Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

198

 

009 - TEVBE SÛRESİ

 

CÜZ :

10

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

73

Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara sert ol! Yerleri cehennemdir onların. O, ne kotu bir dönüş yeridir!

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1. Kâfirlere Karşı Cihad:

Yüce Allah'ın:

"Ey Peygamber! Kâfirlere... karşı cihad et" âyetinde hitap Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'edir. Ondan sonra ümmeti de bu hitabın kapsamına girmektedir. Maksat, mü’minlerle birlikte kâfirlere karşı cihad et, şeklindedir diye de açıklanmıştır. İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber kâfirlere karşı kılıçla, münafıklara karşı dil ile İleri derecede azar ve sert sözler söylemek suretiyle cihad etmekle emrolunmuştur.

İbn Mes'ûd'dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Münafıklara karşı elinle cihad et, gücün yetmezse dilinle. Buna da gücün yetmezse, onlara karşı sen de surat as, yüzünü ekşit.el-Hasen der ki: Onlara hadleri uygulamak suretiyle ve dil ile münafıklarla cihad et, Katade de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü münafıklar hadleri gerektirici suçlan en çok işleyen kimselerdi.

İbnü'l-Arabî der ki: Dil ile delili ortaya koymak, daimi bir hükümdür. Hadler ile ilgili ifadeye gelince, hadleri gerektiren işleri işleyenlerin çoğunlukla onlar olduğu iddiası delilsiz bir iddiadır. Günah işleyen asi, münafık değildir. Münafık, kalbinde nifakı gizleyen kimsedir ve onunla münafık olunur. Yoksa, zahiren organların yaptıklarıyla münafık olunmaz. Kendilerine had uygulananlara dair bize ulaşan haberlerden, bu suçlan işleyenlerin münafık kimseler olmadıkları anlaşılmaktadır.

2. Münafıklara Karşı Sert Davranmak:

"Ve onlara sert ol" âyetindeki;"(.......) Sertlik" kelimesi re'fet (yumuşak kalpliliksin zıddıdır. Sertlik, bir işi bir kimsenin başına getirmek esnasında kalbin katılığı demektir. Bu ise dille olmaz. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi birinizin cariyesi zina edecek olursa, ona had vursun fakat hiçbir şekilde (ondan sonra) artık bunu yüzüne vurmak suretiyle onu azarlamasın."Buhârî, Buyû’ 66, 110, Itk 17, Hudûd 35, 36; Müslim, Hudûd 30-32;Ebû Dâvûd, Hudûd 32;Tirmizî, Hudûd 8;İbn Mâce, Hudûd 14;Dârimî, Hudûd 18;Muvatta’', Hudûd 14;Müsned, II, 249, 494, IV, 116, 117, 343, VI, 65. Yüce Allah'ın:

"Şayet kaba, katı kalpli olsaydın, elbette onlar da etrafından dağılırlardı" (Âl-i İmrân, 3/159) âyeti de bu anlamı ortaya koymaktadır. Kadınların Hazret-i Ömer'e söyledikleri: "Sen Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan daha sert ve daha katısın" Buhârî, Bed'u’l-Halk 11, Fedâilıt Ashâbi'n-Nebiyy 6, Edeb 66; Müslim, be 22; Müsned, I, 171, 182. İfadeleri de bu kabildendir. "Sertlik (ğılza)"nın anlamı ise, kalp katılığı demektir. Bu, ise yüce Allah'ın; "Mü’minlerden sana tabi olanlara da kanatlarını indir"(eş-Şuara, 26/215) âyeti ile:

"Onlara rahmet ile tevazu kanadını indir" (el-İsra, 17/24) âyetinde, sözü edilen yumuşak davranmanın zıddıdır.

Bu âyet-i kerîme daha önce inmiş bulunan affetmek, sulh ve bağışlamak gibi bütün hükümleri nesh etmiştir.

74

"Söylemediler" diye Allah'a yemin ederler. Şüphe yok ki, o küfür sözünü söylediler. Onlar, müslümanlıklarından sonra kâfir oldular ve başaramadıkları bir işe de yeltendiler. Halbuki, intikam almaya kalkışmaları için Allah'ın ve Peygamberinin onları lütfuyla zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep de yoktur. Eğer tevbe ederlerse onlar için hayırlı olur. Eğer yüzçevirirlerse, Allah onları dünyada da ânirette de pek acıklı bir azaba uğratır. Onların yeryüzünde ne bir velileri vardır, ne de bir yardımcıları.

Bu âyete dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

1. Ayetin Nüzul Sebebi ve Münafıkların Yalancılıkları:

Yüce Allah'ın:

"Söylemediler diye Allah'a yemin ederler" diye başlayan âyet-i kerimesinin, el-Culâs b. Suveyd b. es-Sabit ile Vedia b. Sabit hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. Bunlar, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında ileri geri konuşmuş ve: Allah'a yemin olsun eğer Muhammed bizim efendilerimiz ve hayırlılarımız olan diğer kardeşlerimiz hakkında söylediklerinde doğru ise, hiç şüphesiz biz de eşeklerden de daha kötüyüz, demişlerdi. Âmir b. Kays kendisine: Evet, Allah'a yemin ederim Muhammed hem doğrudur, hem doğruluğu tasdik edilmiştir. Şüphe yok ki sen de eşekten daha da kötü bir durumdasın, diyerek bunu Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a bildirir. el-Culâs, gelip Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın minberi yanı başında Âmir'in gerçekten yalancı olduğuna dair yemin etti, Âmir ise el Culâs'ın bu sözü gerçekten söylediğine yemin etti ve: Allah'ım, doğru söyleyen Peygamberine (bu hususta) birşeyler bildir, diye dua etmesi üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Onu işitenin Âsım b. Adiy olduğu da söylenmiştir, Huzeyfe olduğu da söylenmiştir. İbn İshak’ın dediğine göre ise, onun bu sözlerini asıl işiten kimsenin Umeyr b. Sa'd adındaki üvey oğlu olduğu da söylenmiştir. Ondan başkaları ise adının Mûsab olduğunu söylerler. Bunun pzerine el-Culâs, durumunu haber vermesin diye onu öldürmek istemişti. İşte:

"Ve başaramadıkları bir işe de yeltendiler" âyeti onun hakkında nâzil olmuştur.

Mücahid der ki: Arkadaşı, el-Culâs'a: Ben senin bu söylediklerini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bildireceğim deyince, el Culâs onu öldürmek istediyse de daha sonra başaramadı, bu işi yapamadı. İşte yüce Allah'ın:

"Ve başaramadıkları bir İşe de yeltendiler" âyeti ile buna işaret edilmektedir.

Şöyle de denilmiştir: Bu âyet-i kerîme Abdullah b. Ubey hakkında indirilmiştir, O, Gıfarlılardan birisinin, Cüheynelilerden bir adam ile kavga etmekte olduğunu görmüş. Cüheyneliler Ensar ile antlaşmalı idiler. Ğıfarlılardan olan kişi Cüheynelilerden olan kişiye karşı üstünlük sağlayınca, İbn Ubey: Ey Evs ve Hazrecoğulları! Kardeşinize yardım edin. Allah'a yemin olsun ki, bizim misalimiz ile Muhammed’in misali ancak: "Köpeğini besle ki seni yesin" diyenin sözüne benzemektedir. Yemin olsun bizler Medine'ye dönecek olursak hiç şüphesiz daha aziz olan, oradan zelil olanı çıkartacaktır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu husus haber verilince, Abdullah b. Ubeyy yanına gelmiş ve böyle bir söz söylemediğine dair yemin etmişti. Bunu da Katâde söylemiştir.

Bir üçüncü görüşe göre ise (söylediklerine işaret edilen) söz, bütün münafıklarırf söyledikleri bir sözdür. Bunu da el-Hasen ifade etmiştir. İbnü’l-Arabî der ki: Sahih olan da budur. Çünkü, söyledikleri belirtilen söze dair ifade geneldir ve bu ifadenin ihtiva ettiği anlam özel olarak bir kişi hakkında da, hepsi hakkında da fiilen vardır. Bunun da özetle İfade ettiği mana, bütün münafıkların Hazret-i Peygamber hakkında onun peygamber olmadığına inanmalarından ibarettir.

2. Münafıkların Söyledikleri Küfrü Gerektirici Sözler;

Yüce Allah'ın:

"Şüphe yok ki, o küfür sözünü söylediler" âyeti ile ilgili olarak en-Nekkaş şöyle demektedir: Onlar Allah'ın va'detmiş olduğu feth (zafer)li yalanladıkları kastedilmektedir. Bir diğer görüşe göre, "küfür sözü"nden kasıt, el-Culâs'ın söylediği: Eğer Muhammed'in getirdiği bir gerçekse, şüphesiz biz eşeklerden daha kötü bir durumdayız, sözleri ile Abdullah b. Ubey'in: Yemin olsun Medine'ye dönecek olursak daha aziz olan oradan daha zelil olanı çıkartacaktır, sözleridir, el-Kuşeyrî der ki: Küfür sözünden kasıt: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'e sövmek ve İslâm'a da dil uzatmaktır.

"Onlar müslümanlıklarından sonra kâfir oldular." Yani, müslüman olduklarına dair hüküm verildikten sonra kâfir oldular. İşte bu da münafıkların kâfir olduklarına bir delildir. Yüce Allah'ın:

"Bu, onların îman etmeleri, sonra da kâfir olmaları sebebiyle böyledir" (el-Münafikun, 63/3) âyetinde de buna dair kati bir delil vardır.

Yine âyet-i kerîme; Îman, namazdaki söz ve fiiller dışında ancak: Lâ ilahe illallah sözü ile gerçekleşiyor ise de küfrün tasdik ve kesin bilgi ile çelişen her bir şey ile sözkonusu olduğuna da delil teşkil etmektedir, İshak b. Raheveyh der ki: Gerçekten ilim adamları diğer şer'i hükümler hususunda icma etmedikleri bir konuda, namaz hususunda icma etmişlerdir. Çünkü onlar icma ile şöyle derler: Bir kimsenin kâfir olduğu bilinse, sonra da aynı kişinin birçok defa namaz kıldığı sabit oluncaya kadar namaz kılmakta olduğunu görseler, bununla birlikte onun diliyle (îman ettiğine dair) ikrarını bilemeyecek olsalar dahi, o kimsenin imanına hüküm verilir, ancak oruç tutması ve zekât vermesi halinde onun hakkında benzeri bir hüküm verilemez.

3. Münafıkların Yeltendikleri ve Başaramadıkları İş:

Yüce Allah'ın;

"Ve başaramadıkları bir işe de yeltendiler" âyeti ile münafıkların Tebûk gazvesinde Akabe'den geçtikleri gecede onu öldürmek istemelerini kastetmektedir. Sayıları oniki kişi idi. Bu olaya dair etraflı bir rivâyet için bk:Müsned, IV, 453-454. Bu kişilerin isimleri de, el-Heysemî, Mecmau'z Zevâid, I, lll'de zikredilmektedir. Huzeyfe der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların hepsini tek tek sayarak isimlerini söyledi. Ben: Onlara birilerini gönderip öldürmeyecek misin deyince, şöyle buyurdu: "Arapların, arkadaşlarını ele geçirip onlara üstünlük sağladı da onları Öldürmeye kalkıştı, demelerinden hoşlanmıyorum. Aksine, Allah'ın bunları ed-Dubeyle ile cezalandırması onlara yetecektir." Ey Allah'ın Rasûlü, ed-Dubeyle nedir? diye sorulunca şöyle buyurdu: "O, cehennemden bir ateş alevidir ki, onu onlardan birisinin kalbini ciğerlerine bağlayan damarı üzerine koyar ve nihayet onun canı çıkar." Nitekim böyle de oldu. Bu hadîsi bu manada Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Sıfatu'l-Münâfîkîn 9-11; Müsned, IV, 320.

Bir diğer görüşe göre onlar, İbn Ubey'in etrafında(hükümdarları yapmak suretiyle) birleşmek ve toplanmak kastıyla İbn Ubey'ye tac giydirmek istemişlerdi. Bu hususun da sözkonusu edildiği uzunca hadis için bk. Buhârî, Tefsir 3. sûre 15, Merdâ 15, Edeb 115, İsti'zân 20; Müslim, Cihad 116; Müsned, V, 203. Bu hususta Mücahid'in görüşü az önce geçmiş bulunmaktadır.

4. Münafıkların Nankörlüğü:

Yüce Allah'ın:

"Halbuki, intikam almaya kalkışmaları için, Allah'ın ve Peygamberinin onları lütfuyla zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep de yoktur." Yani, onların intikam almalarını gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Nitekim Nâbiğa(buna benzer bir ifadeyle) şöyle demektedir:

"Onlardaki kusur, sadece ellerindeki kılıçların

Ordularla çarpışmalarından dolayı körelmiş olmasından ibarettir."

"İntikam almak” anlamındaki fiilin, mazi ve muzari kullanılışları: şeklindedir. Şair (mazisinin aynü'l-fiilinin esreli kullanılışına örnek olarak) şöyle demektedir:

"Onların Ümeyyeoğullarından intikam almalarının tek sebebi,

Ümeyyeoğullarının kızdıkları, öfkelendikleri vakit yumuşaklıkla

(Mimle) mukabele etmelerinden başkası değildir."

Şair Züheyr de şöyle demektedir;

"Ertelenir, bir kitaba konulur ve saklanır

Hesap gününe yahut da âcil olarak intikam alınır."

Züheyr'in bu beyitindeki bu fiil, "kaf" harfi esreli olarak da üstün olarak da nakledilmektedir.

en-Nehaî der ki: Onlar bir diyet talep ediyorlardı. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) da bu diyetin onlara ödenmesi doğrultusunda hüküm verdi, ancak onlar buna ihtiyaçlarının olmadığını izhar ettiler. İkrime de bu miktarın oniki bin (dirhem) olduğunu zikretmektedir.

Şöyle de denilmektedir: Öldürülen kişi de el-Culâs'ın azadh kölesi idi. el-Kelbî der ki: Onlar, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Medine'ye gelişinden önce geçim darlığı içerisinde idiler. Atâ binemiyor, ganimet elde edemiyorlardı. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) onların yanlarına(Medine'ye) gelince, ganimetlerle zengin oldular. İşte "kendisine iyilik yaptığın kimsenin sana yapacağı kötülükten kork" anlamındaki darb-ı mesel oldukça ünlüdür.

el-Kuşeyrî Ebû Nasr der ki: el-Becelî'ye, yüce Allah'ın Kitabında: "Kendisine iyilik yaptığın kimsenin kötülüğünden kork" âyetini bulabiliyor musun? diye sorulmuş, O da: "Halbuki intikam almaya kalkışmaları için Allah'ın ve Peygamberin onları lütfuyla zenginleştirmesinden başka bir sebep de yoktur" âyetini okudu.

5. Tevbedeki Hayır ile Münafık ve Zındığın Tevbesi:

Yüce Allah'ın:

"Eğer tevbe ederlerse onlar için hayırlı olur" âyeti ile ilgili olarak rivâyet edildiğine göre, bu âyet-i kerîme nâzil olunca, el-Culâs ayağa kalkıp mağfiret diledi ve tevbe etti.

İşte bu, küfrü gizleyip imanını açığa vuran kâfirin tevbe etmesinin geçerli olacağına delil teşkil etmektedir. Fukahanın zındık diye adlandırdığı kişi de budur. Ancak bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Şâfiî tevbesi kabul edilir derken,Mâlik zındıkın tevbesi bilinemez. Çünkü o, imanını açığa vururken küfrünü gizlemektedir. Onun mü’min olduğu ise söylediği sözle bilinmektedir. İşte şimdi de her vakit de böyle yapılmaktadır. Zındık, açığa vurduğunun zıddını içinde gizlemekle birlikte, ben mü’minin der. Ele geçirildiği vakit de tevbe ettim der ve gerçek halinde herhangi bir değişiklik olmaz. Eğer zındıklığı tesbit edilmeden önce, kendiliğinden bize tevbe ederek gelecek olursa, tevbesi kabul edilir, âyet-i kerimede kastedilen de budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

6. Yüzçevirenlerin Dünya ve Âhiretteki Cezaları:

"Eğer yüz çevirirlerse" yani, îman ve tevbe etmekten yüzçevirecek olurlarsa, "Allah onları dünyada da" öldürülmek suretiyle "âhirette de" cehennem ateşinde "pek acıklı bir azaba uğratır. Onların yeryüzünde ne bir velileri" yani, azaplarını engelleyebilecek kimseleri

"vardır, ne de bir yardımcıları." Bu hususa dair açıklamalar da daha önceden(el-Bakara, 2/48. âyet, 6. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

75

İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti: "Eğer bize lütfündan ihsan ederse yemin olsun ki sadaka vereceğiz ve muhakkak ki, salihlerden olacağız."

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

1. Âyetlerin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti..." ile ilgili olarakKatade şöyle demektedir: Burada sözü edilen kişi Ensardan birisidir. O şöyle demişti: Allah bana rızık olarak birşeyler verecek olursa, hiç şüphesiz ondaki Allah hakkını ödeyeceğim ve tasaddukta bulunacağım. Allah ona bu dediği şeyi verince, bu sefer Kitab-ı Kerîminde size okunan bu âyetlerde belirtilen işleri yaptı. O bakımdan yalan söylemekten kaçınınız. Çünkü yalan günahkârlığa götürür. Ali b. Yezid, el-Kasım'dan, o, Ebû Umame el-Bâhilîden rivâyet ettiğine göre Sa'lebe b. Hatıb el-Ensarî Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e dedi ki: Allah'a dua et de bana mal rızık versin, ihsan etsin. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Yapma ey Sa'lebe! Şükrünü edâ edebileceğin az bir mal, (şükrünün) altından kalkamayacağın çok (mal) dan hayırlıdır."İkinci bir defa gelerek yine Peygambere isteğini tekrarlayınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ınPeygamberi gibi olmaya razı değil misin? Ben, dağların benimle birlikte altın olup yol almasını isteyecek olsam, hiç şüphesiz öylece yol alırlardı." Sa'lebe şöyle dedi: Seni hak ile gönderen adına yemin ederim ki, eğer sen Allah'a dua edip de O da rızık olarak bana mal ihsan edecek olursa, hiç şüphesiz her hak sahibine hakkını vereceğim. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona dua etti. O da koyun satın aldı. Solucan ve kurtların çoğalması gibi çoğaldılar. Medine ona dar geldi. Bu sefer Medine'nin dışına çıktı, Medine vadilerinden birisine yerleşti. Artık sadece öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılabiliyordu. Diğerlerini ise terk etti. Zamanla koyunları daha bir artıp çoğaldı, bu sefer Peygamber ve cemaati -Cuma namazı müstesna- büsbütün terketti. Koyunları artmaya devam etti, nihayet Cuma'yı da terketti. Bu sefer, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: "Yazıklar sana ey Sa'lebe" diye buyurdu. Daha sonra yüce Allah'ın:

"Mallarından bir sadaka al ki..."(et-Tevbe, 9/103) ayeti nâzil oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da zekât toplamak üzere iki kişiyi gönderdi. Onlara: "Sa'lebe'ye ve -Süleymoğullarından bir adamın ismini vererek- filana uğrayın ve onların sadakalarını (zekâtlarını) alın" dedi. Bu iki görevli Sa'lebe'ye gittiler. Ona, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın gönderdiği mektubu okuttular. Bu sefer O: Bu ancak cizyenin bir benzeridir. İşinizi gidin görün, bitirdikten sonra bana uğrayın dedi... ve hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu ise bilinen ünlü bir olaydır. el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VII, 31-32; hadisin sonunda: "Ravileri arasında Ali b. Yezid el-Elhânî vardır ve metruk bir râvidir" kaydıyla.

Sa'lebe'nin zenginlik sebebinin bir amcası oğluna mirasçı olması olduğu da söylenmiştir.

İbn Abdi’l-Berr der ki: Denildiğine göre, yüce Allah'ın:

"İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti" âyeti, Sa'lebe b. Hatıb hakkında -zekat vermemesi üzerine- İnmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ancak, Bedir'de hazır bulunanlar hakkında söylediği nakledilen hadis ile âyet-i kerimede yer alan:

"O da huzuruna çıkacakları güne kadar kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı" âyetinin birlikte anlaşılması zordur.

Derim ki:İbn Abbâs'tan âyetin nüzul sebebine dair şu da nakledilmektedir: Hatıb b. Ebi Beltea'nın, Şam'da bulunan(ticaret) malının ulaşması gecikince, Ensar'ın bulunduğu toplantılardan birisinde: Eğer o malım kurtulursa ben onun bir bölümünü sadaka olarak dağıtacağım, ve akrabalık bağını gözeteceğim, dedi. Ancak, malı kurtulunca bu konuda cimrilik göstermesi üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Derim ki: Sa'lebe(b. Hâtıb) Bedir'e katılmış ve Ensar'a mensup bir kimsedir. Allah'ın da Rasûlünün de -el-Mümtehine Sûresi'nin baş taraflarında açıklanacağı üzere Orada ve sözü edilen olayda adıgeçen kişi Sa'lebe değil, Hatıb b. Ebî Beltea'dır. Salebe b. Hâtıb’ın Bedir'e katılmış ve Ensârdan olduğu bildirilmektedir. İbn Hacer, Bedir'e katılıp Uhud'da şehid olan Sa'lebe ile; bu üyelin kendisi hakkında nâzil olduğu belirtilen Sa'lebe'nin ayrı şahsiyetler olduğunu açıkça ifade etmektedir, (İbn Hacer, el-leâbe, I, 516-517). mü’min olduklarına dair lehlerine şahidlik ettiği kimselerdendir. O halde, ona dair gelen bu rivâyet sahih değildir. EbûÖmer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Hakkında âyetin indirildiği ve zekât vermeyen Sa'lebe ile ilgili olarak açıklamalarda bulunanların bu açıklamalarının sahih olmama ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

ed-Dahhak der ki: Âyet-i kerîme münafıklardan Nebtel b. el-Hâris, el-Ced b. Kays ve Muattib b. Kuşeyr gibi bir takım kimseler hakkında inmiştir.

Derim ki: Âyetin onlar hakkında indiğine dair bu açıklama daha uygun görünmektedir. Şu kadar var ki: Yüce Allah'ın:

“Bir nifak sokarak onları cezalandırdı" âyeti, Allah'a ahid verenin, bundan önce münafık olmadığını göstermektedir. Ancak bunun anlamının: Allah, onların münafıklıklarını daha bir artırdı ve ölene kadar münafıklık üzere kalmaya devam ettiler, şeklinde olması hali müstesnadır. İşte ileride geleceği üzere yüce Allah'ın:

"Huzuruna çıkacakları güne kadar"âyeti ile anlatılan da budur.

2. Allah 'a Söz Verenler:

(Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Yüce Allah:

"İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti..." âyeti, bu söz veren kimselerin diliyle söz verip, kalbiyle ona inanmadığı ihtimali olduğu gibi, hem diliyle, hem kalbiyle Allah'a söz vermiş olup daha sonra sonunun kötü gelmiş olma ihtimali de vardır. Çünkü ameller sonları ile değerlendirilir, günler de âkibetleriyle.

(Âyetin başındakı): " ...den" lâfzı mübtedâ olarak ref mahallindedir, haberi ise mecrûr ifade içindedir.

"Yemin" lâfzı, Hadîs-i şerîfte de varid olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'in zahirinde ise, ancak bağlanmak ve hükmünü yerine getirmek kastıyla yemin lâfzı kullanılmıştır. Manayı te'kid için yemine gelince, buna "lâm" harfi delâlet etmektedir. Burada, birinci kasem, ikincisi de cevabın başına gelen "lâm" olmak üzere iki"lâm" vardır. Her ikisi de te'kid içindir. Nahivcilerden kimisi bu iki "lâm" da kasem "lâm'ı dır demekte ise de, birinci görüş daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3. Yalnız Kişi için Bağlayıcı Olan Hükümler Neye Göre Verilir:

Ahdetmek, boşamak ve kişinin tek başına kendisini ilgilendiren ve bu hususta başkasına İhtiyacı bulunmayan her bir hükümde, kişinin maksadı onun için bağlayıcı kabul edilir. İsterse bunu diliyle telaffuz etmesin. Bunu İlim adamlarımız ifade etmiştir.

Şâfiî veEbû Hanîfe ise derler ki: Bir kimse bir şeyi söylemedikçe onun ile ilgili hiçbir hüküm hiçbir kimse için bağlayıcı olmaz. İlim adamlarımızın diğer görüşü de budur.

İbnü'l-Arabî der ki: Bizim benimsediğimiz görüşün sıhhatinin delili, Eşheb'in, Mâlik'ten yaptığı şu rivâyettir: Mâlik'e: Bir kimse kalbiyle hanımını boşamayı niyet edip diliyle bunu telafuz etmeyecek olursa ne olur, diye sorulmuş, O da: Bu talakı gerçekleşir, onun için bağlayıcıdır. Tıpkı kişinin kalbiyle mü’min ve kalbiyle kâfir olması gibi bağlayıcıdır, demiştir. (Devamla) İbnü’l-Arabî der ki: İşte bu harikulade bir aslî delildir ve bu delile göre şöyle demek gerekir: Kişiyi bağlayıcı olması için kişinin başka bir kimseye ihtiyaç duymadığı herbir akid, aleyhine mücerred niyetiyle gerçekleşir. Bunun aslî dayanağı da îman ve küfürdür.

Derim ki:İkinci görüşün delili ise,Müslim'in Ebû Hüreyre'den şöyle dediğine dair rivâyet edilen hadistir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Muhakkak Allah İçlerinden geçirdiklerini -işlemedikçe, yahut da onu sözlü olarak ifade etmedikçe ümmetime bağışlamıştır."Buhârî, Uk 6, Talük 11, Eymân 15; Müslim, İınnn 201, 202;Ebû Dâvûd. Talâk 15;Tirmizî, Talâk 8;Nesâî, Talâk 22;İbn Mâce, Talük 14. 16;Müsned, II, 425, 474... Bu hadisi Tirmizî de rivâyet etmiş ve: Hasen, sahih bir hadistir, demiştir. İlim ehlince amel de buna göredir. Bir kimse kendi içinden hanımını boşamayı geçirecek olsa, onu sözlü olarak söylemediği sürece bu hiçbir şey ifade etmez, Tirmizî, Talâk 8. demektedir.

Ebû Ömer(b. Abdi'l-Berr) der ki: Kalbiyle boşama kararını verip de diliyle bunu söylemeyenin bu durumu hiçbir şey ifade etmez. Mâlik'ten daha meşhur olan görüş budur. Bununla birlikte ondan, kalbiyle boşamayı niyet etmesi halinde bağlayıcı olduğunu söylediği de rivâyet edilmiştir. Nitekim bir kimsenin diliyle söylemeyecek olsa dahi kalbiyle kâfir olması gibi. Ancak, gerek kıyas bakımından, gerekse rivâyet yolu bakımındanbirinci görüş daha sahihtir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, ümmetime içlerinden geçirdikleri vesveseleri, onu dille söylemedikleri yahut elle işlemedikleri sürece affetmiştir."

4. Geleceğe Dair Temenniler:

Bir kimse geleceğe dair bir adakta bulunacak olursa, adağı yerine getirmenin vücubu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Bunu yerine getirmemek bir masiyettir. Eğer yemin ise yeminin gereğini yerine getirmek, ittifakla vacib değildir. Şu kadar var ki, şu hususa dikkat edilmelidir. Eğer kişi farz-ı ayn olarak zekât vermesi gerekmeyen bir fakir ise, Allah'tan zekât düşecek kadar bir mal isterse ve kendisine farz olanı eda edeceğini ahd ederse, Allah ona bu isteğini verince de söylediği ahd ile üstlenmeksizin dahi Ödemesi gereken asıl yükümlülüğü yerine getirmeyi terk etmesi halinde (vebal sözkonusudur). Şu kadar var ki: Onu asıl aldatan şey, hakları eda etmek kastıyla mal talebinde bulunması oldu. Çünkü, onun Allah'tan bu talebi halis bir niyet ile değildi. Yahut da belli bir niyetle bu taleple bulunmakla birlikte, hakkında bedbahtlığın yazılmış ve takdir edilmiş olduğu bir istekti bu. Böyle bir halden Allah'a sığınırız.

Derim ki: Hazret-i Peygamberin: "Sizden herhangi bir kimse temennide bulunacak olursa, temennisine dikkatle baksın. Çünkü o, yüce Allah'ın gaybında temenni ettiği şeyden kendisi hakkında neler yazıldığını bilemez"Müsned, II, 357, 387;el-Heysemî, Mecmau'z-Zeoâid, X, 151'de diyor ki: İmâm Ahmed'inMüsned’inde yer alan rivâyetin ravileri sahih ricalidir' âyetinde kasıt, temennisinin akıbetidir. Çünkü nice temenni vardır ki, ona aldanılır, fitneye düşürülür, yahut da kişi bundan dolayı azgınlaşır ve dünyada da ahirette de helâk olmaya sebep teşkil eder. Çünkü dünya işlerinin akıbetleri müphemdir, gaileleri tehlikelidir. Dinî ve uhrevî temennilere gelince, bunların temennisi akibeti itibariyle övülmeye değerdir, bunlar teşvik edilmiştir ve bunlar mendup görülmüştür.

5. Temenni Yoluyla Adakta Bulunmanın Hükmü:

Yüce Allah'ın:

"Eğer bize lütfundan ihsan ederse, yemin olsun ki sadaka vereceğiz" âyeti: Şuna şuna malik olursam o sadaka olsun, diyen bir kimsenin bu sözünü yerine getirmekle yükümlü olduğuna delildir. Ebû Hanîfe de bu görüştedir. Şâfiî böyle diyenin bu sözü o kimse için bağlayıcı değildir, der. Boşamadaki görüş ayrılığı da bu şekildedir, köle azad etmekte de böyledir.

Ahmed b. Hanbel der ki: Böyle bir temennide bulunmak, köle azad etmekte bağlayıcıdır, talakda bağlayıcı değildir. Çünkü köle azad etmek Allah'a yakınlaştırıcı bir ibadettir ve Allah'a yakınlaştırıcı ibadetler adakta bulunmak suretiyle kişinin zimmetinde sabit olur(kişiye borç olur). Talâk ise böyle değildir, o, belli bir husustaki bir tasarruftur, böyle bir şey zimmette sabit olmaz(borç olmaz).

Şâfiî,Ebû Dâvûd, Tirmizî ve diğerlerinin rivâyet ettikleri şu hadisi delil göstermektedir: Amr b. Şuayb'dan, o, babasından, o, dedesinden dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Âdemoğlunun malik olmadığı bir şey hakkında adakta bulunması da sözkonusu değildir, malik olmadığı şeyi azad etmesi de sözkonusu değildir, malik olmadığı bir şeyde boşama hakkı da yoktur." LâfızTirmizînin olup şöyle demektedir: Bu hususta Ali, Muaz, Cabir, İbn Abbâs veÂişe'den de gelen rivâyetler vardır. Abdullah b. Amr'ın hadisi ise hasen bir hadistir ve bu, bu hususta rivâyet edilen en güzel rivâyettir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashâbından ve diğerlerinden ilim ehlinin çoğunluğunun görüşü de budur.

İbnü'l-Arabî der ki: Bu hususta Şâfiî mezhebine mensup İlim adamları, sahih olmayan ve delil olmaya elverişli bulunmayan pek çok hadisler kaydederler. Geriye bu ayetin zahirinden başka birşey (delil olarak) kalmamaktadır.

76

Ama kendilerine lütfündan ihsan edince de cimrilik edip yüzçevirerek gerisin geriye döndüler.

6. Allah'ın Lütfuna Rağmen Cimrilik Edenler:

"O da kendilerine lütfundan ihsan edince" bağışlayıp verince

"de" sadaka vermek, malı hayır yollarında infak etmek, daha önceki taahhütlerini ve ileri sürdükleri yükümlülüklerini yerine getirmek hususunda "cimrilik edip yüzcevirerek gerisin geriye döndüler." Tirmizî, Talâk 6;Ebû Dâvûd, Talnk 7; ayrıca bk.Buhârî, Edeb 44;Müslim, Îman 176;Tirmizî, Nuzûr 3, Îman 16;İbn Mâce, Talnk 17;Müsned, IV, 33.Yani, İslâm'dan yüzçevirdiklerini açığa vurarak Allah'a itaat etmeyip gerisin geri döndüler. Âl-i İmrân Sûresi'nde(3/180. âyet 1. başlık ve devamında) cimriliğe dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

77

Nihayet Allah'a verdikleri sözlerini tutmadıkları ve yalan söyleyegeldikleri için, O da huzuruna çıkacakları güne kadar kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı.

7. Allah'a Verilen Sözde Durmamanın Cezası:

"Bir nifak sokarak onları cezalandırdı" âyetinde iki mef'ûl vardır. Yüce Allah kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı, demektir. Bir görüşe göre de cimrilik akabinde kalplerine bir nifak sokarak ceza görmelerine sebep teşkil etti, demektir. İşte bundan dolayı "Lütfundan... cimrilik edince" diye buyurmuştur.

"Huzuruna çıkacakları güne kadar" âyeti cer mahallindedir. Yani, onlar cimriliklerinin cezasını görecekleri güne kadar kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı. Cimriliklerinin cezasını görecekleri gün şeklindeki bu açıklama: Yarın sen amelini göreceksin, onunla karşılaşacaksın, demeye benzer.

"Huzuruna çıkacakları güne kadar"âyetinin, Allah'ın huzuruna çıkacakları güne kadar anlamına geldiği de söylenmiştir. İşte bu âyette, sözü edilen kimsenin münafık olarak öldüğüne delil vardır. Ancak, bu âyetin hakkında indirildiği kimsenin Sa'lebe veya Hatıb olma ihtimali uzaktır. Çünkü Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'e şöyle demişti: "Allah'ın Bedir ehline, muttali olarak dilediğinizi yapınız. Ben size(günahlarınızı bağışladım) demediğini nereden bilirsin?" Daha önce el-gnfai, fi/68, flyet 1. başlığın sonlarında geçen bu hadisin kaynakları için oraya bakılabilir. Sa'lebe de, Hatıb da Bedir'de hazır bulunan ve bu gazada şahit olanlardandı.

"Nihayet Allah'a verdikleri sözlerini tutmadıkları ve yalan söyleye geldikleri için O da... onları cezalandırdı." Onların yalan söylemeleri, sözlerini bozmaları ve yerine getireceklerini taahhüt ettikleri hususları terk etmeleri şeklinde ortaya çıkmıştı.

8. Münafıklık ve Çeşitleri:

"Nifak" kalpte olursa küfürdür. Eğer amellerde olursa masiyettir.Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Dört şey var ki, onlar kimde bulunursa, o kişi katıksız münafık olur. Kimde bunlardan bir tanesi bulunacak olursa, onu terkedinceye kadar o kimsede münafıklıktan bir haslet (özellik) bulunur: Kendisine birşey emanet verilirse hainlik eder, konuştuğu zaman yalan söyler, ahidleştiği zaman ahdinde durmaz ve tartıştığı zaman da haddi aşar, kötü söz söyler." Bu hadisiBuhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Îman 24, Mezâlim 17, Cizye 17;Müslim. Îman 106;Ebû Dâvûd, Siinne 15;Nesâî, Îman 20; Tirmizî, Îman 14; Müsned, II, 189, 198. Bu kelimenin türeyişi ile açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/10. ayetin tefsirinde) geçtiğinden burada onları tekrarlamanın bir anlamı yoktur.

İlim adamları bu hadisin te'vili hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesim şöyle demektedir: Bu hüküm yalan olduğunu bilerek bir söz söyleyen, kendisine bağlı kalması gerektiğine inanmaksızın ahidleşen ve zamanı gelince hainlik etmek için emaneti bekleten kimse hakkında sözkonusudur. Bu görüşün sahipleri senet itibariyle zayıf bir hadis olan şu rivâyete dayanırlar:

Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Bekir ve Ömer'le (Allah hepsinden razı olsun) Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanından kederli bir şekilde çıkarken karşılaşmış. Hazret-i Ali: Ne diye sîzi böyle kederli görüyorum diye sorunca, Onlar da: Münafıkların nitelikleriyle ilgili olarak Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan işittiğimiz bir hadisten dolayı. (Hadis şudur): "(Münafık) konuştuğu zaman yalan söyler, ahidleştiği zaman bozar, kendisine bir şey emanet edilirse hainlik eder, söz verirse sözünde durmaz." Hazret-i Ali: Peki buna dair ona birşey sormadınız mı, diye sorunca, Onlar: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)1 dan çekindik, dediler. Hazret-i Ali: O halde ben ona soracağım, demiş ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna girerek şöyle sormuş: Ey Allah'ın Rasûlü, Ebû Bekir ve Ömer yanından üzüntülü bir şekilde çıktılar. 'Daha sonra da söylediklerini nakletmiş. Bunun üzerine (Hazret-i Peygamber) şöyle buyurmuş: "Ben onlara bir hadis söyledim, ama onların anladıklarını kastetmedim. Ancak münafık kendi kendisine yalan söylediğini bile bile konuştuğu vakit yalan söyleyen, söz verdiğinde kendi kendisine bu sözünde durmayacağını telkin eden, kendisine emanet bırakıldığında içten içe bu emanete hainlik edeceğini kararlaştıran kimsedir."el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, I, 108, "senedinde: ...Ebû'n-Nu'mân, Ebû Vakkas'ın.,. diye zikredilen iki râvî, -Tirmizî'nin dediğine göre- meçhuldür (hadis kivisi olarak bilinmemektedirler); diğer râvilerin ise sika (güvenilir) oldukları bildirilmistir" kaydıyla.

İbnül-Arabî der ki: Bu İşleri kasti olarak işleyenin kâfir olmayacağına dair açık deliller vardır. Kişi, ancak Allah'a, sıfatlarına dair hususlardaki bilgisizliği, yahut da O'nu yalanlaması ile ilgili bir itikad ile kâfir olur. Şanı yüce Allah ise cahillerin inanışlarından ve sapıkların sapmalarından yücedir, münezzehtir.

Bir başka kesim şöyle demektedir: Bu husus Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın dönemindeki münafıklara hastır. Onlar, bu konuda Mukâtil b. Hayyân'ın, Saîd b. Cübeyr'den, onun, İbn Ömer ileİbn Abbâs'tan şöyle dediklerine dair rivâyetini delil gösterirler. İbn Ömer ileİbn Abbâs dediler ki: Bir grup ashâb ile birlikte varıp dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü, sen şöyle buyurdun: "Üç haslet vardır ki, onlar kimde bulunursa o kişi ister oruç tutsun, namaz kılsın ve mü’min olduğunu iddia etsin yine münafıktır: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir emanet verildiği zaman hainlik eder. Ve her kimde bu hasletlerden birisi bulunursa, o kimsede münafıklığın üçte biri var demektir." Biz bunlardan, yahut bunlardan birisinden kendimizi kurtaramayacağımız yahut da insanların çoğunun bunlardan uzak kalamayacağı kanaatindeyiz. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) güldü ve şöyle buyurdu: "Sizin bunlarla ne ilginiz var ki? Ben bu özellikleri, yüce Allah'ın Kitabında münafıkları tahsis ettiği gibi münafıklara has olarak söyledim. Benim, konuştuğu zaman yalan söyler, şeklindeki ifadem, yüce Allah'ın:

"Münafıklar sana geldiklerinde..."(el-Münafîkun, 63/1) âyeti gibidir. Siz böyle misiniz?" Biz: Hayır deyince şöyle buyurdu: "Bundan dolayı o halde korkmayınız. Siz bundan uzaksınız. Benim, söz verdiği zaman sözünde durmaz şeklindeki ifademe gelince; bu da yüce Allah'ın bana indirmiş olduğu şu âyetlerdedır:

"İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti: Eğer bize lütfundan ihsan ederse..." -diyerek üç âyeti okudu- "Siz böyle misiniz?" diye sordu, biz: Hayır dedik. Allah'a hamd olsun ki, eğer herhangi bir hususa dair Allah'a söz verecek olursak, onu yerine getiririz. Şöyle buyurdu: "O halde sizin için korkacak birşey yok, siz bundan uzaksınız. Ona bir şey emanet edilirse hainlik eder şeklindeki sözüme gelince; bu da yüce Allah'ın bana İndirmiş olduğu şu âyette dile getirilmektedir:

"Muhakkak Biz emaneti göklerle yere ve dağlara arzettik de..." (el-Ahzab, 33/72) Buna göre her kişiye dîn emanet olarak verilmiştir. Mü’min kişi gizlide de açıkta da cünüplükten yıkanır. Münafık ise bu işi ancak açıktan açığa yapar. Siz böyle misiniz?" Biz; Hayır dedik. Şöyle buyurdu: "O halde sizin için korkacak birşey yok, siz bundan uzaksınız."İbnul-Arabî, Ahkamu'l-Kur'ân, II, 985-986'cto bu rivâyeti "Mescid-i Aksâ'da Ebîl Bekr el-Fihrî'nin kendisine naklettiğini" belirttikten sonra zikretmekte ve sonunda: "Bu, senedi meçhul bir hadistir..." kaydını koy ma kındır.

Tabiinden ve İmâmlardan pek çok kimse bu görüştedir.

Bir başka kesim şöyle demektedir: Bu hüküm, bu tür hasletlerin çoğunlukla kendisine galip geldiği kimseler hakkındadır.Buhârî ve ondan başka diğer ilim adamlarının görüşlerinden anlaşıldığına göre, kıyâmet gününe kadar bu kötü hasletlere sahip olan bir kimse münafıktır.

İbnü'l-Arabî der ki: Benim görüşüme göre, bir kimseye masiyetler galip gelecek olsa bu, onun itikadını etkilemediği sürece kâfir olmaz. (Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Hazret-i Yusuf'un kardeşleri babalarına söz verdiler, fakat verdikleri sözde durmadılar. Ona birşeyler söyleyip aldattılar, yalan söylediler. Hazret-i Yusuf'u onlara emanet etti, ama o emanete hainlik ettiler, bununla birlikte münafık olmadılar.

Atâ b. Ebi Rebah der ki: Yusuf'un kardeşleri bütün bu işleri yaptıkları halde münafık olmadılar, aksine peygamber oldular.

el-Hasen b. Ebi'l-Hasen el-Basrî der ki: Münafıklık iki türlüdür: Yalan ile yapılan münafıklık ve amelî münafıklık. Yalan ile yapılan münafıklık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)döneminde idi. Amelî münafıklığın ise kıyâmet gününe kadar sonu gelmeyecektir, Buhârî de Huzeyfe'den, münafıklığın Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)ın döneminde olduğu, bugün ise ancak ve ancak imandan sonra küfre düşmenin sözkonusu olduğunu İfade ettiğini rivâyet etmektedir. Buhârî, Fiten 21.

78

Onlar, gizlediklerini de fısıltılarını da Allah'ın muhakkak bildiğini, Allah'ın bütün gaybları çok iyi bildiğini bilmezler mi?

Yüce Allah'ın:

"Onlar, gizlediklerini de fısıltılarını da Allah’ın muhakkak bildiğini... bilmezler mi?" şeklindeki bu âyeti bir azardır. O, bu durumlarını bildiğine göre, onları pek yakında cezalandıracaktır.

79

Mü’minlerden nafile bağışlarda bulunanları, kaş-göz işaretleriyle ayiplayanlarla, güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan kimselerle eğlenenleri Allah maskaraya çevirir ve onlar için pek acıklı bir azap vardır.

Yüce Allah'ın:

"Mü’minlerden nafile bağışlarda bulunanları, kaş göz İşaretleriyle ayıplayanlar..." şeklindeki bu âyeti de münafıkların nitelikleri arasındadır.

Katade der ki: "Ayıplayanlar" demektir. Şöyle ki, Abdurrahman b. Avf malının yarısını sadaka olarak vermişti. Onun malının toplamı sekizbin idi, o bunun dört binini sadaka olarak vermişti. Kimileri: Ne kadar büyük bir riyakâr? demişlerdi. Bunun üzerineyüce Allah: "Mü’minlerden nafile bağışlarda bulunanları kaş-göz işaretleriyle ayıplayanlar..." âyetini indirdi.

Ensardan bir kişi de hurma yığınının yarısını getirip verdi, bu sefer: Allah'ın buna hiç mi hiç ihtiyacı yok, dediler. Bunun üzerineyüce Allah:

"Güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan kimselerle..." âyetini indirdi.

Müslim'in de rivâyetine göre Ebû Mes'ûd şöyle demiştir: Biz sadaka vermekle emrolunduk. Sırtımızda yük taşır (ve böylelikle sadaka verirdik). Ebû Akil yarım sa’ sadaka verdi. Bir başka kişi ise ondan biraz daha fazlasını getirdi. Bunun üzerine münafıklar: Şüphesiz ki Allah'ın bunun sadakasına bir ihtiyacı yoktur, öbürü ise bu işi ancak riyakârlık olsun diye yapmıştır, dedi. Bunun üzerine yüce Allah: "Mü’minlerden nafile bağışlarda bulunanları, kaş-göz işaretleriyle ayıplayanlarla, güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan kimselerle eğlenenleri..." âyetini indirdi. Buhârî, Zekat 10; Müslim, Zekât 72.

Burada (gücünün yetebildiğinden başkasını bulamayandan) kasıt Ebû A-kil'dir ki, ismi el-Habhâb idi.

"el-Cühd" (Mealde: Gücün yetebildiği), kıt kanaat geçinenin yetindiği az şey demektir. Cühd ile cehd aynı anlamdadır ki, buna dair açıklamalar daha önceden (el-En'âm, 6/109. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Kaş-göz İşaretleriyle ayıplayanlar," ayıplayan, kusur bulan kimseler demektir ki, yine buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

"(.......): Nafile bağışlarda bulunanlar" kelimesinin asli; şeklinde olup,"te" harfi "ti" harfine idğam edilmiştir.

Bunlar haklarında vacib olmaksızın herhangi bir işi teberru(bağış) yoluyla yapan kimselerdi.

(Âyet-i kerimenin ortasındaki): "ler, lar, kimseler" ise, Mü’minler" kelimesine atf ile cer mahallindedir. Bunun, (sılası ile) tamamlanmadan önce İsm-i mevsul vaatfedilmesi câiz değildir.

"Eğlenenler" kelimesi ise, daha önceden geçen "ayıplayanlar" anlamındaki kelimeye atfedilmiştir.

"Allah -onları- maskaraya çevirir" âyeti ise mübtedanın haberidir ve bu onlar için bir bedduadır.

İbn Abbâs der ki: Bu, haberdir. Yani, onlar cehenneme gidecekleri için onlarla alay eder. Allah'ın maskaraya çevirip alay etmesi ise, eğlenmelerine karşılık onları cezalandırması anlamındadır. Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/212. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç