Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

417

 

033 - AHZÂB SÛRESİ

 

CÜZ :

21

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AHZÂB SÛRESİ

Medine'de nazil olmuştur; 73 âyettir.

1

"Ey Peygamber! Allah'a karşı takvâlı ol (aykırılıklardan sakın). Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Çünkü şüphe yok ki, Allah, alîm'dir, hakîm'dir."

A- "Ey Peygamber! Allah'a karşı takvâlı ol (aykırılıklardan sakın)."

Peygamberimize Peygamberlik unvanıyla seslenilmesi, onun şânını yüceltmek ve onun makamının yüksekliğine dikkat çekmek içindir.

Burada emredilen takvadan murat, takvada sebat etmek ve onu daha arttırmaktır. Zira takva, pek geniş bir kapı ve sonuna erişilemeyen pek uzun bir süreçtir.

B- "Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Çünkü şüphe yok kı, Allah, alîm'dir, hakîm'dir."

Yani küfrünü açıkça ortaya koyan kâfirler ile küfrünü gizleyen kâfirlere, dinde gevşeklik müslümanlar için zillet sayılacak hususlarda boyun eğme.

Rivâyet olunuyor ki, Mekke müşriklerinin, Peygamberimizle yaptıkları saldırmazlık andlaşması süresinde Mekke müşriklerinden Ebû Sübyan b. Harb ile İklime b. Ebi Cehil ve Ebû A'ver el-Sülemî, Medine'ye gelip münafıklardan Abdullah b. Übeyy ile Muattib b. Kuşeyr ve Cedd b. Kays adlarındaki şahısları da yanlarına alarak Resülullah'ın huzuruna çıktılar ve şu teklifte bulundular: "Sen bizim ilâhlarımızdan böyle bahsetmekten vazgeç ve de ki: "Onlar, şefaat edebilir; fayda sağlayabilir" O zaman biz de, seni Rabbinle rahat bırakırız." Onların bu teklifi, Peygamberimize ve mü’minlere pek ağır geldi ve onları öldürmek istediler, işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Yani ey Resûlüm! Ahdini ve saldırmazlık andlaşmasinı bozmaktan sakın ve Mekkeli kâfirler ile Medineli münafıkların senden talep ettiklerini kabul ederek onlara yardım etme. Şüphe yok ki, Allah'ın ilmi ve hikmeti sınnsız-dır. Bu itibarla Allah, iyi, kötü her şeyi bitir. Netice olarak, ancak maslahatı olanı sana emreder ve seni ancak kötü olandan men' eder ve üstün hikmetin gerektirmediği bir şeyi hükmetmez.

2

"Rabbinden sana vahyolunana uy. Çünkü şüphe yok ki, Allah, bütün yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

A- "Rabbinden sana vahyolunana uy."

Yani yapıp yapmadığın bütün işlerde, Rabbinden sana vahiy olunan âyetlere ve ezcümle. Allah'a karşı takvâlı olmayı emreden ve kâfirler ile münafıklara yardım etmeyi men' eden bu âyete uy.

Bu kelâmda, rab unvanının kullanılması, bu emre uymanın gerekliliğini tekit etmek içindir.

B- "Çünkü şüphe yok ki, Allah, bütün yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır."

Bir görüşe göre, bu hitap, Resûlüllah'adır ve hitapta çoğul kipinin kullanılması, tazim içindir.

Diğer bir görüşe göre ise, hitap, Peygamberimiz ile mü’minleredir.

Bir görüşe göre ise, gaipler içindir. Ancak bunun isabetten uzak olduğu açıktır. Evet, eğer bir nevi tağlıb (hazırları, gaiplere galip kılmak) yoluyla, hitap, hepsi için olabilir.

Bunlardan hangi görüşe göre olursa, olsun, bu cümle, emrin illeti ve emrin gerekliliğini tekit içindir. İlk iki görüşe göre, terğib (teşvik) ve terbip (uyarmak) yoluyladır. Netice olarak şu anlamdadır: Allah, sizin yaptığınız emre uymaktan ve uymamaktan hakkıyla haberdardır. Bu itibarla mutlaka birine mükâfat ve diğerine de ceza terettüp edecektir. Son görüşe göre ise, yalnız terğib yoluyladır. Yani Allah, her iki fırkanın yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Sonuçta Allah, seni, senin için hayırlı ve intizamlı olana irşat edecek; seni, onların kurdukları hilelere ve fenalık planlarına muttak edecek ve bunların defi için gerekti olan tedbirleri sana emredecek. İşte bundan dolayı mutlaka vahye uymaksın ve gereğini yapmaksın.

3

"Allah'a tevekkül et. Zaten vekil olarak Allah yeter, "

Yani bütün işlerini Allah'a havale et Zaten koruyucu olarak ve bütün işlerin havale edilmesi için Allah yeter. Allah ise, hakkı söyler ve o, doğru yola iletir,

4

"Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmamış; zihar yaptığınız eşlerinizi de analarınız kılmamış ve evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz kendi sözlerinizdir."

A- "Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmamış; zihar yaptığınız eşlerinizi de analarınız kılmamış ve evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmamıştır."

Burada, Peygamberimizin, uymaya emredildiği vahyin zikrine başlanmaktadır. Âyetin başındaki ifâde bir temsil olup Allah, bunu, bundan sonra zikredilecek hususlara hazırlık konusunda zikretmiş ve bununla su hakikate dikkat çekmiştir: zihar yapılan bir eşin, aralarında cari olan malûm hususlarda ve hükümlerde gerçek ana gibi ve evlatlığın da gerçek oğul gibi kabul edilmesi, bir insanın içinde iki kalbin olması gibi imkânsız bir şeydir.

Diğer bir görüşe göre ise, bu kelâm-ı kerim, Arapların bir iddiasını reddetmektedir. Şöyle ki, Araplar, zeki ve becerikli insanların iki kalbi olduğunu iddia ediyorlardı. İşte bundan dolayı Ebi Ma'mcr veya Cemil b. Useyd el Fihri için "zül kalbeyn" (iki kalbli) diyorlardı.

Yani Allah, bir adamda iki kalp yaratmamıştır. Âyette "içinde" (anlamındaki) "cevf' kelimesinin zikredilmesi, fazla izah içindir. Nitekim "fakat göğüslerdeki kalpler kör olur." ifâdesi de bu kabildendir. Ve keza, analık ile eşlik vasıfları ve evlatlık ile öz oğulluk vasıfları da tek bir şahısta bir araya gelmez. Ancak bu vasıfların bir araya gelmemesi, kalpte olduğu gibi hiçbir şeküde bir araya gelmemesi, yani gerçek eşlik ile gerçek olmayan analığın ve keza, gerçek evlatlık ile gerçek olmayan oğulluğun da bir araya gelmemesi anlamında değildir. Ve yine mutlak olarak, eşlik, hükümleri ile analık hükümlerinin ve evlatlık hükümleri ile öz oğulluk hükümlerinin de bir araya gelmemesi anlamında da değildir. Fakat gerçek eşlik ile analık hükümlerinin ve gerçek evlatlık ile öz oğulluk hükümlerinin bir araya gelmeyecekleri anlamındadır. Zira bu âyetin amacı, Arapların, zihar yaptıkları Hanımlarına analık hükümlerini ve evlatlıklarına da öz oğulluk hükümlerini icra etmek geleneğini kaldırmaktır.

Zihar, bir kimsenin, kendi karısına: "Seni benim için anamın sırtı gibisin (onun gibi haramsın)!" demesidir. Bu, karısından uzak durmak kararıdır. Cahiliyye devrinde bu ifâde, karısını boşamak sayılırdı. İslam'a göre ise bu ifâde, ya boşamayı, yahut kefaretini verinceye kadar karısının kendisine haram olmasını gerektirmektedir. Ziharin (sırtın) zikredilmesi, direği olduğu karından kinayedir. Zira karının ifâde edilmesi, fercin (cinsiyet uzvunun) ifâde edilmesine yakındır. Yahut sırtın zikredilmesi, haram kılmayı ağır bir şekilde ifâde etmek içindir. Zira cahiliyye devri Arapları, kadının sırtı yukarıya dönük olarak onunla cinsi ilişkide bulunmayı haram sayıyorlardı.

B- "Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz kendi sözlerinizdir."

Yani bu zihar ve demeniz, yahut bu evlatlık için evladım, demeniz, gerçek payı olmaksızın, sadece kendi ağızlarınızla söylediğiniz sözlerinizdir. Bundan dolayı da, sizin iddia ettiğiniz gibi bu sözleriniz, gerçek oğulluk, hükümlerini gerektirmekten uzaktır.

C- "Allah ise, hakkı söyler ve o, doğru yola iletir."

Yani Allah ise, gerçeğe uygun olanı söyler ve o, ancak doğru yola iletir. O halde siz, bu sözlerinizi bırakın ve Allah azze ve celle'nin sözünü tutun.

5

"Evlat edindiklerinizi babalarına nisbet ederek çağırın. Allah katında en kadar ve adaletlisi budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları sizin din kardeşleriniz ve bakıp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanilarak yaptıklarınızda size vebal yoktur; fakat kalplerinizin kastettiğinde günah vardır. Zaten Allah, gafur'dur, rahîm'dir."

A- "Evlat edindiklerinizi babalarına nisbet ederek çağırın. Allah katında en kadar ve adaletlisi budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları sizin din kardeşleriniz ve bakıp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin."  

Yani evlatlıklarınızı kendi gerçek babalarına nispet ve tahsis ederek çağırın. Zira Allah'ın adaletinde ve hükmünde en kadar budur. Eğer kendilerini nispet edeceğiniz gerçek babalarını bilmiyorsanız, onları din kardeşleriniz ve bakıp gözettiğiniz can dostlarınız olarak kabul ederek onları öylece çağırın.

B- "Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur; fakat kalplerinizin kastettiğinde günah vardır. Zaten Allah, gafur'dur, rahîm'dir."

Yani yanılgı veya unutma veyahut dil sürçmesi olarak yaptıklarınızda size vebal yoktur; fakat vebal, yasaklandıktan sonra kalplerinizle kastederek yaptığınız yanlışlıklar içindir. Zaten Allah, bu yanılanlar için çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

Bir kimse, biri için, "bu benim oğlumdur" derse, eğer o, söyleyenin kölesi ise, her hal ü kârda âzât olur ve ona nesebi sabit olmaz. Ancak eğer onun nesebi meçhul ise ve yaş itibarıyla da, onun gibilerin, bunun gibi evladı olması mümkün ise ve bundan önce başkasından nesebi sabit olmamış ise, anılan iddiada bulunan kimseden nesebi sabit olur.

6

"Peygamber, mü’minlere kendilerinden daha yakın dosttur. Onun eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın kitabına göre birbirlerine diğer mü’minlerden ve muhacirlerden daha yaraşıktır. Şu kadar kı, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız yakışıkalır. Bunlar, kitapta yazılıdır."

A- "Peygamber, mü’minlere kendilerinden daha yakın dosttur."

Yani Peygamberimiz, din işlerinde de, dünya işlerinde de mü’minlere kendilerinden daha yakın dosttur. Nitekim bu mutlak ifâde de, bunun delilidir. Şu halde mü’minler. Peygamberimizi kendi öz nefislerinden bile fazla sevmelidirler; onun verdiği hükmü, kendi hükümlerinden bile önce uygulamalıdırlar; onun hakkını kendi haklarına tercih etmelidirler ve ona şefkatleri, kendi nefislerine olan şefkalerinden bile önce olmakdır.

Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Tebûk seferine çıkarken, insanlara bu sefere çıkmalarım emir buyurdu. Enes adındaki sahabi: "Babalarımızdan, analarımızdan izin isteyelim!" dedi. İşte o zaman bu âyetti kerime nazil oldu.

Bir kırâete göre, âyetin metninde, "o, onların babalarıdır" mealinde bilcümle de vardır. Yani Peygamber, dinde mü’minlerin babalarıdır. Zira her Peygamber, ebedî hayatı temin eden hususlarda asıl olması hasebiyle, kendi ümmetinin babası sayılır, işte bundan dolayıdır ki, mü’minler de din kardeşleridir.

B- "Onun eşleri, onların analarıdır."

Yani Peygamberin eşleri, kendileriyle evlenmelerinin haram olması ve saygı duyulmaya lâyık olmaları hususunda mü’minlerin anaları gibidir. Diğer hususlarda ise, yabancı hanımlar gibidirler. İşte bundan dolayıdır kı, Hazret-i Âişe: "Biz, kadınların anaları değiliz" demiştir.

C- "Akraba olanlar, Allah'ın kitabına göre birbirlerine diğer mü’minlerden ve muhacirlerden daha yaraşıktır. Şu kadar kı, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız yakışık alır."

Yani birbirlerine akraba olan mü’minler ve muhacirler, levh-i mahfuz'a göre, yahut Allah'ın indirdiği bu âyete göre, yahut miras âyetine göre, yahut Allah'ın farz kıldığı hükme göre, birbirlerine varis olmak konusunda önceliklidirler. Yahut mirasta, akraba olanların akrabalık hakkı, diğer mü’minlerin din hakkı ve muhacirlerin hicret hakkından önce gelmektedir.

Bu âyet, İslam'ın ilk yıllarında hicret ve din kardeşliği sebebiyle sabit olan miras hükmünü nesih etmiştir.

D- "Bunlar, kitapta yazılıdır."

Yani zikredilen iki âyet, levh-ı mahfuz'da, yahut Kur’ân'da, bir görüşe göre ise Tevrat'ta yazılıdır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1574  H : 982)

 

İRŞÂD, EBU'S-SUÛD TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç