Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

289

 

017 - İSRÂ' SÛRESİ

 

CÜZ :

15

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

76

Seni çıkarmak için neredeyse seni bu yerden koparacaklardı. O takdirde senin arkandan kendileri de pek az kalırlardı.

"Neredeyse” Mekke halkı "seni koparacaklardı” düşmanlıkları ile seni rahatsız edeceklerdi "bu yerden” Mekke toprağından "seni oradan çıkarmak için. O takdirde senin arkandan (halfeke) kalmazlardı” eğer çıksa idin çıkışından sonra kalmazlardı "ancak pek az kalırlardı” öyle de oldu, çünkü onlar hicretinden bir yıl sonra Bedir'de helâk edildiler.

Şöyle de denilmiştir: Âyet Yahûdîler hakkında indi, çünkü onlar Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in Medîne'de kalmasını çekemediler: Şâm Peygamberler diyarıdır; eğer peygamber isen oraya ulaş, biz de sana îman ederiz, dediler. Eendimiz bunu biraz düşünecek gibi oldu, âyet bunun üzerine indi. Döndü, sonra onlardan Kurayza oğulları öldürüldü, az sonra da Nadıyr oğulları sürgüne gönderildi.

"Layelbesu” şeklinde de okunmuştur ki, o zaman "ve in kâdu leyestefizzuneke” cümlesinin üzerine ma’tûf olur,

"kâde"nin haberi olmaz. Çünkü "izâ” mabedi mâkabline itimat ederse amel etmez. İbn Âmir, Kisâî, Ya'kûb ve Hafs "hilafeke” okumuşlardır, o da lügattir. Şâir şöyle demiştir:

Yurt, arkalarından (hilafehüm) silindi sanki

Kadınlar aralarına hasır döşediler.

77

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerim izdeki kanun gibi. Kanunumuz için bir değişiklik bulamazsın.

 (Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimizdeki kanun gibi) bu da mastar olarak mensûbtur yani sennallahu Zâlike sünneten demektir. Bu da peygamberlerini aralarından çıkaran her ümmetin helâk olmasıdır. Sünnet (adet, kanun) Allah'a aittir, peygamberlere nispeti onlar için olmasındandır,

"kanunumuz için bir değişiklik bulamazsın” kavli de bunun Allah'a ait olduğunu gösterir.

78

Güneşin zevalinden gecenin karanlığına kadar namaz kıl ve sabah okumasını da. Şüphesiz sabah namazı şahitli olmuştur.

"Ekrrnıs salate lidülukiş şemsi” güneşin zevalinden namaz kıl demektir. Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz'in:

"Bana Cebrâîl güneşin dülukünde yani zevalinde geldi, öğle namazını kıldırdı” hadisi de bunu gösterir. Düluk'ün güneşin batması olduğu da söylenmiştir. Delk maddesi bir yerden bir yere intikal etmek manasınadır, delk de ondandır, çünkü dellak'in eli bir yerde durmaz. Dal velam'dan oluşan bütün terkipler de böyledir; Meselâ delece (gece yürümek), deleha (ağır ağır yürümek), delea (dili dışarı çıkmak), delef (ayağı bağlı gibi yürümek) ve delehe (aklı gitmek) gibi. Düluk'un delkten (oğuşturmaktan) geldiği söylenmiştir, çünkü güneşe bakan ışığını def etmek için gözünü oğuşturur. Lâm da vakit manasınadır, Meselâ: Liselaasin halevne (ayın üçünde) gibi. (Gecenin karanlığına kadar) o da yatsı namazının vaktidir.

"Sabah okumasını da” sabah namazını demektir, ona okuma denilmesi, namazın rüknü olmasındandır, namaza rüku ve secde denilmesi gibi. Bu, sabah namazında okumanın vâcip olduğuna delil getirilmiştir ki, bunda delil yoktur, çünkü kısa okumak da câizdir, çünkü o da menduptur. Evet, eğer sabah namazında okuma ile tefsir edilirse, emrin okumanın onda Nâs ve diğerinde kıyas ile vâcip olduğuna delâlet eder.

"Sünhesiz sabah okuması şahitli olmuştur” ona gece melekleri ve gündüz melekleri şahitlik eder yahut karanlığın ışıkla, ölümün kardeşi olan uykunun uyanıklıkla değişmesi gibi kudret şahitleri şahitlik eder ya da ona namaz kılanlardan çokları şahitlik eder ya da büyük bir kalabalığın şahitlik etmesi onun hakkıdır. Eğer düluk güneşin zevali ile tefsir edilirse âyet beş vakit namazı içine almış olur; eğer güneşin batması ile tefsir edilirse, yalnız gece namazını içine almış olur. Namazdan murat edilenin akşam namazı olduğu da söylenmiştir.

"Güneşin zevalinden gecenin karanlığına kadar” ifadesi vaktin başlangıcını ve sonunu açıklamak içindir. Bu, vaktin kızıllığın batmasına kadar sürdüğüne delil getirilmiştir.

79

Geceden de onunla teheccüd kıl. Rabbinin seni övülen makama göndermesi umulur (kesindir).

 (Geceden de onunla teheccüd kıl) gecenin bir kısmında namaz için uykuyu terk et, bihi zamiri de Kur'ân'a gitmektedir.

"Senin için nafile olarak” farz namazlara ilave bir farz olarak ya da senin için fazilet olarak demektir, çünkü vacipliği ona hâstır.

"Rabbinin seni övülen makama göndermesi umulur/kesindir.” orada duranın ve tanıyan herkesin öveceği makam demektir. Bu da değer ifade eden her makamı içine alır. Meşhur olan onun şefaat makamı olmasıdır, çünkü Ebû Hureyre radıyallahü anh'in rivâyetine göre Efendimiz aleyhisselâm: O, ümmetime şefaat edeceğim makam buyurmuştur. Bir de orada durmasını insanların öveceği bir makamı akla getiriyor ki, o, şefaat makamından başkası değildir. Makamen zarf olarak gizli fiiliyle mensûbtur yani feyükimüke makarnan demektir ya da "yebasüke"ye o mana verildiği içindir ya da hâl olarak mensûbtur, mana da en yebaseke za makamin demektir.

80

De ki: Rabbim, beni doğru girmekle girdir ve doğru çıkmakla çıkar. Bana kendi katından yardıma mazhar olmuş bir güç ver.

"De ki: Rabbim, beni girdir” kabre "doğru girmekle” râzı olacağım şekilde "ve beni çıkar” yeniden dirileceğim zaman ondan "doğru çıkmakla” ikrama mazhar bir çıkmakla. Bundan Medîne'ye girmek ve Mekke'den çıkmak murat edilmiştir de, denilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Mekke'ye gâlip olarak girmesidir, ondan müşriklerden emin olarak çıkmasıdır.

Şöyle de denilmiştir: Mağaraya salim olarak girip ondan salim olarak çıkmasıdır.

Şöyle de denilmiştir: Yüklendiği risalet yükünün altına girmesi ve ondan hakkını ödeyerek çıkmasıdır.

Şöyle de denilmiştir: İlgili her mekâna yahut işe girmesi ve ondan çıkmasıdır. Feth ile "medhale” ve "mahrece” de okunmuştur ki, beni girdir, ben de girmekle gireyim, beni çıkar, ben de çıkmakla çıkayım.

"Bana kendi katından yardıma mazhar olmuş bir güç ver” bir delil ver ki, bana muhalefet edene karşı bana yardım etsin.

Ya da bir mülk ver ki, küfre karşı İslâm'a yardım etsin. Allah da:

"Şüphesiz Allah,'ın fırkası/taraftarları gâliptir” (Maide: 56) ve "onu bütün dinlere gâlip kılmak için” (Saf: 9) ve "onları elbette onların yerine yerleştireceğim” (Nûr: 55) sözü ile duasını kabul etti.

81

De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Şüphesiz bâtıl zâil olmağa mahkûmdur.

"De ki: Hak geldi” İslâm ile "bâtıl zâil oldu” gitti ve şirk helâk oldu. Bu da zehaka ruhuhu deyiminden gelir ki, canı çıkmaktır.

"Şüphesiz bâtıl zâil olmaya mahkumdur” silinip ortadan kalkmaya. İbn Mes'ud şöyle buyurmuştur: Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz fetih günü Mekke'ye girdi, orada üç yüz altmış put vardı. Asası ile teker teker gözlerine dürttü:

"Hak geldi, bâtıl zâil oldu” dedi, her biri yüzükoyun düştü, hepsini yere attı, Huzaa'lıların bir putu Ka'be'nin üzerinde kaldı, o da tunçtandı: Ya Ali, onu yere at, dedi. O da onu atıp kırdı.

82

Biz Kur'ân'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. O, zâlimlerin ziyanından başka bir şey artırmaz.

 (Biz Kur'ân'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz). Dinlerini doğrultmada ve nefislerini ıslah etmede hastalar için şifalı ilaçlar gibi şeyler indiriyoruz.

"Min” beyaniyedir, çünkü Kur'ân'ın hepsi öyledir. Ba' manasına olduğu da söylenmiştir,

Mana da şöyledir: Onun bazıları hastalıklara şifadır, Meselâ Fâtiha ve şifa âyetleri gibi. Basra'lı iki kurra (Ebû Amr ile Ya'kûb) şeddesiz olarak "nünzilü” okumuşlardır.

"O, zâlimlerin ziyanından başka bir şeyi artırmaz” çünkü onlar onu yalanlar ve onu inkâr ederler.

83

İnsana nimet verdiğimiz zaman (şükürden) yüz çevirir ve yan çizer. Ona şer dokundu mu pek umutsuz olur.

"İnsana nimet verdiğimiz zaman” sağlık ve bolluk gibi "yüz çevirir” Allah'ın zikrinden "yan çizer” omuz silker ve kendini ondan uzaklaştırır; sanki ona hiç ihtiyacı yokmuş ve başına buyrukmuş gibi. Bunun kibirden kinaye olması da câizdir, çünkü o kibirlilerin adetlerindendir. İbn Âmir, İbn Zekvân rivâyetinde burada ve Fussilet'te hemzeyi yer değiştirerek ya da nahada (kalkmak) manasına "nâe” okumuştur.

"Ona şer dokundu mu” hastalık veya fakirlik gibi "pek umutsuz olur” Allah'ın rahmetinden ümidini tamamen keser.

84

De ki: Herkes kendi karakterine göre davranır. Rabbiniz kimin daha doğru yolda olduğunu pekiyi bilir.

 (De ki: Herkes kendi karakterine göre davranır) de ki: Herkes hidâyet ve sapıklıkta veya ruhunun cevherinde, bedeninin mizacına tabı hâllerinde durumuna uygun şekilde davranır.

"Rabbiniz kimin daha doğru yolda olduğunu pekiyi bilir” yolunun düzgün ve gidecek yerinin daha açık olduğunu pekiyi bilir. Âyette geçen sakile; tabiat, âdet ve din ile tefsir edilmiştir.

85

Sana ruhtan sorarlar, de ki: Rûh Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.

"Sana ruhtan sorarlar” insan bedenine can veren ve onu idare eden ruhtan "de ki: Rûh Rabbimin emrindendir” maddesiz ve insan organına benzemeksizin bir asıldan doğmadan var olan harikalardandır.

Ya da onun emri ile meydana gelen ve ol demesiyle var olan şeydir. Onun kıdem ve hudus'undan sorulunca cevap böyledir.

Şöyle de denilmiştir: Allah onun ilmini kendine saklamıştır. Çünkü Yahûdîler Kureyş'e: Ona Ashâb-ı Kehf'ten, Zülkarneyn'den ve Rûh'tan sorun. Eğer ona cevap verirse yahut susarsa peygamber değildir. Eğer bazısına cevap verir, bazısından susarsa, peygamberdir, dediler. O da onlara iki kıssayı anlattı ve rûh işini kapalı bıraktı, nitekim Tevrat'ta da kapalıdır.

Şöyle de denilmiştir: Rûh Cebrâîl'dir. Meleklerden çok büyük bir mahluktur da denilmiştir. Kur'ân'dır da denilmiştir. Bunun manası, onun vahyindendir de denilmiştir.

"O hususta size ilimden az bir şey verilmiştir” duyularınız aracılığı ile istifade edeceğiniz ilimden, çünkü aklın teorik bilgileri edinmesi, cüziyyatın hissinden istifade edilen zorunlu şeylerdir. Bunun içindir ki: Hissini kayb eden ilmi de kayb eder, denilmiştir. Belki de birçok şeyler his ile idrak edilmez, onun zatım tarif eden şeyler de his ile idrak edilmez. Bu da şuna işarettir ki, rûhun zâtını bilmek mümkün değildir, ancak onu başkalarıyla karışan şeylerden ayıran arızî şeylerle bilmek mümkündür (rûh ancak fonksiyonlarıyla bilinir). Bunun içindir ki, bu cevapla yetinilmiştir, nitekim Mûsa aleyhisselâm da "âlemlerin Rabbi de nedir?” (Şuarâ': 23) sorusuna Allah'ın bazı sıfatlarını zikrederek cevap vermiştir.

Rivâyete göre aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz onlara bunu söyleyince: Bu hitap bize mi hâstır, dediler? O da: Hayır, hem size hem de bize hâstır, dedi. Onlar da: Sen ne acayip kimsesin; bir an "kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiştir” (Bakara: 269) diyorsun, bir an da böyle diyorsun, dediler. Bunun üzerine:

"Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa...” (Lokman: 27) âyeti indi. Onlar bunu kötü anlayışlarından dediler, çünkü insanla ilgili hikmet odur ki, hayırdan ve haktan inşan gücünün sınırına dahil olanlar hatta dünya ve âhiret işlerini düzenleyen şeyler öğrenilmelidir. Bu da Allah'ın sonsuz ilmine göre azdır, insanı iki dünyada hayra nâil etmesi hasebiyle de çoktur.

86

Yemin olsun, eğer dilersek, sana vahyettiğimiz şeyi muhakkak gideririz, sonra da o yüzden bize karşı bir vekil bulamazsın.

 (Yemin olsun eğer dilersek, sana vahyettiğimiz şeyi muhakkak gideririz). Birinci lâm kaseme hazırlık lâm'ıdır "lenezhebenne” de onun cevabıdır, şartın cezası yerine geçmiştir.

Mana da şöyledir: Eğer dilersek Kur'ân'ı Mushaf'lardan ve göğüslerden giderir ve sileriz.

"Sonra o yüzden bize karşı bir vekil bulamazsın” onu yazılmış ve ezberlenmiş olarak geri getirmeyi tekeffül eden birini bulamazsın.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1286  H : 685)

 

BEYDÂVÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

ŞÂFİÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç