Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

142

 

006 - EN'ÂM SÛRESİ

 

CÜZ :

8

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

119

O size muztarr olduklarınız müstesna olmak üzere harâm kıldığı neler ise ayrı ayrı bildirmiş iken üzerlerine Allâh ismi anılmış olanlardan neye yimeyeceksiniz? Evet bir çokları bildiklerinden değil, mücerred hevâlariyle halkı behemehal dalâlete düşürüyorlar, şüphesiz ki, rabbındır o mütecavizleri en ziyade bilen üzerine ismullah zikredilmiş şeylerden neyinize yemiyeceksiniz? (.........) Allah size muztarr olduğunuz şey, müstesna olmak üzere haram kıldığı şeyleri tafsıl etmiş: Harâmı halâldan ayırd edib beyan eylemiş iken besmele çekilmiş şeylerden yememenize,ya'ni yemeyi tecviz etmemenize bir sebebiniz, deliliniz bulunmak ıhtimali varmıdır ki, bunlardan yemiyeceksiniz? -Bu tafsıl yukarıda Sûre-i «Bakare» de (.........) ve daha mufassal olarak Sûre-i «Maide» de (.........) âyetlerinde geçmiştir. Bu sûrede berveçhi âtî (.........) ile başlayıb biraz sonra (.........) âyeti ile temamen telhıs olunmuştur ki, nüzule nazaran bu sûre, tertibe nazaran da obirleri mukaddemdir. Ve her biri yekdiğerini müeyyid, mübeyyindir.

(.........) Şu da şübhesizdir ki, bir çokları bir ilme istinad etmiyerek mücerred keyf ve hevalariyle ıdlâl ederler. Allah’ın hukmünü aramıyarak ve onu bildiren bir delili hakkı fikr-ü mutaleasına cidden esas tutmayıb kendi keyfini, temayülâtını, gönlünün istemesini veya istememesini mi'yar ittihaz ederek harama halâl, halâla haram der ve bu suretle halkı şaşırır, sapıtırlar.(.........) her halde mütecavizlere a'lem olan, kimlerin hududı haktan batıla, halâldan harama geçmiş olduklarını en ziyade bilen ve -cezalarını verecek olan ancak rabbındır, ya Muhammed.- Binaenaleyh siz onun emrini dinleyin, ismullah zikredilmiş şeylerden yiyin

120

Günahın açığını da bırakın gizlisini de, çünkü günah kazananlar yarın kazandıklarının cezasını muhakkak çekecekler

(.........) ve ismin zahirini de batınını da terkedin: Kötü fi'lin açığını da yapmayın gizlisini de. -İsmin zahiri, kötü fi'lin açığı ta'biri evvel emirde iki ma'nâyı tazammun eder.Birisi açıktan açığa alenen yapılan kötü fiil, diğeri de velevse gizli yapılsın kötülüğü, kötü olduğu açık ve bedihî olan fiil demektir. Buna mukabil ismin batını da iki nevi demek olur ki, birisi gizli yapılan kötü fiıl, birisi de velevse açıktan yapılsın kötülüğü hafiyya'ni fenalığı ibtida açıktan açığa anlaşılmaz, sonradan meydana çıkar ve binaenaleyh evvel emirde günah olduğunun anlaşılması bir delil ve habere tevakkuf eden kötü fiıldir. Bundan başka bir fiıl ya zina hırsızlık vesaire gibi cevarıh ile yapılır veya i'tikadsızlık, hased, kibir gibi sırf kalb ile yapılır. Ve ismin zâhir ve bâtını ta'biri bu farka da şamil olursa da bu evvelkilerin zımmında dahildir. Hasılı isim, günah, ma'sıyet, kötü fiıl demektir. Ve bunun bir zahiri vardır bir de batını. Zahiri ya kendisi ya kötülüğü veya her ikisi açık ve belli olanı, batını da buna mukabil ya kendisi, ya kötülüğü veya her ikisi gizli, hafiy olanıdır. Kendisinin gizli olması da ya mücerred ef'ali kalbiyyeden olmasiyle olur. Veya tenhada yapılmasiyle olur. Ve bunların hepsinden sakınmak lâzım gelir. Çünkü (.........) ne olursa olsun isim kazananlar (.........) kazana geldikleri isimleriyle ileride cezalanacaklardır.» -Binaenaleyh zâhir olanın cezası var da bâtın olanın cezası yok zannetmemeli hepsinden sakınmalıdır.

Bu âyet, alelumum ahkâmı hurmet hakkında bir aslı küllî beyan etmektedir.

Ya'ni Allah’ın nehyettiği, haram kıldığı şeylerden açıktan açığa herkesin anlayıvereceği zâhirî fiıllerden, açık kötülüklerden ıbaret değildir. Öyle gizli ve bâtınî fenalıklar da vardır ki, herkes için keşf-ü takdiri fehm-ü idraki müteassir veya müteazzirdir. Ve işte Allah’ın tafsıl ve beyan ettiği haramların, günahların bir kısmı ve hattâ ekserîsi böyle insanların kendi akılları ve takdirlerile fehm-ü idrâk edemiyecekleri batınî kötülüklerdir ki, bunlar ancak şer'ın vürudiyle ve ıhbar ve irşâdi ilâhî ile bilinebilir. Ve bu suretle umum için aklen zâhir ve ma'lûm bulunan kötülüklerden başka aklen bâtın ve hafiy olan bir çok kötülükler dahi şer'an zâhir ve ma'lûm bulunur. Ve hepsinin zararından, cezasından içtinab ancak şer'a temessük ile mümkin olur. Ve böyle beyanı şer' iledir ki,(.........) olmuştur. Maamafih(.........) bu ikisinin ortasında şüpheli görülecek hafiy ba'zı şeyler daha vardır ki, bunlar da bâtın isimde dahildirler. Bunları anlayıb terkedebilmek de (.........) medlûlünce zâhir ve beyyin ve yakînî surette ma'lûm bulunan bir beyani şer'î ve aslı ılmîye bil'içtihad irca' ve ilhak edilerek şüpheli tarafın atılması ile mümkin olur ki, hevaya istinad ile ılme istinad farkının en ziyade dikkatle gözedileceği nokta da bu noktadır. Kötülük ne olursa olsun kötü ve kesbedenler için akıbet cezayı müstelzim bir muzırrolduğundan Allahü teâlâ ismin zahirini de batınını da terketmeyi emreder. Ve bunun için berveçhi âti tafsıl ve beyan olunan haramların fenalığı ve hikmeti hurmeti hepinizin nazarında zahir olmasa bile Allah’ın ılmine ı'timad ve emrine ittiba' ederek ismin zahirini de batınını da açıkta ve gizlide gözünüzle ve gönlünüzle terk ediniz.

121

Üzerlerine Allah ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü o, kat'î bir fisktır, bununla beraber Şeytanlar kendi yararına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka telkınatta bulunacaklardır, eğer onlara itâat ederseniz şüphesiz siz de müşriksinizdir

(.........) ve üzerine Allah’ın ismi zikredilmedik şeyden yemeyiniz. -Bunun yenmesi, içilmesi melhuz her şey'e âmm olması ıhtimali yok değildir. Netekim bir kavlinde Atânın bu umuma temessük ederek «gerek mat'umat ve gerek meşrubattan her ne olursa olsun ismullah zikredilmemiş olan her şey haramdır.» dediği de menkuldür. Fakat sair Fukahanın cümlesi ve diğer kavlinde Atâ dahi bundan murad zebh-u tezkiye mes'elesi olduğunda müttefıktirler. Filvakı' gelecek olan (.........) âyeti de bunu muktazıydir. Şu halde (.........) mevsul ve ahdi şer'î ile zebhı mutasavver olan hayvanattan ıbâret olur. Ve (.........) zebh-u ekli melhûz bulunan ve fakat üzerine Allah’ın ismi anılarak zebhedilmemiş olan, ya'ni(.........) olmıyan şeyler demektir. Bu da zâhiri üzere şu üç şey'e mütenavil olur:

1- Meyte ki, zebihsiz ölmüştür besmelesizdir.

2- Allahdan başkasının ismi anılarak zebhedilmiş olandır ki, (.........) dır.

3- Zebhedilmiş lâkin ne başkasının ne de Allah’ın ismi zikredilmemiş olandır ki, buna «metruküttesmiye» ta'bir olunur. Ve bunda iki hal mümkindir: Birisi ismullah hatıra gelmekle beraber zikri tekkedilmiş olandır ki, buna «amden metruküttesmiye» denilir. Biri de unutulduğundan dolayı terkedilmiş olandır ki, buna da(.........) denilir. Ve(.........) in zâhiri ıtlakına nazaran nisyanen metruküttesmiye olanın da diğerleri gibi ekli haram görünür. İbn-i Ömer, İbn-i Sirîn ve daha ba'zılarından ve Davudi Zahirîden bu kavil' merviydir. Ve gerçi meyte ve ma ühille ligayrillah bu nehiyde, tesmiye bulunmamak mefhumiyle, dahil olduklarından dolayı bunun amden metruküttesmiyeye şümulü hepsinden zahir ise de göreceğimiz veçhile nisyanın duhulüne mani' vardır. Hattâ imamıŞafiî daha mufassal ve müfesser olan(.........) âyetinde metruküttesmiye tasrih edilmemiş bulunduğundan dolayı onun zahirini bunun zahirine tercih ederek buradaki (.........) ühille ligayrill(.........) tahsıs etmiş ve zebheden müslim veya kitabî olduğu takdirde gerek amden ve gerek nisyanen metruküttesmiye olanın ekli halâl olduğuna kail olmuştur ki, bu kavil, İbn-i ebi Leylâ ve Evzaî gibi daha ba'zı zevattan dahi merviydir. Fakat sayd ve zebha müteallık olarak Sûre-i «Maide» ve Sûre-i «Hac» de varid olan (.........) ve burada işbu (.........)

nehyiyle makablindeki (.........) emrinin tekabüli tammından zebih ve saydde tesmiyenin farzıyyeti pek zahir ve sarih olarak anlaşılmakta olduğu ve mahlâs mümkin iken terciha gitmek de câiz olamıyacağı cihetle tesmiyenin farzıyyetine ve metruküttesmiyenin hurmetine doğrudan doğru taallûk eden bu âyetlerin mantukunu ihmal etmek elbette şayânı kabul görülemez. Filhakıka imamı a'zam Ebû Hanife Hazretleri de «eğer müslim tesmiyeyi amden terkederse yenmez, unutur da terkederse yenir» demiştir ki, imamı Mâlikten de Malikiyyece en muhtar rivayet budur. İbn-i atıyye bununCumhûr kavli olduğunu söylemiştir. Hazret-i Aliyden, İbn-i AbbastanMücahidden, Atâ İbn-i ebî Rebahtan, Said İbn-i Müseyyebden İbn-i Şihab ve Tavustan merviydir ki, bu zevat «üzerine tesmiye unutulub da zebholunanın eklinde beis yoktur» demişlerdir. Bir de Hazret-i Aliy (.........)ya'ni tesmiye mes'elesi ancak din üzerine mübtenîdir demiş İbn-i Abbas da «müslimin zikrullah kalbindedir ve şirkte ismin menfeati olmadığı gibi millette de nisyanın zararı yoktur» demiştir ki, amdin zararını ifade eder. Doğrusu dikkat olunursa bu âyetin nisyana değil ancak amde müteveccih olduğu anlaşılır. Çünkü unutana fasık denilmiyeceği müttefakun aleyhtir. Fisk ancak amde nisbet olunur. Burada ise buyuruluyor ki, (.........) ve şu muhakkak ki, bu her halde bir fisktir. -Emre itâatten çıkmaktır. Ve hattâ şimdi görüleceği üzere ba'zı ahvalde dinden çıkmak ve şirke düşmektir.

Ya'ni zebh-u sayd üzerine Allâhın ismi zikredilmemek veya zikredilmiyenden yemek her biri de bir fisktır. İşte (.........) nehyi böyle fisk ile ta'lil olunarak te'kid buyurulmuştur ki, bu hem terki tesmiyeden nehyi hem de ekilden nehyi tazammun ve amdi ıktıza eder. Binaenaleyh tezkiyede tesmiye hem bir şart olarak farzdır hem de oruçta imsâk fars olduğu halde unutub yemekte fasid olmadığı gibi nisyan ile terki tesmiye de tezkiyeyi müfsid olmaz. Burada besmele denilmeyib de tesmiye ta'bir edilmesinin de sebebi vardır. Zira tesmiye, ismullahı her hangi bir suretle zikretmektir ve besmeleden eamdır. Meselâ Allahü ekber veya sübhanallah veya lâilâhe illâllah demek de bir tesmiye, bir zikirdir. Arabcadan maada lisan ile de olabilir. Besmele ise (.........) veya sadece (.........) demektir. Ve bir tesmiyei mahsusadır. Âyetlerde emrolunan da alel'ıtlak ismullahın zikri olduğundan farz, besmele değil tesmiyedir. Ve lâkin bu tesmiyenin besmele ile olması da sünnettir. Ve zebihde tesmiyenin sünneti sadece(.........) demektir. (.........) demek daha efdaldır. Yemek te tesmiyenin sünneti de(.........) dir. [Sûre-i «Maide» ye(.........) sahifesine(.........) bak.].

Hulâsa üzerine ismullah zikredilmiyen şey'i yemeyiniz ve bunun zahiren başka fenalığını ve açık bir zararını anlamazsanız bile her halde bir fisk olduğunu ve zararı batınî ve ma'nevîsi ve bir cezası bulunduğunu muhakkak biliniz. Ey mü'minler (.........) şu da muhakkak ki, Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmeleri için vahy eder gibi gizli telkınatta bulunurlar. -Bu emirlerin aksine olarak ismullah zikredileni yemeyin de edilmiyeni yeyin derler. Şeyatînden murad, gizli Şeytanlar İblis ve cunudü ya'ni Şeyatîni Cin, bunların dostlarından murad da Şeyatîni ins ve etbaı olduğu zâhirdir. Bir de Ikrimeden bir rivayette denilmiştir ki, Şeyatînden murad, Mecus mütemerridleri, dostlarından murad da Kureyş müşrikleridir. Bunlar arasında cahiliyyede dostluk ve mükâtebe cereyan ederdi. Meytenin tahrimi nâzil olması üzerine farisî mecusları, Kureyş müşriklerine «Muhammed ve eshabı Allah’ın emrine ittiba' ettiklerini zumediyorlar, sonra da kendilerinin zebhettiği halâl, Allah’ın zebhettiği haram olduğu zu'munde bulunuyorlar» diye yazmışlardı. İşte Şeytanlar insanlara böyle telkınat ile lâşeleri, görünür görünmez pislikleri yedirmeğe ve Allah’ın emri hilâfına sevketmeğe çalışırlar. (.........) Ve şayed siz onlara itâat edecek olursanız muhakkak ve muhakkak müşrik olursunuz.»- Bunun için zebih veya sayd olunub yenecek şeyler üzerine Allâhın ismini zikr etmemek veya üzerine Allâhın ismi zikredilmiyen şeylerden yemek sâde bir fisk olarak kalmaz. Şirk veya şirke müeddi de olur. Halbuki mü'min, müşrike benzermi? (.........)

122

Hem bir adam ölü iken biz onu diriltmişiz ve kendisine bir nur vermişiz, insanlar içinde onunla yürüyor, hiç o bittemsil zulmetler içinde kalmış ve ondan bir türlü çıkamıyacak bir halde bulunan kimse gibi olurmu? Fakat kâfirlere amellere öyle yaldızlı gösterilmektedir

(.........)

Ya'ni balâda(.........) buyurulmamışmı idi işte kâfirlere amellerinin tezyin olunması böyledir. Şeytanların yaldızlı ilkaâtı i'tibariyle Şeytanlar tarafından, ve o ilkaât esnâsında halk tarikıyle de Allah tarafındandır. Ve bu tezyin yüzundendir ki, kâfirler yaptıklarını beğenir ve zulümattan çıkamazlar. Hem bu yalnız Mekkelilere mahsus da değildir:(.........)

123

Böyle her karyede de mücrimlerinin büyüklerini mevki'de bulundurmaktayızdır ki, orada mekir yapsınlar, halbuki bunlar, mekri başkasına değil kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar

(.........) Böyle -ya'ni bu sureti tezyin ile amelleri kendilerine tezyin edilen Şeytan ve Şeytan dostuPeygamber düşmanı büyük kâfirler gibi(.........) her karyede -her köy ve şehirde: Her belde, her memlekette- de ekâbiri o karyenin mücrimleri kıldık ki,(.........) o karyede mekirler yapsınlar: Hud'alar, hilekârlıklar etsinler (.........) halbuki onlar o mekri başkalarına değil ancak kendilerine yapıyorlar.- Başkalarını aldatıyoruz zannediyorlar, halbuki kendilerini aldatıyorlar(.........) da haberleri olmıyor -Bulunduğu ve alelhusus başında bulunduğu memlekette hakka ve o memleketin halkına karşı mekreden, hud'a ve hilekârlıkla entrika çeviren o büyük mücrimler bilmezler ki, aldattıkları vatandaşlar, başkaları değil, yine kendileridir. Onların zararları, aldanmaları kendilerinin zararları, aldanmalarıdır. Bilmezler ki, halkın zararı, memleketin zararıdır ve memleketin zararı herkesten evvel başında bulunanların zararıdır. Bilmezler ki, o memleket sukut edince ilk evvel sukut eden kendileri olacaktır. Bilmezler ki, Hak teâlâ aldanmaz. Hakka mekretmeğe çalışanların o kötü mekirleri(.........) mantukunca akıbet kendilerini kuşatır, başlarına patlar. -Bu âyet, Resulullahın zamanı bi'setinde yalnız Mekkenin ve Arabistanın değil, Dünyanın her memleketi böyle fesad ve fenalık içinde bulunduğunu, mücrimlerin, hilekârların yüze çıkıp ileri gelenlerin en hilekâr mücrimlerden ıbâret olduğunu ve bütün bunların mahkûmı sukut ve azab olduklarını beyân ile berâber

Mekke müşriklerinin adavetine ve mekr-ü tezviratına karşı tesliye, diğer taraftan âlem şumul olan vazifei risaletinin ehemmiyyetini ıhtar ve her karyenin ekâbirine, bütün Dünyanın zimamdârânı umuruna büyük bir derstir.

Bakınız bu ekâbiri mücrimînin kibirlerine, hakka karşı cidallarına, mekirlerine, şuûrsuzluklarına ki, bir taraftan «kendilerine bir âyet gelirse her halde iymân edeceklerine» güçleri yettiği kadar yemin ettiler, diğer taraftan

124

Bunlara bir âyet geldiği zaman Allah’ın Peygamberlerine verilen risâlet ayniyle bizlere verilmedikçe sana asla iymân etmeyiz diyorlar, Allah, risâletini nereye tevdi' edeceğini daha iyi bilir, mekkârlıklarından dolayı öyle mücrimlere yarın Allah yanında hem bir küçüklük hem pek şiddetli bir azab ısâbet edecek

(.........) kendilerine bir âyet -Resulün sıtkına delâlet eder bir alâmet- geldiği vakit de(.........) «Allah’ın Resullerine verilenin misli bize verilinciye kadar biz buna aslâ inanmayınız» dediler. Kendilerine Peygamberler gibiCibril gelib vahy-ü risâlet verilmedikçe ve bu suretle nübüvvet ve risaleti ve Peygamberlerden sâdır olan mu'cizatı kendi nefislerinde müşahede ve tecribe etmedikçe her ne delil gösterilse gösterilsin Peygambere ve Peygamberliğe inanmıyacaklarını söylediler. -Rivayet olunduğuna göre Velid İbn-i Mugıyre «nübüvvet, hakk olsa idi ben ona senden ehakkolurdum. Çünkü ben senden büyüğüm ve senden zenginim» demiş idi. Ebû Cehil de «Abdimenaf oğulları bize şerefte muzahame ettiler, nihayet tam «feresi rihan» ya'ni koşuda denk iki at gibi olduğumuz sırada «bizden bir Peygamber var ona vahy olunuyor» dediler vallahi biz buna asla râzı olmayız ve ebeden ittiba' etmeyiz, meğer ki, ona geldiği gibi bize de vahiy gelsin» demiş idi. Ve daha diğer bir çokları da kendilerine vahy-ü risâlet verilmesini istemişlerdir. (.........) Sonra bir takımları da ılm-ü fen namına «eğer nübüvvet ve risalet mümkin olsa idi bu kadar ılm-ü fennimizle bizim o Peygamber denilenlerden daha evleviyyetle

Peygamber olmamız ve Peygamberliği nefsimizde müşahede ve tecribe edebilmemiz lâzım gelirdi. Mâdem ki, biz Peygamber olamıyoruz ve Peygamberliği nefsimizde tecribe edemiyoruz o halde bir nümunesini nefsimizde fennen müşahede ve tecribe edinciye kadar aklî, naklî her ne delil gösterilirse gösterilsin hiç bir kitaba inanmayız, hurafe der geçeriz.» diye gelmişlerdir. (.........) Allah risâletini -İbn-i Kesir ve Hafstan maa'da kıraetlere göre risalâtını- nereye vereceğini daha iyi bilir. (.........) mücrim olanlara Allah yanında küçüklük ve yaptıkları mekir sebebile gayet şiddetli bir azab isabet edecektir. Kibr-ü azametlerine mukabil huzurı ilâhîde zillet ve hakaret, mekirlerinden dolayı da azabı şedid ile musâb ve muazzeb olacaklardır. Hasılı:

(.........)

KIRAET - (.........) bütün İbn-i Kesir kıraetinde (.........) şeddesiz olarak, mütebakı kıraetlerde ise teşdid ile okunur ki, meyyit ve meyt gibi, ma'nâ birdir. (.........) Nafi' ve Âsımdan Ebubekir kıraetinde (.........) nın kesrile(.........) mütebakısinde feth ile okunur. Biri doğrudan doğru sıfatı müşebbehe, biri de mubalağaten tavsıf bilmasdardır ki, son derece dar ve cidden darlık, tıkanmış kalmış ve açılmaz, geçilmez tıkanıklık demektir (.........) İbn-i kesir kıraetinde(.........) ın sükûnile «suud» dan(.........), Âsımdan Ebubekir(.........) ile (.........) den (.........) bakîsinde(.........) den (.........) okunur ki, obirinin aslı (.........) bunun aslı da (.........) dür.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(Ö :  M :1942  H :1361)

 

ELMALILI - ORİJİNAL - (TÜRKÇE)

 

HANEFî

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç