Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

333

 

022 - HACC SÛRESİ

 

CÜZ :

17

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

16

İşte Biz onu böylece apaçık âyetler halinde indirdik. Muhakkak Allah dilediğini doğru yola iletir.

"İşte Biz onu" yani Kur'ân'ı

"böylece apaçık âyetler halinde indirdik" ve

"muhakkak Allah" böylece

"dilediğini doğru yola İletir."

Bu âyetle yüce Allah hidayeti kendi iradesine bağlı olarak yarattığını bildirmektedir. Hidayete ileten sadece O'dur, O'ndan başka hidayete iletecek kimse yoktur.

17

Îman edenler, yahudiler, sabiîler ve hristiyanlar, ateşperestler ve müşrikler (var ya); muhakkak Allah kıyâmet gününde aralarında hükmedecektir. Muhakkak Allah herşeye şâhiddir.

"Îman edenler" Allah'a ve Muhammed'e inananlar,

"yahudiler" Mûsa (aleyhisselâm)ın dinine müntesib olanlar,

"sabiiler" yıldızlara tapan bir kavimdir,

"hristiyanlar" bunlar da Îsa (aleyhisselâm)ın dinine muntesib olanlardır.

"Ateşperestler" bunlar da âlemin biri aydınlık biri karanlık olmak üzere iki aslı olduğunu söyleyen ateşe tapanlardır. Katade der ki: Dinler beş tanedir, bunların dördü şeytana biri de Rahmân'adır.

Denildiğine göre mecusilerin asıl ismi "en-necûs"dur. Bu ismi alış sebebleri ise necasetleri kullanmayı dinlerinin bir gereği kabul etmeleridir. Mim ile nun harfleri ise biri diğerinin yerine kullanılabilir.(Bulut anlamında) hem "el-ğayn", hem de "el-ğaym" demek; "yemin anlamında", "el-eym" ile "el-eyn" demek gibi. Bütün bu hususlara dair geniş açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde(2/62. âyet, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

"Ve müşrikler" bunlar puta tapan Araplardır.

"Muhakkak Allah kıyâmet gününde aralarında hükmedecektir." Bunlar arasında hüküm vererek kâfirler için cehennem ateşi, mü’minler için de cenneti verecektir.

Şöyle de açıklanmıştır: Burada sözü edilen hüküm vermek onlara kafi bir şekilde kimin haklı olduğunu, kimin de batıl yolda olduğunu tanıtmak, bildirmektir. İşte o günde haklı ve haksız, düşünmek ve istidlal ile değil, açık bir şekilde birbirinden ayırd edilecektir.

"Muhakkak Allah herşeye şâhiddir."Kullarının amellerini, davranışlarını, sözlerini bilir. Onlardan hiçbir şey O'na kaybolmaz, (O'nun bilgisi dışında kalmaz) O bundan münezzehtir.

"Muhakkak Allah kıyâmet gününde aralarında hükmedecektir" âyeti; "Îman edenler" âyetindeki "Muhakkak"in haberidir. Nitekim; "Şüphesiz ki Zeyd'in yanında muhakkak hayır vardır," demeye benzer. el-Ferrâ' ise der ki: Konuşma esnasında; "Muhakkak Zeyd, muhakkak kardeşi gitmekte olandır," şeklindeki bir kullanım câiz değildir. Onun iddiasına göre bunun âyet-i kerîmede câiz olması, ifadede mücazât (karşılık verme) anlamı bulunduğundan dolayıdır.Yani kim îman eder, kim yahudiliğe bağlanır, kim hristiyan olur, kim sabiî olursa onların aralarında hüküm verir ve hesaplarını görmek aziz ve celil olan Allah'a aittir.

Ebû İshak (ez-Zeccâc) ise el-Ferrâ''nın bu görüşünü reddederek onun: "Muhakkak Zeyd kardeşi gitmekte olandır," ifadesi câiz değildir demesini çirkin bir ifade olarak kabul eder ve şöyle der: Çünkü burada Zeyd demek ile(âyet-i kerîmedeki) ism-i mevsul olan; "...ler" arasında bir fark yoktur ve bu edat mübtedâ olan her kelimenin başına gelebilir. Buna göre; "Muhakkak Zeyd o gitmekte olandır" denilebilir. Sonra bunun başına edatı getirilerek Muhakkak Zeyd şüphesiz ki o gitmekte olandır, diyebiliriz. Nitekim şair de şöyle demektedir:

"Şüphesiz ki halifeye, muhakkak Allah ona giydirmiştir.

İzzet elbisesini; onunla (güzel) sonuçlar umud edilir."

18

Görmedin mi, göklerde ve yerde olan herkes güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayranlar ve insanlardan bir çoğu Allah'a secde ederler? Bir çoğuna da azâb hak olmuştur. Allah'ın hor kıldığını yüceltebilecek yoktur. Muhakkak Allah dilediğini yapar.

"Görmedin mi, göklerde ve yerde olan herkes... Allah'a secde ederler?"

âyetinde sözü edilen

"görmek" kalble görmektir. Yani kalbin ve aklın ile bunları görmedin mi? Secde etmenin anlamı ile ilgili açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/34. âyet, 4. başlıkta) cansız varlıkların secde etmesi ile ilgili açıklamalar da en-Nahl Sûresi'nde(16/49-50. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Güneş" kelimesi daha önceden geçen

"herkese" atfedilmiştir.

"Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu" âyetleri de aynı şekildedir.

"Bir çoğuna da azâb hak olmuştur" anlamındaki âyet, i'rab bakımından biraz zor açıklanabilir bir haldedir. Çünkü fiilin kendisinde amel ettiği lâfza yine fiilin kendisinde amel ettiği lafızın atfedilebilmesi için nasıl olmuş da nasb edilmemiştir Bu cümleyi şöylece açabiliriz: "Görmedin mi" anlamındaki fiil, lafzen âyetin başında yer almaktadır. Ondan sonra gelen cümle mef'ûldür. Mef ûl nasb ile gelir. Buradaki: "Bir çoğuna" anlamındaki lâfız da "vav" atıf edatı dolayısıyla ona,yani mansub olan cümleye atf edilmiştir. Bu bakımdan onun da mansub -yani lafzen: "kesirlin" değil de "kesiran" gelmesi gerekirken, niye gelmemiştir? " Yüce Allah'ın:

"Zâlimlere gelince, onlara çok acıklı bir azâb hazırlamıştır" (el-İnsan, 76/31) âyetinde olduğu gibi(niye mansub değildir)?

el-Kisaîveel-Ferrâ' burada bu kelime mansub olsaydı, güzel olurdu diye iddiada bulunmuşlardır. Ancak merfu gelmesi tercih edilmiştir, çünkü manasa "Çoğu ise secde etmeyi kabul etmemiştir," şeklindedir. Bu durumda mübtedâ ve haber olur, ifade de yüce Allah'ın:

"İnsanlardan bir çoğu..." ile tamam olabilmektedir.

(......) bunun sözü edilen secde etmenin şanı yüce Allah'ın zayıflık, kuvvet, sağlık, hastalık, güzellik, çirkinlik gibi tedbirlerine boyun eğmek ve zilletle İtaat etmek şeklindeki secde anlamında olmak üzere atfedilmiş olması da mümkündür. Bunun kapsamına ise herşey girmektedir.

"Üzerine azâbın hak olduğu pek çok kimseyi de hakir düşürmüştür" şeklinde ve benzer takdirler ile mansub olması da mümkündür.

Yüce Allah'ın:

"Ve hayvanlar(secde ederler)" âyetinde ifade tamam olduktan sonra

"insanlardan bir çoğu da" cennettedirler

"bir çoğuna da azâb hak olmuştur" diye yeni bir cümle başlamıştır, diye de açıklanmıştır.

İbn Abbâs'tan da aynı şekilde şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Anlam şöyledir: İnsanların bir çoğunun cennette, bir çoğu aleyhine de azâb hak olmuştur. Bunu İbnu'l-Enbarî nakletmektedir.

Ebû'l-Âl-iyye der ki: Göklerde ne kadar yıldız varsa, ay ve güneş mutlaka battığı vakit yüce Allah için secdeye kapanır. Sonra da kendisine izin verilmedikçe secdeden ayrılmaz. İzin alınca da tekrar doğuş yerine geri döner.

el-Kuşeyrî der ki: Bu husus güneş hakkında muttasıl senet ile rivâyet edilmiştir. Burada hakiki bir secdeden söz edilmektedir. Bunun kaçınılmaz bir gereği olarak bu secde eden varlıkta hayat ve akıl da yerleştirilir.

