Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

238

 

012 - YÛSUF SÛRESİ

 

CÜZ :

12

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

31

O kadınların gizliden gizliye kendisini kınadıklarını işitince kendilerine haber gönderdi. Onlara rahatça yaslanacak bir yer hazırladı. Onların herbirine de birer bıçak verdi ve: "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun gerçekten büyük bir güzelliğe sahib birisi olduğunu anladılar. Ellerini kestiler ve dediler ki: "Allah'ı tenzih ederiz! Bu bir beşer değildir. Bu ancak çok şerefli bir melektir."

"O kadınların gizliden gizliye kendisini kınadıklarını işitince"; onların kendisini çekiştirdiklerini ve yermek için çeşitli yollara ve çarelere başvurduklarını işitince... demektir. Bir diğer açıklamaya göre; kendisi kadınları durumdan haberdar etmiş, ancak bu sırrını kimseye açmamalarını istemiş, onlara güvenmişti. Onlarsa kadının sırrını açıkladılar, bundan dolayı kadınların bu davranışlarına "hile" anlamına gelen "mekr" ismi verilmektedir.

Yüce Allah'ın:

"Kendilerine haber gönderdi" âyetinde hazfedilmiş ifadeler vardır.Yani kendilerine içine düştüğü duruma onları düşürmek kastı ile bir ziyafete çağırmak üzere haber gönderdi.

Mücahid,İbn Abbâs'tan naklen dedi ki: Aziz'in karısı kocasına, ben bir yemek hazırlayıp şu kadınları davet etmek istiyorum, demiş. Kocası da: Yapabilirsin deyince, bir yemek hazırlamış, daha sonra da gelecek kadınlar için odalarını süsleyip döşemiş, sonra da ziyafete katılmaları için onlara haber göndererek zikrettiğim bu kadınlardan hiçbir kimse gelmemezlik etmesin demiş.

Vehb b. Münebbilı der ki: Bu kadınlar kırk kişi idiler. Onları zorladığı için ister istemez geldiler. Umeyye b. Ebi's-Salt bunlar hakkında şöyle der:

"Nihayet yanına zorla, istemeyerek geldiler,

O da o kadınlar için sedirler ve kebaplar hazırlamıştı."

Buradaki; Sedirler, kelimesi "yaygılar" anlamında; diye de rivâyet edilir. Vehb b. Münebbih der ki: Nihayet gelip yerlerini aldılar.

"Onlara rahatça yaslanacak bir yer hazırladı." Üzerlerinde yaslanacakları yerler hazırladı. İbn Cübeyr der ki: Her oturulan yerde de içinde bal, turunç ve keskin bir bıçak bulunan bir kâse vardı.

Mücahid veSaîd b. Cübeyr:

"Yaslanacak yer" kelimesini hemzesiz ve "te" harfi şeddesiz olarak; diye okumuştur. Bu ise Kıptîce'de turunç demektir. Mücahid de bunu böylece açıklamıştır.

Süfyan'ın, Mansur'dan, onun da Mücahid'den rivâyetine göre Mücahid de şöyle demiş: Şeddeli ve hemzeli okuyuş, yiyecek yemek demektir. Ancak şeddesiz ve hemzesiz turunç (ağaç kavunu) anlamındadır. Şair de der ki:

"Biz günahı (şarab'ı) açıktan açığa büyük kaplarla içeriz,

Turuncun da aramızda iğreti alındığını(elden ele dolaştığını) görürsün."

Ezd Şenûeliler de: el-Etrucce ile el-mütke(turunç) aynı şeylerdir, derler. el-Cevherî der ki; Mütk (şeddesiz ve hemzesiz okuyuştan isim) sünnet yapan kadının geriye kesmeden bıraktığı parçanın adıdır. Bu da aslında et ve benzeri şeyleri saran ince bir kabuk demektir. ise sünnet yapılmamış kadın demektir. el-Ferrâ' da der ki: Bana Basralılardan güvenilir bir ilim adamının naklettiğine göre şeddesiz olarak; et ve benzeri şeyler üzerindeki ince kabuk (zar) demektir. Kimisi de bunun turunç ile aynı şey olduğunu söylemiştir ki, bunu dael-Ahfeş nakletmektedir.

İbn Zeyd der ki: Kadın onlara turunç ve onunla beraber yenilmek üzere bal hazırlamıştı. Şair de der ki:

“Nimet içinde yedik ve yaslandık,

Ve helal içecekleri büyük testileriyim içtik."

en-Nehhâs der ki: Yüce Allah'ın;

"Hazırladı" fiili; Hazırlanan şeyler" lâfzından alınmadır ki, bu da herhangi bir şey için hazırlayıp araç kıldığın herbir şey demektir.

Şeddeli ve hemzeli okuyuş ile ilgili olarak yapılmış en sahih açıklama Ali b. Ebi Talha'nınİbn Abbâs'tan şöyle dediğine dair naklidir Bundan maksat oturacak yer demektir.

Tefsir bilginlerinden bir topluluğun bundan maksadın, yemek olduğunu söylemeleri; "Yaslanarak yenilecek yemek" takdirine göre mümkün olabilir. Tıpkı yüce Allah'ın:

"Kasabaya sor." (Yûsuf, 12/82) âyeti gibi. Bu hazfın olduğuna delil de: "Onların herbirine de birer bıçak verdi" ifadesidir. Çünkü kadınlarla birlikte bıçakların bulunması ancak bıçaklarla kesilecek bir şeyler yemek içindir.

Nitekim (en-Nehhâs) "İrabu'l-Kur’ân" adlı eserinde de böyle demiştir. "Meûni'l-Kur'ân" adlı eserinde ise şunları söyler; Ma'mer, Katâde'den; "mealde: Yaslanacak yer-"in yiyecek, yemek diye açıkladığını rivâyet etmektedir. Bunun yemek yenildiği yahut içildiği veya konuşulduğu esnada üzerine yaslanılan her şey anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da dilciler tarafından bilinen bir açıklamadır. Ancak kelimenin önceki açıklamasına dair gelen rivâyetler sahihtir.

el-Kutebî'nin de naklettiğine göre; filan kişinin yanında yemek yedik, anlamında; denilmektedir. kelimesinin aslı şeklindedir. " Tartılan şey ve va'dolunan şey" anlamındaki kelimelerin; "Tarttım, va'dettim" fiillerinden gelmesi gibi. "Yaslanacak yer" anlamındaki kelime ise; "Yaslandım" fiilinden gelmektedir ve Yaslandı, yaslanır, yaslanmak" diye kullanılır.

"Onların herbirine de birer bıçak..." anlamındaki âyette iki mef'ûl vardır. el-Kisaî veel-Ferrâ'; " Bıçak" kelimesinin hem müzekker hem de müennes kullanılacağını nakletmektedir. el-Ferrâ' şu beyiti nakleder:

"Soğuk bir sabah vakti, sapı oldukça sağlamlaştırılmış bir bıçak ile

Devenin hörgücünde yara açtı."

el-Cevherî: Çoğunlukla bu kelime müzekker kullanılır, demektedir. Daha sonrael-Cevherî şu beyiti nakleder:

"Zahiren onun samimi öğüt verdiği görünür ama yalnız kaldı mı

İşte o boğaza dayanan oldukça keskin bir bıçak olur."

el-Esmaî der ki: Bu kelimenin bilinen şekli yalnızca müzekker olarak kullanıldığıdır.

"Ve: Çık karşılarına, dedi" âyetindeki: " Dedi" kelimesinin "te" harfinin ötreli okunuşu iki sakinin arka arkaya gelmesinden dolayıdır. Çünkü esreden sonra ötre varsa, ağır okunur. "Te"nin esreli okunuşu ise asla(yani sakin harf harekelenecek olursa esre ile harekelenir ilkesine) göredir.

Denildiğine göre kadın diğerlerine: Ben size söylemedikçe ne bir şey kesiniz, ne bir şey yiyiniz. Daha sonra hizmetçisine: Ben sana: îl'i çağır diyecek olursam, Yûsuf'u çağır, diye emretti. îl ise onların tapındıkları bir putun adıdır. Hazret-i Yûsuf da çamurda çalışıyordu, peştemalını toplayıp bağlamış, kollarını da kıvırmıştı. Hizmetçiye -bana rabbi çağır anlamında- bana îl'i çağır dedi. îl İbranice rab demektir. Kadınlar hayrete düştü ve: O nasıl gelebilir, dediler. Bu sefer hizmetçi çıkıp, Hazret-i Yûsuf’u çağırdı. Hazret-i Yûsuf yukardan aşağıya inince ev sahibi kadın diğerlerine beraberinizdekileri kesiniz, dedi. "Kadınlar onu görünce, onun gerçekten büyük bir güzelliğe sahip birisi olduğunu anladılar. Ellerini kestiler." Ellerindeki bıçaklarla kemiklere ulaşıncaya kadar, ellerini kestiler. Bu şekildeki açıklamayıVehb b. Münebbih yapmıştır.Saîd b. Cübeyr de der ki: Onu süslemeden, kadınların huzuruna çıkarmadı. Ansızın kadınların yanına çıkınca ondan dolayı dehşete kapıldılar, yüzünün güzelliği, süsleri ve üzerindekilerden dolayı hayrete düştüler, ellerini kesmeye koyuldular. Halbuki onlar bunu yaparken turunçları kestiklerini zannediyorlardı.

"Onun gerçekten büyük bir güzelliğe sahib birisi olduğunu anladılar." âyetinin ne anlama geldiği hususunda farklı görüşler vardır. Cuveybir'in,ed-Dahhâk'tan, onunİbn Abbâs'tan rivâyetine göre: Onu çok büyük bir şey gördüler ve heybete kapıldılar demektir. Yine ondan gelen rivâyete göre, onu görmenin de liseliyle meni ve mezileri aktı. Şair der ki:

"Küçük tepenin üzerinden erkek deveyi gördüler mi

Böğürmeye başlarlar ve hızlıca fışkıran menilerini akıtırlar."

İbn Sem'ân da arkadaşlarından bir gruptan naklettiğine göre şöyle demektedir: Arkadaşları dediler ki: O kadınların aşklarından dolayı mezileri aktı. Vehb b. Münebbih de der ki: Derhal ona aşık oldular ve o mecliste hayret, dehşet ve Yûsuf’a kalbten duydukları aşklarından ötürü on tanesi Öldü. Bunun anlamının dehşetlerinden ay hali oluverdiler, olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı da Katide, Mukâtil vees-Süddî yapmıştır. Şair de der ki:

"Biz kadınlara temiz oldukları vakit varırız da ancak

Ay hali olduklarında, asla kadınlara yaklaşmayız."

Ancak Ebû Ubeyde ve başkaları bunu kabul etmeyerek şöyle derler: Arap dilinde bu kelime böyle bir anlamda kullanılmaz. Bununla birlikte onu oldukça büyük bir şey gördüklerinden dolayı ay hali olmuş olmaları muhtemeldir. Çünkü kadın kimi zaman korkusundan dolayı, karnındaki yavruyu düşürebilir yahut ay hali olabilir.

ez-Zeccâc der ki: Arapçada; "Onu büyük gördüler" denilir ama -ondan dolayı ay hali oldular anlamında olmak üzere-: denilmez. Çünkü büyük görmek, hiçbir zaman ay hali olmak manasına değildir.

el-Ezherî buna cevap vererek: Ancak ay hali oldu anlamında; denilebilir. Çünkü kadın ilk defa ay hali olduğu takdirde, küçük yaştan büyüklüğe doğru geçiş yapmış olur. Devamla der ki: daki "he" zamir "he"si değil de vakf (sekt, susuş) "he"si olabilir. Ancak bu görüşün aslı yoktur, zira vakf için gelen "he" vasl halinde düşer. Bundan daha uygun görüş, İbnu'l-Enbarî'nin şu açıklamasıdır: Buradaki "he" zamiri fiilin mastarından bedeldir, yani, şeklinde olup ay hali oldular anfamındadır. İbn Abbâs'ın birinci görüşüne göre ise "he" zamiri Hazret-i Yûsuf'a aittir ve Yûsuf’u oldukça büyük birisi olarak gördüler ve onu alabildiğine ta'zim ettiler, demektir.

"Ellerini kestiler" âyeti ile ilgili olarak Mücahid der ki: Ellerini koparırcasına kestiler. Ellerini çizip yaraladılar, diye de açıklanmıştır. İbn Ebi Necîh, Mücâhid'den şöyle dediğini rivâyet eder: Ellerini bıçaklarla kestiler.en-Nehhâs der ki:Mücahid bu açıklaması ile eli kopup ayıracak şekilde bir kesmeyi kastetmemektedir. Bu bir çizme ve yaralama anlamında bir kesmedir. Dilde ise insanın -mesela- arkadaşının elini çizecek olursa "elini kesti" denilmesi bilinen bir husustur. İkrime, "elleri" lâfzını kollarının yenleri diye açıklamıştır ki, bu anlama gelmesi uzak bir İhtimaldir.

Parmaklarını kestiler, diye de açıklanmıştır.Yani kalbleri Hazret-i Yûsuf ile meşgul olduğundan dolayı ellerini kesip yaralamalarından dolayı hiçbir acı duymadılar. Fiilin şekli kesmenin çok olduğuna işarettir, çokluk herbirisinin bir kaç yerden elini yaraladığı anlamına gelme ihtimali olduğu gibi, kadınların sayılarının çokluğu dolayısıyla kullanılmış olma ihtimali de vardır.

"Ve dediler ki: Allah'ı tenzih ederiz." Yani Allah'a sığınırız. el-Esmaî, Nafî'den; "Allah'ı tenzih ederiz" âyetini Ebû Amr b. el-Alâ gibi; şeklinde "şın" harfinden sonra "elifi de okuduğunu nakletmektedir. Asıl kullanım şekli de budur. Bu "elifi hazfeden; "(A): Allah'ı" lâfzındaki "elifi onun bedeli kabul eder. Bu kelime şu dört şekilde kullanılır. şekillerinin hepsi de: Seni tenzih ederim, anlamındadır. Yine Haşa ki Zeyd"den diye kullanılır (ve Zeyd kelimesi cer ve nasb edilebilir).

en-Nehhâs der ki: Ben Ali b. Süleyman'ı şöyle derken dinledim: Ben Muhammed b. Yezîd’i şöyle derken dinledim: Bu edatın isminin nasbedilmesi daha uygundur. Çünkü bunun fiil olduğu sahih olarak kabul edilmiştir. Zira Araplar: " Haşa Zeyd"den, derler ve ismin başından da harf (meksur lâm edatı) hazfedilmez. Şair Nabiğa da şöyle demiştir:

"Ve ben kavimlerden hiçbir kimseyi müstesna kılmıyorum,"

Kimi dilci; "Dışında müstesna, haşa" bir edattır, "Müstesna kılıyorum" ise bir fiildir, der. (........) ın fiil olduğuna delil ise, ondan sonra harf-i cerrin gelmesidir. Ebû Zeyd'in naklettiğine göre bir bedevi Arabr "Allah'ım bana ve işiten herkese mağfiret buyur. Şeytan ile Ebû'l-Esbağ müstesna," diyerek bu lafızla sonraki kelimeyi nasb etmiştir,

el-Hasen ise "şm" harfini sakin kılarak diye okumuştur. Yine ondan; diye okuduğu da rivâyet edilmiştir. İbn Mes'ûd ve Ubeyy ise "lâm" harfi olmaksızın; diye okumuşlardır. Şairin şu beyiti de bu kabildendir:

"Ebû Sevban müstesnadır, çünkü o gerçekten

Başkasını kınamaktan ve kötü söz söylemekten yana cimridir."

ez-Zeccâc der ki: Bu kelimenin aslı; " Etraf yakınlardan gelmektedir. Yakın çevre anlamındadır. Mesela; " Filanın yakınlarında idim" denilir. Buna göre Zeyd bundan uzaktır" o bir tarafta, Zeyd bir taraftadır anlamına gelir. İstisnada bir şeyi sözü edilenler arasından bir kenara çıkarmak ve bir kenarda tutmak demektir.

Ebû Ali bu kelime İstisna etmekten faildir.Yani Yûsuf böyle bir şeyden münezzehtir ve Yûsuf kendisine atılan iftiradan uzakta ve bir kenardadır, Yahut ta o insan olmaktan münezzehtir, insanlık bir tarafta o bir taraftadır.Sîbeveyh'e göre; istisna cümlesinde cer harfidir. el-Müberred ve Ebû Ali'min açıklamalarına göre ise bir fiildir.

"Bu bir beşer değildir." el-Halîl ve Sîbeveyh der ki: "Değildir" edatı; "Değildir" edatı gibidir. Meselâ Zeyd ayakta değildir"; "Bu bir beşer değildir" ile

"Onların anaları değildir" (el-Mücadele, 58/2) denilir.

Kûfeliler de derler ki: Burada "beşer" kelimesinin başına getirilmesi gereken) "be" harfi hazfedildiğinden nasbedilmiştir. Bunun açıklaması da Ahmed b. Yahya'nın dediğine göre şöyledir: Bir kimse; "Zeyd gidici değildir" dediği vakit "be" harfi nasb mahallindedir, sair cer harfleri de böyledir. İşte bu cer harfi hazfedildikten sonra (harfin başına geldiği isim.) mahalline delalet etsin diye nasbedilmiştir. Ahmed b. Yahya der ki:el-Ferrâ''nın da görüşü budur. O da şöyle der: edatı tek başına hiçbir amel etmez. Ancak Basralılar onların bu durumda(Zeyd ay gibidir anlamında olmak üzere) demeleri gerektiğini söyleyerek görüşlerinin red edileceğini belirtirler. Çünkü bu;... ay gibidir" anlamındadır.

Ahmed b. Yahya ise şu sözleriyle onlara cevab verir: "Be" harf-i cerri "kef"ten daha çok bir harf-i cer olarak kullanılabilir. Çünkü "kef' bazen isim olabilmektedir.

en-Nehhâs ise der ki: Ancak Basralıların görüşü sahihtir ve bu sözde bir çelişki vardır.el-Ferrâ'; -Zeyd gidici değildir, anlamında-; denilmesini uygun kabul etmiş ve şu beyiti nakletmiştir.

"Allah'a yemin olsun ki sen eğer hür olsan dahi

Esasında sen hür de olamazsın, azad edilmiş köle de olamazsın."

Ve ayrıca el-Ferrâ' bunun nasb ile okunmasını açık ifadelerle kabul etmez. Diğer taraftan; "Zeyd'in sana rağbeti yoktur" demenin de; " Amr sana doğru gelmemektedir" demenin de câiz olduğu hususunda nahivciler arasında görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoruz. Bundan sonra ise "be" harfini hazfederler ve (başına geldiği ismi) ref ederler. Basralılar ve Kûfeliler ise ref ile; "Zeyd gidici değildir" şeklindeki kullanımı naklederler. Yine Basralılar bunun Temimlerin söyleyişi olduğunu nakleder ve şu beyiti de zikrederler:

"Sizler Teym'i mi bana eş ve denk kabul ediyorsunuz?

Halbuki Teym hiçbir zaman şerefli birisine denk olamaz."

el-Kisaî ise bunun Tihame ve Necidlilerin söyleyişi olduğunu nakletmektedir.el-Ferrâ' da refin iki bakımdan daha güçlü olduğunu iddia etmektedir. Ebû İshak dedi ki: Bu bir yanlışlıktır. Çünkü yüce Allah'ın Kitabı ve Rasûlünün kullanımı daha güçlü ve daha uygundur.

Derim ki: Hafsa(radıyallahü anha)nın Mushaf’ında bu âyet;" Bu bir beşer değildir" şeklindedir. Bunu el-Gaznevî nakletmektedir.

el-Kuşeyrî Ebû Nasr der ki: Burada kadınlar Hazret-i Yûsuf’un suret itibariyle insanlardan daha güzel bir surette olduğunu, hatta bir melek suretinde olduğunu söylemek istemişlerdir.Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır

"Yemin olsun Biz insanı gerçekten en güzel bir surette yarattık."'(et-Tîn, 95/4) Bu iki âyet-i kerîmenin bir arada anlaşılması şöyledir: Kadınlar "Allah'ı tenzih ederiz" ifadeleri ile Hazret-i Yûsuf’u, Aziz'in karısının onu itham ettiği, kendisine kötü maksatla yaklaşmak istediğinden uzak olduğunu anlatmaktadır. Yani Yûsuf böyle bir şeyden uzaktır. Onların " Allah İçin" sözleri Allah İçin o bundan uzaktır, demektir.Yani Yûsuf bu işten kurtulmuştur, bu surette böyle bir şey yoktur. Bunun da anlamı şudur: Onun masiyetlerden uzaklığı meleklere benzemektedir. Böyle bir açıklamaya göre ise (âyetler arasında) çelişki yoktur.

Bir diğer açıklamaya göre burada maksat, Hazret-i Yûsufun aşırı güzelliğinden ötürü sureti itibariyle insanlara benzemesinden tenzih edilmesidir. "Allah'ı" ifadesi de bu manayı te'kid içindir. Buna göre âyetin anlamı şu olur: Kadınlar melek suretinin daha güzel olduğunu zannederek böyle bir sözü söylediler, onlar yüce Allah'ın:

"Yemin olsun ki insanı en güzel bir surette yarattık" (et-Tin, 99/4) sözlerinden haberdar değillerdi. Çünkü bu bizim Kitabımızda olan bir âyettir.

Bazı zayıf anlayışlı kimseler şöyle zannederler: Eğer kadınların bu sözlerinin gerçekle ilgisi olmayan bir kanaatleri olsaydı, yüce Allah'ın onların bu kanaatlerini reddetmesi ve bu sözlerinde yalancı olduklarını beyan etmesi gerekirdi. Ancak böyle bir'görüş batıldır. Zira yüce Allah'a böyle bir şeyin vacib olduğunu kabul edemeyiz. Zaten yüce Allah'ın kâfirlerin küfrü ve yalancıların yalanı ile ilgili olarak haber verdiği bütün hususları hemen akabinde reddetmesi gerekmez. Aynı şekilde "örf ehli kimseler" çirkin kişi hakkında "o şeytan gibidir" derken, güzel kişi hakkında da "o melek gibidir" derler. Yani benzeri görülmemiş demektir. Çünkü insanlar melekleri görmezler. Böyle bir ifade melek suretinin daha güzel olduğu zannına binaen söylenir, yahut ta onun ahlâkının temizliğini, ithamlardan da uzaklığını haber vermek kastıyla söylemiş olabilirler.

"Bu ancak çok şerefli bir melektir."Bu ancak şerefli bir melek olabilir, başka bir şey olamaz. Şair de der ki:

"Sen bir insana mensub da değilsin fakat sen bir melek(e mensub) olabilirsin,

Sema boşluğundan yağmur gibi inen."

el-Hasen'den de: -"Bu bir beşer değildir" anlamındaki âyeti-: şeklinde "be" ve "şın" harflerini esreli olarak okuduğu rivâyet edilmiştir ki bu: Bu satın alınan bir kul değildir, anlamındadır; böyle birisinin satılmaması gerekir, demektir. O bu şekilde okumakla mastarı ism-i mef'ûl yerine kullanmış olur. Yüce Allah'ın:

"Deniz avı... size helal kılındı"(el-Mâide, 5/96) âyetinde olduğu gibi ki, denizde avlanmak anlamındadır ve bunun benzerleri de pek çoktur.

Âyetin şu anlama gelme ihtimali de vardır: Buna değer biçilemez, bunun kıymeti hiçbir şekilde tesbit edilemez. Buna göre "satın almak" anlamındaki kelime ile satın alınırken onun karşılığında verilen bedel kastedilmiş olur. Mesela bir kimsenin: Bu bine alındı, şeklindeki sözünü reddetmek isterken, bu bine alınamaz demeye benzer. Bu açıklamaya göre ise "be" harfi haber olan mahzuf bir söze taalluk eder. "Bu satın almakla miktarı tesbit edilebilecek bir şey değildir" demeye benzer. Ancak büyük çoğunluğun kıraati daha uygundur. Çünkü ondan sonra "bu ancak çok şerefli bir melektir" âyeti gelmektedir ki, bu da onun şanını ta'zim gayesi ile melek türünden olduğu söylenerek üstünlüğünü mübalağa yoluyla ifade etmek içindir. Diğer taraftan;(el-Hasen'den gelen rivâyet gibi) türünden kelimeler Mushaf ta “ya" ile yazılırlar.

32

Kadın dedi ki: "Kendisi dolayısı ile beni kınadığınız işte budur. Evet, yemin olsun ben ondan murad almak istedim. Fakat o kendisini korudu. Şayet kendisine emredeceğimi yapmazsa yemin olsun zindana atılacak ve herhalde zillete uğrayanlardan olacaktır."

Allah'ın:

"Kadın dedi ki: Kendisi dolayısı ile beni kınadığınız işte budur" âyeti şu demektir: Aziz'in hanımı misafir kadınların Yûsuf’a kendilerini kaptırdıklarını görünce,

"kendisi dolayısı ile" yani onu sevdiğimden dolayı

"beni kınadığınız işte budur" diyerek mazur olduğunu açığa vurmak istedi.

" Şu" burada " Bu" anlamındadır.Taberî'nin tercihi de budur. Buradaki "he"(mealde: Kendisi) zamirinin sevgiye ait olduğu ve; Şu, işaret zamirinin de asıl anlamı üzere kullanıldığı da söylenmiştir. Buna göre mana şöyle olur: İşte kendisi sebebiyle beni kınadığınız sevgi budur,yani bunun sevgisi işte o sevgidir.

"Levm (kınamak)" ise çirkin şeylerle nitelendirmek demektir.

Daha sonra gerçeği ikrar ederek şunları söyledi:

"Evet, yemin olsun ben ondan murad almak istedim. Fakat o kendisini korudu" yani bu işe yanaşmadı. Tercümemize esas aldığımız Arapça baskıya hazırlayanın belirttiğine göre, yazma nüshaların ikisinde burada 511 anlamdaki ibareler de yer almakladır: "Şunu bil ki, o kadın, ona karşı beslediği aşırı sevgisi dolayısıyla çağırdığı kadınlar huzurunda mazeretini açıkladığında, işin gerçek yüzünü de ortaya koyarak, “Ben ondan murad almak istedim. Fakat o kendisini korudu" dedi.

"Korunma "ya bu ismin veriliş sebebi, masiyetin işlenmesinden koruyup engellemesinden dolayıdır. "Kendisini korudu" ifadesinin, bu işe karşı koydu, zorluk çıkardı, anlamında olduğu da söylenmiştir ki, ikisinin de anlamı birdir.

"Şayet kendisine emredeceğimi yapmazsa, yemin olsun zindana atılacak" sözleriyle de kadınların huzurunda onu tekrar kötülük işlemeye davet etti ve haya perdesini yırtarak, dediğini yapmayacak olursa zindana atılmakla tehdit etti, İlkin olanlar ikisi arasında ceryan etmişti; ama artık ilk durumunun aksine, kimsenin kınamasından ve söyleyeceği sözlerden çekinmediğinden böyle konuştu.

"Ve herhalde zillete uğrayanlardan olacaktır" âyetindeki; " Olacaktır" kelimesi "elif" ile yazılmıştır. Ancak te'kid için getirilen şeddesiz "nûn" gibi okunur. Çünkü te'kid "nûn"u hem şeddeli, hem şeddesiz gelir. Yüce Allah'ın:

"Yemin olsun zindana atılacak"âyeti üzerinde vakıf "nûn" ile yapılır. Çünkü şeddelidir. Buna karşılık; "Olacaktır" üzerinde vakıf elif ile yapılır. Çünkü şeddesiz "nun"dan dolayı böyle yazılmıştır ve bu bir kimsenin; "Ben bir adam gördüm, Zeyd'i ve Amr'ı gördüm" sözündeki ı'rab "nun'u (tenvini)na benzemektedir. Yüce Allah'ın:

"Yemin olsun ki yakalayıp, çekeriz alnından" (el-Alak, 96/15) âyeti ve benzerleri de buna benzemektedir ki bu gibileri üzerinde vakıf elif ile olur. el-A'şâ'nın şu mısraında olduğu gibi:

"Şeytana asla ibadet etme, Allah'a ibadet et."

Şair burada; "Mutlaka ... ibadet et" demek istemiştir. Vakıf yapması gerektiğinden elif ile vakıf yapmıştır.

33

Dedi ki: "Rabbim ben, zindanı bu kadınların beni kendisine davet edegeldikleri şeye tercih ederim. Eğer Sen bunların tuzaklarını benden Savazsan, onlara meyleder, cahillerden olurum."

Yüce Allah'ın:

"Dedi ki: Rabbim ben, zindanı bu kadınların beni davet edegeldikleri şeye tercih ederim" âyetinde "zindanı ifadesi, zindana girmeyi takdirinde olup muzaf hazfedilmiştir. Bu açıklamayı ez-Zeccâc ve en-Nehhâs yapmışlardır. "Tercih ederim"; zindan benim için masiyete düşmekten daha kolay ve daha hafiftir, demektir. Yoksa zindana girmek durum ne olursa olsun mutlaka sevilen bir şey olduğu anlamına değildir.

Nakledildiğine göre Yûsuf (aleyhisselâm) "Ben zindanı.,, tercih ederim" deyince yüce Allah da kendisine şöyle vahyetmiş: "Ey Yûsuf! Sen, ben zindanı tercih ederim demekle kendini zindana atmış oldun. Eğer ben afiyet ve esenliği tercih ederim, demiş olsaydın hiç şüphesiz esenliğe kavuşturulurdun."

Ebû Hatim'in naklettiğine göre Osman b. Affan (radıyallahü anh); ": Hapse atılmak, zindana atılmak" diye "sin" harfini üstün olarak okumuştur. Bunun aynı zamanda İbn Ebi İshak'ın, Abdu'r-Rahmân el-A'rec'in ve Ya'kub'un da kıraati olduğunu nakletmiştir. Bu ise; "Onu hapsetti, hapsetmek" fiilinin mastarıdır.

"Eğer Sen bunların tuzaklarını benden Savazsan" yani bu kadınlam tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan...

Kendisini gören kadınların tuzakları diye de açıklanmıştır. Çünkü kadınlar ona Aziz'in karısına itaat etmesini emretmiş ve ona şöyle demişti: Bu kadın mazlumdur ve sen de ona zulmettin.

Bir diğer açıklamada da şöyle denilmiştir: Aziz’in karısı için ona nasihatte bulunmak üzere herbirisi Hazret-i Yûsuf'la başbaşa kalmak istedi. Bundan maksat ise kadına belki isteğini kabul eder diye yardımcı olmasını istemek idi. Ancak herbirisi tek başına onunla başbaşa kalınca Hazret-i Yûsuf’a: Ey Yûsuf! Benim ihtiyacımı gör, ben senin için efendinden daha iyiyim, demeye koyularak, ayrı ayrı onu kendisinden murad almağa çağırıyor ve ayağını kaydırmaya gayret ediyordu. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf: Rabbim, önceleri bir taneydi, şimdi bir topluluk oldular, dedi.

Bir diğer açıklamaya göre Aziz'in karısının tuzağı Hazret-i Yûsuf’u işlemeye davet ettiği hayasızlık idi. O ("bunlar şeklindeki") çoğul ifadesiyle onu kastetmiştir. Hitabında ya onu ta'zim etmek için çoğul kullanmıştır, yahut ta açık (sarih) ifadeyi kullanmayıp üstü kapalı ifadeyi (ta'rizi) kullanmak istediğinden böyle yapmıştır.

Keyd (tuzak) ise hileye başvurmak ve bunda çokça gayret etmek demektir. İnsanların çokça hileye başvurmaları dolayısıyla da Savaşa "keyd" denilmiştir. Amr b. Lecâ der ki:

"Sana tuzak kurmak için Biçr'in annesi göründü sana,

Süslenip püslenerek sana kuracağı tuzağı kursun diye."

"Onlara meyleder(im)"âyeti şartın cevabıdır, "Meylederim" ifadesi meyledip özlemeyi anlatmak için kullanılan; Meyletti, ederden gelmekte olup mastarı da; ...diye gelir. Şair der ki:

"Kalbim Hind'e şevk ile meyletti,

Hind gibi birisi zaten şevk ile meylettirir."

Yani, ey Rabbimî Eğer masiyetten uzak durmakta bana lütuf etmeyecek olursan, ben de masiyete düşerim.

"Cahillerden olurum." Yani günah işleyen ve bundan dolayı yerilmeyi hakeden kimselerden olurum. Yahut cahillerin işini yapan kimselerden olurum.

İşte bu, Allah'ın yardımı olmaksızın hiçbir kimsenin Allah'a İsyan olan bir işten uzak duramadığının delilidir. Aynı şekilde cahilliğin çirkin olduğuna ve cahil kimsenin yerildiğine de delildir.

34

Bunun üzerine Rabbi onun duasını kabul etti. O kadınların tuzaklarını üzerinden sallallahü aleyhi ve sellemdı. Çünkü O, hakkıyla işitendir, bilendir.

"Bunun üzerine Rabbi onun duasını kabul etti." Çünkü o:

"Eğer Sen bunların tuzaklarını benden Savazsan" diyerek duaya yönelmişti. Bununla Allah'ım onların tuzaklarını benden sallallahü aleyhi ve sellem, demiş gibi idi. Yüce Allah da duasını kabul etti, ona lütfetti ve zinaya düşmekten korudu.

"O kadınların tuzakları" denilmesinin sebebi şöyle açıklanmıştır: Çünkü o kadınlar bir topluluktu ve hepsi de ondan murad almak istemişti, Genel olarak; bütün kadınların tuzağı anlamında olduğu da söylenmiştir. Bundan önceki âyet-i kerîmede söz konusu edildiği gibi yalnızca Aziz'in karısının tuzağını kastettiği de söylenmiştir. Ancak umum ifade etmesi daha uygundur.

35

Sonra bütün delilleri gördükleri halde yine de onu bir sûreye kadar zindana atmak, onlarca uygun görüldü.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Hazret-i Yûsuf’a Dair Görüşler:

"Sonra" Mısır Aziz'i ve onun danışmanları

"bütün delilleri gördükleri halde..." Hazret-i Yûsuf’un suçsuzluğunu, gömleğinin arkadan yırtılması, kadının yakınlarından şahidin şahitlik etmesi, kadınların ellerini kesmeleri ve Hazret-i Yûsuf ile karşılaşmaları sırasındaki dirençsizlikleri gibi alametleri gördükten sonra, herkesin arasında bu olayın yaygınlık kazanmaması, buna engel olunarak gizlenmesi için onu hapsetmeyi uygun gördüler.

Bir diğer açıklamaya göre burada sözü geçen

"deliller" Hazret-i Yûsuf aralarında bulunduğu sürece üzerlerine açılan bereket kapılan idi, Ancak birinci görüş daha sahihtir. Mukâtil ,Mücahid'den, o İbn Abbâs'tan, İbn Abbâs'ın yüce Allah'ın:

"Sonra bütün delilleri gördükleri halde yine de onu... uygun görüldü" âyeti hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: Gömleğin yırtılması bu delillerdendir, şahidin şahitliği bu delillerdendir, kadınların ellerini kesmeleri bu delillerdendir, kadınların onun oldukça büyük bir güzelliğe ss hip olduğunu görmeleri de bu delillerdendir.

Şöyle de denilmiştir: Kadının insanlardan aşın derecedeki utanması ve on dan büsbütün ümidinin kesileceğinden korkması, tümden elinden gitmesi yerine ondan uzak kalmaya razı olmaya onu mecbur etti. Böylelikle onu gör meyecek olursa, hastalığının şifa bulacağını zannetmişti. Şair de der ki:

"Kavuşma ümidi bulunan özlem duyan birisinin duyduğu hasret,

Hiçbir ümit taşımayan fakat özlem duyan birisîninkine benzemez.

Yahut kadın, hapsedilmekten çekinerek kendisini teslim edeceği ümidiyle onu hapse atmak tuzağı ile karşı karşıya bırakmak istedi.

2- Hazret-i Yûsuf’un Hapsedilmesi:

"Onu... zindana atma" (anlamı verilen); kelimesi fail mevkiindedir. Yani onu hapsetmeleri görüşü onlara uygun görüldü. Bu Sîbeveyh'in görüşüdür. el-Müberred ise bu yanlıştır, der. Çünkü fail cümle olmaz. Ancak burada fail;

"Uygun görüldü" fiilinin delalet ettiği mastardır. Bu da; "Onlara gelen... görüş uygun görüldü" demektir. Hapfedilmesinin sebebi ise, fiilin ona delâlet etmesidir. Nitekim şair şöyle demektedir:

"Bir haktır, Ebû Mûsa'nın, baba olduğu kimseye

Dağları diken (yüce Allah)ın muvaffakiyet vermesi."

Burada; "Bunun gerçekleşmesi bir haktır" anlamında olup hazfedilmiştir.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Daha sonra önceden bilmedikleri bir görüşe sahip oldular. Bu ifadenin hazfediliş sebebi ise âyette buna delalet eden sözlerin bulunmasıdır.

Aynı şekilde "demek" fiili de hazfedilmiştir,yani "onu zindana atmalıdırlar, dediler" demektir. Baştaki "lâm" harfi ise gizli bir yeminin cevabıdır. Fiil müzekker bir fiildir, müennes değildir. Çünkü müennes bir fiil olsaydı; denmesi gerekirdi. Buna da yüce Allah'ın:

"Onlarca" denilerek; şeklinde (aynı anlamdaki) müennes zamir kullanılmaması delil teşkil etmektedir. Bu âyetle âdeta kadınlara ve onların yardımcılarına dair haber verilmiş ve müzekker kipi tağlib yoluyla kullanılmış gibidir. Bu açıklamayı da Ebû Ali yapmıştır.

es-Süddî dedi ki; Hazret-i Yûsuf'un hapse atılmasının sebebi Aziz'in karısının Hazret-i Yûsuf’u kendisini teşhir edip, durumunu yaygınlaştırarak küçük düşürmesinden şikayetçi olmasıdır. Bu açıklamaya göre "onlarca" lâfzındaki zamir hükümdara aittir.

3- Hazret-i Yûsuf’a Süreli Hapis:

"Bir süreye kadar" âyeti "belirsiz bir süreye kadar" demektir. Bu açıklamayı pek çok müfessir yapmıştır. İbn Abbâs der ki: Şehirde yaygınlık kazanmış olan haber kesifinceye kadar, demektir.

Saîd b. Cübeyr de altı aya kadar diye açıklamıştır. el-Kiyâ'nın naklettiğine göre; o bu ifade ile üç aylık bir süreyi kastetmiş idi. İkrime ise dokuz yıllık bir süre, el-Kelbî beş yıl, Mukâtil de yedi yıllık bir süre kastetmişti, demişlerdir. Bakara Sûresi'nde;

"Bir süre" kelimesi ve onun ile ilgili hükümlere dair açıklamalar(el-Bakara 2/36. âyet 6. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Vehb der ki: Hazret-i Yûsuf oniki yıl hapis kaldı.

Bu âyetteki;...e kadar" edatı, anlamındadır. Yüce Allah'ın: " Tan yeri ağarıncaya kadar" (el-Kadr, 97/5) âyeti gibi.

Yüce Allah zindana atılmayı Hazret-i Yûsuf için kadına meyletmesi dolayısıyla bir temizlenme sebebi kılmıştı. Aziz -eğer Hazret-i Yûsuf’un suçsuzluğunu bilmiş ise- sanki Hazret-i Yûsuf'un hapse atılmasında kadına itaat etmiş gibi görünüyor.

İbn Abbâs der ki: Hazret-i Yûsuf üç yerde yanıldı. Birincisi, kadına meyledince; buna sebeb zindana atıldı. İkincisi rüya yorumunu isteyen kişiye:

"Beni efendinin yanında an" (Yûsuf, 12/42) demesi üzerine hapiste bir kaç yıl daha kaldı. Diğeri ise kardeşlerine:

"Siz gerçekten hırsızlık yaptınız"(Yûsuf, 12/70) dedirtmesi, onlar da buna karşılık:

"Eğer o çalmış bulunuyorsa, onun daha evvel bir kardeşi de çalmıştı" (Yûsuf, 12/77) diye cevap vermişlerdi.

4- Zina Îçin Hapis Tehdidi İkrah Sayılır Mı?

Yûsuf (aleyhisselâm) hapse atılmak tehdidi ile zina etmek İçin zorlandı, Beş yıl hapiste kaldığı halde mevkinin büyüklüğü ve şerefinin üstünlüğü dolayısıyla böyle bir şeye razı olmadı.

Bir kişi zina etmek üzere zindana atılmakla tehdit edilecek(ikrah) olursa, icma ile zina câiz olmaz. Şayet dövmek ile ikrah söz konusu olursa, ilim adamlarının bu konuda farklı görüşleri vardır. Sahih kabul edilen görüş eğer dövme aşın bir noktaya varırsa, zinanın günahı da, haddi de o kişiden düşer.

Kimi ilim adamlarımız ise o kimseden haddin düşmeyeceğini söylemişlerdir. Ancak bu, zayıf bir görüştür. Çünkü yüce Allah kulu hakkında iki ayrı azâbı bir araya toplamaz ve iki belâdan birisini tercih etmek ile karşı karşıya bırakmaz. Çünkü böyle bir şey dindeki en büyük zorluklardandır. Halbuki yüce Allah:

"Dinde size güçlük vermedi" (el-Hac, 22/78) diye buyurmaktadır. İleride bu hususlara dair açıklamalar yüce Allah'ın İzniyle Nahl Sûresi'nde(16/106. âyet, 4. başlık ve devamında) gelecektir.

Hazret-i Yûsuf bu ceza ve tehdide rağmen sabretti, kendisine kurulan bu hile ve tuzaklardan dolayı Allah'a sığındı. Önceden de geçtiği üzere yüce Allah da onun duasını kabul buyurdu.

36

Onunla birlikte zindana İki de delikanlı girdi. Bunlardan biri: "Ben rüyamda kendimi şarap sıkıyor gördüm" dedi. Öbürü de: "Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek götürüyor, kuşlar da ondan yiyor gördüm" dedi. "Bize bunun yorumunu bildir. Çünkü biz seni iyilik edenlerden görüyoruz."

Yüce Allah'ın:

"Onunla birlikte zindana iki de delikanlı girdi" âyetindeki: "İki delikanlı" kelimesi in tesniyesi (ikili)dir. Bu kelime(son harfi) "yalıdır. Bunun: "Genç delikanlılar" şeklinde çoğul yapılması şaz'dır. Vehb ve başkalan derler ki: Yûsuf (aleyhisselâm) bir eşek üzerinde zincire vurulmuş halde, zindana götürüldü. Çarşı-pazar dolaştırılarak:" Bu hanımefendisine karşı gelenin cezasıdır" diye ilan edildi. O İse şöyle diyordu:" Şüphesiz ki bu ateş parçalarından, katrandan yapılmış elbiselerden, kaynar su içeceğinden ve zakkum yemeğinden daha kolaydır."

Hazret-i Yûsuf zindana götürüldüğünde, orada artık umutlan kesilmiş, bela ve sıkıntıları alabildiğine artmış kimselerle karşılaştı. Onlara: Sabredin size müjdeler olsun, ecir alırsınız demeye başladı. Onlar da: Ey delikanlı! Ne güzel söz söylüyorsun! Gerçekten seninle birlikte olmak bizim için bereketli bir şeydir. Sen kimsin, ey delikanlı! diye sormaya koyuldular. Hazret-i Yûsuf da şöyle diyordu: Ben Allah'ın seçkin kulu Ya'kub'un oğlu Yûsuf’um. Benim dedem de Allah'a kurban edilmesi adanan İshak'tır. Onun da babası ise Allah'ın Halil'i İbrahim'dir.

İbn Abbâs der ki: Kadın kocasına bu İbrani köle beni rezil etti. Ben onu hapse atmanı istiyorum deyince, kocası da onu hapse attı. Hazret-i Yûsuf, zindanda üzüntülü olanları teselli ediyor, hastalan ziyaret ediyor, yaralılan tedavi ediyor, gece boyunca namaz kılıyordu. Odaların duvarlan, çatılan, kapıları da onunla birlikte ağlayıncaya kadar ağlıyordu. Hapis onun sayesinde tertemiz oldu ve hapistekiler de onunla teselli buldular. O bakımdan herhangi birisi zindandan çıktı mı tekrar Yûsuf ile birlikte olmak için zindana geri gelirdi. Zindan sorumlusu da onu sevdi ve onun rahat etmesini sağladı, sonra ona şöyle dedi: Ey Yûsuf! Ben seni öyle bir sevdim ki hiçbir şeyi senin kadar sevemiyorum. Bu sefer Hazret-i Yûsuf: Senin bu sevginden Allah'a sığınırım, dedi. Adam: Neden böyle diyorsun? deyince, bu sefer şu cevabı verdi: Babam beni sevdi, kardeşlerim bana yapacaklarını yaptılar. Hanımefendim beni sevdi, ben gördüğün bale geldim.

Hazret-i Yûsuf" hapiste iken hükümdar firmasına ve sakisine kızdı. Şöyle ki: Hükümdar aralarında oldukça uzun bir ömür yaşadığından, ondan sıkılmaya, usanmaya başladılar. O bakımdan hem fırıncısına hem şarapçısına zehirlemesini telkin ettiler. Ancak fırıncı bu isteği kabul etmekle birlikte, şarab sakisi bunu kabul etmedi. Saki gidip, bu durumu hükümdara bildirdi, hükümdar her ikisinin de zindana atılmasını emretti. Bu ikisi de Hazret-i Yûsuf’la teselli buldular. İşte yüce Allah'ın:

"Onunla birlikte zindana iki de delikanlı girdi" âyetinde anlatılan budur.

Şöyle de denilmiştir: Fırıncı yemeğe zehiri koydu, ancak yemek hazırlanınca saki; Ey Hükümdar! Yeme, çünkü yemek zehirlidir, dedi. Fırıncı da; Ey Hükümdar! İçme, çünkü içkide zehir var, dedi. Bunun üzerine hükümdar sakiye iç dedi, içti ve içtiğinden zarar görmedi. Fırıncıya ise: Ye dediği halde yemedi, yemeği bir hayvana vererek denedi, olduğu yerde hayvan ölü verdi. Her ikisini de bir sene hapse attı, ikisi de bu süre zarfında Hazret-i Yûsuf ile birlikte kaldılar. Sakinin ismi Mencâ, diğerinin ismi Mecles idi. Bunu da es-Sa'lebî, Ka'b'dan nakletmektedir.

en-Nekkaş der ki: Birisinin ismi Şerhem, diğerinin de ismi Serhem idi.

Taberî der ki: Rüyada şarap sıktığını gören kimsenin ismi Nebû idi. es-Süheylî der ki: Diğerinin ismini de zikretti, ancak ben onu yazıp kaydetmedim.

Yüce Allah'ın:

"İki de delikanlı" diye buyurması, bunların ikisinin de köle olmalarından idi. Köle de küçükya da büyük olsun "fetâ: Genç, delikanlı" diye adlandırılır. Bunu da el-Maverdî nakletmiştir.

el-Kuşeyrî der ki: "Fetâ" kelimesinin örflerinde kölenin ismi olma ihtimali de vardır. İşte bundan dolayı da yüce Allah:

"Aziz'in karısı delikanlısından(fetâsından) murad almak istiyor"(Yûsuf, 12/30) diye buyurmuştur. Bununla birlikte "fetâ" kelimesinin, mülkiyet altındaki bir köle olmasa dahi hizmetçinin ismi olma ihtimali de vardır. Bu ikisinin Hazret-i Yûsuf ile birlikte zindana atılmış olma ihtimali de vardır, daha sonra da ondan önce de atılmış olabilirler. Ancak onunla birlikte, onun bulunduğu hücreye girmişlerdi.

"Bunlardan biri: Ben rüyamda kendimi şarab" yani üzüm

"sıkıyor gördüm, dedi." Hazret-i Yûsuf daha önce hapistekilere: Ben rüya tabir ederim, demişti. İşte bu iki gençten birisi arkadaşına: Gel şu İbrani köleyi deneyelim, dediler ve ona herhangi bir rüya görmedikleri halde soru sordular. Bu açıklamayı İbn Mes'ûd yapmıştır. Ancak Taberî'nin naklettiğine göre bu iki kişi Hazret-i Yûsuf’un bilgisi hakkında ona soru sordular. Kendisi de: Ben rüya tabir ederim, diye cevab vermişti. Bunun üzerine gördükleri rüyalarını yorumlamasını istediler.

İbn Abbâs veMücâhid der ki: Gördükleri rüya doğru bir rüya idi ve ona bu rüyaları hakkında yorum yapmasını istemişlerdi. Bundan dolayı rüyanın yorumu olduğu gibi gerçekleşti.

Sahih hadiste Ebû Hüreyre'den,Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Aranızda rüyası en doğru çıkan, sözü en doğru olan kişidir."Müslim, Ru'yâ 6; Ebû Davûd. Edeb 88, Tirmizî, Ru'yâ I, 10;İbn Mâce. Ru’yâ 9;Dârimî, Ru'yâ 7;Müsned, II, 269, 507.

Bu rüyaların gerçek olmadığı, onu denemek için, ondan yorum yapmasını istedikleri de söylenmiştir. İbn Mes'ûd vees-Süddî'nin görüşü budur.

Aralarından asılan kişi yalan söylemişti, diğeri ise doğru söylemişti, diye de söylenmiştir. Bu görüş de Ebû Mîclez'e aittir.

Tirmizînin,İbn Abbâs'tan rivâyetine göreİbn Abbâs, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Her kim yalan yere bir rüya gördüğünü söyleyecek olursa, kıyâmet günü iki arpa arasına düğüm atması istenecektir ve hiçbir zaman ikisi arasına böyle bir düğüm atamayacaktır."Ebû Îsa (et-Tirmizî) dedi ki; Bu hasen bir hadistir. Buhârî, Ta'bir 45; Tirmizî, Ru'yâ 8;İbn Mâce, Ru'yâ 8;Müsned, I, 216, 246, 359

Ali (radıyallahü anh)dan da Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Yalan yere rüya gördüğünü söyleyen kimse kıyâmet gününde bir arpa düğümlemekle yükümlü tutulacaktır."Tirmizî dedi ki: Bu hasen bir hadistir. Ebû Dâvûd, Edeb 88;Tirmizî, Ru'ya 8;Dârimî, Ru'yâ 8;Müsned, I, 76, 90, 91, 101. 129, 131, II, 504

İbn Abbâs dedi ki: Bu iki kişi rüyalarını gördükleri sabahı oldukça üzüntülü ve kederli idiler. Hazret-i Yûsuf onlara: Ne diye sizi üzüntülü görüyorum? diye sorunca, onlar: Efendimiz! Biz hoşumuza gitmeyecek bir şey gördük, dediler, Hazret-i Yûsuf onlara: Gördüğünüzü bana anlatın, deyince ikisi de gördükleri rüyayı ona anlattılar ve: Bu rüyamızın yorumunu bize bildir, dediler. Bu da onların bir rüya gördüklerinin delilidir.

“Çünkü biz seni iyilik edenlerden görüyoruz." Hazret-i Yûsufun iyiliği hastaları ziyareti, onları tedavi etmesi, üzüntü ve kederlileri teselli etmesi idi. ed-Dahhâk der ki: Zindanda birisi hastalandı mı Hazret-i Yûsuf ona bakardı, birisi darlığa düştü mü sıkıntısını giderirdi. Muhtaç oldu mu ona mal toplar, onun için dilenirdi.

"İyilik edenlerden" âyeti güzel bir şekilde bilgi edinmiş bilginlerden, diye de açıklanmıştır. Bunu da el-Ferrâ' ifade etmiştir. İbn İshak der ki:

"İyilik edenlerden" ifadesi eğer bu rüyamızı yorumlarsan, bize iyilik edenlerden olursun, anlamındadır. Nitekim bir kimsenin: Şu işi yap, iyilik eden birisi olursun, demek bu kabildendir. Hazret-i Yûsuf da onlara: Ne gördünüz? diye sordu. Fırıncı: Beri üç ayrı tandırda ekmek pişiriyor ve bu ekmeği üç sepete koyup bunları başımın üzerine yerleştiriyor gördüm. Sonra da kuşlar gelip ondan yedi. Diğeri de: Ben de kendimi beyaz üzümden üç salkım alıp onları üç kapta sıktığımı gördüm. Sonra bu üzüm sularını süzüp önceki adetim üzere hükümdara içirdim. İşte yüce Allah'ın:

"Ben rüyamda kendimi şarab sıkıyor"üzüm sıkıyor

"gördüm" âyeti buna işarettir. Umardılar bu tabiri böyle(üzüm sıkmak diye) kullanırlar. Bu açıklamayı da ed-Dahhâk yapmıştır.

İbn Mes'ûd bunu: "Ben kendimi üzüm sıkıyor gördüm" diye okumuştur. el-Esmaî der ki: el-Mutemir b. Süleyman'ın bana haber verdiğine göre o beraberinde üzüm bulunan bir bedevi görmüş, ona: Beraberinde ne var? diye sormuş. O da: (Beraberimde) "hamr(şarab anlamında)" var, demiş.

Bir diğer açıklamaya göre "şarab sıkıyorum" ifadesi, şarab üzümü sıkıyorum demek olup muzaf hazfedilmiştir. Bu kelime; "Şarab, şarablar" şeklinde; " Hurma ve hurmalar" gibi kullanılır.

37

Dedi ki "Size rızıklanmak üzere bir yiyecek gelecek oldu mu, muhakkak onun ne olduğunu size daha gelmezden evvel haber veririm. Bu Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Gerçekten ben Allah'a İnanmayan ve kendileri âhireti inkâr eden bir kavmin dinini terkettim;

Hazret-i Yûsuf onlara

"dedi ki; Size rızklanmak üzere bir yiyecek gelecek oldu mu?" yani evinizden yarın size yiyecek gelecek olursa

"muhakkak onun ne olduğunu size daha gelmezden evvel haber veririm." Böylelikle siz de benim rüya yorumunu bildiğimi, bilmiş olacaksınız. Onlar da: Peki öyle olsun, dediler. İkisine de: Size şunlar, şunlar gelecek, dedi ve dediği gibi çıktı.

Bu yüce Allah'ın özel olarak Hazret-i Yûsuf’a verdiği gayb bilgisinden idi. O, ayrıca bu bilgiyiyüce Allah'ın kendisine özel olarak verdiğini de beyan etmişti. Çünkü Hazret-i Yûsuf Allah'a îman etmeyen bir kavmin dinini yani hükümdarın dinini terketmiş idi.

Bana göre ifadenin anlamı şudur: Gerek rüyanın te'vilini bilmek, gerek size gelecek olan yemekleri bilmek, gerekse Allah'ın dinini bilmek(Allah'ın bana öğrettiği bilgilerdendir). O halde öncelikle siz din ile ilgili olan şeyleri dinleyip, kabul ediniz ki hidayet bulasınız. Bundan dolayı Hazret-i Yûsuf onları İslâm'a davet etmeden, rüyalarını yorumlamadı. Onlara şöyle dedi:

"Ey zindan arkadaşlarım! Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır? Yoksa bir tek olan ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan Allah mı? Sizin O'nu bırakıp taptıklarınız..." (Yûsuf', 12/39-40) Nitekim ileride de gelecektir.

Şöyle de açıklanmıştır: Hazret-i Yûsuf onlardan birisinin öldürüleceğini bilmişti. O bakımdan öldürülecek kişi müslüman olup bununla mutluluğu elde etsin diye onları önce İslâm'a çağırdı.

Bir diğer açıklamaya göre Hazret-i Yûsuf onlardan birisinin hoş olmayan sonucunu bildiğinden dolayı, sordukları rüyalarını yorumlamak istemedi, onların sordukları hususu bir kenara bırakarak başka bir söz açtı ve onlara şöyle dedi:

"Size" rüyada

"rızıklanmak üzere bir yiyecek gelecek oldu mu" mutlaka uyanıklığınız halinde ben size onun yorumunu bildiririm. Bu açıklamayıes-Süddî yapmıştır. Bunun üzerine o iki kişi ona şöyle dediler: Bu ariflerin ve kâhinlerin işindendir. Hazret-i Yûsuf onlara şöyle dedi: Ben kâhin birisi değilim, bu Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Ben sizlere ne kâhinlik yaparak, ne de müneccimlik yaparak bunları haber veriyorum. Bilakis benim size verdiğim haber yüce Allah'tan gelen bir vahiy iledir.

İbn Cüreyc de der ki: Hükümdar bir kimseyi öldürmek istedi mi ona bilinen bir yemek yapar ve o yemeği ona gönderirdi. Buna göre anlam şöyle olur: Size uyanık olduğunuz sırada gelecek yemeği ben size bildiririm. Bu açıklamaya göre

"rızıklanmak üzere bir yiyecek"ifadesi hükümdar tarafındanveya başkası tarafından size verilen bir yemek... anlamındadır. Bununla birlikte; Allah tarafından size rızık olarak bir yemek gelirse, anlamında olma ihtimali de vardır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç