Hani bir
zaman biz, Peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nuh'tan, İbrahim'den,
Mûsa'dan ve
Meryem'in oğlu İsa'dan da sağlam bir söz almıştık.
Bu
âyet-i kerime’de,
Allahü teâlânın, Peygamberlerden söz aldığı beyan edilmektedir.
Ancak hangi hususlarda söz alındığı zikredilmemektedir.
Bazı müfessirlerin izahına göre, Allafi
teala, Peygamberlerden birbirlerini doğrulayacaklarına dair söz almıştır.
Bazılarına göre ise
Allahü teâlâ, Peygamberlerden, dinini
ayakta tutmalarına, onu insanlara teklif etmelerine, birbirleriyle
yardımlaşmalarına ve birlik ve beraberlik içinde olmalarına dair söz almıştır.
Bu hususta başka bir
âyet-i kerime’de de şöyle
buyurulmaktadır: "Allah'ın Nuh'a emrettiği, sana vahiyle bildirdiğimiz,
İbrahim'e,
Mûsa'ya ve İsa'ya emrettiğimiz "Dini ayakta
tutun, onda ihtilafa düşmeyin" emrini Allah size de şeriat kıldı. Ey Rasûlüm,
davet ettiğin hususlar müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini o dine iman
etmeye seçer. Kendine yöneleni o dine eriştirir. Şura
Sûresi, âyet: 13
Allah,
doğrulara, samimiyetlerinden sormak için böyle yaptı. O, kâfirlere can yakıcı
bir azap hazırlamıştır.
Allah, peygamberlerden söz almıştır
ki, ümmetlerinin, kendilerine ne gibi cevaplar verdiklerini ve onlara karşı
nasıl tavır takındıklarım sorsun, onlar da gerçeği söylesinler.
Ey iman
edenler, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir zaman size düşman
orduları saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz
ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görür.
Bu ve bundan sonra gelen
âyet-i kerimeler Hendek savaşını anlatmaktadır.
HENDEK SAVAŞI: Bu savaş, Hicret'in
beşinci yılında meydana gelmiştir. Savaşın sebebi, Beni Nadr Yahud il
erinden ileri gelenlerin, müşrikleri kışkırtmalarıdır.
Resûlüllah'ın Medine'den kaoduğu Sellam
İbn-i Ebil Hakık, Ke-nane b. er-Rebi, Sellam b. Mişkem vb. kişiler Medine'den
göçüp Hayber Yahudilerenin arasına yerleşmişler ve daha sonra Mekke'ye gidip
Kureyşlileri Resûlüllah’ın aleyhine
kışkırtmışlar, Resûlüllah ile
savaşmalarını istemiş ve kendilerine yardım edeceklerini vaadetrnışlerdir.
Beni Nadr'dan olan bu Yahudiler,
daha sonra Necia bölgesinde oturan Gatafan oğullarına gittiler. Hayber'in
gelirinin yarısını onlara vaadederek kendileriyle birlikte savaşmalarını
istediler. Ayrıca, Gatafan kabilesinin müttefiki olan Beni Esed kabilesini de
birlikte savaşmaya çağırdılar. Beni Süleym kabilesi de Kureyş'in akrabası olduğu
için onlar da Kureyş'e katılmışlar böylece en , mühim kabileler müslümanlar
aleyhine birleşerek büyük bir ordu meydana getirmişlerdi. Bu ordu üç kola
aynlıyordu.
Birinci kol Gatafan askerlerinden meydana
geliyordu ve komutanı da Uyeyne b. Hısn idi. İkinci
kol Esed oğullarından meydana geliyordu ve kendilerine Tuleyhatul Esedî komuta
ediyordu. Üçüncü kol ise Kureyşlilerden
meydana geliyor bunlara da Ebû Süfyan komuta ediyordu.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
bu kabilelerin savaş için hazirlandıklarını duyunca ashabıyla istişare etti.
Neticede Selman-ı Farisî'nin teklifi kabul edilerek Medine'nin çevresine Hendek
kazıldı. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin
karşısına üç bin kişilik bir kuvvetle çıkmıştı. Birlikler arkalarını Sel' denen
yere vermiş yüzlerini ise düşmana çevirmişlerdi. Düşman orduları gelip hendeğin
karşı tarafına konakladi. Müslümanlar, kadın ve çocuklarını Medine'nin
kalelerine yerleştirmişlerdi. Bu arada Medine'nin doğusunda yaşayan Yahudilerden
Kureyza oğulları, Huyey b. Ahtab'ın kışkırtmasıyla,
Resûlüllah ile yaptıklan muahadeyi
bozmuşlar ve savaşı müşriklerin kazanmasını istemeye başlamışlardı. Böylece
müslümanların sıkıntısı artmış ve âyet-i kerime’nin
de beyan ettiği gibi imtihana tabi tutulmuşlar ve şiddetli bir şekilde
sarsılmışlardı.
Hendeğin karşı tarafında yer alan
düşman ordusu, yaklaşık bir ay süre ile
Resûlüllahı ve mümileri kışkırtmışlar ancak onlara sonuçta hiçbir
zarar verememişlerdir. Sadece Amr b. Abd-i Vüdd isimli kişi, yanındaki diğer
süvari arkadaşlanyla birlikte hendeğin bir yerinden geçerek müslümanların içine
sızmışlardır. Bunun üzerine
Resûlüllah
Hazret-i Ali'ye emretmiş Hazret-i Ali
de Amr b. Abd-i Vüdd ile teke tek vuruşmuş ve sonunda onu öldürmüştür. Böylece
galibiyetin ilk belirtileri görülmüştür.
Savaş kış mevsiminde cereyan
ediyordu. Hava sert ve rüzgarlı idi. Nihâyet Allahü
teâlâ bir gece çok soğuk bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgar onları iyice
üşütüyor, onları toz toprak içerisinde bırakıyor, ateşlerini söndürüyor ve
çadırlarını söküp atıyordu. Hayvanlar, insanlar birbirlerine -karışmıştı.
Mü’minlerin tarafında melekler tekbirlerle onları destekliyor ve kendilerine
manevî güç kazandırıyorlardı. Nihâyet müşrikler kuşatmadan vazgeçip Mekke'ye
dönmek zorunda kaldılar.
Huzeyfetül Yeman bu durumu şöyle
anlatıyor:
"Ben, hendek savaşında bir gece
Resûlüllah ile beraberdim. Şiddetli bir
rüzgar esiyordu ve üşüyorduk. Resûlüllah:
"Bu kavmin (düşmanın) haberini bana getirecek biri yok mu? Bunu kim yaparsa
Allah onu kıyamet gününde benimle beraber bulunduracaktır." buyurdu. Bizler
hepimiz sustuk. Hiçbir kimse cevap vermedi. Tekrar: "Şu kavmin (düşmanın)
haberini bana getirecek biri yok mu? Bunu kim yaparsa Allah onu kıyamet gününde
benimle beraber bulunduracaktır." buyurdu. Biz yine sustuk. Hiçbir kimse
Resûlüllah’a cevap vermedi.
Resûlüllah tekrar: "Şu kavmin (düşmanın)
haberini bana getirecek biri yokmu? Kim bunu yaparsa Allah onu kıyamet gününde
benimle birlikte bulunduracaktır." buyurdu. Biz yine sustuk kimse ona cevap
vermedi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Ey
Huzeyfe kalk ve o kavmin haberini bize getir." dedi. Artık ben, kalkıp gitmekten
başka çare bulamadım. Zira o beni ismimle çağırmıştı.
Resûlüllah şöyle dedi: "Hadi git, o
kavmin haberini bana getir, sakın onları bana karşı kışkırtıcı bir davranışta
bulunma." Resûlüllah’ın yanından
ayrıldığımda sanki hamamın içinde yürüyordum. (Resûlüllah'ın
duası sayesinde Huzeyfe soğuğu hissetmez olmuştu) Nihâyet onların yanına vardım.
Ebû Süfyan sırtını ateşe vermiş ısınıyordu. Yayıma bir ok yerleştirdim ve onu
atmak istedim. Fakat hemen Resûlüllah’ın:
"Sakın onları bana kaşı kiştırtma." sözünü hatırladım ve vazgeçtim. Eğer atmış
olsaydım ona isabet ettirirdim.
Orada işimi bitirip döndüğümde
kendimi yine hamamın içindeymiş gibi hissettim.
Resûlüllah’a
gelerek düşmanın durumunu anlatıp bitirince tekrar üşümeye başladım. Bunun
üzerine Resûlüllah, üzerinde namaz
kıldığı bir cübbeyi sırtıma giydirdi. Böylece uykuya dalmışım ve sabaha kadar
uyumuşum. Sabah olunca Resûlüllah
bana: "Kalk ey uykucu." dedi. Müslim, K. el-Cihad,
bab: 99, Hadis no: 1788.
O vakit
onlar size yukarı ve aşağı tarafınızdan gelmişlerdi. O zaman gözler,
ümitsizlikten kaymış, yürekler korkudan ağızlara gelmişti. Sizler Allah hakkında
türlü zanlarda bulunuyordunuz.
O zaman Kureyza oğulları gibi bazı
düşmanlarınız üst taraftan, Kureyş ve Gatafanlar gibi bazıları da alt
tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz korkudan be-lermiş, kalbleriniz
gırtlaklarınıza dayanmıştı. Allah hakkında çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz.
Münafıklar,
Muhammedin ve arkadaşlarının kökünün
kurutulacağım sanıyor mü’minler ise Allah'ın vaadinin hak olduğuna ve kesinlikle
galip geleceklerine inanıyorlardı.
İşte
orada mü’minler imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.
Allahü
teâlâ bu
âyet-i kerime’de,
çeşitli gruplardan meydana gelen düşman ordularının, Medine'nin çevresini
kuşattıkları zaman mü’minlerin nasıl imtihan edildiklerini, sıkıntının
şiddetinden dolayı büyük bir sarsıntı geçirdiklerini, böylece mü’minlerin
münafıklardan ayrıldıklarını beyan ediyor ve münafıkların şöyle dediklerini
bildiriyor.
O vakit
münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Peygamberi bize ancak
aldatıcı bir vaadde bulundu." diyorlardı.
Münafıklardan olan Mut'ab b.
Keşeyr, Hendek savaşında mü’minlerin sıkıntıya düştüklerini görünce şöyle demeye
başlamıştı; "Muhammed
bizlere, Acem kralları Kisra ve Bizans kralları Kayzerlerin hazinelerini
vaadediyordu. Halbuki bizden herhangi bir kimse tuvalete gitmekten bile
korkuyor."
Katade
diyor ki: "Münafıklardan bir gurup Resûlüllah’ın
aleyhine şunları söylemişlerdir: "Muhammed
bizlere Fars ve Rum'u fethedeceğimizi vaadediyor halbuki bizler burada
kuşatıldık. Öyle ki herhangi birimizin def-i hacet için bile dışarı çıkmaya gücü
yetmiyor. Allah ve Resulü bizlere, aldatmaktan başka bir şey vaadetmedi.
Hani o
zaman münafıklardan bir topluluk: "Ey Medineliler, burası sizin için durulacak
bir yer değildir. Hemen geri dönün." demişti. Münafıklardan başka bir topluluk
da, peygamberden izin isteyerek: "Evlerimiz düşman tehlikesine açıktır."
demişlerdi. Halbuki evleri düşmanı tehlikesine açık değildi. Sadece savaştan
kaçmak istiyorlardı.
Allahü
teâlâ bu
âyet-i kerime’de,
münafıkların bir kısmının diğerlerine,
Resûlüllah’ın ordusundan ayrılıp evlerine dönmelerim ve
Resûlüllahı yalnız bırakmalarını
söylediklerini zikretmektedir. Münafıkların diğer bir kısmının ise "Evlerimiz
düşmana karşı savunmasız." bahanesini ileri sürerek
Resûlüllah’ın ordusundan ayrılıp evlerine
gitmek için izin istediklerini açıklamaktadır.
Allahü
teâlâ
bunların, savaştan kaçmaktan başka bir bahaneleri olmadığını beyan ederek
kendilerini rüsvay ediyor ve buyuruyor ki:
Eğer
ordular, Medine'nin çeşitli taraflarından içeri girse de o münafıkların fitne
çıkarmaları işlenseydi, hemen ona girişirlerdi. Bu hususta fazla gecikmezlerdi.
Şâyet: "Evimiz düşman tehlikesine
karşı açık." diyen münafıkların yaşadıkları Medine şehrine her taraftan düşman
girecek olsa ve bunlardan, imanlarından dönüp müşrik olma fitnesine düşmeleri
istense elbette bunu yaparlar ve buna karar vermekte çok az beklerlerdi. O halde
bunların ileri sürdükleri bahaneler uydurma şeylerdir.
Halbuki
onlar, daha önce, savaş meydanından kaçmayacaklarına dair Allah’a söz
vermişlerdi. Allah’a verilen sözden mutlaka hesap sorulacaktır.
Halbuki savaştan kaçmak için
Allah'ın Peygamberinden izin isteyen bu münafıklar, daha önce, düşmanın önünden
kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Şüphesiz ki Allah’a verilen
sözden dolayı hesap sorulacaktır.
Bu
âyet-i kerime’nin, Harise oğulları
hakkında nazil olduğu Rivâyet edilmiştir.
|