76
Seni çıkarmak için neredeyse seni bu yerden koparacaklardı.
O takdirde senin arkandan kendileri de pek az kalırlardı.
"Neredeyse”
Mekke halkı
"seni koparacaklardı” düşmanlıkları ile seni
rahatsız edeceklerdi "bu yerden” Mekke
toprağından "seni oradan çıkarmak için. O takdirde senin
arkandan (halfeke)
kalmazlardı” eğer çıksa idin çıkışından sonra kalmazlardı
"ancak pek az kalırlardı” öyle de oldu, çünkü
onlar hicretinden bir yıl sonra Bedir'de helâk edildiler.
Şöyle de
denilmiştir: Âyet
Yahûdîler hakkında indi, çünkü onlar Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in
Medîne'de kalmasını çekemediler: Şâm Peygamberler diyarıdır; eğer peygamber isen
oraya ulaş, biz de sana îman ederiz, dediler. Eendimiz bunu biraz düşünecek gibi
oldu, âyet bunun üzerine indi. Döndü, sonra onlardan Kurayza oğulları öldürüldü,
az sonra da Nadıyr oğulları sürgüne gönderildi.
"Layelbesu”
şeklinde de
okunmuştur ki, o zaman "ve in kâdu leyestefizzuneke”
cümlesinin üzerine ma’tûf olur,
"kâde"nin
haberi olmaz. Çünkü "izâ” mabedi mâkabline itimat
ederse amel etmez. İbn Âmir,
Kisâî, Ya'kûb
ve Hafs "hilafeke”
okumuşlardır, o da lügattir. Şâir şöyle demiştir:
Yurt, arkalarından (hilafehüm)
silindi sanki
Kadınlar aralarına hasır döşediler.
77
Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerim izdeki kanun gibi.
Kanunumuz için bir değişiklik bulamazsın.
(Senden
önce gönderdiğimiz peygamberlerimizdeki kanun gibi)
bu da mastar olarak mensûbtur yani sennallahu
Zâlike sünneten demektir. Bu da peygamberlerini
aralarından çıkaran her ümmetin helâk olmasıdır. Sünnet
(adet, kanun) Allah'a aittir, peygamberlere nispeti onlar için
olmasındandır,
"kanunumuz için
bir değişiklik bulamazsın”
kavli de bunun Allah'a ait
olduğunu gösterir.
78
Güneşin zevalinden gecenin karanlığına kadar namaz kıl ve
sabah okumasını da. Şüphesiz sabah namazı şahitli olmuştur.
"Ekrrnıs salate
lidülukiş şemsi”
güneşin zevalinden namaz kıl demektir. Aleyhis-salâtü
ves-selâm Efendimiz'in:
"Bana
Cebrâîl
güneşin dülukünde
yani
zevalinde geldi, öğle namazını kıldırdı”
hadisi de bunu gösterir.
Düluk'ün güneşin batması olduğu da söylenmiştir. Delk maddesi bir yerden bir
yere intikal etmek manasınadır, delk de ondandır, çünkü dellak'in eli bir yerde
durmaz. Dal velam'dan oluşan bütün terkipler de böyledir; Meselâ delece
(gece yürümek), deleha
(ağır ağır yürümek), delea (dili dışarı çıkmak),
delef (ayağı bağlı gibi yürümek) ve delehe
(aklı gitmek) gibi. Düluk'un delkten
(oğuşturmaktan) geldiği söylenmiştir, çünkü
güneşe bakan ışığını def etmek için gözünü oğuşturur.
Lâm da vakit manasınadır, Meselâ: Liselaasin halevne
(ayın üçünde) gibi.
(Gecenin karanlığına kadar) o da yatsı namazının vaktidir.
"Sabah okumasını
da” sabah namazını
demektir, ona okuma denilmesi, namazın rüknü olmasındandır, namaza rüku ve secde
denilmesi gibi. Bu, sabah namazında okumanın vâcip olduğuna delil getirilmiştir
ki, bunda delil yoktur, çünkü kısa okumak da câizdir, çünkü o da menduptur.
Evet, eğer sabah namazında okuma ile tefsir edilirse, emrin okumanın onda Nâs ve
diğerinde kıyas ile vâcip olduğuna delâlet eder.
"Sünhesiz sabah
okuması şahitli olmuştur”
ona gece melekleri ve gündüz
melekleri şahitlik eder yahut karanlığın ışıkla,
ölümün kardeşi olan uykunun uyanıklıkla değişmesi gibi kudret şahitleri şahitlik
eder ya da ona namaz kılanlardan çokları
şahitlik eder ya da büyük bir kalabalığın
şahitlik etmesi onun hakkıdır. Eğer düluk güneşin zevali ile tefsir edilirse
âyet beş vakit namazı içine almış olur; eğer güneşin batması ile tefsir
edilirse, yalnız gece namazını içine almış olur. Namazdan murat edilenin akşam
namazı olduğu da söylenmiştir.
"Güneşin
zevalinden gecenin karanlığına kadar”
ifadesi vaktin başlangıcını
ve sonunu açıklamak içindir. Bu, vaktin kızıllığın batmasına kadar sürdüğüne
delil getirilmiştir.
79
Geceden de onunla teheccüd kıl. Rabbinin seni övülen makama
göndermesi umulur (kesindir).
(Geceden
de onunla teheccüd kıl)
gecenin bir kısmında namaz için uykuyu terk et, bihi zamiri de Kur'ân'a
gitmektedir.
"Senin için
nafile olarak” farz
namazlara ilave bir farz olarak ya da senin için
fazilet olarak demektir, çünkü vacipliği ona hâstır.
"Rabbinin seni
övülen makama göndermesi umulur/kesindir.”
orada duranın ve tanıyan
herkesin öveceği makam demektir. Bu da değer ifade eden her makamı içine alır.
Meşhur olan onun şefaat makamı olmasıdır, çünkü Ebû
Hureyre radıyallahü anh'in rivâyetine
göre Efendimiz
aleyhisselâm: O, ümmetime şefaat edeceğim makam
buyurmuştur. Bir de orada durmasını insanların öveceği bir makamı akla getiriyor
ki, o, şefaat makamından başkası değildir. Makamen zarf olarak gizli fiiliyle
mensûbtur yani feyükimüke makarnan demektir
ya da "yebasüke"ye
o mana verildiği içindir ya da hâl olarak
mensûbtur, mana da en yebaseke za makamin demektir.
80
De ki: Rabbim, beni doğru girmekle girdir ve doğru çıkmakla
çıkar. Bana kendi katından yardıma mazhar olmuş bir güç ver.
"De ki: Rabbim,
beni girdir” kabre
"doğru girmekle” râzı olacağım şekilde
"ve beni çıkar” yeniden dirileceğim zaman ondan
"doğru çıkmakla” ikrama mazhar bir çıkmakla.
Bundan Medîne'ye girmek ve Mekke'den çıkmak murat edilmiştir de, denilmiştir.
Şöyle de
denilmiştir:
Mekke'ye gâlip olarak girmesidir, ondan müşriklerden emin olarak çıkmasıdır.
Şöyle de
denilmiştir:
Mağaraya salim olarak girip ondan salim olarak çıkmasıdır.
Şöyle de
denilmiştir:
Yüklendiği risalet yükünün altına girmesi ve ondan hakkını ödeyerek çıkmasıdır.
Şöyle de
denilmiştir:
İlgili her mekâna yahut işe girmesi ve ondan
çıkmasıdır. Feth ile "medhale” ve
"mahrece” de okunmuştur ki, beni girdir, ben de
girmekle gireyim, beni çıkar, ben de çıkmakla çıkayım.
"Bana kendi
katından yardıma mazhar olmuş bir güç ver”
bir delil ver ki, bana
muhalefet edene karşı bana yardım etsin.
Ya da
bir mülk ver ki, küfre karşı İslâm'a yardım etsin. Allah da:
"Şüphesiz
Allah,'ın fırkası/taraftarları gâliptir”
(Maide: 56)
ve "onu bütün dinlere gâlip kılmak için”
(Saf: 9) ve "onları
elbette onların yerine yerleştireceğim” (Nûr:
55) sözü ile duasını kabul etti.
81
De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Şüphesiz bâtıl zâil
olmağa mahkûmdur.
"De ki: Hak
geldi” İslâm ile
"bâtıl zâil oldu” gitti ve şirk helâk oldu. Bu da
zehaka ruhuhu deyiminden gelir ki, canı çıkmaktır.
"Şüphesiz bâtıl
zâil olmaya mahkumdur”
silinip ortadan kalkmaya.
İbn Mes'ud şöyle buyurmuştur:
Aleyhis-salâtü ves-selâm Efendimiz fetih günü Mekke'ye girdi, orada üç yüz altmış put
vardı. Asası ile teker teker gözlerine dürttü:
"Hak geldi,
bâtıl zâil oldu”
dedi, her biri yüzükoyun düştü, hepsini yere attı, Huzaa'lıların bir putu Ka'be'nin
üzerinde kaldı, o da tunçtandı: Ya Ali, onu yere
at, dedi. O da onu atıp kırdı.
82
Biz Kur'ân'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyler
indiriyoruz. O, zâlimlerin ziyanından başka bir şey artırmaz.
(Biz
Kur'ân'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz).
Dinlerini doğrultmada ve nefislerini ıslah etmede hastalar için şifalı ilaçlar
gibi şeyler indiriyoruz.
"Min”
beyaniyedir, çünkü Kur'ân'ın
hepsi öyledir. Ba'zı manasına olduğu da
söylenmiştir,
Mana da
şöyledir: Onun
bazıları hastalıklara şifadır, Meselâ Fâtiha ve şifa âyetleri gibi. Basra'lı iki
kurra (Ebû Amr
ile Ya'kûb)
şeddesiz olarak "nünzilü” okumuşlardır.
"O, zâlimlerin
ziyanından başka bir şeyi artırmaz”
çünkü onlar onu yalanlar ve
onu inkâr ederler.
83
İnsana nimet verdiğimiz zaman
(şükürden) yüz çevirir ve yan çizer. Ona şer dokundu mu pek umutsuz olur.
"İnsana nimet
verdiğimiz zaman”
sağlık ve bolluk gibi "yüz çevirir” Allah'ın
zikrinden "yan çizer” omuz silker ve kendini
ondan uzaklaştırır; sanki ona hiç ihtiyacı yokmuş ve başına buyrukmuş gibi.
Bunun kibirden kinaye olması da câizdir, çünkü o kibirlilerin adetlerindendir.
İbn Âmir, İbn
Zekvân rivâyetinde burada ve Fussilet'te hemzeyi yer değiştirerek
ya da nahada (kalkmak)
manasına "nâe” okumuştur.
"Ona şer dokundu
mu” hastalık
veya fakirlik gibi "pek
umutsuz olur” Allah'ın rahmetinden ümidini tamamen keser.
84
De ki: Herkes kendi karakterine göre davranır. Rabbiniz
kimin daha doğru yolda olduğunu pekiyi bilir.
(De
ki: Herkes kendi karakterine göre davranır)
de ki: Herkes hidâyet ve sapıklıkta veya ruhunun
cevherinde, bedeninin mizacına tabı hâllerinde durumuna uygun şekilde davranır.
"Rabbiniz kimin
daha doğru yolda olduğunu pekiyi bilir”
yolunun düzgün ve gidecek
yerinin daha açık olduğunu pekiyi bilir. Âyette geçen sakile; tabiat, âdet ve
din ile tefsir edilmiştir.
85
Sana ruhtan sorarlar, de ki: Rûh Rabbimin emrindendir. Size
ilimden pek az bir şey verilmiştir.
"Sana ruhtan
sorarlar” insan
bedenine can veren ve onu idare eden ruhtan "de ki: Rûh
Rabbimin emrindendir” maddesiz ve insan organına benzemeksizin bir
asıldan doğmadan var olan harikalardandır.
Ya da
onun emri ile meydana gelen ve ol demesiyle var olan şeydir. Onun kıdem ve
hudus'undan sorulunca cevap böyledir.
Şöyle de
denilmiştir:
Allah onun ilmini kendine saklamıştır. Çünkü Yahûdîler Kureyş'e: Ona Ashâb-ı
Kehf'ten, Zülkarneyn'den ve Rûh'tan sorun. Eğer ona cevap verirse
yahut susarsa peygamber değildir. Eğer bazısına cevap verir,
bazısından susarsa, peygamberdir, dediler. O da onlara iki kıssayı anlattı ve
rûh işini kapalı bıraktı, nitekim Tevrat'ta da kapalıdır.
Şöyle de
denilmiştir: Rûh
Cebrâîl'dir. Meleklerden çok büyük bir
mahluktur da denilmiştir. Kur'ân'dır da denilmiştir. Bunun manası, onun
vahyindendir de denilmiştir.
"O hususta size
ilimden az bir şey verilmiştir”
duyularınız aracılığı ile
istifade edeceğiniz ilimden, çünkü aklın teorik bilgileri edinmesi, cüziyyatın
hissinden istifade edilen zorunlu şeylerdir. Bunun içindir ki: Hissini kayb eden
ilmi de kayb eder, denilmiştir. Belki de birçok şeyler his ile idrak edilmez,
onun zatım tarif eden şeyler de his ile idrak edilmez. Bu da şuna işarettir ki,
rûhun zâtını bilmek mümkün değildir, ancak onu başkalarıyla karışan şeylerden
ayıran arızî şeylerle bilmek mümkündür (rûh ancak
fonksiyonlarıyla bilinir). Bunun içindir ki, bu cevapla yetinilmiştir,
nitekim Mûsa aleyhisselâm da
"âlemlerin Rabbi de nedir?”
(Şuarâ': 23) sorusuna Allah'ın bazı sıfatlarını
zikrederek cevap vermiştir.
Rivâyete göre
aleyhis-salâtü ves-selâm
Efendimiz onlara bunu söyleyince: Bu
hitap bize mi hâstır, dediler? O da: Hayır, hem size hem de bize hâstır, dedi.
Onlar da: Sen ne acayip kimsesin; bir an
"kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiştir”
(Bakara: 269) diyorsun, bir
an da böyle diyorsun, dediler. Bunun üzerine:
"Eğer
yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa...”
(Lokman: 27)
âyeti indi. Onlar bunu kötü anlayışlarından dediler, çünkü insanla ilgili hikmet
odur ki, hayırdan ve haktan inşan gücünün sınırına dahil olanlar hatta dünya ve
âhiret işlerini düzenleyen şeyler öğrenilmelidir. Bu da Allah'ın sonsuz ilmine
göre azdır, insanı iki dünyada hayra nâil etmesi hasebiyle de çoktur.
86
Yemin olsun, eğer dilersek, sana vahyettiğimiz şeyi
muhakkak gideririz, sonra da o yüzden bize karşı bir vekil bulamazsın.
(Yemin
olsun eğer dilersek, sana vahyettiğimiz şeyi muhakkak gideririz).
Birinci lâm
kaseme hazırlık lâm'ıdır
"lenezhebenne” de onun cevabıdır, şartın cezası yerine geçmiştir.
Mana da
şöyledir: Eğer
dilersek Kur'ân'ı Mushaf'lardan ve göğüslerden giderir ve sileriz.
"Sonra o yüzden
bize karşı bir vekil bulamazsın”
onu yazılmış ve ezberlenmiş
olarak geri getirmeyi tekeffül eden birini bulamazsın.
|