Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

290

 

017 - İSRÂ' SÛRESİ

 

CÜZ :

15

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

87

Ancak Rabbinden bir rahmet hariç. Şüphesiz onun senin üzerindeki lütfü büyüktür.

"Ancak Rabbinden bir rahmet hariç” çünkü o, eğer sana yetişirse, belki onu sana geri getirir. İstisnanın munkatı olması da câizdir, mana da: Fakat Rabbinden bir rahmet onu gidermeden yerinde bıraktı olur ki, indirmesi minnet, olduktan sonra bırakması da minnet / lütuf olur.

"Şüphesiz onun senin üzerindeki lütfü büyüktür".

88

Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek için toplansa, birbirlerine yardımcı olsalar, onun benzerini getiremezler.

"De ki: Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek için toplansalar” belagatta, nazım güzelliğinde ve mana mükemmelliğinde benzerini getirmek isteseler (onun benzerini getiremezler) aralarında öz Araplar, edebiyatçılar ve araştırmacılar olmakla beraber, bu da mahzûf ve kaseme hazırlık lâm'ının işâret ettiği kasemin cevabıdır. Eğer o olmasa idi şartın cevabı mâzi olduğu için cezimsiz olurdu, Şâir Züheyr'in şu beyitinde olduğu gibi:

İstek gününde ona bir dost gelirse,

Malım gâip de değildir, yasak da değildir, der.

"Birbirlerine yardımcı olsalar da” onu getirmek için birbirlerini destekleseler de. Belki de melekleri zikretmemesi onu mu'cize olmaktan çıkarmaz; çünkü onlar onu getirmek için aracıdırlar. Âyetin:

"Sonra da o yüzden bize karşı bir vekil bulamazsın” sözünün onayı olması da câizdir.

89

Yemin olsun, bu Kur'ân'da her türlü misalden getirdik. İnsanların çoğu ise kafirlikten başka bir şeyi kabul etmediler.

"Yemin olsun, getirdik” onay ve beyanı açıklamanın ötesinde değişik yönlerden tekrar ettik "bu Kur'ân'da her türlü misalden” garabette ve nefse yer etmesinde misal gibi her türlü manadan getirdik, (insanların çoğu ise kafirlikten başka bir şeyi kabul etmediler) ancak reddettiler. Neden bu ifade câiz oldu da darabtü illâ zeyden örneği câiz olmadı, çünkü buradaki nefiy (olumsuzluk) ile te'vil edilmiştir (hükmen menfidir, darabtü illâ zeyden ise müspettir).

90

Dediler: Sana asla îman etmeyeceğiz, Tâ ki, bize yerden bir pınar fışkırtasın.

"Dediler: Sana asla îman etmeyeceğiz, Tâ ki, bize yerden bir pınar fışkırtasın". Onları Kur'ân'ın icazını beyan etmek ve ona diğer mu'cizeleri ekleyerek delille susturduktan sonra inatlarından ve olmaz teklifler sunmak için böyle dediler. Kûfe'li kurralarla Ya'kûb şeddesiz olarak "tefcüre” (diğerleri ise (tüfeccire) okumuşlardır). Yer de Mekke toprağıdır. Yenbû' suyu akmayan pınardır, ya'kûb veznindedir, abbel mau deyiminden gelir ki, su dolmaktır.

91

Yahut senin hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bahçen olsun da aralarından ırmaklar fışkırdıkça fışkırsın.

"

Yahut senin hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bahçen olsun da aralarından ırmaklar fışkırttıkça fışkırtasın” ya da bunları içine alan bir bahçen olsun.

92

Yahut iddia ettiğin gibi göğü üzerimize parça parça düşüresin veyahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getiresin.

"

Yahut iddia ettiğin gibi göğü üzerimize parça parça düşüresin". Şu âyeti kast ediyorlar:

Ya da üzerimize gökten parçalar düşüresin” (Sebe': 9). Kisefen lâfız ve mana bakımından kıtaan gibidir. İbn Kesîr, Ebû Amr, Hamze, Kisâî ve Ya'kûb Rum sûresi hariç Kur'ân'ın her yerinde, İbn Âmir de bu sûre hariç olmak üzere, Ebû Bekir ile Nâfi' bu ikisinin dışında, Hafs da Tûr sûresinin dışında sükûn ile (kisfen) okumuşlardır. O da ya meftuhtan tahfif edilmiştir, sedr ve sider gibi ya da 'l veznindedir, mef'ûl manasınadır, tahn gibi.

"

Yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getiresin". Kabilen iddiana kefil olarak demektir ya da dediğinin doğruluğunu tekeffül eden şâhit olarak ya da karşımıza getirerek demektir ki, mukabilen demek olur, tıpkı aşk'in muaşir manasına olduğu gibi. O da Allah'tan hâl’dir, meleklerin hâli ise mahzûftur, çünkü bu ona delâlet etmektedir, Meselâ şu beyitte haberin hazf edildiği gibi:

Kim akşam yükünü Medîne'ye yıkarsa,

Ben ve Kayyar gibi yabancı olur (garip) olur.

Ya da kabilen cümbür (cumhur) cemâat hâlinde demektir ki, meleklerden hâl olur.

93

Yahut senin altından bir evin olsun veyahut göğe çıkasın. Zaten okuyacağımız bir kitap getirmedikçe de çıkmana da asla inanacak değiliz. De ki: Rabbimi tenzih ederim, ben peygamber bir insandan başkası mıyım?

"

Yahut senin altından bir evin olsun” min zuhrufin, min zehebin demektir, nitekim öyle de okunmuştur. Zuhruf'un aslı süstür.

"Veyahut göğe çıkasın” merdivenlerinden,

"zaten çıkmana da asla inanacak değiliz” yani sade çıkmana inanacak değiliz "okuyacağımız bir kitap getirinceye kadar” içinde seni tasdik eden kısım olan bir kitap.

"De ki: Sübhanallah (şaşarım)bu yersiz tekliflerine yahut Allah'ı tenzih ederim gelmesinden yahut ona karşı hüküm vermekten yahut kudrette birinin ona ortak olmasından. İbn Kesîr ile İbn Âmir mâzi siygasıyla "kâle sübhane rabbi” okumuşlardır, Peygamber böyle dedi olur.

"Ben bir insandan başkası mıyım?” diğer insanlardan "peygamber” diğer peygamberler gibi. Peygamberler kavimlerine Allah'ın onların durumuna uygun olarak gösterdiği mu'cizelerle gelirlerdi. Mu'cize işi onlara bırakılmış değildi. Onların Allah'a karşı hüküm verme hakları yoktu ki, benim de seçmemi istesinler. Bu, özet bir cevaptır. Geniş cevap ise diğer âyetlerde geçmiştir, Meselâ şunlar gibi:

"Eğer sana kâğıt içinde bir kitap indirse idik” (En'âm: 7) ve "eğer onlara bir kapı açsa idik” (Hicr:14).

94

İnsanları kendilerine hidâyet geldiği zaman îman etmelerinden ancak "Allah bir insanı mı peygamber olarak gönderdi?” demeleri men etti.

"İnsanları kendilerine hidâyet geldiği zaman îman etmelerinden men etmedi” onları vahiy indikten ve hak meydana çıktıktan sonra îmandan men etmedi "ancak "Allah bir insanı mı peygamber olarak gönderdi?” demeleri men etti” yalnız bu sözleri men etti.

Mana da şöyledir: Onları Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem'e ve Kur'ân'a îmandan men edecek bir şüpheleri kalmadı, ancak Allah'ın bir insanı peygamber olarak göndermesini inkâr etmeleri kaldı.

95

De ki: Eğer yeryüzünde sâkin sâkin yürüyen melekler olsaydı, mutlaka üzerlerine gökten bir meleği elçi olarak indirirdik.

"De ki:” şüphelerine cevap olarak "eğer yeryüzünde yürüyen melekler olsaydı” âdemoğullarının yürüdükleri gibi "sâkin sâkin” orada yaşayan "elbette üzerlerine gökten bir meleği elçi olarak indirirdik” çünkü onunla toplanma ve ondan alma imkânları olurdu. İnsanların geneli ise meleği görmekten ve ondan ilim almaktan kördürler. Çünkü bunun şartı aralarında münasebet ve cins birliği olmaktır.

"Meleken” lâfzının "Resûlen"den hâl olma ve onunla mevsûf olma ihtimali de vardır.

"Beşeren” de öyledir, birincisi daha uygundur.

96

De ki: Sizinle benim aramda şâhit olarak Allah yeter. Çünkü o, kullarından çok iyi haberdardır, çok iyi görendir.

"De ki: Sizinle benim aramda şâhit olarak Allah yeter” iddiama uygun olarak size mu'cize göstermekle size gönderildiğime ya da gönderildiğim şeyleri size tebliğ ettiğime, sizin de inkârınıza dâir.

"Şehiden” hâl yahut temyiz olarak mensûbtur.

"Çünkü o, kullarından çok iyi haberdardır, çok iyi görendir” onların görünen ve görünmeyen hâllerini bilir; ona göre karşılığını verir. Bunda Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e teselli, kâfirlere de tehdit vardır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1286  H : 685)

 

BEYDÂVÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

ŞÂFİÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç