Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

417

 

033 - AHZÂB SÛRESİ

 

CÜZ :

21

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AHZAB SÛRESİ

Ahzab Sûresi yetmiş üç âyettir. Medine'de nazil olmuştur.

Bu mübarek surede, savaştan, aile hukukundan, soy al münasebetlerden ve daha birçok hususlardan bahsedilmekte, meseleler hakkında hükümler konulmakta ve insan hayatı için lüzumlu olan birçok kaideler vazedilmektedir.

Sûre-i Celile öncelikle bazı ilahi gerçekleri beyan edip biz mü’minlerin dikkatini çekiyor.

Sûre-i celilede, Zmar yapmanın hükmü, evlat edinmenin caiz olmadığı, Peygamber efendimizin hanımlarının mü’minlerin annelerinin sayıldığı, mirasçı olmaya kimlerin daha layık oldukları beyan ediliyor. Bundan sonra Hendek harbinin cereyanı anlatılıyor.

Bu savaş, Hicretin beşinci yılında meydana gelmiştir. Düşman gelip Medine'yi muhasara etmiş, mü’minler de şehrin etrafına Hende kazarak müdafaya geçmişlerdi. Mü’minlerin içinde bulunan münafık ve bozguncular, gelen düşman ordusu karşısında mü’minlerin maneviyatını bozmaya çalışmışlar ve bu hususta çok uğraşmışlardır. Fakat sonunda Allahü teâlâ mü’minlere yardım etmiş, müdafa hatlarını aşamayan düşman, dehşetle esen soğuk bir rüzgarın tesiriyle dağılıp gitmiş ve mağlup olmuştur. İşte Sûre-i Celile "Ahzab" adını buradan almıştır.

Sûre-i celilede bundan sonra Peygamber efendimizin hanımlarına hitab ediliyor ve onların diğer kadınlar gibi olmadıkları, cahiliye kadınları gibi açılıp saçilmamaaln, namazı kılıp, zekatı verip Allah’a ve peygamberine itaat etmeleri emrediliyor.

Peygamber efendimizin, evlatlığı Zeyd'den boşanan Hazret-i Zeyneb'le evlendiği beyan ediliyor. Böylece evlatlık ilişkinsinin şer'i bir hükmünün bulunmadığı, evlat edinilen kimselerin boşadıkları hanımlarla evlat edenlerin evlenebilecekleri hükme bağlanıyor.

Nikah akdedildikten sonra kendilerine dokunulmadan boşanan kadınların iddet bekleme mecburiyetlerinin bulunmadığı beyan ediliyor. Ve evlenmekte, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in, diğer mü’minlere göre bazı ayrıcalıkları bulunduğu açıklanıyor.

Mü’min kadınların kimlere mahrem oldukları, dolayısıyla hangi erkeklere görünüp hangilerine görünemeyecekleri beyan ediliyor.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in hanımları, kızlan ve diğer bütün mü’min kadınların, evlerinden dışarı çıktıklarında, çarşaf vb. dış örtülerini üzerlerine almaları emrediliyor.

Peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağının sorulduğu beyan ediliyor ve bunu, Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği haber veriliyor.

Emanetin, göklere, yere ve dağlara teklif edildiği fakat onların bunu kabul etmedikleri, insanın ise bu emaneti kabul ettiği çünkü insanın çok zulumkâr ve çok cahil olduğu, yani aldığı bu emanetin ve yükün ona ne gibi mükellefiyetler getireceğini düşünmeden bu ağır yükü kabullendiği beyan ediliyor ve bunun neticesinde de münafık ve müşriklerin cezalandırılacakları, Allah'ın, tevbe edenleri ise affedeceği beyan edilerek Sûre-i Celile sona eriyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Ey Peygamber, Allah’tan kork. Kâfirlere ve münafıklara uyma. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

2

Sen, sadece rab binden sana vah yol un ana uy. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

3

Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Ey Peygamber, Allah’a itaat ederek, farz kıldığı emirleri yerine getirerek, haram kıldığı şeylerden kaçınarak Allah’tan kork. Sana "Mü’minlerin zayıflarını yanından kov." diyen kâfirlere ve görünüşte sana öğüt verirgibi görünen münafıklara itaat etme. Onların görüşlerini alma. Zira onlar senin düşmanlarındır. Allah onların içlerinde gizlediklerini ve açıktan söyledikleri sözleriyle neyi kasdettiklerini çok iyi bilendir. Senin ve sahabilerinin ve bütün yarattıklarının işlerini sevk ve idare etmekte hüküm ve hikmet sahibidir. Sen, rabbinden sana indirilen vahiy ile, Kur’an’ın âyetleriyle amel et. Şüphesiz ki Allah, senin ve sahabilerinin ne ile amel ettiğinizden haberdardır. O size, amellerinizin karşılığını verecektir. Ey Rasûlüm, işini Allah’a havale et ve ona güven. Allah, vekil olarak sana yeter. O seni korur.

4

Allah, bir adamın göğsünde iki kalb yaratmadı. Allah (sen bana anamın sırtı gibisin) diyerek "Zıhar" yaptığınız karılarınızı analarınız kılmadı. Evlatlarınızı da (öz) oğullarınız yapmadı. Bunlar sizin ağzınıza gelen (boş) sözlerinizdir. Allah "Hakkı" söyler. Doğru yolu o gösterir.

Âyet-i kerime’de "Allah, bir adamın göğsünde iki kalb yaratmadı." buyuruluyor. Bu ifadeden neyin kasdedildiği hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır.

Bazı müfessirlere göre bu ifadeden maksat, Allahü teâlânın, Resûlüllahı iki kalbli olarak vasıflandıran münafıkları yalanlamasıdır. Bu hususta Ebû Zabyan diyor ki:

"Biz, Abdullah b. Abbas'tan "Allahü teâlâ bu sözüyle neyi kasdetti?" diye sorduk. O, şöyle dedi: "Birgün Resûlüllah kalkıp namaz kılmaya başladı. Bu sırada olduğu yerde bir harekette bulundu. Bunun üzerine onunla beraber namaz kılan münafıklar: "Görmüyor musunuz bunun iki kalbi var. Bir kalbi sizinle beraber bir kalbi de diğerleriyle beraber." Ve işte bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi. Tirmizî,K. Tefsir el-Kur'an. Sûre 33, bab: 1, Hadb no: 3199 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.l S.268.

Bazılarına göre ise bu ifadeden maksat, Kureyş'tent iki kalbli olduğu iddia edilen bir adamın böyle olmadığını bildirmektir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir Rivâyette deniyor ki: "Kureyş kabilesinde bir adam vardı. Bu adam akıllı bir kimseydi. Bu sebeple onun iki kalbinin bulunduğu ve bunların herbiriyle özel şeyler idrak ettiği iddia ediliyordu. İşte bu âyet nazil oldu ve bu iddiayı reddetti.

Mücahid, Katade, Hasan-ı Basrî ve İkrime bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir: Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.

Başka bir izah şekline göre ise bu ifadeden maksat, Resûlüllah’ın yanında büyüyen Zeyd b. Hârise'nin onun oğlu olmadığını açıklamaktır. Âyet-i kerime olayı bir misalle açıklamaktadır. Yani, bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalb olmadığı gibi bir kimsenin besleyip büyüttüğü çocuk da onun asıl evladı sayılamaz. Bu görüş, Zührî'den Rivâyet edilmektedir.

Âyet-i kerime’de: "Allah, (Sen bana anamın sırtı gibisin) diyerek zıhar yaptığınız karılarınızı analarınız kılmadı." buyuruluyor. Bu ifade cahiliye dönemindeki bir adete işaret etmekte ve onun yasaklandığım beyan etmektedir. "Zıhar yapma" denen bu adet şöyle oluyordu:

ZIHAR: Bir kişinin, hanımına, "Sen benim için anamın sırtı gibisin." de-mesidir. Yani, anam bana nasıl haram ise sen de bana öyle haramsın." demektir. Âyet-i kerime’de, bu sözün, ağızlarda gelişigüzel söylenen bir söz olduğunu bu sözü söyleyen bir kimseye, hanımının, annesi gibi olmayacağı beyan ediliyor. Ancak bunu söyleyene, ceza olarak keffaret ödemesi ve böylece insanların bu çeşit sözleri söylemekten men edildikleri beyan ediliyor.

Âyette: "Allah, evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmadı." buyuruluyor. Âyet-i kerime’nin bu bölümü, islamdan önce insanların uyguladıkları "Evlatlık" müessesesini ortadan kaldırmaktadır. Bu cahiliye adetine göre kişi, başkasının çocuğunu alıp evlat edinirdi ve evlat edindiği çocuk o adamın öz evladı gibi kabul edilirdi. Evlat edinen kişi, evlatlığı ile evlenemezdi. Birbirlerine mirasçı olurlardı ve bunlar, birbirlerinin mahremi kabul edilirdi. İşte âyet-i kerime bu adeti kaldırmakta, evlatlığın, öz evlat olmadığını bildirmektedir.

Peygamber efendimizin yanında büyüyen Zeyd b. Harise de Peygamberimize nisbet ediliyor ve kendisine "Muhammed'in oğlu." deniyordu. Bu âyet nazil olduktan sonra artık böyle söylenmesi yasaklandı. Daha sonra da izah edileceği gibi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd b. Hârise'nin boşadığı Zeyneb Bint-i Cahş ile, Allahü teâlânın bu husustaki emri gereği olarak evlendi. Böylece tatbiki olarak, evlatlığın, bir insanın öz evladı gibi olmayacağını gösterdi.

5

Evlatlıkları babalarının ismiyle çağırın. Bu, Allah nezdinde daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarımzdır. Yanlışlıkla babalarından başka bîrinin ismiyle çağırmanız halinde size bir günah yoktur. Fakat bunu kasden yaparsanız günaha girersiniz. Allah, çok affedicidir, çok merhametlidir.

Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) diyor ki:

"Bu âyet-i kerime ininceye kadar biz, Resûlüllah’ın azadlı kölesi Zeyd b. Hârise'ye: "Muhammed'in oğlu Zeyd" diyorduk. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 33, bab: 2

Bu Rivâyetten de anlaşıldığı gibi, evlatlıklar, kendilerini büyütenlere "baba", diyemezler. Bu kimseler, kendilerini büyütenlerin oğludur denemez.

6

Peygamber, mü’minlere kendi öz nefislerinden daha üstündür. Peygamberin hanımları da mü’minlerin anneleridir. Allah'ın kitabında akraba olanlar (miras hususunda) birbirlerine, mü’minler ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza yapacağınız bir iyilik, bunun dışındadır. Bu hüküm kitapta yazılıdır.

* Bu âyet-i kerime’de çeşitli hükümler zikredilmiştir. Bunlan şöyle sıralamak mümkündür:

"Peygamber mü’minlere kendi az nefislerinden daha üstündürler. Yani Resûlüllah, sevilmede ve sözünün dinlenmesinde kişiye bizzat kendisinden daha üstündür. Kişi Resûlüllahı kendisinden daha fazla sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olamaz."

"Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Ben sizden birinize, babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça o kimse iman etmiş olamaz. Buharî, K.el-İman, bab: 8 / Müslim, K.el-îman, bab: 70, Hadis no: 44

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: ,

"Hiçbir mü’min yoktur ki ben onun için dünya ve âhirette diğer insanlardan daha üstün olmayayım. Dilerseniz "Peygamber, mü’minlere kendi öz nefislerinden daha üstündür." âyetini okuyun. O halde hangi mü’min ölür de geride mal bırakırsa o malı, mirasçıları kim ise onlar alsın. Şâyet geriye borç veya zayi olacak birşey bırakırsa bana başvurulsun. Zira ben o kişinin velisiyimdir Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 33, bab: 1 / Müslim, K.el-Feraiz, bab: 15, Hadis no: 1619 / Ebû Davud, K.el-İman, bab: 15, Hadis no: 2954

Âyette zikredilen diğer bir hüküm ise: "Allah'ın kitabında akraba olanlar (Miras hususunda) birbirlerine, mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar." hükmüdür.

Bu hüküm gelmeden önce mü’minler, aralarında anlaşma yaparak veya birbirlerini kardeş ilan ederek, aralarında akrabalık bağı bulunmasa da birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Resûlüllah, muhacirlerle Ensart kardeş yaptığında bunlar bu kardeşliğin icabı olarak birbirlerinin mirasını alıyorlardı. Bu âyet-i kerime inince, mirasçı olacakları belirtilen akrabalar dışında, kimsenin kimseye mirasçı olmayacağı beyan edildi ve gerek sözleşmeyle gerekse kardeşlik kurmakla meydana gelen mirasçılık kaldınlmış oldu.

Âyette zikredilen diğer bir hüküm de: "Ancak dostlarınıza yapacağınız bir iyilik bunun dışındadır." hükmüdür. Âyet-i kerime’nin bu bölümü, mirasta paylan olan akrabalar dışındaki insanlara mirastan pay verilemeyeceğini beyan eden hükmün bir istisnasıdır. Şöyle ki: Mirastan pay alma hakkına sahip olmayan insanlara bir kısım iyiliklerde bulunul abileceği hükme bağlanmaktadır. Buna göre mirasçı olmayanlara iyilikte bulunulabilir, vasiyet edilebilir, ödeyecekleri diyetlerde kendilerine yardım edilebilir.

Âyetin son bölümünde: "Bu hüküm kitapta yazılıdır." buyuruluyor. Buradaki kitaptan maksadın, Levh-i Mahfuz olduğu zikredilmiştir. Buna göre mana şöyledir: "Akrabaların miras yönünden birbirlerine daha yakın oldukları hükmü, Levh-i Mahfuzda yazılı olan bir hükümdür, değişmez."

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç