Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Mekke'de inmiştir, 78 âyettir. Bu sûre şu üç âyet-i kerîme müstesna Mekke'de inmiştir. Bunlar: "Bunlar Rableri hakkında davalaşan iki hasımdırlar." (el-Hacc, 21/19) âyetinden itibaren üç âyettir. Bu açıklamaİbn Abbâs ve Mücahid tarafından yapılmıştır. Yine İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre Medine'de inen âyet-i kerîmeler dört tanedir. Bunlar da; bu âyetten itibaren; "yakıcı ateşin azabını tadın" (el-Hacc, 22/22) âyetine kadar olan âyetlerdir, ed-Dahhak yineİbn Abbâs'tan bu sûrenin Medine'de indiğini söylediğini nakletmektedir. Katade de böyle demiştir. Bundan müstesna olan âyetler ise dört tanedir: "Senden önce ne kadar rasûl vepeygamber gönderdiysek..." (el-Hacc, 22/52) âyetinden itibaren "... akîm bir günün azâbı gelinceye kadar..." (el-Hacc, 22/55) âyetine kadar olan âyetler Mekke'de inmişlerdir, en-Nekkaş ise Medine'de inen âyetlerin on tane olduğunu bildirmektedir. Cumhûr da şöyle demiştir: Sûre karışıktır. Onun bir bölümü Mekke'de inmiştir, bir bölümü Medine'de İnmiştir. Daha doğru olan görüş de bu olmalıdır. Çünkü âyetler bunu gerektirmektedir. Zira "ey insanlar" diye başlayan âyetlerin Mekke'de, "ey îman edenler" diye başlayan âyetlerin da Medine'de indiği kabul edilmiştir. el-öaznevî der ki; Bu, hayret verici özelliklere sahip sûrelerden birisidir. Onun bir bölümü gece bir bölümü gündüz, bir bölümü yolculuk halinde bir bölümü ikamet halinde, bir bölümü Mekke'de bir bölümü Medine'de inmiştir. Bir takım buyrukları barışı öğütleyen ve o döneme ait âyetlerken, bir takım buyrukları Savaşı emretmektedir. Dazı âyetleri nâsih, bazıları mensûhtur. Bazıları muhkem, bazıları da müteşabihtir.(Bunların) herbirilerinin sayısı da farklı farklıdır. Derim ki: Bu sûrenin faziletine dair Tirmizî,Ebû Dâvûd ve Dârakutnî'nin rivâyet ettikleri bir Hadîs-i şerîf gelmiştir. Buna göre Ukbe b. Âmir şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim, el-Hacc Sûresi kendisinde bulunan iki secde ile(diğerlerine) üstün kılınmıştır. Şöyle buyurdu:"Evet; bu iki secdeyi yapmayacak olan, o iki âyeti okumasın."Bu, Tirmizî'nin lâfzı olup,Tirmizî: Bu hasen bir hadistir, isnadı o kadar kuvvetli değildir demiştir. Tirmizî, Cumua 54;Biû Dâvûd, Sdcûd 1; Müsned, IV, 151; Dârakutnî, I, 408 Bu hususta ilim ehlinin görüş ayrılıkları vardır.Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) ile İbn Ömer'den şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir: Hac Sûresi kendisinde bulunan iki secde ile üstün kılınmıştır. Muvatta’, Kur'ân 14 İbnu'l-Mubarek, Şâfiî, Ahmed ve İshak da bu görüşü kabul etmişlerdir. Kimisinin görüşüne göre de bu sûrede bir tek secde vardır. Süfyan es-Sevrî'nin görüşü budur. Dârakutnî'de, Abdullah b. Sa'lebe'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: BenÖmer b. el-Hattâb'ın Hacc Sûresi'nde iki kere secde ettiğini gördüm. Ona: Sabah namazında mı? diye sordum. O: Evet, sabah namazında dedi. Dârakutnî,I 409 1Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının! Çünkü kıyâmetin sarsıntısı büyük bir şeydir. Tirmizî'nin kaydettiği rivâyete göre İmrân b. Husayn: "Ey insanlar! Rabbinizden sakının, çünkü kıyâmetin sarsıntısı büyük bir şeydir... fakat Allah'ın azâbı pek şiddetlidir" (1 ve 2. âyetler) âyetinin nüzulü hakkında şunları söylemiştir: Bu âyet-i kerîme ona yolculukta iken nazil oldu ve: "Bunun hangi gün olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab; Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, deyince şöyle buyurdu: "Bu yüce Allah'ın Âdem'e şu sözleri söyleyeceği gündür: Ey Âdem! Haydi cehenneme gidecek olan kafileyi gönder. O: Rabbim, cehenneme gidecek kafile de ne oluyor? diye soracak. (Yüce Allah) şöyle buyuracak: Dokuz yüz doksan dokuz kişi cehennem ateşine, bir kişi ise cennete!" Müslümanlar ağlamaya koyuldular, bunun üzerine Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Aşırılıktan uzak durunuz, orta yolu tutunuz. Çünkü ne zaman bir nübüvvet dönemi başlamış ise mutlaka ilerisinde bir cahiliye olmuştur.(Devamla) buyurdu ki-: Cahiliye'ye mensub olanlardan belli bir sayı alınır, eğer bu tamamlanırsa mesele yok, aksi takdirde münafıklardan tamamlanır. Sizin (sayınız itibariyle) misaliniz ile sair ümmetlerin misali ancak bir bineğin ön ayağında tüy bitmeyen sertçe, yuvarlak yahut ta devenin böğründeki bir ben gibisiniz. -Sonra şöyle buyurdu-: "Ben sizin cennetliklerin dörtte birini teşkil edeceğinizi ümid ediyorum." Bunun üzerine ashab tekbir getirdiler. Daha sonra şöyle buyurdu: "Ben sizin cennetliklerin üçte biri olacağınızı ümid ediyorum." Yine ashab tekbir getirdi. Devamla şöyle buyurdu: "Ben sizin cennetliklerin yarısı olacağınızı ümid ediyorum." Bunun üzerine tekbir getirdiler.(İmrân b. Husayn) dedi ki: Üçte ikisi(olacağınızı ümid ediyorum) dedi mi, demedi mi bilemiyorum. Tirmizî dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Bu ayrıca el-Hasen'den, o İmrân b. Husayn... yolu ile başka şekilde de rivâyet edilmiştir. Tirmizî, Tefsir 22. sûre 1 Yine Tirmizî'deki bir diğer rivâyette şöyle denilmektedir: Bunu duyanlar ümitsizliğe kapıldılar, öyle ki yüzlerinde tebessüm görülemedi. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bunu görünce şunları söyledi: "Siz amel ediniz ve size müjdeler olsun, nefsim elinde olana yeminederim ki, sizler iki yaratık türü ile birlikte olacaksınız ve bunlar kiminle birlikte olurlarsa mutlaka onun sayısını çoğaltırlar. Bunlar ise Ye'cuc ve Me'cuc ile Âdemoğullarından ve İblis’in çocuklarından ölenlerdir."(İmrân) dedi ki: Bunun üzerine duydukları o sıkıntı kısmen gitti. Daha sonra şöyle buyurdu: "Siz amel ediniz, size müjdeler olsun ki; Muhammed'in canı elinde bulunana yemin ederim. Siz (sayınız itibariyle) insanlar arasında ancak devenin böğründeki bir ben; gibi yahut bineğin ön ayağındaki tüy bitmeyen sert benek gibisiniz." (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizî, Tefsir 22. sûre 2. AyrıcaMüsned, IV, 432, 435. Müslim'in Sahih'inde deEbû Said el-Hudrî'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Yüce Allah: Ey Âdem! diye buyuracak. O, buyur Rabbim huzurundayım. Her türlü hayır Senin ellerindedir. (Peygamber) buyurdu ki: Şöyle buyuracak: Cehennem ateşine gidecek kafileyi çıkart. O: Cehennem ateşine gidecek kafile ne oluyor? diyecek. Yüce Allah şöyle buyuracak: Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi. (Peygamber) buyurdu ki: İşte küçük çocuğun saçlarının ağarıp ihtiyarlayacağı, gebe olan herbir annenin yavrusunu bırakacağı, insanlar sarhoş olmadıkları halde kendilerini sarhoş göreceğin vakit budur." "Çünkü Allah'ın azâbı pek çetin olacaktır." (Ebû Said) dedi ki: Bu onlara (ashab-ı kirama) çok ağır geldi ve dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden hangimiz o kişi(yüzde bir arasına giren kişi) olabilir ki? Şöyle buyurdu: "Size müfde olsun ki Ye'cuc ile Me'cuc'dan bin kişi ve sizden bir kişi."Buhâri. Enbivİ 7, Tefsir 221, Rikaak 46: Müslim, Îman 379;Müsned, III, 32-33. Bundan sonra da hadisin geri kalan bölümlerini az önce geçen İmrân b. Husayn hadisine benzer bir şekilde tamamladı. Ebû Ca'fer, en-Nehhâs dedi ki: Bize Ahmed b. Muhammed b. Nafi' anlattı, dedi ki: Bize Seleme anlattı dedi ki: Bize Abdu'r-Rezzak anlattı, dedi ki; Bize Ma'mer, Katade'den haber verdi,Katade, Enes b. Malik (radıyallahü anh)dan dedi ki: "Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının, çünkü kıyâmetin sarsıntısı büyük bir şeydir... Fakat Allah'ın azâbı pek şiddetlidir" âyetini okuduktan sonra dedi ki: Bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a bir yolculukta bulunduğu sırada nazil oldu. Bunu yüksek sesle okudu ve sonunda ashabı onun etrafında gelip toplanınca, dedi ki: "Bugünün hangi gün olduğunu biliyor musunuz? Bu aziz ve celil olan Allah'ın Âdem (aleyhisselâm)a: "Ey Âdem! Kalk, cehennem ehli olacak olan kafileyi gönder. Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi cehennem ateşine, bir tanesi de cennete." Bu müslümanlara çok ağır geldi, bunun üzerine Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Siz bütün işlerinizde aşırılıktan kaçının ve orta yolu takip edin. Size müjdeler olsun ki, nefsim elinde olana yemin ederim. Siz sair insanlar arasında ancak devenin böğründeki bir ben yahut ta eşşeğin ön ayağında tüy bitmeyen sertçe bir benek gibisiniz. Sizinle birlikte iki grub yaratık bulunacak ki bunlar ne ile birlikte bulunurlarsa mutlaka onu çoğaltırlar: Ye'cuc ve Me'cuc ile helâk olmuş cin ve insan kâfîrleri” Müsned, IV, 432 ve 435’de yakın ir rivâyet İmrân b. Hüsayn’dan. "Ey insanlar! Rabbinizden sakının!"âyetindeki bu nidadan kasıt bütün mükelleflerdir. Yani O'nun size vermiş olduğu emirleri terketmekten, yasaklarını da işlemek cesaretini göstermekten korkunuz, çekininiz. İttika (sakınmak, korkmak); hoşlanılmayan şeyden korunmak demektir. Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresinin baş taraflarında (2/1-2. âyetler, 4. başlıkta) geçmiştir, tekrara gerek yoktur. Âyet: O'na itaat etmek suretiyle, O'nun cezalandırmasından korununuz, sakınınız demektir. "Çünkü kıyâmetin sarsıntısı büyük bir şeydir." Sarsıntı(zelzele); ileri derecede hareket etmek demektir. Yüce Allah'ın: "Ve öyle sarsıldılar ki, hattapeygamber kendisine îman edenlerle birlikte... derlerdi." (el-Bakara, 2/214) Kelimenin aslı; "Bir yerden ayrıldı, hareket edip uzaklaştı", kökünden gelmektedir. "Allah onun ayağını sarstı, hareket ettirdi", demektir. Bu kelime bir şeyin dehşetini anlatmak için kullanılır. Bu "sarsıntıdan maksadın kıyâmet gününden önce dünyada gerçekleşecek ve kıyâmetin alâmetlerinden birisi olan bilinen, büyük sarsıntı(zelzele) olduğu da söylenmiştir. Hatta Cumhûrun görüşü budur. Denildiğine göre bu sarsıntı, ramazan ayının ortalarında olacak, ondan sonra ise güneş batıdan doğacaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır, 2Onu göreceğiniz gün bütün emzikliler, emzirdiklerini unuturlar. Her hamile (karnındaki) yükünü bırakır. Sen İnsanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azâbı pek şiddetlidir. "Onu göreceğiniz gün" âyetindeki zamir Cumhûra göre "sarsıntıya aittir. Yüce Allah'ın: "Bütün emzikliler emzirdiklerimi unuturlar. Her hamile (karnındaki) yükünü bırakır" âyeti da bu görüşü pekiştirmektedir. Süt emzirmek ve hamilelik ise ancak dünya hayatında olur. Bir kesim de burada sözü edilen sarsıntı kıyâmet gününde olacaktır, der ve daha önce sözünü ettiğimiz İmrân b. Husayn'ın hadisini delil gösterirler. Çünkü o hadiste: "Bugünün hangi gün olduğunu biliyor musunuz?..." ifadeleri geçmektedir. Müslim'in rivâyet ettiği Ebû Said el-Hudrî yoluyla gelen hadisin gereği de budur. "Unuturlar" yani onlarla değil başka şeylerle uğraşırlar. Bu açıklamayı Kutrub yapmış ve şu beyiti zikretmiştir: "Kafaları kaylûle uykusuna daldıkları yerden kaldıran, Ve dostu dostundan başka bir şeyle uğraştıran bir darbe..." Bunun: "Unuturlar" anlamında olduğu söylendiği gibi "başka şeylerle oyalanırlar" ve "başka şeylerle uğraşırlar" anlamında olduğu da söylenmiştir. Anlamlar birbirlerine yakındırlar. el-Müberred, "emzirdiklerini" âyetinde yer alan; mastar anlamını vermek üzere kullanıldığını söylemiştir. Süt emzirmeyi unuturlar, demektir. el-Müberred der ki: İşte bu, bu sarsıntının dünyada olacağına delildir. Zira öldükten sonra dirilişten sonra ne gebelik, ne de süt emzirmek söz konusudur. Ancak şöyle denilmesi müstesnadır: Gebe olarak Ölen bir kadın, yine gebe olarak diriltilir ve kıyâmetin dehşetinden dolayı karnındaki yavruyu düşürür. Süt emzirdiği halde Ölen kadın da aynı şekilde diriltilir... Şöyle açıklanır: Bu şanı yüce Allah'ın: "Çocukların saçlarını ağartacak bir günden..." (el-Müzzemmil, 73/17) âyetini andırmaktadır, diye açıklanır. Bir diğer görüşe göre bu, Sûr'a birinci üfürüş ile birlikte gerçekleşecektir. Kıyâmetin kopmasıyla birlikte insanlar ikinci Nefha'da (üfürüşte) kabirlerinden hareket edip çıkacakları vakte kadarki sürede olacağı da söylenmiştir. Âyet-i kerîmede sözü edilen "sarsıntının kıyâmet gününün dehşetli hallerini anlatan bir ifade olma ihtimali de vardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlara öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelip çattı ve öyle sarsıldılar ki.,."(el-Bakara, 2/214) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın şu duası da buna benzemektedir: "Allah'ım! Sen onları bozguna ve sarsıntıya (zelzeleye) uğrat." Buhârî, Cihid 98, Meğizî 29, Tevhîd 34, Deavât 58; Müslim, Cihad 21;Tirmizî, Cihâd 8;İbn Mâce, Cihâd 15;Müsned, İV, 353, 355, 381. O günün dehşetini söz konusu etmenin faydası, o gün için gerekli hazırlıkları yapmaya ve salih amellerde bulunarak hazırlıklı olmaya teşvikte bulunmaktır. "Sarsıntının "şey" diye adlandırılması ya gerçekleşmesinin kesinlikle bilinen bir husus oluşundan dolayıdır. O bakımdan ona fiilen şu anda olmadığı halde "şey" ismi vermek mümkün olmuştur. Zira kesinlikle bilinen bir husus fiilen var olanlara benzer. Yahut ta sonuç göz önünde bulundurularak böyle denilmiştir. Yani bu meydana geleceği vakit büyük bir şey olarak ortaya çıkacaktır. Bu açıklamaya göre; sanki bu ad ona şimdiden verilmemiş gibi bir mana çıkmaktadır. Yani bu sarsıntı meydana geleceğinde çok büyük bir şey ile karşılaşılmış olacaktır. İşte bundan dolayı emzikliler, emzirdiklerini unutacak ve insanları sarhoş edecektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sen İnsanları" o kıyâmetin dehşetinden, kuşatacak korku ve dehşetten "sarhoş görürsün. Halbuki onlar" içki içtikleri için "sarhoş değillerdir." Meânî âlimleri şöyle demişlerdir: Sen insanları sanki sarhoşmuşlar gibi göreceksin. Bu şekildeki anlamaya Ebû Zür'a, Herim b. Amr b. Cerir b. Abdullah'ın -"te" harfini ötreli olarak-: "Ve insanlar... sana gösterilecek", şeklindeki kıraat de buna delâlet etmektedir. Sen insanları bu haldedirler diye zannedeceksin ve sana böyle gelecek, demektir. Hamza veel-Kisaî de "sarhoşlar" anlamındaki kelimeyi "elifsiz olarak; diye okumuşlardır. Diğerleri ise "elif ile şeklinde okumuşlardır. Bu İki şekil de "sarhoş" anlamındaki; kelimesinin çoğulunun iki ayrı şeklidir. (Tembel demek olan keslân kelimesinin çoğulunun): “Tembeller" şeklinde gelmesi gibi. Zelzele (sarsıntı); şiddetlice hareket ettirmek, oynatmak demektir. Zühal (unutmak) ise kişinin karşı karşıya kaldığı İteder, ağrıveya başka meşgul edici herhangi bir sebep dolayısıyla bir şeyden gafil olmak demektir. İbn Zeyd dedi ki: Bu âyet, kadının karşı karşıya kaldığı keder ve üzüntü dolayısıyla çocuğunu terkedeceği anlamındadır. 3İnsanların bazısı Allah hakkında bilgisizce tartışır ve azgın her şeytana uyar. "İnsanlardan bazısı Allah hakkında bilgisizce tartışır." Denildiğine göre kastedilen kişi, en-Nadr b. el-Hâris'dir, O: Yüce Allah çürümüş ve toprağa dönüşmüş olan varlıkları diriltmeye kadir değildir, demişti. "Ve" o bu sözlerinde "azgın" azgınlaşıp, duran "her şeytan'a uyar." 4Onun hakkında şu yazılmıştır: "O kendisini dost edinen herkesi mutlaka saptırır ve onu alevli ateş azabına götürür." "Onun hakkında şu yazılmıştır: O kendisini dost edinen herkesi" -Katade ve Mücahid'e göre- şeytanı dost edinen herkesi "mutlaka saptırır ve onu alevli ateş azabına götürür." 5Ey İnsanlar! Eğer öldükten sonra diriltilmekten yana şüpheniz varsa, muhakkak Biz sîzi topraktan yarattık. Sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra şekil belli belirsiz bir çiğnem etden (ya rattık), Size açıklayalım diye rahimlerde dilediğimizi belli bir zamana kadar durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartıyoruz, sonra en güçlü ve olgun çağınıza ermeniz için (bunu yapıyoruz). Kiminiz ölür, kiminiz de ömrün en zayıf ve fena dönemine döndürülür. Önceden bilmiş olduğu şeyleri bilmez olsun diye. Sen yeryüzünü kuru ve ölü görürsün de Biz üzerine suyu indirdiğimizde sarsılır, kabarır ve her çeşit güzel bitkiden bitirir. Yüce Allah'ın: "Ey insanlar! Eğer öldükten sonra diriltilmekten yana şüpheniz varsa... belli bir zamana kadar durduruyoruz"âyeti ile ilgili olarak açıklamalarımızı on iki başlık halinde sunacağız: 1- İnsanın Yaratılışı, Öldükten Sonra Dirilişin Delilidir: Yüce Allah'ın: "Eğer öldükten sonra diriltilmekten yana şüpheniz varsa..." âyeti ile bütün insanlara karşı ilk yaratılış delil olarak gösterilmektedir. "Şüpheniz varsa" İfadesi bu hususta bilgiye bağlı olarak söz söyleme gereğini ihtiva etmektedir. el-Hasen b. Ebi'l-Hasen; "el-ba's: Öldükten sonra diriltilmek" kelimesini "ayn" harfini üstün olarak; şeklinde okumuştur. Bu Basralılara göre "el-ba's"in bir söyleyiş şeklidir. Kûfelilere göre ise bu; in hafifletilmiş (sükunu kaldırılmış) söylenişidir. Âyet: Ey insanlar! Eğer tekrar yaratılmaktan yana şüphe içerisindeyseniz "muhakkak Biz sizi topraktan yarattık" demektir.Yani insanlığın ilk atası olan babanız Âdem(aleyhisselâm)ı "topraktan yarattık" demektir. "Sonra" onun soyundan gelenleri "nutfeden" yarattık. Nutfe; menidir, azlığı dolayısıyla ona nutfe denilmiştir. Nutfe az miktardaki su demektir, çok miktarda olması halinde de aynı tabir kullanılabilir. Şu hadiste de bu İfade kullanılmıştır: "O kadar ki süvari her iki nutfe arasında yolculuk yapar ve hiçbir zulümden korkmaz. "İbnu’l-Esîr, en-Nihâyefî Ğarlbi'l-Hadls, V, 74. Bununla doğudaki deniz ile batıdaki denizi kastetmiştir. "en-Natf" yağmur demektir. Fiil olarak; şeklinde kullanılır. Yağmuru sürekli devam eden gece demektir. "Sonra alakadan" âyetindeki; "Alaka" donmuş kan demektir, "el-Alak" ise taze kan anlamına gelir. Oldukça kırmızı kan demek olduğu da söylenmiştir. "Sonra da... bir çiğnem etten"yarattık. "Mudğa (bir çiğnem et)" çiğnenebilecek miktardaki az et demektir. Hadîs-i şerîfte yer alan: "Şunu biliniz ki hiç şüphesiz bedende bir çiğnemlik et vardır..."Buhâri, Îman 39;Müslim, Müsakaat 107;İbn Mâce, Fiten 14;Dârimî Buyû! 1-Müsned, IV, 270, bulgunda da bu kelime kullanılmıştır. Burada sözü edilen aşamalar dört aylık bir süreyi kapsar.İbn Abbâs der ki; Bu dört aydan sonraki on günde ise cenine ruh üflenir. İşte kocası vefat etmiş olan kadının iddeti de bu kadardır, yani dört ay on gündür. 2- Anne Karnındaki Yavrunun Durumu ile İlgili Rivâyetler: Yahya b. Zekeriya b. Ebi Zaide şunu rivâyet eder: Bize Davud, Âmir'den anlattı. O Alkame'den, o İbn Mes'ûd'dan, onun da İbn Ömer'den rivâyetine göre nutfe, rahimde yerleştikten sonra melek onu eline alır ve: Rabbim der erkek mi, dişi mi, bahtiyar mı, bedbaht mı, eceli ne, ameli ne, ve nerede ölecek? diye sorar. Ona: Ana kitaba git, sen orada bu nutfe ile ilgili bilgileri bulacaksın, denir. Melek oraya gider ve ana kitapta onun ile ilgili bilgileri bulur. Bu nutfe yaratılır, rızkını yer, izlerini bırakır (amelde bulunur). Eceli geldi mi canı alınır, kendisi için takdir edilmiş olan yerde defnedilir. Âmir daha sonra: "Ey insanlar! Eğer öldükten sonra diriltilmekten yana şüpheniz varsa, muhakkak Biz sizi topraktan yarattık" âyetini okudu. Benzer ve nisbeten farklı rivâyetler için bk, Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, VI, 9-10. Sahih(-i Buhârî ve Müslim)'de Enes b. Mâlik'ten -hadisi Resûlüllah'a ref ederek- şöyle dediği kaydedilmektedir: "Şüphesiz Allah rahim ile bir melek görevlendirmiştir. Bu melek: Rabbim nutfe oldu, Rabbim alaka oldu, Rabbim mudğa (bir çiğnemlik et) oldu, der, Yüce Allah bir şeyi yaratmaya hükmetmeyi murad edince, melek der ki; Rabbim erkek mi, dişi mi, bedbaht mı, bahtiyar mı? diye sorar. Rızkı nedir? Eceli nedir? O, annesinin karnında iken (bunlar) böylece yazılır. "Buhârî, Hay? 17, Enbiyâ 1, Kader 1; Müslim, Kader 5;Müsned, 111,116, 118. Yine Sahih(-i Müslim)'de Huzeyfe b. Esîd el-Gıfârî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ı şöyle buyururken dinledim: "Nutfe üzerinden kırk iki gün geçtikten sonra yüce Allah ona bir melek gönderir. Ona suret verir, kulağını, gözünü, derisini, etini, kemiklerini yaratır. Sonra da o melek: Ey Rabbim! erkek mi, yoksa dişi mi?... diye sorar"deyip, hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Müslim, Kader 3 (bazı lâfzı farklırla) Yine Sahih(-i Buhârî ve Müslim)'de Abdullah b. Mes'ûd'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir Doğru sözlü ve doğru sözlülüğü tasdik edilen Allah Rasûlü bize şunu anlattı; "Sizden herbirinizin hilkati annesinin karnında kırk günde bir araya getirilir. Sonra yine bu kadarlık bir süre içerisinde bir alaka olur, sonra onun gibi bir sürede bir mudğa olur. Daha sonra melek gönderilir, o da ona ruh üfler. Meleğe şu dört kelimeyi (yani) rızkını, ecelini, amelini, mutlu mu, bahtiyar mı olduğunu yazması emredilir..."Buhârî, Bcd'u’l-halk 6, Enbiyâ lv Tevhîd 28; Müslim, Kader 1; Ebû Dâoüd. Sünne 16; -Armirf. Kader 4; İbn Mâce, Mukaddime 10; Müsned, I, 382, 414, 430. İşte bu hadis, bundan önceki hadisleri tefsir etmektedir. Çünkü burada şu ifadeler yer almaktadır: "Sizden herhangi biriniz annesinin karnında kırk günlük bir süre içerisinde nutfe olarak bir araya getirilir. Sonra kırk günlük bir sürede bir alaka olur, sonra kırk günlük bir sürede bir mudğa olur. Sonra da melek gönderilir ve ona ruhu üfler." İşte böylelikle dört aylık bir süre geçmiş olur. Bundan sonraki on gün İçerisinde de melek ruhu üfler. İşteİbn Abbâs'ın dediği gibi kocası vefat etmiş kadının beklemesi gereken İddet süresi de bu kadardır. Hadisteki: "Sizden herhangi biriniz annesinin karnında,., yaratılır" şeklindeki ifadeyi İbn Mes'ûd açıklamış bulunmaktadır.el-A'meş'e: Annesinin karnında bir araya getirilir ifadesi ne demektir? diye sorulmuş, o şöyle cevab vermiştir: Bize Hayseme anlattı, dedi ki: Abdullah (b. Mes'ûd) dedi ki: Nutfe rahime düşüp de ondan (yüce Allah) bir insan yaratmayı murad ederse bu nutfe kadının teninin her tarafına, herbir tırnağının, herbir tüyünün altına dağılır. Sonra kırk gün süre ile kalır, sonra rahimde bir kan olur. İşte onun bir araya getirilmesi demek, bu demektir. İşte alaka oluş süresi de budur. 3- İlgili Hadislerde Yaratma ve Suret Vermenin Melek'e Nisbet Edilmesi Mecazidir; Bu rivâyetlerde yaratıp, suret vermenin meleğe nisbet edilmesi gerçek anlamıyla değil, mecazi anlamdadır. Onun mudğada yaptığı işleryüce Allah'ın kudreti, yaratması ve icİsmi ile suret verip şekillendirmesi sonucu gerçekleşir. Nitekim yüce Allah gerçek yaratmayı bizzat kendisine nisbet etmiş ve bütün yaratıklara nisbetinîn kökünü ortadan kaldırmış ve şöyle buyurmuştur: "Yemin olsun ki sizi yarattık, sonra da size şekil verdik." (el-A'raf, 7/11); "Yemin olsun ki Biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahta yerleşen bir nutfe kıldık." (el-Mu'minun, 23/12-13) Burada da şöyle buyurmaktadır: "Ey İnsanlar! Eğer öldükten sonra diriltilmekten yana şüpheniz varsa, muhakkak ki Biz sizi topraktan yarattık. Sonra nutfeden, sonra alakadan..." Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Sizi yaratan O'dur. Buna rağmen kiminiz kâfir oluyor, kiminiz de mü’min oluyor." (et-Teğâbun, 64/2) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O size suret verip, suretlerinizi güzelleştirmiştir" (el-Mu'min, 40/64); "Yemin olsun Biz, insanı gerçekten ahsen-i takvimde yarattık."(et-Tîn, 95/4); "O insanı bir kan pıhtısından yarattı." (el-Alak, 96/2) Ve buna benzer daha bir çok âyet-i kerîme. Bununla birlikte pek çok kafi delil ve belgede âlemlerin Rabbinden başka yaratıkların yaratıcısı olmadığını ortaya koymaktadır. İşte Hadîs-i şerîfteki: "Sonra melek gönderilir ve ona ruh üfler" ifadeleri hakkında da aynı şeyleri söyleyebiliriz.Yani "üflemek" yüce Allah'ın nutfeye ruhu ve hayatı yaratmasının bir sebebidir. Mutad olan diğer sebebler hakkında da aynı şeyler söylenebilir. Bütün bunlar hepyüce Allah'ın yaratması ve var etmesi ile olur, başka yolla değil, Bu esas kaideyi iyice düşünmeli ve buna sımsıkı sarılmalıyız. Böylelikle sapıkların görüşlerinden, tabiatçıların ve diğerlerinin yanlış kanaatlerinden kurtulmak mümkün olur. 4- Cenine Ruh Üflenmesi İçin Geçen Süre ve İlgili Hükümler: Cenine yüzyirminci günden sonra ruh üflendiği hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu da dört ayın tamamlanıp, beşinci aya girmesi demektir. Nitekim hadislerle bunu açıklamış bulunuyoruz. İşte çocuğun kimden olduğu hususunda anlaşmazlık halinde, boşanmış kadınlar hamile iseler, onlara verilmesi gereken nafaka hakkında söz konusu olan hükümlerde buna baş vurulur. Böyle olmasının sebebi artık ceninin annesinin karnında hareket etmeye başlaması ile varlığının kesinlikle anlaşılmasıdır. Şöyle de açıklanmıştır: Bu, kocası vefat etmiş kadının dört ay, on günlük süre iddet beklemesinin hikmetidir. Bu şekilde beşinci aya girmekle birlikte hamilelik ortaya çıkmayacak olursa, bu süre sonucunda rahimde hamileliğin bulunmadığı muhakkak olarak anlaşılır. 5- Nutfe ile İlgili Hükümler: Nutfenin bir şey olmadığı kesinlikle bilinmektedir. Dolayısı ile eğer rahimde bir araya gelip toplanmadan kadın bu nutfeyi bırakacak(düşürecek) olursa, ona herhangi bir hüküm taalluk etmez. Bu haliyle tıpkı erkeğin sulbünde gibidir. Şayet kadın bunu bir alaka olarak düşürecek olursa, o vakit biz nutfenin (radıyallahü anhhimde) karar kıldığına, toplanmış olduğuna ve bir çocuk olduğu muhakkak olarak anlaşılan hallerden ilk hale geçmiş olduğuna dair kesin bilgi sahibi oluruz. Buna göre alaka ve ondan daha ileri durumdaki bir çiğnemlik et parçasının düşürülmesi, gebeliğin düşürülmesidir ve bununla rahim(gebelikten yana) temizlenmiş olur ve böylelikle de iddet sona erer. Bu şekildeki bir düşük ile de kadın(cariye) hakkında um-veled(efendisinden çocuk doğurmuş olma) hükmü sabit olur. Malik'in ve onun mezhebindekilerin görüşü budur. Şâfiî(radıyallahü anh) da şöyle demektedir: Alaka düşürme muteber değildir. Yalnızca suretin ve çizgilerin ortaya çıkmasına itibar edilir. Eğer çizgiler belirgin olmayıp sadece et parçası ise, bu husustaki nakil ve tahrice binaen iki görüş söz konusudur. Nass ile sabit görüşe göre bu yolla iddetin sona ereceğidir, ancak annenin bununla um veled olamayacağıdır. Onlar şunu gerekçe gösterirler: Çünkü iddet, akan kan ile sona erdiğine göre, başka şey ile sona ermesi öncelikle söz konusudur. 6- "Şekli Belli Belirsiz Bir Çiğnem Et": Yüce Allah'ın: "Şekli belli belirsiz" ifadesi hakkında el-Ferrâ' şöyle demektedir: "Şekli belli" hilkati tam ve eksiksiz, "belirsiz" ise düşük demektir. İbnu'l-Arabî de şöyle demektedir: "Şekli belli" yani hilkati başlamış, "belirsiz" ise henüz suret ve şekil verilmemiş demektir, İbn Zeyd dedi ki: "Şekli belli" yüce Allah'ın başını, ellerini ve ayaklarını yaratmış olduğudur. "Belirsiz" ise hiçbir şeyi yaratılmamış olan demektir. İbnu'l-Arabî der ki: Bizler kelimenin asıl köküne (iştikakına) baş vurduğumuz takdirde şunu görürüz: Nutfe, alaka ve mudğanın herbirisi "muhallaka' dır, çünkü hepsi de yüce Allah'ın yaratması (halkı)dır. Ancak şanı yüce Allah'ın: "Sonra onu bambaşka bir hilkat olarak var ettik" (el-Mu'minûn, 23/14) âyetinde belirtildiği gibi, hilkatin son aşaması olan suret vermeyi göz önünde bulunduracak olursak, o vakitİbn Zeyd’in görüşünü kabul etmemiz uygun olur. Derim ki:(Şekli belli, belirsiz diye meali verilen "muhallaka ve ğayr-i muhallaka" İfadelerinin mastarı olan) et-tahlîk; "halk: yaratmak"dan gelmektedir. Bu kipte çokluk anlamı vardır, buna göre ardı arkasına değişik aşamalardan geçen, ardı arkasına yaratılmış demektir. Nutfe olduğu takdirde de o mahluk demektir. Bundan dolayı yüce Allah: "Sonra onu bambaşka bir hilkat olarak var ettik" (el-Mu'minûn, 23/14) diye buyurmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Şöyle de açıklanmıştır: Yüce Allah'ın: "Şekil belli belirsiz" âyeti düşük yapılan yavruya değil, bizatihi anne karnındaki yavruya râci'dir.Yani şanı yüce Rabbimiz onlardan kimisinin bir çiğnem etten sonraki yaratılışını tamamlar ve onun bütün azalarını yaratır. Kimisinin ise hilkati eksik olur, organları tam olmaz. Bir başka açıklama da şöyledir: Şekli belli demek kadının tam doğum zamanında doğurmasıdır, İbn Abbâs der ki: "Şekli belli" canlı doğan demektir, "belirsiz" ise düşük demektir.(Şair) şöyle demiştir: "Şekli belirsiz (ğayr-i muhallaka, düşük) için mi ağlıyorsun? Yazık sana, nerede kararlılık, nerede haya?" 7- Düşük Yapmak ve Tam Çocuk Doğurmakla ile İlgili Bazı Hükümler: İlim adamlarının icmâı ile cariye, hilkati tam bir düşük yapacak olursa, "um veled" olur. Malik, Evzaî ve diğerlerinin kanaatine göre ise şekli ister belirli, ister belirsiz olsun bir çiğnem et ile dahi um veled olur. Mâlik, eğer onun bir çiğnem et olduğu bilinirse, şartını kaydeder. Şâfiî veEbû Hanîfe derler ki: Eğer parmak, göz yahut buna benzer Âdemoğullarının hilkatinden olduğu bilinen herhangi bir organı açıkça şekillenmiş ise, bundan dolayı düşük yapan cariye, um veled olur. Yine ilim adamları icmâ ile şunu kabul etmişlerdir: Doğan çocuk ağlayarak doğduğu takdirde cenaze namazı kılınır, eğer ağlayarak doğmazsa Mâlik, Ebû Hanîfe,Şâfiî ve diğerlerine göre cenaze namazı kılınmaz. İbn Ömer'den cenaze namazının kılınacağı rivâyet edilmiştir. İbnu’l-Müseyyeb, İbn Şîrîn ve başkaları da böyle demişlerdir, el-Muğire b. Şu'be'den rivâyet edildiğine göre o, düşüğün de cenaze namazının kılınmasını emreder ve şöyle dermiş: Onlara isim veriniz, yıkayıniz, kefenleyiniz ve kefenlerini kokulandırınız. Çünkü yüce Allah İslâm sayesinde sizin küçüğünüzü de, büyüğünüzü de mükerrem kılmıştır. Daha sonra da şu: "...Muhakkak Biz sizi topraktan yarattık. Sonra nutfeden, sonra... şekli belli belirsiz bir çiğnem etden" âyetini okurdu. İbnu'l-Arabî der ki: Muğîre b. Şu'be'nin "düşük" tabiri ile hilkati belirginleşmiş düşüğü kastetmiş olma ihtimali vardır. İşte kendisine isim verilen düşük budur. Hilkati belirginleşmemiş düşük ise bu manada bir varlık sahibi değildir, Seleften bazıları şöyle demişlerdir: Kendisine ruh üflendiği ve dört ayı tamamladığı takdirde düşüğün namazı kılınır. Ebû Dâvûd'da yer alan rivâyete göre; Ebû Hüreyre(radıyallahü anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den: "Doğan çocuk ağlayarak doğdu mu miras alır"diye buyurduğunu rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Ferâiz 15. İstihlâl (hadisin tercümesinde: Ağlayarak doğmak) sesi yükseltmek demektir. O halde bu şekilde sesi çıkan, yahut organlarını oynatan, aksıran ya da nefes alan herbir çocuk, hayat sahibi olduğuna delâlet eden bu hususların varlığı dolayısıyla miras alır. Süfyan es-Sevrî,el-Evzaî ve Şâfiî de bu görüşü benimsemişlerdir. el-Hatta bî der ki: En güzel görüş rey sahiplerinin görüşüdür. Malik ise şöyle demektedir: Hareket etse ve aksırsa dahi sesini çıkarmadıkça ona miras verilmez. Bu görüş Muhammed b. Şîrîn,en-Nehaî, ez-Zührî ve Katade'den de rivâyet edilmiştir. 8- Müessir Bir Fiil Dolayısıyla Düşük Yapmanın Hükmü: Malik (radıyallahü anh) der ki: Bir kimsenin, karnına vurması dolayısı ile kadın düşük yapsa ve bunun, bir çiğnem et yahut bir kan pıhtısı ya da bir cenin olduğu anlaşılırsa, gurre Ğurrc: Cenine etki eden müessir bir fiil dolayısıyla ödenmesi gereken mali bir tazminat olup elli dinar, ya da beş yüz dirhem olarak takdir edilmiştir. (Dr. Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fukhu'l-îslâmî, IV, II) Bu takdire esas dayanak ise beş deve değerinde bir köle ya da bir cariyedir. Bu da tam diyetin yirmide biridir, yada bunun değeri olarak altın ve gümüştür. Dinar ile dirhemin karşılıklı birim değerine göre bu miktar hanefilere göre toplam elli dinar yahut beş yüz dirhem, diğer mezheblere göre, elli dinarya da altıyüz dirhemdir.(Dr. V. ez-Zuhayli, a.g.e., VI, 3(52). verilir. Şâfiî de şöyle demektedir: Onun hilkati açıkça ortaya çıkmadıkça hiçbir şey gerekmez. Malik der ki: Cenin düşüp de ağlayarak doğmazsa gurre icab eder. İster hareket edip kımıldasın, ses çıkararak doğmadıkça gurre gerekir. Ses çıkarması halinde ise tam bir diyet verilir. Şâfiî(radıyallahü anh) ile diğer bölgelerin fukahası şöyle derler: Hareket edip kımıldamak, aksırmak, ağlamak yahut başka bir yolla hayatta olduğu kesin olarak bilinen herbir sebeb dolayısıyla tam bir diyet gerekir. 9- Düşük Dolayısıyla İddet Sona Erer mi?: Kadı İsmail, iddet bekleyen kadının düşük yapmakla, iddetinin sona ereceğini zikretmektedir. O, buna düşüğün de bir hamilelik olduğunu delil gösterir ve şunları söyler: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır." (et-Talâk, 65/4) Kadı İsmail der ki: Buna delil de böyle bir düşüğün babasından miras almasıdır. Bu da onun hem hilkat itibariyle var olduğuna, hem çocuk olduğuna, hem de kendisine hamile kalındığına delildir. İbnu’l-Arabî der ki; Eğer şekli belirgin değil ise sözü edilen bu hükümlerin hiçbirisinin cenin ile ilgileri olmaz. Derim ki: Sözünü ettiğimiz kelimenin türeyişi ve Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın: "Sizden herbirinizin hilkati annesinin karnında.,, bir araya getirilir"ifadeleri söylediklerimizin doğruluğuna delil teşkil etmektedir. Diğer taraftan ister kan pıhtısı, isterse de bir çiğnemlik et halinde düşük yapan bir kadın hakkında: Önce hamile idi ve rahminde karar kılmış bulunanı bıraktı, dememiz doğru olur. O halde yüce Allah'ın: "Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır." (et-Talâk, 65/4) âyeti bu gibi kadınları da kapsamına alır. Diğer taraftan kadının, henüz bedeninin ilk aşamasında bulunan nutfeyi düşürmesi, şekli belirgin düşük yapması gibidir, bu da açıkça anlaşılan bir husustur. 10- Düşük Yapmanın Fazileti: İbn Mâce şunu rivâyet etmektedir: Bize Ebubekr b. Ebi Şeybe anlattı: Bize Halid b. Mahled anlattı: Bize Yezid, Abdu'l-Melik en-Nevfelî'den anlattı. O, Yezid b. Rûman'dan, oEbû Hüreyre'den naklen dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Önden göndereceğim bir düşük benim için geride bırakacağım bir at binicisinden daha hayırlıdır."İbn Mâce, Cenâiz 58. Bu hadisi el-Hakim, "Mârifetu Ulûmi'l-Hadîs" adlı eserinde Süheyl b. Ebi Salih'den, o babasından, o daEbû Hüreyre'den naklen rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: "... geriye bırakacağım bin tane at binicisinden benim için daha sevimlidir." 11- Kudretimizi Size Açıkça Gösterelim Diye: "Size açıklayalım diye" âyeti, sizin yaratılışınızı aşamadan aşamaya geçirmek suretiyle, kudretimizin kemalini size gösterelim diye, demektir. "Rahîmlerde... durduruyoruz" âyetinde "durduruyoruz" anlamındaki; nasb ile okunmuştur. "Çıkartıyoruz" kelimesi de böyle okunmuştur. BunuEbû Hatim, Ebû Zeyd'den o el-Mufaddal'dan, oÂsım'dan rivâyet etmiş ve şöyle demiştir:Ebû Hatim dedi ki: Nasb ile okumak bu fiilleri atfetmek dolayısıyladır. ez-Zeccâc der ki: "Durduruyoruz" anlamındaki fiil sadece üstün ile okunabilir, çünkü burada anlam: Biz bunları rahimlerde dilediğimizi durduralım diye yapıyoruz, şeklinde değildir. Yüce Allah'ın onları yaratması kendilerine doğruyu ve salâhın yomnu göstermesi içindir. Biz onlara öldükten sonra dirilişi açıkça gösterelim diye... anlamında olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu, iki ifade arasında bir ara cümlesi demek olur. Bu kesim de "durduruyoruz" anlamındaki fiili ref ile okumuşlardır. Anlamı da: Biz durduruyoruz, şeklînde olur. Cumhûrun kıraati bu şekildedir. Bu fiil; "Durduruyor" diye "ya" ile okunduğu gibi "çıkartıyoruz" anlamındaki fiil de "ya" ile şeklinde (çıkartıyor anlamında) okunmuştur. Buna göre fiillerin ref' ile okunması uygundur. İbn Vessâb "dilediğimizi" anlamındaki âyeti "nûn" harfini esrelî olarak; diye okumuştur. "Belli bir zaman(ecel-i müsemmâ)" teninden, cenine değişebilmektedir. Kimisi erken düşmekte, kimisi tamamlanmakta ve canlı olarak dünyaya gelmektedir. Şanı yüce Allah'ın "dilediğimizi" diye buyurarak "dilediğimiz kimseyi" diye buyurmaması, ifadenin hamile kalınana râci olmasından dolayıdır. Yani o gebe kalınan ceninden ve et parçasından dilediğini orada bırakmaktadır. Bunlar ise cansız varlıklar olduğundan dolayı bunlardan "şey" anlamına gelen; lâfzı ile söz edilmiştir. 12- Çocukluk ve Sonraki Aşamalar: "Sonra sîzi bir çocuk olarak" yani çotuklar halinde "çıkartıyoruz." Çünkü bu, bir cins isimdir. Diğer taraftan Araplar kimi zaman çoğuldan da (burada olduğu gibi) tekil isimle söz etmektedirler. Şair de söyle demiştir; "Onu seviyorum diye (o kadınlar) kınıyor ve ayıplıyorlar beni. Elbetteki kınayıcılar bana bir emir olamaz." Burada şair "emirler" demiyerek tekil olarak "emir" demiştir. el-Muberred de şöyle demektedir: Bu "rıza, adi(adalet)" gibi mastar olarak kullanılan bir isimdir. O bakımdan tekil hakkında da, çoğul hakkında da kullanılır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve kadınların avret yerlerini anlamayan erkek çocuk(lar)dan..." (en-Nûr, 24/31) et-Taberî der ki: Burada "çocuk olarak" anlamındaki kelime temyiz olarak nasbedilmiştir. Yüce Allah'ın: "Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa..." (en-Nisa, 4/4) âyetinde olduğu gibi. Manası: Sonra sizden herbirinizi çocuk olarak çıkartıyoruz, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Tıfl (çocuk); kelimesi çocuğun sütten kesildiği zamandan itibaren ergenlik yaşına kadar olan dönemi anlatmak için kullanılır. Yabani herbir dişinin yavrusuna da aynı şekilde "tıfl" denilir. (........) da görüldüğü gibi bir, iki ve daha çok kız çocukları için, bir erkek çocuğu için ve birden fazla erkek çocukları için hep aynı şekilde olmak üzere "tıfl" kullanılır. Bununla birlikle "Erkek çocuk, kız çocuk, iki erkek çocuk, iki kız çocuk ve çocuklar" şeklinde de kullanılır. Kız çocukları kastetmek maksadıyla; şekli kullanılmaz. "Kadının çocuğu oldu" demektir, ise beraberinde yavrusu bulunan ve doğurma vakti de yakın ceylan demektir. Dişi deve hakkında da böyle kullanılır, çoğulları da; şekillerinde gelir. "Ta" harfi üstün olarak Yumuşak demektir, mesela; "Yumuşak (küçük) kız çocuğu", demektir. da yumuşak parmak anlamındadır, "Gecenin karanlığı bastırdı", anlamındadır. Harekeli olarak; ise güneşin batıya doğru kaydığı ikindi sonrası vaktini anlatır. Yine şekli, yağmur demektir. Şair şöyle demiştir: "Süreyya yıldızı yağmurunun bağışladığı alçak düzlük bir araziye..." "Sonra en güçlü ve olgun çağınıza ermenîz için" âyetindeki "sonra" âyeti yüce Allah'ın: "Nihayet oraya gelip, kapıları açılacağında..." (ez-Zümer, 39/73) âyetindeki "vav" gibi fazladan gelmiştir. "Sonra" kelimesi "vav" gibi nesak ….. O harflerindendir. "Güçlü ve olgun çağınıza" akıllarınızın kemal derecesine ve gücünüzün nihai noktasına... Buna dair açıklamalar daha önceden el-En'âm Sûresi'nde(6/151-153. âyetler, 11. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. "Kiminiz ölür, kiminiz de ömrün en zayıf ve fena" en değersiz ve en geri "dönemine döndürülür." Bu, kocamıslık ve bunamışlık halidir ve sonunda kişi akledemeyecek dereceye kadar varır. Bundan dolayı yüce Allah: "Önceden bilmiş olduğu şeyleri bilmez olsun diye" diye buyurmaktadır. Yasin Sûresi'nde de şöyle buyurmaktadır: "Kime uzun ömür verirsek, yaratılışta onu baş aşağı çeviririz." (Yasin, 36/68) Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da şu şekilde dua ederdi: "Allah'ım cimrilikten Sana sığınırım, korkaklıktan Sana sığınırım, ömrün en zayıf ve fena dönemine döndürülmekten Sana sığınırım, dünya fitnesinden ve kabir azabından Sana sığınırım. "Buhâri, Cihad 25, Deavât 41;W<sâE, İstiâze 5, 6, 27; Müsned, I, 183, 186. Bu hadisi Nesâî, Sad'dan rivâyet etmiştir. O da bu duayı yazı öğreten öğretmenin küçük çocuklara öğrettiği gibi çocuklarına öğretirdi. en-Nahl(16/70. âyetin tefsirinde) bu anlamdaki açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. "Sen yeryüzünü kuru ve ölü görürsün"âyetinde yüce Allah öldükten sonra dirilişe daha güçlü bir delili söz konusu etmektedir. Birincisinde: "Muhakkak Biz sizi topraktan yarattık" diye buyurmuş ve belli bir topluluğa hitab etmişti. İkincisinde ise: "Sen yeryüzünü... görürsün" diye buyurarak tek bir kişiye hitab etmektedir. Böylelikle bir lâfız, diğerinden ayrılmış olmaktadır. Ancak öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere delil getirmek bakımından anlam arasında bir ilişki vardır, kopukluk yoktur. "Kuru ve ölü" hiçbir şey bitirmeyen kupkuru demektir. Bu açıklamayıİbn Cüreyc yapmıştır. İzi, alametleri silinmiş diye de açıklanmıştır, çünkü: "iz ve alâmetlerinin silinmesi" demektir. el-A'şâ şöyle demiştir: "Kuteyle: Tenine ne oldu seni solgun ve zayıf görüyorum, Elbiselerini de çürümüş ve el değmekle darmadağın olacak gibi." el-Herevî bu ifadenin toprağı bulunan kuru arazi demek olduğunu söylemiştir. Şemir de şöyle demektedir: Bir yerin ağaçlarının çürüyüp yok olması halini anlatmak üzere; denilir. "Sesleri dindi", demektir, ise, yerde hayat, bitki, ağaç gibi bir şeyin bulunmaması ve ona yağmurun isabet etmemesi halini anlatır. Hadîs-i şerîfte: "O kadar ki açlıktan nerdeyse helâk olacaktı İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, V, 273 denilmiştir. Elbise çürüyüp, eskimesi halinde; "Elbise eskidi, eskir" şeklinde fiil kullanılır. Ateşin sönüp, dinmesini anlatmak için de : denilir. "Biz ürerine suyu indirdiğimizde sarsılır" yani hareket eder. Sarsılmak (el-ihtizâz): Şiddetlice hareket etmek demektir. "Bir şeyi hareket ettirdim, o da hareket etti", demektir. Develerin kendilerine söylenen şarkı üzerine yürüyüşünde hareket etmesi halini anlatır. Yıldızın hızlıca kayıp, dağılması halinde; denildiği gibi, "Hızlıca kayıp dağılan yıldız" demektir. Buna göre yer de bitki ile sarsılıp, dağılır. Çünkü bitki görülmeyecek bir şekilde yerin bir bölümünü diğer bir bölümünden ayırmadıkça toprağın üzerine çıkmaz. Bundan dolayı bitkinin çıkmasına mecazi olarak "sarsılma (ihtizaz)" denilmiştir. "Onun (yerin) bitkisi sarsıldı", ifadesinde ise muzaf hazfedilmiştir. Bu açıklamayı dael-Müberred yapmıştır. Bir şeyin sarsılması(ihtizazı) şiddetlice hareket etmesidir. Nitekim şair de böyle demiştir: "Ayağa kalktı mı eğilip, bükülür, yürürse sarsılır(salınır), Tıpkı yeşil yaprakları ile sorgun ağacı dalının sarsılması gibi." Sarsılma, yere göre bitkide daha fazla görülür. "Kabarır" yani yükselir ve artış gösterir demektir. Bunun şişer anlamına geldiği de söylenmiştir, mana itibariyle birdir. Asıl anlamı ise artış göstermektir, çünkü; Arttı anlamındadır(Faiz anlamındaki) er-ribâ ile(yüksekçe yer ve tepe anlamındaki) er-Rabve de buradan gelmektedir. Yezid b. el-Ka'kâ ile Halid b. İlyas bu kelimeyi; diye okumuşlardır. Yani kavmi etrafı görebilen yüksekçe bir yerden gözetleyerek koruyan kişi demek olan "er-rabîe" konumuna gelinceye kadar yükseldi, demektir. Bu işi yapan kimseye de ile mübalağa kipi olarak da denilir. Şair İmruul-Kays der ki: "Bundan, önce biz kimse kendisinin farkına varmasın diye saklanıp, gizlenen bir gözcü gönderdik. Ağaçlar arasında gizlenerek kendisini koruyup, gizleyen ve tuzak kurmak kastıyla hilekârca yürüyen bir kurt gibi." "Ve her çeşit" her türlü ve "güzel" görünümlü "bitkiden bitirir." Bu açıklama Katâde'den nakledilmiştir. Yani onu gören ondan hoşlanır, güzel görür. "Behçet;" güzellik demektir, mesela; "Güzel görünümlü adam” denilir. "He" harfi ötreli olarak; "Güzel göründü, güzel görünmek, güzel görünüş, güzel görünümlü kişi (veya şey)" denilir, "Güzelliği hoşuma gitti," anlamındadır. Şanı yüce Allah'ın yeryüzünü bitki bitirmek ile nitelendirmesi, "Sarsılır, kabarır" fiilleri bitkiye değil de yeryüzüne raci olduğunu göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |