Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

239

 

012 - YÛSUF SÛRESİ

 

CÜZ :

12

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

38

"Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir İş değildir. Bu hem bize, hem İnsanlara Allah'ın lütuf ve keremindendir. Fakat insanların çoğu şükretmezler."

el-Hasen der ki: Hazret-i Yûsuf da, -Hazret-i Îsa gibi- ikisine gayba dair bir haber vermişti. Bir diğer açıklamaya göre Hazret-i Yûsuf, böylelikle bu iki kişiyi İslâm'a davet etmişti. Onların Hazret-i Yûsuf doğruluğuna delil görmeleri gereken mucize olarak da, onlara gaybı haber vermesini göstermişti.

"Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum." Çünkü bu yüce zatlar hak üzere peygamber idi.

"Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız yapabileceğimiz bir iş değildir." Böylesi bize yakışmaz.

" Herhangi bir şey" ifadesindeki; te'kid içindir. "Bana hiçbir kimse gelmedi" derken bu edatı kullanmaya benzer.

"Bu Allah'ın hem bize" bununla Allah'ın kendisini zinadan korumuş olduğuna işarettir.

"Hem İnsanlara" yani Allah'ın şirk koşmaktan koruduğu mü’minlere

"lütuf ve keremindendir,"

Bir diğer açıklamaya göre

"bu Allah'ın hem bize" bizi peygamber kılması suretiyle

"hem insanlara" bizi onlara peygamber olarak göndermesi suretiyle

"Allah'ın lütuf ve keremindendir"demektir.

39

"Ey zindan arkadaşlarım! Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan(Kahhâr olan) Allah mı?

"Ey zindan arkadaşlarım" ey zindanda benimle birlikte bulunanlar! demektir. Burada "arkadaşlık"ı söz konusu etmesi, o ikisinin de uzun süredir zindanda bulunmalarından dolayıdır. Nitekim cennet ashabı (arkadaşları) ve ateş ashabı tabiri de böyledir.

"Darmadağınık bir çok rabler mi"yanı küçüklük, büyüklük ve orta hallilikte darmadağınık yahut ta sayılan itibariyle darmadağınık

"bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir ve tek olan ve herşeyi hükmü ve İradesi akında tutan Allah mı?"

Denildiğine göre burada hitab, hem iki arkadaşa, hem de hapisteki diğer mahpuslaradır. Bunların önlerinde Allah'tan başka tapındıkları putlar vardı. Bu ise onlara karşı susturucu bir delil getirmek demekti.

Yani hiçbir zarar ve fayda veremeyen farklı ilahlar mı hayırlıdır, yoksa

"bir tek olan ve herşeyi hükmü ve İradesi altında tutan (Kahhâr olan)" herşeyi gücüyle kahretmiş, hakimiyeti altına almış

"Allah mı?" demektir. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın:

"Allah mı hayırlıdır, yoksa koştukları ortakları mı?"(en-Neml, 27/59) âyetidir.

Bir diğer açıklamaya göre o, "darmadağınıklık" ile ilahın birden çok olması halinde bu uydurma ilahların iradelerinin farklı farklı olacağını, birinin diğerlerine üstünlük sağlayacağını ancak,- darmadağınık olmaları halinde hiçbirisinin İlah olmayacağını açıklamıştır,

40

"Sizin O'nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil İndirmemiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din İşte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."

"Sizin O'nu bırakıp da taptıklarınız kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı bir takım İsimlerden başkası değildir."Hazret-i Yûsuf putların acizlik ve zayıflıklarını beyan ederek, sizin Allah'tan başka taptıklarınız ancak hiçbir muhteva ve gerçek anlamlan olmayan, kendiliğinizden uydurduğunuz, taktığınız bir takım isim sahibi varlıklardan başka değildir.

Bir açıklamaya göre Hazret-i Yûsuf

"isimler" o isimlerin ad olduğu şeyleri kastetmiştir.Yani siz, ancak bir takım putlara tapıyorsunuz ki bunların ilahlık adına isimden başka sahip oldukları hiçbir şeyleri yoktur. Çünkü bunlar cansız varlıklardır. Hazret-i Yûsuf'un iki kişiye hitaba başlamakla birlikte (tesniye olarak gelmesi gerekirken) çoğul olarak

"taptıklarınız" demesi o şirkleri itibariyle bu iki arkadaşının durumunda olan herkesi kastettiğinden dolayıdır.

"Kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı bir takım isimlerden başkası" âyetindeki delâlet dolayısıyla ikinci mef'ûlü hazfetmiştir.Yani sizin kendiliğinizden ilâh diye adlandırdığınız bir takım İsimler... takdirindedir.

"Allah bunlara dair" hiçbir kitapta

"hiçbir delil" -Saîd b. Cübeyr buradaki "sultan" kelimesini delil diye açıklamıştır. (Mealde de-böyledir)-

"indirmemiştir. Hüküm ancak" herşeyi yaratan

"Allah'ındır. O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, fakat insanların çoğu bilmezler."

41

"Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz kurtularak, efendisine şarab sunacak. Diğeri ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. İşte hakkında sorduğunuz iş (böylece) olup bitmiştir."

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1- Kurtulacak Kişi:

Yüce Allah'ın:

"Biriniz kurtularak efendisine şarab sunacak" âyeti şu demektir: Sakiye dedi ki: Sen daha önce yaptığın İş olan hükümdara şarab sunma ve şakiliğe üç gün sonra döndürüleceksin. Diğerine de şöyle dedi: Sen ise üç gün içerisinde çağırılacak ve asılarak idam edileceksin, kuşlar da başından yiyecektir. Bu sefer bu kişi Allah'a yemin ederim, ben bir şey görmedim deyince, Hazret-i Yûsuf ister görmüş ol, ister görmemiş ol

"hakkında sorduğunuz iş(böylece) olup bitmiştir" diye cevap verdi.

Dilciler "içirdi" anlamında olmak üzere; diye iki şekilde kullanıldığını ve anlamın aynı olduğunu nakletmektedirler. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:

"(Yağmur) Mecdoğullarından kavmimi de suladı,

Numeyrlileri de, Hilal'e mensub diğer kabileleri de suladı."

en-Nehhâs dedi ki: Dilbilginlerinin çoğunluğunun kabul ettiği görüşe göre; "Ona içecek bir şey uzattı ve öbürü de içti" anlamındadır. Yahut ta ağzına su döktü, manasınadır. Buna karşılık; ise ona içecek bir şey tayin etti, anlamına gelir. Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Ve size tatlı bir su içirdik,"(el-Murselât, 77/27)

2- Yalan Rüya Tabir Edilirse:

İlim adamlarımız der ki: Bir kimse yalan yere bir rüya gördüğünü söylese, yorumcu da o kişiye rüyasını yorumlayacak olsa, bu yorumun hükmü rüya gördüğünü iddia eden kişiyi bağlar mı? denilecek olsa, biz: Hayır bağlamaz, deriz. Çünkü bu Hazret-i Yûsuf hakkında böyleydi, zira o bir peygamberdi. Peygamber'in yorumu da bir hüküm demektir. Hazret-i Yûsuf da: Şöyle şöyle olacak demiştir, zamanı gelince yüce Allah da onun peygamberliğinin gerçek olduğunu ortaya koymak için haber verdiği gibi yaratmıştır.

Denilse ki: Abdu'r-Rezzak, Ma'mer'den, o Katâ'deden şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bir adamÖmer b. el-Hattâb'ın yanına gelerek şöyle demiş: Ben kendimi önce ot gibi biter, sonra kurur, sonra biter, sonra bir daha kurur gibi gördüm. Hazret-i Ömer ona şu cevabı vermiş: Sen önce Îman edecek, sonra kâfir olacak, sonra bir daha îman edecek, sonra bir daha kâfir olacak ve kâfir olarak ölecek birisisin, demiş. Bu sefer adam: Hayır bir şey görmedim deyince, Hazret-i Ömer ona: Yûsuf’un arkadaşı hakkında hüküm verildiği gibi senin hakkında da hüküm verilmiş bulunuyor.

Bu soruya bizim cevabımız şudur: Bu özellikÖmer (radıyallahü anh)dan sonra kimseye verilmemiştir. Çünkü Ömer muhaddes (hakkın kendisine itham olunduğu, hakka muvafakat eden) bir kimse idi Buhârî, Enbiya 54, Menâkibu Ashâbi'n-Nebiyy 6; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 23; Tirmizî, Menâkıb 17;Müsned, II, 339, VI, 55. ve o herhangi bir tahminde bulunacak ve onu sözüyle ifade edecek olursa, haber verdiği şekilde meydana gelirdi. Onun bu kabilden gerçekleşen sözleri pek çoktur, bunlardan birisi şudur: Yanına giren bir adamaHazret-i Ömer, ben senin kâhin birisi olduğunu zannediyorum, demiş. Gerçekten de zannettiği gibi idi. BunuBuhârî rivâyet etmiştir. Bir diğerine göreHazret-i Ömer bir adama ismini sormuş, o da verdiği cevabında ateşin bütün İsimlerini zikrederek bir isim söylemiş,Hazret-i Ömer ona şu cevabı vermiş: Haydi ailene yetiş, onlar yangında yandılar. Gerçekten dediği gibi olmuş. Bunu daMuvatta’' rivâyet etmiştir.

İleride yüce Allah'ın izniyle el-Hicr Sûresi'nde (15/75. âyetin tefsirinde) buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir.

42

Bu İkisinden kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: "Beni efendinin yanında an." Fakat şeytan ona kendisini efendisinin yanında anmasını unutturdu. Bu yüzden daha nice yıllar zindanda kaldı.

Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

1- Peygamberin Zannı Ve Bilgi:

"... Bildiği kimseye dedi ki..."âyetinde geçen; "Zannettiği" kelimesi burada müfessirlerin çoğunluğunun görüşüne göre "kesin olarak bildiği" anlamındadır. Katâde ise bunu kesin bilgi ve kanaatin zıttı olan "zan" diye açıklamıştır ve şöyle demiştir; Hazret-i Yûsuf, o kimsenin kurtulacağını zannetmişti. Çünkü rüyayı tabir eden ancak bir çeşit zanda bulunur, Rabbin ise dilediğini yaratır. Ancak birinci görüş daha sahih ve peygamberlerin haline daha uygundur. Onun bu iki gence rüya tabirine dair söylediklerinin vahiy sonucu olması söz konusudur. Ancak, insanların bu konuda verecekleri hükümler hakkında zan söz konusudur. Peygamberlere gelince, onlar ne şekilde hüküm verirlerse versinler, hakkın kendisidir.

2- "Rab" Kelimesine Dair Açıklamalar:

Yüce Allah'ın:

"Beni efendinin yanında an" âyetindeki "rabbın" kelimesi "efendin" manasınadır. Efendiye "rab" denilmesi, Arap dilinde bilinen bir husustur. Şair el-A'şâ der ki:

"Rabbim kerimdir, hiçbir nimetin tadım bozmaz,

Kitabların sahifelerinde bulunan ifadelerle ona dua edilirse,

O da bu duaları kabul eder."

Hazret-i Yûsuf'un bu ifadesi şu demektir: Sen bu gördüklerini, benim rüyayı tabir edebildiğimi hükümdara anlat, benim suçsuz yere zindana atılmış bir mazlum olduğumu ona haber ver.

Müslim'in, Sahih'inde ve başka hadis kitaplarında Ebû Hüreyre'den şöyle dediği nakledilmektedir: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Sizden herhangi bir kimse: Rabbine su getir, rabbine yemek yedir, rabbinin abdestini aldır, demesin ve sizden hiçbir kimse Rabbim demesin. Bunun yerine efendim ve mevlam desin. Yine sizden herhangi bir kimse benim kulum, benim cariyem demesin, bunun yerine oğlum, kızım, yavrum desin. "Buhâri, Itk 17;Müslim, Elfaz 15;Müsned, II, 316

Kur'ân-ı Kerîm’de ise: "Beni rabbinin(efendinin) yanında an" ve

"rabbine dön" (Yûsuf, 12/50) denildiği gibi:

"Doğrusu o benim rabbim(efendin)dir. O bana iyi bakmış, iyi bir mevki vermiştir" (Yûsuf, 12/23) diye buyurulmaktadır. Burada da rabbimden kasıt benim arkadaşım demek olup maksat da Âziz'dir.

Bir şeyin düzeltilmesi ve tamamlanması işini gerçekleştiren herkes hakkında; "Onu terbiye etti, eder" ve;" o, onun rabbidir” tabirleri kullanılır.

İlim adamları der ki: Hazret-i Peygamber'in: "Sizden herhangi bir kimse... demesin... desin"âyeti kullanılması daha uygun olan ismi işaret etmek içindir, yoksa böyle bir ismi kullanmanın haram olduğu anlamında değildir. Diğer taraftan Hazret-i Peygamber'in hadisinde de:"Ve cariye kendi rabbini doğuracaktır" Buhârî, Îman 37, Itk 8, Tefsir 31. sûre 2;Müslim, Îman 1, 5, 6, 7;Ebû Dâvûd, Sünne 16;Tirmizî, Îman 4;Nesâi, Îman 5, 6;İbn Mâce, Mukaddime 9, Fiten 25;Müsned, II, 365, 426, IV, 129, 130, 164 denilmektedir ki, sahibi ve efendisini doğuracaktır, anlamındadır. Bu da Kur'ân-ı Kerîm'in bu lâfzı kullanmasına uygun düşmektedir. O halde bu konuda yasak kılınan husus, bizim bu isimleri kullanmayı adet edinerek, daha uygun ve daha güzel olanı terketmemizdir.

Şöyle de açıklanmıştır: Kişinin benim kulum, benim cariyem demesi iki anlamı bir arada ifade eder. Birincisi gerçek manasıyla kulluk, bu ancak Allah'adır. Buna göre bir kimsenin kölesine: Kulum ve cariyem demesi kendisini ta'zim etmesi anlamına gelir ve yüce Allah'ın kendi zatına izafe ettiği şeyi kendi kendisine izafe etmesi demektir. Bu câiz değildir. İkinci anlamı ise köleye böyle bir ifade ile hitab etmek, bu isim dolayısıyla onu bir çeşit küçümsemek demektir. O bunun etkisi altında kalarak itaatsizliğe yönelebilir.

İbn Şa'ban da "ez-Zâat adlı eserinde şöyle demektedir: "Efendi benim kulum ve benim cariyem demesin. Köle de benim rabbimveya benim kadın rabbim(radıyallahü anhbbeti) demesin." Bu ifade de bizim sözünü ettiğimiz şekilde yorumlanır.

Şöyle de açıklanmıştır: Hazret-i Peygamber'in; "Köle rabbim demesin, bunun yerine efendim desin" buyurması rabbın yüce Allah'ın ittifakla kullanılmış isimlerinden olduğundan dolayıdır. Ancak "es-seyyid(efendi)" nin yüce Allah'ın isimlerinden olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Eğer biz, bu Allah'ın isimlerinden değildir, diyecek olursak, o zaman bu iki isim arasındaki fark da ortaya çıkar. Zira herhangi bir karışıklık ve açıklanamayacak bir durum ortada yok demektir. Şayet "es-seyyid" in de Allah'ın isimlerinden olduğunu kabul edecek olursak, hiç şüphesiz rab lâfzı gibi meşhur ve çokça kullanılan bir isim değildir, yine arada bir fark olduğu ortaya çıkmaktadır. İbnu'l-Arabî der ki: Bunun Hazret-i Yûsuf’un şeriatında kullanılmasının câiz olma ihtimali de vardır.

3- Şeytan'ın Unutturması:

"Fakat şeytan ona kendisini, efendisinin yanında anmasını unutturdu" âyetinde yer alan:

"Ona... unutturdu" âyetindeki zamir ile ilgili iki görüş vardır;

1- Bu zamir Yûsuf (aleyhisselâm)a aittir. Yani şeytan Hazret-i Yûsuf’a yüce Allah'ı anmayı unutturdu, demektir. Şöyle ki, Hazret-i Yûsuf hükümdarın sakisine -onun kurtulacağını ve tekrar hükümdarın eski görevine döneceğini bilince- "beni efendinin yanında an" demiş ve bu esnada Hazret-i Yûsuf yüce Allah'a şekvasını arzetmeyi, O'nun yardımını niyaz etmeyi unutmuş, bunun yerine bir mahlûka sarılmaya yönelmişti. O bakımdan bir süre daha hapiste kalmakla cezalandırılmıştı. Abdu'l-Azîz b. Umeyr el-Kindî der ki: Hazret-i Cebrâîl, Peygamber Yûsuf(aleyhisselâm)ın yanına hapse girdi. Hazret-i Yûsuf onu tanıdı ve: Ey uyarıcıların kardeşi, ne diye ben seni suçlular arasında görüyorum?

Hazret-i Cebrâîl şöyle dedi: Ey temiz kimselerin oğlu, temiz kişi! Âlemlerin Rabbinin sana selâmı var ve diyor ki: Âdemoğullarından yardım dilerken utanmadın mı? İzzetim hakkı için hapiste seni bir kaç yıl daha bıraktıracağım. Bu sefer Hazret-i Yûsuf: EyCebrâîl, O benden razı mıdır? diye sordu. Hazret-i Cebrâîl: Evet, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf: Bu andan itibaren aldırış etmiyorum, cevabını verdi.

Yine rivâyet edildiğine göre Cebrâîl (aleyhisselâm) yanına gelerek, bu hususta yüce Allah'ın ona sitem ettiğini ve zindanda kalacağı süreyi uzattığını bildirdi.Cebrâîl ona: Ey Yûsuf dedi, kardeşlerinin elinden öldürülmekten seni kurtaran kimdir? O: Yüce Allah'tır, dedi. Cebrâîl: Seni kuyudan çıkaran kimdir? diye sordu. O: Yüce Allah'tır, dedi. Cebrâîl: Peki seni hayasızlığı işlemekten kim korudu? dedi. O: Yüce Allah, dedi. Yine: Kadınların tuzaklarından seni koruyan kimdi? dedi. Yine: Yüce Allah'tır dedi. Peki nasıl olur da bir mahlûka güvendin ve Rabbini terkedip O'ndan dilekte bulunmadın, deyince, Hazret-i Yûsuf şöyle dedi: Rabbim, yanılarak söylediğim bir sözdü. Ey İbrahim'in, İshak'ın ve yaşlı Ya'kub'un ilahı! Bana merhamet buyurmanı dilerim. Bunun üzerine Hazret-i Cebrâîl ona şöyle dedi: Bundan dolayı senin cezan bir kaç yıl daha zindanda kalmaktır.

Ebû Seleme de, Ebû Hüreyre(radıyallahü anh)den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Allah Yûsuf’a rahmet ihsan eylesin. Eğer: "Beni efendinin yanında an" sözü olmasaydı, hapiste birkaç yıl daha kalmazdı."Buhârî, Enbiyâ 11, 19, Tefsir 12. sûre 5; Müslim, Îman 238;Tirmizî, Tefsir 12. sûre 1;Müsned, II, 322, 326, 346, 384, 389, 416. Bu anlamdaki rivâyetler için bk. Suyûti, ed-Durru'l-Mensûr, IV, 541.

İbn Abbâs da der ki: Hazret-i Yûsuf'un bir kaç yıl daha uzun zindanda kalmakla cezalandırılmasının sebebi, iki arkadaşından kurtulacağını zannettiği kişiye: "Beni efendinin yanında an" demiş olmasıydı. Eğer Yûsuf, Rabbini anmış olsaydı, hiç şüphesiz onu kurtarırdı.

İsmail b. İbrahim de, Yunûs'tan, oel-Hasen'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Eğer Yûsuf'un o sözü -"Beni efendinin yanında an" sözünü kastetmektedir- olmasaydı, hapiste kaldığı o uzun süreyi ayrıca kalmazdı." Yûnus devamla der ki: Sonrael-Hasen ağladı ve şöyle dedi: Biz ise başımıza bir iş geliyor ve bunu insanlara şekva ediyoruz.

2-

"Ona... unutturdu" daki zamirin kurtulan kişiye ait olduğu da söylenmiştir.Yani unutan kişi o idi. Bu da şu demektir: Şeytan sakiye, Hazret-i Yûsuf’u rabbine hatırlatmayı, yani efendisine ondan söz etmeyi unutturdu. Görüldüğü gibi ifadede hazfedilmiş kelimeler vardır, yani şeytan ona, onu (Yûsuf’u sakinin) efendisine anmayı unutturdu, demektir. Bazı ilim adamları bu görüşü tercih ederek, şöyle demektedir: Şayet şeytan Hazret-i Yûsuf'a Allah'ın anmayı unutturmasa idi, zindanda daha uzun bir süre kalmakla cezalandırılmayı haketmezdİ. Çünkü kendiliğindeni unutan kişi sorumlu tutulmaz. Arapça ifade bu anlamda olmakla beraber; uygun şeklin şu olması gerekir: "Yûsuf’a Allah'ı unutturan şeytan olmuş olsaydı, Yûsuf’un cezalandırımayı hak etmemesi gerekirdi. Çünkü unutan kişi sorumlu tutulmaz."

Birinci görüşün sahipleri de şöyle cevab vermektedirler: "Unutmak" terketmek anlamında da kullanılabilir. O Allah'ı anmayı terkedip şeytan da onu böyle bir şeye çağırınca cezalandırıldı,

İkinci görüşün sahibleri böyle diyenlere şöyle cevap vermektedirler: Yüce Allah'ın:

"O ikisinden kurtulmuş olan, uzun bir süre sonra hatırladı ve dedi ki..." (Yûsuf, 12/45) âyeti unutan kişinin Hazret-i Yûsuf değil, saki olduğunun delilidir. Diğer taraftan yüce Allah'ın:

"Muhakkak Benim kullarım üzerinde senin hiçbir tasarrufun olmaz" (el-Hicr, 15/42) âyetini da birlikte ele alacak olursak, şunu sorarız: Burada şeytanın peygamberler üzerinde herhangi bir tasallutu yokken, Yûsuf’un unuttuğu iddiasını şeytana izafe etmemiz nasıl doğru olabilir?

Buna da şöyle cevab verilir: Unutma konusunda peygamberlerin yalnız bir halde masumiyetleri söz konusudur. O da tebliğ ettikleri hususlarda Allah'tan verdikleri haberlerdedir. Bu hususta masumdurlar. Meydana gelmesi câiz olan hallerde unutmaları ise, mutlak olarak şeytana nisbet edilir ve böyle bir unutma da ancak yüce Allah'ın onlar hakkında verdiği haberlerde söz konusudur. Bizim bu konuda onlar hakkında(delile dayanmadan) bu tür iddialarda bulunmamız ca'z değildir. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Âdem unuttu, o bakımdan zürriyeti de unuttu."Tirmizî, Tefsir 7. sûre 3; İbn Sa'd, Tabakat, I, 28. Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:"Ben ancak bir insanım, sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum..,"Buhârî, Salat 31;Müslim, Mesâcid 90, 92-94;Ebû Dâvûd, Salât 189, 190;Nesâî, Sehv 25, 26;İbn Mâce, İkâmetu's-Salât 129, 133;Müsned, I, 379, 420, 424, 438, 448, 455. Önceden de geçmiş bulunmaktadır.

4- Hazret-i Yûsuf’un Fazladan Kaldığı Süre:

"Bu yüzden daha nice yıllar zindanda kaldı" âyetinde geçen: "(mealde:) Daha nice yıllar "in süresi, hakkında ihtilaf edilen bir zaman parçasıdır. Ya'kub, Ebû Zeyd'den şöyle dediğini nakletmektedir: Bu kelime şeklinde "be" harfi üstün okunarak da kullanılır, şeklinde "be" harfi esreli olarak da kullanılır.

Çoğunluğun dediğine göre: " Şu kadar ve yüz" denilmez. Çünkü bu kelime doksana kadarki sayılan ifade eder.

el-Herevî de der ki: Araplar bu kelimeyi üç ila dokuz arasındaki sayılar için kullanırlar. ile aynı şeylerdir ve her ikisi de bir miktar sayıyı ifade eder.Ebû Ubeyde'nin naklettiğine göre o şöyle demiş: Bu kelime onun yarısı hakkında kullanılır. Bununla birden dörde kadarki sayıları kastetmektedir, ancak bu açıklamanın hiçbir kıymeti yoktur.

Hadîs-i şerîfte de Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)ın, Ebû Bekir es-Sıddîk (radıyallahü anh)a şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Bıd’ ne kadardır?"O: Üç İla yedi arasıdır deyince, Hazret-i Peygamber: "Haydi git ve iddialaştığın sayıyı daha da arttır."Aynı manada olmak üzere: Tirmîzi, Tefsir 30. sûre 1-4; Müsned, I, 276, 304.

Müfessirlerin çoğunluğu da bu görüşte olup bıd'ın yedi olduğu kanaatindedirler. Bunu da es-Sa'lebî nakletmektedir.

el-Maverdî der ki: Ebû Bekr es-Siddîk (radıyallahü anh)ın veKutrub'un da görüşü budur.

Mücahid der ki: Bu, üçten dokuza kadarki sayıları ifade eder. el-Eşmaî de böyle demiştir.

İbn Abbâs ise üçten ona kadar demiştir. ez-Zeccâc'ın naklettiğine göre üç ile beş arasıdır. el-Ferrâ' der ki: Bıd' kelimesi ancak on ve yirmi ile doksana kadarki sayılarla birlikte zikredilir, yüzden sonrasında kullanılmaz.

Hazret-i Yûsuf’un hapiste kaldığı süre ile ilgili olarak değişik görüşler vardır:

1- Yedi yıl görüşü, İbn Cureyc, Katâde veVehb b. Münebbih böyle demişlerdir.Vehb der ki: Eyyub'un belası(hastalığı) yedi yıl devam etti, Yûsuf da yedi yıl süreyle hapiste kaldı.

2- Oniki yıllık bir süre kalmıştır. Bu görüşİbn Abbâs'ındır.

3- Ondört yıl kalmıştır, görüşü. Bu daed-Dahhâk'ın görüşüdür.

Mukâtil , Mücahid'den, o İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Yûsuf beş yıl ve bir bıd' hapiste kaldı. Bunun türediği kök İse: Bir şeyi kestim, anlamındaki: dir. Buna göre bu, bir miktar sayı demektir. İşteyüce Allah Hazret-i Yûsuf’u önce beş yıl geçirdikten sonra, yedi veya dokuz yıl hapiste bırakmakla cezalandırdı. Burada geçen "bıd'" kelimesi hapiste kaldığı sürenin tamamını değil, sadece ceza olarak kaldığı süreyi ifade eder.

Vehb b. Münebbih de der ki: Hazret-i Yûsuf yedi yıl hapiste kaldı. Hazret-i Eyyub da yedi yıl hasta kaldı. Buht Nassar da yedi yıl mesh (sureti hayvana değiştirilmek) ile azâb edildi.

Abdullah b. Raşid el-Basrî, Said b. Ebi Arûbe'den şöyle dediğini nakletmektedir: Bıd' kelimesi beş İla oniki arasındaki sayı demektir.

5- Esbaba Sarılmak:

Bu âyet-i kerîmede tam bir yakîn ile olsa dahi esbaba sarılmanın câiz olduğuna delil vardır. Çünkü bütün işler onların sebeblerini yaratanın elindedir. Ama O (sebeb ve sonuçlan) bir dizi olarak takdir etmiş, biri diğerine bağlı kılmıştır. O bakımdan bunları harekete geçirmek bir sünnettir. Sonucu Allah'a havale etmek ve O'ndan beklemek ise yakındır. Bunun câiz oluşuna delil ise meydana gelen unutmanın -Hazret-i Mûsa'nın, Hazret-i Hızır ile karşılaşmasında cereyan ettiği gibi- şeytana nisbet edilmesidir, Bu da apaçık bir husustur. Bunun üzerinde dikkatle düşünmek gerekir.

43

Hükümdar dedi ki: "Rüyamda yedi semiz İneğin, yedi zayıf İnek tarafından yendiğini, bir de yedi yeşil başakla diğerleri kuru (yedi başak) gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumunu biliyorsanız, şu benim rüyamı açıklayınız."

"Hükümdar dedi ki: Rüyamda yedi semiz İneğin... gördüm." Hazret-i Yûsuf’un kurtuluş zamanı yaklaşınca hükümdar rüyasını gördü.

Hazret-i Cebrâîl, Hazret-i Yûsuf’a inerek, selam verdi ve ona kurtuluş müjdesini vererek dedi ki: Allah seni bu zindandan kurtaracaktır. Yeryüzünde sana imkân ve iktidar verecektir, yeryüzü hükümdarları önünde zilletle eğilecek, zorbaları sana itaat edecektir. O, kardeşlerine karşı senin ismini yüceltmeyi ihsan olarak verecektir. Bu da hükümdarın gördüğü bir rüya sebebiyle olacaktır ve rüya da şöyle şöyledir. Bu rüyanın yorumu da şu, şudur.

Bundan sonra Hazret-i Yûsuf’un zindanda kaldığı süre, hükümdarın o rüyayı gördüğü vakitten fazlasına uzanmadı, sonunda çıktı. Yüce Allah rüyayı ilkin Hazret-i Yûsuf’a bir belâ ve şiddet, sonunda ise bir müjde ve rahmet kılmıştır. Çünkü en büyük hükümdar olan er-Reyyân b. el-Velid rüyasında kurumuş bir nehir'den yedi semiz ineğin çıktığını, arkasından ise cılız yedi ineğin daha çıktığını, bu zayıf ve cılız ineklerin, semiz ineklerin üzerine giderek, kulaklarından onları -boynuzlan müstesna- yediklerini, diğer taraftan yedi yeşil başağın üzerine, yedi kuru başağın gelerek onları yemeğe başladıklarını ve geriye o yedi yeşil başaktan hiçbir şey kalmadığı halde diğerlerinin hala kuru olarak varlıklarını devam ettirdiklerini görmüştü. İnekler de aynı şekilde zayıf ve cılız halleriyle kalmışlardı. Semiz inekleri yemekten dolayı hiç artmamışlardı.

Bu rüya kendisini dehşete düşürdü, herkese, aralarında bilgi sahibi, kehanet bilgisine, yıldız bilgisine sahib olanlara, arif ve büyücülere, kavminin eşrafına haber gönderdi:

"Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumunu biliyorsanız, şu benim rüyamı açıklayınız" diyerek onlara rüyasını anlattı. Yanında bulunanlar: "Karmakarışık rüyalardır" bunlar, diye cevap vermişlerdi.

İbn Cüreyc dedi ki: Atâ bana dedi ki: Karmakarışık rüyalar (edğasu ahlam) yanlış ve yalan çıkan rüyalardır. Cuveybir ise ed-Dahhâk'tan, o İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Rüyanın kimisi haktır, kimisi de karmakarışıktır. Bu sonuncularıyla yalan rüyaları kastetmektedir.

el-Herevî der ki: Yüce Allah'ın "edğâsu ahlâm" âyeti karmakarışık rüyalar anlamındadır. Çünkü sözlükte "dığs" bakla, ot ve bunlara benzer şeylerden bir demet demektir. Yani onlar şöyle demişlerdi: Senin bu rüyan açık ve seçik anlaşılır bir rüya değildir. Ahlâm ise karışık rüyalar demektir. Mücahid der ki: "Karmakarışık rüyalar" dehşet verici (asılsız) rüyalar demektir. Ebû Ubeyde derki: "Edğas: Karmakarışık" tabiri te'vili söz konusu olmayan rüyalardır.

Yüce Allah'ın:

"Yedi semiz inek" âyetindeki; "Yedi" kelimesinin sonundan "he"(yuvarlak te) hazfedilerek müzekker ile müennes birbirinden ayırtedilmek istenmiştir. "Semiz" ise ineklerin niteliğidir. Kur'ân-ı Kerîm'in dışındaki İfadelerde bunun "yedi" anlamındaki kelimenin sıfatı olmak üzere; "Semiz yedi inek" şeklinde kullanılması da mümkündür. "Yeşil" anlamındaki kelime de aynı durumdadır.

el-Ferrâ' der ki:

"O tabaka tabaka yedi gök..." (el-Mülk, 67/3) âyeti da bu şekildedir. el-Bakara Sûresi'nde (2/19. âyetin tefsirinde) "yedi" anlamındaki kelimenin türeyişi ve anlamına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

Ali b. Ebî Tâlib(radıyallahü anh) dedi ki: Bir şehire keçi ve ineğin girdikleri görülürse, eğer bunlar semiz iseler bolluk yıllarına delalet eder. Şayet zayıf iseler kıtlık yıllarını işaret ederler. Eğer girdikleri şehir bir deniz kıyısındaki şehir ve yolculuk zamanı ise o görülen İnek ve keçilerin sayı ve hallerine uygun gemiler gelecek demektir. Aksi takdirde haberde "biri diğerine benzer" Müsned, V, 391. denildiği gibi ineğin yüzleri imişcesine, biri diğerinin ardından gelen fitneler demektir. Fitnelere dair bir diğer haberde de: "O fitneler ineklerin boynuzlarını andırır" Müsned, IV, 109, V, 33, 35 denilmektedir. Bununla bu fitneler arasındaki benzerlikleri kastetmektedir. Ancak bütün inekler sarı ise o takdirde bu, insanları istila eden hastalıklara işarettir. Şayet renkleri birbirinden farklı, boynuzlan çirkin ise ve insanlar onlardan korkuyor yahut ağızlarından ateş ve duman çıkıyor gibi görünüyor ise, o vakit bu hücum edecek bir ordu yahut bir baskın veya onlara baskın yapacak, topraklarına girecek düşmana işarettir. İnek hanıma, hizmetçiye, mahsule ve yıla da delil olabilir. Çünkü hanımdan çocuk gelir ve araziden bitki ile mahsul elde edilir. "Yedi zayıf İnek tarafından yendiğini" âyetindeki: "Zayıf" kelimesi dan gelmektedir. veznîndedir. Bunun şeklinde ve: vezninde olduğu da nakledilmiştir.

Allah'ın; "Ey ileri gelenleri Eğer rüya yorumunu biliyorsanız, şu benim rüyamı açıklayınız" âyetinde geçen "rüya" kelimesinin çoğulu; ...diye gelir. Bu rüyanın hükmünün ne olduğunu bana bildiriniz, demektir.

"Eğer rüya yorumunu biliyorsanız"âyetindeki; Rüya yorumlama, kelimesi Nehri kıyıdan kıyıya geçmek, ibaresinden türetilmiştir. Çünkü; " Nehrin kıyısına kadar ulaştım" demektir. Buna göre rüya tabircisi, rüyanın nereye varacağını tabir edip ifade eder.

" Rüya ...nu" lâfzındaki "lâm" harfi tebyîn(fiilin -burada yorumun- ne hakkında olduğunu açıklamak) içindir. Yani eğer siz tabir edebiliyorsanız, dedikten sonra neyi tabir edeceklerini beyan etmek üzere "rüya" diye bunu açıklamıştır. Bu açıklamayı da ez-Zeccâc yapmıştır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç