Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar (putlar)
ve fal okları, sadece Şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının
ki kurtuluşa eresiniz.
Allahü teâlâ bundan önceki âyetlerde,
insanlara helal kıldığı temiz şeyleri, bir kısım insanların, kendilerine haram
kılmalarının caiz olmadığını beyan ettikten sonra bu
âyet-i kerime’de de insanlara haram
kıldığı şeyleri beyan etmekte ve buyurmaktadır ki: "Ey, Allah'ı ve Peygamberini
tasdik eden mü’minler, şimdiye kadar içtiğiniz içkiler, oynadığınız kumarlar,
önünde kurbanlar kestiğiniz dikili taşlar ve kendileriyle şans aradığınız fal
okları Şeytanın yaptığı amellerden murdar olan, günaha vesile olan ve Allah'ın
gazabını celbeden amellerdir. Siz, içki içmekten kumar oynamaktan, dikili
taşların önünde putlara kurban kesmekten ve fal oklanyîa şans tayin etmekten
kaçının ki rabbiniz katında kurtuluşa ermiş olasınız.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Pisliktir" diye tercüme edilen kelimesi,
Abdullah b. Abbas tarafından "Allah'ı gazaplandiran" mânâsına,
İbn-i Zeyd tarafından "Kötü şey" mânâsına
yorumlanmıştır.
Âyet-i kerime’de
görüldüğü gibi içki ve kumar haram kılınmıştır putlar yapıp taşlar dikerek
önünde kurbanlar kesmek ve oklar çekerek falcılık yapmak yasaklanmış ve
bunların, şeytanın işinden birer pislik oldukları ifade edilmiştir. Haram kılman
bu şeylerin izahları kısaca şöyle yapılabilir:
a- İÇKİ: Bu konuda Peygamber efendimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i
şeritlerinde şöyle buyuruyor:
"Sarhoşluk veren her şey içkidir. Ve sarhoşluk veren her şey de haramdır. Kim
dünyada içki içer de tevbe etmeden ve içkiyi bırakmadan ölürse âhirette cennet
şarabını içmekten mahrum kalacaktır. Müslim, K.
el-Eşribe, Bak 73, Hadis No: 2003 / Ebû Davud, K. el-Eşribe, Bab: 5, Hadis No:
3679.
Ebû Hureyre (radıyallahü
anh) diyor ki: İçki üç aşamada kesin olarak haram kılındı.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) Medineye hicret ettiğinde Medineliler içki
içiyor ve kumar parası yiyorlardı. Bunlar hakkında
Resûlüllah'a soru sordular bunun üzerine
Allahü teâlâ: "Ey Rasûlüm, sana içki ve
kumardan soruyorlar. De ki: "Onlarda büyük günahlar vardır. İnsanlar için bazı
dünyevi faydalan da vardır." Bakara sûresi, 2/219
âyet-i kerimesini indirdi. Bunun
üzerine insanlar: "Allah bize içkiyi haram kılmadı. Sadece onda büyük günahlar
ve insanlar için bazı menfaatlar olduğunu beyan etti." dediler. Ve içkiyi içmeye
devam ettiler. Bir gün muhacirlerden bir kişi akşam namazında arkadaşlarına iman
olup namaz kıldırırken âyetleri yanlış okudu ve bunun üzerine de
Allahü teâlâ
birincisinden daha sert bir hüküm
getiren şu âyeti indirdi: "Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye
kadar namaza yaklaşmayın. Nisa Sûresi, 4/43.
Bundan sonra da insanlar yine içki içmeye devam ettiler. Nihâyet içkiyi tamamen
yasaklayan ve daha sen bir hüküm getiren: "Ey iman edenler, içki, kumar, putlar
ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının
ki kurtuluşa eresiniz. Artık bundan vaz geçmez misiniz?
Maide Sûresi, 5/91.
âyet-i kerimesi gelince de insanlar "Ey rabbimiz, artık vaz geçtik."
dediler. Sonra da Resûlüllah'a "Ey
Allah'ın Resulü, daha önce Allah yolunda cihad ederken öldürülmüş veya yatağında
ölmüş müslümanlar içki içiyor ve kumardan kazandıklarını yiyorlardı.
Allahü teâlâ bunların, şeytanın işinden birer
pislik olduklarını beyan etti. Şimdi onların hali ne olacaktır'?" diye sordular.
Bunun üzerine şu âyet-i kerime indi. "İman
edip iyi amel işleyenler Allah'tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi
amel işlemeye devam ettikleri sonra Allah'tan sakındıktan, imanlarından
ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe
daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah iyilikte
bulunanları sever." Maide Sûresi, 5/93.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurdu: "Eğer içki on-larm
zamanında haram kılınmış olsaydı sizin terkettiğiniz gibi elbette ki onlar da
terkederlerdi. Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 2, s. 351, 352. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz içkinin
içilmesi haram olduğu gibi onunla ilgili her türlü muamelenin de haram olduğunu
beyan ederek buyurmuştur ki:
"İçki on cihetten lanetlenmiştir. İçkinin bizzat kendisi, onu içen, sunan,
satan, satın alan, imal eden, imal ettiren, taşıyan, taşıttıran ve ondan ekle
edilen kazancı yiyen. Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 2, s. 25, 71 / İbn-i Mace, K. el-Eşribe, Bab: 6, Hadis No: 3380.
Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Bu âyet-i kerime, Nisa suresinin içki ile
ilgili olan kırk üçüncü âyetini ve Bakara
suresinin iki yüz on dokuzuncu âyetini
neshetmiştir." Ebû Davud, K. el-Egribe, Bab: 1, Hadis
No: 3672.
b- KUMAR: Her türlü şans oyunu kumardır ve bu kumarın da her çeşidi
yasaktır. Hatta tavla oyunu hakkında Peygamber
efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur:
"Kim tavla oynarsa ellerini domuzun etine ve kanına bulamış gibidir"
Müslim, K. eş-Şiir, Bab: 10, Hadis No: 2260 / Ebû
Davud, K. el-Edeb, Bab: 56, 64, Hadis No: 4939 / İbn-i Mace, K. ol-Edeb, Bab:
43, Hadis No: 3763.
c- DİKİLİ TAŞLAR: Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Ata,
Said b. Cübeyr ve Hiisan-ı Basriye göre
buradaki dikili taşlardan maksat, önünde kurban kesilen dikili taşlardır.
d- FAL OKLARI: Bu hususta Maide suresinin üçüncü
âyetinin izahına bakınız .
Şüphesiz ki şeytan, kumar ve içki ile aranıza
düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan men etmeyi ister.
Artık bunlardan vaz geçmez misiniz?
Ey iman edenler, Allah sizleri islam kardeşliği ile birleştirdiği halde şeytan,
kumar ve içki vasıtasıyla sizin aranıza ancak düşmanlık sokmayı, kin tohumlan
ekmeyi, böylece sizi birbirinize düşürmeyi, Allah'ı anmaktan ve namazdan
alıkoymayı ister. Artık Allah'ın size haram kıldığı şeylerden vaz geçin.
Müfessirler bu
âyet-i kerime’nin nüzul sebebi
hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir:
a-
Bazılarına göre bu
âyet-i kerime’nin
nüzul sebebi, Hazret-i Ömer'in, içkinin haram
kılınmasına dair Allahü teâlâya dua
etmesidir. Bu hususta Ebû Meysere diyor ki:
"Ömer b. el-Hattab Allah'a şöyle dua etti:
"Ey Allah’ım sen içki hakkında bizi şifaya kavuşturan bir açıklama yap." Bunun
üzerine Bakara suresinin "Ey Rasûlüm, sana içki ve kumardan soruyorlar de ki:
"Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar için faydalan da vardır.
Bakanı Sûresi, 2/219. 16fi Nisa Sûresi, 4/43.
âyet-i nezil oldu. Ömer çağırıldı ve bu âyet ona okundu. Yine Ömer: "Ey Allah’ım
sen içki hakkında bizi şifaya kavuşturan bir açıklama yap." diye dua etti. Bunun
üzerine Nisa suresinin: "Ey iman edenler sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye
kadar namaza yaklaşmayın. Nisa sûresi 4/43
Âyeti nazil oldu. Yine Ömer çağırıldı ve bu âyet kendisine okundu, sonra Ömer
tekrar: "Ey Allah’ım sen içki hakkında bizi şifaya kavuşturan bir açıklama yap
Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an. s. 5, Bab: 7, Hadis No:
3049. diye dua etti. Bu sefer Maide suresinin: "Şüphesiz ki şeytan, kumar
ve içki ile aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah'ın zikrinden ve
namazdan men etmeyi ister. Artık bunlardan vaz geçmez misiniz?" âyeti nazil
oldu. Yine ömer çağırıldı ve ona bu âyet okundu. Ömer de dedi ki: "Vaz geçtik,
vaz geçtik.
b- Muhammed b. Kays'a göre ise
bu âyet-i kerime bir kısım Medineli
kişiler hakkında nazil olmuştur. Resûlüllah
Medine'ye gelince içki içen ve kumar oynayan bazı insanlar onun yanına gelmişler
ve ona bunların hükmünün ne olduğunu solmuşlardır. Bunun üzerine
Allahü teâlâ "Ey Rasûlüm, sana içki ve
kumardan soruyorlar. De ki: "Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar için faydalan
da vardır. Ancak günahları faydalarından çok büyüktür.
Bakara Sûresi, 2/219. âyetini indirdi. Bunun üzerine o insanlar dediler
ki: "Bunlar, haklarında ruhsat gelen şeylerdir. Biz, kumardan kazandığımız malı
yiyelim içkiyi de içelim. Allah’tan da affedilmemizi dileyelim. "Nihâyet bir
adam akşam namazını kılarken Kâfirim suresini şu şekilde okumaya başladı. "Ey
Rasûlüm, de ki: "Ey kâfirler, ben sizin taptıklarınıza ibadet ederim. Siz ise
benim ibadet ettiğime tapacak değilsiniz." Bu kişi âyeti doğru okuyamadığı gibi
ne okuduğunu da bilmiyordu. İşte bunun üzerine Allahü
teâlâ, "Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar
namaza yaklaşmayın. Nisa Sûresi, 4/43. âyetini
indirdi. Bundan sonra insanlar yine içki içmeye devam ediyorlardı. Namaz vakti
yaklaşınca ne okuduklarım bilmeleri için içki içmeyi bırakıyorlardı. Böylece
devam ederlerken Allahü teâlâ, bunu ve
bundan önceki âyeti indirdi. Ve "Artık bunlardan vaz geçmezmisiniz?" buyurdu.
Onlar da "Vaz geçtik ey rabbimiz." dediler.
c- Sa'd b. Ebi Vakkas da bu âyet-i kerime’nin
kendisi hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Sa'd b. Ebi Vakkas demiştir ki:
"Ensardan bir kişi yemek yaptı bizi davet etti. Biz, hafifçe sarhoş oluncaya
"kadar içki içtik. Ensardan olan insanlarla Kureyşliler birbirlerine karşı
övünmeye başladılar. Ensar, "Biz sizden daha üstünüz." dediler. Kureyşliler de
"Hayır biz sizden daha üstünüz." dediler (Sa'd b. Ebi Vakkas, Kureyştendir.)"
Bunun üzerine Ensardan bir kişi Devenin çene kemiğini aldı ve onunla Sa'd b. Ebi
Vakkas'ın bunuma vurdu ve burnunu yardı. Bundan sonra Sa'dın bumu yarık kaldı.
İşte bunun üzerine: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar, putlar ve fal
okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki
kurtuluşa eresiniz." "Şüphesiz ki şeytan, kumar ve içki ile aranıza düşmanlık ve
kin sokmayı, sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan men etmeyi ister. Artık
bunlardan vaz geçmez misiniz?" âyetleri nazil oldu.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 1, S. 186 /Müslim,
K. el-Fadail es-Sahabe, B: 43, H. N.1748.
d- Abdullah b. Abbas ise bu
âyet-i kerime’nin
Ensardan iki kabile hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Onlar içki içmişler,
sarhoş olunca da birbirleriyle şakalaşmışlar ve dalaşmalardır. Ayılınca da
yüzlerinde ve sakallarımla bulunan izleri görmüşler. Her biri kendi kendine
şöyle demiştir: "Benim kardeşim bana bunu yaptı ha? Şâyet o bana karşı şefkatli
ve merhametli olsaydı bana bunu yapmazdı." Bu insanlar birbirlerine karşı
kalplerinde kin taşımayan insanlar iken bu olaydan sonra birbirlerine karşı kin
beslemeye başladılar. İşte bunun üzerine bu ve bundan önceki âyet nazil oldu.
e- Katadeye göre ise bu
âyet-i kerime’nin
nüzul sebebi, içki değil kumardır. Çünkü kin ve düşmanlık, kumar oynama
sebebiyle insanların arasında ortaya çıkmış, Allahü
teâlâ da onlara hem kuman hem de içkiyi yasaklamıştır. Bu hususta
Katade diyor ki: "Cahaliye devrinde kişi
ailesini ve malını kumara verirdi. Bundan sonra elinde bulunanları kaybettiği
için mahrum bir şekilde oturur başkasının elinde bulunan mallara bakar dururdu.
Bu da insanlar arasında düşmanlığı, kini doğururdu.
Allahü teâlâ bu sebeple kuman ve çkiyi yasakladı.
Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta
doğru olan görüş şunu söylemektir: Allahü teâlâ
bu âyetlerde bazı şeylerin necis olduğunu zikretmiş ve onlardan kaçınmamızı
emretmiştir.
Müfessirler ise bu âyetlerin nüzul sebebi
hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bunların nüzul sebebi
Hazret-i Ömer'in duası da olabilir Sa'd b. Ebi Vakasın içine düştüğü
hadise de olabilir. Kumar oynama sebebiyle kişinin malını kaybetmesi de
olabilir. Elimizde buna dair kesin bir delil yoktur. Ancak şurası bir gerçektir
ki bu âyetlerin hükümleri bütün mükellefleri bağlamaktadır. Mükelleflerin
bunların nüzul sebeplerini bilmemeleri onlar için bir özür sebebi sayılmaz.
Binaenaleyh âyeti öğrenen her mükellefin içki, kumar, dikilen taşlar ve fal
oklarından kaçınması farzdır.
Bu âyet-i kerime nazil olunca
sahabiler: Ey rabbimiz vaz geçtik. Artık
yapmayacağız." dediler ve ellerinde bulunan içkileri döktüler.
Allah'a da itaat edin Peygambere de itaat edin. Karşı
gelmekten sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Peygamberimize düşen sadece
apaçık iebliğdir.
İçki kumar ve yasaklanan diğer şeylerden kaçınarak Allah'ın emirlerine itaat
edin ve Peygamberinin emirlerine uyun. Allah'ın emrine karşı gelmekten sakının.
Aksi takdirde onun cezasını hak etmiş olursunuz. Eğer emirlerinden yüz çevirir
yasaklananları işlerseniz bilin ki Peygamberimize düşen sadece açık' bir şekilde
tebliğdir. Hesaba çekip cezalandırma ise Allah'a aittir.
Görüldüğü gibi bu âyet-i kerime,
Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ihlal
edenleri tehdit etmekte, yasakları çiğneyenlerin cezalandırılacaklarına dikkati
çekmektedir.
İman edip iyi amel işleyenler Allah'tan korktukları,
imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devanı ettikleri sonra Allah'tan
sakındıkları, imandan ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte
bulundukları müddetçe daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah
yoklar. Allah iyilikte bulunanları sever.
Sizden iman edip salih emel işleyen kimseler için, haram kılınmadan önce içki
içmesinde veya kumar kazancı yemesinde bir günah yoktur. Yeter ki sizler
Allah'ın size haram kıldığı şeylerden kaçınmakta ondan korkun. Onun sizi
denetlediğini bilin. Allah ve Resulünü, emir ve yasaklarında tasdik edin.
Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ve her ikisini de razı edecek ameller işleyin.
Sonra da Altoh'tan korkmaya ve imanınızda kararlı olmaya devam edin. Allah'ın
gönderdiği emir ve yasaklan değiştermeyin. Sonra da farz kılınmayan nafile
ibadetler yaparak Allah'tan korkun ve sizi cezalandırmasından çekinin. Zira
Allah, nafile ibadetler yaparak kendisinden korkanları sever.
Âyet-i kerime’de
üç defa mü’minlerin Allah taeladan korkmaları emrediliyor.
Taberi diyor ki: "Burada emredilen
birinci korkma, mü’minlerin, Allah'ın emirlerini
kabul etmeleri ve onunla amel etmeleriyle olur.
İkinci korkmaları Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmada
kararlı olmalarıyla gerçekleşir. Üçüncü
korkmaları ise mü’minlerin, farzların dışında bir kısım nafile ibadetleri yerine
getirmekle olacağına dair delil nedir? Cevaben denilir ki: "Âyet-i
kerime’de zikredilen
birinci korkma, Allah'ın emir ve yasaklarını
kabul etmelerini, ikinci korkma ise bu emir ve
yasaklara uymada kararlı olmalarını ifade etmektedir. Böylece Allah'ın farz
kıldığı şeyleri yapmaya devam edeceklerini bildirmektedir. Son korkma ise,
nafile ibadetleri yaparak Allah'ın kendilerini cezalandırmasından kaçınmalarını
ifade etmektedir. Bu son korkmayı da farz olan amellerin eda edilmesi anlamında
almak lüzumsuz bir tekrar olur. Bu sebeple nafile ibadetler yaparak korkma
şeklinde izah edilmesi daha evladır.
Müfessirler, buâyet-i
kerime’nin nüzul sebebi olarak şunu
zikretmişlerdir: İçki, kumar yasaklanınca, bunlar yasaklanmadan önce bunları
işleyen ve ölüp âhirete irtihal eden kimselerin durumlarının ne olacağı
hususunda sorular sorulmuş, bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve âyetler nazil
olmadan önce içki içmiş olanların günahkâr olmadıklarını beyan etmiştir.
Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki:
"İçkinin haram olduğunu bildiren Cıyet nazil olunca
sahabiler dediler ki: "Ey Allah'ın
Resulü, içkinin haram olduğunu beyan eden âyet nazil olmadan önce içki içen ve
ölen kimselerin hali ne olacaktır?" İşte bunun üzerine "İman edip iyi amel
işleyenlerin, Allah'tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel
işlemeye devam ettikleri sonra Allah'tan sakındıkları, imanlarından
ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe
daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte
bulunanları sever, "âyeti nazil oldu." Tirmizi, K.
Tefsir el-Kur'an, Sûre: 5, Bab: 10, Hadis No: 3052.
Enes b. Malik diyor ki: "Ben içki kadehini
Ebû Talhaya, Ebû Ubeyde b. el-Cerraha, Muaz b. Cebel'e, Şüryh b. Beyda'ya ve Ebû
Dücaneye sunarken -Ki onlar içtikleri hurma şarabından sarhoş olmuşlar ve başlan
önlerine eğilmişti - bir kimsenin dışarıdan şöyle seslendiğini işittik. "Dikkat
edin içki haram kılındı. "Bunun üzerine bizim yanımıza herhangi bir kimse
girmeden ve bizden de herhangi bir kimse dışarı çıkmadan şarapları döktük,
testileri kırdık. Bir kısmımız abdesî aklı bir kısmımız yıkandı. Ümmü Süleymin
kokularından süründük. Sonra çıkıp Resûlüllah'ın
mescidine gittik. Bir de ne görelim Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) "Ey iman edenler,
içki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları sadece şeytanın işinden birer
pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz."
Maide Sûresi, 5/90 âyetini ve ondan sonra gelen
âyeti okuyor. Bunun üzerine bir adam dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizden, içki
içtiği halde ölenin yeri ne olacaktır?" Bunun üzerine de
Allahü teâlâ: "İman edip iyi amel
işleyenler..." âyetini indirdi. Maide Sûresi, 5/90
Bera b. Âzib diyor ki:
"Resûlüllah'ın
sahabilerinden bazıları, içki haram
kılınmadan önce ölmüşlerdir. İçki haram kılınınca bir kısım insanlar dediler ki:
"Bizim arkadaşlarımız ne olacak? Onlar içki içerken ölüp gittiler." İşte bunun
üzerine "İman edip iyi amel işleyenler, Allah'tan korktukları, imanlarında sebat
ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri, sonra Allah'tan sakındıkları,
imanlarından ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları
müddetçe daha önce yediklerden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah,
iyilikte bulunanları sever." Sûresi nazil oldu.
Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 5, Bab: 9, Hadis No: 3051.
Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"İman edip iyi amel işleyenler..." âyeti nazil olunca
Resûlüllah bana buyurun ki: "Sen de
bunlardan mısın? Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre:
5, Bab: 11, Hadis No: 3053.
Ey iman edenler, şüphesiz ki Allah sizi, elinizin ve
oklarınızın ulaşacağı bir kısım avlar ile imtihan eder ki, kimin, görmediği
halde kendisin'den korktuğunu ortaya çıkarsın, kim bundan sonra haddi aşarsa
onun için can yakıcı bir azap vardır.
Ey iman edenler, Hac ve Umre için ihrama girdiğiniz sırada Allah sizi,
küçüklüğünden ve zayıflığından dolayı kolayca elde edebileceğiniz av
hayvanlarıyla imtihan eder ki, gözüyle görmediği halde Allah'a iman edip ondan
korkanları ortaya çıkarsın. Kim, ihramlı iken avlanmayı helal görerek Allah'ın
adarsa onun için can yakıcı bir azap vardır.
Âyet-i kerime’de
zikredilen, "Elin ulaşacağı av"dan maksat, yaban eşeği, yaban sığırı, geyik vb.
hayvanlardır.
Bu hususta Abdullah b. Abbas demiştir ki:
"Hac veya Umre için ihrama giren kişinin elinin erişeceği av hayvanlarından
maksat, gücü zayıf olan hayvanlardır. Allahü teâlâ, bu gibi hayvanlarla ihramlı olan kişileri imtihan
eder. Zira onlar, diledikleri takdirde bu gibi hayvanları hemen
yakalayabilirler. İşte Allahü teâlâ,
ihramlıların bu gibi hayvanları avlamalarını yasaklamıştır.
Ey iman edenler, (Hac'da) ihramlı iken av hayvanı
öldürmeyin. Sizden kim, ihramlı iken bir av hayvanını öldürürse onun cezası,
içinizden âdil iki kişinin vereceği hükme göre, ehli hayvanlardan, öldürdüğüne
denk ve Kabeye ulaşacak bir kurbanlıktır. Yahut onun kıymeti kadarıyla, kefaret
olarak yoksulları doyurmak veya kıymeti ölçüsünde oruç tutmaktır. Ceza, işlediği
suçun karşılığını tatması içindir. Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir. Kim
tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır. Allah hor şeye galiptir
layık olana cezasını verendir.
Ey iman edenler, Hac ve Umre için ihrama giren bir kimse, ihramlı iken kasıtlı
olarak bir av hayvanını öldürürse, dindarlıklarına güvenilen adaletli iki
kişinin vereceği hükme göre öldürülen hayvanın değerinde ehli bir hayvanı.
Kabe'de kesip dağıtması gerekir. Yahut da avlanan ihramlı kimsenin, avladığı hay
vattın değeri kadar yiyecek maddeleri alıp fakirlere dağıtın asıdır. Yahut da
ihram yasağını ihlal tden bu kimsenin avladığı hayvanın değeri takdir edildikten
sonra her fakire vereceği belli bir ölçek buğday karşılığında bir gün oruç
tutulmasıdır.
Bu fıyot-i kerime, karada yaşayan av hayvanlarının, Hac ve Umre için ihrama
girmiş insanlar tarafından avlanmasının haram olduğunu bildirmektedir. Burada
zikredilen av hayvanlarından maksat, âlimlerin çoğunluğuna göre eli yenilsin
veya Yenilmesin bütün kara hayvanlarıdır. Ancak
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın
istisna ettiği şu beş cins hayvan buna dahil değildir.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
"Beş cins zararlı hayvan vardır ki bunlar, ihramlı iken de ihramsız iken de
öldürülürler. Bunlar, karga, delice kuşu, akrep, fare ve saldırgan (kuduz)
köpektir." Buhari, K. es-Sayd, bab: 7 / Müslim, K.
el-Hac, Rab: 71, 74, Hadis No: 1198, 1199.
Müfessirler,
âyet-i kerime’de zikredilen "Av
hayvanım kasıtlı bir şekilde öldürmek"ten neyin kastedildiği hususunda farklı
görüşler zikretmişlerdir:
a- Mücahid,
İbn-i Cüreyc, Hasan-i Basri ve
İbn-i Zeyde göre buradaki av hayvanın:
kasıtlı bir şekilde öldürmekten maksat, kişinin, ihramlı olduğunu unutarak av
hayvanını kasıtlı bir şekilde öldünnesidir. İşte ihramlı olduğunu unuttuğu bir
sırada, av hayvanını kasıtlı olarak öldürene, âyette zikredilen ceza
mahiyetindeki keffaretleri yerine getirmesi gerekir. Diğer yandan kişi ihramlı
olduğunu bildiği halde av hayvanını öldürecek olursa bunun suçu, keffaret
ödemekle affedilmekten daha ağırdır. Bu sebeple onun işi Allah'a kalmıştır.
Bu hususta Mücahid diyor ki: "Âyette
zikredilen, av hayvanını kasıtlı olarak öldürmekten maksat, kişinin ihramlı
olduğunu unutarak, av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmesi veya başka bir şey
yapmak isterken hataen onu öldünnesidir. Buna mukabil kim ihramlı olduğunu
hatırlayarak ve av hayvanını öldürmenin dışında herhangi bir şey de
kastetmeyerek kasıtlı bir şekilde av hayvanım öldürecek olursa bu kişi ihramdan
çıkmış olur. Buna keffaret ödeme ruhsatı yoktur. Keffaret ancak ihramlı olduğunu
unutarak öldürene veya, başka bir şey yapmak isterken onu öldürene gerekir.
İbn-i Zeyd de diyor ki: "Burada av hayvanını
kasıtlı olarak öldürmekten maksat, ihrama girmiş olan kimsenin, ihramlı olduğunu
unutarak av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmesi veya ihramlı avlanmanın
haram olduğunu bilmemesidir. İşte böyle olanların, âyette zikredilen
keffaretleri yerine getirmelerine hüküm verilir. Buna mukabil Allah'ın, ihramlı
iken avlanmayı yasaklamasından sonra ihramlı olduğunu hatırlayarak ve bu durumda
av hayvanının öldürülmesinin haram olduğunu bile bile onun öldürenin durumu,
Allah'ın vereceği cezaya bırakılmıştır.
b- Ata, Zühri,
Abdullah b. Abbas,
Said b. Cübeyr ve
Tavus'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Av
hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmek"ten maksat, ihramlınm, ihramlı olduğunu
bile bile, av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmesidir.
Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta
doğru olan söz, şunu söylemektir. "Allahü teâlâ
bu Âyet-i kerime ile, ihrama giren
herkesin, ihramda bulunduğu müddetçe, kara av hayvanlarım öldürmeyi kastederek
öldürmesini haram kılmıştır. Öldürmeyi kastetmesini, ihramlı olduğunu unutma
haline veya başka bir şey yaparken onu öldürmüş olma haline tahsis etmemiş
bilakis onu, kasıtlı öldürene umumi bir şekilde yasak kılmıştır. Ve bunu yapana
belli keffaretleri yerine getirmesini emretmiştir. Durum böyle iken âyetten,
Resûlüllah’ın hadislerinden, ümmetin
icmamdan ve diğer herhangi bir yönden açık bir delil bulunmadıkça âyetin
zahirini bırakıp onu batini tevillerle yorumlamak caiz değildir. Madem ki mesele
böyledir, ihrumlı olan kimse av hayvanını isler ihramlı olduğunu hatırlayarak
kasıtlı bir şekilde öldürsün ister ihramlı olduğunu unutmuş vaziyette av
hayvanini kasıtlı bir şekilde öldürsün isterse başka bir şeyi kastettiği halde
onu öldürmüş olsun, bütün bu durumlarda onun, rabbimizin beyan ettiği
keffaretlerden birini ödemesi gerekir. Bunlar da müslümanlardan, dinine
güvenilir iki âdil kimsenin vereceği hükme göre, öldürülen av hayvanının, ehli
olan hayvanlardan karşılığım harem bölgesinde kurban etmektir. Veya onun değeri
kadar gıda maddesini fakirlere dağıtmaktır yahut her fakire verilecek gıda
maddesi yerine bir gün oruç tutmaktır. Nitekim Ata
ve Zühri, âyetin bu bölümünü bu şekilde izah etmişlerdir.
Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Bir
av hayvanını hatalı olarak öldüren ihramlı kişinin cezasının ne olduğunu
"Latifül Kavi Fi Ahkam iş Şerai'" adlı kitabımızda, burada izaha ihtiyaç
bırakmayacak derecede açıkladık. Burası bu meseleyi açıklama yeri değildir.
Çünkü bu kitabımızda Kur’an’ın tevillerini açıklamayı hedef aldık. Kur'anda da
av hayvanını hata ile öldürmeye dair bir açıklama yoktur ki onun hükmünü de
burada zikredelim.
Müfessirler, ihramlı iken av hayvanını
öldüren kimseye, ehli hayvanlardan o av hayvanının dengini kurban etmesine nasıl
hüküm verileceği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
a- Süddi,
Ata, Abdullah b. Abbas,
Hazret-i Ömer,
Dehhak ve Mücahide göre dinine
güvenilen adaletli iki kimse, ihramlının öldürdüğü av hayvanına, ehli
hayvanlardan en çok benzeyenini araştırırlar ve ihramlıya, o hayvanı elde edip
harem bölgesinde kurban etmesine hüküm verirler. Bunlara göre öldürülen av
hayvaninin değerine bakılmaksızın onun şeklinde olan ehli hayvanlardan biri
kurban edilir. Av hayvanının değerinin, ondan fazla veya eksik olması, durumu
değiştirmez. Ancak bunlar hangi ehli hayvanların hangi av hayvanlarına daha çok
benzediği hususunda zaman zaman farklı örnekler zikretmişlerdir.
Bu hususta Süddi demiştir ki: "Öldürülen av
hayvanı ile onun ehli hayvanlardan benzerleri şöyle tesbit edilir. Eğer
ihramlukişi, bir deve kuşu veya yaban, eşeği öldürecek olursa onun bir deve
kurban etmesi gerekir. Eğer bir yaban ineği veya geyiği yahut koyunu öldürecek
olursa onun bir inek kurban etmesi gerekir. Eğer bir ceylan yavrusu veya tavşan
öldürecek olursa onun bir koyun . kurban etmesi gerekir. Eğer bir keler veya
Bukalemun yahut tarla faresi öldürecek olursa onun bir kuzu kurban etmesi
gerekir.
Bu hususta Abdullah b. Abbas demiştir ki:
"Eğer ihramlı olan bir kimse, ceylan ve benzeri bir hayvanı öldürecek olursa o
kimsenin, Mekke'de bir koyun kurban etmesi gerekir. Şâyet bunu bulamazsa altı
lakiri doyurur. Buna da gücü yetmezse üç gün oruç tutar. Eğer ihramlı kişi geyik
veya benzeri bir hayvanı öldürecek olursa bir inek kurban etmesi gerekir. Eğer
deve kuşu veya yaban eşeği ve benzeri herhangi bir hayvanı öldürecek olursa o
kimsenin bir deve kurban etmesi gerekir.
İbn-i Cüreyc diyor ki: "Ben
Ata'ya dedim ki: "Ne dersin ben bir av
hayvanı ökîürsem, onun bir gözünün kör olduğunu veya topal olduğunu yahut
herhangi bir organının eksik olduğunu görecek olsam, onun aynını mı benzerini mi
ödeyeceğim?" O dedi ki: "İstersen evet." dedim ki: "Sen bunu daha fazla tercih
etmiyor musun?" O da "Evet." dedi ve devamla dedi ki: "Eğer sen ceylan yavrusunu
öldürecek olursan karşılığında koyun yavrusu kurban edersin. Yaban sığın yavrusu
öldürürsen ehli bir sığır yavrusunu kurban edersin."
Süleyman el-Bâhilî diyor ki: "Ben Dehhak b.
Müzahimin şunları söylediğini işittim. "Av hayvanlarından yaban eşeği, deve kuşu
gibi boynuzsuz olanları öldüren ihramlının onlar gibi boynuzu olmayan bir deve
kurban etmesi gerekir. Kara av hayvanlarından dağ keçisi veya geyik gibi
boynuzlu olanlarını öldürenin bir sığır kurban etmesi, ceylan gibilerini
öldürenin bir koyun kurban etmesi, tavşan öldürenin, iki yaşında bir koyun,
tarla faresi ve benzerini öldürenin küçük bir kuzu kurban etmesi, çekirge ve
benzerini öldürenin de bir avuç yiyecek vermesi, karada yaşayan kuşları
öldürenin, biçilen değerini tasadduk etmesi gerekir.
Kabise b. Cabir diyor ki: "Ben, ihramlı iken bir geyik öldürdüm. Ömer'in yanına
gittim ve ona bunun hükmünü sordum. O da beni Abdurrahman b. Avf'a gönderdi. Ben
de dedim ki: "Ey mü’minlerin emin, bu mesele, Abdurrahman'a gidip ona soracak
kadar büyük bir mesele değil." bunun üzerine elindeki sopayla bana bir tane
vurdu öyle ki, onun önünden kaçtım. Sonra dedi ki: "İhramlı iken av hayvanını
öldürdün sonra da fetvayı küçümsüyorsun." Abdurrahman geldi, ikisi birlikte bir
koyun kurban etme hükmünü verdiler.
b- İbrahim en-Nehaiden nakledilen
diğer bir görüşe göre, ihramlının öldürdüğü av hayvanının keffareti şöyle
ödenir. "Müslümanlardan dinine güvenilir iki adil kimse, öldürülen av'a para ile
değer biçerler ve ihramlının, ehli hayvanlardan o değerde bir hayvan alıp harem
bölgesinde kurban etmesini emrederler.
Taberi diyor ki: "öldürülen av
hayvanının, ehli hayvanlardan dengini tesbit etmesi hususundaki bu iki görüşten,
Hazret-i Ömer ve
Abdullah b. Abbas'ın da ka-îîldîğı
birinci görüş daha evladır. Zira bunlar,
ihramlınin öldürdüğü hayvanın en yok benzeri olan ehli bir hayvanı kurban etmesi
gerektiğini söylemişlerdir ki âyeti kerime de aynı şeyi ifade buyurmuştur. Buna
mukabil öldürülen av hayvanının değerinin ödenmesini söyleyen
ikinci görüş, âyetin zahirine muhaliftir. Çünkü
av hayvanının değeri, âyette zikredildiği üzere av hayvanının ehli hayvanlardan
benzeri değil nakit paradır.
Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Eğer
denilecek olursa ki "Her ne kadar takdir edilen dirhemler, öldürülen av
hayvanının benzeri değilse de bu dirhemlerle ehli bir hayvan alınır da Kabe'de
kurban edilecek olursa o takdirde ih-ramîı kişi, öldürülen av hayvanının
benzerini kurban etmiş olur ve âyetin zahiri emrini yerine getirmiş olur."
Cevaben denilir ki: "Her zaman av hayvanının değeri, aynen onun benzeri, ehli
bir hayvan almaya denk olmaz. Mesela öldürülen av hayvanı büyük ve sağlam bir
hayvan olur da onun değeri ile de ancak küçük veya sakat bir ehli hayvan
alınacak olursa sence ihramlı kişi ne yapmalıdır? O, avladığı av hayvanına
benzemeyen ve onun misli olmayan bu ehli hayvanı kurban edecek raidir?" Eğer
diyecek olursan ki "İhramlı kişi, ancak öldürdüğü hayvanın benzeri olan bir
hayvanı satın alıp kurban edebilir." Bu sözünle önceki sözünden vaz geçmiş
olursun. Çünkü av hayvanının değeri ile ehli bir hayvanın alınamayacağını
söyleyen senin görüşündeki insanlar, alınacak ehli hayvanın, kurban edilecek bir
hayvan olmasını şart koşmuşlardır. Halbuki avlanan hayvan, küçük veya sakat
olabilir. Bu takdirde de ona biçilen değerle benzeri bir ehli hayvan alınır da
kurban edilecek olursa, kurban olmayacak hayvan kurban edilmiş olur. Böylece
alınacak ehli hayvanın kurban edilecek vasıfta olma şartı bozulmuş olur.
Eğer diyecek olursan ki: "İhramlı kişi, öldürdüğü av hayvanının değeri ile,
mutlaka kurban olacak bir ehli hayvan alır." Bu takdirde de söylediğin söz,
Kur’an’ın zahirine ters düşmüş olur. Zira Allahü
teâlâ, ihramlının, kasıtlı olarak öldürdüğü av hayvanının
karşılığında onun benzeri ehli bir hayvanı kurban etmesini emrediyor. Sen ise,
benzerinin kurban olmayacak vasıfta olması halinde kurban edilemeyeceğini
söylüyorsun. Senin bu sözün, âyetin zahirine ters düşmektedir.
Âyet-i kerime’de:
"İçinizden âdil iki kişinin vereceği hükmü göre ceza kurbanı tespit edilir"
buyunılmaktadır. Burada zikredilen "İki âdil kimse"den maksat, dindar,
faziletli, âlim ve fakih olan iki kimsedir. Bu iki âdil kimse, öldürülen av
hayvanım, ehli hayvanlardan benzeri ile mukayese etmeye giriştiklerinde şu usulü
takibederler: Öldürülen hayvanı inceler ve vasıflarını öğrenirler. Eğer ihramlı
olan kimse küçük bir geyik öldürmüşse ona yaş ve vücut bakımından benzeyen bir
koyun yavrusunu kurban etmesini, büyük bir geyik öldürmüşse büyük bir koyun
kurban etmesini, yaban eşeği öldürmüşse, onun büyüklüğüne veya küçüklüğüne göre
büyük veya küçük bir sığır kurban etmesini emrederler. Kısaca, avlanan hayvana,
ehli hayvanlardan en çok benzeyenini tesbit ederler ve ihramlıya onu kurban
etmesini emrederler. Bu hususta iki görüş zikredilmiştir.
a-
Birinci görüş bizim zikrettiğimiz
görüştür. Şu âlimlerin de bu görüşte oldukları zikredilmiştir:
Ömer b. el-Hattab, Abdurrahman b. Avf ile
birlikte, bir geyik öldürene bir koyun kurban etmesini, etini tasadduk edip
derisini de su kabı olarak kullanmasını emretmişlerdir.
Bu hususta Kabise b. Cabir diyor ki: "Biz, yolculukta iken sabah namazını
kıldıktan sonra bineklerimizden uzaklaşır gezerdik. Aramızda konuşurduk. Yine
bir sabah böyle yaparken aniden bir geyik gördük. İçimizden biri ona bir taş
attı. Taş tam kulağının arkasına isabet etti ve hayvanı öldürdü. Biz onun bu
hareketini ayıpladık ve "Büyük bir kusur işledin." dedik. Mekke'ye varınca
onunla birlikte Ömer'in yanına gittik. O adam meseleyi Ömer'e anlattı. Ömer'in
yanında yüzü gümüş gibi parlayan bir adam vardı. (O kişi Abdurrahman b. Avf idi)
Ömer ona yöneldi ve onunla konuştu. Sonra da soru soran adama yöneldi ve dedi
ki: "Sen o hayvanı kasıtlı olarak mı öldürdün? Yoksa hataen mi?" Adam dedi ki:
"Ben ona taş atmak istedim fakat onu öldürmek istememiştim." Ömer dedi ki:
"Senin onu kasıtla hata arasında öldürdüğüne kaniyim. Git bir koyun kes. Onun
etini tasadduk et, derisini de su kabı yap." Bundan sonra Ömer'in yanından
ayrıldık Ben, arkadaşıma dedim ki: "Ey adam, Allah'ın koyduğu sınırlar büyük bir
şeydir. Mü’minlerin emiri sana nasıl fetva vereceğini bilemedi. Bu sebeple
arkadaşına şortlu. Sen git deveni kes. "Adam da bunu yaptı, ben o anda . Maide
suresinin: "İçinizden adil iki kişi hüküm versin." âyetini hatırlamıyordum.
Benim sözüm Ömer'e ulaşmış. Bir de ne görelim, Ömer sopasıyla yanımızda. Ömer
elindeki sopayla arkadaşıma vurdu ve dedi ki: "Hem Harem bölgesinde hayvanı
öldürüyorsun hem de aleyhinde verilen hükmü hafif buluyorsun ha?" ömer daha
sonra bana yöneldi. Ben de dedim ki: "Ey mü’minlerin emiri bana yapman haram
olan bir şeyi (beni dövmeni) bugün sana helal görmüyorum." Ömer de dedi ki: "Ey
Cabirin oğlu Kabise, ben seni küçük yaşta bir genç, ufku geniş, düzgün konuşan
bir kimse olarak görüyorum. Bir gençte dokuz tane güzel ahlak olur bir tane de
kötü ahhk. Kötü olan ahlak, diğer güzel ahlakları if-sad eder. Sen, gençlerin
düştükleri halalardan kaçın."
Katade diyor ki: "Bize anlatıldı ki, bir adam
av hayvanını avlamış Ömer b. Hattab'ın oğlu Abdullah'a gelmiş ve bunun hükmünü
sormuştur. Bu sırada Abdullah'ın yanında Safva'nın oğlu Abdullah bulunuyormuş.
Ömer'in oğlu Abdullah, Sufva'nın oğluna: "Ya ben konuşayım sen beni tasdik et ya
da sen konuş ben seni tasdik edeyim." demiştir. Bunun üzerine Ömer'in oğlu
fetvayı vermiş Safva'nın oğlu da onu doğrulamıştır. Böylece av hayvanı hakkında
iki kişi olarak hüküm vermişlerdir.
Muhammed b. Sirin diyor ki: "Bir adam
ihrama girmiş, devesinin üzerinde giderken bir tepeye sığınan geyiği görmüş ve
demiş ki: "Bakalım bu tepeye ben mi önce varacağım yoksa bu geyik mi?" Devesini
koştururken geyiklerden biri onun devesinin ayaklarının altına düşmüş ve deve
onu öldürmüştür. Adam Ömer'e gelmiş ve meseleyi anlatmış Ömer de Abdurrahmanla
birlikte onun beyaz bir keçi kurban etmesine hüküm vermişlerdir.
b- İbrahim en-Nehai ve Kufeli fıkıh
âlimlerine göre ise, müslümanlardan âdil olan iki kimse, öldürülen av hayvanına
bakarlar ve ona para ile değer biçerler. Sonra onu öldürene, biçtikleri değerle,
ehli hayvanlardan kurbanlıklar satın alıp harem bölgesinde kesmesini emrederler.
Âyet-i kerime’de,
ihramlı iken av hayvanını öldürenin keffarelinin yoksulları doyurmak ta olacağı
zikredilmektedir.
Müfessirler bu âyette zikredilen, ihramlı
iken av hayvanını öldürenin, ceza olarak yerine getireceği keffaretlerin âyette
zikredilen sıralamaya göre mi yoksa bunlardan herhangi birini yapmakta avlananın
serbest mi olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir;
a- Abdullah b. Abbas,
Ata, Mücahid,
Âmir, İbrahim en-Nehai,
Hammad, Süddi
ve Hasan-ı Basri'den nakledilen bir görüşe
göre, ihramlı iken av hayvanını öldüren kinişe, avlanmanın cezası olarak yerine
getireceği keffarette, âyette zikredilen sıralamaya uymaya mecburdur. Yani
ihramlı iken kasıtlı olarak av hayvanini öldüren kimse önce o hayvanın ehli
hayvanlardan bir benzerini harem bölgesinde kurban etmekle yükümlüdür. Bunun
dışında keffaretler ondan sorumluluğu düşürmez. Şâyet buna gücü yetmezse av
hayvanının değeri ölçüsünde, fakirlere gıda maddesi verir. Buna da gücü yetmezse
gıda maddelerinin kıymeti ölçüsünde oruç tutar.
Bu hususta Ali b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbas'ın,
bu âyeti okuduktan sonra şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "İhramlı olan
kimse av hayvanlarından bîrini öldürdüğünde onun, bu hayvanların bir benzerini
kurban etmesine hüküm verilir. Mesela bir ceylan veya benzerini öklürmüşse onun,
Mekke'de kurban etmek üzere bir koyun kesmesi gerekir. Eğer buna gücü yetmezse
altı fakiri doyurur Buna da gücü yetmezse üç gün oruç tutar. Şâyet ihramlı kimse
bir geyik veya benzeri bir hayvanı öldürecek olursa onun, bir sığır kurban
etmesi gerekir. Eğer buna gücü yetmezse yirmi fakiri doyurur. Buna da gücü
yetmezse yirmi gün oruç tutar. Şâyet ihramlı kişi bir deve kuşu veya yaban eşeği
yahut bunların benzen bir hayvanı öldürecek olursa onun bir deve kurban etmesi
gerekir. Bunu bulamazsa otuz fakiri doyurur. Bunu da bulamazsa otuz gün oruç
tutar. Fakat fakirlere verilecek gıda maddesine gelince, her bir fakire bir müdd
miktarı gıda maddesi verir. Bu da onları doyurur.
Abdullah b. Abbas'ın, ihramlı iken av
hayvanini öldüren kimsenin, Öldürdüğü hayvanın karşılığında kurban edeceği bir
hayvanı kurban etmemeye gücünün yetmemesi halinde fakirleri doyurmakla yükümlü
olmayacağını söylediği rivâyet edilmektedir. Zira öldürdüğü hayvanın değeri
kadar, fakirlere gıda maddesi verecek güçte olan insan, öldürdüğü hayvanın
benzerini de alıp kurban edebilir. Bu da göstermektedir ki bu âyette, fakirleri
doyurma keffareti, sadece tutulacak oruç günlerinin sayısını tesbit etmek için
zikredilmiştir. Yani ihramlı iken av hayvanını öldüren kimse, evvela, öldürdüğü
hayvanın benzeri ehli bir hayvani kurban etmekle yükümlüdür. Şâyet buna gücü
yetmezse av hayvanına değer biçilir ve bu değerin fakirlere dağıtılacağı farz
edilir ve her fakire dağıtılacağı farz edilen miktar karşılığında bir gün oruç
tutulur. Böylece fakirleri doyurma şıkkı alternatif olmaktan çıkar.
b- Ata,
İkrime, Mücahid,
Dehhak, Hasan-ı
Basri ve Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre, ihramlı olan kimsenin, kasıtlı olarak bir av
hayvanını öldürmesi halinde, âyette zikredilen üç keffaret şıkkından birini
seçmesi caizdir. Dilerse öldürdüğü av hayvanının benzeri bir ehli hayvanı kurban
eder, dilerse liv hayvanının değeri ölçüsünde fakirleri doyurur. Dilerse
öldürdüğü av hayvanının benzeri bir ehli hayvanı kurban eder, dilerse av
hayvanının değeri ölçüsünde fakirleri doyurur. Dilerse her fakiri doyurma
karşılığında bir gün olmak üzere oruç tutar. Zira ceza olarak yerine getirilmesi
emredilen bu üç keffaret şeklinde de "Veya" mânâsına gelin kelimesi
zikredilmiştir. Bu da mükellefin, zikredilen şıklardan birini seçmekte serbest
olduğunu ifade eder. Buna mukabil, Kur'andaki "Buna gücü yetmezse şunu yapsın."
şeklindeki ifadeler mükellefin, âyetle zikredilen sıralamaya uyma mecburiyetinde
olduğunu ifade ederler. Ancak ihramlının bu âyette zikredilen keffareti erden
herhangi birini yerine getirmekte serbest olduğunu söyleyen bu âlimler, ihramlı
kimsenin, av hayvanının karşılığında ehli bir hayvanı kurban etme şıkkından vaz
geçip de fakirleri doyurma veya oruç tutma şıklarını tercih etmesi halinde
fakirlere vereceği miktarın veya tutulacak orucun neye göre takdir edileceği
hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir..
a-
Bazılarına göre, ihramlınm bu şıklardan
birini tercih etmesi halinde av hayvanının dengi olan ehli hayvana gıda
maddeleriyle değer biçilir. Sonra da avlanan ihramlı kişi, gıda maddelerinden
herbir müdd' ün karşılığında bir gün oruç tutar. Ata
bu görüştedir.
b-
Diğer
bazılarına göre ise, ihramlı iken av
hayvanını öldüren kimse, fakirleri doyurma veya oruç tutma şıklarından birini
tercih ettiği takdirde bizzat ölçtürülen av hayvanına gıda maddeleriyle değer
biçer. Eğer fakirleri doyurmak isterse o gıda maddelerini fakirlere verir. Oruç
tutmayı tercih edecek olursa oruç tutar. Katade
bu görüştedir. Ancak ne kadar gıda maddesine karşılık bir gün oruç tutmanın
gerekli olacağı hususunda âlimler, farklı görüşler zikretmişlerdir.
Bunların
bazılarına göre ihramlı iken av avlayan kişi, gıda maddelerinden her müdd
karşılığında bir gün oruç tutar.
Diğer
bazılarına göre ise her yarım sa' (İki
müdd) ölçüsü karşılığında bir gün onıç tutar.
Bunlardan bir başka kısmına göre ise her sa' karşılığında bir gün oruç tutar.
c- İhramlı iken av hayvanını öldüren kimsenin, âyette zikredilen
keffaretlerde sıralamayı takibetme mecburiyetinde olduğunu söyleyen âlimlerden
bir kısmı demişlerdir ki: "İhramlı iken kasıtlı olarak av hayvanını öldüren
kimsenin, fakirleri doyurma şeklindeki keffaret şıkkını seçmesinin bir mânâsı
yoktur. Zira fakirleri doyurabilecek güçte olan kimse, öldürdüğü hayvanın dengi
ehli bir hayvanı kurban etmeye de gücü yetmiş olur. Bu durumda da
birinci şık olarak, ehli bir hayvanı kurban
etmek zorundadır. Ehli bir hayvanı kurban etmeye gücü yetmeyen kimsenin,
fakirleri doyurmaya da gücü yetmeyeceğinden böyle bir kimsenin, onıç tutma
şıkkını tercih etmekten başka bir yolu yoktur. Allahü
teâlânın, fakirleri doyurma şıkkını zikretmesinin hikmeti ise sadece
tutulacak oruç günlerinin sayısını, duyurulacağı farz edilen fakirlerin sayısına
göre tesbit etmek içindir. Yoksa gerçekten fakirleri doyulmak için değildir.
Taberi diyor ki: "Âyette zikredilen
"Öldürülene denk kurbanlık" ifadesinin izahında beyan edilen görüşlerden tercihe
şayan olan görüş şudur: İhramlı iken kasıtlı olarak bir av hayvanını öldüren
kimse, kurban kesme şıkkını tercih ettiği takdirde av hayvanının, ehli
hayvanlardan benzeri olan bir hayvanı kurban etmekle yükümlüdür. Av hayvanına
değer biçerek o değerde bir hayvanı alıp kesmek söz konusu değildir. Zira
hayvanın değeri onun misli değil kıymetidir. Halbuki
Allahü teâlâ, av hayvaninin mislinin yani benzerinin kurban
edilmesini emretmiştir.
Taberi sözlerine devamla diyor ki:
"İhramlının, âyette zikredilen üç keffarette sıralamayı mı takibetmek zorunda
olduğu yoksa onlardan herhangi birini seçmekte serbest mi olduğu görüşlerinden
de, serbest olduğunu söyleyen görüş tercihe şayandır. Bu itibarla ihramlı iken
av hayvanını kaşıtıl bir şekilde öldüren kimse dilerse ehli hayvanlardan, onun
bir benzerini haremde kurban eder dilerse onun değeri kadar fakirlere infakta
bulunur. Dilerse infakta bulunacağı miktarlar ölçüsünde oruç tutar. Zira başka
bir âyette ihramlı iken başını tıraş eden kimsenin, keffaret olarak dilerse oruç
tutacağı veya sadaka vereceği yahut da kurban kesebileceği zikredilmiştir. Bu
âyette de ihramlı iken bir av hayvanını avlayanın keffareti zikredilmiştir.
Bunun keffareti'de başını tıraş edenin keffareti gibi seçeneklidir. Kişi
dilediği şıkkı seçebilir.
Müfessirler, ihramlının, fakirleri
doyurma şıkkını tercih etmesi halinde av hayvanını değerlendirirken hangi
yerdeki değerinin esas olacağı hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
a- İbrahim en-Nehai,
Hammad, Ebû
Hanife, Ebû Yusuf ve Muhammed'e
göre av hayvanına öldürüldüğü yerde değer biçilir ve bu değer esas alınarak gıda
maddeleri satın alınır ve fakirlere dağıtılır.
b- Âmir eş-Şa'biden nakledilen diğer
bir görüşe göre ise öldürülen av hayvanına, keffaretinin ödeneceği yerdeki
değerine göre kıymet takdir edilir.
Bu hususta Âmir demiştir ki: "Bir ihramlı kişi Horasan'dan geçerken bir hayvanı
avlayacak olur da onun keffaretini Mekke veya Mina'da ödeyecek olursa onun
değeri, ödeneceği yere göre tesbit edilir ve fakirlere dağıtılır.
Taberi diyor ki: "Bize göre doğru olan
görüş şudur: Av hayvanını öldüren ihramlî kişi onun, ehli hayvanlardan benzerini
kurban etmeyi tercih ettiği takdirde onun için av hayvanının, yaratılışı ve
cinsindeki kuvveti bakımından, ehli hayvanlardan en çok benzeyenini kurban
etmesi onun için kâfidir. Şâyet ihramlı, fakirleri doyurma şıkkını tercih edecek
olursa, av hayvanına. Öldürüldüğü yerdeki değerine göre değer biçer. Dilerse onu
oradaki fakirlere infak eder dilerse Mekke'de infak eder, dilerse başka bir
yerde infak eder. Zira Allahü teâlâ,
ihramlınm avlanması halinde kurban kesme veya fakirleri doyurma yahut da oruç
tutma gibi üç keffaret şeklinden birini yerine getirmesini emretmiş, bunlardan,
sadece kesilecek kurbanın Kabe'ye ulaştırılarak kesilmesini şart koşmuş, diğer
iki keffaret şeklinin herhangi bir yerde yerine getirileceğine dair bir şart
koşmamıştır. Bu sebeple fakirleri dilediği yerde doyurur, orucu dilediği yerde
tutar. Ancak kurbanı canlı olarak Kabe'ye ulaştırması ve orada kesip fakirlere
dağıtması gereklidir. Buna mukabil, avlanmanın cezası olarak kesilecek bu
kurbanın, kesilmesi için belli bir gün tayin edilmemiştir. Avlanan kişi onu her
zaman kesebilir. Bayramdan önce de kesebilir sonra da.
Fakirleri doyurma veya oruç tutma keffaretlerini yerine getiren kimse ise
dilediği yerde ve dilediği zaman bunları yerine getirebilir.
Ata da bu meseleyi böyle izah etmiştir.
Âyet-i kerime’de
"Veya kıymeti ölçüsünde oruç tutmaktır." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat
şudur: İhramlı olduğu halde kasıtlı bir şekilde av hayvanını öldüren kimsenin,
yerine getireceği keffaretlerden biri de öldürdüğü av hayvanının değerinin
miktarında oruç tutmasıdır.
Taberi diyor ki: "Av hayvanının değerine
göre oruç günlerinin sayısının tesbiti şu şekilde yapılır: Öldürülen av hayvanı,
öldürüldüğü yerde sağ kabul edilerek gıda maddeleriyle değer biçilir. Sonra onu
öldüren ihramlı kişinin bu gıda maddelerinden her müdd'ünün karşılığında bir gün
oruç tutmasına hüküm verilir. Çünkü Resûlüllah,
Ramazan ayında, gündüzün kasıtlı bir şekilde hanımıyla cinsi münasebette bulunan
kimseye keffaret olarak her bir müdd'ün karşılığında bir gün oruç tutmasına
hüküm vermiştir. Av hayvanını öldürenin tutacağı oruç günlerinin sayısı da müdd
ile tesbit edilir.
Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Eğer
denilecek olursa ki: Niçin ihramlı olduğu halde av avlayanın keffaretinde, oruç
günlerini tesbit ederken müdd ölçeğini esas aldın da Sa' ölçeğini esas almadın?"
Halbuki Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) ihramlı iken başı
bitlenen Ka'b b. Ucreye, başım tıraş ederek her bir sar karşılığında bir gün
oruç tutmasına dair hüküm vermiştir. İhramlı iken avlanmanın kefîaretini.
ihramlı iken tıraş olana kıyaslamak, Ramazanda oruç yiyene kıyaslamaktan daha
evladır." Cevaben denilir ki: "Kıyas demek, ihtilaflı olan fer'i meseleleri,
üzerinde ittifak edilen ve fer'i meselelerin de benzeri olan asıl meselelere
benzetmektir. Sözlerine itibar edilen âlimlerin hepsi, ihramlı iken avlanmanın
keffareti olarak tutulacak bir günlük orucun, fakirlere yedirilecek bir sa'
ölçeğine tekabül etmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu da göstermektedir,
ki ihramlı iken avlananın tutacağı keffaret orucunun günlerinin tesbiti, ihramlı
iken başını tıraş edenin tutacağı orucun günlerini tesbite kıyas edilemez. O
halde Ramazan ayında, gündüzün hanımıyla cinsi münasebette bulunan kimsenin
tutacağı orucun günlerinin tesbit şekline kıyaslamaktan başka bir yol
kalmamıştır. Nitekim Ata,
Abdullah b. Abbas ve
Said b. Cübeyr, avlanan ihramlının. her müdd
karşılığında bir gün oruç tutacağım söylemişlerdir.
Âyet-i kerime’de:
"Allah, geçmişte yapılanları affetrniştir. Kim tekrar bu yasağı ihlal ederse
Allah onu cezalandırır." buyunılmaktadır.
Müfessirler, bu âyette zikredilen
"Geçmişte yapılanların affedilmesinden "Yasağı ihlal etmek"ten ve "Allah'ın
cezalandırmasından nelerin kastedildiği hususunda farklı görüşler
zikretmişlerdir.
a- Ata,
Mücahid ve Said b. Cübeyrden
nakledilen bir görüşe göre "Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir."
ifadesinden maksat, "Allah, islam gelmeden önce, cahiliye döneminde, ihramlı
iken av hayvanları öldürmenin cezasını affetmistir." demektir. "Kim tekrar bu
yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır;" ifadesinden maksat ise: "Kim, islam
geldikten sonra tekrar ihramlı olduğu halde av hayvanlarını avlamaya dönecek
olursa Allah onu hem dünyada keffaretle yükümlü kılarak cezalandırır hem da
âhirette cezalandıracaktır." demektir.
Bunlara göre ihramlı olan kimse tekrar tekrar ihram yasağını ihlal ederek
avlanacak olursa her defasında da keffaret ödemekle cezalandırılır. Ancak
tekrarından dolayı kazandığı günah, kendisiyle rabbi arasındaki bir meseledir.
b- Said b. Cübeyr ve
Ata'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise
"Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir." ifadesinden maksat, "Allah sizlerin
cahiliye döneminde ihramlı iken yaptığınız avlanmalarınızın cezasını
affetmiştir." demektir. Kim tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu
cezalandırır." ifadesinden maksat ise "Kim, islam geldikten sonra tekrar ihramlı
iken avlanma yasağını ih-ial edecek olursa Allah onu, keffaret ödemkle yükümlü
kılarak dünyada iken cezalandırır." demektir.
c- Abdullah b. Abbas,
Kadı Şüreyh,
İbrahim en-Nehai, Said b. Cübeyr,
Mücahid ve Hasan-i Basriden nakledilen diğer
bir görüşe göre "Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir." ifadesinden maksat,
"Allah, ihramlı iken avlanmayı ilk defa yapanı affetmiştir." demektir. "Kim
tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır." ifadesinden maksat ise
"Kim ihramlı olduğu halde ikinci kez avlanmayı
yapacak olursa artık onu cezalandıracak olan Allah’tır. Onun için dünyada yerine
getireceği keffaret diye bir şey söz konusu değildir." demektir.
d- İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir
görüşe göre ise "Allah, geçmişte yapılanları affetmişîir." ifadesinden maksat,
"Allah, avlanması haram kılınmadan önce, ihramlı iken avlananın avlanmasını
affetmişiir." demektir. "Kim de tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu
cezalandırır." ifadesinden maksat ise "Kim de Allah'ın, ihramlı iken avlanmayı
haram kılmasından sonra, avlanmanın haram olduğunu bilerek, ihramlı olduğunu
hatırlayarak, av hayvanını öldürmeyi kastederek, ihramlı iken avlanacak olursa
işte bunu cezalandıracak olan ancak Allah'tır. Bunun günahlarını affetmek üzere
dünyada yerine getireceği herhangi bir keffareti yoktur" demektir.
c- Diğer bir kısım âlimlere göre
de bu âyet-i kerime, belli bir insanı
beyan etmektedir. O kimse ihramlı iken bir kere hayvan avlamış Allah da onu
bağışlamıştır. Tekrar avlanmış Allah da gökten bir ateş göndererek onu
yakmıştır.
Taberi diyor ki: "Bize göre bu konuda
evla olan söz, âyetin bu bölümüne şu şekilde manâ veren sözdür: "İslam gelip
ihramlı kişinin avlanmasını yasakladıktan sonra kim ilk defa kasıtlı olarak bu
yasağı ihlal edecek olursa, dünyada iken keffaret ödemesi halinde Allah onu
affeder. Fakat kim de ikinci bir defa tekrar
ihramlı iken avlanma yasağını ihlal edecek olursa, keffaret ödemekle yükümlü
olmasıyla birlikte Allah ondan intikam alacaktır."
Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Eğer
bir kişi zannedecek olursa ki, keffaret ödemek cezayı düşülür. Bu itibarla
ihramlı iken birinci avlanmasından sonra tekrar
avlananın keffaret ödemesi söz konusu olursa onun âhiretteki cezası düşer." Bu
kimse yanlış bir zanda bulunmuş olur. Zira Allahü
teâlânın, kendisine isyan etmenin cezalarını dilediği gibi farklı
yapma yetkisi vardır. Bazı isyanların cezalarını artırırken diğerlerini
azaltabilir. Nitekim bekâr olarak zina edenle evli olarak zina edenin
cezalarını, çeyrek dinar çalanla daha az miktardaki bir şeyi çalanın cezalarını
farklı kılmıştır. İhramlı iken kasıtlı olarak ilk defa avlananın cezasını
ikinci defa avlanandan farklı kılmıştır.
Birinci defa avlanana ceza olarak ya
avladığı hayvanın benzeri olan ehli bir hayvanı kurban etmesini veya onun değeri
kadar gıda maddeleriyle fakirleri doyurmasını yahut gıda maddeleri nüktarinca
oruç tutmasını beyan buyurmuştur. Bu yasağı tekrar ihlal edene ise bu
keffaretlere ilaveten ayrı bir ceza vereceğini beyan etmiştir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda geçen ve "Allah her şeye galiptir, layık olana cezasını verendir."
şeklinde tercüme edilen cümlesindeki kelimesinin mânâsı "Allah, hakimiyetine
dokunulamayan, hiçbir güç tarafından mağlûp edilemeyen, cezalandırmak
istediğinde kendisine karşı linemeyen ilahtır. Çünkü kainat onun yaratığıdır.
Emir verme de ona aittir, izzet ve dokunulmazlık ta ona mahsustur." demektir.
kelimesinin mânâsı ise "İntikam sahibidir. Yani kendisine karşı geleni
cezalandırır." demektir.
|