Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

254

 

013 - RA'D SÛRESİ

 

CÜZ :

13

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

43

O kâfir olanlar: "Sen gönderilmiş bir peygamber değilsin" derler. De ki: "Benimle sizin aranızda bir şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi bulunanlar yeter."

"O kâfir olanlar, sen gönderilmiş bir peygamber değilsin, derler." Katâde der ki: Burada kasıt Arap müşriktendir,yani sen bir peygamber veya bir Rasûl değilsin. Sen ancak uydurma bir söz söyleyensin, Hazret-i Peygamber, onların teklif ettikleri mucizeleri göstermeyince onlar bu sözleri söylediler.

"De ki" yani ey Muhammed onlara de ki:

"Benimle sizin aranızda” benim doğru söylediğime, sizin de yalan söylediğinize dair

"bir şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi bulunanlar yeter." Bu, Arap müşriklerine karşı getirilen bir delildir. Çünkü onlar tefsirlerde belirtildiğine göre kitab ehlinden -aralarından îman eden kimselere- müracaat ediyorlardı.

Şöyle de açıklanmıştır: Kitab ehlinin şahitlikleri davalaşan tarafların arasında hükmü neticeye bağlayacak bir tanıklık idi. Bunlar ise Abdullah b. Selâm, Selman-ı Farisî, Temim ed-Dârî, Necaşî ve arkadaşları gibi, kitab ehlinin îman edenleridir. Bunu da Katâde veSaîd b. Cübeyr ifade etmiştir.

Tirmizî, Abdullah b. Selâm’ın kardeşinin oğlundan naklen, şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Osman'ın öldürülmesi istenince Abdullah b. Selam geldi. Hazret-i Osman ona: Gelişine sebeb nedir? diye sorunca, O: Sana yardımcı olmaya geldim, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Osman şöyle dedi: O halde insanların karşısına çık ve onların benden uzaklaşmalarını söyle, çünkü senin çıkışın benim için içeri girmenden daha hayırlıdır. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm insanların karşısına çıkarak şöyle dedi: Ey insanlar! Şunu bilin ki benim cahiliye döneminde adım filan idi.Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana Abdullah ismini verdi. Benim hakkımda Allah'ın Kitabından bir takım âyet-i kerîmeler İndi. Benim hakkımda yüce Allah'ın:

"Eğer o Allah tarafından gönderilmiş iken siz onu inkâr etmiş iseniz ve İsrailoğullarından bir şahid de onun bir benzeri üzere şahitlik edip îman etmiş olduğu halde siz büyüklük taslamış iseniz, gerçek şu ki Allah zâlimler topluluğuna hidayet vermez" (el-Ahkaf, 46/10) âyetini İndirmiştir. Yine'benim hakkımda: "De ki; Benimle sizin aranızda bir şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi bulunanlar yeter." âyetini indirmiştir... Tirmizî, Tefsir 46. sûre 1, Menâkıb 36. Biz bu hadisi bütünüyle "et-Tezkire" adlı eserimizde nakletmiş bulunuyoruz. Ebû Îsa da bu hadis hakkında şöyle demektedir: Bu hasen, garib bir hadistir.

Abdullah b. Selam'ın cahiliye dönemindeki ismi Husayn idi.Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona Abdullah ismini vermiştir.

Ebû Bişr der ki: Saîd b. Cübeyr'e: "Ve yanında kitabın bilgisi bulunanlar" dan kasıt kimdir? diye sordum. O: O kişi Abdullah b. Selâm'dır, dedi.

Derim ki: Bu kişi nasıl Abdullah b. Selâm olabilir? Bu sûre Mekke'de inmiştir. Abdullah b. Selâm ise ancak Medine döneminde müslüman olmuştur.

Bunu es-Sa'lebî nakletmektedir, el-Kuşeyrî de der ki: İbn Cübeyr dedi ki: Sûre Mekke'de inmiştir. İbn Selam ise bu sureden sonra Medine'de İslâm'a girmiştir. O bakımdan bu âyet-i kerîmenin İbn Selâm hakkında yorumlanması câiz olamaz. "Yanında kitabın bilgisi bulunan" dan kasıt, Hazret-iCebrâîl'dir, Aynı zamanda bu,İbn Abbâs'ın da görüşüdür.

el-Hasen,Mücahid ve ed-Dahhâk der ki: Bu yüce Allah'tır. Onlar bu âyeti; "Kitabın bilgisi O'nun nezdinden gelmiştir" diye okurlar ve: Burada kasıt Abdullah b. Selâm ile Selman'dır diyenlerin kanaatlerini reddediyorlardı. Çünkü onların görüşüne göre sûre Mekke'de inmiştir, bunlar ise Medine'de İslâm'a girmişlerdir.

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)den de bu âyeti aynı şekilde okuduğu zayıf olmakla birlikte- da rivâyet edilmiştir. Yine bunu Süleyman b. Erkarn, ez-Zührî'den, o Salim'den, o da babasından, o da Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)den yoluyla rivâyet etmiştir. Mahbub da, İsmail b. Muhammed el-Yemanî'den naklettiğine göre, o da aynı şekilde; "Nezdinden" şeklinde mim, ayn ve dal harflerini esreli olarak; "Kitabın alameti, işareti" anlamında "ayn" harfini ötreli ve "kitab" kelimesini de merfu olarak okumuştur. Abdullah b. Atâ der ki: Ben Ebû Cafer b. Ali b. el-Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib(r. anhum)a şöyle dedim: Yanında kitabın bilgisi bulunan kişinin Abdullah b. Selâm olduğunu iddia etmişlerdir. O şöyle dedi: Hayır, bu kişi Ali b. Ebî Tâlib(radıyallahü anh)dır. Muhammed b. el-Hanefiye de böyle demiştir. Bütün mü’minlerdir, diye de açıklanmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Kadı Ebû Bekir b. el-Arabî der ki: Bu kimsenin Hazret-i Ali olduğunu söyleyen iki esastan birisine dayanır: Ya o kimsenin kanaatine göre Hazret-i Ali mü’minlerin en bilginidir; ama gerçek öyle değildir. Çünkü Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahü anhüm) ondan daha bilgilidirler. Diğer bir sebeb de Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)a atfedilen: "Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır", sözü dolayısıyladır, bu da batıl bir hadistir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) İlmin şehridir, ashab'ı da bu şehre açılan kapılardır. Bu kapıların kimisi oldukça geniştir, kimisi orta büyüklüktedir ve bu onların ilimlerdeki derecelerine göre değişir. Burada "kitabın bilgisi"ne sahib olanların bütün mü’minler olduğunu söyleyenlerde doğru söylemişlerdir. Çünkü herbirmü’min Kitab'ı bilir ve onun hangi yönden muciz olduğunu idrâk eder. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)in doğru söylediğine de tanıklık eder.

Derim ki: Buna göre Kitab'tan kasıt Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kitabın bilgisine sahip olan kimsenin Abdullah b. Selâm olduğunu söyleyenler ise Tirmizî'nin belirttiği hadise dayanmaktadır. Abdullah b. Selâm hakkında herhangi bir âyetin inmesine mani bir durum olmadığı gibi, kendisi de bütün mü’minleı lâfzının kapsamına girmektedir. Bunu, ifadeler anısında yer alan: "O kâfir olanlar" âyeti da desteklemektedir ki, bununla kastedilenler Kureyşlilerdır. O halde Kitab bilgisine sahip olanlar yahudilerden olsun, hristiyanlardan olsun îman eden kimselerdir. Çünkü bunlar nübüvveti ve Kitabı puta tapıcılara göre daha iyi bilirler.

en-Nehhâs der ki: Bu kimseden kasıt Abdullah b. Selam ve başkalarıdır, diyenlerin kanaatlerinin de doğru olma ihtimali vardır, çünkü deliller sahih olup da Kur'ân-ı Kerîm'den önce indirilmiş kitabı okuyan kimseler de bu dlilleri tanıyacak olurlarsa artık bu kesin bir husus olur. İşin hakikatini en iyi bilen Allah'tır.

İBRÂHÎM SÛRESİ

Rahmân Ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

(Mekke'de İnmiştir. Elliiki Âyettir)

el-Hasen,İkrime ve Câbir'in görüşüne göre bütünüyle Mekke'de inmiştir. İbn Abbâs veKatade ise bundan iki âyet müstesnadır, onlar Medine'de inmişlerdir, derler, Üç âyet müstesnadır da denilmiştir. Bu üç âyet-i kerîme Allah ve Rasûlüne karşı Savaş açan kimseler hakkında inmiştir ki; bunlar da yüce Allah'ın:

"Allah'ın nimetini küfür ile değiştiren... varacağınız yer şüphesiz ateş olacaktır" (28-30. âyetler) buyruktandır.

1

Elif, Lâm, Râ. Bu, insanları Rabblerinin izniyle, karanlıklardan nura, Aziz, Hamîd olanın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.

Yüce Allah'ın:

"Elif, Lâm, Râ. Bu... sana indirdiğimiz bir kitaptır" âyetinin anlamına dair açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır.

"Bu, İnsanları Rabblerinin izniyle"onlara muvaffakiyet vermesi ve lütfü ile

"karanlıklardan" küfrün, sapıklığın, bilgisizliğin karanlıklarından, îman ve ilmin aydınlığı demek olan

"nûr'a..." onları Kur'ân-ı Kerîm'e davet etmen suretiyle

"çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır."

Bu âyette

"karanlık" ile

"nûr" bir temsildir. Çünkü küfür karanlık gibidir, İslâm da nûr gibidir. Bu âyet bid'atten sünnete, şüpheden yakîne diye de açıklanmıştır. Bu açıklamalar birbirlerine yakındır.

"Rabblerinin izniyle" âyetindeki "be" harfi; "Çıkarman" fiiline taalluk etmektedir. Burada fiilin Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)e izafe' edilmesinin sebebi, davet edenin, uyarıp hidayete çağıranın kendisi oluşundan dolayıdır.

"Aziz, Hamid olanın yoluna" âyetinin da -araya "vav" harfi getirmeksizin- gelmesi; "Akıllı, faziletli Zeyd'in yanına gittim" demeye benzer. "Vav" harfinin getirilmeyiş sebebi ise her iki sıfatın da aynı kişiye ait oluşundan dolayıdır.

Şanı yüce Allah; misli ve benzeri olmayan Azîz'dir.

"Aziz"in hiçbir kimsenin mağlup edemediği kimse anlamında olduğu söylendiği gibi, mülk ve saltanatında kendisine erişilemeyen, O'na zarar verilemeyen anlamında olduğu da söylenmiştir.

"Hamîd" ise her dilde kendisine hamd edilen, her yerde ve her durumda şanı ve şerefi övülen, yüceltilen kimse demektir.

Miksem'in, İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Meryem oğlu Îsa'ya îman eden bir topluluk ve onu inkâr eden bir topluluk vardı. Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilince, Îsa'yı inkâr eden kimseler ona îman etti. Buna karşılık Îsa'ya îman edenler de onu İnkâr etti. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi. Bunu el-Maverdî nakletmektedir.

2

O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı vay o kâfirlerin haline!

3

Onlar dünya hayatını, âhiretten daha çok sevenler, Allah'ın yolundan alıkoyanlar, onun eğrilmesini isteyenlerdir. İşte onlar uzak bir sapıldık içindedirler.

"O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi" mülkiyetleriyle, kul olarak, yoktan var edilmeleri ve yaratılmaları itibariyle

"hepsi O'nundur." Nâfi', İbn Âmir ve başkaları

"Allah" lâfzını mübtedâ olarak merfu;... ki" lâfzını da onun haberi olarak okumuşlardır. ("Allah göklerde... kendisinin olandır" demek olur). Bunun sıfatı olduğu, haberinin ise gizli olduğu da söylenmiştir. Yani göklerde ve yerde ne varsa, hepsi kendisinin olan Allah herşeye kadirdir.

Diğerleri ise (bir önceki âyet-i kerîmede geçen): "Azîz, Hakim”in sıfatı olarak esreli okumuşlardır. Ancak sıfatı mevsuftan önce zikretmiştir. Bu da; " Zarif Zeyd'e uğradım" demeye benzer.

Bu şekilde esreli okuyuşun "Hamîd'in bedeli olduğu ve sıfat olmadığı da söylenmiştir. Çünkü "Allah" ism-i celali özel isim gibi olduğundan burada vasfedilmez. Nitekim Zeyd ve Amr kelimelerinin de sıfat olarak kullanılmadığı gibi. Bununla birlikte mana itibariyle sıfat olarak getirilmesi mümkündür. Çünkü bu, var etmek kudretine tek başına sahip demektir.

Ebû Amr da der ki: "Allah" lâfza-i celalinin esreli okunması takdim ve te'hire göre olup, bu ifadenin takdiri;

"Göklerde bulunanlarla, yerde bulunanlar kendisinin olan Aziz ve Hamid Allah'ın yoluna..." şeklindedir.

Ya'kub "el-Hamîd" üzerinde vakıf yaptığı takdirde "Allah" lâfzını ref ile okur, vasıl ile okuduğunda ise sıfat olarak esreli okurdu. İbnu'l-Enbarî der ki: Bunu esreli okuyan; "Yerde ne varsa..." âyeti üzerinde vakıf yapar.

"Şiddetli azaptan dolayı vay o kâfirlerin haline!" âyetinde geçen "veyb vay'ın anlamı ile ilgili açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde(2/79-âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.ez-Zeccâc der ki: Bu kelime azaba uğramak ve helâk oluş dolayısıyla kullanılan bir sözdür.

"Şiddetli azap" dan kasıt ise cehennemdeki azaptır. -

"Onlar dünya hayatını âhiretten daha çok sevenler..." yani dünya hayatını âhirete tercih edenler... dir. İşte kâfirler böyle yapar.

Bu âyetteki: "Onlar" kelimesi kâfirlerin bir sıfatı olarak cer mahallindedir. Haber mevkiinde merfu olup mübtedânın saklı olduğu da söylenmiştir. Yani "onlar... enlerdir." Bir diğer açıklamaya göre; " Onlar sevenlerin mübtedâ, " İşte onlar...dirler" lâfzının ise haberi olduğu da söylenmiştir.

Kısacası; dünya hayatını ve güzelliğini tercih edip dünya nimetleri arasında kalmayı âhiretin nimetlerine üstün tutan, Allah yolundan alıkoyan, yani insanlarıİbn Abbâs ve diğerlerinin görüşüne göre bütün peygamberlerin getirdiği Allah'ın dini olan bu dinden alıkoyan herkes, bu âyet-i kerîmenin kapsamı içerisindedir. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ümmetim hakkında en çok korktuğum şey saptırıcı yöneticiler ve önderlerdir. "Ebû Dâvûd, Fiten 1;Tirmizî, Fiten 51;İbn Mâce, Fiten 9; Dârimi, Rikaak 39;Müsned, V, 278, 284.

Bu, sahih bir hadistir. Bu dönemlerde bu gibi kimselerin sayılan ne kadar da çoktur! Kendisinden yardımcı olmasını dilediğimiz yüce Allah'tır.

"Sevenler"in dünyayı uygun olmayan yollardan elde etmeye çalışanlar anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Allah'ın nimeti ancak O'na itaat ile aranmalıdır, O'na masiyet ile aranamaz.

"Onun eğrilmesini isteyenlerdir."Yani onlar hevâlarına uygun düşsün, ihtiyaç ve maksatlarını gerçekleştirsin diye bu yolun eğrilmesini, sapmasını isterler.

Yol (sebil) müzekker olarak da kullanılabilir, müennes olarak da.

Eğrilik (el-ivec) ise "ayn" harfi esreli olarak dinde herhangi bir işte, yerde ve dikey durmayan herbir eğri şey hakkında kullanılır. "Ayn" harfi üstün olarak(avec) ise duvar, mızrak ve buna benzer dikey olan şeylerdeki eğrilik hakkında kullanılır. Buna dair açıklamalar daha önceden Al-i İmrân Sûresi'nde (3/99. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

"İşte onlar uzak bir sapıklık içindedirler." Hak'tan alabildiğine uzak bir sapıklık içerisinde gitmektedirler.

4

Biz gönderdiğimiz herbir peygamberi -kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah, kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola İletir. O Azizdir, Hakîm'dir.

"Biz" ey Muhammed, senden önce

"gönderdiğimiz herbirpeygamberi -kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin diliyle gönderdik." Dinlerinin emirlerini onlara iyice anlatsınlar diye kavimlerinin dilleri ile konuşan peygamberler olarak gönderdik. "Dil" her ne kadar çoğul olan "kavim" kelimesine izafe edilmiş ise de tekil olarak gelmesi, maksadın konuşulan dil olduğundan dolayıdır. O halde bu kelime (lügat) cins isim olup azlık için de kullanılır, çokluk için de kullanılır.

Bu âyet-i kerîme de Acemlerin ve diğer Arap olmayanların lehine delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın getirdikleri kendisine anlayıp kavrayacağı bir şekilde tercüme edilen herkes için bağlayıcı delil ortaya konulmuş olur. Nitekim yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Biz seni ancak bütün insanlar için müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik." (Sebe', 34/28) Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmaktadır: "Herbirpeygamber kendi ümmetine, ümmetinin diliyle gönderilmiştir. Yüce Allah beni de yarattıkları arasından kırmızı tenliye de, siyah tenliye de göndermiştir."Müsned, V, 158'de: Ebû Zer'den: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah her bir peygamberi mutlaka kavminin diliyle göndermiştir."

Hazret-i Peygamber'in her renkten (ırktan) insana gönderildiğini belirten bir sonraki rivâyetten ve benzerlerinden başka, onun "daha önceki peygamberlere verilmemiş beş özelliğinden" birisi olarak bütün ırklara gönderilmiş olduğunu dile getiren hadis: Buhâri, Teyemmüm 1, Salât 56;Müslim, Mesâcid 3;Nesâî, Gusl 26; Dârimi, Salat 111, Siyer 29... da yer almaktadır.

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki; bu ümmetten (ümmet-i davetten) yahudi olsun, hristiyan olsun kim benim peygamberliğimi işitip de sonra benimle gönderilene îman etmeyecek olursa, muhakkak cehennemliklerden olur."Müslim, lman 240;Müsned, II, 317, 350. Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir ve daha önceden (el-Bakara, 2/62. âyet 3- başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Artık Allah, kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola iletir" âyeti ilahî meşîetin etkin olduğunu belirtmekte ve bu husustaKaderiyye'nin görüşünü reddetmektedir.

Bu cümle yeni bir cümle olup

"Apaçık anlatsın diye" âyetine atfedilmiş değildir. Çünkü peygamber göndermek saptırmak için değil, apaçık beyan etmek içindir. Bununla birlikte; " Saptırır" kelimesinin nasb ile okunması da caizdir. Çünkü Peygamber gönderilmesi(hidayeti kabul etmeyenler için) saptırılmaya sebeb olmuştur. O takdirde bu da yüce Allah'ın:

"Çünkü sonunda onlara bir düşman ve bir tasa (sebebi) olacaktı"(el-Kasas, 28/8) âyeti gibi olur. Peygamber göndermenin saptırmaya sebeb olması, onların peygamberler kendilerine geldiğinde, peygamberi inkâr etmeleri sebebiyledir. O bakımdan âdeta bu onların küfürlerine sebeb gibi olmuştur.

"O Azîz'dir, Hakîm'dir" âyetinin anlamı daha önce geçmiş bulunmaktadır.

5

Yemin olsun ki Biz Mûsa'yu "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlatarak öğüt ver" diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes İçin âyetler vardır.

"Yemin olsun ki Biz Mûsa'yı... âyetlerimizle gönderdik." Biz onu kesin belgelerimizle, burhanlarımızla yani onun doğruluğuna delil olan mucizelerle gönderdik. Mücahid der ki: Burada kastedilenler Hazret-i Mûsa'ya verilen dokuz mucizedir.

"Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar" âyetinin bir benzeri de yüce Allah'ın sûrenin baş tarafında peygamberimize hitaben söylediği:

"İnsanları Rabblerinin izniyle karanlıklardan nûr'a... çıkarman için" (İbrahim, 14/1 ) âyetidir.

"Çıkar diye" âyetindeki; " Diye" burada "yani" anlamında olup (kullanımı bakımından) yüce Allah'ın:

"Onların ele başıları: Yürüyün... diyerek kalkıp gittiler." (Sâd, 38/6) âyetine benzemektedir.

"Ve onlara Allah'ın günlerini hatırlatarak öğüt ver." Yani onlara öyle sözler söyle ki, bununla yüce Allah'ın günlerini hatırlasınlar.İbn Abbâs, Mücahid ve Katade der ki: Bundan kasıt, üzerlerindeki Allah'ın nimetlerinin hatırlatılmasıdır, Ayrıca Ubeyy b. Ka'b da böyle demiş olup bunu Hazret-i Peygamber'den merfu bir açıklama olarak da nakletmiştir. Yani Allah'ın onlara ihsan etmiş olduğu, Fir'avun'dan, Tîh Sahrasından kurtuluşu ve diğer nimetleri onlara hatırlat. Çünkü "nimetler"in "eyyam: günler" diye adlandırıldığı da olur. Amr b. Külsûm'un şu mısraı bu kabildendir;

"Ve bizim nice güzel, aydınlık günlerimiz(nimetlerimiz) vardır..."

Yine İbn Abbâs ve Mukâtil 'den de şöyle dedikleri nakledilmektedir: Geçmiş ümmetlerde Allah'ın başlarına getirmiş olduğu büyük olayları hatırlat, demektir. Mesela, filan kişi Arapların günlerini (eyyâmu'l-Arab'ı) bilir denilirken, onların başından geçen önemli olayları bilir, demektir.

İbn Zeyd der ki: Bundan kasıt yüce Allah'ın geçmiş ümmetlerden intikam aldığı günlerdir. İbn Vehb de, Malik'ten böyle dediğini rivâyet etmiştir. Malik: Onun belâ ve musibetleri demektir, der. Taberî der ki: Sen onlara, onların geçmiş günlerini hatırlatarak öğüt ver, yaniyüce Allah'ın günlerindeki nimetleri ve mihnetleri hatırlat. Çünkü onlar zillete düşürülmüş kölelerdi. Sadece "günler"i hatırlatmakla yetinmesi onların bu hususları bilmelerinden dolayıdır.Saîd b. Cübeyr de,İbn Abbâs'tan, o Ubeyy b. Ka'b'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)ı şöyle buyururken dinledim: "Mûsa -selam ona- kavmi arasında onlara Allah'ın günlerini hatırlatıyordu. Allah'ın günleri ise O'nun belaları ve nimetleridir..."diyerek Hızır hadisini zikretti. Müsned, V, 121

İşte bu da kalpleri yumuşatıp incelten, yakîni arttıran, her türlü bid'atten uzak, her türlü dalâlet ve şüpheden ırak vaaz ve öğütlerin câiz olduğuna delildir.

"Şüphesiz bunda" yani Allah'ın günlerinin hatırlatılmasında Allah'a itaat üzere ve masiyetlere karşı pek

"çok sabreden ve" Allah'ın nimetlerine

"çok şükreden herkes İçin âyetler"açık deliller ve belgeler

"vardır."

Katade der ki: "Çok şükreden" kişi öyle bir kuldur ki, kendisine verildiğinde şükreder, belâlarla karşf karşıya kaldığında sabreder. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)den de şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Îman iki yarımdır. Yarısı sabırdır, yarısı şükürdür.Bu kadarıyla: Beyhakî, Şuabu'l-Îman, VII, 123. Daha sonra da şu;

"Şüphesiz bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için âyetler vardır" âyetini okudu."

Buna yakın bir rivâyet en-Nehaî'den de mevkuf olarak gelmiştir.

Hasan-ı Basrî yedi yıl süreyle Haccac'dan saklanıp durdu. Ona Haccac'ın öldüğü,haberi ulaşınca şöyle dua etti: Allah'ım, Sen onun canını almış bulunuyorsun, onun yolunu da öldür, deyip şükür secdesine vardı ve yüce Allah'ın:

"Şüphesiz bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes İçin âyetler vardır" âyetini okudu.

Özellikle bu âyetlerin "çok sabreden ve çok şükreden" kimseler hakkında söz konusu edilmesi, onların bu âyetlerden ibret almaları ve onlardan gafil kalmamalarından dolayıdır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde:

"Sen ancak ondan korkacakları korkutursun" (en-Nâziât, 79/45) diye buyurmaktadır. Her ne kadar herkes için korkutup uyarıcı ise de.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç