102Onlar ateşin sesini dahi işitmezler. Canlarının arzu ettiği şeyler arasında ebedidirler. "Onlar ateşin sesini" ve alevinin hareketini "dahi işitmezler." "Ses" anlamını' verdiğimiz "el-hasîs" ile "el-his" hareket demektir. İbn Cüreyc, Atâ'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ebû Râşid el-Harurî,İbn Abbâs'a: "Onlar ateşin sesini dahi işitmezler" deyince, İbn Abbâs: Sen deli misin? dedi. Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur." (Meryem, 19/71); "Ve onları ateşe sürüklemiş olacaktır." (Hud, 11/98); "Suçluları ise susamışlar olarak cehenneme süreriz" (Meryem, 19/86) buyrukları nerede kaldı? Geçmişlerin yaptıkları dualardan biri de: Allah'ım, esenlikle beni ateşten çıkar ve umduğumu elde etmiş olarak cennete girdir, demekti. Ebû Osman en-Nehdî dedi ki: Sıratın üzerinde cehennemlikleri sokacak yılanlar vardır. Bunlar "has has" derler. Şöyle de açıklanmıştır: Cennetlikler, cennete girecekleri vakit cehennemliklerin sesini duymayacaklardır. Bundan önce ise duyacaklar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Canlarının arzu ettiği şeyler arasında ebedidirler." Yani onlar canların çektiği, gözlerin zevk aldığı şeyler arasında ebediyyen kalacaklardır. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Orada canlarınız neyi arzu ediyorsa, orada neyi istiyorsanız sizin için hepsi vardır." (Fussilet, 41/31) 103En büyük korku onları üzmez. Melekler onları karşılayıp: "İşte bu, vaad olunduğunuz gündür" derler. "En büyük korku onları üzmez."Ebû Cafer ve İbn Muhaysın "Onları üzmez" âyetini "ya" harfini ötreli, "ze" harfini de esreli olarak okumuşlardır. Diğerleri ise "ya" harfini üstün ve "ze" harfini ötrelî okumuşlardır, el-Yezidî dedi ki: Kureyşlilerin kullanımı birinci şekildir, ikinci şekil ise Temimlilerin şivesidir. Her ikisi ile de okunmuştur. "En büyük korku" İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre; kıyâmet günü ve öldükten sonra dirilişin dehşetli halleridir. el-Hasen dedi ki: O, kulların cehennem ateşine götürülmesi emri verileceği vakittir.İbn Cüreyc, Saîd b. Cübeyr ve ed-Dahhak ise; o ateş cehennemliklerin üzerine kapatılıp ölüm cennet ile cehennem arasında boğazlanacağı vakittir, demişlerdir. Zünnûn el-Mısrî dedi ki: Bu, her türlü bağın koparılması ve ayrılığın gerçekleşmesidir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet gününde üç kişi vardır ki; bunlar en değerli miskten bir tepenin üzerinde olacaklardır. "O en büyük korku" da kendilerini üzmeyecektir: Allah için bir topluluğa İmâmlık yapan ve arkasından namaz kılanların da bu İmâmlığına razı oldukları kişi, bir kavme ecrini Allah'tan bekleyerek ezan okuyan kişi, bir de dünyada köle olmakla imtihan olunduğu halde, bu hali kendisini Rabbine itaatten alıkoymayan kişidir."Tirmizî, Birr 48, Stfatu'l-Çerine 25; Müsned, II, 26. Ebû Seleme b. Abdurrahman dedi ki: Kölesini dövmekte olan bir adamın yanından geçtim. Köle bana İşaret etti. Ben efendisiyle konuştum ve nihayet onu affetti. Ebû Said el-Hudrî ile karşılaştım ve ona bunu haber verdim. Bana: Ey kardeşimin oğlu dedi; "Her kim sıkıntı ve keder içerisinde olan birisinin imdadına yetişirse Allah onu o en büyük korku ve dehşet gününde, cehennem ateşinden azad eder." Ben bunu Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)dan dinledim. "Kim bir mü minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse, yüce Allah da buna karşılık o kimsenin âhiretteki sıkıntılarından birisini giderecektir" anlamındaki hadis:Buhârî, Mezâlim 3;Müslim, Birr 58, Zikir 38;Ebû Dâvûd, Etleb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19;İbn Mâce, Mukaddime 17;Müsned, II, 91, 252, 2%, 500, 514. "Melekler onları karşılayıp" yani melekler cennet kapılarında onları tebrik ederek karşılarlar ve onlara: "İşte bu vaad olunduğunuz gündür"derler. Kabirden çıkacakları vakit rahmet melekleri onları karşılar, diye de açıklanmıştır. İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre: "İşte bu, vaad olunduğunuz gündür" âyeti; onlara... derler demek olup; bu ifadeler hazfedilmiştir. "İşte bu" kendisinde lütuf ve ihsana mazhar olduğumuz "vaad olunduğunuz gündür." 104Ki o günde gökleri kitapların katlandığı gibi katlayacağız. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar iade ederiz. Biz bunu vaad edip üzerimize almıştık. Şüphesiz yapanlar Bizleriz. "Ki o günde gökleri... katlayacağız." Ebû Cafer b. el-Kâ'kâ', Şeybe b. Nisâh, el-A'rec ve ez-Zührî; şeklinde ötreli "te" ile ve; da nâib-i fail olarak ref ile okumuşlardır.(Ki o günde gök katlanacaktır, demek olur).Mücahid de; şeklinde; "ki o günde Allah gökleri katlayacaktır" anlamında olmak üzere okumuştur. Diğerleri ise azamet "nûn"u (katlayacağız anlamı) ile okumuşlardır. "O günde" kelimesinin nasb edilmesi (bir önceki âyet-i kerîmede yer alan) sılada hazfedilmiş "he" zamirinden bedel olması dolayıstyladır. İfade: Vaad olunduğunuz o günki, o günde gökleri düreceğiz" takdirindedir. Yahut da bu "İlk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar iade ederiz" âyetindeki "onu tekrar iade ederiz" fiili ile nasb edilmiştir. Ya da "onları üzmez" âyeti dolayısıyla nasbedilmiştir. Bu da: Kendisinde göğü katlayacağımız günde en büyük korku onları üzmez, demek olur. Ya da "an" anlamındaki fiil takdir edilerek nasbedilmiştir. Buradaki "es-semâ" ile cins (gökler) kastedilmiştir. Buna delil de yüce Allah'ın: "Gökler ise onun sağ eli ile dürülmüş olacaktır." (ez-Zümer, 39/67) âyetidir. "Kitapların katlandığı gibi." İbn Abbâs veMücahid dediler ki: Bir sahifenin içindekilerle katlandığı gibi demektir. Buna göre "kitaplar" âyetinin başındaki "lâm"; "Üzerine" anlamındadır. Yine İbn Abbâs'tan buradaki "sicil" Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)ın bir kâtibinin adıdır. Ancak bu pek güçlü bir görüş değildir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın kâtipleri bi linen kimselerdir, aralarında bu ismi taşıyan kimse yoktur. Hatta ashab arasında dahi ismi es-Sicil olan kimse yoktur. Yine İbn Abbâs veİbn Ömer ile es-Süddî şöyle demişlerdir: "es-Sicil" bir melektir. Âdemoğullarının amel defterleri kendisine kaldırıldığı vakit katlayıp düren odur. Denildiğine göre o, üçüncü semadadır. Kulların işledikleri ameller ona yükseltilir. İnsanlarla birlikte kalmakla görevli olan Hafaza melekleri her perşembe ve pazartesi günleri bu defterleri ona çıkartırlar. Naklettiklerine göre bunun yardımcıları arasında Harut ile Marut da var imiş. "Sicil" yazılı belge (es-sak) demektir, Bu da yazmak demek olan "es-sicâle"den türetilmiştir. Bunun da aslı kova demek olan "es-sed"den gelir. ifadesi; ben bir kova çektim, o da bir kova çekti, demektir. Sonra bu kelimeden istiare yoluyla, karşılıklı yazışma ve başvurmaya, gözden geçirmeye de "müsâcele" denildi, "Hakim tescil etti" demektir. el-Mufaddal b. el-Abbas b. Utbe b. Ebi Leheb dedi ki: "Kim benimle kuyudan kovayla su çekme yarışına girerse(bilsin ki) o, Kovayı ta ipin bağlandığı yere (ağzına) kadar dolduran soylu birisiyle yarışıyor." Daha sonra bu İsim; kelimeleri gibi "fiil" vezni üzere bina edilmiştir. Ebû Zür'a b. Amr b. Cerir "sin" ve "cim" harflerini ötreli, "lâm" harfini de şeddeli olarak okumuştur. el-A'meş ve Talha ise "sin" harfini üstün, "cim" harfini sakin, "lâm" harfini de şeddesiz okumuştur. en-Nehhâs dedi ki: Allah'ın izniyle mana birdir. İfade yüce Allah'ın: "Kitapların" kelimesi ile tamam olmaktadır. Türkçe cümle kuruluşu dolayısıyla "katlayacağız" da cümle tamam olmaktadır. Bu âyet-i kerîmede "katlama"nın iki anlama gelme ihtimali vardır: Birincisi açmanın, yaymanın zıttı olan katlayıp dürmek. Nitekim yüce Allah: "Gökler ise O'nun sağ eli ile dürülmüş olacaktır" (ez-Zümer, 39/67) diye buyurmaktadır. İkinci anlam ise: Saklamak, bilinmeyecek hale getirmek ve tamamen silmek. Çünkü yüce Allah göğün alâmetlerini siler ve onları saklar, yıldızlarını söndürür ve darmadağın eder. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Güneş tortop edilip dürüldüğü zaman, yıldızlar ardarda döküldüğü zaman" (et-Tekvîr, 81/1-2); "Gök yerinden söküldüğü zaman"(et-Tekvîr, 81/11). "Kitapların" anlamındaki âyette ifade tamam olmaktadır.el-A'meş, Hafs, Hamza, el-Kisaî, Yahya ve Halef "Kitapların" şeklinde çoğul okumuşlardır. Sonra yeni bir cümle ile şöyle buyurulmaktadır: "İlk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar iade ederiz."Yani Biz insanları annelerinin karınlarında yaratıldıkları gibi tekrar çıplak ayaklı, elbisesiz, sünnetsiz olarak diriltiriz. Nesâî'nin rivâyetine göre İbn Abbâs, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:"İnsanlar kıyâmet gününde elbisesiz, sünnetsiz olarak yaratılacaklardır. Kıyâmet gününde insanlar arasında elbise giydirilecek ilk kişi İbrahim (aleyhisselâm)dır. Daha sonra: "İlk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar iade ederiz" âyetini okudu." Buhârî, Enbiyâ 8, 48;Nesâî, Cenaiz 118;Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 3;Müsned, I, 223, 229 Müslim de bu hadisi yine İbn Abbâs'tan nakletmektedir. O dedi ki: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bize ayakta bir öğüt verdi ve buyurdu ki: "Ey insanlar! Şüphesiz sizler yüce Allah'ın huzuruna çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşredileceksiniz: "İlk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar iade ederiz. Biz bunu vaad edip üzerimize almıştık. Şüphesiz yapanlar Bizleriz." Şunu bilin ki: İnsanlar arasında kıyâmet gününde elbise giydirilecek ilk kişi İbrahim (aleyhisselâm)dır..." deyip hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. Buhârî, Tefsir 5. sûre 14, 21. sûre 2, Rikaak 45; Müslim, Cennet 48;Tirmizî, Tefsir 21. sûre 3;Nesâî, Cenâiz 119;Müsned, I, 235, 253. Biz bu hususa dair açıklamaları "et-Tezkire" adh kitabımızda eksiksiz bir şekilde kaydetmiş bulunuyoruz. Süfyan es-Sevrî, Seleme b. Küheyl'den, o Ebû'z-Ze'râ'dan, o Abdullah b. Mes'ûd'dan rivâyetle dedi ki: Aziz ve celil olan Allah, Arşın altından erkeklerin menisi gibi bir su gönderir. Bu sudan onların etleri ve cisimleri nemli arazinin bitkiyi bitirmesi gibi biter. Ve: "İlk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar İade ederiz" âyetini okudu. İbn Abbâs dedi ki: Biz ilkin olduğu gibi herşeyi helâk edecek ve yok edeceğiz, demektir. Buna göre bu âyet; "ki o günde gökleri... katlayacağız" âyeti ile muttasıldır.Yani Biz gökleri dürecegiz, işte o vakit de gökleri yok edecek, imha edeceğiz. Hiçbir şey kalmayacaktır. Şöyle de açıklanmıştır: Biz semâyı yok edeceğiz, sonra onu katlayıp dürdükten ve yok olduktan sonra, bir defa daha tekrar yaratacağız. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "O gün yer başka bir yerle değiştirilecektir, göklerde." (İbrahim, 14/48) Ancak birinci görüş daha sahihtir. Bu da yüce Allah'ın: "Yemin olsun sizi ilk defa yarattığımız gibi, yapayalnız, teker teker huzurumuza geldiniz." (el-En'âm, 6/94) âyeti ile: "Saf halinde Rabbine arz edileceklerdir. Yemin olsun ki ilk kez sizi nasıl yaratmış idiysek öylece Bize geldiniz." (el-Kehf, 18/48) âyetini andırmaktadır. (..........) kelimesi mastar (mef'ûl-i mutlak) olarak nasbedilmiştir.Yani; "Vaad edip..." demektir. "Biz ...... üzerimize almıştık" yani öldükten sonra dirilişi ve tekrar yaratma vaadini gerçekleştirmeyi ve yerine getirmeyi üstlenmiştik. Buna göre hazfedilmiş ifadeler vardır. Daha sonra yüce Allah: "Şüphesiz yapanlar Bizleriz" âyeti ile bunu pekiştirmektedir, ez Zeccâc dedi ki: "Şüphesiz yapanlar Bizleriz" âyeti, dilediğimize güç yetirenler Bizleriz, demektir. "Şüphesiz yapanlar Bizleriz"; size vaad ettiğimizi Biz yerine getiririz demektir, diye de açıklanmıştır. Bu da yüce Allah'ın: "O'nun vaadi yerine getirilmiş olacaktır." (el-Muzzemmil, 73/18) âyetini andırmaktadır. Buradaki ın, haber vermek için (nakıs fiil olarak) geldiği de söylenmiştir, (Bu, üzerimizdeki bir vaaddir, demek olur). Sıla(zâid) olduğu da söylenmiştir. 105Yemin olsun ki Biz zikirden sonra Zebur'da: "Arza Benim salih kullarım mirasçı olur" diye yazdık. "Yemin olsun ki Biz" semâda bulunan "zikirden sonra Zebur'da"; Zebur ile kitap aynı şeylerdir. Bundan dolayı Tevrat'a da, İncil'e de, Zebur denilebilir, "Yazdım" demektir. Çoğulu "zubur" ...diye gelir.Saîd b. Cübeyr dedi ki; "Zebur" Tevrat, İncil ve Kur'ân-ı Kerîm'dir. "Arza" cennete "Benim salih kullarım mirasçı olur, diye yazdık." Bu açıklamayı Süfyan,el-A'meş'den, o Saîd b. Cübeyr'den rivâyet etmiştir, en-Nehaî dedi ki: Zebur, Davud'a verilen Zebur'dur. Zikir'den kasıt da Mûsa(aleyhisselâm)a indirilen Tevrat'tır.Mücahid ve İbn Zeyd dediler ki: Zebur bütün peygamberlere(hepsine selam olsun) verilen kitaplardır. Zikir ise yüce Allah'ın nezdinde semâda bulunan kitapların anasıdır. İbn Abbâs dedi ki: Zebur Allah'ın Mûsa (aleyhisselâm)dan sonra peygamberlerine indirmiş olduğu kitaplardır. Zikir ise Mûsa (aleyhisselâm)a indirilen Tevrat'tır. Hamza "ez-Zubûr" diye "ze" harfini ötreli "zîbr"in çoğulu olarak okumuştur. "Arza benim salih kullarım mirasçı olur" âyeti hakkında yapılan en güzel açıklama, Saîd b. Cübeyr'in de dediği gibi, bununla cennet arzının kastedildiğidir. Çünkü dünyada arza salih olanlar da, başkaları da mirasçı olmuştur. Bu aynı zamanda İbn Abbâs, Mücahid ve başkalarının da görüşüdür. Mücahid veEbû'l-Âl-iyye dediler ki: Bu te'vilin deliliyüce Allah'ın şu âyetidir: "Bize olan vaadini yerine getiren, cennetten dilediğimiz yere konmak üzere arzı bize veren Allah'a hamdolsun."(ez-Zumer, 39/74) Yine İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre; orası Arz-ı Mukaddes'tir. Ondan gelen bir başka rivâyete göre; orası kâfir ümmetlerin arzıdır. Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem)in ümmeti fetihlerle oraya mirasçı olur. Bu âyetle İsrailoğullarının kastedildiği de söylenmiştir. Bunu delil de yüce Allah'ın şu âyetidir: "Zaafa uğratılagelmiş kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına da, batılarına da mirasçı kıldık." (el-A'râf, 7/137) Fakat müfessirlerin çoğunluğu "salih kullar" ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ın ümmetinin kastedildiği görüşündedir. Hamza Salih kullarım" âyetini "ya" harfini sakin (harekesiz, harf-i med) olarak okumuştur. 106Gerçekten bunlar ibadet eden bir topluluk İçin yeter. "Gerçekten bunlar" yani bu sûrede söz konusu edilen öğütler ve uyanlar; bir başka açıklamaya göre Kur'ân-ı Kerîm'de, "ibadet eden bir topluluk için yeter." Ebû Hüreyre ve Süfyanes-Sevrî dedi ki: "İbadet eden topluluk'tan kasıt beş vakit namaz kılanlardır. İbn Abbâs(radıyallahü anh)da dedi ki: "İbadet edenler" itaat edenler demektir. İbadet eden kişi zilletle itaat edip boyun eğen kimse demektir. el-Kuşeyrî dedi ki: Aklı başında her bir varlığın bunun kapsamına girmesi uzak bir İhtimal değildir, Çünkü her bir varlık fıtratı itibariyle, yaratıcının önünde zilletle eğilir. O eğer Kur'ân-ı Kerîm'in üzerinde dikkatle düşünecek ve onun yolunu izleyecek olursa şüphesiz ki bu o kimseyi cennete ulaştırır. Yine İbn Abbâs dedi ki: Bunlar beş vakit namazı kılan, ramazan ayı orucunu tutan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ümmetidir. Bu da birinci görüşün aynısıdır. 107Biz seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik. "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." Saîd b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlara rahmet idi. Ona îman edip onu tasdik eden mutlu oldu. Ona îman etmeyen ise, geçmiş ümmetleri bulan yerin dibine geçmek ve suda boğulmak gibi azaplardan kurtuldu. İbn Zeyd dedi ki: "Âlemler" ile özel olarak mü’minleri kastetmiştir. 108De ki: "Bana sizin ilâhınız ancak tek bir ilâhtır, diye vahyolunur. Artık siz müslüman olacak mısınız?" "De ki: Bana sizin ilâhınız ancak tek bir ilâhtır diye vahyolunur." O halde O'nâ ortak koşmak câiz değildir. "Artık siz müslüman olacak mısınız?"Allah'ın tevhidine itaatla boyun eğecek misiniz? İslâm'a giriniz, demektir. Bu da yüce Allah'ın: "Artık vazgeçtiniz değil mi?" (el-Mâide, 5/91) âyetinin; "vazgeçiniz!" anlamında olması gibidir. 109Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Ben size eşit olarak bildirdim. Size vaad olunan yakın mıdır, uzak mıdır, bilemiyorum." "Eğer yüz çevirirlerse" İslâm'dan yüz çevirecek olurlarsa "de ki: Ben size eşit olarak bildirdim." Size açıkça şunu bildiriyorum ki; ben ve sizler Savaş halindeyiz, aramızda barış yoktur. Bu da yüce Allah'ın: "Eğer bir kavmin hainliğinden endişeye düşersen adalet üzere kendilerine anlaşmalarını bozduğunu bildir."(el-Enfâl, 8/58) âyetine benzemektedir. Yani onlara ahdi bozmuş olduğunu bildir. Bu da şu demektir: Bu durumda seninle onlar arasında bir eşitlik vardır. Herhangi bir tarafın karşı taraf hakkında uymak zorunda olduğu bir ahdi, bir antlaşması yoktur. ez-Zeccâc dedi ki: Anlam şudur: Ben size bana vahyedilenleri bilmenizi sağlamak noktasında eşit bir şekilde size bildirmiş bulunuyorum. Başkasından gizleyip sakladığım bir şeyi kimseye açıklamadım. "(........): Bilemiyorum" âyetindeki nefy edatı olup anlamındadır, bilmiyorum, bilemiyorum demektir. "Size vaad olunan yakın mıdır, uzak mıdır?" Yani kıyâmet gününün vaktini ne gönderilmiş bir peygamber, ne de mukarreb bir melek bilebilir. Bu açıklamayıİbn Abbâs yapmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Ben size açıkça Savaş ilan ettim. Ancak bununla birlikte size karşı fiilen Savaşmak üzere bana ne zaman izin verileceğini bilemiyorum. 110Şüphe yok ki O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir. "Şüphe yok ki O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir." Saklayıp açıklamadığınız şirki de bilir. Bunun cezasını verecek olan da O'dur. 111"Bilmiyorum, belki de o sizin için bir imtihandır, bir süreye kadar bir faydalanmadır." "Bilmiyorum, belki de o" size süre verilmesi "sizin için bir imtihandır." Kendisi her şeyi en iyi bilen olduğu halde, sizin ne şekilde amel edeceğinizi ortaya çıkarmak için bir sınamadır. "Bir süreye kadar" sürenin sona ermesine kadar, diye de açıklanmıştır. "Bir faydalanmadır." Rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)rüyasında Umeyyeoğullarının insanları yönettiklerini gördü. el-Hakem onun yanından çıkıp bu hususu Umeyyeoğullarına haber verdi. Ona: Dön, bu işin ne zaman gerçekleşeceğini ona sor, dediler. Bunun üzerine yüce Allah: "Size vaad olunan yakın mıdır, uzak mıdır? bilemiyorum." âyeti ile: "Bilmiyorum, belki de o sizin için bir imtihandır. Bir süreye kadar bir faydalanmada” âyetlerini indirdi. Yanipeygamberine onlara bunu söyle, diye emretti. 112Dedi ki: "Rabbim hak ile hükmet! Bizim Rabbimiz Rahmândır. Sizin niteleyegeldiklerinize karşı yardımı İstenen O’dur." "Dedi ki: Rabbim, hak ile hükmet!"Yüce Allah bu sûreyi Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)a işi kendisine havale etmesini, kurtuluşu da kendisinden beklemesini emretmekle sona erdirmektedir. Yani benimle şu yalanlayıcılar arasında hükmet, onlara karşı bana yardım et, bana zafer ver! Said, Katade'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Peygamberler: "Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında sen hak ile hükmet!" (el-A'râf, 7/89) diye dua ederlerdi. Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)a da: "Rabbim, hak ile hükmet" demesini emretti. O bakımdan o, düşmanı ile karşılaştığında kendisinin hak üzere, düşmanının da batıl üzere olduğunu bilerek: "Rabbim, hak ile hükmet" yani hak gereğince hükmünü ver, onu yerine getir, diye dua ederdi. Ebû Ubeyde dedi ki: Burada sıfat (hak), mevsufun yerine ikame edilmiştir. İfadenin takdiri: Rabbim hak olan hükmünle hükmet, şeklindedir. "Rabbim" kelimesi nasb mahallindedir. Çünkü muzaf olan bir nidadır Ebû Ca’fer b. el-Ka'kâ’ ve İbn Muhaysın: "Rabbim, hak ile hükmet" âyetini; şeklinde "be" harfini ötreli olarak okumuşlardır. en-Nehhâs dedi ki: Bu nahivcilere göre bir lahn (yanlış)dır. Onlara göre; "Ey adam gel" demek câiz değildir. Bunu demek için; şeklindeveya buna benzer bir şekilde kullanmak gerekir. ed-Dahhak,Talha ve Ya'kub ise; şeklinde "elifi kat1 ile, "kaf' harfini üstün, "mim" harfini de ötreli olarak okumuşlardır ki, şu demektir: Muhammed dedi ki: Rabbim her bir hükmedenden daha çok hak ile hükmedendir. el-Cahderî ise; diye okumuştur ki bu da; hak ile işleri muhkem kılmış (sağlamlaştırmış) olandır, demek olur. "Bizim Rabbimiz Rahmândır. Sizin niteleyegeldiklerinize" Onu küfür ve yalanlama türünden nitelendirmelerinize "karşı yardımı İstenen O'dur." el-Mufaddal ve es-Sülemî "niteleyegeldiklerinize karşı" anlamındaki âyeti; şeklinde haber olmak üzere "ya" ile ("niteleyegeldiklerine..." anlamında) okumuşlardır. Diğerleri ise hitab olarak "te" ile "niteleyegeldiklerinize" anlamında okumuşlardır. |