77Zürriyetini de sürekli baki kalanların ta kendileri kıldık. "Zürriyetini de sürekli baki kalanların ta kendileri kıldık" âyeti hakkında İbn Abbâs şöyle demiştir: Nûh gemiden çıktıktan sonra onunla beraber bulunan erkekler ve kadınlar -onun çocukları ve hanımları müstesna- hep öldüler. İşte yüce Allah'ın: "Zürriyetini de sürekli baki kalanların ta kendileri kıldık" âyeti bunu anlatmaktadır. Said b. el-Müseyyeb de dedi ki: Nûh'un üç çocuğu vardı. Bütün insanlar Nûh'un bu çocuklarındandır: Sam, Arapların, İranlıların, Rumların, Yahudi ve Hristiyanların babasıdır. Ham ise doğudan batıya kadar bütün siyahilerin babasıdır. Sind, Hind, Nube(Sudan), Zenciler, Habeşliler, Kıbtiler, Berberilerin ve diğerlerinin. Yafes ise Slavların, Türklerin, Lanların, Hazerlilerin, Ye'cuc, Me'cuc ve oralarda bulunanların babasıdır. Bir kesim de şöyle demiştir: Nûh'un çocuklarından başkalarının soyları da devam etmiştir. Buna delil de yüce Allah'ın şu âyetleridir: "Ey Nûh ile birlikte taşıdıklarımızın soyundan gelenler!" (el-İsra, 17/3); "Denildi ki: Ey Nûh Bizim katımızdan selametle in. Sana ve seninle bulunan ümmetlere de hayır ve bereketler olsun.(Diğer) ümmetler de vardır ki, Biz onları da faydalandıracağız. Sonra onlara bizden can yakıcı bir azâb dokunacaktır." (Hud, 11/48) Buna göre: "Zürriyetini de sürekli baki kalanların ta kendileri kıldık" âyeti, kâfir olanların dışındakilerin zürriyetini kastetmektedir. Çünkü biz kâfir olanların zürriyetlerini suda boğduk, demek olur. 78Sonra gelenler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık. "Sonra gelenler arasında" bütün ümmetler arasında "ona" övülmeye değer güzel bir ün "bıraktık." Nûh (aleyhisselâm) herkes tarafından sevilen bir peygamberdir. Hatta mecusiler arasında onun "Efridun" olduğunu söyleyenler dahi vardır. Bu anlamdaki açıklama Mücahid ve başkalarından rivâyet edilmiştir. 79Âlemler içinde Nûh'a selam olsun. el-Kisaî'nin iddiasına göre bu âyette iki takdir vardır. Birincisi: "Sonra gelenler arasında ona" onun hakkında bu güzel övgüyü "bıraktık. Âlemler içinde Nûh'a selam olsun" denilir. Ebû'l-Abbas el-Müberred'in görüşü de budur. Yani Biz, bu sözü onun hakkında kalıcı kıldık, yani ona selam söyler dururlar, ona dua ederler. Buna göre bu ("Nûh'a selam olsun" ifadesi) başkasının söylediği nakledilen ifadelerdendir. Yüce Allah'ın:"(Bu) indirdiğimiz... bir sûredir." (en-Nûr, 24/1) âyetine benzemektedir diyen görüşe göre ise, mana: Biz, onun hakkında bunları bıraktık, anlamındadır, ifade burada tamamlanmaktadır. Daha sonra yeni bir ifade ile "Nûh'a selam olsun" diye buyurmaktadır. Yani "sonra gelenler arasında" kendisinden kötü bir şekilde sözedilmekten yana o esenliğe kavuşturulmuştur, demek olur. el-Kisaî dedi ki:İbn Mes’ûd'un kıraatinde: "Bir selam" lâfzı "Bıraktık" ile nasb halindedir. Yani Biz, ona güzel övgü ve bir selam bıraktık, demektir. "Sonra gelenler arasında" Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmeti arasında demek olduğu söylendiği gibi, diğer peygamberler arasında diye de açıklanmıştır. Çünkü ondan sonra ne kadar peygamber gönderilmiş ise mutlaka o peygambere Nûh(aleyhisselâm)'a uyması emredilmiştir. Nitekimyüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O... dinden Nûh'a tavsiye ettiğini... size de şeriat yaptı." (eş-Şura, 42/13) diye buyurmaktadır. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Bana ulaştığına göre kim akşamı ettiği vakit: "Âlemler içinde Nûh'a selam olsun" diyecek olursa, onu akreb sokmaz. Bunu da EbûÖmer (b. Abdi’l-Berr) "et-Temhid" adlı eserinde zikretmiştir. İbn Abdi’l-Berr, Temhid, XXI, 241. Muvatta’'da. da Havle bint Hakim'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur: "Her kim bir yerde konaklayacak olursa, Allah'ın eksiksiz kelimeleri ile yarattıklarının şerrinden Allah'a sığınırım, desin. Oradan ayrılıp gidinceye kadar hiçbir şey ona asla zarar vermeyecektir. "Muvatta’, II, 978;Müslim, IV. 2080, 2081;Tirmizî, V. 496;Dârimî, 375; Müsned, VI, 377, 378, 409. Yine Muvatta’'daEbû Hüreyre'den gelen rivâyete göre Eslemlilerden bir adam şöyle demiş: Bu gece gözüme uyku girmedi. Bunun üzerineRasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Neden dolayı?"diye sorunca, şöyle demiş: Beni bir akreb soktu. Bu sefer Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Eğer sen akşamı ettiğin vakit, Allah'ın eksiksiz kelimeleri ile Allah'ın yarattıklarından O'na sığınırım, demiş olsaydın sana zarar vermezdi."Muvatta’, II, 951;Müslim, IV, 2081;Ebû Davud, IV, 13;İbn Mace, II, 1162;Müsned, II, 375, III, 448, V, 430. 80Muhakkak Biz, ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız. "Muhakkak Biz, ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız." Onlardan güzellikle sözedilmesini baki kılarız. Böyle" lâfzındaki "kef" nasb mahallindedir. Bunun gibi bir mükâfatla... demektir. 81Muhakkak o, Bizim mü’min kullarımızdandır. "Muhakkak o Bizim mü’min kullarımızdandır." Bu âyet da onun ihsan ediciliğini açıklamaktadır. 82Sonra diğerlerini suda boğduk. "Sonra diğerlerini" yani kâfir olanları "suda boğduk." (Diğer anlamındaki: aher'in) çoğulu: şeklinde gelir. Bu kelimede aslolan: ile birlikte kullanılmasıdır. Ancak bu hazfedilmiştir, çünkü anlam bilinmektedir. Bir şeyin "diğer" olması için mutlaka onun cinsinden bir şeyin ondan önce olması gerekir. Buradaki: Sonra" ifadesi arada bir zaman fasılasını anlatmak için değildir. Nimetleri sayıp dökmek içindir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Yahut topraklara düşmüş bir yoksula, sonra da îman edenlerden... olmasıdır." (el-Beled, 90/16-17) Bu da şu demek olur: Sonra size şunu haber vereyim ki; Ben diğerlerini suda boğdum. Bunlar ise îman etmekten geri kalan kimselerdir. 83Muhakkak İbrahim de onun izinden gidenlerdendi. "Muhakkak İbrahim de onun izinden gidenlerdendi" âyeti hakkındaİbn Abbâs dedi ki: Onun dinine mensub olanlardandı, demektir. Mücahid de: Onun yolu ve sünneti üzerinde gidendi, demektir, diye açıklamıştır. el-Esmaî der ki: Şia (mealde: izinden giden); yardımcı olan kimseler demektir. Bu da: den alınmıştır ki, budunun alev alması maksadı ile büyük odunlar ile birlikte yakılan küçük odun (tahta) parçaları demektir. el-Kelbî veel-Ferrâ'' da şöyle demiştir:Yani şüphesiz Muhammed'in izinden gidenlerden birisi de İbrahim'dir. Buna göre buradaki: "Onun izinden" lâfzındaki zamir, Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem)'a aittir. Birinci açıklamaya göre ise Nûh (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aittir, daha kuvvetli görülen de budur. Çünkü daha önce sözkonusu edilen de o idi. Ayrıca Nûh ile İbrahim (aleyhisselâm) arasında sadece iki peygamber gelip geçmiştir. Bunlar da Hud ile Salih peygamberlerdir. Nûh ile İbrahim arasında ise 2640 yıl geçmiştir. Bunu da ez-Zemahşerî nakletmiştir. 84Çünkü o Rabbine selim bir kalb ile gelmişti. "Çünkü o Rabbine" şirkten ve şüpheden arınıp kurtulmuş "selim bir kalb ile gelmişti."Avf el-A'rabî dedi ki: Muhammed b. Sîrîn'e: Selim kalb nedir? diye sordum, o da: Allah'ın yarattıkları arasında Allah'a samimiyet ile bağlı kalan demektir, diye cevab verdi. Taberî de Galib el-Kattan, Avf ve diğerlerinden naklettiğine göre Muhammed b. Şîrîn hacılara şöyle dermiş: Ebû Muhammed zavallı bir kimsedir. Eğer Allah onu azaplandıracak olursa, günahları dolayısıyla ona azâb eder. Eğer ona mağfiret ederse, ne mutlu ona! Şayet kalbi selim birisi ise hiç şüphesiz kendisinden daha hayırlı olan kimseler bile günah işlemiştir. Avf dedi ki: Ben Muhammed'e peki selim kalb nedir? diye sordum. Dedi ki: Allah'ın hak, kıyâmetin mutlaka gerçekleşecek olduğunu, Allah'ın kabirdekileri de mutlaka diriltileceğim bilmesidir. Hişam b. Urve dedi ki: Babam bize şöyle derdi: Çocuklarım lanet okuyan kimseler olmayın. Siz İbrahim (aleyhisselâm)'ın asla hiçbir şeye lanet okumadığını bilmiyor musunuz? O bakımdan yüce Allah: "Çünkü o Rabbine selim bir kalb ile gelmişti" diye buyurmuştur. Rabbine selim bir kalb ile gelmesinin iki anlama gelme ihtimali vardır: Birincisi o başkalarını Allah'ı tevhid etmeye ve O'na itaat etmeye davet etmesi sırasında selim bir kalbe sahipti, ikincisi ateşe atıldığı sırada kalbi selimdi. 85Hani babasına ve kavmine: "Nelere ibadet ediyorsunuz?" demişti. "Hani babasına" ismi Azer'di. Buna dair açıklamalar da(el-En'am, 6/74. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Ve kavmine: Nelere ibadet ediyorsunuz? demişti" âyetindeki: Ne" mübteda olarak ref mahallinde; "...lere" de onun haberi durumundadır. Bununla birlikte her ikisinin "ibadet ediyorsunuz" fiili ile nasb mahallinde olması da mümkündür. 86"Yalan ve iftira ederek, Allah'tan başka ilahları mı istiyorsunuz? “Yalan ve iftira ederek" âyeti mef'ûlün bih olarak nasb mahallindedir.Yani siz yalan ve iftira mı istiyorsunuz? demek olur. el-Muberred de der ki: Yalanın en kötü şekli"dir. Bu da bir türlü karar kılamayan ve sürekli kararsızlık gösteren şey demektir. "Altlarındaki yer, üstlerine geldi" ifadesi de buradan gelmektedir. "İlahları mı?" âyeti "yalan ve iftira" lâfzından bedeldir. "Allah'tan başka" yani Allah'tan başkasına mı ibadet ediyorsunuz? Buna göre bu âyetin anlamı şöyle olur: "Sizler Allah'tan başka yalan ve uydurma ilâhları mı istiyorsunuz." Bununla birlikte şu anlamda hal olması da mümkündür: Sizler yalan ve iftira eden kimseler olarak, Allah'tan başka ilâhlar mı istiyorsunuz?(Mealde olduğu gibi). 87"Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir?" "Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir?" Onun huzuruna başkasına ibadet etmiş olarak vardığınız vakit ne (göreceğinizi) zannedersiniz? Bu bir sakındırmadın Yüce Allah'ın: "O kerim Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (el-İnfitar, 82/6) âyeti gibi bir sakındırma demektir. Bunun: Sizler ne gibi yanılgılara düştünüz ki, sonunda Ona başkasını ortak koşacak kadar ileri gittiniz anlamında olduğu da söylenmiştir. 88Derken yıldızlara bir defa baktı da: 89"Muhakkak ben hastayım" dedi. "Derken yıldızlara bir defa baktı da: Muhakkak ben hastayım, dedi." âyeti ile ilgili olarak İbn Zeyd babasından şöyle dediğini nakletmektedir: Kralları ona: Yarın bizim bayramımızdır. Bizimle birlikte bayrama çık, diye haber gönderdi, o da doğmakta olan bir yıldıza baktı ve: Bu yıldız ben hasta olacağım vakit doğar, dedi. Yıldızlar ilmi, kullandıkları ve gözlemledikleri bir bilgi idi. Böylelikle o bu bakımdan onlara bu hissi verdi, kendi inançlarına uygun bir mazeret ortaya koymuş oldu. Çünkü kavmi çobanlık ve çiftçilik yapan bir kavimdi. Bu iki geçim yolunun ise yıldızları gözlemlemeyi gerektirdiği açıktır. İbn Abbâs dedi ki: Yıldızlar ilmi. peygamberliğin kapsamı içerisindeydi. Yüce Allah Yuşa b. Nun'a güneşin doğmasını geciktirince bunu ortadan kaldırdı. Bundan dolayı İbrahim in yıldıza bakması nebevi bir ilim idi. Cuveybir de ed-Dahhak'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Yıldızlar ilmi Îsa (aleyhisselâm) dönemine kadar kalmışta Nihayet onun görülmesinin(ve yerinin bilinmesinin) sözkonusu olmadığı bir yerde Hz. Îsa'nın yanına girdiklerinde Meryem (selam ona) bu gelenlere: Siz onun yerini nereden bildiniz? diye sorunca, onlar da: Yıldızlardan dediler. Bunun üzerine Îsa Rabbine dua ederek: Allah'ım, yıldızlar bilgisi ile onların bir şey kavramasına imkan verme. Artık kimse de yıldızlar ilmini bilmesin, dedi. Bunun sonucunda yıldızlardan hareketle hüküm vermek şeriatta yasak kılındı. İnsanlar arasında bu bilgi de bilinmeyen bir bilgi haline geldi. el-Kelbî dedi ki: Onlar(İbrahim -aleyhisselâm-in kavmi) Basra ile Küfe arasında Hurmuz Cerd diye bilinen bir kasabada idiler ve yıldızları gözetliyorlardı. Bu görüşlerden birisidir. el-Hasen ise şöyle demektedir: Yani onlar İbrahim(aleyhisselâm)'a kendileriyle birlikte dışarı çıkmasını teklif ettiklerinde ne yapacağı hususu üzerinde düşünmeye koyuldu. Buna göre anlam şöyle olur: O hatırına gelen görüş üzerinde durdu ve düşündü. Bu türden karşısına çıkan husus hakkında düşündü, demek olur. Böylelikle o hayatta olan herkesin hastalanacağını öğrenmiş olduğundan ötürü "muhakkak ben hastayım(hastalanacağım)" dedi. el-Halil ve el-Muberred derler ki: Bir kişi herhangi bir husus hakkında düşünüp onu planlamasını anlatmak üzere: "o kişi yıldızlara baktı" denilir. Şöyle de açıklanmıştır: İbrahim (aleyhisselâm)'ı beraberlerinde çıkmaya çağırdıkları saat onun sıtmaya yakalandığı bir vakte rastlamıştı. Bir başka açıklama da şöyledir: Yani o eşyaya baktı, bu eşyanın bir yaratıcısı ve onların işlerini çekip çeviren birisi olduğunu bildi. Kendisinin de bu eşya gibi halden hale değişeceğini anladığından: "Muhakkak ben hastayım" dedi. ed-Dahhak da şöyle demiştir: "Ben hastayım" ben ölüm hastalığına yakalanacağım, demektir. Çünkü hakkında ölüm takdir edilmiş kimse çoğunlukla önce hastalanır, sonra ölür. İşte bu bir tevriye ve kinayeli bir anlatımdır. Nitekim kral ona Sare'nin kim olduğunu sorduğunda, o benim kızkardeşimdir, demiş ve bununla din kardeşliğini kastetmiştir. İbn Abbâs, İbn Cübeyr ve yine ed-Dahhak şöyle demişlerdir: O bu sözleriyle taun gibi başkasına bulaşan bir hastalığa işaret etmişti. Onlar da taundan kaçan ve korkan kimselerdi. İşte; 90Ondan yüz çevirip uzaklaştılar. "Ondan yüz çevirip uzaklaştılar"âyeti bunu anlatır. Yani hastalığın kendilerine bulaşması korkusu ile kaçtılar. Tirmizîel-Hakim rivâyetle der ki: Bize babam anlattı, dedi ki: Bize Amr b. Hammâd anlattı. O Esbat'dan, o es-Süddî'den, o Ebû Malik'ten, o Ebû Salih'ten, o İbn Abbâs'dan; ve Semura'dan, o el-Hemedanî'den, o İbn Mes’ûd'dan dedi ki: İbrahim'in babası: Bizim bir bayramımız var. Eğer bizimle birlikte çıkacak olursan dinimizi beğeneceksindir, dedi. Bayram günü gelince, İbrahim'in yanına geldiler, o da onlarla birlikte çıktı. Yolun bir yerinde kendisini yere attı ve: Ben gerçekten hastayım, ayağım ağrıyor, dedi. Yere yıkılmış iken onun ayağını çiğneyip geçtiler. Çekip gittiklerinde onların arkalarından: "Vallahi... ben bu putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım." (el-Enbiya, 21/57) diye seslendi. Ebû Abdullah dedi ki: Bu, İbn Abbâs ve İbn Cübeyr'in söyledikleri ile çatışan bir şey değildir. Çünkü bu iki hususun da olmuş olma ihtimali vardır. Derim ki: Sahih(-iBuhârî)'dePeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:"İbrahimPeygamber (aleyhisselâm) sadece üç defa yalan söylemişti..." Buhârî, III, 1225, V. 1955;Müslim, IV, 1840;Müsned, II. 403. III, 244. Bu hadis daha önceden el-Enbiya Sûresi'nde (21/62-63- âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bu ise onun gerçekten hasta olmadığına ancak ta'riz (üstü kapalı kaçamak ifade) kullandığına delildir. Yüce Allah da: "Muhakkak sen de öleceksin, hiç şüphesiz onlar da öleceklerdir" (ez-Zümer, 39/30) diye buyurmaktadır. O halde anlam şöyledir: Ben gelecekte hasta olacağım, onlar ise şu anda hasta olduğunu zannettiler. Bu da daha önceden belirttiğimiz gibi ta'rizli(üstü kapalı) ifadelerdendir. Çokça kullanılan bir mesel olan: "Hastalık olarak sağlıklı olmak yeterlidir" ifadesi ile Lebid'in şu beyiti de bu kabildendir: "Çokça dua ettim Rabbime gayretle, esenlik versin, Ve bana sağlık versin diye, baktım ki sağlıklı oluş hastalığın kendisidir." Bir kişi ansızın ölmüş, insanlar onun etrafını sarmışken: Sapasağlamken öldü dediler. Bunun üzerine bedevi bir Arap: Ölümü ense kökünde gezdiren bir kimse sağlıklı olabilir mi? dedi. Buna göre İbrahim (aleyhisselâm) bu sözü söylediğinde gerçeği ifade etmişti. Ancak peygamberlerin seçkinlikleri ve yüce Allah'ın nezdindeki konumlan dolayısıyla bu tutumu bir günah olarak değerlendirilmiştir. Bundan dolayı o şöyle demişti: "Kıyâmet gününde bana günahımı bağışlamasını ümit ettiğim O'dur. "(eş-Şuara, 26/82) Bütün bu hususlar yeterli açıklamaları ile daha önceden(el-Enbiya, 21/62-63- âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Bir açıklamaya göre o, kâfir oluşları sebebiyle nefsen rahatsız olduğunu anlatmak istemişti. "Yıldız" anlamına gelen: in çoğulu da olabilir, tekil ve mastar (ve bir şeyin bir parçası, bölümü, taksidi anlamına) da olabilir. 91Sonra gizlice putlarına varıp: "Yemez misiniz?" dedi. "Sonra gizlice putlarına varıp"es-Süddî dedi ki: Onların yanına gidip... Ebû Malik: Onlara gidip...Katade: Onlara doğru gidip... el-Kelbî: Üzerlerine varıp... diye açıklamışlardır. Yönünü onlara doğru çevirip... anlamına geldiği de söylenmiştir. Anlamlar birbirine yakındır. Buna göre: "Meyletti, yöneldi, meyleder yönelir, meyletmek yönelmek" demektir. "(........): Meyilli, eğimli yol" demektir. Şair de şöyle demiştir: "Sana dil ucuyla tatlılık gösterir, Ancak tilkinin sapıp gittiği gibi yanından uzaklaşıp gider." "Yemez misiniz? dedi." Aklı başındaki varlıklara hitab eder gibi putlara hitab etti. Çünkü onlar putlarını bu duruma çıkarmışlardı. Aynı şekilde; 92"Size ne oldu ki konuşmuyorsunuz?" "Size ne oldu ki konuşmuyorsunuz?"âyeti da böyledir. Denildiğine göre putların önünde bayramdan dönüşleri sırasında yemek maksadıyla bıraktıkları yiyecekleri vardı. Bu yemekleri bırakmalarının sebebi ise -kendi kanaatlerine göre- putlarının bereketinin yemeğe geçmesi idi. Bu yemekleri put bakıcılarına bıraktıkları da söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre İbrahim(aleyhisselâm) alay olsun diye o putlara yemek sunmuş ve: "Yemez misiniz? Size ne oldu ki konuşmuyorsunuz?" demişti. 93Sonra onlara sağ eli ile gizlice vurdu. "Sonra onlara sağ eli ile gizlice vurdu" âyetinde vuruşun özellikle "sağ el" ile sözkonusu edilmesinin sebebi, daha güçlü olması, onunla indirilen darbenin daha ağır olmasından dolayıdır. Bu açıklamayıed-Dahhak ve er-Rabî' b. Enes yapmıştır. Bir başka açıklamaya göre buradaki "yemin(sağ)"den kasıt, onun: "vallahi... ben bu putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım" (el-Enbiya, 21/57) diye yaptığı yemindir. el-Ferrâ'' ve Sa'leb şöyle demişlerdir: Bundan kasıt, putlara güçlü bir darbe indirdiğidir. Yemin(sağ), güç demektir. Bunun "adalet ile" anlamına geldiği de söylenmiştir. Burada yemin adalet demektir. Yüce Allah'ın: "Eğer bazı sözleri uydurup Bize isnad etseydi, Biz onu elbette sağımızla alıverirdik" (el-Hakka, 69/44-45) âyetinde de "yemin (sağ)" adalet ile...(ondan intikam alırdık), anlamındadır. Bu bakımdan adalet için "yemin (sağ)", zulüm için ise "şimal (sol)" kullanılır. Nitekim düşman ve masiyetler sözkonusu edildiğinde "şimal"in, itaat sözkonusu edildiğinde ise "yemin"in kullanıldığı görülmektedir. Bundan dolayı da: "Gerçekten siz bize sağdan gelirdiniz" (es-Saffat, 37/28) diye buyurulmaktadır ki, itaat cihetinden gelirdiniz, demektir. Yemin müslümanın adaletli tarafıdır, şimal ise zulüm tarafıdır. Nitekim mü’min antlaşma(misak) gününde sağı ile yüce Allah'a bey'at edip söz vermiştir. O halde bey'at yemin ile yapılmıştır. İşte yarın mü’mine kitabının (amel defterinin) yemininden (sağından) verileceğinin sebebi budur. Çünkü o yaptığı bey'ate bağlı kalmıştır. Bey atini bozan ve yüce Allah'ın boyunduruğundan kaçıp kurtulan kimseye ise kitabı sol tarafından verilecektir. Çünkü zulüm o taraftadır. Buna göre "sonra onlara sağ eli ile gizlice vurdu" âyeti misak gününde yüce Allah'a bey'at etmiş olduğu o adaletin gereği olarak bunu yaptı ve bu dünyada vermiş olduğu bu sözü yerine getirmiş oldu, demektir. Bunun sonucunda da o putları kırıp döktü. Âdeta un ufak etti. İşte burada onun sağ eliyle vurması kuvvetle vurması anlamında değildir. Bu açıklamayı et-Tirmizîel-Hakim yapmıştır. 94Hızlıca ona geldiler. "Hızlıca ona geldiler." Hamza: "Hızlıca geldiler" âyetini "ye" harfi ötreli olarak: diye okumuştur. Diğerleri ise "ye" harfini üstün ile okumuşlardır. Hızlıca geldiler, demektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. Katade vees-Süddî: Yürüyerek geldiler, diye açıklamışlardır. Anlamın hep birlikte, ağır ağır ve herhangi bir kimsenin putlarına bir zarar vermeyeceğinden yana emin olarak geldiler, demek olduğu da söylenmiştir. Onlar yürümek ile koşmak arasında bir yürüyüşle geldiler, diye de açıklanmıştır. Deve kuşunun koşmaya başlaması (ve bunun için kanatları açması)" tabiri de buradan gelmektedir.ed-Dahhak: Koşarak geldiler derken, Yahya b. Sellam kızgınlıklarından titreyerek geldiler anlamına geldiğini nakletmiştir. Böbürlenerek geldiler, diye de açıklanmıştır ki bu açıklamayı daMücahid yapmıştır. Gelinin kocasının evine zifaf için götürülmesi" tabiri de buradan alınmıştır. el-Ferezdak da şöyle demektedir: "Aşılayıcı erkek develer dişilerinden önce koşarak geldi, Arkasından ise onlar (dişi develer) geldiler. Onlar da (aşırı soğuğun etkisinden) koşuyorlardı." şeklinde ötreli okuyanların okuyuşu, başkalarını koşmak durumunda bırakıyorlardı, anlamına gelir. Buna göre mef'ûl hazfedilmiş olur. el-Esmaî dedi ki: "Develeri koşmak zorunda bıraktım" demektir. Bunların iki ayrı söyleyiş olduğu, bu bakımdan: "O erkekler topluluğu koştular" denildiği gibi; "Gelini zifafa gönderdim" söyleyişleri hep aynı anlamdadır. "Gelinin zifafa girdiği yer" anlamındadır. Bu açıklamael-Halil'den nakledilmiştir. en-Nehhâs dedi ki: "Ye" harfinin ötreli olarak okunuşu ile ilgili olarak Ebû Hatim bu söyleyişi bilmediğini iddia etmiştir. Ancak aralarındael-Ferrâ'nın bulunduğu ilim adamlarından bir topluluk, bunu bilmişlerdi. el-Ferrâ'' bunu Araplarıa: "Adamı uzaklaşmak zorunda bıraktım" tabirlerine benzetmiştir, "Onu bir kenara uzaklaştırdım" demek olur. el-Ferrâ'' ve başkaları şu beyiti zikrederler: "Husayn kendi kavminin başına geçmeyi temenni etti, Fakat Husayn zelil edildi ve kahredildi." Yani bu hale düşürüldü, işte "Sonunda bu şekilde koşacak noktaya vardılar" anlamına gelir. Muhammed b. Yezid dedi ki: "Süratlice koşmak" demektir. Ebû İshak ise, bu deve kuşunun koşmaya ilk başlaması hali demektir, der. Ebû Hatim de şöyle demiştir: el-Kisaî birtakım kimselerin "fe" harfini şeddesiz olarak: diye, fiilinden: "Tarttı, tartar" gibi okuduklarını da iddia etmiştir. en-Nehhâs da şöyle demektedir: Bu Ebû Hatim'in naklettiğidir.Ebû Hatim ise el-Kisaî'den herhangi bir şey işitmiş değildir.el-Kisaî'den rivâyet edenel-Ferrâ'' ise el-Kisaî'nin bu kelimeyi "fe" harfi şeddesiz olarak: şeklinde bilmediğini rivâyet etmektedir. el-Ferrâ'' dedi ki: Ben de bunu bu şekliyle bilmiyorum. Ebû İshak dedi ki: Ancak onlardan başkaları bunu bilmiş bulunuyor. Çünkü: "Hızlandı, hızlanır" denilir.en-Nehhâs dedi ki: Bununla birlikte biz(bu kelimeyi): diye (şeddesiz) okuyan kimse olduğunu da bilmiyoruz. Derim ki: el-Mehdevî'nin naklettiğine göre bu Abdullah b. Yezid'in kıraatidir. ez-Zemahşerî "Hızlıca ona doğru itildiler" şeklinde meçhul bir fiil olarak ve: şekli, "Deveye(hızlı yürümesi için) türkü çağırdı" fiilinden gelen bir fiil olarak da (okunmuştur). Sanki ona doğru hızlıca gidişleri dolayısıyla biri diğerini itiyormuş gibi(ona doğru gittiler) demek olur. es-Sa'lebî,el-Hasen, Mücahid ve İbn es-Semeyka'dan: "Deve kuşunun yürümek ile uçmak arası koşması"nı anlatan: den gelen ve "ra" harfi ile bir fiil olarak okuduklarını zikretmektedir. 95"Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" dedi. "Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" dedi. Âyetinde hazfedilmiş lâfızlar vardır. Yani onlar: Bizim ilâhlarımıza bu işi kim yaptı dediler. O da onlara karşı delil getirerek: "Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz" dedi. Yani ellerinizle yonttuğunuz, düzelttiğiniz birtakım putlara mı ibadet ediyorsunuz? "Yontmak, düzeltmek ve fazlalıklarını almak, törpülemek" demektir. "Onu yonttu, yontar" demektir. ise "yontma neticesinde çıkan artıklar"a denilir. da kendisi ile yontulan alet, yontma aleti demektir. 96"Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır." "Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır" âyetindeki nasb konumundadır. Yani yüce Allah sizin yapıp ettiğiniz bu putları da yaratmıştır. İster ağaç, ister taş, ister başka şeylerden olsun. Yüce Allah'ın şu âyetine benzemektedir: "Hayır, sizin Rabbiniz göklerle yerin Rabbi ve onları yoktan var edendir." (el-Enbiya, 21/56) Buradaki ....'ın istifham (soru) edatı anlamında olduğu da söylenmiştir Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Halbuki Allah sizi yaratmıştır. Siz ne yapıyorsunuz böyle? Onların yaptıklarını küçümsemektir, tahkir etmek anlamına gelir. Bu edatın nefy edatı olduğu da söylenmiştir. Yani bunu yapan sizler değilsiniz, onu yaratan Allah'tır. Ancak en güzeli bu edatın fiil ile birlikte mastar olmasıdır. İfadenin takdiri de şöyle olur: Halbuki Allah sizi de, sizin amelinizi de yaratmıştır. Ehl-i sünnetin mezhebi de budur. Onlara göre Allah fiillerin halikidir, kullar da o fiilleri kesbedenler (kazananlar)dır. Bu âyet ileKaderiyye ve Cebriye'nin görüşleri iptal edilmekte, çürütülmektedir. Rivâyete göre deEbû Hüreyre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu bildirmektedir: "Şüphesiz Allah her bir sâniî (yapıcıyı) ve sanatını (onun yaptığını) yaratandır."Bunu es-Sa'lebî zikretmiş olduğu gibi, Beyhakî de bunu Huzeyfe'den gelen bir hadis olarak rivâyet etmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz aziz ve celil olan Allah herbir sâniî ve onun sanatını yaratmıştır. "Beyhakî, Şuabu'l-Îman, I, 209O halde hâlik de O'dur, sânî de odur. O her türlü eksiklikten münezzehtir. Biz bu iki ismi "el-Kitabu'l-Esna fi Şerhi Esmaillahi'l-Hüsna" adlı eserimizde açıkladık. 97Dediler ki: "Onun için bir bina yapın, sonra da onu alevli ateşin içine atın." "Dediler ki: Onun için bir bina yapın" yani daha önce el-Enbiya Sûresi'nde (21/68-69) açıklandığı üzere getirdiği delillerle onları yenik düşürünce, ona ne yapacakları hususunda birbirleriyle danıştılar ve: "Onun için bir bina yapın" dediler. Orayı odunla doldurun ve ateşe verin, sonra da onu bu ateşin içine atın. İşte (âyette sözü edilen): "Alevli ateş: cahim" budur. İbn Abbâs dedi ki: Onlar yukarı doğru uzunluğu otuz arşın olan taştan bir duvar inşa ettiler. Onu ateşle doldurdular, İbrahim'i de içine attılar. Abdullah b. Amr b. el-As dedi ki: İbrahim(aleyhisselâm) o ateşin yandığı yapıya atılınca: "Hasbiyallahü ve ni'me'l-vekil: Bana Allah yeter, O ne güzel vekildir" dedi. "el-Cahim: Alevli ateş" lâfzındaki elif ve lam zamire delalet etmektedir ki "onun alevli ateşine..." demektir ki, bu da o binanın içindeki alevli ateş anlamındadır. Taberî'nin naklettiğine göre bunu söyleyen kişinin ismi Heyzen olup Farisîlerin, bedevilerinden olan bir adamdır. Onların göçebeleri Türklerdir. Şu hadiste kendisinden sözedilen kişi odur: "Bir adam giyindiği elbisesi ile böbürlenerek yürüyor iken yerin dibine geçirildi. Kıyâmet gününe kadar yerin dibine geçirilmeye devam edecektir. "Buhârî, III, 1285, V, 2182; Müslim, III, 1653, 1654;Tirmizi, IV, 655;Dârimi, I, 127; Mesai, VIII, 206;Müsned, II, 66, 222, 267, 390, 531, III, 40.Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 98Ona kötülük yapmak istediler. Biz de onları en aşağılıklar kıldık. "Ona" İbrahim'e "kötülük" anlamındaki "el-keyd" hile ve tuzak demektir.Yani onu helâk etmek için hileye başvurmak "istediler. Biz de onları en aşağılar kıldık." Kahredilmişler, yenilgiye uğrayanlar kıldık. Çünkü onların bertaraf etme imkanını bulamadıkları bir şekilde delili ortaya çıkmış oldu. Onların hile ve tuzakları, onun doğruluğunun delilini hiçbir şekilde çürütemedi, etkileyemedi. 99Dedi ki: Ben Rabbime gidiciyim. Pek yakında beni doğru yola iletecektir. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1- Hicret ve İnsanlardan Ayrılmak: Bu âyet-i kerîme hicret ve uzlete çekilmek hususunda asli bir dayanaktır. Bu işi ilk yapan kişi İbrahim (aleyhisselâm)'dır. Bu da yüce Allah'ın onu ateşten kurtarması sırasında olmuştur. "Dedi ki: Ben Rabbime gidiciyim."Yani kavmimin ve doğum yerim olan yerden Rabbime ibadet etme imkanı bulacağım yere hicret edeceğim. Çünkü niyet ettiğim bu hususta "pek yakında beni doğru yola iletecektir." Mukâtil dedi ki: İnsanlar arasında Lut ve Sara ile birlikte Arz-ı Mukaddes'e -ki Şam topraklarıdır- ilk hicret eden kişi odur. Ben amelim ve ibadetimle, kalbim ve niyetimle gidiyorum, diye de açıklanmıştır. Buna göre onun gitmesi beden ile değil, amel iledir. Buna dair açıklamalar yeterli şekliyle el-Kehf Sûresi'nde (18/10. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre ise Şam topraklarına ve Beytu'l-Makdis'e hicret etmek suretiyle (radıyallahü anhbbime gidiciyim) demek olur. Şöyle de açıklanmıştır: O önce Harran'a doğru gitti ve orada bir süre kaldı. Bir başka görüşe göre: O bu sözleri kavmi arasından kendisinden ayrılan kimselere söylemiştir. O takdirde bu ifade onlar için bir azar olur. Bir diğer görüşe göre o, bu sözleri ailesi halkından kendisiyle birlikte hicret eden kimselere söylemiştir. O zaman bu ifadeler onun tarafından yapılmış bir teşvik olur. Bir görüşe göre de o bu sözlerini ateşe atılmadan önce söylemişti. Bu görüşe göre bu hususta iki türlü açıklama sözkonusudur: Birincisine göre ben Rabbimin benim hakkımdaki takdirine gidiyorum, demektir. İkincisine göre ise ben nasıl olsa öleceğim. Nitekim ölen kimseye: Yüce Allah'a gitti, denilmesi buna benzer. Çünkü o ateşe atılmak suretiyle öleceğini düşünmüştü. Çünkü içine atılan şeyleri yiyip bitirmek ateşin alışılagelmiş bir halidir. Nihayet ona: "Serin ve selamet ol." (el-Enbiya, 21/69) denildi, işte o vakit İbrahim de ateşten kurtulmuş oldu. Bu görüşe göre yüce Allah'ın:"Pek yakında beni doğru yola iletecektir" âyeti iki türlü te'vil edilir. Birincisine göre "pek yakında beni doğru yola" yani o ateşten kurtuluş yoluna "iletecektir" demek olur. İkinci görüşe göre ise cennete(iletecektir) demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a yetişen kimselerden birisi olan Süleyman b. Surad dedi ki: Kavmi İbrahim (aleyhisselâm)'ı ateşe atmak istediklerinde odun toplamaya başladılar. Yaşlı bir kadın sırtı üzerinde odun taşıyıp: Ben bunu şu ilâhlarımızdan sözeden kimse için götürüyorum, diyordu. İbrahim (aleyhisselâm) ateşe atılmak istenince o da: "Ben Rabbime gidiciyim dedi." Ateşe atılınca da: "Hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil: Bana Allah yeter, O ne güzel vekildir" dedi. Bunun üzerine yüce Allah da: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" (el-Enbiya, 21/69) diye buyurdu. Bunun üzerine Lut'un babası -ki İbrahim'in amcası olur, Lut amcası oğlu idi- şöyle dedi: Ateşin onu yakmayışının sebebi, onun bana olan akrabalığıdır. Bunun üzerine yüce Allah ateşten bir parça gönderip onu yaktı. "Rabbim, bana salihlerden bağışla!" 2- Allah'tan Salih Evlat Dilemek: "Rabbim, bana salihlerden bağışla!"Yüce Allah ona kendisini kurtaracağını bildirince o da gurbette teselli bulacağı bir evlat ile kendisine destek göndermesi için Allah'a dua etti. Bu husustaki açıklamalar daha önce Al-i İmrân Sûresi'nde (3/37-38. âyetler, 3- başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. İfadede hazfedilmiş sözler vardır. Rabbim bana salihler arasından salih bir evlat bağışla demektir. Bu gibi hazfler pek çoktur. 101Biz de ona itaatkâr bir oğul müjdesini verdik. Yüce Allah da: "Biz de ona itaatkâr bir oğul müjdesini verdik" diye buyurmaktadır.Yani bu evlat yaşını, başını alacağı sırada halim (itaatkâr) olacaktır. Bu evladın uzun süre hayatta kalacağı müjdesi verilmiş gibidir. Çünkü küçük çocuk şu şekilde nitelendirilmez. Bu müjde de daha önce Hud Sûresi'nde (11/69- âyetin tefsirinde) geçtiği üzere melekler vasıtasıyla verilmişti. Yine bu husus ileride ez-Zariyat Sûresi'nde (51/24-28. âyetlerin tefsirinde) de gelecektir. 102Ne zaman ki o, babasının yanısıra yürümeye başlayınca dedi ki: "Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne düşünürsün?" "Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." Bu âyete dair açıklamalarımızı onyedi başlık halinde sunacağız: 1- İbrahim (aleyhisselâm)'ın Boğazlamakla Emrolunduğu Oğlu: "Ne zaman ki o, babasının yanısıra yürümeye başlayınca" yani biz ona oğlunu bağışladık. Bu oğul babası ile birlikte dünya işlerinde çalışıp çabalamaya, işlerinde ona yardımcı olmaya başlayınca "dedi ki: Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum." Mücahid dedi ki: "Ne zaman ki o babasının yanı sıra yürümeye başlayınca" âyeti genç bir delikanlı olup yürümesi İbrahim'in yürümesine yetişince, demektir.el-Ferrâ'' dedi ki: O gün onüç yaşında idi.İbn Abbâs bundan kasıt buluğdur,Katade ise, babası ile birlikte yürüyünce, diye açıklamıştır. el-Hasen ve Mukâtil : Bu kendisi sebebiyle kişiye karşı delilin ortaya konulabildiği aklın çabası demektir. İbn Zeyd: Bu ibadette çalışıp çabalamak anlamındadır. İbn Abbâs da: Namaz kılıp oruç tutmaya başlayınca demektir, diye açıklamıştır. Nitekim yüce Allah: "Ve bunun için gereği gibi çalışırsa" (el-İsra, 17/19) âyetini görmüyor muyuz? Tefsiri yapılan âyet-i kerimede "yürümek" anlamı verilen 'sa'y" ile burada "çalışmak" anlamı verilen say kelimesinin aynı kökten oluşlarına dikkat çekilmektedir. İlim adamları boğazlanması emrolunan oğlun hangisi olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Çoğunluğu boğazlanması emrolunan İshak'tır demişlerdir. Bu kanaati belirtenler arasında el-Abbas b. Abdu'l-Muttalib ile onun oğlu Abdullah da vardır. Abdullah(b. Abbas)'dan gelen sahih rivâyet de budur. es-Sevrî veİbn Cüreyc, İbn Abbâs'ın sözü olarak: Boğazlanması emrolunan İshak'tır, dediğini rivâyet etmektedirler. Abdullah b. Mesud'dan sahih olarak gelen rivâyet de böyledir. Buna göre bir adam ona: Ey şerefli yaşlı, başlı adamların oğlu diye hitab etmiş. Bunun üzerine Abdullah ona şöyle demiş: O dediğin şahıs Allah'ın dostu İbrahim'in oğlu, Zebihullah (Allah'ın boğazlanmasını emrettiği) İshak'ın oğlu, Yakub'un oğlu Yusuf'tur. Hammâd b. Zeyd de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait söz olmak üzere şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Şüphesiz ki kerim oğlu, kerim oğlu, kerim şahıs, İbrahim (aleyhisselâm)'ın oğlu, İshak'ın oğlu, Yakub'un oğlu Yusuf'tur."Buhârî, III, 1237, 1240, 1298. Ebû'z-Zubeyr de Cabir'den: Boğazlanması emrolunan kişi İshak'tır, dediğini rivâyet etmektedir. Aynı zamanda buAli b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dan da rivâyet edilmiştir. Abdullah b.Ömer'den de boğazlanması emredilen kişi İshak'tır, dediği rivâyet edilmiştir. Ömer(radıyallahü anh)'ın görüşü de budur. İşte ashab-ı kiramdan yedi kişinin bu kanaatte olduğunu görüyoruz. Tabiînden ve tabiîn olmayanlardan bu görüşü savunan kimseler arasında Alkame,en-Nehaî, Mücahid, Said b. Cübeyr, Ka'b b. el-Ahbar, Katade,Mesrûk, İkrime, Kasım b. Ebi Bezze, Atâ, Mukâtil , Abdu'r-Rahmân b. Sa'bat, ez-Zürrî, es-Süddî, Abdullah b. Ebi'l-Huzeyl ve Malik b. Enes de vardır ve bunların hepsi de: Boğazlanması emredilen kişi İshak'tır demişlerdir. İki kitab ehli olan yahudilerle hristiyanlar da bu kanaattedirler. Aralarında eri-Nehhas, et-Taberî ve başkalarının da bulunduğu pek çok kimse de bu görüşü tercih etmişlerdir. Said b. Cübeyr dedi ki: İbrahim'e rüyasında İshak'ı boğazlaması gösterildi. Tek bir sabah vaktinde bir aylık mesafeyi onunla birlikte katetti ve sonunda Mina'da kurban kesim yerine kadar geldi. Yüce Allah onu boğazlanmaktan kurtarıp bunun yerine koçu kurban etmesi emredilince ve koçu kurban ettikten sonra yine bir aylık mesafeyi onunla birlikte geri döndü, dağlar ve vadiler onun önünde katlanıp dürüldü. Bu görüş Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, ashab-ı kiramdan ve tabiînden gelen nakiller arasında kuvvetli olan görüştür. Merhum müfessirimiz, Hud, 11/73- ayet birinci başlıkta: "...birçok ilim adamı bu ayeti boğazlanması emridilenin İsmail olduğuna delil göstermektedir..." deyip bir tercihte bulunmaksızın gerekli açıklamaların es-Saffat. (37/102. ayet)ta geleceğini belirtir. Meryem, 18/54-55. ayetler birinci başlıkta da şunları söylemektedir: "...Cumhûr boğazlanması emredilenin İbrahim'in oğlu Arapların atası İsmail olduğu görüşündedir. Kurban edilmesi emredilenin İshak olduğu da söylenmiş ise de, birincisi daha kuvvetlidir" dedikten sonra yine es-Saffat, 37/102. ayete gönderme yapmaktadır. Başkaları da boğazlanması emredilen kişinin İsmail olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olanlar arasında Ebû Hüreyre, Ebû't-Tufeyl ve Amir b. Vasile de vardır. Yine bu görüşİbn Ömer ve İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir. Tabiînden deSaid b. el-Müseyyeb,en-Nehaî, Yusuf b. Mihran,Mücahid, er-Rabî' b. Enes,Muhammed b. Ka'b el-Kurazî,el-Kelbî ve Alkame'den de rivâyet edilmiştir. Ebû Said ed-Darir'e boğazlanması emredilenin kim olduğuna dair soru sorulunca, o da şu beyitleri okuyarak cevap vermişti: "Hidayet olunasıca bil ki: Boğazlanması istenen kişi İsmail'dir. Kitab ve indirilen vahiy bunu böyle belirtmiştir. Bu, yüce Rabbimizin peygamberimize özellikle verdiği bir şereftir. Tefsir de te'vil de bunu böyle göstermiştir. Eğer onun ümmeti isen sen ona ait bir şerefi de İnkâr etme ve ona özellikle verilen bu üstünlüğü de." el-Esmaî'den de şöyle dediği nakledilmektedir: BenEbû Amr b. el-Ala'ya boğazlanması emredilen kişi hakkında sordum da şöyle dedi: Ey Esmaî! Aklın başında değil mi? İshak Mekke'ye ne zaman geldi? Mekke'de olan İsmail'di. Babası ile birlikte Beyt'i inşa eden de odur. Kurban kesim yeri de Mekke'dedir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan: "boğazlanması emredilen kişinin İsmail olduğu" belirttiği de rivâyet edilmiştir. Hakim, Müstedrek, II, 468, 604 (İbn Abbâs'ın kanaati olarak); 605 (Abdulluh b. Selamın kanaati olarak.) Ancak birinci görüş Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, ashab-ı kiramdan ve tabiînden daha çoğunlukla rivâyet edilmiş bir görüştür. Bu görüşün sahipleri yüce Allah'ın İbrahim(aleyhisselâm)'dan kavminden ayrılıp hanımı Sara ile kardeşinin oğlu Lut ile birlikte Şam taraflarına hicret ettiğini haber vermiş olmasını delil gösterirler. Yüce Allah bu husustan: "Ben Rabbime gidiciyim, pek yakında beni doğru yola iletecektir" diye söz etmekte; Rabbine: "Rabbim bana salihlerden bağışla" diye dua ettikten sonra yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu görüyoruz: "İbrahim onları ve onların Allah'tan başka taptıklarını terkedince, Biz ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık."(Meryem, 19/49) Ayrıca yüce Allah: "Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik" (es-Saffat, 37/107) diye buyurmakta ve İbrahim (aleyhisselâm)'a doğacağı müjdesi verilen "itaatkar bir oğlun" fidyesinin verilmiş olduğunu sözkonusu etmektedir. O vakit ona müjdesi verilen oğlu ise İshak idi. Çünkü yüce Allah: "Ve ona... İshak'ı müjdeledik"(es-Saffat, 37/112) diye buyurmuş, burada da: "Biz de ona itaatkâr bir oğul müjdesini verdik" diye buyurmuştur. Bu müjdeleme ise Hacer ile evlenmesinden ve ondan İsmail adındaki oğlunun doğmasından önce gerçekleşmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de İshak'ın dışında bir oğlunun olacağı müjdesinden sözedilmemektedir. Boğazlanması emrolunanın İsmail (aleyhisselâm) olduğunu kabul edenler de şunu delil göstermişlerdir: Yüce Allah şu âyetinde İshak'ı değil de İsmail (aleyhisselâm)'ı sabır ile nitelendirmiştir: "İsmail, İdris ve Zülkifl'i de(an). Onların herbiri sabredenlerdendi." (el-Enbiya, 21/85) Onun sabrı ise boğazlanmaya karşı gösterdiği metanetti. "Kitabta İsmail'i de an. O sözünde durandı." (Meryem, 19/54) âyetinde de sözünde doğrulukla durmak ile nitelendirmektedir. Çünkü o babasına boğazlanmaya karşı sabredip direneceğini söz vermiş ve bu sözünü yerine getirmişti. Diğer taraftan yüce Allah daha sonra: "Ve ona salihlerden birpeygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik"(es-Saffat, 37/112) diye buyurmaktadır. İbrahim'e oğlunun peygamber olacağını vaadetmiş olmakla birlikte, oğlunu (İshak'ı) boğazlamasını nasıl emredebilir? Aynı şekilde yüce Allah: "Biz de ona İshak'ı ve İshak'ın ardından Yakub'u müjdeledik." (Hud, 11/71) diye buyurmaktadır. Peki Yakub'un doğacağına dair müjdeyi gerçekleştirmeden önce ona İshak'ı boğazlaması emri nasıl verilebilir? Aynı şekilde haberlerde varid olduğu üzere koçun boynuzları Kabe'de asılı bulunuyordu. İşte bu da boğazlanması emredilenin İsmail(aleyhisselâm) olduğunun delilidir. Eğer boğazlanması emredilen İshak (aleyhisselâm) olsaydı, boğazlamanın Beyti’l-Makdis'te gerçekleşmesi gerekirdi. Ancak bütün bu delillendirmeler kesin değildir. Bu görüşün sahiplerinin: "Babasına oğlunun peygamber olacağını vaadetmekle birlikte, oğlunu kesmesini nasıl emredebilir?" sorusunu şöyle cevablandırmak mümkündür: Burada anlam: Onun başından geçen olaylar olup bittikten sonra ona peygamber olacağı müjdesini verdik, anlamında olabilir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır, ileride de gelecektir. İshak'ın oğlu Yakub dünyaya geldikten sonra İbrahim(aleyhisselâm)'a İshak'ı boğazlama emri verilmiş olabilir. Şöyle de denilebilir: Kur'ân-ı Kerîm'de Yakub'un İshakın oğlu olarak dünyaya geleceği varid olmamıştır. (Yalnızca onun soyundan geleceğine işaret edilmiştir, demek isteniyor). Eğer boğazlanması emredilen İshak olsaydı, boğazlama işinin Beytu’l-Makdis'te olması gerekirdi, şeklindeki görüşün cevabı da daha önceden geçtiği üzere Said b. Cübeyr'in yaptığı açıklamadır. ez-Zeccâc da şöyle demiştir: Hangisinin boğazlanmasının emredilmiş olduğunu en iyi bilen Allah'tır. Bu da bu husustaki üçüncü bir görüştür. 2- Peygamberlerin Rüyası: "Dedi ki: Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne düşünürsün" âyeti ile ilgili olarak Mukâtil şöyle demektedir: İbrahim (aleyhisselâm) bunu ardı arkasına üç gece gördü. Muhammed b. Ka'b dedi ki: Rasûllere yüce Allah'tan vahiy uyanıkken de uykuda iken de gelirdi. Çünkü peygamberlerin kalbleri uyumaz. Bu gerçek aynı zamanda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kadar ulaştırılan merfu haberde de sabit olmuştur. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bizpeygamberler topluluğunun gözleri uyur, kalblerimiz uyumaz."Bu lafızla olmamakla birlikte; bütün peygamberleri kapsayan bir hadis olarak: Buhârî, VI, 2730; Ebû Nuaym, el-Müsned el-Müstahrec..., 1. 229; Peygamber Efendimizin bir özelliği olarak hadislerde daha yoğun bir şekilde rivâyet edilmiştir. Bazılarına işaret edelim: Müslim, I, 528;Buhârî, I. 64, 293, III, 1308;Ebû Davud, I, 52; Nesâî, III, 234;Müsned, I, 220. II, 251, 438. İbn Abbâs da: Peygamberlerin rüyası vahiydir demiş ve bu âyet-i kerimeyi delil göstermiştir. es-Süddî dedi ki: İbrahim (aleyhisselâm)'a İshak doğmadan önce doğacağı müjdesi verilince, o da: O halde ben onu Allah için kurban edeceğim demişti. Rüyasında ona: Sen bir adakta bulunmuştun. Haydi adağını yerine getir, denildi. Yine denildiğine göre; İbrahim (aleyhisselâm) terviye (zülhicce'nin sekizinci) gecesinde birisinin ona: Allah sana oğlunu boğazlamanı emrediyor, dediğini görmüştü. Sabah olunca kendi kendisine düşünmeye başladı. Acaba bu rüya Allah'tan mıdır? şeytandan mıdır? diye. İşte bu şekildeki düşünmesi(terviyesi) dolayısı ile bugüne terviye günü ismi verilmiştir. Ertesi gece aynı şekilde rüya gördü ve ona: Verdiğin sözü yerine getir, denildi. Sabah olunca bu gördüğü rüyanın Allah'tan olduğunu bildi(arefe). O bakımdan bu güne "arefe günü" ismi verildi. Üçüncü gece yine öyle bir rüya gördü, bu sefer artık onu boğazlama(nahr) kararını verdi. Bundan dolayı bu güne "yevmu'n-nahr" ismi verildi. Yine rivâyet edildiğine göre oğlunu boğazlamaya başlayınca,Cebrâîl (aleyhisselâm): "Allahuekber Allahuekber" dedi. Bu sefer boğazlanması istenen oğlu: "La ilahe illallah vallahu ekber" dedi. İbrahim(aleyhisselâm) da bunun üzerine: "Allahuekber velhamdulillah" dedi. O bakımdan bu (şekilde tekbir getirmek) bir sünnet olarak kaldı. İnsanlar bu işin gerçekleşmesi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bu da bir sonraki başlığın konusudur. 3- Boğazlamanın Fiilen Gerçekleşmesi ve Rüyanın Yerine Gelmesi: Ehl-i sünnet der ki: Boğazlamanın kendisi gerçekleşmiş değildir. Bizatihi boğazlama gerçekleşmeden önce boğazlama emri verilmiştir, o kadar. Çünkü boğazlama gerçekleşmiş olsaydı, bunun ortadan kaldırılması düşünülemezdi. O bakımdan bu, emri fiilen uygulamadan önce verilen emrin neshedilmesi kabilinden bir işti. Çünkü boğazlama emrinin yerine getirilmesi tamamlanmış olsaydı, o vakit fidye olarak gönderilen kurbanlıkla fidye gerçekleşmezdi. Yüce Allah'ın: "Rüyanı gerçekleştirdin." âyeti da bizim sana emrettiğimiz, dikkatini çektiğimiz hususu gerçekleştirdin ve senin için mümkün olan işleri yaptın, sonra da Biz seni bu işten alıkoyunca, sen de bu işi yapmadın, demektir. Bu hususta yapılmış en doğru açıklama budur. Bir kesim de şöyle demiştir: Bu neshin herhangi bir şekilde sözkonusu olduğu bir iş değildir. Çünkü bir şeyi zebhetmek(kesmek, boğazlamak) o şeyi koparmak demektir. Buna Mücahid'in şu açıklamasını delil göstermişlerdir: İshak, İbrahim'e: Bana bakma, o zaman bana acırsın. Bunun yerine beni yüzüstü yere yatır, dedi. Bunun üzerine İbrahim bıçağı aldı ve onu boğazı üzerinden geçirirken bıçak ters döndü. Oğlu babasına: Ne oluyorsun? deyince, babası: Bıçak ters döndü, dedi. Bu sefer oğlu: Sen o bıçağı bana sapla, dedi. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: İbrahim bir parça kestikçe o kestiği yer hemen birbirine yapışıp kaynıyordu. Bir başka kesim de şöyle demiştir: O boğazının bakır olduğunu veya bakırla kaplanmış olduğunu gördü. Kesmek istedikçe bu işinin engellendiğini görüyordu. Bütün bunlar kudret-i ilâhiyye açısından mümkün olmakla birlikte bu hususta sahih nakle ihtiyaç vardır. Çünkü bu gibi işler aklî düşünme yolu ile idrak edilemezler. Bunları bilmenin yolu haberdir. Şayet bunlar olmuş olsaydı, elbette yüce Allah, İbrahim ve İsmail'in -Allah'ın salat ve selamı ikisine de olsun- rütbesini ta'zim için mutlaka bize açıklardı. Bu gibi hususların açıklanması kurbanlık ile fidye edilmiş olmasının açıklamasından da daha anlamlı olurdu. Kimileri de şöyle demiştir: İbrahim’e şahdamarlarının kesilmesi ve kanın akıtılması demek olan gerçek anlamı ile boğazlama emri verilmemişti. O rüyasında onu boğazlamak üzere yatırdığını görmüştü. Bunu gerçek anlamda boğazlamakla emrolunduğunu zannetmişti. Yere yatırması emrini gerçekleştirince, ona: "Rüyanı gerçekleştirdin" denildi. Ancak bütün bunlar âyetlerden anlaşılan anlamın dışındadır. Hiçbir zaman Halil'in ve boğazlanması emrolunan oğlunun bu emirden gerçek maksadın ne olduğunu anlamayıp bir takım zanlara kapılmaları düşünülemez. Aynı şekilde eğer bütün bunlar doğru olsaydı, ayrıca kurbanlık ile fidyesinin verilmesine gerek olmazdı. 4- Hz. İbrahim'in Boğazlanması Emrolunan Oğluna Görüşünü Sormasının Anlamı: "Bak, artık sen ne düşünürsün?"âyetindeki: "Sen ne görürsün(mealde: ne düşünürsün)" lâfzınıÂsım dışında diğer Kûfeliler: şeklinde sen bana hangi yolu gösterirsin diye "te" harfini ötreli, "ra" harfini de esreli olarak; "Gösterdi, gösterir"den gelen bir fiil olarak okumuşlardır. el-Ferrâ'' dedi ki:Yani bir bak, görüşüne göre sabır mı edeceksin? Yoksa katlanamaz mısın? demektir. ez-Zeccâc dedi ki: Bunu ondan başka kimse söylemiş değildir. İlim adamlarının söyledikleri: Sen bana ne gösterirsin? (ne işaret edersin?) demektir. Nefsin sana nasıl bir görüş gösterir, demek olur. Ancak Ebû Ubeyd "te" harfinin ötreli, "re" harfinin de esreli okunuşunu kabul etmeyip şöyle demektedir: Bu, ancak gözle görmek hakkında kullanılır.Ebû Hatim de böyle demiştir. en-Nehhâs şöyle demektedir: Bu yanlıştır, çünkü bu hem gözle görmek, hem başka şekilde görmek(görüş) hakkında kullanılır ve bu kullanım meşhurdur. Mesela: "Ben filana doğruyu gösterdim, ona kendisi için doğru olanı gösterdim" denilir. Bu ise gözle görmek türünden değildir. Diğerleri ise: "Görürsün" diye: “Gördün" fiilinin müzraii olarak okumuşlardır. ed-Dahhak veel-A'meş'den meçhul olarak: "Sana gösterilir" diye okudukları rivâyet edilmiştir. Babası bu sözleri oğluna Allah'ın emri hususunda onun kanaatini öğrenmek maksadı ile sormamıştı. Allah'ın emrine karşı sabrını öğrenmek maksadı ile yahut oğlunun Allah'ın emrine itaat ettiğini görmek suretiyle mutluluğu tatmak için danışmış idi. O da "Dedi ki: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap!" âyetindeki: " Emrolunduğun şey"; "Emrolunduğun şey ne ise" demek olup harf-i cer ve zamir hazfedilmiştir. Şairin şu mısraında hazfedildiği gibi: "Ben sana hayrı emrettim, artık sen de kendisiyle emrolunduğun işi yap." Burada şair fiile bitişik olarak zamiri getirmiş, böylelikle bu: "Emrolunduğun o şeyi" haline gelmiş, daha sonra da "he" zamiri hazfedilmiştir. Ortada bir "kalem yanılması: Sebkat-i kalem" olduğu görülüyor. Çünkü mısradaki ifade ile Kurtubi merhumun tercihi arasında lafzi bir uyum söz konusu değildir. Kurtubi'nin tercihine göre mısraın: "...mâ umirte bihi" kısmının "mâ tu'meru(hû)" şeklinde olması gerekir. Bu da yüce Allah'ın: "Seçtiği kullarına da selam olsun"(en-Neml, 27/59) âyeti gibidir ki; bu da önceden geçtiği gibi (bk. en-Neml, 27/59. âyetin tefsiri) "(........): Kendilerini seçtiği" takdirindedir. ise ism-i mevsulü anlamındadır. "İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" âyeti hakkında işaret yoluyla tefsir yapanların kimisi şöyle demiştir: O inşaallah dediği için yüce Allah da ona sabretme başarısını ihsan etti. "Babacığım" ile "oğulcağızım" tabirleri ile ilgili açıklamalar daha önceden Yusuf Sûresi'nde (12/4. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde (bk. el-Bakara, 2/132. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. |