Ahzab Sûresi yetmiş üç âyettir.
Medine'de nazil olmuştur.
Bu mübarek surede, savaştan, aile
hukukundan, soy al münasebetlerden ve daha birçok hususlardan bahsedilmekte,
meseleler hakkında hükümler konulmakta ve insan hayatı için lüzumlu olan birçok
kaideler vazedilmektedir.
Sûre-i Celile öncelikle bazı ilahi
gerçekleri beyan edip biz mü’minlerin dikkatini çekiyor.
Sûre-i celilede, Zmar yapmanın
hükmü, evlat edinmenin caiz olmadığı, Peygamber
efendimizin hanımlarının mü’minlerin annelerinin sayıldığı, mirasçı
olmaya kimlerin daha layık oldukları beyan ediliyor. Bundan sonra Hendek
harbinin cereyanı anlatılıyor.
Bu savaş, Hicretin
beşinci
yılında meydana gelmiştir. Düşman gelip Medine'yi muhasara etmiş, mü’minler de
şehrin etrafına Hende kazarak müdafaya geçmişlerdi. Mü’minlerin içinde bulunan
münafık ve bozguncular, gelen düşman ordusu karşısında mü’minlerin maneviyatını
bozmaya çalışmışlar ve bu hususta çok uğraşmışlardır. Fakat sonunda
Allahü teâlâ mü’minlere yardım etmiş, müdafa
hatlarını aşamayan düşman, dehşetle esen soğuk bir rüzgarın tesiriyle dağılıp
gitmiş ve mağlup olmuştur. İşte Sûre-i Celile "Ahzab" adını buradan almıştır.
Sûre-i celilede bundan sonra
Peygamber efendimizin hanımlarına hitab
ediliyor ve onların diğer kadınlar gibi olmadıkları, cahiliye kadınları gibi
açılıp saçilmamaaln, namazı kılıp, zekatı verip Allah’a ve peygamberine itaat
etmeleri emrediliyor.
Peygamber efendimizin, evlatlığı Zeyd'den boşanan Hazret-i Zeyneb'le
evlendiği beyan ediliyor. Böylece evlatlık ilişkinsinin şer'i bir hükmünün
bulunmadığı, evlat edinilen kimselerin boşadıkları hanımlarla evlat edenlerin
evlenebilecekleri hükme bağlanıyor.
Nikah akdedildikten sonra
kendilerine dokunulmadan boşanan kadınların iddet bekleme mecburiyetlerinin
bulunmadığı beyan ediliyor. Ve evlenmekte, Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)in, diğer mü’minlere göre bazı ayrıcalıkları
bulunduğu açıklanıyor.
Mü’min kadınların kimlere mahrem
oldukları, dolayısıyla hangi erkeklere görünüp hangilerine görünemeyecekleri
beyan ediliyor.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)in hanımları, kızlan ve diğer bütün mü’min
kadınların, evlerinden dışarı çıktıklarında, çarşaf vb. dış örtülerini
üzerlerine almaları emrediliyor.
Peygamberimize kıyametin ne zaman
kopacağının sorulduğu beyan ediliyor ve bunu, Allah’tan başka hiçbir kimsenin
bilemeyeceği haber veriliyor.
Emanetin, göklere, yere ve dağlara
teklif edildiği fakat onların bunu kabul etmedikleri, insanın ise bu emaneti
kabul ettiği çünkü insanın çok zulumkâr ve çok cahil olduğu, yani aldığı bu
emanetin ve yükün ona ne gibi mükellefiyetler getireceğini düşünmeden bu ağır
yükü kabullendiği beyan ediliyor ve bunun neticesinde de münafık ve müşriklerin
cezalandırılacakları, Allah'ın, tevbe edenleri ise affedeceği beyan edilerek
Sûre-i Celile sona eriyor.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın
ismiyle.
Ey
Peygamber, Allah’tan kork. Kâfirlere ve münafıklara uyma. Şüphesiz Allah,
herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Sen,
sadece rab binden sana vah yol un ana uy. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır.
Allah’a
tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
Ey Peygamber, Allah’a itaat ederek,
farz kıldığı emirleri yerine getirerek, haram kıldığı şeylerden kaçınarak
Allah’tan kork. Sana "Mü’minlerin zayıflarını yanından kov." diyen kâfirlere ve
görünüşte sana öğüt verirgibi görünen münafıklara itaat etme. Onların
görüşlerini alma. Zira onlar senin düşmanlarındır. Allah onların içlerinde
gizlediklerini ve açıktan söyledikleri sözleriyle neyi kasdettiklerini çok iyi
bilendir. Senin ve
sahabilerinin ve bütün yarattıklarının
işlerini sevk ve idare etmekte hüküm ve hikmet sahibidir. Sen, rabbinden sana
indirilen vahiy ile, Kur’an’ın âyetleriyle amel et. Şüphesiz ki Allah, senin ve
sahabilerinin ne ile amel
ettiğinizden haberdardır. O size, amellerinizin karşılığını verecektir. Ey
Rasûlüm, işini Allah’a havale et ve ona güven. Allah, vekil olarak sana yeter. O
seni korur.
Allah,
bir adamın göğsünde iki kalb yaratmadı. Allah (sen bana anamın sırtı gibisin)
diyerek "Zıhar" yaptığınız karılarınızı analarınız kılmadı. Evlatlarınızı da
(öz) oğullarınız yapmadı. Bunlar sizin ağzınıza gelen (boş) sözlerinizdir. Allah
"Hakkı" söyler. Doğru yolu o gösterir.
Âyet-i kerime’de "Allah, bir adamın
göğsünde iki kalb yaratmadı." buyuruluyor. Bu ifadeden neyin kasdedildiği
hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır.
Bazı
müfessirlere göre
bu ifadeden maksat, Allahü teâlânın,
Resûlüllahı iki kalbli olarak
vasıflandıran münafıkları yalanlamasıdır. Bu hususta Ebû Zabyan diyor ki:
"Biz,
Abdullah b. Abbas'tan "Allahü teâlâ
bu sözüyle neyi kasdetti?" diye sorduk. O, şöyle dedi: "Birgün
Resûlüllah
kalkıp namaz kılmaya başladı. Bu sırada olduğu yerde bir harekette bulundu.
Bunun üzerine onunla beraber namaz kılan münafıklar: "Görmüyor musunuz bunun iki
kalbi var. Bir kalbi sizinle beraber bir kalbi de diğerleriyle beraber." Ve işte
bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti
indirdi. Tirmizî,K. Tefsir el-Kur'an. Sûre 33, bab: 1,
Hadb no: 3199 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.l S.268.
Bazılarına göre ise bu ifadeden maksat, Kureyş'tent iki kalbli olduğu
iddia edilen bir adamın böyle olmadığını bildirmektir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir Rivâyette deniyor ki: "Kureyş
kabilesinde bir adam vardı. Bu adam akıllı bir kimseydi. Bu sebeple onun iki
kalbinin bulunduğu ve bunların herbiriyle özel şeyler idrak ettiği iddia
ediliyordu. İşte bu âyet nazil oldu ve bu iddiayı reddetti.
Mücahid,
Katade, Hasan-ı
Basrî ve İkrime bu âyeti bu şekilde
izah etmişlerdir: Taberi
de bu görüşü tercih etmektedir.
Başka bir izah şekline göre ise bu
ifadeden maksat,
Resûlüllah’ın yanında büyüyen Zeyd b.
Hârise'nin onun oğlu olmadığını açıklamaktır. Âyet-i kerime olayı bir misalle
açıklamaktadır. Yani, bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalb olmadığı gibi bir
kimsenin besleyip büyüttüğü çocuk da onun asıl evladı sayılamaz. Bu görüş,
Zührî'den Rivâyet edilmektedir.
Âyet-i
kerime’de: "Allah, (Sen bana anamın
sırtı gibisin) diyerek zıhar yaptığınız karılarınızı analarınız kılmadı."
buyuruluyor. Bu ifade cahiliye dönemindeki bir adete işaret etmekte ve onun
yasaklandığım beyan etmektedir. "Zıhar yapma" denen bu adet şöyle oluyordu:
ZIHAR: Bir kişinin, hanımına, "Sen
benim için anamın sırtı gibisin." de-mesidir. Yani, anam bana nasıl haram ise
sen de bana öyle haramsın." demektir. Âyet-i kerime’de,
bu sözün, ağızlarda gelişigüzel söylenen bir söz olduğunu bu sözü söyleyen bir
kimseye, hanımının, annesi gibi olmayacağı beyan ediliyor. Ancak bunu söyleyene,
ceza olarak keffaret ödemesi ve böylece insanların bu çeşit sözleri söylemekten
men edildikleri beyan ediliyor.
Âyette: "Allah, evlatlıklarınızı da
öz oğullarınız yapmadı." buyuruluyor. Âyet-i kerime’nin
bu bölümü, islamdan önce insanların uyguladıkları "Evlatlık" müessesesini
ortadan kaldırmaktadır. Bu cahiliye adetine göre kişi, başkasının çocuğunu alıp
evlat edinirdi ve evlat edindiği çocuk o adamın öz evladı gibi kabul edilirdi.
Evlat edinen kişi, evlatlığı ile evlenemezdi. Birbirlerine mirasçı olurlardı ve
bunlar, birbirlerinin mahremi kabul edilirdi. İşte
âyet-i kerime bu adeti kaldırmakta, evlatlığın, öz evlat olmadığını
bildirmektedir.
Peygamber efendimizin yanında büyüyen Zeyd b. Harise de
Peygamberimize nisbet ediliyor ve kendisine "Muhammed'in
oğlu." deniyordu. Bu âyet nazil olduktan sonra artık böyle söylenmesi
yasaklandı. Daha sonra da izah edileceği gibi
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
Zeyd b. Hârise'nin boşadığı Zeyneb Bint-i Cahş ile,
Allahü teâlânın bu husustaki emri gereği olarak evlendi. Böylece
tatbiki olarak, evlatlığın, bir insanın öz evladı gibi olmayacağını gösterdi.
Evlatlıkları babalarının ismiyle çağırın. Bu, Allah nezdinde daha adaletlidir.
Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarımzdır.
Yanlışlıkla babalarından başka bîrinin ismiyle çağırmanız halinde size bir günah
yoktur. Fakat bunu kasden yaparsanız günaha girersiniz. Allah, çok affedicidir,
çok merhametlidir.
Abdullah b. Ömer
(radıyallahü anh) diyor ki:
"Bu
âyet-i kerime
ininceye kadar biz, Resûlüllah’ın
azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'ye: "Muhammed'in
oğlu Zeyd" diyorduk. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre:
33, bab: 2
Bu Rivâyetten de anlaşıldığı gibi,
evlatlıklar, kendilerini büyütenlere "baba", diyemezler. Bu kimseler,
kendilerini büyütenlerin oğludur denemez.
Peygamber, mü’minlere kendi öz nefislerinden daha üstündür. Peygamberin
hanımları da mü’minlerin anneleridir. Allah'ın kitabında akraba olanlar (miras
hususunda) birbirlerine, mü’minler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak
dostlarınıza yapacağınız bir iyilik, bunun dışındadır. Bu hüküm kitapta
yazılıdır.
* Bu
âyet-i kerime’de
çeşitli hükümler zikredilmiştir. Bunlan şöyle sıralamak mümkündür:
"Peygamber mü’minlere kendi az
nefislerinden daha üstündürler. Yani Resûlüllah,
sevilmede ve sözünün dinlenmesinde kişiye bizzat kendisinden daha üstündür. Kişi
Resûlüllahı kendisinden daha fazla
sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olamaz."
"Peygamber
efendimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem) bir
hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Ben sizden birinize, babasından,
çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça o kimse iman etmiş
olamaz.
Buharî, K.el-İman, bab: 8 / Müslim, K.el-îman, bab:
70, Hadis no: 44
Diğer bir
hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: ,
"Hiçbir mü’min yoktur ki ben onun
için dünya ve âhirette diğer insanlardan daha üstün olmayayım. Dilerseniz
"Peygamber, mü’minlere kendi öz nefislerinden daha üstündür." âyetini okuyun. O
halde hangi mü’min ölür de geride mal bırakırsa o malı, mirasçıları kim ise
onlar alsın. Şâyet geriye borç veya zayi olacak birşey bırakırsa bana
başvurulsun. Zira ben o kişinin velisiyimdir Buhari,
K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 33, bab: 1 / Müslim, K.el-Feraiz, bab: 15, Hadis no:
1619 / Ebû Davud, K.el-İman, bab: 15, Hadis no: 2954
Âyette zikredilen diğer bir hüküm
ise: "Allah'ın kitabında akraba olanlar (Miras hususunda) birbirlerine,
mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar." hükmüdür.
Bu hüküm gelmeden önce mü’minler,
aralarında anlaşma yaparak veya birbirlerini kardeş ilan ederek, aralarında
akrabalık bağı bulunmasa da birbirlerine mirasçı oluyorlardı.
Resûlüllah, muhacirlerle Ensart kardeş yaptığında bunlar bu
kardeşliğin icabı olarak birbirlerinin mirasını alıyorlardı. Bu
âyet-i kerime inince, mirasçı olacakları
belirtilen akrabalar dışında, kimsenin kimseye mirasçı olmayacağı beyan edildi
ve gerek sözleşmeyle gerekse kardeşlik kurmakla meydana gelen mirasçılık
kaldınlmış oldu.
Âyette zikredilen diğer bir hüküm
de: "Ancak dostlarınıza yapacağınız bir iyilik bunun dışındadır." hükmüdür.
Âyet-i kerime’nin bu bölümü,
mirasta paylan olan akrabalar dışındaki insanlara mirastan pay verilemeyeceğini
beyan eden hükmün bir istisnasıdır. Şöyle ki: Mirastan pay alma hakkına sahip
olmayan insanlara bir kısım iyiliklerde bulunul abileceği hükme bağlanmaktadır.
Buna göre mirasçı olmayanlara iyilikte bulunulabilir, vasiyet edilebilir,
ödeyecekleri diyetlerde kendilerine yardım edilebilir.
Âyetin son bölümünde: "Bu hüküm
kitapta yazılıdır." buyuruluyor. Buradaki kitaptan maksadın, Levh-i Mahfuz
olduğu zikredilmiştir. Buna göre mana şöyledir: "Akrabaların miras yönünden
birbirlerine daha yakın oldukları hükmü, Levh-i Mahfuzda yazılı olan bir
hükümdür, değişmez."
|