Derim ki: Kendisine işaret ettiği muttasıl senetli hadisi Müslim rivâyet etmiştir. İleride yüce Allah'ın:

"Güneş kendisi için belirlenmiş bir karar yerine kadar akıp gider..." (Yâsîn, 36/38) âyeti açıklanırken geleceği gibi, daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/34. âyet 4. başlıkta) sucud'un sözlük ve terim anlamı ile ilgili açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

"Allah'ın hor kıldığını yüceltebilecek yoktur." Allah her kimi bedbaht kılmak ve küfür ile hakir kılmış ise hiçbir kimsenin onun üzerindeki bu horlanmışlığı kaldırmaya gücü yetmez. İbn Abbâs der ki: Allah'a ibadet etmeyi önemsemeyen kimse sonunda cehenneme varır,

"Muhakkak Allah dilediğini yapar." Onların sonunda cehenneme ulaşacağını kastetmektedir. Kimse O'na İtiraz edemez,

el-Ahfeş,el-Kisaî ve el-Ferrâ': "İkram edici (mealde; yüceltebilecek)" kelimesini; şeklinde yani bir ikram, bir yücelik... diye okumuşlardır.

19

Bunlar Rabbleri hakkında davalaşan İki hasımdırlar. Kâfir olanlar için ateşten elbiseler biçilir, başları üzerinden gayet kaynar su dökülür.

"Bunlar Rabbleri hakkında davalaşan iki hasımdırlar."Müslim'de rivâyet edildiğine göre Kays b. Ubad şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr'i yemin ederek: Muhakkak "bunlar Rabbleri hakkında davalaşan iki hasımdırlar" âyeti Bedir günü teke tek çarpışmak üzere meydana atılan Hamza, Ali ve Ubeyde b. el-Hâris (radıyallahü anh) ile onlara karşı çıkan Rabia'nın oğulları Utbe ve Şeybe ile el-Velid b. Utbe hakkında nazil olmuştur. Müslim, Tefsir 35;Buhâri, Mcğâzî 8, Tefsir 22. sûre 3;İbn Mâce, CiHâd 29Müslim -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- kitabını bu hadis ile bitirmiştir.

İbn Abbâs da şöyle demektedir; Bu üç âyet-i kerîme, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)a Medine'de mü’minlerden üç ve kâfirlerden üç kişi hakkında nazil olmuştur, Daha sonra da Ebû Zerr'in dediği şekilde bunların isimlerini vermiştir.

Ali b. Ebî Tâlib(radıyallahü anh) da şunları söylemektedir: Kıyâmet gününde Allah'ın huzurunda davalaşmak için ilk diz çökecek kişi benim. O bununla kendisinin ve diğer iki arkadaşının teke tek çarpışmaları ile ilgili olaya işarette bulunmaktadır. Bunu da Buhârî zikretmektedir. Buhâri, Meğizî 8, Tefsir 22. sûre 3

Hilal b. Yesaf ile Atâ b. Yesar ve başkaları da bu görüşü benimsemişlerdir.

İkrime ise şöyle demektedir: İki hasımdan kasıt cennet ile cehennemdir. Bunlar birbirleriyle davalaştılar. Cehennem; O beni cezasını vermek maksadıyla yaratmıştır, dedi. Cennet de; Beni rahmetini ihsan etmek için yaratmıştır, demiştir...

Derim ki: Cennet ile cehennemin birbirleriyle davalaşması hususunda Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)dan bir hadis vârid olmuştur. Ebû Hüreyre dedi ki:Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Cennet ile cehennem tartıştılar. Biri (cehennem) dedi ki: Zorbalar ve mütekebbirler bana girecektir. Diğeri (cennet) dedi ki: Bana da zayıflar ve miskinler girecektir. Bunun üzerine yüce Allah ona: Sen Benim azabımsın, seninle dilediğim kimseyi azaplandırırım dedi. Ötekine de: Sen Benim rahmetimsin, seninle dilediğim kimseye rahmet ederim. Sizden herbirinizi de mutlaka dolduracağım, dedi."Bu hadisi Buhârî veMüslim rivâyet etmiştir.Tirmizî de rivâyet etmiş olup: Hasen, sahih bir hadistir demiştir. Buhâri, Tefsir 50. sûre 1; Müslim, Cenne, 34, 36;Tirmizî, Sıfatu’l-Cenne 22;Müsned, II, 276, 314, 450, -Ebû Said el-Hudri yoluyla-: III, 79.

Yine İbn Abbâs şöyle demektedir: Bunlar kitab ehli olanlardır. Mü’minlere: Biz Allah'a sizden daha çok yakınız, bizim kitabımız sizden daha öncedir. Peygamberimiz de, peygamberinizden öncedir dediler. Mü’minler de şöyle dedi; Biz sizden daha çok Allah'a yakın olmaya lâyıkız, çünkü Muhammed'e îman ettiğimiz gibi, peygamberinize de îman ettik. Ona indirilen kitapların hepsine de îman ettik. Sizler, bizim peygamberimizi bilip tanıdığınız halde kıskandığınızdan dolayı onu bıraktınız ve inkâr ettiniz. İşte aralarındaki davalaşma bu itli. Yüce Allah da haklarında bu âyet-i kerîmeyi indirdi.

Bu da Katade'nin görüşüdür. Birinci görüş daha sahihtir. Bu görüşü deBuhârî, Haccâc b. Minhal'den, o Hüseyin'den, o Ebû Haşim'den, o Ebû Miclez'den, o Kays b. Ubad'dan, o Ebû Zerr'den diye rivâyet etmiştir. Müslim de Amr b. Zürare'den, o Hüseyin'den rivâyet etmiştir. Süleyman et-Teymî'de bunu Ebû Miclez'den, o Kays b. Ubad'dan rivâyet etmiştir. Kays, Ali'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bu âyet-i kerîme "bunlar Rabbleri hakkında davalaşan İki hasımdırlar... yakıcı ateşin azabını tadın" âyetine kadar, bizim ve Bedir günü teke tek çarpışmamız (mübarezemiz) hakkında inmiştir. Bu yollarla gelen rivâyetler az önce geçmişti; kaynakları da orada gösterilmişti.

İbn Kesîr "bunlar... İki hasımdırlar" âyetindeki; "Bunlar... iki" kelimesinde "nûn" harfini şeddeli okumuştur.

el-Ferrâ'' "İki has im "ı, iki ayrı din mensubu, iki kesim olarak yorumlamış ve bir hasmın müslümanlar, diğerlerinin ise yahudilerle, hristiyanlar olduklarını İddia etmiştir. Bunlar Rabbleri hakkında davalaşmalardır. O der ki: Yüce Allah'ın "Davalaşan(lar)" âyetinin çoğul olarak gelmesi cem'i oluşlarından dolayıdır. Yineel-Ferrâ' der ki: Eğer: "İkisi de davalaştılar" diye kullanılmış olsaydı yine câiz olurdu.

en-Nehhâs der ki: Bu; hadisi ve tefsir âlimlerinin kitaplarını bilmeyen kimsenin yaptığı bir te'vildir. Çünkü bu âyet ile ilgili hadis meşhurdur, bunu Süfyanes-Sevrî ve başkaları Ebû Haşim'den, o Ebû Miclez'den, o Kays b. Ubad'dan yoluyla rivâyet etmişlerdir. Kays dedi ki: Ben Ebû Zerr'i yemin ederek şunları söylerken dinledim: Bu âyet-i kerîmeHamza, Ali, Ubeyde b. el-Haris b. Abdu'l-Muttalib ile Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe bir de el-Velid b. Utbe hakkında nazil olmuştur.

Ebû Amr b. el-A'lâ da aynı şekilde Mücahid'den, o daİbn Abbâs'tan rivâyette bulunmuştur.

Bu hususta dördüncü bir görüş daha vardır. Buna göre burada sözü edilenler, hangi dinden olurlarsa olsunlar bütün kâfirler ile bütün mü’minlerdir. Bu görüşMücahid, el-Hasen, Atâ b. Ebi Rebah, Âsım b. Ebi'n-Necûd ve el-Kelbî'nin görüşüdür.

Bu şekilde umumu kapsayan bu görüş, hem âyetin hakkında nazil olduğu kimseleri, hem de başkalarım kapsamına almaktadır.

Bu âyet-i kerîmenin öldükten sonra diriliş ile amellerin karşılığının verilmesi ile ilgili davalaşma hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Çünkü bir takım kimseler bunu kabul ederken, başkaları bunu inkâr etmişlerdir.

"Kâfir olanlar" yani az önce sözü edilen kesimlerden kâfir olanlar

"için ateşten elbiseler biçilir."Yani böyle elbiseler dikilmiş ve hazırlanmıştır. Ateşin elbiselere benzetilmesine sebep, tıpkı elbisenin giydirilmesi gibi, ateşin de onlara gtydirileceğindendir, "Biçilir âyeti da âhirette onlara ateşten elbiseler kesilip biçilecek demektir. Âyet-i kerîmede fiilin mazi lâfzı ile zikredilmesi şundan dolayıdır: Âhirete dair olan haberlerde verilen vaadler ve yapılan tehditler fiilen meydana gelmiş, muhakkak olarak var olmuş, gibidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Hatırla ki Allah: Ey Meryem oğlu Îsa:İnsanlara... diye sen mi söyledin? dedi (diyecek.)"(el-Mâide, 5/116) Burada "dedi" anlamındaki mazi fiil, yüce Allah böyle diyecek demektir.

Şöyle de denilebilir: Cehenneme varacakları vakit giysinler diye o elbiseler hazırlanmış bulunuyor.

Saîd b. Cübeyr der ki:

"Ateşten" âyeti bakırdan demektir. Bu sözü edilen elbiseler eritilmiş bakırdandır. Yüce Allah'ın:

"Gömlekleri katrandandır." (İbrahim, 14/50) âyetinde sözü edilen elbiseler ile aynı şeylerdir. Kullanılan kap kaçak arasında ısıtıldığı zaman harareti ondan daha ağır olacak hiçbir maden yoktur.

Denildiğine göre âyetin anlamı şudur; Biçilmiş, elbiseleri üzerlerine giydiklerinde nasıl her taraflarını kuşatırsa, ateş de onları öylece kuşatmış olacaktır. Bu yönüyle ateş onlara elbise olacaktır, çünkü kuşatmasıyla elbiseyi andıracaktır. Bu da yüce Allah'ın:

"Geceyi bir elbise yaptık"(en-Nebe', 78/10) âyetine benzemektedir.

"Başları üzerinden" cehennem ateşinde kaynatılmış son derece sıcak

"gayet kaynar su dökülür."Tirmizî'de kaydedilen rivâyete göreEbû Hüreyre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir; "Şüphesiz kaynar su onların başları üzerine dökülecek ve bu kaynar su (onlardan) herbirisinin karnına ulaşıncaya kadar içenlere nüfuz edecek, karnında ne varsa yerinden söküp alacak ve nihayet bunlar ayaklarından çıkıp gidecek. İşte (20. âyette) sözü edilen eritme budur. Sonra da tekrar eski haline iade edilecek."Tirmizî dedi ki; Bu hasen, sahih, garib bir hadistir. Tirmizî, Sıfattı Cehennem 4; Müsned, II, 374.

20

Onunla karınlarında ne varsa eritilir, derileri de.

"Onunla karınlarında ne varsa eritilir." Eritmek (es-sahr) yağın eritilmesi demektir. "Suhâre" ise ondan eriyen şey demektir. Mesela; "Ben bir şeyi erittim, o da eridi" denilir. Bu şekilde eriyen şeye de; denilir. İbn Ahmer bir keklik yavrusunu şöylece nitelendirmektedir:

"Dümdüz bir yere terkedilip, bırakılmış birisine su verir,

Güneş ise onu (beynini) eritir, o ise (direnir) erimez."

Yani güneş onu(beynini) eritirken, o buna katlanır.

"Derileri de" deriler de yakılır, yahut kızartılır, demektir. Çünkü deriler eritilmez. Ancak herbir şeye yakışan uygulama ne ise o yapılır. Bu da şöyle demeye benzer: Ona vardım ve bana tirit yedirdi, Allah'a yemin ederim, bir de soğuk bir süt. Bu da bana soğuk bir süt içirdi, demektir. Şair de şöyle demiştir:

"Ve ben ona yem olarak saman verdim, bir de soğuk bir su."

21

Ve onlar İçin demirden topuzlar da vardır.

"Ve onlar için demirden topuzlar da vardır." Bu topuzlarla vurulurlar, itilip kakılırlar.

"Topuzlar" kelimesinin tekili şeklinde gelir, Aynı şekilde; diye de gelebilir. Bu topuz kendisiyle filin kafasına vurulan "mihcen(baston)" gibidir.

"(........): Onu topuzla vurdum," demektir. ile aynı anlamda olup, onu kahrettim, onu zelil kıldım, o da öyle oldu, demektir. İbn es-Sikkît der ki: Bir kimsenin yanına gelip, senin onu geri çevirip uzaklaştırma halini anlatmak üzere; denilir.

"Topuzlar"ın balyozlar anlamına geldiği de söylenmiştir. Hadîs-i şerîfte şöyle denilmektedir: "Cehennem bekçilerinden herbir meleğin elinde iki çatalı bulunan bir balyoz vardır. O bir darbe indirdi mi onunla yetmişbin (yıl) aşağıya doğru yuvarlanır." Ebû Dâvûd, Sünne 24;Müsned, IV, 296; kabir sualini gerçekleştirecek meleklerin ve sorularına dair hadiste benzer ifadelerle.

Bu kelimenin, cehennem ateşinden kamçılar demek olduğu da söylenmiştir. Bunlara bu ismin veriliş sebebi, kendisine bunlarla vurulan kimseyi zelil kılmalarıdır.

22

Oradan bir ızdıraptan kurtulmak istedikleri her seferinde oraya geri iade olunurlar ve: "Yakıcı ateşin azabını tadın”(denilir, onlara).

"Oradan" yani cehennem ateşinden,

"bir ızdıraptan kurtulmak istedikleri her seferinde oraya" topuzlarla vurulmak suretiyle

"geri iade olunurlar."

Ebû Zabyan dedi ki; Bize nakledildiğine göre cehennemlikler, cehennem ateşinin alevi coşup kaynadığında ve içinde bulunanları üst kapılarına doğru atacağında, cehennem ateşinden çıkmaya çalışacaklar, çıkmak isteyecekler, Ancak cehennem bekçileri ellerindeki topuzlarla, balyozlarla onları tekrar cehenneme iade edecekler.

Şöyle de açıklanmıştır: Oradaki gam ve kederleri artacağında kaçmaya çalışacaklar. Kaçanlar arasından kıyısına yakın bir yere ulaşabilenleri melekler, topuzlarla cehennem ateşine geri döndürür ve onlara:

"Yakıcı ateşin azabını tadın" derler.

Âyetteki "el-harîk: Yakıcı" (anlam itibariyle) elîm ve vecî' (can yakıcı ve acıtıcı) gibidir.

"el-Harîk"in el-ihtirak (yanmak)dan İsim olduğu da söylenmiştir. Bir şeyin ateşte yanması demektir. İsmi ile şeklinde gelir.

"Tatmak"da tadın idrâkinin beraberinde gerçekleştiği bir dokunuştur. Burada ifadenin manası genişletilmiştir. Onların can yakıcı acı ve ızdırabı idrâk edecekleri kastedilmiştir.

23

Muhakkak Allah mü’min olup salih amel işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Onlar orada altından bileziklerle ve incilerle bezenirler. Orada giyecekleri de ipektir.

"Muhakkak Allah mü’min olup salih amel işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir" âyetinde yüce Allah iki hasımdan birisi olan kâfiri söz konusu ettikten sonra, diğer hasım olan mü’mini söz konusu etmektedir.

"Onlar orada altından bileziklerle... bezenirler" âyetindeki: "...dan" edatı bir sıladır.

"el-Esâvir (bilezikler)" kelimesi "esvira"nin çoğuludur. Bunun da tekili "sivâr" şeklinde gelir. Üç türlü söylenir, "sin" harfi ötreli, "sin" harfi esreli ve "isvâr" şeklinde.

Müfessirler derler ki: Dünyada krallar, hükümdarlar bilezik ve taç giydikleri gibi yüce Allah da bunu cennetliklere ihsan edecektir. Cennetlik olup da elinde birisi altın, birisi gümüş, diğeri de inciden olmak üzere üç tane bilezik olmayacak hiçbir kimse yoktur. Şanı yüce Allah burada ve Fâtir Sûresi'nde:

"Altından bileziklerle ve incilerle süslenirler." (Fâtır, 35/33) diye buyurmaktadır, el-însan Sûresi'nde de:

"Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir." (el-İnsan, 76/21) diye buyurmaktadır.

Müslim'in, Sahihinde yer alan Ebû Hüreyre yoluyla gelen hadisteEbû Hüreyre şöyle demektedir: Ben candan dostumu (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururken dinledim: "Mü’minin süsü abdestin ulaştığı yere kadar ulaşır."Müslim, Tahârc 40;Nesâî, Tahârc 109;Müsned, II, 232, 371.

Bir görüşe göre de kadınlar altın süs eşyaları ile erkekler de gümüş ile süsleneceklerdir. Ancak bu açıklama su götürür bir açıklamadır, Kur'ân-ı Kerîm de bunu reddetmektedir.

"Ve incilerle bezenirler" âyetindeki: "İncilerle" lâfzını Nâfi", İbnu'l-Ka'kâ, Şeybe ve Âsım gerek burada gerekse de el-Melâike (Fatır) Sûresi'nde nasb ile ve: "Ve incilerle süslenirler, bezenirler" anlamında olmak üzere okumuşlardır. Bütün mushaflarda burada elif ile yazılmış olduğunu da kıraatlerine delil göstermişlerdir. Ya'kub, el-Cahderî ve Îsa b. Ömer de burada nasb ile Fâtır Sûresi'nde ise mushafa tabi olarak esreli okumuşlardır. Çünkü bu kelime burada elif ile Fatır Sûresi'nde ise elifsiz olarak yazılmıştır. Diğerleri ise her iki yerde de esreli okumuşlardır. Ebubekr, Kur'ân-ı Kerîm'in tamamında: "İnci" kelimesini hemzeli okumazdı. Burada bu kelime ile denizde sadef (denilen midye türü)in içinden çıkartılan kastedilmektedir.

el-Kuşeyrî der ki: Maksat bileziklerin inciler ile süsleneceğidir. Bununla birlikte cennette tek parça inciden bileziklerin bulunması ihtimali de uzak değildir.

Derim ki: Kur'ân'ın zahirinden hatta nassından anlaşılan budur.

İbnu'l Enbarî der ki: Burada "inci" anlamındaki kelimeyi esreli okuyanlar bu kelime üzerinde vakıf yaparlar. "(........): Altından" kelimesi üzerinde vakıf yapmazlar. es-Sicistanî de şöyle demektedir; "el-Lu'lu: İnci" kelimesini nasb ile okuyanların okuyuşuna göre yeterli vakıf: "Altından..." kelimesi üzerindedir. Çünkü mana: ... ve inci ile de bezenirler, şeklindedir. İbnu'l-Enbarî şöyle demektedir: Durum onun dediği gibi değildir, çünkü bizler "inci" kelimesini esreli okuyacak olursak, "Bilezikler" lâfzı üzerine atf-ı nesak yapmış oluruz. Eğer nasb ile okuyacak olursak, "bilezikler" lâfzının teviline (yanı cümle içindeki konumunun i'rabma) nesak yaparak (atıfta bulunarak) okumuş oluruz. Sanki biz: "Orada bileziklerle ve incilerle süslenirler" demiş gibi oluruz. Buna göre onun nasb halindeki konumu, tıpkı cer halindeki konumu gibidir. Dolayısıyla onun birincisi ile ilişkisini koparmanın anlamı yoktur.

"Orada giyecekleri de ipektir."Bütün giyecekleri, yaygılan, elbiseleri, perdeleri hep İpektir ve elbetteki bu dünyadakinden çok daha üstün olacaktır.Nesâî'de yer alanEbû Hüreyre'den gelen rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dünyada ipek giyen kimse, âhirette onu giyinemıyecektir. Dünyada şarab içen bir kimse, âhirette onu içemeyecektir. Dünyada altın ve gümüş kaplarda içen bir kimse, âhirette onlardan içemeyecektir."Daha sonra Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Cennetliklerin elbiseleri, cennetliklerin içeceği, cennetliklerin kap kaçakları (bunlar olacaktır)."Hadisi bu kuzla Nesâî'de tesbit edemedik. Bu manada benzer rivâyetler için bk. Buhârî, Libâs 25;Müslim, Libâs 11, 21; Tirmizî, Edeb l;İbn Mâce, Libâs 16; Müsned, II, 166, 208, 209, 329, 337 ile bundan sonraki notlarda gösterilecek yerler.

Eğer: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) bu üç şeyi aynı seviyede tutmuştur. Bunları kullananın âhirette bunlardan mahrum olacağını belirtmiştir. Böyle bir kimse acaba cennete girecek olursa, onlardan mahrum edilecek mi? diye sorulursa, biz de deriz ki: Evet bunları kullanmaktan vazgeçip tevbe etmeyecek olursa, cennete girecek olsa dahi âhirette bunlardan mahrum edilecektir. Çünkü yüce Allah'ın dünyada kendisine haram kılmış olduğu şeyi acilen elde etmiştir, Burada cehennem ateşinde azâb göreceği vakitlerde bunlardan mahrum edilir, yahut ta hesap için duracağı o uzun süre boyunca mahrum bırakılır, cennete girdikten sonra mahrum edilmez. Çünkü cennette bulunan bir kimsenin cennetin lezzetlerinden herhangi birisinden mahrum bırakılması bir çeşit ceza ve bir çeşit sorgulanmadır. Cennet ise cezalandırma yurdu olmadığı gibi, hiçbir şekilde orada sorgulanma da olmayacaktır, denilemez. Çünkü buna biz şöyle cevap veriyoruz: Sözünü ettiğiniz husus ihtimal dahilindedir. Ancak sözünü ettiğimiz hadisinzahiri bu ihtimali bertaraf edip onu reddetmektedir. Ayrıca hadis İmâmlarının da İbn Ömer yoluyla rivâyet ettikleri şu hadis de bizim bu kanaatimizi pekiştirmektedir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Dünyada şarab (içki) içip de sonra bundan tevbe etmeyen kimse, âhirette ondan mahrum edilecektir. "Buhâri, Eşribe I;Müslim, Eşribe 77,78;Nesâi, Eşribe 45;Muvatta’, Eşribe 11

Aslolan ise elimizdeki nassın zahirinin kastedilmediğini ortaya koyan bir nass çıkıncaya kadar nassın zahirine yapışmaktır. Hatta bizim sözünü ettiğimiz hususun doğruluğuna dair nass dahi vârid olmuştur. Bu daEbû Dâvûd et-Tayalisî'ninMüsned'inde yer alan şu rivâyettir; Bize Hişam, Katade'den anlattı, o Davud es-Serrâc'dan, o Ebû Said el-Hudrî'den rivâyetle dedi ki: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Dünyada ipeği giyinen bir kimse âhirette onu giyinemeyecektir. Eğer cennete girecek olsa dahi, cennet ehli onu giyinecek, o ise onu giyinemeyecektir. "A. A. el-Benna, Minhatu'l-Ma'bud fi Tertibi Müsnedit-TayalisiEbû Dâvûd, I, 356.

Bu çok açık bir nasstır ve senedi de sahihtir. Şayet "eğer cennete girerse, cennet ehli onu giyecektir. O ise onu giyemeyecektir" ifadesiPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın sözü ise en ileri derecede bir beyandır. Eğer belirtildiği üzere ravinin bir sözü ise, elbetteki O, söylenen sözün maksadını en iyi bilendir, hale yakışan ifadenin hangisi olduğunu çok iyi bitendir ve böyle bir şey elbetteki re'ye dayanarak söylenemez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,

"İçki içip de tevbe etmeyen" ifadesi ile "altın ve gümüş kaplarını kullanan..." ifadeleri de böyledir. Nasıl ki cennettik bir kimse kendisinden daha yüksek mevkide bulunanın makamını arzulamayacak ve bu hali bir ceza değil ise aynı şekilde cennete giren böyle bir kimse de cennette şarab içmeyi, cennet ipeğini giyinmeyi arzulamayacaktır, canı çekmeyecektir ve bu da bir ceza olmayacaktır. Biz bütün bunları yeterli açıklamalarıyla "et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun. Yine orada cennetin ağaçlarının ve meyvelerinin cennetteki örtüler arasından çıktığını da zikretmiş bulunuyoruz. Biz bu hususu el-Kehf Sûresi'nde(18/31. âyetin tefsirinde) sözkonusu etmiştik.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç