned, VI. 78.

İlim adamları bu hususta farklı görüşlere sahibtirler. Hasan-ı Basıl kurban kesimi sırasında: "Bismillahi vallahu ekber bu sendendir, senin içindir, filandan kabul buyur" derdi.

Malik dedi ki: Böyle bir şey yapacak olursa, bu güzel olur. Yapmayacak olupta sadece Allah ismini anarsa, bu da yeterlidir.

Şâfiî dedi ki: Kesilen hayvan üzerinde Allah'ın ismini anmak "bismillah" demekle gerçekleşir. Bundan başka Allah'ın zikri türünden bir şey ekler ya daPeygamber Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a salat ve selam getirecek olursa, bunu da mekruh görmem. Yahut "Allah'ım benden kabul buyur ya da filandan kabul buyur" diyecek olursa, bunun da bir sakıncası yoktur.

en-Numan (b. Sabit, Ebû Hanife) de dedi ki: Allah'ın ismi ile birlikte başkasının ismini anmak mekruhtur. Buna göre kesim esnasında: "Allah'ım filandan kabul buyur" demesi mekruhtur. YineEbû Hanife der ki: Ancak hayvanı kesime yatırmadan önce ve Allah'ın ismini anmadan bunları söylemesinde bir sakınca yoktur.

Âişe(radıyallahü anha)'nın rivâyet ettiği hadis ise bu görüşü reddetmektedir. İbrahim (aleyhisselâm)'ın da oğlunu boğazlamak istediğinde: "Allahuekber velhamdulillah' dediği ve bunun böylece sünnet kaldığına dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

13- Kurban Edilecek Hayvanda Bulunmaması Gereken Kusurlar:

el-Bera b. Azib'in rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Kurban edilecek hayvanda sakınılacak hususlar nelerdir? diye sorulunca şöyle buyurmuştur: "Dört tanedir. -el-Bera eliyle işaret eder ve: Benim elim Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın elinden kısadır derdi: Topallığı açıkça görülen topal hayvan, bir gözünün körlüğü açıkça belli olan bir gözü kör, açıkça hasta olduğu belli olan hasta ve üzerinde yağ namına bir şey bulunmayan oldukça zayıf hayvan."Ebû Dâvûd, III. 97;Tirmizî, IV, 85; Nesâî, VII. 214. 215;İbn Mace, II, 1050;Muvatta’, II, 482;Dârimi, II, 105.

Malik'in lâfzı ile rivâyet bu şekildedir. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Ancak bunların az bir kısmının hükmü hususunda farklı görüşler vardır.

Tirmizî'deAli (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere gözü, kulağı iyice incelememizi ve mukabele, müdabere. şerka' ve harka' herhangi bir hayvanı kurban olarak kesmememizi emretmiştir. Dedi ki: Mukabele kulağının bir tarafı kesilmiş olan, müdabere kulağın yan tarafı kesilmiş olan, şerka' kulağı boydan boya yarılmış olan. harka' kulağı delik olan demektir. (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizî, IV. 86; Dârimi, II, 106;Ebû Dâvûd, III, 97; Nesâî, VII. 216, 217;Müsned, I, 108. 128, 149.

Abdullah b. Ömer kurban kesilecek hayvanlarda ve büyük baş hayvanlarda yaşını bulmamış olanlar ile hilkatinden eksilmiş olanlardan sakınırdı.

Malik dedi ki: Bu hususta dinlediklerim arasında en hoşuma giden budur Muvatta’, II, 482

el-Kutebî dedi ki: Yaşı gelmemiş olandan maksat, sanki dişleri yokmuş gibi henüz dişleri çıkmamış olan demektir. Bu da: Filanın sütü yoktur yani süt vermiyor, filanın yağı yokturyani yağ vermiyor, balı yokturyani bal vermiyor demeye benzer. Bu da kurbanlıklarda dişleri dökülmüş olan hayvanın kurban edilmesinin yasaklanmış olmasını andırmaktadır.

Ebû Ömerb. Abdi’l-Berr dedi ki: Malik'e göre yaşlılığından ve ihtiyarlığından ötürü dişleri dökülmüş, bununla birlikte semiz olan koyunu kurban etmekte bir mahzur yoktur. Şayet genç olmakla birlikte dişleri dökülmüş ise, onu kurban etmesi câiz olmaz. Çünkü bu basit olmayan bir kusurdur. Esasen noksanların tümü mekruhtur. Bunlara dair geniş açıklamalar ise fıkıh kitaplarındadır.

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da şöyle buyurduğu kaydedilmiştir: "Kurbanlıklarınızın göz alıcı olmasına dikkat ediniz. Çünkü onlar Sırat üzerinde binekleriniz olacaktır."Bunu da ez-Zemahşerî zikretmiştir. Deylemî, Firdevs, I, 85.

14- Oğlunu Kurban Etmeyi Adamanın Hükmü:

Âyet-i kerîme oğlunu kurban etmeyiya da kesmeyi adayan kimsenin İbrahim(aleyhisselâm)'ın oğlunun yerine fidyede bulunduğu gibi, bir koç keseceğine delildir. Bu İbn Abbâs'ın görüşüdür. Ondan gelen bir başka rivâyete göre Abdu’l-Muttalib'in yaptığı şekilde oğlunun yerine yüz deve keser.İbn Abbâs'tan gelen bu iki rivâyeti deen-Nehaî nakletmiştir.

İbn Abbâs'tan, el-Kasım b. Muhammed'in rivâyetine göre de bir yemin kefaretinde bulunması onun için yeterlidir. Mesrûk: Bir şey yapması gerekmez derken, Şâfiî: Böyle bir şey bir masiyettir, bundan dolayı Allah'tan mağfiret diler demektedir.

Ebû Hanife de şöyle demektedir: Bu sözü söyleyen bir kimse kendi oğlu hakkında söylemişse, bir koyun kesmelidir. Oğlu dışındakiler hakkında ise bir şey kesmesi gerekmez. Muhammed ise şöyle demektedir: Kölesini keseceğine dair yemin eden kimse, oğlunu kesmek üzere yemin edip yeminini bozan kimse gibidir, aynı şeylerle mükelleftir.

İbn Abdi'l-Hakem de Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: "Ben yemin olsun oğlumu Makam-ı İbrahim'in yanında keseceğim" diye yemin edip sonra yeminini bozan kimsenin bir hediye kurban göndermesi gerekir. Oğlunu boğazlamayı adamakla birlikte "Makam-ı İbrahim'in yanında" dememiş ve herhangi bir şey de kastetmemiş ise, bir şey yapması gerekmez. Oğlunu hediye kurbanı kılan kimsenin de onun yerine bir hediye kurbanı kesmesi gerekir. Kadı İbnu'l-Arabî de -Ebû Hanife'nin dediği gibi- şöyle der: Bir koyun kesmesi gerekir. Çünkü yüce Allah oğlu kesmeyi şer'an bir koyun kesmekten ibaret kılmıştır. Yüce Allah, İbrahim'i oğlunu kesmekle yükümlü kılmakla birlikte bir koyun kesmesini sağlayarak bu yükümlülükten kurtarmıştır. Aynı şekilde kul oğlunu kesmeyi adayacak olursa, bir koyun kesmesi gerekir. Çünkü yüce Allah:

"Atanız İbrahim'in dinine(uyunuz)" (el-Hac, 22/78) diye buyurmuştur. Yemin aslî bir yükümlülük, adak ise fer'î bir yükümlülüktür. O bakımdan adağın da yemine göre açıklanması gerekir.

Şayet: İbrahim -masiyet olmakla- ve masiyeti emretmek câiz olmamakla birlikte oğlunu kesmekle nasıl emrolunabilir? denilecek olursa, şöyle cevap veririz: Bu, Allah'ın Kitabına karşı bir itirazdır. İslâm'a inanan bir kimsenin böyle bir itirazı olamaz. Helal ve haram hakkında fetva verecek bir kimsenin böyle bir itirazı nasıl düşünülebilir? Kaldı ki yüce Allah (oğlunun babasına): "Emrolunduğun şeyi yap" dediğini bize aktarmıştır. Bu hususta insanların kalblerindeki karışıklığı giderecek olan şudur: Masiyetler ve itaatler muayyen şeylerin zatî ve ayrılmaz vasıfları değildir. İtaat denilen şey yapılması emredilen fiillerle alakalı olmaktan ibarettir. Masiyet denilen şey de fiiller ile ilgili yasaklardan ibarettir. Burada emir İbrahim'in oğlu İsmail'i kesmesi ile alakalı olduğuna göre, bunu yerine getirmek bir itaat ve bir imtihan olur. Bundan dolayı yüce Allah:

"Muhakkak bu, apaçık bir imtihandır"diye buyurmaktadır. Yani çocuğun boğazlanması ve nefsin buna katlanması hususunda açık bir imtihandır. Bizim için de çocuklarımızı kesmek yasak olunca, böyle bir işi yapmak bizim için de masiyet olur.

Şayet: Bu iş masiyet olmakla birlikte nasıl adak olabilir? denilecek olursa, şöyle deriz: Bunun masiyet olması, adağı ile oğlunu kesmeyi kastedip onun yerine fidye vermeyi niyet etmemesi halinde sözkonusudur.

Şayet: Bu iş meydana gelir, masiyeti kasteder ve fidye vermeyi de niyet etmemişse ne olur? denilecek olursa, şöyle deriz: Eğer böyle bir maksat güderse, onun bu maksadının zararı olmaz, adağına da etki etmez. Çünkü çocuk ile ilgili adak şer'an artık bir koyun kesmekten ibarettir.

108

Sonra gelenler arasında ona (güzel bir övgü) bıraktık.

15- İyilik Yapanların Mükâfatı:

"Sonra gelenler arasında ona" yani İbrahim'e ondan sonra gelen ümmetler arasında güzel bir övgü

"bıraktık." Ona dua etmeyen, onu sevmeyen hiçbir ümmet yoktur. Bu güzel övgünün İbrahim (aleyhisselâm)'ın duasında şöylece dile getirildiği de söylenmiştir:

"Sonrakiler arasında bana bir lisan-ı sıdk (doğruluk lisanı, güzel övgü) bağışla!" (eş-Şuara, 26/84)

109

İbrahim'e selam olsun.

İkrime dedi ki: Bu İbrahim (aleyhisselâm)'a selam getirmektir.Yani bizden ona getirilen selamlardır. Bir diğer açıklamaya göre bu, onun her türlü afet ve kusurdan yana esenlikte olması demektir. Daha önce geçtiği üzere

"Âlemler içinde Nûh'a selam olsun."(es-Saffat, 37/79) âyeti gibidir.

110

İhsan edicileri böyle mükâfatlandırırız.

111

Muhakkak o, îman eden kullarımızdandı.

"İhsan edicileri böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak o, îman eden kullarımızdandı." Yani kulluğun hakkını veren ve bundan dolayı da kulluğuyla yüce Allah'a izafe edilmeye hak kazanan kimselerdendi.

112

Ve ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik.

16- İbrahim (ALEYHİSSELÂM) Ve İshak (ALEYHİSSELÂM)'In Mübarek Oluşları Ve

Boğazlanması Emredilenin İsmail Olduğu:

"Ve ona salihlerden birpeygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik"

âyeti hakkında İbn Abbâs: Ona İshak'ın peygamber olacağı müjdesi verildi, demiş ve bu müjdenin iki defa gerçekleştiği kanaatini belirtmiştir. Bu açıklamaya göre boğazlanması emredilen kişi İshak'tır. Sabırla Rabbinin emrine razı olup ona teslimiyetine mükâfat olmak üzere peygamber olacağı müjdesi ona verilmiştir.

113

Onu ve İshak'ı mübarek kıldık. O ikisinin soyundan da ihsan edici de vardır, nefsine apaçık zulmedici de vardır.

"Onu ve İshak'ı mübarek kıldık."Yani Biz onlara nimetimizi kat kat verdik. Onlara çokça evlat verdik, diye de açıklanmıştır. Yani Biz İbrahim'e ve çocuklarına bereketler ihsan ettik, İshak'a da. İsrailoğulları peygamberlerini onun sulbünden getirmek suretiyle bereketler ihsan ettik.

"Onu" lâfzındaki zamirin İsmail'e raci olduğu ve boğazlanması emredilenin o olduğu da söylenmiştir.

el-Mufaddal dedi ki: Kur'ân'ın delalet ettiği doğru görüş boğazlanması emredilenin İsmail olduğudur. Çünkü önce boğazlanması emredilenin kıssası anlatıldı. Kıssanın sonunda: "Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik" buyurduktan sonra: "İbrahim'e selam olsun. İhsan edicileri böyle mükâfatlandırırız" buyurdu. Sonra da: "Ve ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik. Onu" yani İsmail'i "ve İshak'ı mübarek kıldık" diyerek, İsmail'den zamir ile sözetmiştir. Çünkü daha önce ondan sözedilmiş, sonra da: "O ikisinin soyundan da" diye buyurmaktadır. Bu da maksadın İsmail ve İshak'ın soyundan gelenler olduğuna delildir. İsmail'in, İshak'tan onüç yaş daha büyük olduğu hususunda ise gelen rivâyetler arasında farklılık yoktur.

Derim ki: Biz önceden İshak'ın, İsmail'den daha büyük olduğuna delalet eden hususları ve doğacağı müjdesi verilenin Kur'ân'ın nassı ile İshak olduğunu zikretmiş bulunuyoruz. İshak'ın doğum müjdesi Kur'ân nassı ile sözkonusu olduğuna göre boğazlanması emredilenin de İshak olduğunda şüphe kalmaz. İbrahim'e onun hakkında iki defa müjde verilmiştir. Birincisi doğacağı müjdesi, ikincisi de peygamber olacağı müjdesidir.İbn Abbâs'ın dediği gibi. Peygamberlik de ancak yaşın büyümesi halinde sözkonusudur. "Peygamber olmak üzere" âyeti hal olarak nasbedilmiştir. "Onu" lâfzındaki zamir de İbrahim'e aittir. Âyet-i kerimede İsmail'den söz edilmiyor ki, zamirin ona ait olduğu söylenebilsin.

Muaviye yoluyla gelen şu rivâyete gelince: Ben bir adamınPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Ey iki zebih'in(boğazlanması adanıp kurtulan iki atanın) oğlu! dediğini duydum. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da güldü. Sonra Muaviye dedi ki: Abdu'l-Muttalib Zemzem kuyusunu kazıyınca, eğer bu işi kendisine kolaylaştıracak olursa, oğullarından birisini Allah için keseceğini adadı. Yüce Allah da bu işi ona kolaylaştırdı. Kurban edilme kurrası Abdullah'a çıktı. Dayıları Mahzum oğulları bunu engelledi ve: Oğlunun yerine fidye ver, dediler. O da yüz deve fidye verdi. İşte sözü edilen bir zebih odur, İsmail ise ikinci zebihtir.

Bu rivâyetin delil olacak bir tarafı yoktur. Çünkü "el-A'lam fi Marifeti Mevlidi'l-Mustafa Aleyhissalatu Vesselam" adlı eserimizde belirttiğimiz gibi, bunun senedi sağlam (sabit) değildir. Diğer taraftan Araplar amcaya da baba derler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar: Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail, İshak'ın ilâhına... ibadet edeceğiz, demişlerdi." (el-Bakara, 2/133) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkartıp oturttu." (Yusuf, 12/100) Burada sözü edilen babası ve annesi ise onun babası ve teyzesidir. Aynı şekilde şair Ferezdak'tan o Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen rivâyet nasıl sened itibariyle sahih olur? Ferezdak'ın bizzat kendisi hakkında tenkitler varken, bu rivâyetin sahihliği söylenebilir mi?

17- Kötü Olduktan Sonra Peygamber Soyundan Gelmenin Faydası Yoktur:

Yüce Allah soylarından geleceklere bereket ve çokluk ihsan edeceğini belirttikten sonra: "O ikisinin soyundan da ihsan edici de vardır, nefsine apaçık zulmedici de vardır" diye buyurarak soylarından gelecekler arasında ihsan edicilerin de, kötülük yapanların da bulunacağını, kötülük yapan kimseye peygamber soyundan gelmesinin faydasının olmayacağını açıklamaktadır. İşte yahudiler ve hristiyanlar her ne kadar İshak(aleyhisselâm)'ın soyundan gelseler de, Araplar her ne kadar İsmail (aleyhisselâm)'ın soyundan gelseler de iyilik yapan ile kötülük yapan arasında, mü’min ile kâfir arasında bir farkın olması kaçınılmaz bir şeydir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:

"Yahudi ve hristiyanlar: Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz, dediler..." (el-Mâide, 5/18)Yani bizler Allah'ın Rasûllerinin soyundan gelenleriz, diyerek kendilerinin üstün oldukları kanaatine kapıldılar. Buna dair açıklamalar daha önceden (bk. el-Mâide, 5/18. âyetin tefsiri) geçmiş bulunmaktadır.

114

Yemin olsun Mûsa ve Harun'a da lütufta bulunduk.

"Yemin olsun Mûsa ve Harun'a da lütufta bulunduk" âyetinden önce yüce Allah, İshak'ı boğazlanmaktan kurtardığını ve ona peygamberliği lütfettiğini sözkonusu ettikten sonra, bu kabilden olmak üzere Mûsa ve Harun'a da ihsan ettiği lütuflarını sözkonusu etmektedir.

115

O ikisini ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık.

"O ikisi ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık" âyeti ile ilgili olarak bunun İsrailoğullarının köleleştirmesinden kurtarılmak olduğu söylendiği gibi, Fir'avun'un karşı karşıya kaldığı suda boğulmaktan kurtarılmak olduğu da söylenmiştir.

116

Ve onlara yardım ettiğimiz için galib gelenler onlar oldular.

"Ve onlara yardım ettiğimiz..."âyetindeki zamir el-Ferrâ'ya göre sadece Mûsa ve Harun'a aittir. Bu ise iki kişinin çoğul olduğuna binaen öyle kabul edilebilir. Bunun delili de yüce Allah'ın:

"ikisine... verdik" ile "o ikisini de dosdoğru yola ilettik" âyetidir.

Zamirin Mûsa, Harun ve kavimlerine ait olduğu da söylenmiştir. Doğrusu da budur. Çünkü bundan önce:

"O ikisini ve kavimlerini... kurtardık" âyeti geçmiştir.

117

İkisine apaçık gösteren kitabı verdik.

"Apaçık gösteren kitab" ise Tevrat'tır.

"O şey açık seçik oldu" demektir, "Filan kişi onu apaçık buldu" tabirleri; "Bir şeyin bizzat kendisi apaçık bir hal aldı" ile "Filan kişi de onu apaçık buldu" demek, gibidir.

118

O ikisini de dosdoğru yola ilettik.

"Dosdoğru yol"; hiçbir eğriliği bulunmayan dosdoğru din demektir ki, bu da İslâm dinidir.

119

Sonra gelenler arasında onlara (güzel bir övgü) bıraktık.

120

Mûsa ve Harun'a selam olsun.

121

Muhakkak Biz, ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız.

122

Muhakkak ikisi de îman eden kullarımızdandır.

"Sonra gelenler arasında onlara"güzel bir övgü

"bıraktık. Mûsa ve Harun'a selam olsun. Muhakkak Biz, ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak ikisi de îman eden kullarımızdandı." Bu âyetlerin benzeri daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

123

Muhakkak İlyas da gönderilmiş peygamberlerdendi.

124

O kavmine: "Korkmaz mısınız?" demişti.

"Muhakkak İlyas da gönderilmişpeygamberlerdendi" âyeti hakkında müfessirler şöyle demişlerdir: İlyas, İsrailoğullarından bir peygamberdir.İbn Mes’ûd'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İsrail Yakub'dur, İlyas da İdris'tir. Ayrıca o: "Muhakkak İdris... diye okumuştur. İkrime de böyle demiştir. Yine İkrime dedi ki: Bu Abdullah(b. Mesud)'ın Mushaf'ında:

"Muhakkak İdris de gönderilmişpeygamberlerdendi" şeklindedir. Ancak bu görüşü yalnızca o Abdullah b. Mesud belirtmiştir.

İbn Abbâs dedi ki: İlyas, Elyesa’in amcasıdır.

İbn İshak ve başkaları şöyle demişlerdir: Yuşa'dan sonra İsrailoğullarının işlerinden sorumlu olan kişi Kahb b. Yukanna idi. Sonra Hazkiyel geldi. Yüce Allah peygamber Hazkiyel’in canını aldıktan sonra İsrailoğulları arasında çok büyük olaylar meydana geldi Allah'ın ahdini unuttular ve onu bırakıp putlara taptılar. Yüce Allah onlara ilyas’ı peygamber olarak gönderdi. Elyesa' da ona uydu ve ona îman etti. İsrailoğulları ona karşı serkeştlik edince, İsrailoğullarının sıkıntılarından yana kendisini rahata kavuşturması için Rabbine dua etti. Ona: Şu, şu günü filan yere çık. Senin karşına ne çıkarsa ona bin ve ondan çekinme. Elyesa' ile birlikte çıktı. Elyesa' ona: Ey İlyas! Bana ne emredersin? dedi. Oldukça yüksekten ona üzerindeki elbiseyi attı. Bu da onun Elyesa'ı İsrailoğullarına yerine geçmek üzere halife tayin etmiş olduğunun alameti idi. İşte onun (dünyada) son görünmesi bu olmuştu.

Yüce Allah İlyas'ın yiyecek ve içecekten lezzet alma duyusunu kaldırdı. Ona tüylerden elbise giydirdi ve onu nura büründürdü. Meleklerle birlikte uçtu. Böylelikle o hem insan melek, hem semavi ve arzi bir varlık oldu.

İbn Kuteybe dedi ki: Çünkü yüce Allah İlyas'a: Benden dile, Ben de sana vereyim, dedi. O da beni kendine doğru yükselt, ölümü tatmamı ertele. Bunun üzerine meleklerle birlikte uçar oldu.

Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Hastalanmış ve ölümü hissetmişti. Bunun üzerine ağladı. Yüce Allah ona: Niçin ağlıyorsun? Dünyaya tutkun dolayısıyla mı? Ölümden çekindiğin için mi? Ateşten korktuğun için mi? diye sordu. Hayır, dedi, izzetin hakkı için bunlardan hiçbirisi dolayısıyla değil. Benim ağlayıp sızlanmam benden sonra sana hamdedecekler, seni övüp duracakları halde benim sana artık hamdetme imkanını kaybetmiş olacağımdandır. Benden sonra zikredenler seni anacak, ben seni anmayacağım. Oruç tutanlar oruç tutacak, ben tutamayacağım. Namaz kılanlar namaz kılacak, ben kılamayacağım. Bunun üzerine ona şöyle denildi: Ey İlyas! İzzetim hakkı için seni, Beni kendisinde hiçbir kimsenin anmayacağı bir vakit gelinceye kadar erteleyeceğim. Bundan kasıt da kıyâmet günüdür.

Abdu’l-Aziz b. Ebi Revvad dedi ki: İlyas ile Hızır -ikisine de selam olsun- her yıl ramazan ayı orucunu Beytu'l-Makdis'de tutarlar ve her sene hac mevsiminde hacda bulunurlar.

İbn Ebi'd-Dünya'nın naklettiğine göre de onlar hacdan sonra ayrılacakları vakit şöyle derler: Maşaallah, maşaallah hayrı Allah'tan başka kimse getirmez. Maşaallah, maşaallah, Allah'tan başka kimse kötülüğü bertaraf edemez. Maşaallah, maşaallah, her ne nimet varsa, Allah'tandır. Maşaallah, maşaallah tevekkeltu alallah hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil.(Allah'a tevekkül ettim, Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.) Bu daha önce el-Kehf Sûresi'nde (18/79-82. âyetler, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Mekhul yoluyla Enes'ten de şöyle dediği nakledilmektedir:Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte gazaya çıktık. Feccu'n-Nake denilen yerde iken şöyle diyen bir ses duyduk: Allah'ım, beni rahmete nail olmuş, günahları bağışlanmış, tevbeleri kabul edilmiş, duaları kabul edilmiş, Muhammed ümmetinden kıl. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurdu: "Ey Enes! Bak bu ses de nedir?" dedi. Ben de dağın iç taraflarına doğru ilerlemeye başladım. Sakalı ve saçı beyaz bir adamla karşılaştım. Üzerindeki elbiseleri de beyazdı. Üçyüz zira'dan daha uzun bir boyu vardı. Beni görünce: Sen peygamberin elçisi misin? dedi. Ben, evet dedim. Bana: Ona dön ve benden ona selam söyle ve de ki: İşte kardeşin İlyas seninle görüşmek istiyor. Peygamber -ben de beraberinde olduğum halde- geldi. Nihayet ona yaklaştığımız bir sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öne doğru ilerledi, ben geride kaldım. Uzun süre beraberce konuştular. Üzerlerine semadan sofraya benzer bir şey indi. Beni de çağırdılar, ben de onlarla birlikte yedim. O sofrada yer elması, nar ve kereviz vardı. Yemek yedim, sonra kalktım, bir kenara çekildim. Bir bulut geldi ve onu yukarı doğru kaldırdı. Ben bulut onu yukarı doğru kaldırıyorken beyaz elbiselerine bakıp durdum. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Anam babam sana feda olsun dedim. Bu yediğimiz yemek ona semadan mı indi? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben de yemeği ona sordum, şöyle dedi: Cibril her kırk günde bir bana bundan bir öğün getirir. Her yılda da Zemzemden bir içim su getirir. Kimi zaman da onu kuyu başında kovaya su doldururken görürüm, o bu sudan içer ve bana içirdiği de olur."(Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır).

125

Âyetin tefsiri için bak:126

126

"O en güzel yaratanı, sizin ve önceki atalarınızın Rabbi Allah'ı bırakıp Ba'l'e mi dua edersiniz?"

Sa'leb dedi ki: Yüce Allah'ın buradaki

"Ba'l" âyeti hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir kesim: Burada Ba'lden kasıt bu ismi taşıyan puttur derken, bir kesim burada sözü edilen Ba'l bir melektir demiştir. İbn İshak ise şöyle demiştir: Ba'l tapındıkları bir kadın idi. Birinci görüşü ileri sürenler daha çoktur. el-Hakem b. Eban'ın İkrime'den rivâyetine göreİbn Abbâs:

"Ba'l'e mi dua edersiniz?" âyeti hakkında: O bir put idi, demiştir.

Atâ b. es-Saib,İkrime'den o İbn Abbâs'dan:

"Ba'l'e mi dua edersiniz?" âyeti hakkında onu mu rab edinirsiniz? demiştir.

en-Nehhâs dedi ki: İki açıklama da doğrudur. Yani siz bir puta dua ediyor ve onu rab olarak mı yontuyorsunuz? Mesela, bu evin ba'lidiryani evin sahibidir denilir. O halde mana: Sizler kendi uydurduğunuz bir rabbe mi dua (ve ibadet) ediyorsunuz, demektir.

"Dua edersiniz" burada, ad verirsiniz anlamındadır. BunuSîbeveyh nakletmiştir.

Mücahid,İkrime, Katade ve es-Süddî: Ba'l, Yemen lehçesinde rab demektir, demişlerdir.

İbn Abbâs da Yemenlilerden birisinin Mina'da bir dişi deve pazarlığını yapmak isterken -bunun sahibi kimdir anlamında-: Bunun ba'l'i kimdir? dediğini duymuştur. Kocaya ba'l denilmesi de bundan dolayıdır. Nitekim Ebû Duad da şöyle demiştir:

"Savaşta ba'l'ini (kocanı) gördüm,

Bir kılıç kuşanmıştı ve bir mızrak(tutmuştu)"

Mukâtil dedi ki: Ba'l, İlyas'ın kırdığı ve bundan dolayı onları bırakıp kaçtığı bir puttur.

Denildiğine göre bu put, altından idi ve boyu yirmi zira'dı, dört yüzü vardı. O put dolayısıyla fitneye düşürüldüler. onu tazim ettiler. Nihayet ona dörtyüz hizmetçi görevlendirdiler ve bu dörtyüz kişiyi o putun peygamberleri bellediler. Şeytan ba'l'in içine girer ve sapıklık şeriatini onlara telkin ederdi. Hizmetçiler de bunları beller ve insanlara öğretirlerdi. Bu kimseler Şam diyarındaki Ba'le-Bekke ahalisidirler. Daha önce açıkladığımız gibi şehirlerine de Bale-Bekke ismi bundan dolayı verilmiştir.

"O en güzel yaratanı... bırakıp"yani kendisine yaratıcı denilenlerin en güzeli demektir. Bunun sanatkârların en güzeli anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü insanlar bir şeyi sanat yoluyla yaparlar, ancak yaratamazlar.

"... Sizin ve önceki atalarınızın Rabbi Allah'ı..." Bu âyetteki üç isim(Allah, Rabbiniz, önceki atalarınızın Rabbi isimleri) nasb iledir. er-Rabî b. Haysem, el-Hasen, İbn Ebi İshak, İbn Vessab, el-A'meş,Hamza ve el-Kisaî böyle okumuşlar; Ebû Ubeyde ile Ebû Hatim de bu kıraati benimsemişlerdir. Ebû Ubeyd bu isimlerin sıfat olarak nasbedildiklerini nakletmektedir. en-Nehhâs ise şöyle demektedir: Sıfat olduklarını söylemek yanlışlıktır. Bunlar bedel olarak nasbedilmişlerdir. Burada sıfat câiz değildir. Çünkü bu ifadeler mevsufu süslemek için zikredilmiş değildir.

İbn Kesîr,Ebû Amr, Âsım, Ebû Cafer, Şeybe ve Nafî' ise ref ile okumuşlardır. Ebû Hatim dedi ki: Bu da: "O Allah'tır, Rabbinizdir" anlamında olur.

en-Nehhâs dedi ki: Onun bu açıklamasından daha da tercih olunanı ise şudur: Herhangi bir takdirya da hazf sözkonusu olmaksızın mübteda ve haberdir. Yani: Allah sizin de Rabbinizdir, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir Ayrıca Ali b. Süleyman'ın ref ile okumanın daha uygun ve daha güzel olduğu kanaatinde olduğunu da gördüm. Çünkü ondan öncesi bir âyet sonudur, dolayısıyla yeni bir ifade başlangıcı olması daha uygundur.

İbnu'l-Enbarî dedi ki: Nasb ile ya da ref ile okuyan bir kimse ifade tamam olmuştur diye:

"O en güzel yaratanı" âyeti üzerinde vakıf yapmaz. Çünkü yüce Allah burada her iki okuyuşa göre

"en güzel yaratan"a dair açıklamalarda bulunmaktadır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç