AHZÂB SÛRESİ
Medine'de nazil olmuştur; 73 âyettir.
1
"Ey
Peygamber!
Allah'a karşı takvâlı ol (aykırılıklardan sakın).
Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Çünkü şüphe yok ki, Allah, alîm'dir,
hakîm'dir."
A- "Ey
Peygamber!
Allah'a karşı takvâlı ol (aykırılıklardan sakın)."
Peygamberimize
Peygamberlik unvanıyla seslenilmesi, onun
şânını yüceltmek ve onun makamının yüksekliğine dikkat çekmek içindir.
Burada emredilen takvadan murat, takvada sebat etmek ve onu
daha arttırmaktır. Zira takva, pek geniş bir kapı ve sonuna erişilemeyen pek
uzun bir süreçtir.
B- "Kâfirlere ve münafıklara boyun
eğme. Çünkü şüphe yok kı, Allah, alîm'dir, hakîm'dir."
Yani küfrünü açıkça ortaya
koyan kâfirler ile küfrünü gizleyen kâfirlere, dinde gevşeklik müslümanlar için
zillet sayılacak hususlarda boyun eğme.
Rivâyet olunuyor ki,
Mekke müşriklerinin, Peygamberimizle
yaptıkları saldırmazlık andlaşması süresinde Mekke müşriklerinden Ebû Sübyan b.
Harb ile İklime b. Ebi Cehil ve Ebû A'ver el-Sülemî, Medine'ye gelip
münafıklardan Abdullah b. Übeyy ile Muattib b. Kuşeyr ve Cedd b. Kays
adlarındaki şahısları da yanlarına alarak Resülullah'ın huzuruna çıktılar ve şu
teklifte bulundular: "Sen bizim ilâhlarımızdan böyle bahsetmekten vazgeç ve de
ki: "Onlar, şefaat edebilir; fayda sağlayabilir" O zaman biz de, seni Rabbinle
rahat bırakırız." Onların bu teklifi,
Peygamberimize ve mü’minlere pek ağır geldi ve onları öldürmek
istediler, işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Yani ey
Resûlüm! Ahdini ve saldırmazlık
andlaşmasinı bozmaktan sakın ve Mekkeli kâfirler ile Medineli münafıkların
senden talep ettiklerini kabul ederek onlara yardım etme. Şüphe yok ki, Allah'ın
ilmi ve hikmeti sınnsız-dır. Bu itibarla Allah, iyi, kötü her şeyi bitir. Netice
olarak, ancak maslahatı olanı sana emreder ve seni ancak kötü olandan men' eder
ve üstün hikmetin gerektirmediği bir şeyi hükmetmez.
2
"Rabbinden sana vahyolunana uy.
Çünkü şüphe yok ki, Allah, bütün yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.
A- "Rabbinden sana vahyolunana uy."
Yani yapıp yapmadığın bütün
işlerde, Rabbinden sana vahiy olunan âyetlere ve ezcümle. Allah'a karşı takvâlı
olmayı emreden ve kâfirler ile münafıklara yardım etmeyi men' eden bu âyete uy.
Bu kelâmda, rab unvanının kullanılması, bu emre uymanın
gerekliliğini tekit etmek içindir.
B- "Çünkü şüphe yok ki, Allah,
bütün yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır."
Bir görüşe göre, bu
hitap, Resûlüllah'adır ve hitapta
çoğul kipinin kullanılması, tazim içindir.
Diğer bir görüşe göre
ise, hitap, Peygamberimiz ile
mü’minleredir.
Bir görüşe göre ise,
gaipler içindir. Ancak bunun isabetten uzak olduğu açıktır. Evet, eğer bir nevi
tağlıb (hazırları, gaiplere galip kılmak)
yoluyla, hitap, hepsi için olabilir.
Bunlardan hangi görüşe göre olursa, olsun, bu cümle, emrin
illeti ve emrin gerekliliğini tekit içindir. İlk iki görüşe göre, terğib
(teşvik) ve terbip
(uyarmak) yoluyladır. Netice olarak şu anlamdadır: Allah, sizin
yaptığınız emre uymaktan ve uymamaktan hakkıyla haberdardır. Bu itibarla mutlaka
birine mükâfat ve diğerine de ceza terettüp edecektir. Son görüşe göre ise,
yalnız terğib yoluyladır. Yani Allah, her iki
fırkanın yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Sonuçta Allah, seni, senin için
hayırlı ve intizamlı olana irşat edecek; seni, onların kurdukları hilelere ve
fenalık planlarına muttak edecek ve bunların defi için gerekti olan tedbirleri
sana emredecek. İşte bundan dolayı mutlaka vahye uymaksın ve gereğini yapmaksın.
3
"Allah'a tevekkül et. Zaten vekil
olarak Allah yeter, "
Yani bütün işlerini Allah'a
havale et Zaten koruyucu olarak ve bütün işlerin havale edilmesi için Allah
yeter. Allah ise, hakkı söyler ve o, doğru yola iletir,
4
"Allah, bir adamın içinde iki kalp
yaratmamış; zihar yaptığınız eşlerinizi de analarınız kılmamış ve
evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla
söylediğiniz kendi sözlerinizdir."
A- "Allah, bir adamın içinde iki
kalp yaratmamış; zihar yaptığınız eşlerinizi de analarınız kılmamış ve
evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmamıştır."
Burada, Peygamberimizin,
uymaya emredildiği vahyin zikrine başlanmaktadır. Âyetin başındaki ifâde bir
temsil olup Allah, bunu, bundan sonra zikredilecek hususlara hazırlık konusunda
zikretmiş ve bununla su hakikate dikkat çekmiştir: zihar yapılan bir eşin,
aralarında cari olan malûm hususlarda ve hükümlerde gerçek ana gibi ve
evlatlığın da gerçek oğul gibi kabul edilmesi, bir insanın içinde iki kalbin
olması gibi imkânsız bir şeydir.
Diğer bir görüşe göre
ise, bu kelâm-ı kerim, Arapların bir iddiasını reddetmektedir. Şöyle ki,
Araplar, zeki ve becerikli insanların iki kalbi olduğunu iddia ediyorlardı. İşte
bundan dolayı Ebi Ma'mcr veya Cemil b. Useyd el Fihri için "zül kalbeyn"
(iki kalbli) diyorlardı.
Yani Allah, bir adamda iki
kalp yaratmamıştır. Âyette "içinde" (anlamındaki)
"cevf' kelimesinin zikredilmesi, fazla izah içindir. Nitekim "fakat göğüslerdeki
kalpler kör olur." ifâdesi de bu kabildendir. Ve keza, analık ile eşlik
vasıfları ve evlatlık ile öz oğulluk vasıfları da tek bir şahısta bir araya
gelmez. Ancak bu vasıfların bir araya gelmemesi, kalpte olduğu gibi hiçbir
şeküde bir araya gelmemesi, yani gerçek eşlik
ile gerçek olmayan analığın ve keza, gerçek evlatlık ile gerçek olmayan
oğulluğun da bir araya gelmemesi anlamında değildir. Ve yine mutlak olarak,
eşlik, hükümleri ile analık hükümlerinin ve evlatlık hükümleri ile öz oğulluk
hükümlerinin de bir araya gelmemesi anlamında da değildir. Fakat gerçek eşlik
ile analık hükümlerinin ve gerçek evlatlık ile öz oğulluk hükümlerinin bir araya
gelmeyecekleri anlamındadır. Zira bu âyetin amacı, Arapların, zihar yaptıkları
Hanımlarına analık hükümlerini ve evlatlıklarına da öz oğulluk hükümlerini icra
etmek geleneğini kaldırmaktır.
Zihar, bir kimsenin, kendi karısına: "Seni benim için
anamın sırtı gibisin (onun gibi haramsın)!"
demesidir. Bu, karısından uzak durmak kararıdır. Cahiliyye devrinde bu ifâde,
karısını boşamak sayılırdı. İslam'a göre ise bu ifâde,
ya boşamayı, yahut kefaretini verinceye
kadar karısının kendisine haram olmasını gerektirmektedir. Ziharin
(sırtın) zikredilmesi, direği olduğu karından
kinayedir. Zira karının ifâde edilmesi, fercin
(cinsiyet uzvunun) ifâde edilmesine yakındır.
Yahut sırtın zikredilmesi, haram kılmayı ağır bir şekilde ifâde etmek
içindir. Zira cahiliyye devri Arapları, kadının sırtı yukarıya dönük olarak
onunla cinsi ilişkide bulunmayı haram sayıyorlardı.
B- "Bu, sizin ağızlarınızla
söylediğiniz kendi sözlerinizdir."
Yani bu zihar ve demeniz,
yahut bu evlatlık için evladım, demeniz, gerçek
payı olmaksızın, sadece kendi ağızlarınızla söylediğiniz sözlerinizdir. Bundan
dolayı da, sizin iddia ettiğiniz gibi bu sözleriniz, gerçek oğulluk, hükümlerini
gerektirmekten uzaktır.
C- "Allah ise, hakkı söyler ve o,
doğru yola iletir."
Yani Allah ise, gerçeğe
uygun olanı söyler ve o, ancak doğru yola iletir. O halde siz, bu sözlerinizi
bırakın ve Allah azze ve celle'nin sözünü tutun.
5
"Evlat edindiklerinizi babalarına
nisbet ederek çağırın. Allah katında en kadar ve adaletlisi budur. Eğer
babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları sizin din kardeşleriniz ve bakıp
gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanilarak yaptıklarınızda size vebal
yoktur; fakat kalplerinizin kastettiğinde günah vardır. Zaten Allah, gafur'dur,
rahîm'dir."
A- "Evlat edindiklerinizi
babalarına nisbet ederek çağırın. Allah katında en kadar ve adaletlisi budur.
Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları sizin din kardeşleriniz ve
bakıp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin."
Yani evlatlıklarınızı kendi
gerçek babalarına nispet ve tahsis ederek çağırın. Zira Allah'ın adaletinde ve
hükmünde en kadar budur. Eğer kendilerini nispet edeceğiniz gerçek babalarını
bilmiyorsanız, onları din kardeşleriniz ve bakıp gözettiğiniz can dostlarınız
olarak kabul ederek onları öylece çağırın.
B- "Yanılarak yaptıklarınızda size
vebal yoktur; fakat kalplerinizin kastettiğinde günah vardır. Zaten Allah,
gafur'dur, rahîm'dir."
Yani yanılgı veya unutma veyahut
dil sürçmesi olarak yaptıklarınızda size vebal yoktur; fakat vebal,
yasaklandıktan sonra kalplerinizle kastederek yaptığınız yanlışlıklar içindir.
Zaten Allah, bu yanılanlar için çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
Bir kimse, biri için, "bu benim oğlumdur" derse, eğer o,
söyleyenin kölesi ise, her hal ü kârda âzât olur ve ona nesebi sabit olmaz.
Ancak eğer onun nesebi meçhul ise ve yaş itibarıyla da, onun gibilerin, bunun
gibi evladı olması mümkün ise ve bundan önce başkasından nesebi sabit olmamış
ise, anılan iddiada bulunan kimseden nesebi sabit olur.
6
"Peygamber,
mü’minlere kendilerinden daha yakın dosttur. Onun eşleri, onların analarıdır.
Akraba olanlar, Allah'ın kitabına göre birbirlerine diğer mü’minlerden ve
muhacirlerden daha yaraşıktır. Şu kadar kı, dostlarınıza uygun bir vasiyet
yapmanız yakışıkalır. Bunlar, kitapta yazılıdır."
A- "Peygamber,
mü’minlere kendilerinden daha yakın dosttur."
Yani
Peygamberimiz, din işlerinde de, dünya
işlerinde de mü’minlere kendilerinden daha yakın dosttur. Nitekim bu mutlak
ifâde de, bunun delilidir. Şu halde mü’minler.
Peygamberimizi kendi öz nefislerinden bile fazla sevmelidirler; onun
verdiği hükmü, kendi hükümlerinden bile önce uygulamalıdırlar; onun hakkını
kendi haklarına tercih etmelidirler ve ona şefkatleri, kendi nefislerine olan
şefkalerinden bile önce olmakdır.
Rivâyet olunuyor ki,
Peygamberimiz, Tebûk seferine
çıkarken, insanlara bu sefere çıkmalarım emir buyurdu. Enes adındaki sahabi:
"Babalarımızdan, analarımızdan izin isteyelim!" dedi. İşte o zaman bu âyetti
kerime nazil oldu.
Bir kırâete göre, âyetin metninde, "o, onların babalarıdır"
mealinde bilcümle de vardır. Yani
Peygamber, dinde mü’minlerin babalarıdır.
Zira her Peygamber, ebedî hayatı temin
eden hususlarda asıl olması hasebiyle, kendi ümmetinin babası sayılır, işte
bundan dolayıdır ki, mü’minler de din kardeşleridir.
B- "Onun eşleri, onların
analarıdır."
Yani
Peygamberin eşleri, kendileriyle
evlenmelerinin haram olması ve saygı duyulmaya lâyık olmaları hususunda
mü’minlerin anaları gibidir. Diğer hususlarda ise, yabancı hanımlar gibidirler.
İşte bundan dolayıdır kı, Hazret-i Âişe: "Biz, kadınların anaları değiliz"
demiştir.
C- "Akraba olanlar, Allah'ın
kitabına göre birbirlerine diğer mü’minlerden ve muhacirlerden daha yaraşıktır.
Şu kadar kı, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız yakışık alır."
Yani birbirlerine akraba
olan mü’minler ve muhacirler, levh-i mahfuz'a göre,
yahut Allah'ın indirdiği bu âyete göre, yahut
miras âyetine göre, yahut Allah'ın farz kıldığı
hükme göre, birbirlerine varis olmak konusunda önceliklidirler.
Yahut mirasta, akraba olanların akrabalık hakkı,
diğer mü’minlerin din hakkı ve muhacirlerin hicret hakkından önce gelmektedir.
Bu âyet, İslam'ın ilk yıllarında hicret ve din kardeşliği
sebebiyle sabit olan miras hükmünü nesih etmiştir.
D- "Bunlar, kitapta yazılıdır."
Yani zikredilen iki âyet,
levh-ı mahfuz'da, yahut Kur’ân'da,
bir görüşe göre ise Tevrat'ta yazılıdır.
|