87
Ancak Rabbinden bir rahmet hariç. Şüphesiz onun senin
üzerindeki lütfü büyüktür.
"Ancak Rabbinden
bir rahmet hariç”
çünkü o, eğer sana yetişirse, belki onu sana geri getirir. İstisnanın munkatı
olması da câizdir, mana da: Fakat Rabbinden bir rahmet onu gidermeden yerinde
bıraktı olur ki, indirmesi minnet, olduktan sonra bırakması da minnet / lütuf
olur.
"Şüphesiz onun
senin üzerindeki lütfü büyüktür".
88
Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini
getirmek için toplansa, birbirlerine yardımcı olsalar, onun benzerini
getiremezler.
"De ki: Yemin
olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek için toplansalar”
belagatta, nazım
güzelliğinde ve mana mükemmelliğinde benzerini getirmek isteseler
(onun benzerini getiremezler) aralarında öz
Araplar, edebiyatçılar ve araştırmacılar olmakla beraber, bu da mahzûf ve kaseme
hazırlık lâm'ının işâret ettiği kasemin
cevabıdır. Eğer o olmasa idi şartın cevabı mâzi olduğu için cezimsiz olurdu,
Şâir Züheyr'in şu beyitinde olduğu gibi:
İstek gününde ona bir dost gelirse,
Malım gâip de değildir, yasak da değildir, der.
"Birbirlerine
yardımcı olsalar da”
onu getirmek için birbirlerini destekleseler de. Belki de melekleri zikretmemesi
onu mu'cize olmaktan çıkarmaz; çünkü onlar onu getirmek için aracıdırlar.
Âyetin:
"Sonra da o
yüzden bize karşı bir vekil bulamazsın”
sözünün onayı olması da
câizdir.
89
Yemin olsun, bu Kur'ân'da her türlü misalden getirdik.
İnsanların çoğu ise kafirlikten başka bir şeyi kabul etmediler.
"Yemin olsun,
getirdik” onay ve
beyanı açıklamanın ötesinde değişik yönlerden tekrar ettik
"bu Kur'ân'da her türlü misalden” garabette ve
nefse yer etmesinde misal gibi her türlü manadan getirdik,
(insanların çoğu ise kafirlikten başka bir şeyi kabul
etmediler) ancak reddettiler. Neden bu ifade câiz oldu da darabtü illâ
zeyden örneği câiz olmadı, çünkü buradaki nefiy
(olumsuzluk) ile te'vil edilmiştir (hükmen
menfidir, darabtü illâ zeyden ise müspettir).
90
Dediler: Sana asla îman etmeyeceğiz, Tâ ki, bize yerden bir
pınar fışkırtasın.
"Dediler: Sana
asla îman etmeyeceğiz, Tâ ki, bize yerden bir pınar fışkırtasın".
Onları Kur'ân'ın icazını beyan etmek ve ona diğer mu'cizeleri ekleyerek delille
susturduktan sonra inatlarından ve olmaz teklifler sunmak için böyle dediler. Kûfe'li
kurralarla Ya'kûb şeddesiz olarak
"tefcüre” (diğerleri ise
(tüfeccire) okumuşlardır). Yer de Mekke toprağıdır. Yenbû' suyu akmayan
pınardır, ya'kûb veznindedir, abbel mau
deyiminden gelir ki, su dolmaktır.
91
Yahut senin hurmalıklardan
ve üzümlüklerden bir bahçen olsun da aralarından ırmaklar fışkırdıkça fışkırsın.
"
Yahut
senin hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bahçen olsun da aralarından ırmaklar
fışkırttıkça fışkırtasın”
ya da
bunları içine alan bir bahçen olsun.
92
Yahut iddia ettiğin gibi
göğü üzerimize parça parça düşüresin veyahut
Allah'ı ve melekleri karşımıza getiresin.
"
Yahut
iddia ettiğin gibi göğü üzerimize parça parça düşüresin".
Şu âyeti kast ediyorlar:
Ya da
üzerimize gökten parçalar düşüresin”
(Sebe': 9).
Kisefen lâfız ve mana bakımından kıtaan gibidir. İbn
Kesîr, Ebû Amr,
Hamze, Kisâî
ve Ya'kûb Rum sûresi hariç Kur'ân'ın her
yerinde, İbn Âmir de bu sûre hariç olmak
üzere, Ebû Bekir ile
Nâfi' bu ikisinin dışında, Hafs
da Tûr sûresinin dışında sükûn ile (kisfen)
okumuşlardır. O da ya meftuhtan tahfif
edilmiştir, sedr ve sider gibi ya da
fâ'l veznindedir, mef'ûl manasınadır, tahn gibi.
"
Yahut
Allah'ı ve melekleri karşımıza getiresin".
Kabilen iddiana kefil olarak demektir ya da
dediğinin doğruluğunu tekeffül eden şâhit olarak ya da
karşımıza getirerek demektir ki, mukabilen demek olur, tıpkı aşk'in muaşir
manasına olduğu gibi. O da Allah'tan hâl’dir, meleklerin hâli ise mahzûftur,
çünkü bu ona delâlet etmektedir, Meselâ şu beyitte haberin hazf edildiği gibi:
Kim akşam yükünü Medîne'ye yıkarsa,
Ben ve Kayyar gibi yabancı olur
(garip) olur.
Ya da
kabilen cümbür (cumhur) cemâat hâlinde demektir
ki, meleklerden hâl olur.
93
Yahut senin altından bir
evin olsun veyahut göğe çıkasın. Zaten
okuyacağımız bir kitap getirmedikçe de çıkmana da asla inanacak değiliz. De ki:
Rabbimi tenzih ederim, ben peygamber bir insandan başkası mıyım?
"
Yahut
senin altından bir evin olsun” min
zuhrufin, min zehebin demektir, nitekim öyle de
okunmuştur. Zuhruf'un aslı süstür.
"Veyahut
göğe çıkasın”
merdivenlerinden,
"zaten çıkmana
da asla inanacak değiliz”
yani
sade çıkmana inanacak değiliz "okuyacağımız bir kitap
getirinceye kadar” içinde seni tasdik eden kısım olan bir kitap.
"De ki:
Sübhanallah
(şaşarım)”
bu yersiz
tekliflerine yahut Allah'ı tenzih ederim
gelmesinden yahut ona karşı hüküm vermekten
yahut kudrette birinin ona ortak olmasından.
İbn Kesîr ile İbn
Âmir mâzi siygasıyla "kâle sübhane rabbi”
okumuşlardır, Peygamber böyle dedi olur.
"Ben bir
insandan başkası mıyım?”
diğer insanlardan
"peygamber” diğer peygamberler gibi. Peygamberler
kavimlerine Allah'ın onların durumuna uygun olarak gösterdiği mu'cizelerle
gelirlerdi. Mu'cize işi onlara bırakılmış değildi. Onların Allah'a karşı hüküm
verme hakları yoktu ki, benim de seçmemi istesinler. Bu, özet bir cevaptır.
Geniş cevap ise diğer âyetlerde geçmiştir, Meselâ şunlar gibi:
"Eğer sana kâğıt
içinde bir kitap indirse idik”
(En'âm:
7) ve
"eğer onlara bir kapı açsa idik”
(Hicr:14).
94
İnsanları kendilerine hidâyet geldiği zaman îman
etmelerinden ancak "Allah bir insanı mı peygamber olarak gönderdi?” demeleri
men etti.
"İnsanları
kendilerine hidâyet geldiği zaman îman etmelerinden men etmedi”
onları vahiy indikten ve hak
meydana çıktıktan sonra îmandan men etmedi
"ancak "Allah bir insanı mı peygamber olarak gönderdi?”
demeleri men etti” yalnız bu sözleri men
etti.
Mana da
şöyledir: Onları
Muhammed
sallallahü aleyhi ve sellem'e ve Kur'ân'a îmandan
men edecek bir şüpheleri kalmadı, ancak Allah'ın bir insanı peygamber
olarak göndermesini inkâr etmeleri kaldı.
95
De ki: Eğer yeryüzünde sâkin sâkin yürüyen melekler
olsaydı, mutlaka üzerlerine gökten bir meleği elçi olarak indirirdik.
"De ki:”
şüphelerine cevap olarak
"eğer yeryüzünde yürüyen melekler olsaydı”
âdemoğullarının yürüdükleri gibi "sâkin sâkin”
orada yaşayan "elbette üzerlerine gökten bir meleği elçi
olarak indirirdik” çünkü onunla toplanma ve ondan alma imkânları olurdu.
İnsanların geneli ise meleği görmekten ve ondan ilim almaktan kördürler. Çünkü
bunun şartı aralarında münasebet ve cins birliği olmaktır.
"Meleken”
lâfzının
"Resûlen"den hâl olma ve onunla mevsûf olma
ihtimali de vardır.
"Beşeren”
de öyledir,
birincisi daha uygundur.
96
De ki: Sizinle benim aramda şâhit olarak Allah yeter. Çünkü
o, kullarından çok iyi haberdardır, çok iyi görendir.
"De ki: Sizinle
benim aramda şâhit olarak Allah yeter”
iddiama uygun olarak size
mu'cize göstermekle size gönderildiğime ya da
gönderildiğim şeyleri size tebliğ ettiğime, sizin de inkârınıza dâir.
"Şehiden”
hâl
yahut temyiz olarak mensûbtur.
"Çünkü o,
kullarından çok iyi haberdardır, çok iyi görendir”
onların görünen ve
görünmeyen hâllerini bilir; ona göre karşılığını verir. Bunda
Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'e teselli, kâfirlere de tehdit vardır.
|