Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

122

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

7

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

90

Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları, sadece Şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz.

Allahü teâlâ bundan önceki âyetlerde, insanlara helal kıldığı temiz şeyleri, bir kısım insanların, kendilerine haram kılmalarının caiz olmadığını beyan ettikten sonra bu âyet-i kerime’de de insanlara haram kıldığı şeyleri beyan etmekte ve buyurmaktadır ki: "Ey, Allah'ı ve Peygamberini tasdik eden mü’minler, şimdiye kadar içtiğiniz içkiler, oynadığınız kumarlar, önünde kurbanlar kestiğiniz dikili taşlar ve kendileriyle şans aradığınız fal okları Şeytanın yaptığı amellerden murdar olan, günaha vesile olan ve Allah'ın gazabını celbeden amellerdir. Siz, içki içmekten kumar oynamaktan, dikili taşların önünde putlara kurban kesmekten ve fal oklanyîa şans tayin etmekten kaçının ki rabbiniz katında kurtuluşa ermiş olasınız.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Pisliktir" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas tarafından "Allah'ı gazaplandiran" mânâsına, İbn-i Zeyd tarafından "Kötü şey" mânâsına yorumlanmıştır.

Âyet-i kerime’de görüldüğü gibi içki ve kumar haram kılınmıştır putlar yapıp taşlar dikerek önünde kurbanlar kesmek ve oklar çekerek falcılık yapmak yasaklanmış ve bunların, şeytanın işinden birer pislik oldukları ifade edilmiştir. Haram kılman bu şeylerin izahları kısaca şöyle yapılabilir:

a- İÇKİ: Bu konuda Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeritlerinde şöyle buyuruyor:

"Sarhoşluk veren her şey içkidir. Ve sarhoşluk veren her şey de haramdır. Kim dünyada içki içer de tevbe etmeden ve içkiyi bırakmadan ölürse âhirette cennet şarabını içmekten mahrum kalacaktır. Müslim, K. el-Eşribe, Bak 73, Hadis No: 2003 / Ebû Davud, K. el-Eşribe, Bab: 5, Hadis No: 3679.

Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki: İçki üç aşamada kesin olarak haram kılındı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medineye hicret ettiğinde Medineliler içki içiyor ve kumar parası yiyorlardı. Bunlar hakkında Resûlüllah'a soru sordular bunun üzerine Allahü teâlâ: "Ey Rasûlüm, sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: "Onlarda büyük günahlar vardır. İnsanlar için bazı dünyevi faydalan da vardır." Bakara sûresi, 2/219 âyet-i kerimesini indirdi. Bunun üzerine insanlar: "Allah bize içkiyi haram kılmadı. Sadece onda büyük günahlar ve insanlar için bazı menfaatlar olduğunu beyan etti." dediler. Ve içkiyi içmeye devam ettiler. Bir gün muhacirlerden bir kişi akşam namazında arkadaşlarına iman olup namaz kıldırırken âyetleri yanlış okudu ve bunun üzerine de Allahü teâlâ birincisinden daha sert bir hüküm getiren şu âyeti indirdi: "Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Nisa Sûresi, 4/43. Bundan sonra da insanlar yine içki içmeye devam ettiler. Nihâyet içkiyi tamamen yasaklayan ve daha sen bir hüküm getiren: "Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Artık bundan vaz geçmez misiniz? Maide Sûresi, 5/91. âyet-i kerimesi gelince de insanlar "Ey rabbimiz, artık vaz geçtik." dediler. Sonra da Resûlüllah'a "Ey Allah'ın Resulü, daha önce Allah yolunda cihad ederken öldürülmüş veya yatağında ölmüş müslümanlar içki içiyor ve kumardan kazandıklarını yiyorlardı. Allahü teâlâ bunların, şeytanın işinden birer pislik olduklarını beyan etti. Şimdi onların hali ne olacaktır'?" diye sordular. Bunun üzerine şu âyet-i kerime indi. "İman edip iyi amel işleyenler Allah'tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri sonra Allah'tan sakındıktan, imanlarından ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah iyilikte bulunanları sever." Maide Sûresi, 5/93. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurdu: "Eğer içki on-larm zamanında haram kılınmış olsaydı sizin terkettiğiniz gibi elbette ki onlar da terkederlerdi. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 351, 352. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz içkinin içilmesi haram olduğu gibi onunla ilgili her türlü muamelenin de haram olduğunu beyan ederek buyurmuştur ki:

"İçki on cihetten lanetlenmiştir. İçkinin bizzat kendisi, onu içen, sunan, satan, satın alan, imal eden, imal ettiren, taşıyan, taşıttıran ve ondan ekle edilen kazancı yiyen. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 25, 71 / İbn-i Mace, K. el-Eşribe, Bab: 6, Hadis No: 3380.

Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Bu âyet-i kerime, Nisa suresinin içki ile ilgili olan kırk üçüncü âyetini ve Bakara suresinin iki yüz on dokuzuncu âyetini neshetmiştir." Ebû Davud, K. el-Egribe, Bab: 1, Hadis No: 3672.

b- KUMAR: Her türlü şans oyunu kumardır ve bu kumarın da her çeşidi yasaktır. Hatta tavla oyunu hakkında Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kim tavla oynarsa ellerini domuzun etine ve kanına bulamış gibidir" Müslim, K. eş-Şiir, Bab: 10, Hadis No: 2260 / Ebû Davud, K. el-Edeb, Bab: 56, 64, Hadis No: 4939 / İbn-i Mace, K. ol-Edeb, Bab: 43, Hadis No: 3763.

c- DİKİLİ TAŞLAR: Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ata, Said b. Cübeyr ve Hiisan-ı Basriye göre buradaki dikili taşlardan maksat, önünde kurban kesilen dikili taşlardır.

d- FAL OKLARI: Bu hususta Maide suresinin üçüncü âyetinin izahına bakınız .

91

Şüphesiz ki şeytan, kumar ve içki ile aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan men etmeyi ister. Artık bunlardan vaz geçmez misiniz?

Ey iman edenler, Allah sizleri islam kardeşliği ile birleştirdiği halde şeytan, kumar ve içki vasıtasıyla sizin aranıza ancak düşmanlık sokmayı, kin tohumlan ekmeyi, böylece sizi birbirinize düşürmeyi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymayı ister. Artık Allah'ın size haram kıldığı şeylerden vaz geçin. Müfessirler bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir:

a-

Bazılarına göre bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi, Hazret-i Ömer'in, içkinin haram kılınmasına dair Allahü teâlâya dua etmesidir. Bu hususta Ebû Meysere diyor ki:

"Ömer b. el-Hattab Allah'a şöyle dua etti: "Ey Allah’ım sen içki hakkında bizi şifaya kavuşturan bir açıklama yap." Bunun üzerine Bakara suresinin "Ey Rasûlüm, sana içki ve kumardan soruyorlar de ki: "Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar için faydalan da vardır. Bakanı Sûresi, 2/219. 16fi Nisa Sûresi, 4/43. âyet-i nezil oldu. Ömer çağırıldı ve bu âyet ona okundu. Yine Ömer: "Ey Allah’ım sen içki hakkında bizi şifaya kavuşturan bir açıklama yap." diye dua etti. Bunun üzerine Nisa suresinin: "Ey iman edenler sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Nisa sûresi 4/43 Âyeti nazil oldu. Yine Ömer çağırıldı ve bu âyet kendisine okundu, sonra Ömer tekrar: "Ey Allah’ım sen içki hakkında bizi şifaya kavuşturan bir açıklama yap Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an. s. 5, Bab: 7, Hadis No: 3049. diye dua etti. Bu sefer Maide suresinin: "Şüphesiz ki şeytan, kumar ve içki ile aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan men etmeyi ister. Artık bunlardan vaz geçmez misiniz?" âyeti nazil oldu. Yine ömer çağırıldı ve ona bu âyet okundu. Ömer de dedi ki: "Vaz geçtik, vaz geçtik.

b- Muhammed b. Kays'a göre ise bu âyet-i kerime bir kısım Medineli kişiler hakkında nazil olmuştur. Resûlüllah Medine'ye gelince içki içen ve kumar oynayan bazı insanlar onun yanına gelmişler ve ona bunların hükmünün ne olduğunu solmuşlardır. Bunun üzerine Allahü teâlâ "Ey Rasûlüm, sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: "Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar için faydalan da vardır. Ancak günahları faydalarından çok büyüktür. Bakara Sûresi, 2/219. âyetini indirdi. Bunun üzerine o insanlar dediler ki: "Bunlar, haklarında ruhsat gelen şeylerdir. Biz, kumardan kazandığımız malı yiyelim içkiyi de içelim. Allah’tan da affedilmemizi dileyelim. "Nihâyet bir adam akşam namazını kılarken Kâfirim suresini şu şekilde okumaya başladı. "Ey Rasûlüm, de ki: "Ey kâfirler, ben sizin taptıklarınıza ibadet ederim. Siz ise benim ibadet ettiğime tapacak değilsiniz." Bu kişi âyeti doğru okuyamadığı gibi ne okuduğunu da bilmiyordu. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ, "Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Nisa Sûresi, 4/43. âyetini indirdi. Bundan sonra insanlar yine içki içmeye devam ediyorlardı. Namaz vakti yaklaşınca ne okuduklarım bilmeleri için içki içmeyi bırakıyorlardı. Böylece devam ederlerken Allahü teâlâ, bunu ve bundan önceki âyeti indirdi. Ve "Artık bunlardan vaz geçmezmisiniz?" buyurdu. Onlar da "Vaz geçtik ey rabbimiz." dediler.

c- Sa'd b. Ebi Vakkas da bu âyet-i kerime’nin kendisi hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Sa'd b. Ebi Vakkas demiştir ki:

"Ensardan bir kişi yemek yaptı bizi davet etti. Biz, hafifçe sarhoş oluncaya "kadar içki içtik. Ensardan olan insanlarla Kureyşliler birbirlerine karşı övünmeye başladılar. Ensar, "Biz sizden daha üstünüz." dediler. Kureyşliler de "Hayır biz sizden daha üstünüz." dediler (Sa'd b. Ebi Vakkas, Kureyştendir.)" Bunun üzerine Ensardan bir kişi Devenin çene kemiğini aldı ve onunla Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bunuma vurdu ve burnunu yardı. Bundan sonra Sa'dın bumu yarık kaldı. İşte bunun üzerine: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz." "Şüphesiz ki şeytan, kumar ve içki ile aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan men etmeyi ister. Artık bunlardan vaz geçmez misiniz?" âyetleri nazil oldu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 1, S. 186 /Müslim, K. el-Fadail es-Sahabe, B: 43, H. N.1748.

d- Abdullah b. Abbas ise bu âyet-i kerime’nin Ensardan iki kabile hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Onlar içki içmişler, sarhoş olunca da birbirleriyle şakalaşmışlar ve dalaşmalardır. Ayılınca da yüzlerinde ve sakallarımla bulunan izleri görmüşler. Her biri kendi kendine şöyle demiştir: "Benim kardeşim bana bunu yaptı ha? Şâyet o bana karşı şefkatli ve merhametli olsaydı bana bunu yapmazdı." Bu insanlar birbirlerine karşı kalplerinde kin taşımayan insanlar iken bu olaydan sonra birbirlerine karşı kin beslemeye başladılar. İşte bunun üzerine bu ve bundan önceki âyet nazil oldu.

e- Katadeye göre ise bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi, içki değil kumardır. Çünkü kin ve düşmanlık, kumar oynama sebebiyle insanların arasında ortaya çıkmış, Allahü teâlâ da onlara hem kuman hem de içkiyi yasaklamıştır. Bu hususta Katade diyor ki: "Cahaliye devrinde kişi ailesini ve malını kumara verirdi. Bundan sonra elinde bulunanları kaybettiği için mahrum bir şekilde oturur başkasının elinde bulunan mallara bakar dururdu. Bu da insanlar arasında düşmanlığı, kini doğururdu. Allahü teâlâ bu sebeple kuman ve çkiyi yasakladı.

Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta doğru olan görüş şunu söylemektir: Allahü teâlâ bu âyetlerde bazı şeylerin necis olduğunu zikretmiş ve onlardan kaçınmamızı emretmiştir.

Müfessirler ise bu âyetlerin nüzul sebebi hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bunların nüzul sebebi Hazret-i Ömer'in duası da olabilir Sa'd b. Ebi Vakasın içine düştüğü hadise de olabilir. Kumar oynama sebebiyle kişinin malını kaybetmesi de olabilir. Elimizde buna dair kesin bir delil yoktur. Ancak şurası bir gerçektir ki bu âyetlerin hükümleri bütün mükellefleri bağlamaktadır. Mükelleflerin bunların nüzul sebeplerini bilmemeleri onlar için bir özür sebebi sayılmaz. Binaenaleyh âyeti öğrenen her mükellefin içki, kumar, dikilen taşlar ve fal oklarından kaçınması farzdır.

Bu âyet-i kerime nazil olunca sahabiler: Ey rabbimiz vaz geçtik. Artık yapmayacağız." dediler ve ellerinde bulunan içkileri döktüler.

92

Allah'a da itaat edin Peygambere de itaat edin. Karşı gelmekten sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Peygamberimize düşen sadece apaçık iebliğdir.

İçki kumar ve yasaklanan diğer şeylerden kaçınarak Allah'ın emirlerine itaat edin ve Peygamberinin emirlerine uyun. Allah'ın emrine karşı gelmekten sakının. Aksi takdirde onun cezasını hak etmiş olursunuz. Eğer emirlerinden yüz çevirir yasaklananları işlerseniz bilin ki Peygamberimize düşen sadece açık' bir şekilde tebliğdir. Hesaba çekip cezalandırma ise Allah'a aittir.

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerime, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ihlal edenleri tehdit etmekte, yasakları çiğneyenlerin cezalandırılacaklarına dikkati çekmektedir.

93

İman edip iyi amel işleyenler Allah'tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devanı ettikleri sonra Allah'tan sakındıkları, imandan ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoklar. Allah iyilikte bulunanları sever.

Sizden iman edip salih emel işleyen kimseler için, haram kılınmadan önce içki içmesinde veya kumar kazancı yemesinde bir günah yoktur. Yeter ki sizler Allah'ın size haram kıldığı şeylerden kaçınmakta ondan korkun. Onun sizi denetlediğini bilin. Allah ve Resulünü, emir ve yasaklarında tasdik edin. Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ve her ikisini de razı edecek ameller işleyin. Sonra da Altoh'tan korkmaya ve imanınızda kararlı olmaya devam edin. Allah'ın gönderdiği emir ve yasaklan değiştermeyin. Sonra da farz kılınmayan nafile ibadetler yaparak Allah'tan korkun ve sizi cezalandırmasından çekinin. Zira Allah, nafile ibadetler yaparak kendisinden korkanları sever.

Âyet-i kerime’de üç defa mü’minlerin Allah taeladan korkmaları emrediliyor.

Taberi diyor ki: "Burada emredilen birinci korkma, mü’minlerin, Allah'ın emirlerini kabul etmeleri ve onunla amel etmeleriyle olur. İkinci korkmaları Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmada kararlı olmalarıyla gerçekleşir. Üçüncü korkmaları ise mü’minlerin, farzların dışında bir kısım nafile ibadetleri yerine getirmekle olacağına dair delil nedir? Cevaben denilir ki: "Âyet-i kerime’de zikredilen birinci korkma, Allah'ın emir ve yasaklarını kabul etmelerini, ikinci korkma ise bu emir ve yasaklara uymada kararlı olmalarını ifade etmektedir. Böylece Allah'ın farz kıldığı şeyleri yapmaya devam edeceklerini bildirmektedir. Son korkma ise, nafile ibadetleri yaparak Allah'ın kendilerini cezalandırmasından kaçınmalarını ifade etmektedir. Bu son korkmayı da farz olan amellerin eda edilmesi anlamında almak lüzumsuz bir tekrar olur. Bu sebeple nafile ibadetler yaparak korkma şeklinde izah edilmesi daha evladır.

Müfessirler, buâyet-i kerime’nin nüzul sebebi olarak şunu zikretmişlerdir: İçki, kumar yasaklanınca, bunlar yasaklanmadan önce bunları işleyen ve ölüp âhirete irtihal eden kimselerin durumlarının ne olacağı hususunda sorular sorulmuş, bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve âyetler nazil olmadan önce içki içmiş olanların günahkâr olmadıklarını beyan etmiştir.

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "İçkinin haram olduğunu bildiren Cıyet nazil olunca sahabiler dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, içkinin haram olduğunu beyan eden âyet nazil olmadan önce içki içen ve ölen kimselerin hali ne olacaktır?" İşte bunun üzerine "İman edip iyi amel işleyenlerin, Allah'tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri sonra Allah'tan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte bulunanları sever, "âyeti nazil oldu." Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 5, Bab: 10, Hadis No: 3052.

Enes b. Malik diyor ki: "Ben içki kadehini Ebû Talhaya, Ebû Ubeyde b. el-Cerraha, Muaz b. Cebel'e, Şüryh b. Beyda'ya ve Ebû Dücaneye sunarken -Ki onlar içtikleri hurma şarabından sarhoş olmuşlar ve başlan önlerine eğilmişti - bir kimsenin dışarıdan şöyle seslendiğini işittik. "Dikkat edin içki haram kılındı. "Bunun üzerine bizim yanımıza herhangi bir kimse girmeden ve bizden de herhangi bir kimse dışarı çıkmadan şarapları döktük, testileri kırdık. Bir kısmımız abdesî aklı bir kısmımız yıkandı. Ümmü Süleymin kokularından süründük. Sonra çıkıp Resûlüllah'ın mescidine gittik. Bir de ne görelim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz." Maide Sûresi, 5/90 âyetini ve ondan sonra gelen âyeti okuyor. Bunun üzerine bir adam dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizden, içki içtiği halde ölenin yeri ne olacaktır?" Bunun üzerine de Allahü teâlâ: "İman edip iyi amel işleyenler..." âyetini indirdi. Maide Sûresi, 5/90

Bera b. Âzib diyor ki:

"Resûlüllah'ın sahabilerinden bazıları, içki haram kılınmadan önce ölmüşlerdir. İçki haram kılınınca bir kısım insanlar dediler ki: "Bizim arkadaşlarımız ne olacak? Onlar içki içerken ölüp gittiler." İşte bunun üzerine "İman edip iyi amel işleyenler, Allah'tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri, sonra Allah'tan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları, yine Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte bulunanları sever." Sûresi nazil oldu. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 5, Bab: 9, Hadis No: 3051.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"İman edip iyi amel işleyenler..." âyeti nazil olunca Resûlüllah bana buyurun ki: "Sen de bunlardan mısın? Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 5, Bab: 11, Hadis No: 3053.

94

Ey iman edenler, şüphesiz ki Allah sizi, elinizin ve oklarınızın ulaşacağı bir kısım avlar ile imtihan eder ki, kimin, görmediği halde kendisin'den korktuğunu ortaya çıkarsın, kim bundan sonra haddi aşarsa onun için can yakıcı bir azap vardır.

Ey iman edenler, Hac ve Umre için ihrama girdiğiniz sırada Allah sizi, küçüklüğünden ve zayıflığından dolayı kolayca elde edebileceğiniz av hayvanlarıyla imtihan eder ki, gözüyle görmediği halde Allah'a iman edip ondan korkanları ortaya çıkarsın. Kim, ihramlı iken avlanmayı helal görerek Allah'ın adarsa onun için can yakıcı bir azap vardır.

Âyet-i kerime’de zikredilen, "Elin ulaşacağı av"dan maksat, yaban eşeği, yaban sığırı, geyik vb. hayvanlardır.

Bu hususta Abdullah b. Abbas demiştir ki: "Hac veya Umre için ihrama giren kişinin elinin erişeceği av hayvanlarından maksat, gücü zayıf olan hayvanlardır. Allahü teâlâ, bu gibi hayvanlarla ihramlı olan kişileri imtihan eder. Zira onlar, diledikleri takdirde bu gibi hayvanları hemen yakalayabilirler. İşte Allahü teâlâ, ihramlıların bu gibi hayvanları avlamalarını yasaklamıştır.

95

Ey iman edenler, (Hac'da) ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. Sizden kim, ihramlı iken bir av hayvanını öldürürse onun cezası, içinizden âdil iki kişinin vereceği hükme göre, ehli hayvanlardan, öldürdüğüne denk ve Kabeye ulaşacak bir kurbanlıktır. Yahut onun kıymeti kadarıyla, kefaret olarak yoksulları doyurmak veya kıymeti ölçüsünde oruç tutmaktır. Ceza, işlediği suçun karşılığını tatması içindir. Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir. Kim tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır. Allah hor şeye galiptir layık olana cezasını verendir.

Ey iman edenler, Hac ve Umre için ihrama giren bir kimse, ihramlı iken kasıtlı olarak bir av hayvanını öldürürse, dindarlıklarına güvenilen adaletli iki kişinin vereceği hükme göre öldürülen hayvanın değerinde ehli bir hayvanı. Kabe'de kesip dağıtması gerekir. Yahut da avlanan ihramlı kimsenin, avladığı hay vattın değeri kadar yiyecek maddeleri alıp fakirlere dağıtın asıdır. Yahut da ihram yasağını ihlal tden bu kimsenin avladığı hayvanın değeri takdir edildikten sonra her fakire vereceği belli bir ölçek buğday karşılığında bir gün oruç tutulmasıdır.

Bu fıyot-i kerime, karada yaşayan av hayvanlarının, Hac ve Umre için ihrama girmiş insanlar tarafından avlanmasının haram olduğunu bildirmektedir. Burada zikredilen av hayvanlarından maksat, âlimlerin çoğunluğuna göre eli yenilsin veya Yenilmesin bütün kara hayvanlarıdır. Ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın istisna ettiği şu beş cins hayvan buna dahil değildir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

"Beş cins zararlı hayvan vardır ki bunlar, ihramlı iken de ihramsız iken de öldürülürler. Bunlar, karga, delice kuşu, akrep, fare ve saldırgan (kuduz) köpektir." Buhari, K. es-Sayd, bab: 7 / Müslim, K. el-Hac, Rab: 71, 74, Hadis No: 1198, 1199.

Müfessirler, âyet-i kerime’de zikredilen "Av hayvanım kasıtlı bir şekilde öldürmek"ten neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Mücahid, İbn-i Cüreyc, Hasan-i Basri ve İbn-i Zeyde göre buradaki av hayvanın: kasıtlı bir şekilde öldürmekten maksat, kişinin, ihramlı olduğunu unutarak av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldünnesidir. İşte ihramlı olduğunu unuttuğu bir sırada, av hayvanını kasıtlı olarak öldürene, âyette zikredilen ceza mahiyetindeki keffaretleri yerine getirmesi gerekir. Diğer yandan kişi ihramlı olduğunu bildiği halde av hayvanını öldürecek olursa bunun suçu, keffaret ödemekle affedilmekten daha ağırdır. Bu sebeple onun işi Allah'a kalmıştır.

Bu hususta Mücahid diyor ki: "Âyette zikredilen, av hayvanını kasıtlı olarak öldürmekten maksat, kişinin ihramlı olduğunu unutarak, av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmesi veya başka bir şey yapmak isterken hataen onu öldünnesidir. Buna mukabil kim ihramlı olduğunu hatırlayarak ve av hayvanını öldürmenin dışında herhangi bir şey de kastetmeyerek kasıtlı bir şekilde av hayvanım öldürecek olursa bu kişi ihramdan çıkmış olur. Buna keffaret ödeme ruhsatı yoktur. Keffaret ancak ihramlı olduğunu unutarak öldürene veya, başka bir şey yapmak isterken onu öldürene gerekir.

İbn-i Zeyd de diyor ki: "Burada av hayvanını kasıtlı olarak öldürmekten maksat, ihrama girmiş olan kimsenin, ihramlı olduğunu unutarak av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmesi veya ihramlı avlanmanın haram olduğunu bilmemesidir. İşte böyle olanların, âyette zikredilen keffaretleri yerine getirmelerine hüküm verilir. Buna mukabil Allah'ın, ihramlı iken avlanmayı yasaklamasından sonra ihramlı olduğunu hatırlayarak ve bu durumda av hayvanının öldürülmesinin haram olduğunu bile bile onun öldürenin durumu, Allah'ın vereceği cezaya bırakılmıştır.

b- Ata, Zühri, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr ve Tavus'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmek"ten maksat, ihramlınm, ihramlı olduğunu bile bile, av hayvanını kasıtlı bir şekilde öldürmesidir.

Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta doğru olan söz, şunu söylemektir. "Allahü teâlâ bu Âyet-i kerime ile, ihrama giren herkesin, ihramda bulunduğu müddetçe, kara av hayvanlarım öldürmeyi kastederek öldürmesini haram kılmıştır. Öldürmeyi kastetmesini, ihramlı olduğunu unutma haline veya başka bir şey yaparken onu öldürmüş olma haline tahsis etmemiş bilakis onu, kasıtlı öldürene umumi bir şekilde yasak kılmıştır. Ve bunu yapana belli keffaretleri yerine getirmesini emretmiştir. Durum böyle iken âyetten, Resûlüllah’ın hadislerinden, ümmetin icmamdan ve diğer herhangi bir yönden açık bir delil bulunmadıkça âyetin zahirini bırakıp onu batini tevillerle yorumlamak caiz değildir. Madem ki mesele böyledir, ihrumlı olan kimse av hayvanını isler ihramlı olduğunu hatırlayarak kasıtlı bir şekilde öldürsün ister ihramlı olduğunu unutmuş vaziyette av hayvanini kasıtlı bir şekilde öldürsün isterse başka bir şeyi kastettiği halde onu öldürmüş olsun, bütün bu durumlarda onun, rabbimizin beyan ettiği keffaretlerden birini ödemesi gerekir. Bunlar da müslümanlardan, dinine güvenilir iki âdil kimsenin vereceği hükme göre, öldürülen av hayvanının, ehli olan hayvanlardan karşılığım harem bölgesinde kurban etmektir. Veya onun değeri kadar gıda maddesini fakirlere dağıtmaktır yahut her fakire verilecek gıda maddesi yerine bir gün oruç tutmaktır. Nitekim Ata ve Zühri, âyetin bu bölümünü bu şekilde izah etmişlerdir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Bir av hayvanını hatalı olarak öldüren ihramlı kişinin cezasının ne olduğunu "Latifül Kavi Fi Ahkam iş Şerai'" adlı kitabımızda, burada izaha ihtiyaç bırakmayacak derecede açıkladık. Burası bu meseleyi açıklama yeri değildir. Çünkü bu kitabımızda Kur’an’ın tevillerini açıklamayı hedef aldık. Kur'anda da av hayvanını hata ile öldürmeye dair bir açıklama yoktur ki onun hükmünü de burada zikredelim.

Müfessirler, ihramlı iken av hayvanını öldüren kimseye, ehli hayvanlardan o av hayvanının dengini kurban etmesine nasıl hüküm verileceği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- Süddi, Ata, Abdullah b. Abbas, Hazret-i Ömer, Dehhak ve Mücahide göre dinine güvenilen adaletli iki kimse, ihramlının öldürdüğü av hayvanına, ehli hayvanlardan en çok benzeyenini araştırırlar ve ihramlıya, o hayvanı elde edip harem bölgesinde kurban etmesine hüküm verirler. Bunlara göre öldürülen av hayvaninin değerine bakılmaksızın onun şeklinde olan ehli hayvanlardan biri kurban edilir. Av hayvanının değerinin, ondan fazla veya eksik olması, durumu değiştirmez. Ancak bunlar hangi ehli hayvanların hangi av hayvanlarına daha çok benzediği hususunda zaman zaman farklı örnekler zikretmişlerdir.

Bu hususta Süddi demiştir ki: "Öldürülen av hayvanı ile onun ehli hayvanlardan benzerleri şöyle tesbit edilir. Eğer ihramlukişi, bir deve kuşu veya yaban, eşeği öldürecek olursa onun bir deve kurban etmesi gerekir. Eğer bir yaban ineği veya geyiği yahut koyunu öldürecek olursa onun bir inek kurban etmesi gerekir. Eğer bir ceylan yavrusu veya tavşan öldürecek olursa onun bir koyun . kurban etmesi gerekir. Eğer bir keler veya Bukalemun yahut tarla faresi öldürecek olursa onun bir kuzu kurban etmesi gerekir.

Bu hususta Abdullah b. Abbas demiştir ki: "Eğer ihramlı olan bir kimse, ceylan ve benzeri bir hayvanı öldürecek olursa o kimsenin, Mekke'de bir koyun kurban etmesi gerekir. Şâyet bunu bulamazsa altı lakiri doyurur. Buna da gücü yetmezse üç gün oruç tutar. Eğer ihramlı kişi geyik veya benzeri bir hayvanı öldürecek olursa bir inek kurban etmesi gerekir. Eğer deve kuşu veya yaban eşeği ve benzeri herhangi bir hayvanı öldürecek olursa o kimsenin bir deve kurban etmesi gerekir.

İbn-i Cüreyc diyor ki: "Ben Ata'ya dedim ki: "Ne dersin ben bir av hayvanı ökîürsem, onun bir gözünün kör olduğunu veya topal olduğunu yahut herhangi bir organının eksik olduğunu görecek olsam, onun aynını mı benzerini mi ödeyeceğim?" O dedi ki: "İstersen evet." dedim ki: "Sen bunu daha fazla tercih etmiyor musun?" O da "Evet." dedi ve devamla dedi ki: "Eğer sen ceylan yavrusunu öldürecek olursan karşılığında koyun yavrusu kurban edersin. Yaban sığın yavrusu öldürürsen ehli bir sığır yavrusunu kurban edersin."

Süleyman el-Bâhilî diyor ki: "Ben Dehhak b. Müzahimin şunları söylediğini işittim. "Av hayvanlarından yaban eşeği, deve kuşu gibi boynuzsuz olanları öldüren ihramlının onlar gibi boynuzu olmayan bir deve kurban etmesi gerekir. Kara av hayvanlarından dağ keçisi veya geyik gibi boynuzlu olanlarını öldürenin bir sığır kurban etmesi, ceylan gibilerini öldürenin bir koyun kurban etmesi, tavşan öldürenin, iki yaşında bir koyun, tarla faresi ve benzerini öldürenin küçük bir kuzu kurban etmesi, çekirge ve benzerini öldürenin de bir avuç yiyecek vermesi, karada yaşayan kuşları öldürenin, biçilen değerini tasadduk etmesi gerekir.

Kabise b. Cabir diyor ki: "Ben, ihramlı iken bir geyik öldürdüm. Ömer'in yanına gittim ve ona bunun hükmünü sordum. O da beni Abdurrahman b. Avf'a gönderdi. Ben de dedim ki: "Ey mü’minlerin emin, bu mesele, Abdurrahman'a gidip ona soracak kadar büyük bir mesele değil." bunun üzerine elindeki sopayla bana bir tane vurdu öyle ki, onun önünden kaçtım. Sonra dedi ki: "İhramlı iken av hayvanını öldürdün sonra da fetvayı küçümsüyorsun." Abdurrahman geldi, ikisi birlikte bir koyun kurban etme hükmünü verdiler.

b- İbrahim en-Nehaiden nakledilen diğer bir görüşe göre, ihramlının öldürdüğü av hayvanının keffareti şöyle ödenir. "Müslümanlardan dinine güvenilir iki adil kimse, öldürülen av'a para ile değer biçerler ve ihramlının, ehli hayvanlardan o değerde bir hayvan alıp harem bölgesinde kurban etmesini emrederler.

Taberi diyor ki: "öldürülen av hayvanının, ehli hayvanlardan dengini tesbit etmesi hususundaki bu iki görüşten, Hazret-i Ömer ve Abdullah b. Abbas'ın da ka-îîldîğı

birinci görüş daha evladır. Zira bunlar, ihramlınin öldürdüğü hayvanın en yok benzeri olan ehli bir hayvanı kurban etmesi gerektiğini söylemişlerdir ki âyeti kerime de aynı şeyi ifade buyurmuştur. Buna mukabil öldürülen av hayvanının değerinin ödenmesini söyleyen ikinci görüş, âyetin zahirine muhaliftir. Çünkü av hayvanının değeri, âyette zikredildiği üzere av hayvanının ehli hayvanlardan benzeri değil nakit paradır.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Her ne kadar takdir edilen dirhemler, öldürülen av hayvanının benzeri değilse de bu dirhemlerle ehli bir hayvan alınır da Kabe'de kurban edilecek olursa o takdirde ih-ramîı kişi, öldürülen av hayvanının benzerini kurban etmiş olur ve âyetin zahiri emrini yerine getirmiş olur." Cevaben denilir ki: "Her zaman av hayvanının değeri, aynen onun benzeri, ehli bir hayvan almaya denk olmaz. Mesela öldürülen av hayvanı büyük ve sağlam bir hayvan olur da onun değeri ile de ancak küçük veya sakat bir ehli hayvan alınacak olursa sence ihramlı kişi ne yapmalıdır? O, avladığı av hayvanına benzemeyen ve onun misli olmayan bu ehli hayvanı kurban edecek raidir?" Eğer diyecek olursan ki "İhramlı kişi, ancak öldürdüğü hayvanın benzeri olan bir hayvanı satın alıp kurban edebilir." Bu sözünle önceki sözünden vaz geçmiş olursun. Çünkü av hayvanının değeri ile ehli bir hayvanın alınamayacağını söyleyen senin görüşündeki insanlar, alınacak ehli hayvanın, kurban edilecek bir hayvan olmasını şart koşmuşlardır. Halbuki avlanan hayvan, küçük veya sakat olabilir. Bu takdirde de ona biçilen değerle benzeri bir ehli hayvan alınır da kurban edilecek olursa, kurban olmayacak hayvan kurban edilmiş olur. Böylece alınacak ehli hayvanın kurban edilecek vasıfta olma şartı bozulmuş olur.

Eğer diyecek olursan ki: "İhramlı kişi, öldürdüğü av hayvanının değeri ile, mutlaka kurban olacak bir ehli hayvan alır." Bu takdirde de söylediğin söz, Kur’an’ın zahirine ters düşmüş olur. Zira Allahü teâlâ, ihramlının, kasıtlı olarak öldürdüğü av hayvanının karşılığında onun benzeri ehli bir hayvanı kurban etmesini emrediyor. Sen ise, benzerinin kurban olmayacak vasıfta olması halinde kurban edilemeyeceğini söylüyorsun. Senin bu sözün, âyetin zahirine ters düşmektedir.

Âyet-i kerime’de: "İçinizden âdil iki kişinin vereceği hükmü göre ceza kurbanı tespit edilir" buyunılmaktadır. Burada zikredilen "İki âdil kimse"den maksat, dindar, faziletli, âlim ve fakih olan iki kimsedir. Bu iki âdil kimse, öldürülen av hayvanım, ehli hayvanlardan benzeri ile mukayese etmeye giriştiklerinde şu usulü takibederler: Öldürülen hayvanı inceler ve vasıflarını öğrenirler. Eğer ihramlı olan kimse küçük bir geyik öldürmüşse ona yaş ve vücut bakımından benzeyen bir koyun yavrusunu kurban etmesini, büyük bir geyik öldürmüşse büyük bir koyun kurban etmesini, yaban eşeği öldürmüşse, onun büyüklüğüne veya küçüklüğüne göre büyük veya küçük bir sığır kurban etmesini emrederler. Kısaca, avlanan hayvana, ehli hayvanlardan en çok benzeyenini tesbit ederler ve ihramlıya onu kurban etmesini emrederler. Bu hususta iki görüş zikredilmiştir.

a-

Birinci görüş bizim zikrettiğimiz görüştür. Şu âlimlerin de bu görüşte oldukları zikredilmiştir: Ömer b. el-Hattab, Abdurrahman b. Avf ile birlikte, bir geyik öldürene bir koyun kurban etmesini, etini tasadduk edip derisini de su kabı olarak kullanmasını emretmişlerdir.

Bu hususta Kabise b. Cabir diyor ki: "Biz, yolculukta iken sabah namazını kıldıktan sonra bineklerimizden uzaklaşır gezerdik. Aramızda konuşurduk. Yine bir sabah böyle yaparken aniden bir geyik gördük. İçimizden biri ona bir taş attı. Taş tam kulağının arkasına isabet etti ve hayvanı öldürdü. Biz onun bu hareketini ayıpladık ve "Büyük bir kusur işledin." dedik. Mekke'ye varınca onunla birlikte Ömer'in yanına gittik. O adam meseleyi Ömer'e anlattı. Ömer'in yanında yüzü gümüş gibi parlayan bir adam vardı. (O kişi Abdurrahman b. Avf idi) Ömer ona yöneldi ve onunla konuştu. Sonra da soru soran adama yöneldi ve dedi ki: "Sen o hayvanı kasıtlı olarak mı öldürdün? Yoksa hataen mi?" Adam dedi ki: "Ben ona taş atmak istedim fakat onu öldürmek istememiştim." Ömer dedi ki: "Senin onu kasıtla hata arasında öldürdüğüne kaniyim. Git bir koyun kes. Onun etini tasadduk et, derisini de su kabı yap." Bundan sonra Ömer'in yanından ayrıldık Ben, arkadaşıma dedim ki: "Ey adam, Allah'ın koyduğu sınırlar büyük bir şeydir. Mü’minlerin emiri sana nasıl fetva vereceğini bilemedi. Bu sebeple arkadaşına şortlu. Sen git deveni kes. "Adam da bunu yaptı, ben o anda . Maide suresinin: "İçinizden adil iki kişi hüküm versin." âyetini hatırlamıyordum. Benim sözüm Ömer'e ulaşmış. Bir de ne görelim, Ömer sopasıyla yanımızda. Ömer elindeki sopayla arkadaşıma vurdu ve dedi ki: "Hem Harem bölgesinde hayvanı öldürüyorsun hem de aleyhinde verilen hükmü hafif buluyorsun ha?" ömer daha sonra bana yöneldi. Ben de dedim ki: "Ey mü’minlerin emiri bana yapman haram olan bir şeyi (beni dövmeni) bugün sana helal görmüyorum." Ömer de dedi ki: "Ey Cabirin oğlu Kabise, ben seni küçük yaşta bir genç, ufku geniş, düzgün konuşan bir kimse olarak görüyorum. Bir gençte dokuz tane güzel ahlak olur bir tane de kötü ahhk. Kötü olan ahlak, diğer güzel ahlakları if-sad eder. Sen, gençlerin düştükleri halalardan kaçın."

Katade diyor ki: "Bize anlatıldı ki, bir adam av hayvanını avlamış Ömer b. Hattab'ın oğlu Abdullah'a gelmiş ve bunun hükmünü sormuştur. Bu sırada Abdullah'ın yanında Safva'nın oğlu Abdullah bulunuyormuş. Ömer'in oğlu Abdullah, Sufva'nın oğluna: "Ya ben konuşayım sen beni tasdik et ya da sen konuş ben seni tasdik edeyim." demiştir. Bunun üzerine Ömer'in oğlu fetvayı vermiş Safva'nın oğlu da onu doğrulamıştır. Böylece av hayvanı hakkında iki kişi olarak hüküm vermişlerdir.

Muhammed b. Sirin diyor ki: "Bir adam ihrama girmiş, devesinin üzerinde giderken bir tepeye sığınan geyiği görmüş ve demiş ki: "Bakalım bu tepeye ben mi önce varacağım yoksa bu geyik mi?" Devesini koştururken geyiklerden biri onun devesinin ayaklarının altına düşmüş ve deve onu öldürmüştür. Adam Ömer'e gelmiş ve meseleyi anlatmış Ömer de Abdurrahmanla birlikte onun beyaz bir keçi kurban etmesine hüküm vermişlerdir.

b- İbrahim en-Nehai ve Kufeli fıkıh âlimlerine göre ise, müslümanlardan âdil olan iki kimse, öldürülen av hayvanına bakarlar ve ona para ile değer biçerler. Sonra onu öldürene, biçtikleri değerle, ehli hayvanlardan kurbanlıklar satın alıp harem bölgesinde kesmesini emrederler.

Âyet-i kerime’de, ihramlı iken av hayvanını öldürenin keffarelinin yoksulları doyurmak ta olacağı zikredilmektedir.

Müfessirler bu âyette zikredilen, ihramlı iken av hayvanını öldürenin, ceza olarak yerine getireceği keffaretlerin âyette zikredilen sıralamaya göre mi yoksa bunlardan herhangi birini yapmakta avlananın serbest mi olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir;

a- Abdullah b. Abbas, Ata, Mücahid, Âmir, İbrahim en-Nehai, Hammad, Süddi ve Hasan-ı Basri'den nakledilen bir görüşe göre, ihramlı iken av hayvanını öldüren kinişe, avlanmanın cezası olarak yerine getireceği keffarette, âyette zikredilen sıralamaya uymaya mecburdur. Yani ihramlı iken kasıtlı olarak av hayvanini öldüren kimse önce o hayvanın ehli hayvanlardan bir benzerini harem bölgesinde kurban etmekle yükümlüdür. Bunun dışında keffaretler ondan sorumluluğu düşürmez. Şâyet buna gücü yetmezse av hayvanının değeri ölçüsünde, fakirlere gıda maddesi verir. Buna da gücü yetmezse gıda maddelerinin kıymeti ölçüsünde oruç tutar.

Bu hususta Ali b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbas'ın, bu âyeti okuduktan sonra şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "İhramlı olan kimse av hayvanlarından bîrini öldürdüğünde onun, bu hayvanların bir benzerini kurban etmesine hüküm verilir. Mesela bir ceylan veya benzerini öklürmüşse onun, Mekke'de kurban etmek üzere bir koyun kesmesi gerekir. Eğer buna gücü yetmezse altı fakiri doyurur Buna da gücü yetmezse üç gün oruç tutar. Şâyet ihramlı kimse bir geyik veya benzeri bir hayvanı öldürecek olursa onun, bir sığır kurban etmesi gerekir. Eğer buna gücü yetmezse yirmi fakiri doyurur. Buna da gücü yetmezse yirmi gün oruç tutar. Şâyet ihramlı kişi bir deve kuşu veya yaban eşeği yahut bunların benzen bir hayvanı öldürecek olursa onun bir deve kurban etmesi gerekir. Bunu bulamazsa otuz fakiri doyurur. Bunu da bulamazsa otuz gün oruç tutar. Fakat fakirlere verilecek gıda maddesine gelince, her bir fakire bir müdd miktarı gıda maddesi verir. Bu da onları doyurur.

Abdullah b. Abbas'ın, ihramlı iken av hayvanini öldüren kimsenin, Öldürdüğü hayvanın karşılığında kurban edeceği bir hayvanı kurban etmemeye gücünün yetmemesi halinde fakirleri doyurmakla yükümlü olmayacağını söylediği rivâyet edilmektedir. Zira öldürdüğü hayvanın değeri kadar, fakirlere gıda maddesi verecek güçte olan insan, öldürdüğü hayvanın benzerini de alıp kurban edebilir. Bu da göstermektedir ki bu âyette, fakirleri doyurma keffareti, sadece tutulacak oruç günlerinin sayısını tesbit etmek için zikredilmiştir. Yani ihramlı iken av hayvanını öldüren kimse, evvela, öldürdüğü hayvanın benzeri ehli bir hayvani kurban etmekle yükümlüdür. Şâyet buna gücü yetmezse av hayvanına değer biçilir ve bu değerin fakirlere dağıtılacağı farz edilir ve her fakire dağıtılacağı farz edilen miktar karşılığında bir gün oruç tutulur. Böylece fakirleri doyurma şıkkı alternatif olmaktan çıkar.

b- Ata, İkrime, Mücahid, Dehhak, Hasan-ı Basri ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre, ihramlı olan kimsenin, kasıtlı olarak bir av hayvanını öldürmesi halinde, âyette zikredilen üç keffaret şıkkından birini seçmesi caizdir. Dilerse öldürdüğü av hayvanının benzeri bir ehli hayvanı kurban eder, dilerse liv hayvanının değeri ölçüsünde fakirleri doyurur. Dilerse öldürdüğü av hayvanının benzeri bir ehli hayvanı kurban eder, dilerse av hayvanının değeri ölçüsünde fakirleri doyurur. Dilerse her fakiri doyurma karşılığında bir gün olmak üzere oruç tutar. Zira ceza olarak yerine getirilmesi emredilen bu üç keffaret şeklinde de "Veya" mânâsına gelin kelimesi zikredilmiştir. Bu da mükellefin, zikredilen şıklardan birini seçmekte serbest olduğunu ifade eder. Buna mukabil, Kur'andaki "Buna gücü yetmezse şunu yapsın." şeklindeki ifadeler mükellefin, âyetle zikredilen sıralamaya uyma mecburiyetinde olduğunu ifade ederler. Ancak ihramlının bu âyette zikredilen keffareti erden herhangi birini yerine getirmekte serbest olduğunu söyleyen bu âlimler, ihramlı kimsenin, av hayvanının karşılığında ehli bir hayvanı kurban etme şıkkından vaz geçip de fakirleri doyurma veya oruç tutma şıklarını tercih etmesi halinde fakirlere vereceği miktarın veya tutulacak orucun neye göre takdir edileceği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir..

a-

Bazılarına göre, ihramlınm bu şıklardan birini tercih etmesi halinde av hayvanının dengi olan ehli hayvana gıda maddeleriyle değer biçilir. Sonra da avlanan ihramlı kişi, gıda maddelerinden herbir müdd' ün karşılığında bir gün oruç tutar. Ata bu görüştedir.

b-

Diğer

bazılarına göre ise, ihramlı iken av hayvanını öldüren kimse, fakirleri doyurma veya oruç tutma şıklarından birini tercih ettiği takdirde bizzat ölçtürülen av hayvanına gıda maddeleriyle değer biçer. Eğer fakirleri doyurmak isterse o gıda maddelerini fakirlere verir. Oruç tutmayı tercih edecek olursa oruç tutar. Katade bu görüştedir. Ancak ne kadar gıda maddesine karşılık bir gün oruç tutmanın gerekli olacağı hususunda âlimler, farklı görüşler zikretmişlerdir.

Bunların

bazılarına göre ihramlı iken av avlayan kişi, gıda maddelerinden her müdd karşılığında bir gün oruç tutar.

Diğer

bazılarına göre ise her yarım sa' (İki müdd) ölçüsü karşılığında bir gün onıç tutar.

Bunlardan bir başka kısmına göre ise her sa' karşılığında bir gün oruç tutar.

c- İhramlı iken av hayvanını öldüren kimsenin, âyette zikredilen keffaretlerde sıralamayı takibetme mecburiyetinde olduğunu söyleyen âlimlerden bir kısmı demişlerdir ki: "İhramlı iken kasıtlı olarak av hayvanını öldüren kimsenin, fakirleri doyurma şeklindeki keffaret şıkkını seçmesinin bir mânâsı yoktur. Zira fakirleri doyurabilecek güçte olan kimse, öldürdüğü hayvanın dengi ehli bir hayvanı kurban etmeye de gücü yetmiş olur. Bu durumda da birinci şık olarak, ehli bir hayvanı kurban etmek zorundadır. Ehli bir hayvanı kurban etmeye gücü yetmeyen kimsenin, fakirleri doyurmaya da gücü yetmeyeceğinden böyle bir kimsenin, onıç tutma şıkkını tercih etmekten başka bir yolu yoktur. Allahü teâlânın, fakirleri doyurma şıkkını zikretmesinin hikmeti ise sadece tutulacak oruç günlerinin sayısını, duyurulacağı farz edilen fakirlerin sayısına göre tesbit etmek içindir. Yoksa gerçekten fakirleri doyulmak için değildir.

Taberi diyor ki: "Âyette zikredilen "Öldürülene denk kurbanlık" ifadesinin izahında beyan edilen görüşlerden tercihe şayan olan görüş şudur: İhramlı iken kasıtlı olarak bir av hayvanını öldüren kimse, kurban kesme şıkkını tercih ettiği takdirde av hayvanının, ehli hayvanlardan benzeri olan bir hayvanı kurban etmekle yükümlüdür. Av hayvanına değer biçerek o değerde bir hayvanı alıp kesmek söz konusu değildir. Zira hayvanın değeri onun misli değil kıymetidir. Halbuki Allahü teâlâ, av hayvaninin mislinin yani benzerinin kurban edilmesini emretmiştir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "İhramlının, âyette zikredilen üç keffarette sıralamayı mı takibetmek zorunda olduğu yoksa onlardan herhangi birini seçmekte serbest mi olduğu görüşlerinden de, serbest olduğunu söyleyen görüş tercihe şayandır. Bu itibarla ihramlı iken av hayvanını kaşıtıl bir şekilde öldüren kimse dilerse ehli hayvanlardan, onun bir benzerini haremde kurban eder dilerse onun değeri kadar fakirlere infakta bulunur. Dilerse infakta bulunacağı miktarlar ölçüsünde oruç tutar. Zira başka bir âyette ihramlı iken başını tıraş eden kimsenin, keffaret olarak dilerse oruç tutacağı veya sadaka vereceği yahut da kurban kesebileceği zikredilmiştir. Bu âyette de ihramlı iken bir av hayvanını avlayanın keffareti zikredilmiştir. Bunun keffareti'de başını tıraş edenin keffareti gibi seçeneklidir. Kişi dilediği şıkkı seçebilir.

Müfessirler, ihramlının, fakirleri doyurma şıkkını tercih etmesi halinde av hayvanını değerlendirirken hangi yerdeki değerinin esas olacağı hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- İbrahim en-Nehai, Hammad, Ebû Hanife, Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre av hayvanına öldürüldüğü yerde değer biçilir ve bu değer esas alınarak gıda maddeleri satın alınır ve fakirlere dağıtılır.

b- Âmir eş-Şa'biden nakledilen diğer bir görüşe göre ise öldürülen av hayvanına, keffaretinin ödeneceği yerdeki değerine göre kıymet takdir edilir.

Bu hususta Âmir demiştir ki: "Bir ihramlı kişi Horasan'dan geçerken bir hayvanı avlayacak olur da onun keffaretini Mekke veya Mina'da ödeyecek olursa onun değeri, ödeneceği yere göre tesbit edilir ve fakirlere dağıtılır.

Taberi diyor ki: "Bize göre doğru olan görüş şudur: Av hayvanını öldüren ihramlî kişi onun, ehli hayvanlardan benzerini kurban etmeyi tercih ettiği takdirde onun için av hayvanının, yaratılışı ve cinsindeki kuvveti bakımından, ehli hayvanlardan en çok benzeyenini kurban etmesi onun için kâfidir. Şâyet ihramlı, fakirleri doyurma şıkkını tercih edecek olursa, av hayvanına. Öldürüldüğü yerdeki değerine göre değer biçer. Dilerse onu oradaki fakirlere infak eder dilerse Mekke'de infak eder, dilerse başka bir yerde infak eder. Zira Allahü teâlâ, ihramlınm avlanması halinde kurban kesme veya fakirleri doyurma yahut da oruç tutma gibi üç keffaret şeklinden birini yerine getirmesini emretmiş, bunlardan, sadece kesilecek kurbanın Kabe'ye ulaştırılarak kesilmesini şart koşmuş, diğer iki keffaret şeklinin herhangi bir yerde yerine getirileceğine dair bir şart koşmamıştır. Bu sebeple fakirleri dilediği yerde doyurur, orucu dilediği yerde tutar. Ancak kurbanı canlı olarak Kabe'ye ulaştırması ve orada kesip fakirlere dağıtması gereklidir. Buna mukabil, avlanmanın cezası olarak kesilecek bu kurbanın, kesilmesi için belli bir gün tayin edilmemiştir. Avlanan kişi onu her zaman kesebilir. Bayramdan önce de kesebilir sonra da.

Fakirleri doyurma veya oruç tutma keffaretlerini yerine getiren kimse ise dilediği yerde ve dilediği zaman bunları yerine getirebilir. Ata da bu meseleyi böyle izah etmiştir.

Âyet-i kerime’de "Veya kıymeti ölçüsünde oruç tutmaktır." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: İhramlı olduğu halde kasıtlı bir şekilde av hayvanını öldüren kimsenin, yerine getireceği keffaretlerden biri de öldürdüğü av hayvanının değerinin miktarında oruç tutmasıdır.

Taberi diyor ki: "Av hayvanının değerine göre oruç günlerinin sayısının tesbiti şu şekilde yapılır: Öldürülen av hayvanı, öldürüldüğü yerde sağ kabul edilerek gıda maddeleriyle değer biçilir. Sonra onu öldüren ihramlı kişinin bu gıda maddelerinden her müdd'ünün karşılığında bir gün oruç tutmasına hüküm verilir. Çünkü Resûlüllah, Ramazan ayında, gündüzün kasıtlı bir şekilde hanımıyla cinsi münasebette bulunan kimseye keffaret olarak her bir müdd'ün karşılığında bir gün oruç tutmasına hüküm vermiştir. Av hayvanını öldürenin tutacağı oruç günlerinin sayısı da müdd ile tesbit edilir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: Niçin ihramlı olduğu halde av avlayanın keffaretinde, oruç günlerini tesbit ederken müdd ölçeğini esas aldın da Sa' ölçeğini esas almadın?" Halbuki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ihramlı iken başı bitlenen Ka'b b. Ucreye, başım tıraş ederek her bir sar karşılığında bir gün oruç tutmasına dair hüküm vermiştir. İhramlı iken avlanmanın kefîaretini. ihramlı iken tıraş olana kıyaslamak, Ramazanda oruç yiyene kıyaslamaktan daha evladır." Cevaben denilir ki: "Kıyas demek, ihtilaflı olan fer'i meseleleri, üzerinde ittifak edilen ve fer'i meselelerin de benzeri olan asıl meselelere benzetmektir. Sözlerine itibar edilen âlimlerin hepsi, ihramlı iken avlanmanın keffareti olarak tutulacak bir günlük orucun, fakirlere yedirilecek bir sa' ölçeğine tekabül etmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu da göstermektedir, ki ihramlı iken avlananın tutacağı keffaret orucunun günlerinin tesbiti, ihramlı iken başını tıraş edenin tutacağı orucun günlerini tesbite kıyas edilemez. O halde Ramazan ayında, gündüzün hanımıyla cinsi münasebette bulunan kimsenin tutacağı orucun günlerinin tesbit şekline kıyaslamaktan başka bir yol kalmamıştır. Nitekim Ata, Abdullah b. Abbas ve Said b. Cübeyr, avlanan ihramlının. her müdd karşılığında bir gün oruç tutacağım söylemişlerdir.

Âyet-i kerime’de: "Allah, geçmişte yapılanları affetrniştir. Kim tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır." buyunılmaktadır.

Müfessirler, bu âyette zikredilen "Geçmişte yapılanların affedilmesinden "Yasağı ihlal etmek"ten ve "Allah'ın cezalandırmasından nelerin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Ata, Mücahid ve Said b. Cübeyrden nakledilen bir görüşe göre "Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir." ifadesinden maksat, "Allah, islam gelmeden önce, cahiliye döneminde, ihramlı iken av hayvanları öldürmenin cezasını affetmistir." demektir. "Kim tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır;" ifadesinden maksat ise: "Kim, islam geldikten sonra tekrar ihramlı olduğu halde av hayvanlarını avlamaya dönecek olursa Allah onu hem dünyada keffaretle yükümlü kılarak cezalandırır hem da âhirette cezalandıracaktır." demektir.

Bunlara göre ihramlı olan kimse tekrar tekrar ihram yasağını ihlal ederek avlanacak olursa her defasında da keffaret ödemekle cezalandırılır. Ancak tekrarından dolayı kazandığı günah, kendisiyle rabbi arasındaki bir meseledir.

b- Said b. Cübeyr ve Ata'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir." ifadesinden maksat, "Allah sizlerin cahiliye döneminde ihramlı iken yaptığınız avlanmalarınızın cezasını affetmiştir." demektir. Kim tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır." ifadesinden maksat ise "Kim, islam geldikten sonra tekrar ihramlı iken avlanma yasağını ih-ial edecek olursa Allah onu, keffaret ödemkle yükümlü kılarak dünyada iken cezalandırır." demektir.

c- Abdullah b. Abbas, Kadı Şüreyh, İbrahim en-Nehai, Said b. Cübeyr, Mücahid ve Hasan-i Basriden nakledilen diğer bir görüşe göre "Allah, geçmişte yapılanları affetmiştir." ifadesinden maksat, "Allah, ihramlı iken avlanmayı ilk defa yapanı affetmiştir." demektir. "Kim tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır." ifadesinden maksat ise "Kim ihramlı olduğu halde ikinci kez avlanmayı yapacak olursa artık onu cezalandıracak olan Allah’tır. Onun için dünyada yerine getireceği keffaret diye bir şey söz konusu değildir." demektir.

d- İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Allah, geçmişte yapılanları affetmişîir." ifadesinden maksat, "Allah, avlanması haram kılınmadan önce, ihramlı iken avlananın avlanmasını affetmişiir." demektir. "Kim de tekrar bu yasağı ihlal ederse Allah onu cezalandırır." ifadesinden maksat ise "Kim de Allah'ın, ihramlı iken avlanmayı haram kılmasından sonra, avlanmanın haram olduğunu bilerek, ihramlı olduğunu hatırlayarak, av hayvanını öldürmeyi kastederek, ihramlı iken avlanacak olursa işte bunu cezalandıracak olan ancak Allah'tır. Bunun günahlarını affetmek üzere dünyada yerine getireceği herhangi bir keffareti yoktur" demektir.

c- Diğer bir kısım âlimlere göre de bu âyet-i kerime, belli bir insanı beyan etmektedir. O kimse ihramlı iken bir kere hayvan avlamış Allah da onu bağışlamıştır. Tekrar avlanmış Allah da gökten bir ateş göndererek onu yakmıştır.

Taberi diyor ki: "Bize göre bu konuda evla olan söz, âyetin bu bölümüne şu şekilde manâ veren sözdür: "İslam gelip ihramlı kişinin avlanmasını yasakladıktan sonra kim ilk defa kasıtlı olarak bu yasağı ihlal edecek olursa, dünyada iken keffaret ödemesi halinde Allah onu affeder. Fakat kim de ikinci bir defa tekrar ihramlı iken avlanma yasağını ihlal edecek olursa, keffaret ödemekle yükümlü olmasıyla birlikte Allah ondan intikam alacaktır."

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Eğer bir kişi zannedecek olursa ki, keffaret ödemek cezayı düşülür. Bu itibarla ihramlı iken birinci avlanmasından sonra tekrar avlananın keffaret ödemesi söz konusu olursa onun âhiretteki cezası düşer." Bu kimse yanlış bir zanda bulunmuş olur. Zira Allahü teâlânın, kendisine isyan etmenin cezalarını dilediği gibi farklı yapma yetkisi vardır. Bazı isyanların cezalarını artırırken diğerlerini azaltabilir. Nitekim bekâr olarak zina edenle evli olarak zina edenin cezalarını, çeyrek dinar çalanla daha az miktardaki bir şeyi çalanın cezalarını farklı kılmıştır. İhramlı iken kasıtlı olarak ilk defa avlananın cezasını ikinci defa avlanandan farklı kılmıştır. Birinci defa avlanana ceza olarak ya avladığı hayvanın benzeri olan ehli bir hayvanı kurban etmesini veya onun değeri kadar gıda maddeleriyle fakirleri doyurmasını yahut gıda maddeleri nüktarinca oruç tutmasını beyan buyurmuştur. Bu yasağı tekrar ihlal edene ise bu keffaretlere ilaveten ayrı bir ceza vereceğini beyan etmiştir.

Âyet-i kerime’nin sonunda geçen ve "Allah her şeye galiptir, layık olana cezasını verendir." şeklinde tercüme edilen cümlesindeki kelimesinin mânâsı "Allah, hakimiyetine dokunulamayan, hiçbir güç tarafından mağlûp edilemeyen, cezalandırmak istediğinde kendisine karşı linemeyen ilahtır. Çünkü kainat onun yaratığıdır. Emir verme de ona aittir, izzet ve dokunulmazlık ta ona mahsustur." demektir. kelimesinin mânâsı ise "İntikam sahibidir. Yani kendisine karşı geleni cezalandırır." demektir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç