Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

122

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

7

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

90

Ey îman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir. Artık bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onyedi başlık halinde sunacağız:

1- Âyeti Kerîmelerde Yasaklanan Hususlar:

Yüce Allah'ın:

"Ey îman edenler" âyeti, bütün mü’minlere bu hususları terketmeye dair bir hitaptır. Zira bunlar, cahiliye döneminden beri yapageldikleri ve nefislere hakim olan birtakım arzu ve kötü adetlerden ibaretti. Mü’minlerden pek çok kimsenin nefislerinde henüz bunlardan bir takım kalıntılar devam ediyordu.

İbn Atiyye der ki: Kuşları uçurtma ve böylelikle bundan geleceğe dair hükümler çıkarma hevesleri, kitaplardan fal bakma ve buna benzer günümüz insanlarının yaptıkları şeyler de bu kabildendir.

İçki (el-Hamr) henüz haram kılınmamıştı- İçkinin haram kılınışı ise, Uhud vak'asından sonra, hicretin üçüncü yılında olmuştu. Uhud vak'ası ise hicretin üçüncü yılı Şevval ayında cereyan etmişti. Hamr kelimesinin türeyişi ile ilgili açıklamalar, daha önceden (el-Bakara 2/219- âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Yine kumar (el-Meysir)'in türediği köke dair açıklamalar da el-Bakara Sûresi'nde (2/219. âyet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Âyet-i kerimede geçen "el-Ensab"ın pudar olduğu söylendiği gibi, zar ve satranç olduğu da söylenmiştir. Bu ikisine dair açıklamalar ise. Yûnus Sûresi'nde yüce Allah'ın:

"Artık haktan sonra dalâletten başka geriye ne kalır" (Yûnus, 10/32. ayetin tefsirinde, 5- başlıkta) âyeti açıklanırken gelecektir.

el-Ezlam ise, fal oklarıdır. Yine buna dair açıklamalar, bu sûrenin baş tarafında (3- âyetin tefsirinde 18. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Denildiğine göre, bunlar, Beytullah'da beyt'in bakıcıları ve putların hizmetkârları yanında bulunuyorlardı. Kişi, herhangi bir ihtiyacını karşılamak istediğinde, gelir ve bu oklardan birisini çekerdi. Şayet üzerinde: "Rabbîm bana emretti" yazısı bulunan ok çıkarsa, hoşuna gitsin veya gitmesin o ihtiyacı olan şeyi karşılamaya giderdi.

2- İçkinin Tedricî Olarak Haram Kılınışı ve Nüzul sebebi:

İçkinin haram kılınışı, tedricî bir şekilde ve birçok olay münasebetiyle gerçekleşmişti. Çünkü İslamdan önce, Araplar içki içmeye çok düşkün idiler. İçki hakkında ilk nâzil olan âyet:

"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: İkisinde de hem büyük bir günah, hem de insanlar için bazı faydalar vardır" (el-Bakara, 2/219) âyetidir. Yani, içki ticaretinde bazı faydalar vardır, demektir.

Bu âyet-i kerîme nâzil olunca kimi insanlar, içki içmeyi terk ettiler ve: Buyû'k günahı bulunan bir şeye ihtiyacımız yoktur, dediler. Kimileri de içki içmeyi terk etmeyip: Biz, bu içkinin menfaatini alalım, günahını terk edelim, dediler.

Bu sefer:

"Sarhoşken... namaza yaklaşmayın" (en-Nisâ, 4/43) âyeti nâzil oldu. Yine bazı kimseler içki içmeyi terketti ve bizi namazdan alıkoyan birşeye ihtiyacımız yoktur, dediler.

Diğer bazıları ise:

"Ey Îman edenler!, İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir" (mealindeki) bu âyet-i kerîme nâzil oluncaya kadar içmeye devam ettiler. Bu âyet-i kerimenin nüzulü ile birlikte içki içmek onlar için kesin olarak haram oldu. O kadar ki, kimileri: Allah, şaraptan daha kesin ve ağır bir ifadeyle herhangi bir şeyi haram kılmış değildir, dediler.

Ebû Meysere der ki: Bu âyet-i kerimenin inişine sebep, Ömer b. el-Hattâb'dır. Çünkü o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a içkinin kusurlarını zikretmiş ve içki içmekten dolayı insanların başına gelenleri anlatmıştı. Haram kılınması için de yüce Allah'a dua etmiş ve; Allah'ım, içki hususunda bize rahatlatıcı açıklamalarda bulun, diye dua etmişti. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuş, Hazret-i Ömer de: Vazgeçtik, vazgeçtik demişti. Bu husus, el- Bakara Sûresi (2/219- ayetin tefsirinde) en-Nisa Sûresi'nde (4/43 âyet 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Ebû Dâvûd, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet eder:

"Ey îman edenler! Sarhoşken... namaza yaklaşmayınız" (en-Nisâ, 4/43) ile:

"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar, de ki: İkisinde de hem büyük bir günah, hem de insanlariçin bazı faydalar vardır" (el-Bakara, 2/219) âyetlerini el-Mâide Sûresi'nde bulunan:'"İçkif kumar, putlar ve fal oktan.,." âyeti nesh etmiş bulunmaktadır. Ebû Dâvûd. Eşribe 1.

Müslim'in Sahih'inde de Sa'd b. Ebi Vakkas'tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Kur'ân-ı Kerîm'den bazı âyetler benim hakkımda nâzil olmuştur... Bu arada şunu da zikretti. Ensar'dan bir topluluğun yanına gittim. Bana: Gel sana yemek yedirelim ve şarap içirelimt dediler. Bu ise, şarabın haram kılınışından önce idi. Onlarla beraber bir bostana gittik. Yanlarında kızartılmış bir deve başı ile bir tulum şarap vardı. Onlarla birlikte yedim, içtim. Yanlarında ensar ve muhacirlerden söz edildi, Muhacirler ensardan hayırlıdır, dedim. Adamın birisi, devenin çene kemiğini alarak onunla bana vurdu ve burnumu yaraladı. -Bir rivâyette- de burnumu çatlattı denilmektedir. Sa'd'ın burnu çatlak kalmıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gittim, durumu bildirdim. Bu sebeple de yüce Allah benim hakkımda -yani, kendisi hakkında şarapla ilgili olarak-:

"İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis İşlerindendir. Artık bunlardan kaçının..." âyetini indirdi. Müslim, Fednilu's Sahabe 43.

3- İçkiyi Haram Kılan Âyetlerin İnişinden Önceki Durum

Bu hadisler, içki içmenin o dönemlerde mübâlı, uygulamada ve onlar tarafından reddolunmayacak ve değiştirilmesine gerek görülmeyecek şekilde bir maruf (uygun görülen bir iş) olduğunu göstermektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın de bunu ikrar ettiği (ses çıkarmadığına) delalet etmektedir. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Zaten az önce de geçtiği üzere, en-Nisâ süresindeki; "Sarhoşken namaza yaklaşmayınız" ayeti de buna delâlet etmektedir.

Acaba, sarhoş edecek miktarı içmek onlar için mubah mıydı? Hazret-i Hamza ile ilgili hadis, bu hususta gayet açıktır: Hazret-i Hamza, Hazret-i Ali'ye ait iki dişi devenin böğürlerini delmiş, hörgüçlerini kesmişti, Hazret-i Ali de durumu Paygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a haber verince, Hazret-i Hamza'nın yanına geldi. Hazret-i Hamza, Peygamber'e karşı gösterilmesi gereken saygı ve ihtİmâma uymayan ağır bir takım sözler sarfetti. Bu ise Hazret-i Hamza'nın sarhoşluk veren içki dolayısıyla aklının başından gittiğine delâlet etmektedir. Bundan dolayı, hadisi rivâyet eden şöyle demektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hamza'nın sarhoş olduğunu anladı. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hamza'nın bu yaptığına karşı çıkmadığı gibi, bundan dolayı azarlamadı. Ne sarhoşken, ne de daha sonra böyle bir şey yaptı. Hatta Hazret-i Hamza: Siz babamın kölelerinden başka bir şey misiniz ki deyince, gerisin geri dönüp yanından çıkıp gitmişti. Buhârî Musakat 13, Humus 1, Meğâzi 12, Talâk 11; Müslim, Eşribe 1, 2; Ebû Dâvûd Harac 20; Müsned I, 142.

Bu ise, usulcülerin söyledikleriyle naklettiklerine uygun düşmemektedir. Çünkü onlar şöyle derler: Sarhoşluk bütün şeriatlerde haram idi. Çünkü şeriatler kolların maslahatları içindir. Onları fesada götürmek için değildir. Bütün maslahatların aslı ise akıldır. Nitekim bütün fesatların asıl kaynağı aklın gidişidir, o halde aklı gideren, yahut aklı karıştıran herşeyin yasaklanması gerekir. Ancak, Hazret-i Hamza ile İlgin bu hadis, Hazret-i Hamza'nın içki içmekle sarhoş olmayı kastetmediği, fakat bu hususta içki çabuk etki göstererek aklını örttüğü de ihtimal dahilindedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4- Rics:

Yüce Allah'ın:

"Rics: Pis" âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs; bu âyet-i kerimedeki "rics"in gazab olduğunu söylemiştir. Kokuşmuş, necaset ve pisliklere de "rics" denilebilir. "Ze" harfi ile "ricz'r ise, yalnızca azâb anlamındadır, "lüks" sadece necaset hakkında kullanılır. Rics ise her ikisi hakkında da kullanılır.

"Şeytanın pis işlerindendir" âyetinin anlamı ise, şeytan bu işe itmek ve o işi süslü göstermek suretiyle bunu yapar, demektir. Şöyle de denilmiştir: Bu hususta kendisine uyuluncaya kadar bütün bu işleri baştan beri ilk yapan şeytanın kendisidir.

5- Bu Pis Şeylerden Uzak Durma Gereği:

Yüce Allah:

"Artık bunlardan kaçının" diye buyurmakla, bunları uzaklaştırın, bir kenara bırakın, demek istemektedir. Böylelikle yüce Allah, bu işlerden uzak durmayı emretmektedir Hadislerdeki nasslar ve ümmetin icmai ile birlikte bu emir sigası sonucunda, "uzak durmak" haram kılmak manasında olmuştur. İşte içki bununla haram kılınmış oldu. Müslüman ilim adamları arasında Mâide Sûresi'nin içkiyi haram kılan âyeti ihtiva ettiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Yine bu sûrenin, Medine'de son İnen sûrelerden olduğu kabul edilmiştir. Bununla birlikte leşin, kanın ve domuz etinin haram kılındığı âyetler ise, yüce Allah'ın:

"De ki: Bana vahyolunanlar arasında... başka haram kılınmış bir şey bulmuyorum" (el-En'âm, 6/145.) âyeti ile diğer âyetlerde haber kipi şeklinde varid olmakla birlikte içki hakkında bu haram kılma nehiy ve bir yasak şeklinde varid olmuştur kîr bu da haram kılmanın en kuvvetli ve en pekiştirilmiş ifade şeklidir.

İbn Abbâs şöyle demektedir; İçkinin haram kılındığına dair âyet nâzil olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in arkadaşları, biri diğerinin yanına giderek şarap haram kılındı ve şirke denk kılındı, dediler. Yani, yüce Allah şarabın haram kılınışını, putlar için hayvan kesmek ile birlikte zikretmiştir ki, bu bir şirktir.

Daha sonra yüce Allah:

"Ta ki, kurtuluşa efesiniz" âyeti ile de kurtuluşa ermeyi bu emirlere bağlı kalarak zikretmiştir. Bu da vucubun (yani, bu emirlere bağlı kalışın) te'kidine delâlet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

6-İçki'nin Necaseti:

İçkinin (hamrın) haram kılınıp, şeriatın onu pis görmesi, hakkında "rics " tabirini kullanıp ondan uzak durmayı emretmiş olmasından Cumhûr, onun necis olma hükmünü de anlamıştır. Ancak bu hususta Rabia, el-Leys b. Sa'd, Şâfiî'nin arkadaşı el-Müzenî, müteahhir Bağdat'lı bazı ilim adamları bu hususta onlara muhalefet edip, içkinin tahir olduğu görüşünü kabul etmişler; haram kılınanın, yalnızca onu içmek olduğunu söylemişlerdir. Said b. el-Haddâd el-Kuravî de şarabın temizliğine, Medine yollarında dökülüşünü delil göstermiş ve şöyle demiştir: Eğer necis olsaydı, ashâb (Allah hepsinden razı olsun) bu işi yapmaz ve Peygamber yollarda defi hacette bulunmayı yasakladığı gibi bunu da yasaklardı.

Buna şöyle cevap verilir: Ashâb-ı kiramın bu isi yapmasının sebebi, şarabı İçine dökecekleri giderlerinin ve kuyularının olmayışından dolayıdır. Zira, onların çoğunlukla görülen durumları, evlerinde helalarının bulunmayışı şeklindeydi. Nitekim Âişe (radıyallahü anha) da evlerde hela edinmekten tiksiniyor olduklarını İfade etmiştir. Bk. Buhârî, Meğâzî 34, Tefsir 24. Sûre 6; Müslim, Tevbe 56; Müsned, VI, 195.

Dökülmek kastıyla şarabın Medine dışına taşınması ise, bir külfet ve bir zorluktur, Diğer taraftan böyle bir işe kalkışmak, derhal yapılması vacib olan bir işi de ertelerdi. Ayrıca, bunun pisliğinden sakınmak da mümkündü. Çünkü Medine'nin yolları genişti. Şarap da öyle yolun her tarafını kaplayacak nehir gibi akacak şekilde fazla değildi. Aksine, sakınmanın mümkün olduğu bazı yerlerde şarap akmıştı. Diğer taraftan bunun, Medine yollarında açıktan açığa dökülmesi gibi bir faydası vardı. Haram kılınması muktezasınca onun telef edilmesi ve ondan yararlanmamak şeklindeki uygulamanın yaygınlık kazanması gibi. Nitekim, insanlar da bunu peş peşe yapmış ve bu husus da aynı davranışı göstermişlerdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Denilse ki: Necis olmak şer'i bir hükümdür. Bu hususta ise bir nass yoktur. Bir şeyin haram kılınması ise necis olmasını gerektirmez. Şeriatta haram olup da necis olmayan nice şey vardır.

Deriz ki: Yüce Allah'ın:

"Rics" âyeti, içkinin necis olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü rics, dilde necaset demektir. Diğer taraftan eğer biz hakkında nass bulmadığımız sürece bir hüküm vermemek gibi bir kaideye riayet edecek olursak, şeriat işlemez hale gelir. Çünkü, şeriatteki nasslar azdır. Sidiğin, kazuratın, kanın, meytenin ve bundan başka birtakım şeylerin necis olduklarına dair hangi nass vardır? Bunlar, ancak ifadelerin zahirlerinden, umumlarından ve kıyaslardan anlaşılır. el-Hac Sûresi'nde (22/30-31- âyet, 3- başlık ve devamında) bu hususa dair açıklamalar, yüce Allah'ın İzniyle- gelecektir.

7- Uzak Durmanın Kapsamı:

Yüce Allah'ın:

"Artık bunlardan kaçının" âyeti, hiçbir şekilde ve herhangi bir şey ile yararlanmamak üzere, mutlak olarak kaçınıp uzak durmayı gerektirmektedir. Ne içmek suretiyle, ne satmak, ne sirkeye dönüştürmek, ne tedavi ve ne de başka herhangi bir yokla. Bu konuda varid olmuş hadisler de buna delâlet etmektedir.

Müslim'in İbn Abbâs'tan rivâyetine göre bir adam, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şarap dolu bir kırbayı hediye etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle dedi: "Allah'ın bunu haram kıldığını biliyor musun?" Adam: Hayır deyince, (İbn Abbâs) dedi ki: Bir adama gizlice bir şey söyledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Ona ne fısıldadın?" diye sordu. Adam: Ben ona bu şarabı satmasını söyledim. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Onu içmeyi haram kılan, onu satmayı da haram kılmıştır." Bunun üzerine adam kırbayı açtı ve içinde ne varsa boşalıncaya kadar öylece tuttu. Müslim, Musakat 68, Nesâî, Buyû’ 90; Dârimî Buyû’ 35, Eşribe 9, Muvatta’, Eşribe 18, Müsned, IV, 227

İşte bu, söylediğimize delâlet eden bir Hadîs-i şerîftir. Zira, onda câiz olan herhangi bir fayda ve menfaat bulunsaydı, Resûlüllah ölü koyun ile ilgili olarak: "Niçin postunu alıp tabaklamadınız da ondan yararlanmadınız." Müslim., Hayz 100; Ebû Dâvûd, Libas 37, Tirmizî Libâs 7; Nesâî Feca 5 dediği gibi mutlaka açıklardı.

8- İçki ve Diğer Necis Şeyleri Satmanın Hükmü:

Müslümanlar, içki ve kan satımının haram olduğunu icma ile kabul etmislerdir. Bunda ise, pisliklerin, sair necasetlerin ve yenilmesi helâl olmayan şeylerin satışının da haram olduğuna bir delil vardır. İşte bundan dote^ -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- Mâlik, hayvan pisliklerinin satışını mekruhta görmüştür. İbnü'l-Kasım İse, faydalı oluşu dolayısıyla buna ruhsat vermiştir. Ancak kıyas, Mâlik'in görüşü doğrultusundadır. Şâfiî'nin görüşü de böyledir. Ayrıca bu hadis de bunun doğruluğuna delâlet etmektedir.

9- Şarabı Sirkeye Donüştürmenin Hükmü:

Fukahâ'nın Cumhûru, şarabı sirkeye dönüştürmesinin kimseye câiz olmadiğini kabul etmişlerdir. Şayet, şarabı sirkeye dönüştürmek câiz olsaydu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın kırbasının ağzını açıp şarabı dökmesine imkânmezdi. Çünkü sirke bir maldır. Malın boşa harcanması, zayi edilmesi ise yasaklanmıştır. Hiçbir kimse de müslümana ait bir şarabı döken kişinin, müslümana ait bir malı telef ettiğini söylememektedir. Osman b. Ebi'l-Âs'da bir yetime ait bir şarabı dökmüştür. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şarabı sirkeye dönüştürmek hususunda izin istenmiş, fakat kendisi: " Hayır" diyerek bunu yasaklamıştır. Müslim, Eşribe 11: Ebû Dâvûd, Eşribe 3; Tirmizî, Buyû’ 59; Dârimî, Eşribe 17; Müsned, III, 119, 180, 260.

Hadis ehli ile Rey ehlinden ilim adamlarından bir kesim bu kanaattedir. Suhnûn b. Said de buna meyletmiştir.

Bir başka kesim ise şöyle demektedir; Şarabın sirkeye dönüştürülmesinde bir mahzur olmadığı gibi, bir insanın müdahelesiyle veya başka bir yolla sirkeye dönüşmüş şaraptan yemenin de mahzuru yoktur, Bu, es-Sevrî, el-Evzaî, el-Leys b. Sa'd ve Kûfelilerin görüşüdür.

Ebû Hanîfe der ki: Şayet şaraba misk ve tuz atar, bu da bir çeşit marmelata dönüşür ve şarap halinden başka bir hale geçerse caizdir. Fakat, marmelat hususunda Muhammed b. Hasan ona muhalefet ederek şöyle demektedir; Şaraba ancak sirkeye dönüştürmek için müdahale yapılır.

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Iraklılar, şarabın sirkeye dönüştürülmesi hususunda Ebû'd-Derdâ'yı delil gösterirler. Bu rivâyet, Ebû İdris el-Havlânîden, o, Ebû'd-Derdâ’dan pek kuvvetli olmayan bir yolla rivâyet edildiğine göre, Ebû'd-Derdâ, şaraptan dönüşmüş marmelatı yer ve: Güneş ile tuz bunu tabakladı, dermiş. Ancak, Ömer b. el-Hattâb ve Osman b. el-As, şarabın sirkeye dönüştürülmesi hususunda ona muhalefet ettiği gibi, sünnetin varid olduğu yerde herhangi bir kimsenin görüşü delil teşkil edemez. Başarı Allah'tandır.

Şarabın sirkeye dönüştürülmesinin yasaklanışının, şarabın haram kılındığı ilk sıralarda, İslâm'ın (bu yasağın) ilk yıllarında olma ihtimali de vardır. Böylelikle, şarap içmenin yasaklanışı üzerinden fazla bir zaman henüz geçmediği için, şarap alıkoymaya kimse devam etmesin. Bu ise, bu konudaki alışkanlığa son vermek istemekten dolayı idi. Eğer durum böyle idiyse, o takdirde buradaki yasak, şarabın sirkeye dönüştürülmesiyle ilgili olmadığı gibi, şarabın dökülmesi emrinin verilmesi, sirkeye dönüştürülmesinden sonra yenilmesine de engel teşkil etmez.

Eşheb de Mâlik'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Hıristiyan bir kimse, bir şarabı sirkeye dönüştürecek olursa, onu yemenin bir mahzuru yoktur. Aynı şekilde müslüman bir kimse de onu sirkeye dönüştürüp Allah'tan mağfiret taleb ederse yine hüküm böyledir. Bu rivâyeti ise, İbn Abdi’l-Hakem Kitab'ında zikretmektedir.

Fakat, sahih olan Mâlik'in, İbnü'l-Kasım ve İbn Vehb'in rivâyetine göre söylediği; Müslümanın, sirkeye dönüştürmek kastıyla şaraba müdahale etmesi de helal değildir, onu satması da helâl değildir; ama, o şarabı tutup döksün, şeklindeki sözüdür.

10- Şarap Kendiliğinden Sirkeye Dönüşürse:

Mâlik'in ve arkadaşlarının: Eğer şarap kendiliğinden sirkeye dönüşecek olursa, o sirkeyi yemenin helâl olduğu hususunda farklı görüşleri yoktur. Bu, Ömer b. el-Hattâb, Kabîsa, İbn Şihab ve Rabiâ'nın görüşü olduğu gibi; Şâfiî'nin İki görüşünden birisi de böyledir. Ayrıca Şâfiî mezhebine mensub ilim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre Şâfiî'nin mezhebinden çıkartılan sonuç da budur.

11- Şarabın Mülkiyet Altına Alınabileceği Görüşü Zayıftır:

İbn Huveyzimendad, şarabın mülk edinilebileceğini zikretmektedir. O, bu görüşe, şarap vasıtasıyla boğaza tıkanan lokmaların giderilebileceğini ve yangının söndürülebileceğini söyleyerek varmıştır. Ancak bu, Mâlik'e ait olduğu bilinmeyen bir nakildir. Bilakis bu, şarabın tahir olduğu görüşünü kabul edenlerin kanaatine göre verilebilecek bir hükümdür. Eğer şarabı mülk edinmek câiz olsaydı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun dökülmesini emretmezdi. Aynı şekilde, mülkiyet bir tür menfaat sağlamaktır. Onu dökmek suretiyle de bu menfaat iptal edilmiştir, Hamd, Allah'a mahsustur.

12- Zar ve Satranç Oyunları da Haramdır:

Bu âyet-i kerîme, kumar olsun olmasın, zar ve satranç oyunlarının haram olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü yüce Allah, şarabı haram kıldığı âyetinde bunun haram kılınışına sebep teşkil eden hususu da şöylece açıklamaktadır: "Ey îman edenler! İçki, kumar... şeytanın pis işlerindendir." Bu ayeti kerimeden sonra da:

"Muhakkak şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin bırakmak... isler" diye buyurmaktadır.

Her bir oyunun azı, çoğunu da arkasından getirir ve bu oyuna dalanlar arasında kin ve düşmanlığı salar. Allah'ı zikretmekten, namazdan alıkoyar. O halde bu oyunlar da şarap gibidir. Böyle olmaları tıpkı içki gibi haram olmalarını gerektirmektedir. İçki içmek sarhoşluk verir. Sarhoşken ise namaz kılınamaz. Ancak, zar ve satranç oyunlarında bu özellik yoktur; denilse;

Buna şöyle cevap verilir; Şanı yüce Allah, içki ve kumarı haramlık hükmünde bir arada zikretmiş, her ikisini de insanlar arasında düşmanlık ve kin salmakla nitelendirmiş, Allah'ı zikretmekten, namazdan alıkoyduklarını ifade buyurmuştur.

Bilindiği gibi şarap sarhoşluk vermekle birlikte, kumar sarhoşluk vermez. Ancak, bu hususta içki ve kumarın birbirlerinden ayrı olmaları,-taşıdıkları ortak özellikler dolayısıyla- Allah nezdinde haram kılınmaları bakımından aynı seviyede olmalarına engel değildir. Yine şarabın azı sarhoşluk vermez. Tıpkı zar ve satranç oynamanın sarhoşluk vermediği gibi. Ama, şarabın azı da çoğu gibi haramdır. O halde, sarhoşluk vermese dahi zar ve satrançla oynamanın şarap gibi haram olmasına karşı çıkılamaz. Diğer taraftan oyuna başlamakla birlikte gaflet insanı sarar, Kalbi istila eden bu gaflet ise sarhoşluğun yerini tutar. Şayet şarap sarhoşluk verip bu sarhoşluk sonucunda namazdan alıkoyduğu için haram kabul ediliyorsa, o halde insanı gaflete düşürüp, bunun sonucunda da namazdan alıkoyduğundan dolayı zar ve satrançla oynamak da haram kabul edilmelidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

13- Nesih Hükmünün Mükellef Açısından Sübâtu için Nâsik Hükmün Varlığı Yeterli midir?

Hazret-i Peygambere bir şarap tulumu hediye eden kişi ile ilgili hadis, (içkinin helal olduğunu ifade eden âyeti) nesh edici âyetin, o kişiye varmamış olduğuna; onun o da önceki mübahlığı esas alarak hareket ettiğine delalet etmektedir. İşte bu şuna delildir: Bazı usul âlimlerinin söylediği gibi hüküm, nesh edid âyetin varlığı ile kalkmaz. Bu hadisin de delâlet ettiği gibi, nesh edici âyetin mükellefe varmasıyla kalkar. Sahih olan görüş de budur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o kişiyi azarlamamış, bunun yerine ona hükmü açıklamıştır. Zira o, ilk âyet gereğince amel etmekle muhataptır. Muhatap olduğu o âyeti terkedecek olsaydı, isyankâr olunacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Her ne kadar neshedici âyet fiilen varid olmuşsa da bu böyledir.

Nitekim Küba mescidinde namaz kılanlar için de böyle olmuştur, Onlar, haberci gelip kendilerine, (Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmayı) nesh eden âyetin indiğini bildirinceye kadar, Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılıyorlardı. Haber kendilerine gelince, Kâ'be'ye doğru yöneldiler. Nitekim bu husus, el-Bakara sûresinde (2/142. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.

Yine o sûrede, hamr'dan, onun türeyişinden ve meysir'den (kumardan) da söz edilmişti. (2/219- ayet, 1 ve 2. başlıklar) Bu sûrenin baş taraflarında da dikili taşlar ile fal oklarına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. C5/3- ayet, 17 ve 18. başlıklar) Cenab-ı Allah'a hamd olsun.

91

Muhakkak şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin bırakmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

14- İçki ve Kumarın Zararları ve 91. Ayetin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah:

"Muhakkak şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin bırakmak... ister" âyeti ile kullarına, şeytanın düşmanlık ve kini, aramıza içki ve başka şeylerle düşürmek istediğini bildirmektedir. O bakımdan bizi bunlardan sakındırdı ve bunları bize yasakladı.

Rivâyete göre, ensardan iki kabile şarap içtiler ve sarhoş oldular. Biri ötekine hoş olmayan şeyler yaptı. Ayıklıklarında, onlardan birisi yüzünde kendisine yapılanların etkilerini gördü. Bunlar ise kardeş gibiydiler. Kalplerinde kin namına birşey yoktu. Onlardan birisi: Eğer kardeşim bana şefkatli olsaydı, bunu bana yapmazdı, dedi. Böylelikle aralarında kin başgösterdi. Bunun üzerine yüce Allah da:

"Muhakkak şeytan İçki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin bırakmak... İster" âyetini indirdi. el-Beyhakî, es- Sünenu'l-Kübrâ, VIII, 496.

15- Şeytan, Allah'ı Anmaktan ve Namaz Kılmaktan da Alıkoymak ister:

Yüce Allah:

"Ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister" âyeti ile bize şöyle diyor: Sarhoş olduğunuz vakit Allah'ı zikredemez, namaz kılamazsınız. Namaz kılacak olsanız dahi, Ali'nin başına geldiği gibi siz de karıştırırsınız. Bu hususun Abdurrahman (b. Avf)'ın başından geçtiği en-Nisâ sûresinde daha önce anlatıldığı gibi (4/43. ayet, 1. başlık) de rivâyet edilmiştir.

Ubeydullah b. Ömer de der ki: el-Kasım b. Muhammed'e, satranç hakkında, o bir kumar mıdır? Zar hakkında, da o bir kumar mıdır? diye sorulmuş, o da şu cevabı vermişti: Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoyan herşey bir kumardır. Ebû Ubeyd der ki: O, bu açıklamasını yüce Allah'ın:

"Sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak İster" âyetinden hareketle yapmıştır.

16- Şarap, Kumar ve Benzerlerinden Vazgeçiş:

"Artık vazgeçtiniz değil mi?" Ömer (radıyallahü anh) bunun "vazgeçiniz" lâfzının ifade ettiği manadan ayrı olarak ağır bir tehdit olduğunu da görünce; Vazgeçtik, dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da münâdisine, Medine yollarında: Şunu bilin ki, şarap'artık haram kılındı diye seslenmesini emretti. Bunun üzerine küpler kırıldı ve şarap Medine yollarında akacak kadar yollara döküldü.

92

Allah'a İtaat edin, Rasûle de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki, Peygamberimize düşen açıkça tebliğden ibarettir.

17- Allah'a ve Rasûle İtaatin Gereği:

Yüce Allah'ın:

"Allah'a itaat edin, Rasûle de itaat edin ve sakının" buyruğur bu haram kılmayı daha bir te'kid etmekte, tehdidi ağırlaştırmakta, emre uyma gereğini, yasak kılınan şeyden vazgeçmeyi pekiştirmektedir.

"Ve Allah'a itaat edin" âyetinin atf ile gelmesi de güzeldir. Çünkü, bundan önceki İfadelerde de "vazgeçin" anlamı yer almıştır. Allah Rasulu hakkında

"İtaat edin" âyetinin tekrarlanması ise te'kid içindir. Daha sonra emre muhalefet etmekten de sakındırmakta ve yüz çevirip geri dönmeye karşılık da âhiret azâbı ile tehditte bulunarak şöyle buyurmaktadır:

"Eğer yüz çevirirseniz" yani, muhalefet edecek olursanız, "bilin ki Haram olduğunu bildirmekle emrolunduğunu haram kılmak hususunda peygamberimize düşen açıkça tebliğden ibarettir." Kendisine İsyan olunması veya itaat olunmasına göre cezalandırmak, yahut mükâfat vermek ise, Peygamber gönderene aittir.

93

Îman edip salih amel İşleyenlere, sakınır, îman eder ve salih amel İşledikleri, sonra da sakınıp îman ettikleri, sonra yine sakınıp İhsanda bulundukları takdirde, yaptıklarından dolayı bir vebal yoktur. Allah, ihsan edenleri sever.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

İbn Abbâs, el-Berâ b. Âzib ve Enes b. Mâlik der ki: İçkiyi haram kılan âyet nâzil olunca, ashâbtan bazıları: İçki içip kumar parasını yediği halde aramuzdan ölenlerin durumu nasıl olacak ? gibi bazı sözler söylediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Tirmizî, Tefsîr 5. sûre 10-12

Buhârî, Enes b. Mâliki'ten şöyle dediğini rivâyet eder: Ebû Talha’nın evinde içki içenlere içki veriyordum. Bunun üzerine içkinin haram kılındığına dair âyet nâzil oldu. Peygamber de, bir münadiye bunu yüksek sesle ilan etmesini emredince, Ebû Talha şöyle dedi: Dışarı çık da bu sesin ne olduğuna bir bak. Dışarı çıktım, (gelip) şöyle dedim: Bu, "haberiniz olsun muhakkak içki artık haram kılındı" diye ilan eden bir münadidir. Bu sefer Ebû Talha şöyle dedi: Git ve o şarabı dök. O şarap, el-Fadîh (diye bilinen, yarılmış taze hurmadan yapılıp ateşte pişirilmeyen bir şaraptı) den yapılmıştı. (Enes devamla.) der ki: Şarap, Medine sokaklarında akıp gitti. Kimisi şöyle dedi: Karınlarında (şarap) bulunduğu halde bir topluluk öldürüldü. Bunun üzerine yüce Allah:

"Îman edip salih amel İşleyenlere... tattıklarından dolayı bir vebal yoktur" âyetini indirdi. Buhârî, Tefsir 5. sûre 11. Mezâlim 21; Müslim., Eşribe 3; Dârimî, Eşribe 2, Müsned III, 227.

2- Hazret-i Peygamber Hayatında Hükmün İnişinden Önce Ölenlerin Durumu:

Bu âyet-i kerîme ile bu Hadîs-i şerîf, ashâb-ı kiramın ilk kıbleye doğru namaz kılarken ölen kimseler hakkındaki sorularını andırmaktadır. Bu soruyu sormaları üzerine;

"Allah, imanınızı boşa çıkarmaz" (el-Bakara, 2/143) âyeti nâzil olmuştur. Buna göre bir kimse, ölünceye kadar mubah olan bir işi yapacak olursa, bundan dolayı ne lehine, ne de aleyhine bir şey olur. Günah kazanması da, sorumlu tutulması da, yerilmesi de, ecir alması da, Övülmesi de sözkonusu değildir. Çünkü mubah, şeriat açısından her iki yönü de birbirine eşit olan iştir. Buna göre, içki mubah iken içkinin kalıntıları karnında bulunduğu halde ölen kimselerin durumu ile ilgili olarak korkuya kapılmamak ve soru sormamak gerekirdi. Ancak, bu soruyu soran kişi, mübahlığın delilinin farkına varmayarak, mübahlık hatırına gelmediğinden dolayı sormuş olabilir yahut da yüce Allah'tan korkusunun ileri derecede oluşundan, mü’min kardeşlerine şefkatinden dolayı, daha önce içki içmesi sebebiyle sorgulanmalarından, cezalandırılmalarından vehme kapılmış uluduğundan dolayı böyle bir soruyu sormuş olabilir, İşte, yüce Allah da: "îman edip salih amel işleyenlere... tattıklarından dolayı bir vebal yoktur" âyeti ile böyle bir vehmi ortadan kaldırdı.

3- Neblz Diye Bilinen İçki Sarhoşluk Verirse Şarap Demektir:

Âyetin nüzulüne dair bu Hadîs-i şerîfte, sarhoşluk vermesi halinde hurmadan yapılan nebîzin, hamr (şarap) olduğuna açık bir delil vardır. Bu, kendisine U'raz olunması câiz olmayan açık bir nastır. Çünkü ashâb-ı kiram (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) dili bilen insanlardı. Onlar, bu içtikleri nebizin bir hamr olduğunu akletmişlerdi. Zira, o dönemde Medine'de bundan başka bir içkileri yoktu.

Şair el-Hakemî de şöyle demiştir:

"Bizim bir şarabımız var.

Fakat, asma şarabı değildir o.

Bunun yerine o, yüksek hurma ağaçlarının meyvesinden yapılır.

Bunlar semaya doğru yükselen asmalardır.

Meyvelerini toplamak isteyenlerin elleri ona ulaşamamıştır."

Buna açık delillerden birisi de Nesâî'nin kaydettiği şu rivâyettir. Bize el-Kasım b. Zekeriyya haber verdi: Bize, Ubeydullah, Şeyban'dan haber verdi. O, el-A'meş'den, o, Muharib b. Disar'dan, o, Cabir'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletti; "Kuru üzüm ve hurma (dan yapılan içki) şarabın tâ kendisidir," Nesâî, Eşribe 3.

Yine sahih nakille sabit olduğuna göre, Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) -ki, dili ve şeriatı bilen bir kişi olarak o yeter- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın minberi üzerinde hutbe irad ederken şöyle demiştir: Ey insanlar, şunu bilin ki, şarabın haram kılınışı nâzil olduğu günde şarap beş şeyden yapılırdı: Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan ve arpadan. Şarap (Hamr), aklı örten her şeydir. Bukârî, Tefsir 5- Sûre 10, Eşribe 2, 5; Müslim, Tefsir 32, 33; Ebû Dâvûd, Eşribe 1; saf, Esribe 2.

Bu ise, hamrın anlamı ile. ilgili en sarih açıklamadır. Ömer b. el-Hattâb, Medine'de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın minberi üzerinde sahabe topluluğunun huzurunda hutbe irad edip bu sözleri söyledi. Onlar bu dili bilen ehil insanlardı. Ve garaptan (hamrdan), bizim sözünü ettiğimiz şeyden başkasını da anlamamışlardı. Bu husus, böylece sabit olduğuna göre, "hamr ancak üzümden yapılır. Üzümden başkasından yapılana ise hamr denilmez ve hamr ismi onu kapsamaz. O içkilere ancak nebîz denilir" diyen Ebû Hanîfe ve Kûfelilerin görüşü de çürütülmüş olur. Nitekim şair de şöyle demiştir:

"Ben 'nebîai nebîz ehline terkettim.

Ve ben, onu ayıplayanla antlaşmalı dost oldum

O öyle bir içkidir ki, gencin şerefini kirletir

Ve kötülüğün kapılarını açar."

4- Şarap Dışındaki İçkiler:

İmâm Ebû Abdullah el-Mâzerî der ki: Seleften olsun, diğerlerinden olsun, ilim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre türü itibari ile sarhoşluk veren herşeyin içilmesi de haramdır. Az ya da çok olsun, çiğ ya da pişmiş olsun, üzümden veya başka şeyden yapılmış olsun fark etmez. Bunlardan herhangi birisinden kim birşey içerse, ona had vurulur. Sarhoşluk veren üzümden yapılan çiğ şaraba gelince, işte bir damlası dahi olsa, azının da çoğunun da haram olduğu icma ile kabul edilen budur Bunun dışında kalan içkilerin ise, Cumhûrun görüşüne göre haram olduğu kabul edilmiştir.

Ancak, Kûfeliler sözü geçenlerin dışında kalan içkilerden az olanda muhalefet etmişlerdir. Az miktardan kasıt sarhoşluk verecek dereceye ulaşmayan miktardır,

Üzümden çıkartıldığı halde pişirilmiş olması halinde de farklı görüştedirler. Basralılardan bir gurubun görüşüne göre, haramlık hükmü sadece üzümden sıkılan ve kuru üzümün ıslatılıp pişirilmemiş olan içeceği içindir. Üzüm ve kuru üzümün suyunun pişirilmiş olması ile bunların dışında kalanların pişirilmiş ve çiğ (pişirilmemiş) suları ise, sarhoşluk vermediği sürece helaldir

Ebû Hanîfe, haramlık hükmünün farklı hükümler taşımakla birlikte, yalnızca hurma ve üzüm meyvelerinden sıkılana münhasır olduğu görüşündedir. Onun görüşüne göre saf üzüm suyundan yapılmış şarabın azı da çoğu da haramdır. Ancak, üçte ikisi gidinceye kadar pişirilmesi hali müstesnadır. Islatılan kuru üzüm ve hurma İçeceğine gelince, bunlar herhangi bir miktar nazarı itibara alınmaksızın az dahi olsa ateş üzerinde bırakılmış olsa bile, bunların pişirilmiş olanları helaldir; çiğleri ise haramdır. Fakat o bunu haram kabul etmekle birlikte bunları içmekten dolayı haddi gerekli görmemektedir. Bütün bunlar ise, sarhoşluk sözkonusu olmadığı sürece sözkonusudur. Eğer, sarhoşluk verecek olurlarsa, hepsi birbirine eşit olurlar.

Hocamız fakih İmâm Ebû'l-Abbas Ahmed (radıyallahü anh) der ki; Bu meselede muhalif kanaatte olanlara hayret edilir. Çünkü bunlar derler ki: Üzümden sıkılarak elde edilen şarabın az miktarı çoğu gibi haramdır. Bu hususta icma da vardır. Bunlara; Şarabın az miktarı aklı gidermediğî halde ne diye haramdır denilecek olursa, mutlaka şöyle denilir: Çünkü onun az miktarını içmek daha çok içmeye götürür veya teabbüd için böyledir. Bu durumda onlara şöyle denilir: Şarabın azı hakkında kabul ettiğiniz herşey, aynen nebîzin azı hakkında da mevcuttur. O halde o da haram olmalıdır. Zira, -eğer bu kabul edilecek olursa- bunlar arasında yalnızca isim Farkı vardır. Böyle bir kıyas ise kıyas türlerinin en yükseğidir. Çünkü burada, fer' bütün nitelikleriyle asla eşittir. Bu ise, onun (Ebû Hanîfe'nin): "Kölelerimi azad ettim" diyen bir kimsenînf azad etme hükmünün hem erkek köleler, hem de cariyeler hakkında geçerli olmasını kıyasa dayanarak söylediğinin aynısıdır Diğer taraftan Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- gerçekten hayret edilir. Çünkü onlar, kıyasta o kadar ileri giderler ve kıyası ahad haberlere tercih dahi ederler. Bununla birlikte Kitap ve Sünnet ile ümmetin ilk dönemindeki ilim adamlarının icma ile desteklenmiş bu celî kıyası bir kenara İterek, muhaddislerin kitaplarında illetlerini beyan ettikleri şekilde hiçbirisi sahih olmayan ve hiçbirisi sahih kitaplarda yer almayan hadislere itimad etmişlerdir.

Yüce Allah'ın İzniyle bu meselenin geri katan kısmı en-Nahl sûresinde

(16/67. ayet, 2. başlıkta) gelecektir.

5- "Tatma"nın Mahiyeti:

Şanı yüce Allah'ın:

"Tattıklarından" âyetinde "tatmak; (taam)" aslında yemek hakkında kullanılır. Mesela: "Yemeğin tadına baktı, yedi ve içeceği içti," denilir. Ancak bu hususta, mecazî olarak da: "Ne ekmeğin, ne suyun, ne uykunun tadına baktım," denir. Şair de der ki:

"Vecra (denilen yer) de, yanakları meyilli deve kuşları vardır;

Uykunun tadına bakmazlar Ancak ayakta oldukları halde"

Daha önce el-Bakara sûresinde: "Fakat kim onu tatmazsa...(el-Bakara, 2/249. âyetin tefsirinde) yeteri kadar açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. (Ayrıca bk. 2/61. âyetin tefsiri)

6- Mubah ve Canın Çektiği Lezzetli Şeylerden Yararlanmanın Sınırı:

İbn Huveyzimendâd der ki: Bu âyet-i kerîme, mubah ve arzu edilen şeyleri alıp kullanmanın, yiyecek, içecek, evlenmek gibi zevk alınan herşeyden yararlanmanın -bu hususta aşınya gidilse ve bedeli ileri derecede olsa dahi- mübahlığını ihtiva etmektedir. Bu âyet-i kerîme, yüce Allah'ın şu âyetlerini andırmaktadır:

"Allah'ın size helal kıldığı o en temiz ve en güzel şeyleri haram kılmayın" (el-Mâide, 5/82);

"De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve hoş ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?" (el-A'raf, 7/32)

7- Âyet-i Kerîmedeki Tekrarların Anlamı:

Yüce Allah'ın:

"Sakınır, îman eder ve salih amel işledikleri, sonra da sakınıp îman ettikleri, sonra yine sakınıp ihsan ettikleri taktirde, tattıklarından dolayı bir vebal yoktur. Allah İhsan edenleri sever" âyeti ile ilgili dört görüş vardır:

1- Takvanın (sakınmanın) anılmasında tekrar sözkonusu değildir. Anlamı şudur: İçki içmekten sakınır, haram olduğuna İnanırlarsa ikincisinin anlamı ise, sakınmaları (takvaları) ve îmanları devam ederse, üçüncüsünün anlamı ise, sakınıp ihsanda bulundukları takdirde .... şeklindedir.

2- içkinin haram kılınışından önce diğer haramlardan sakınır, haram kılınışından sonra da onu içmekten sakınırlar, sonra da geri kalan diğer amellerinde sakınmalarını devam ettirir ve davranışlarını güzel yapar, ihsanda bulunurlarsa, demektir.

3- Şirkten sakınır, Allah'a ve Rasulüne îman ederlerse; ikincisinin anlamı ise, sonra da büyük günahlardan sakınarak imanlarını attırırlarsa; üçüncüsünün anlamı ise: Sonra da küçük günahlardan sakınıp ihsanda bulunurlarsa, yani nafile ameller işlerlerse.... demektir.

4- Muhammed b. Cerir der ki: Birinci sakınma yüce Allah'ın emirlerini kabul ile karşılamak suretiyle sakınmak ve O'nu tasdik ederek O'na itaat edip gereğince amel etmektir. İkinci sakınmak ise tasdik üzere sebatı devam ettirmek suretiyle sakınmaktır. Üçüncü sakınmak ise, ihsan ile ve nafileler yaparak Allah'a yaklaşmak suretiyle sakınmaktır.

8- Sakınan ve İhsan Eden:

Yüce Allah'ın:

"Sonra yine sakınıp ihsanda bulundukları takdirde... Allah ihsan edenleri sever" âyeti, ihsan eden ve sakınan (muttaki) kimsenin, salih ameller işleyip îman eden muttaki kimseden daha faziletli olduğuna delildir. Fazileti ise, ihsanı dolayısıyla ona verilecek olan ecir iledir.

9- Bu Ayetin Yanlış Anlaşılması ve Kudame b. Mazûn:

Ashâbdan (radıyallahü anhüm) Cumalıoğullarından Kudame b. Maz'ûn, bu âyet-i (yanlış bir şekilde) te'vil etmiştir. Bu sahabi, Habeşistan'a iki kardeşi Osman ve Abdullah ile birlikte hicret edenlerdendir. Daha sonra Medine'ye hicret etmiş, Bedir'de hazır bulunmuş ve uzun bir ömür sürmüştür. Ömer b. el-Hattâb'ın kayın biraderi, oğlu Abdullah ve kızı Hazret-i Hafsa’nın dayısı idi. Ömer b. el-Hattâb onu, önce Bahreyn'e vali olarak tayin etmiş, daha sonra Abdulkays oğulları efendisi el-Carud'un onun aleyhine şarap içtiğine dair tanıklık etmesi üzerine azletmişti. Buhârî, Meğâzi 12.

Dârakutnî şu rivâyeti kaydederek der ki: Bize Ebû'l-Hasen Ali b. Muhammed el-Mısrî anlattı: Bize, Yahya b. Eyyub el-Allâf anlattı. Bana, Said b. Ufeyr anlattı. Bana, Yahya b. Fuleyh b. Süleyman anlatarak dedi ki: Bana, Sevr b. Zeyd İkrime'den anlattı, o, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletti:

İçki içenlere Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ellerle, ayakkabılarla ve sopalarla vurulurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edinceye kadar bu böyle devam etti.

Ebû Bekir'in halifeliği döneminde içki içenler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın dönemindekilerden daha fazlaydı. O bakımdan Ebû Bekir vefat edinceye kadar onlara kırkar sopa vururdu.

Ondan sonra gelen Ömer de aynı şekilde kırkar sopa vurarak cezalandırıyordu. Nihayet ona ilk muhacirlerden içki içmiş birisi getirildi. Ona sopa vurulmasını emretti. Adam: Bana niye sopa vurdun? Benimle senin aranda Allah'ın Kitabı hakem olsun, dedi. Hazret-i Ömer şöyle dedi: Peki, Allah'ın Kitabının neresinde sana sopa vuramayacağımı görüyorsun? Bunun üzerine adam şöyle dedi: Yüce Allah kitabında: "Îman edip salih amel işleyenlere... tattıklarından dolayı bir vebal yoktur" diye buyurmaktadır, işte ben de îman edip salih amel işleyen, sonra sakınıp îman eden, sonra yine sakınıp ihsan edenlerdenim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Bedir, Uhud, Hendek ve bütün önemli vakalarda hazır bulundum.

Hazret-i Ömer şöyle dedi: Bu söylediklerine karşı cevap vermiyor musunuz? İbn Abbâs dedi ki: Bu âyet-i kerimeler, daha önce geçenler için bir mazeret, geri kalan insanlara karşı da bir delildir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ey îman edenler, içki, kumar..." Sonra, diğer ayeti de okuyarak devam etti. Eğer bu gerçekten îman edip salih amel işleyen kimselerden olsaydı, şüphesiz ki Allah ona içki içmesini yasaklamış bulunmaktadır. Bu sefer Ömer şöyle dedi: Doğru söyledin, Peki görüşünüz nedir?

Bu sefer Ali (radıyallahü anh) şöyle dedi: Şüphesiz bir kimse içti mi sarhoş olur. Sarhoş oldu mu, hezeyan eder. Hezeyan etti mi de iftiralarda bulunur. Müfteri kimseye de seksen sopa vurulur. Bunun üzerine Hazret-i Ömer emrederek ona seksen sopa vuruldu. Dârakutnî, III, 116.

el-Humeydi, Ebû Bekr el-Berkanî'den, o da İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: el-Carud, Bahreyn'den gelince dedi ki: Ey mü’minlerin emiri, Kudame b. Maz'ûn sarhoşluk verici içki içti. Ve ben, yüce Allah'ın haklarından bir hak görürsem onu sana getirmem, benim üzerime bir hak görev olur. Hazret-i Ömer: Senin söylediğinin doğruluğuna kim şahidlik eder, deyince. O: Ebû Hüreyre dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer, Ebû Hüreyre'yi çağırıp: Neye şahidlik edersin Ey Ebû Hüreyre? diye sormuş, O da: İçki içtiğinde ben onu görmedim ama, onu sarhoş ve kusarken gördüm. Hazret-i Ömer; Sen, şahidlikte işi aşırıya görürdün dedi, arkasından Hazret-i Ömer, Bahreyn'de bulunan Kudame'ye mektup yazarak yanına gelmesini emretti.

el-Carud henüz Medine'de iken Kudame geldi. el-Carud da Hazret-i Ömer'le konuşarak: Bu adama Allah'ın Kitabını uygula dedi. Hazret-i Ömer el-Caruda: Sen bir şahid misin? Yoksa bir hasım, bir davacı mısın? el-Carud: Ben şahidim dedi. Hazret-i Ömer: Sen şahidliğini yapmış bulunuyorsun demesi üzerine, el-Carud Hazret-i Ömer'e: Ben, Allah adına sana söylüyorum, dedi. Bu sefer Hazret-i Ömer şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, ya dilini tutarsın, yahut da sana kötülük yaparım.

Bu sefer, el-Carud: Allah'a yemin ederim senin bu davranışın hak değildir. Amcan oğlu içki içecek, bana kötü davranacaksın. Hazret-i Ömer onu tehdit etti. Bu sefer, oturmakta olan Ebû Hüreyre dedi ki: Ey mü’minlerin emiri, eğer sen bizim şahitliğimizden şüphe ediyor isen, İbn Maz'un'un hanımı, Velid'in kızı (Hind)'e sor Bunun üzerine Hazret-i Ömer, Hind'e Allah adına söylemesini istiyerek haberci gönderdi. Hint de kocası aleyhine şahidlik edince, Hazret-i Ömer şöyle dedi. Ey Kudame, ben sana sopa vuracağım. Bu sefer Kudame: Allah'a yemin ederim -eğer dedikleri gibi içki içmiş olsam dahi- Ey Ömer, senin bana sopa vurma hakkın yoktur. Hazret-i Ömer: Nedenmiş o, Ey Kudame deyince, Kudame şöyle dedi: Çünkü yüce Allah:

"Îman edip salih amel işleyenlere... tattıklarından bir vebal yoktur. Allah ihsan edenleri sever" diye buyurmaktadır, dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer: Ey Kudame, yanlış tevil ediyorsun. Sen, eğer Allah'tan korksan, Allah'ın haram kıldığından uzak dururdun. Sonra Hazret-i Ömer, hazır bulunanlara dönerek şöyle dedi: Kudameye sopa vurmak hakkındaki görüşünüz nedir? Hazır bulunanlar: Hasta olduğu sürece ona sopa vurmam uygun görmüyoruz dediler. Hazret-i Ömer, sesini çıkarmayarak ona sopa vurmadı.

Birgün sabahleyin, yine yanındaki arkadaşlarına: Kudame'ye sopa vurmak hususundaki görüşünüz nedir, diye sorunca, hazır bulunanlar: Hasta olduğu sürece ona sopa vurmanı uygun görmüyoruz, dediler. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, kamçının altında ölerek Allah'ın huzuruna çıkması, benim o sorumluluk boynumda olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkmamdan daha çok hoşuma gider. Allah'a yemin ederim ona sopa vuracağım dedikten sonra, bana bir kamçı getirin, dedi. Hazret-i Ömer'in azadlısı Eslem ona ince ve küçük bir kamçı getirdi. Hazret-i Ömer o kamçıyı alıp eliyle sıvazladıktan sonra Eslem'e şöyle dedi: Kavminin kötü adeti olan iltimas seni etkiledi ha! Bana bundan başka bir kamçı getiriniz dedi. Bu sefer Eşlem ona tam bir kamçı getirdi. Bunun üzerine Ömer, Kudame'ye kamçı vurulmasını emretti. Bundan dolayı Kudame, Hazret-i Ömer'e öfkelendi ve ona darıldı. Kudame, Hazret-i Ömer'e dargın vaziyette ikisi de hacc ettiler. Nihayet haclarından geri döndüklerinde Ömer, es-Sukyâ denilen yerde konaklayıp uyudu. Uyandığında Ömer şöyle dedi: Çabuk bana Kudame'yi getiriniz. Haydi gidin bana onu getiriniz. Allah'a yemin ederim ben rüyamda birisinin bana gelip şöyle dediğini duydum: Kudame ile barış, çünkü o senin kardeşindir. Fakat Kudame'nin yanına gittiklerinde Hazret-i Ömer'in yanına gelmeyi kabul etmedi. Bu sefer Hazret-i Ömer, Kudame'nin yanına sürüklenerek getirilmesini emretti. Nihayet Hazret-i Ömer onunla konuştu ve onun için Allah'tan mağfiret diledi. Böylelikle dargınlıklarından sonra ilk defa barışmış oldular. el-Beyhakî, es-Sunenu'l-Kübrâ, VIII, 547-548; İlanul-Ashâb. Usdu'l-Gâbe, IV. 95; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 323. 324

Eyyub b. Ebî Temime der ki: Bedir'e katılanlardan, şarap dolayısıyla ondan başka kimseye had vurulmuş değildi.

İbnü'l-Arabî der ki: İşte bu, sana âyetin te'vilini (ne anlama geldiğini) göstermektedir. Bu hususta, Dârakutnînin naklettiği hadiste, İbn Abbâs'tan zikredilenler ile, el-Berkani yoluyla gelen hadiste, Hazret-i Ömer'den gelen açıklamalar doğru olan açıklamalardır. Eğer şarap içen bir kimse, başka hususlarda da Allah'tan korkacak olsa (ve bundan dolayı haddi haketmediği kabul edilse), şarap dolayısıyla hiç kimseye had vurulmazdı. O bakımdan, böyle bir te'vil, en bozuk bir te'vildir. Kudame ise bunu farketmemişti. Ömer ve İbn Abbâs gibi (Allah ikisinden de razı olsun) Allah'ın başarı verdiği kimseler ise, bunun doğru anlamını kavramışlardı. Şair der ki:

"Ben zamanın üzüntü ve kederinden ağladığını görecek olursam;

Mutlaka bende Ömer'e ağlarım.."

Ali (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunduğuna göre, Şam'da bir topluluk içki içtiler ve: Bu içki bizim için helaldir deyip, bu âyet-i kerimeyi yanlış bir surette te'vil ettiler. Hazret-i Ali ile Hazret-i Ömer, tevbe etmelerinin istenmesini, tevbe etmeyecek olurlarsa öldürülmeleri gerektiğini kararlaştırdılar. Bunu da el-Kiya et-Taberî zikretmiştir. el.-Kiyâ et-Taberî, Ahkâmu'l-Kuran. III, 103.

94

Ey îman edenler, Allah gıyaben kendisinden korkanları ortaya çıkarmak için avdan, ellerinizin, mızraklarınızın erişebileceği bir şeyle sizi muhakkak deneyecektir. Artık bundan sonra kim aşırı giderse, onun için pek acıklı bir azap vardır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Ortamı:

Yüce Allah'ın:

"...Allah... sizi muhakkak deneyecektir" âyeti, muhakkak sizi sınayacaktır demektir. Denemek (ibtilâ), sınamak demektir.

Avlanma, Arab-ı Aribe'nin Arap Tarihçileri Arapları iki büyük kısma ayırırlar. I. Arab-ı Bâide Yaşayıp helâk olmuş, nesilleri tükenmiş Araplar. II. Arab-ı Bakiye, Soyları devam eden Araplar bunlar da : a) Arab-ı Aribe ve b) Arab-ı Musta'ribe olmak üzere iki kola ayrılırlar. Arab-ı Aribe Kahtanilerden ortaya çıkan kabilelerdir. Arab-ı Mustaribe ise soyları İsmail (aleyhisselâm)'a varan Araplardır (H. İbrahim Hasan. îstûm Tarihi, çevirenler; İ. Yiğit, S. Gümüş İstanbul 1985,1, 26-28) Merhum müfessir bü sözleriyle avlanmanın Arapların çok eski dönemlerden beri geçim kaynaklarından birini teşkil ettiğine işaret etmektedir. geçim yollarından birisi idi. Hepsi arasında oldukça yaygındı. Oldukça kullanılan bir yoldu. Allah da onları ihramlı iken ve Harem bölgesinde av hayvanları ile sınadı. Tıpkı, İsrailoğullarını Cumartesi gününde haddi aşmamakla sınadığı gibi.

Denildiğine göre, bu âyet-i kerîme Hudeybiye yılı nâzil olmuştur. Ashâbın bazıları, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte ihrama girdikleri halde, bazıları da ihrama girmemişti. O bakımdan, bir av göründü mü, durumları ve davranışları o hususta farklı farklı olurdu. Av ile ilgili hükümler kendileri için açık ve net olmadığından dolayı, durum ve fiillerinin hükümlerine, hacc ve umrelerinin yasaklarına dair bir beyan olmak üzere yüce Allah bu âyeti kerimeyi indirdi.

2- Bu Âyet-i Kerîme'nin Muhataptan:

İlim adamları, bu âyet-i kerimenin muhatapları ile ilgili olarak iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Birincisine göre, bu âyetin muhatapları ihramlı olmayan kimselerdir. Bunu Mâlik söylemiştir.

İkinci görüşe göre ise bunlar ihramlı olanlardır. Bunu da İbn Abbâs söylemiş ve bu hususta yüce Allah'ın:

"Sizi muhakkak deneyecektir" âyetini delil göstermiştir. Çünkü, denemenin kendisi vasıtasıyla tahakkuk ettiği avlanmaktan uzak durma yükümlülüğü, ihram ile birlikte sözkonusu olur.

İbnü'l-Arabî ise şöyle demektedir: Ancak, bunun böyle olması gerekmez, Çünkü teklif, kendisi için avlanmakla ilgili koşulan çeşitli şartlar ile ve yine avlanma keyfiyetine dair kendisi için meşru kılınan niteliklerle tahakkuk eder. Doğrusu, bu âyet-i kerimedeki hitabın, ihramlı olsun, olmasın bütün insanlara yönelik olduğudur. Çünkü yüce Allah'ın:

"Sizi muhakkak deneyecektir" âyeti, mutlaka bununla mükellef kılacaktır, demektir. Teklif ise, bütünüyle bir denemedir. Fazilet iset bunun çokluk ve azlığında, zayıflık ve sıkıntılar arasındaki farklılıklarda ortaya çıkar.

3- Hangi Tür Av Hayvanlarıyla Deneme Sozkonusudur:

Yüce Allah'ın:

"Avdan.., bir şeyle" âyeti, avın bazılarıyla demektir. Burada geçen; dan," teb'îz (kismîlik) içindir. Bu da özel olarak kara avıdır. Bütün av hayvanlarını kapsamaz. Çünkü, denizin de avı vardır. Bu açıklama et-Taberî ve başkaları tarafından yapılmıştır. "Av (sayd)" ile ise, avlanan hayvanlar kastedilmiştir. Çünkü yüce Allah:

"Ellerinizin... erişebileceği" diye buyurmaktadır.

4- Av Neye Denir;

Yüce Allah'ın:

"Ellerinizin, mızraklarınızın erişebileceği" âyeti, küçük ve büyük av hayvanlarının durumunu açıklamaktadır.

İbn Vessâb ve en-Nehaî

"(..........) Erişebileceği" âyetini, alttan noktalı "ye" harfi ile (.......) diye okumuşlardır.

Mücahid der ki: Eller, yavruları, yumurtaları ve kaçamayanları alıp yakalayabilir. Mızraklar ise, büyük av hayvanlarına erişir. İbn Vehb dedi ki: Mâlik dedi ki: Yüce Allah :

"Ey îman edenler, Allah... ellerinizin, mızraklarınızın erişebileceği bir şeyle sizi muhakkak deneyecektir" diye buyurmaktadır. İnsanın eliyle, mızrağıyla, yahut herhangi bir silahı ile erişebilip de öldürdüğü her bir şey, yüce Allah'ın buyurduğu gibi avdır.

5- El ve Mızrak Tabirlerinin Kapsamı:

Yüce Allah'ın, özel olarak

"elleri" zikretmesinin sebebi, avlanmakta gösterilen çabanın büyük bir kısmının ellerle yapılışından dolayıdır. Avcılıkta kullanılan diğer hayvanlar, ipler, el ile yapılan tuzak ve ağlar da bunun kapsamına girer. (Silahlar arasından) özel olarak mızrakların anılışı ise, avı yaralayan araçların çoğunluğunu mızrakların teşkil edişi dolay ısıyladır. Ok ve benzeri şeyler de kapsamına girer. Avlanmada kullanılan hayvanlar ve oklara dair açıklamalar isef sûrenin baş tarafında (el-Mâide, 5/4. âyet, 4. başlık ve devamında) yeteri kadar yapılmış bulunmaktadır. Hamd, Allah'a mahsustur.

6- Kurulu Av Tuzak ve Ağlarına Yakalanan Avların Hükmü:

Tuzak ve ağlara yakalanan avlar, sahiplerine aittir. Herhangi bir kimse avı bunlara takılmak zorunda bırakacak olsa ve bu ağ ve tuzaklar olmaksızın bu avları yakalama imkânı yoksa, o takdirde bu ağların sahibi öbürü ile ortaktır. Dağda bulunan arı kovanlarına düşen arılar da sözü geçen ağ ve tuzaklar gibidir. Yüksek burçlarda bulunan güvercinler ise, eğer mümkünse sahiplerine geri verilir. Kovan arılarının durumu da böyledir. Bu, Mâlik'ten rivâyet edilmiştir.

Arkadaşlarından birisi de şöyle demektedir: Güvercin, ya da arıların yanına geldiği kimsenin, bunları geri vermek mükellefiyeti yoktur.

Eğer köpekler, bir avı bir kimsenin evine ya da odasına girmek zorunda bırakacak olursa, av hayvanı, köpekleri salan avcıya aittir ev sahibine değil. Eğer, köpeklerin mecbur bırakması sözkonusu olmaksızın eve girecek olsa, o takdirde o av hayvanı ev sahibine ait olur.

7- Âyet, Av Hayvanının Avt Yakalayana Ait Olduğuna Delil Gösterilmiştir:

Bazıları, av hayvanının avcı hayvanı kışkırtana değil de bizzat yakalayana ait olacağına bu âyeti delil göstermişlerdir. Çünkü, avcı hayvanı kışkırtanın el, ya da mızrağı henüz birşey ele geçirebilmiş değildir. Ebû Hanîfe'nin de görüşü budur.

8- Kitap Ehlinin Avı:

Mâlik, kitap ehlinin avını mekruh görmekle birlikte haram dememiştir. Çünkü yüce Allah:

"Ellerinizin, mızraklarınızın erişebileceği" derken, îman ehlini kastetmektedir Zira yüce Allah, âyetin baş tarafında: "Ey îman edenler" diye bîtap buyurmuştur. Böylelikle kitap ehli dışarıda bırakılmıştır.

İlim ehlinin Cumhûru ise, ona muhalefet etmiştir. Çünkü yüce Allah:

"Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helaldir" (el-Mâide, 5/5) diye buyurmuştur. Onlara göre, av da tıpkı kitap ehlinin kestikleri gibidir.

Bizim (Mâliki mezhebimizin) ilim adamlarımız ise, ayet-i kerîme, onların yiyeceklerini ihtiva etmekle birlikte, av başka bir türdür. O bakımdan genel olarak yiyeceklerin kapsamına girmez ve yiyecek, mutlak olarak kullanıldığı takdirde avı kapsamaz.

Derim ki: Bu açıklama, avlanmanın kitap ehli nezdinde meşru olmayışına binaen böyledir. Bu durumda av onların yiyeceklerinden olmaz. Böylelikle bu iddia bizim için bağlayıcı olmaktan da çıkar. Şayet av, eğer dinlerinde meşru ise, lâfız onu da kapsamına aldığından dolayı, bizim onların av hayvanlarının da etini yememiz gerekir. Çünkü, bu da onların yiyecekleri arasında yer alır,

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

95

Ey îman edenler! Sîz ihramdayken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse cezası, iki âdil kimsenin hükmü ile, öldürdüğü hayvanın benzeri Kâ'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir. Yahut düşkünlere yemek yedirmek şeklindelti bir keffârettir. Veya bunun dengi oruç tutmaktır. Tâ ki ettiğinin vebalini tatmış olsun. Allah, geçmiştekileri bağışlamıştır. Fakat, kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak galiptir, intikam sahibidir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı otuz başlık halinde sunacağız:

1- Âyet-i Kerîmenin Muhatapları ve Nüzul Sebebi;

Yüce Allah'ın:

"Ey îman edenler" şeklindeki bu hitabı, erkek olsun, dişi olsun bütün müslümanlaradır. Buradaki yasak ise, yüce Allah'ın;

"Ey îman edenler, Allah... avdan ellerinizin..,erişebileceği bir şeyle sizi muhakkak deneyecektir" (el-Mâide 5/94) âyetinde sözü geçen denemedir. Rivâyet olunduğuna göre, Ebû'l-Yeser, ki, ismi Amr b. Mâlik el-Ensaif dir. Ebû'l Yeser künyeli bu sahabinîn ismi: Ka'b b. Amr b. Abbad...dır- (İbn Hâcer, Tehzibut-Tehzib, VIII, 392). Hudeybiye yılında umre yapmak üzere ihrama girmişti. O sırada bir yaban eşeği öldürünce, onun hakkında:

"Siz ihramda İken avı öldürmeyin" âyet-i nâzil oldu.

2- Öldürmenin Mahiyeti:

Yüce Allah'ın:

"Avı öldürmeyin" âyetinde geçen öldürmek, canın çıkmasına sebep olan herbir fiildir. Bu da çeşitlidir. Boynunu kesmek, boğazını kesmek, boğmak, vurmak ve buna benzer. Böylece yüce Allah, avlanmak hususunda ihramlı kimseye, canın çıkmasına sebep teşkil edecek hertürlü davranışı haram kılmış olmaktadır.

3- Avı Öldürmenin ve Ondan Yemenin Cezası:

Bir kimse, bir av hayvanını öldürse veya kesset ondan yiyecek olsa, onu öldürmesi dolayısıyla tek bir ceza ödemesi gerekir. Yediği için bir ceza gerekmez. Şâfiî de bu görüştedir.

Ebû Hanîfe ise şöyle der: Ona, yediğinin cezasını da vermek düşer. Yani, onun kıymetini vermelidir. Ancak, iki arkadaşı (Ebû Yûsuf ile Muhammed) ona muhalefet ederek şöyle derler: (Yemesinden dolayı) ona İstiğfar etmekten başka birşey gerekmez. Zira o, bundan başka bir meyte yemiş gibidir. Bundan dolayı bir başka ihramlı kişi ondan yiyecek olsa, ona da İstiğfardan başka bir şey düşmez.

Ebû Hanîfe'nin delili şudur: O, İhramı dolayısıyla kendisine yasak olan bir iş yapmıştır. Zira o av hayvanını öldürmek ihramın yasaklarındandır Bilindiği gibi öldürmekten maksat o hayvanın etini yemektir. Eğer maksada kendisi vasıtasıyla ulaşılan şey, ihramının yasağı ise, ve bu onun için bir cezayı gerektirmekte ise, bizzat maksadın kendisini gerçekleştirmesi, cezalandırılması için daha uygundur.

4- İhramlt Kimsenin Av Hayvanını Boğazlaması:

Bize (Mâliki mezhebine) göre, ihramlı bir kimsenin av hayvanım boğazlaması câiz değildir. Çünkü yüce Allah, ihramlı olan kimseye av hayvanını öldürmeyi yasaklamıştır. Ebû Hanîfe de bu görüştedir.

Şâfiî ise der ki: İhramlı kimsenin av hayvanını boğazlaması, bir serT kesimdir. O,-bunu ileri sürerken şunları delil gösterir: Şer'î kesim, ehliyete sahip bir kimseden -ki, o da müslümandır- sadır olmuştur. Ve bu kesimT mahalline izafe olunmuştur. Bunlar da davarlardır. O halde bu, onu yemeyi helal kılmak olan maksadını da gerçekleştirir. Bunun asıl dayanağı ise,ihramsızkimsenin kesebilmesidir.

Derim ki: Kesme işinin ehil kimseden sadır olduğuna dair iddianıza gelin' ce, ihramda olan bir kimse, av hayvanını kesme ehliyetine haiz değildir. Zira ehliyet, akla dayanılarak tesbit edilen bir durum değildir. Bunu belirleyen şeriattır. Bu da, şeriatın kesime izin vermesiyle yahut da bunu reddetmesiyle anlaşılır. Reddetmek de kesmenin yasaklanmasından anlaşılır. İhramlı olan kimseye ise, av hayvanını kesmesi yasak kılınmıştır. Çünkü yüce Allah:

"İhramda iken avı öldürmeyin" diye buyurmaktadır. Böylelikle bu nehiy sebebiyle ehliyet sözkonusu olmamaktadır. Diğer taraftan, bu maksadını gerçekleştirmektedir, sözünüze gelince, bizler ihramlı bir kimsenin av hayvanını kesmesi halinde onun, o av hayvanından yemesinin helâl olmayacağını ittifakla kabul ediyoruz. Ancak, size göre ondan başkası o av hayvanından yiyebilir. Eğer hayvanı kesmek, kesen için helâl olması gibi bir fayda sağlamıyor ise, ondan başkasına böyle bir fayda sağlamaması öncelikle sözkonusudur. Çünkü fer' hükümleri itibari ile aslına (yani, kıyasta ikinci önerme birinci önermenin hükümlerine) tabidir. Dolayısı ile, asıl için sabit olmayan şeylerin fer' için sabit olması sahih olamaz.

5- Av; Sayd:

Yüce Allah'ın:

"Av" âyeti, mastar olup, isim gibi muamele görmüştür. Avlanılan hayvan hakkında kullanılmıştır. Burada "av" lâfzı ister kara, ister deniz av hayvanı olsun, hepsi hakkında umumidir. Nihayet yüce Allah'ın:

"İhramda bulunduğunuz sûrece de icara avı size haram kılındı" âyeti gelince, bu âyetle yüce Allah deniz avını mutlak olarak mubah kıldı. Nitekim, yüce Allah'ın izniyle, bundan sonraki âyet-i kerimede buna dair açıklamalar gelecektir.

6- Yırtıcı Hayvanlar Kara Avının Kapsamı İçinde midir, Değil midir?:

Yırtıcı hayvanların, kara avı kapsamının dışında olup ondan tahsis edilip edilmediği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Mâlik der ki: Kedi, tilki, sırtlan ve buna benzer saldırgan olmayan bütün yırtıcı hayvanları İhramU bir kimse öldüremez. Öldürecek olursa karşılığında fidyesini öder. Yine Mâlik der ki: Küçük sinekleri de ihramlı kimsenin öldürmesini uygun görmedim. Öldürecek olursa onların da fidyesini öder. Bunlar ise, karga yavruları gibi değerlendirilir.

Bununla birlikte, insanların üzerine çoğunlukla saldıran, hayvanların öldürülmesinde bir mahzur yoktur. Aslan, kurt, kaplan ve pars gibi. Aynı şekilde yılan, akrep, fare, karga ve çaylakın öldürülmesinde de bir mahzur yoktur. İsmail der ki: Bu ise, Hazret-i Peygamber'in şu âyeti dolayısıyladır: "Beş fasık vardır ki bunlar, Harem bölgesinde de Harem bölgesinin dışında da öldürülürler..." Bu Hadîs-i şerîf 7. başlıkta da gelecektir. Kaynakları orada gösterilecektir. Peygamber bunlara, "fasıklar" diye ad vermiş ve onları yaptıkları fiillerle vasfetmiştir Çünkü, fasık, fıskın ism-i failidir. Küçüklerinin bu gibi davranışlan yoktur. Köpeği saldırgan olmakla nitelendirmiştir. Köpek yavruları ise saldırmazlar. O bakımdan köpek yavruları bu sıfatın kapsamı içerisine girmezler.

Yine kadı İsmail der ki: Saldırgan köpek, insanlara zararı büyük olan hayvanlardandır. Yılan ve akrep de bu kabildendir. Çünkü bunlardan korkulur. Çaylak ve karga da böyledir. Çünkü bunlar insanların elinden eti kapıp gider.

İbn Bukeyr der ki: Akrebin öldürülmesine izin verilmesi, akrebin iğne ve zehirinin bulunmasından dolayıdır. Farenin öldürülmesine izin verilmesi ise, yolcu için hayati önemi olan su kabı ile ayakkabıları kemirmesinden dolayıdır. Karga ise, deve üstüne kendisini bırakır ve devenin etini gagalayıp sırtını oyar.

Mâlik'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Karga ve çaylak, zarar vermeleri hali dışında öldürülmezler. Yine kadı İsmail der ki: Eşek ansı hakkında görüş ayrılığı vardır. Kimisi onu yılan ve akrebe benzetmiştir. Eğer, eşek ansı insanlara kendiliğinden saldırmayan bir hayvan olmasaydı, onlar için yılan ve akrepten daha çetin olurdu. Şu kadar var ki, yılan ve akrepinki kadar onun tabiatında saldırganlık yoktur. Hatta eşek arısı, rahatsız edilecek olursa kendisini korumaya çalışır. (Yine Kadı İsmail) der ki: Bir kimseye eşşek ansı gelir de, o da kendisini ona karşı sallallahü aleyhi ve sellemunacak olursa, onu öldürmekten dolayı ona birşey düşmez. Ömer b. el-Hattâb'dan eşek arısının öldürülmesinin mübahlığına dair rivâyet sabit olmuştur.

İmâm Mâlik ise der ki: Eşek arasını öldüren bir kimse, birşeyler yedirir. Yine Mâlik, pire, sinek, karınca ve benzeri hayvanları öldüren hakkında da aynı şeyleri söylemiştir.

Rey Ashâbı derler ki: Bütün bunları öldürenlere birşey düşmez. Ebû Hanîfe de der ki: İhramlı bir kimse, yırtıcı hayvanlar arasından yalnızca saldırgan köpeği ve kurtu öldürür. İster ilk saldıran bu hayvanlar olsun, ister bunlara ilk saldıran ihramlı olsun farketmez. Bunların dışında yırtıcı hayvanlardan herhangi birisini öldürecek olursa, onun fidyesini verir.

Yine Ebû Hanîfe der ki: Şayet köpek ve kurlun dışında herhangi bir yırtıcı hayvan ilk olarak ihramlıya saldıracak olursa, ihramlı da onu öldürürse, ihramlıya birşey düşmez. Yine yılan, akrep, karga ve çaylağı öldürmekten dolayı da ona birşey düşmez. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının -Züfer müstesna- özetle görüşleri böyledir. el-Evzaîf es-Sevrf, el-Hasen de böyle demişlerdir. Delil olarak da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, bazı hayvanları muayyen olarak özellikle zikredip zararları dolayısıyla ihramlı kimsenin bunları öldürmesine ruhsat vermiş olmasını göstermişlerdir. O bakımdam bunlara herhangi bir hayvanı daha ilave etmenin izah edilir bir tarafı olamaz. Ancak, herhangi bir şey üzerinde icma edecek olurlarsa, bu da onların (Hazret-i Peygamber'in muayyen olarak öldürme ruhsatı verdiği hayvanların) kapsamı içerisinde değerlendirilir.

Derim ki: Ebû Hanîfe'ye -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- gerçekten hayret edilir O, kile ile ölçülme illeti dolayısıyla toprağı da buğday gibi değerlendirdiği halde, fısk ve saldırganlık illeti dolayısıyla diğer saldırgan yırtıcı hayvanları köpeğe kıyas etmemekte; Mâlik ve Şâfiî (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun)'nin yaptığı değerlendirmeyi yapmamaktadır.

Züfer b. el-Hüzeyl de der ki: İhramlı kimse yalnızca kurtu öldürebilir. İhramlı olduğu halde kurttan başka hayvan öldüren kişinin, ister bu hayvan ilk saldıran olsun, İster ilk saldıran olmasın fidye ödemesi gerekir. Çünkü, bu hayvan dilsiz (açma) bir hayvandır ve onun yaptığı bir hederdir. (Buhârî, Zekât 66, Diyat 28, 29; Müslim Hudûd 45, 46; Ebû Dâvûd, Diyât 21; Tirmizî, Zekât 16, Ahkâm 37; Nesâî, Zekât 28 vs...) hadîsine işaret edilmektedir. Aksini kabul etmek konu ile ilgili hadisi reddetmektir ve ona muhalefet etmektir.

Şâfiî ise der ki: Eti yenmeyen her bir hayvanı, ihramlı kimse öldürebilir. Bunların küçükleri ile büyükleri arasında fark yoktur. Bunlardan kurt ile sırtlandan doğma, melez yavru müstesnadır. Şâfiî der ki: Akbaba, hamamböceği maymun, şempanze ve etleri yenilmeyen hayvanlarda birşey yoktur. Çünkü bunlar av hayvanları arasında değildir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

"İhramda bulunduğunuz sürece de kara avı size haram kılındı" (el-Mâide, 5/96) İşte bu da ihramlılara haram kılınan avların, ihrama girmeden önce helal olan avlar olduğunu göstermektedir. Bu ifadeyi Şâfiî'den el-Müzenî ve er-Rabi' nakletmiştir.

Denilse ki; Eziyet vermekle ve yenmemekle birlikte bitin neden fidyesini vermek gerekir? Buna şöyle cevap verilir: Bitin fidyesini ödemenin tek sebebi, tırnak, saç gibi şeyler ile ihramlının giymemesi gereken şeyi giymesi karşılığında vermesi gereken fidye kadar vermesi gereğidir. Çünkü bitin atılması suretiyle eğer baş ve sakalında bulunuyor ise, kendi üzerinden rahatsız edici bir şeyi atmış olur. O, böylelikle sanki saçının bir bölümünü atmış gibidir. Şayet bit, açıkta görülür ve öldürülecek olursa, bu durumda bitin bir eziyeti de olmaz, Bu hususta Ebû Sevr'in görüşü, Şâfiî'nin görüşüdür Bunu da Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) söylemiştir.

7- İhramlı Kimselerin Hadis Nassı ile Öldürebilecekleri Sabit Olanlar:

Hadis İmâmları, İbn Ömer'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu naklederler: "Beş canlı hayvan vardır ki, ihramlı için bunları öldürmekte bir vebal yoktur: Karga, çaylak, akrep, fare ve saldırgaa köpek." Lâfız Buhârînindir. Buhârî, Cezau’s Sayd 7, Bedu’l-Halk, 16; Müslim, Hacc 72, 76-79; Ebû Dâvûd, Menasik, 39; Nesâî, Menâsik 82, 84, 86-88; İbn Mâce Menasik 91: Muvatta’' Hacc 88-90. Ahmed ve İshâk da bu görüştedir.

Müslim'in kitabında da Hazret-i Âişe'den, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Beş fasık (bozguncu hayvan) vardır ki, bunlar Harem bölgesinin dışında da, Harem bölgesinin içinde de öldürülürler: Yılan, alaca karga, fare, saldırgan köpek ve çaylak." Buhârî, Cezau's sayd 7; Müslim Hacc 66- 71; Ebû Dâvûd, Menasik Î9; Tirmizî, Hacc 21; Nesâî, Menâsik 83,113, 114, 116-119; İbn Mâce Menasik 91.

İlim ehlinden bir gurup da bu hadis gereğince görüş belirtmiş ve şöyle demişlerdir: Kargalardan yalnızca alaca olanı öldürülebilir. Çünkü, hadisteki ifade mutlak olanı kayıtlamaktadır.

Ebû Dâvûd'un Sünen'inde de Ebû Said el-Hudrî'den, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Ve kargaya ok atar fakat onu öldürmez" Ebû Dâvûd, Menâsik 39, Tirmizî Hacc 21; İbn Mâcet Menasik 91. diye buyurmaktadır.

Mücahid de bu görüştedir. Cumhûr ise, İbn Ömer hadisi gereğince görüş belirtmişlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,

Ebû Dâvûd ile Tirmizî'deki rivâyette ise, saldırgan yırtıcı hayvan da yer almaktadır. Ebû Dâvûd, Menâsik 39, Tirmizî Hacc 21. İşte bu da (bunların öldürülmesine müsaade edilmesinin, illetine) dikkat çekmektedir.

8. İkramda Avlanma Yasağının Kapsamına Giren Mükellefler;

Yüce Allah'ın:

"Siz İhramda iken" âyeti, erkek kadın, hür ve köle hakkında umumidir. Çünkü, " ihramlı erkek, ihramlı kadın" denilir. Bunun çoğulu da "îhramlılar" şeklinde gelir.

Harem bölgesine giren kimse, ifadesi hem zamanı, hem mekânı, hem ihramlı olma halini umum yoluyla değil de müşterek lâfız olmak bakımından kapsamaktadır. Meselâ: Haram aylara veya Haram bölgesine giren, yahut da ihram elbisesini giyen bir kimse hakkında müşterek olarak: tabiri kullanılır. Şu kadar var ki, zaman itibariyle Haram aylarına girmenin haram kılınışının nazar-ı itibara alınmayacağı icma ile kabul edilmiştir. Geriye yalnızca mekân ve ihramlı olma hali mükellefiyetin aslı olarak kalmaktadır. Bu açıklamayı, İbnü'l-Arabî yapmıştır.

9- Harem Bölgeleri ve Medine'nin Harem Bölgesi

Mekân olarak Harem bölgeler iki tanedir, Medine Harem bölgesi ile, Mekke Harem bölgesi. Şâfiî ise, Taif Harem bölgesini de bunlara ilave etmiştir. Ona göre, Taif in de ağacı kesilmez, avı avlanmaz, Bununla birlikte bunlardan herhangi birisini yapanın da bir cezası yoktur.

Medine Harem bölgesinde ise, hiçbir kimsenin avlanması, oranın ağaçlarım kesmesi, Mekke hareminde olduğu gibi, câiz değildir. Böyle bir iş yapacak olursa, Mâlik, Şâfiî ve arkadaşlarına göre yapana herhangi bir ceza düşmez, İbn Ebi Zi'b, ceza ödemesi gerekir demektedir, Sa'd ise şöyle demektedir: Buna verilecek ceza: Üzerindeki eşyanın alınmasıdır. Bu görüş Şâfiî'den de rivâyet edilmiştir.

Ebû Hanîfe ise der ki: Medine bölgesinin avını avlamak haram değildir. Ağaçlarını kesmek de böyle. Onun görüşünü kabul eden bazı kimseler, onun lehine Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediğine dair naklettiği hadisi delil göstermişlerdir: "Her kimi, Medine sınırları içerisinde avlanır, yahut oranın ağaçlarını keserken görecek olursanız, onun beraberindeki eşyalarını alınız." Nitekim, Sa'd da bu şekilde davrananın beraberindeki eşyalarını (selebini) almıştır. Ebû Dâvûd, Menâsik 95; Müsned, 170. (Ebû Hanîfe) der ki; Fukaha, Medine'de avlanan kimsenin beraberindeki eşyalarının alınmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir, Bu ise, bu hadisin mensûh olduğuna delâlet etmektedir. Yine Tahavî, böyle diyenlerin lehine Enes hadisini delil göstermiştir. Hazret-i Peygamber "en-Nuğayr ne yaptı?" diye sormuş, kuş avlanmasını ve kuşu yakalamasını tepki ile karşılamamıştır. Enes (radıyallahü anh)'in rivâyetine göre küçük kardeşinin kendisiyle oynadığı Nuğayr diye bilinen küçük bir kuşu varmış. Hazret-i Peygamber onu görünce şakalaşarak: "Ey Ebû Umeyr, ne yaptı Nugayr?" diye sorarmış, Buhârî, Edeb 81, 112; Müslim, Âdâb 30; Ebû Dâvûd, Edep 69 vd.

Ancak, bütün bunlarda delil olacak bir taraf yoktur. Birinci hadis pek kuvvetli bir hadis değildir. Diğer taraftan sahih olduğu kabul edilse bile, avlanan kimsenin beraberindeki eşyaların alınmasının nesh edilmesi, Medine bölgesinin Haremi ile ilgili sahih olan hadisleri ortadan kaldıramaz. Çünkü, nice haram şey vardır ki, dünyada onun için bir ceza yoktur, İkinci hadise gelince bu, harem bölgesi dışında avlanmış olabilir, Hazret-i Âişe yoluyla gelen hadis de böyledir. Bu hadîste belirtildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait bir yabani hayvan vardı. Resûlüllah dışarı çıktı mı, bu hayvan oynar, hızlıca koşuşur, gider gelirdi. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın geldiğini fark eder etmez, olduğu yerde durur ve ona eziyet verir korkusu ile hareketsiz yerinde dururdu. Müsned, VI, 113, 150, 209.

Bizim bunlara karşı delilimiz, Mâlik'in İbn Şihab'dan, onun, Said b. el-Müseyyeb'den rivâyetine göre, Ebû Hüreyre'nin şu sözleridir: Ben, ceylanları Medine'de otlar görecek olursam, onları rahatsız etmem. (Çünkü), Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "(Medine'nin) iki kara taşlığı arası, Haram bölgedir" Muvatta’', Cami' (Medine) 11, Buhârî, Fedailul-Medine 4; Müslim, Hacc 471, Bu manadaki diğer hadisler için bk. el-Mu'cemul-Mufehresti Elfazi'l-Hadis, VI, 151.

Ebû Hüreyre'nin: Ben onları ürkütmem, rahatsız etmem, şeklindeki ifadesi, Medine Haremi çevresinde av hayvanlarını ürkütüp korkutmanın câiz olmadığına delildir. Tıpkı Mekke Hareminde av hayvanlarını ürkütüp korkutmanın câiz olmadığı gibi. Aynı şekilde Zeyd b. Sabit de Şûrahbil b. Sa'd'ın Medine'de avlamış olduğu ve elinde bulundurduğu göçeğen kuşunu almış olması Muvatta’'i Cami' (Medine) 13 da, ashâb-ı kiramın Medine bölgesindeki av hayvanlarının haram kılınışı hususunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın maksadını iyice kavramış olduklarına ve Medine'de avlanmayı da, avlanılan hayvanları mülk edinmeyi de câiz görmediklerine bir delildir.

İbn Ebi Zi'b'in, (Medine'de avlanan ceza verir şeklindeki) görüşüne gösterdiği dayanak ise, Hazret-i Peygamber'den gelip, Sahih'te yer alan şu âyetidir: "Allah'ım, şüphesiz İbrahim Mekke'yi Haram bölge ilan etti. Ben de Medine'yi o, ne ile Mekke'yi haram kılmış ise, ben de onun gibi ve onunla birlikte bir o kadar fazlası ile haram kılıyorum. (Medine'nin) bitkisi kopanlmaz, ağacı kesilmez ve av hayvanı ürkütülmez." Buhârî, İlm 39, Hacc 43, Lukata 7 Buyu' 28, Cizye 22; Müslim, Hacc 445, 448; Ebû Dâvûd Menasik 89; Nesâî, Menasik 110, 111120; İbn Mâce, Menâsik 103; Dârimî, Buyû’ 60. Bütün bu yerlerde; Mekke'yi haram kılanın yüce Allah olduğu belirtilmektedir.

Diğer taraftan, Medine haremi de avlanmanın yasak kılındığı bir Harem bölgedir. O halde Mekke hareminde olduğu gibi, bu bölgede yapılan avın da cezası-ödenmelidir. Kadı Abudulvehhab der ki: Bu görüş, benim kanaatime göre bizim (Mâliki) mezhebimiz usullerine en uygun bir kıyastır. Özellikle bizim mezheb âlimlerimize göre Medine, Mekke'den daha faziletlidir. Yine, Medine'de kılınan namaz, Mescid-i Haram'da kılınan namazdan daha faziletlidir.

Mâlik ve Şâfiî'nin Medine hareminde avlanan kimse hakkında ceza hükmü ve -Şâfiî'nin meşhur olan görüşüne göre- beraberindeki eşyasının alınmayacağı hükmünün verilmeyişine dair gösterdikleri deliller arasında Hazret-i Peygamber'in Sahih'te yer alan şu âyetinin genel ifadesi de vardır. "Medine'nin Ayr dağı ile Sevr dağı arasındaki bölgesi (harem bölgesidir). Kim orada bir suç işler, yahut cinayet işlemiş birisini barındıracak olursa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allah, Kıyâmet gününde ondan herhangi bir hayır amelini ve fidyesini kabul etmesin," Buhârî, Efdalu'l- Medine 1, Cizye 10, 17, Ferâiz 21; Müslim, Hacc 467, İtk 20; Ebû Dâvûd, Menasik 95; Tirmizî, Vela 3; Müsned, I, 81, 126, 151.

Görüldüğü gibi burada Hazret-i Peygamber oldukça ağır tehditte bulunmuş, fakat bir keffâretten söz etmemiştir.

Sa'd'dan nakledilene gelince bu, Sa'd'a has bir görüştür. Çünkü, Sahih'te ondan rivâyet olunduğuna göre, o, el-Akikideki köşküne binip gittiği sırada, bir kölenin bir ağacı kesmekte -ya da meyvesini silkelemekte- olduğunu görür, o da beraberinde ne varsa ondan alır. Sa'd geri dönünce, bu köle sahipleri yanına gelip onunla kölelerinden aldıklarını, kölelerine ya da kendilerine vermesi için konuşurlar. Sa'd ise : Resûlüllah'ın bana ganimet olarak vermiş olduğu bir şeyi vermekten Allah'a sığınırım diyerek, köleden aldıklarını geri vermeyi kabul etmedi. Sa'd (radıyallahü anh)'ın başından geçen bu olaya bu başlığın baş taraflarında değinilmiş; kaynakları da orada gösterilmişti. İşte Sa'd'ın "bana verdiği ganimeti" şeklindeki sözünün zahirinden anlaşılan, bunun ona has olduğudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

10- İhramlıyken Kasten, Unutarak ve Hata ile Avlanmanın Hükmü:

"İçinizden kim onu bilerek öldürürse" âyetinde yüce Allah, kasten avı öldüreni sözkonusu etmekte, fakat hata ederek ve unutarak avlanandan söz etmemektedir. Burada kasten avlanandan kasıt, ihramlı olduğunu bilmekle birlikte bir ava kastedendir. Hata eden ise, kastı başka bir şeye olmakla birlikte ava isabet ettirendir. Unutan ise, avı kastetmekle birlikte ihramlı olduğunu hatırlamayan kimsedir. Bu hususta ilim adamlarının beş ayrı görüşü vardır.

1- Dârakutnî'nin senedini kaydederek İbn Abbâs'tan şöyle dediğine dair rivâyeti: "Keffaret, ancak kasten avlanmaktadır. Hata yoluyla avlanmakta cezayı ağırlaştırmaları ise, bir daha bu İşe tekrar dönmemeleri içindir." Dârakutnî, II, 245

2- Yüce Allah'ın:

"Bilerek (kasten)" diye buyurması, çoğunlukla görünen hale binaen buyrulmustur. Şeriat usulünde olduğu gibi, nadir olan da buna ilhak edilmiştir (aynı hükme tabi görülmüştür).

3- Hata edene ve unutana birşey düşmez. Taberî ve kendisinden nakledilen iki rivâyetten birisinde Ahmed b. Hanbel bu görüştedir. Bu görüş, İbn Abbâs ve Saîd b. Cübeyr'den de rivâyet edildiği gibi, Tavus ve Ebû Sevr de böyle demiştir. Davud'un görüşü de budur. Ahmed şöylece görüşüne delil göstermektedir: Şanı yüce Allah'ın, özel olarak bilerek ve kasten avlananı sözkonusu etmesi, böyle olmayanları farklı hükme tabi olduğunun delilidir. Şunu da İlave eder: Aslolan, zimmetin berâetidir. Dolayısıyla herkim, zimmetin herhangi bir hakla meşgul olduğunu iddia edecek olursa, delil getirmesi gerekir.

4- İster kasten, ister hata, isterse de unutarak avlansın, onun aleyhine ceza vermekle hüküm edilir. Bu görüşü İbn Abbâs ileri sürmüştür. Ayrıca, Ömer, Tavus, el-Hasen, İbrahim ve ez-Zührî'den de rivâyet edilmiştir. Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve arkadaşîan da bu görüştedirler. ez-Zührî der ki: Kasten avlanmada ceza Kur'ân ile öngörülmüştür. Hata ve unutarak avlanmada ceza ise sünnet gereği öngörülmüştür. İbnü'l-Arabî der ki: Eğer sünnetten kastı, İbn Abbâs'tan ve Ömer'den varid olan rivâyetler ise mesele yok. Ve zaten onlardan gelen bu rivâyetler örnek olarak ne kadar güzeldir.

5- Av hayvanını kasten öldürmesi, ihramlı olduğunu unutarak öldürmesi demektir. -Bu, Mücahidin görüşüdür. Çünkü yüce Allah, bundan sonra:

"Kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır" diye buyurmuştur. (Mücahid) devamla der ki: Eğer ihramlı olduğunu hatırlayarak avlanacak olursa, ilk defa ona ceza vermek gerekirdi. İşte bu da yüce Allah'ın, ihramını unutarak, fakat av hayvanını öldürmeyi kastederek avlandığının sözkonusu edildiğine delil olmaktadır. Mücahid der ki: Eğer ihramlı olduğunu hatırlayarak avlanırsa, artık o, ihramdan çıkar ve onun haccetmesi sözkonusu olmaz: Çünkü o, ihramlı halinde yasak olan bir iş işlemiştir. Tıpkı namazda iken konuşması veya abdest bozacak bir durumu olması halinde olduğu gibi, haccı da batıl olur. İşte hata ederek avlanan kimseye cezanın faydası vardır

Bizim, Mücahide karşı delilimiz ise şudur: Şanı yüce Allah, ceza vermeyi öngörmüş, fakat fesaddan söz etmemiştir. Dolayısıyla kişinin, ihramlı olduğunu hatırlaması ile unutması arasında bir fark yoktur. Haccı namaza kıyas etmek de doğru olamaz. Çünkü bunlar birbirlerinden farklı şeylerdir. Yine Mücahid'den bu şekilde kastı olarak av hayvanını öldüren ihramlı aleyhine ceza hükmü verilmeyeceğini, Allah'tan mağfiret dileyeceği ve haccının da tamam olacağını söylediği de rivâyet edilmiştir, İbn Zeyd de bu görüştedir.

Dâvud (ez-Zahirî)'ye karşı delilimiz ise şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a, sırtlan hakkında soru sorulmuş, o da: "O bir av hayvanıdır" buyurmuş, böylelikle ihramlı bir kimse avladığı takdirde onun yerine bir koç fidye vermesini emretmiş ve orada kasıt veya hatadan gözetmemiştir. İbn Mâce. Menâsik 90:Dârimî. Menâsik 90v Muvatta’', Hacc 230, Dârakutnî, II, 246.

Bizim (Mâliki) mezhebimizin ilim adamlarından olan Bukcyr der ki: Şanı yüce Allah'ın:

"Bilerek" diye buyurması, kasten öldürülmesi halinde keffâret belirlemediği Âdemoğluna benzemediğini, av hayvanında keffâretin sözkonusu olduğunu ve bununla hata yoluyla öldürmede cezayı kaldırmayı kastetmediğini açıklamak içindir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

11- İhramlı Bir Kimse, Bir Çok Defa Av Hayvanı Öldürürse:

İhramlı olduğu halde, arka arkaya av hayvanı öldürecek olursa, Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve diğerlerinin görüşlerine göre, her bir öldürmesi karşılığında aleyhine ceza vermesi hükmü verilir. Çünkü yüce Allah:

"Ey Îman edenler! Siz ihramda iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürürse, cezası... öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayran kurban etmektir" diye buyurmaktadır.

Bu âyette yasak, ihramlı hakkında süreklidir, O ihramda kaldığı sürece bu yasak da devam etmektedir. O bakımdan, ne vakit bir hayvan öldürürse, bundan dolayı onun bir ceza ödemesi gerekir.

İbn Abbâstan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: İslamda onun aleyhine iki defa ceza vermesi hükmü verilmez. Aleyhine yalnızca bir ceza vermesi hükmü verilir. İkinci bir defa bu işi tekrarlayacak olursa, aleyhine hüküm verilmez. Ona: Allah senden intikam alır, denilir. Çünkü yüce Allah:

"Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan İntikam alır" diye buyurmuştur, el-Hasen, İbrahim, Mücahid ve Şûreyh de bu görüştedir.

Bunlara karşı delilimiz ise, sözünü ettiğimiz şekilde onun ihramda kaldığı sürece bu avlanmanın haramlığı hükmünün devam etmesi ve İslâm dininde onun aleyhine bu şekilde hitabın yöneltilmiş olmasıdır.

12- Kıraat Farkları:

Yüce Allah'ın: "Cezası... öldürdüğü hayvanın benzeri" âyetinde, dört ayrı kıraat vardır, (Birincisi): "şeklinde, birinci kelime olan cezanın merfu' ve tenvinli okunması, ikinci kelimenin de sıfat olmak üzere ötreli gelmesi. Bu durumda haber ise saklıdır, ifadenin takdiri ise şöyledir: "Ona, öldürdüğü hayvanın benzeri bir ceza vacib olur." Bu kıraate göre "benzerin bizzat cezanın kendisi olması gerekir.

İkinci kıraat 'ın merfu' ve tenvinsiz olarak, nin de izafet ile okunmasıdır. Yani ona, öldürdüğünün benzeri ceza vardır. Bu halde- fazladan gelmiştir. Konuşma anında; ; Ben senin gibisine ikram ediyorum, deyip de bununla; Ben de sana ikram ediyorum demek istemesine benzer. Bunun bir benzeri de şanı yüce Allah'ın şu âyetleridir:

"Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir nûr verdiğimiz kimse, içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi midir?" (el-En'âm, 6/122) İfadenin takdiri ise,: Karanlıklardaki kimse gibi midir? seklindedir. (Yani, âyet-i kerimede yer alan ve ikinci bir benzetmeyi ifade eden mesel kelimesinin zâid geldiğini kastetmektedir). Yüce Allah'ın şu âyeti de böyledir:

"O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur." (eş-Şûra, 42/11) Yani, onun gibi hiçbir şey yoktur. Bu kıraate göre, Öldürülen avın cezasının, onun benzerinden başkasının olmasını gerekmektedir. Zira, hiçbir şey kendi kendisine izafe edilmez. Ebû Ali de der ki: Ceza olarak verilmesi gereken öldürülenin karşılığıdır. Yoksa, öldürülenin benzeri ceza olarak verilmez. İzafet ise, mislin karşılığının ceza olarak verilmesini gerektirir. Öldürülenin cezasını değil. Bu, ileride de geleceği gibi Şâfiî'nin görüşüdür.

Yüce Allah'ın:

"Hayvanın" âyeti, her iki kıraate göre de ceza"nın sıfatıdır.

el-Hasen ise, şeklinde "ayn" harfini sakin olarak okumuştur ki, bu da bir şivedir. Abdurrahman ise, şeklinde, ref ile ve tenvinli olarak; kelimesini ise mansub olarak okumuştur. Ebul-Feth der ki: kelimesinin mansub olması, bizzat "ceza" kelimesi iledir. Anlamı da: Öldürdüğünün benzerini ceza olarak verir, şeklinde olur

İbn Mes'ûd ve el-A'meş ise, "ne" zamirini izhar ederek; Onun cezası,, benzeri...dir" diye okumuşlardır. Bu zamirin, ava yahut da avı öldüren avcıya ait olması muhtemeldir.

13- İhramlı İken Avlanmanın Cezası Hangi Halde Sözkonusudur?

Ceza, yüce Allah'ın da buyurduğu gibi, av hayvanını bizzat yakalamakla değil de onu öldürmekle vacib olur. el-Müdevvene'de şöyle denilmektedir: Kim bir kuş avlar da onun tüylerini yolsa, sonra da onu bir yerde alıkoysa, o kuşun tüyleri bitip uçsa, bu kuşu avlayana bir ceza düşmez.

Aynı şekilde bir av hayvanın ön ayağını yahut arka ayağını, ya da organlarından herhangi birisini koparsa ve ölmezse sağlığına kavuşup diğer av hayvanlarına katılacak olsa, avcıya birşey düşmez. Ona, o av hayvanına verdiği eksiklik kadar bir ceza vermesi gerekir, de denilmiştir.

Eğer av hayvanı kaybolup ne yaptığını bilemeyecek olursa, onun tam cezasını Ödemesi gerekir. Av hayvanı kötürümleşip diğer hemcinslerine katılamayacak olursa yahut da onun için durumun tehlikesinden korkulacak bir halde bırakırsa, o hayvanın tam olarak cezasını ödemesi gerekir.

14- Cezası Gereken Av Hayvanları:

Cezası gereken av hayvanları, karada yaşayan hayvanlar ile kuşlar olmak üzere iki türlüdür. Karada yaşayan hayvanlardan, hilkat ve şekil itibariyle benzeri olanı ile cezalandırılır. O bakımdan, deve kuşunda büyük baş hayvanı, yaban eşeği, yaban öküzü karşılığında inek, ceylanda da koyun ceza olarak kesilir. Şâfiî de bu görüştedir.

Mâlik'e göre, ceza olarak yeterli olan asgari miktar, mümkün olan ve kurban edilebilen hediye kurbanıdır. Bu ise, koyun ve keçi türünden bir yaşında, onun dışındaki büyük başlardan ise seniy (inek türü için üç yaşında, deve için altı yaşında )dir. Cezası bu seviyeye ulaşmayanların karşılığında ya yemek yedirilir, yahut oruç tutulur.

Bütün güvercin türlerinde -Mekke güvercini müstesna- kıymetleri fidye olarak verilir. Ancak Mekke güvercini karşılığında bu hususta selefe uyularak bir koyun verilir. Dubsî (kara tüylü bir kumru çeşidi), üveyik kuşu ve kumru ile boynunda gerdanlığı andıran renkli tüyleri bulunan bütün kuşların hepsi de güvercin gibidir. İbn Abdilhakem'in, Mâlik'ten naklettiğine göre, Mekke güvercinleri ile yavruları karşılığında bir koyun ceza kurbanı kesilir. Yine Mâlik der ki: Bütün Harem bölgesinin güvercinleri de böyledir. Ancak, Harem bölgesi dışındaki güvercinlerde bilirkişi takdirine göre ceza verilir.

Ebû Hanîfe der ki: Avlanan hayvanın misli, kıymette muteberdir. Hilkatte değil, O bakımdan, avlanan hayvanın öldürüldüğü yerde o av satılmıyor ise, ona en yakın olan yerde dirhem olarak kıymeti belirlenir. O da bu kıymet ile dilediği takdirde bir hediye kurbanı satın alır. Yahut dilerse onunla yiyecek alır ve herbir yoksula dilediği takdirde yarımşar sa' buğday, yahut arpa veya hurmadan da birer sa' yedirir.

Şâfiî ise, öldürülen avın mislinin davarlardan takdir edilmesi gerektiği görüşündedir. Nasıl ki telef edilen birşeyin mislinin kıymeti nazar-ı itibara alınıyorsa, bunda da mislinin kıymeti tesbit edilir. Eşyanın kıymeti alındığı gibi, burada da Öldürülen hayvanın mislinin kıymeti esas alınır. Çünkü, vücutta aslolan misildir. Bu da gayet açıktır. İşte, şeklindeki izafetle kıraat de buna göre açıklanır.

Ebû Hanîfe delil göstererek der ki: Eğer, deve kuşunda büyük baş hayvan, yaban eşeğinde inek ve ceylanda bir koyun şeklinde hilkat bakımından benzerlik muteber olsaydı, âyet-i kerimede cezayı tesbit etmek, o hususta hüküm verecek adaletli iki kişinin hükmüne bağlı bırakılmazdı. Çünkü bu, bilinmiş olduğundan ayrıca görüş belirtip üzerinde düşünmeye gerek olmazdı. Âdil kişilerin takdirine ve konu üzerinde düşünmeye ihtiyaç duyulan şey, belirtip içinden çıkılması zor ve konu ile ilgili bakış açılarının farklı olduğu şeylerde sözkonusudur, Bizim ona karşı delilimiz, yüce Allah'ın: "Cezası... Öldürdüğü hayvanın benzeri kurban etmektir" âyetidir Benzerlik, zahiri itibariyle yaratılış ve suret bakımından benzerliği gerektirir. Mana bakımından benzerliği gerektirmez. Diğer taraftan yüce Allah:

"Öldürdüğü hayvanın benzeri" diye buyurmakla, benzerin cinsini beyan etmekte, bundan sonra ise "içinizden... iki âdil kimsenin hükmü İle" diye buyurmaktadır ki, burada hakkında hüküm verilecek olana ait olan zamir, hayvanın benzerine racidir. Çünkü, bundan önce zamirin kendisine raci olacağı ondan başka herhangi bir şeyden söz edilmemiştir. Daha sonra İse:

"Kâ'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" diye buyurulmaktadır. İşte kurban edinilmesi düşünülebilen hayvan, öldürülen hayvanın misli olmaktadır. Kıymete gelince, kıymetin hediye kurbanı olması düşünülemez. Ayru âyet-i kerimede ondan söz edilmiş değildir O halde, bizim zikrettiğimiz hususun doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Allah'a hîimd olsun.

Onların: Eğer benzerlik muteber olsaydı, bu konuda hüküm vermek âdil kişilere bırakılmazdı, şeklindeki sözlerine de şöyle cevap verilir: Âdil kişilerin verecekleri hükmün muteber olması, av hayvanının küçüktük ve büyüklük gibî durumlarının, cinsinden davar bulunan ile, bulunmayanın tesbit edilmesi ile, hakkında nassın sözkonusu olduğu hayvanları, nassın sözkonusu olmadığı hayvanlara ilhak edilip edilmemesi içindir.

15- Avla Öldürülen Çeşitli Hayvanların Cezaları:

Bir kimse, Mekke'den ihrama girerek, evinin kapısını İçeride güvercin yavruları bulunduğu halde kapatacak olur da bu yavrular ölecek olursa, her bir yavruya karşılık bir koyun kurban keser.

Mâlik der ki: Av hayvanlarının küçüklerindeki ceza da büyüklerindeki ceza gibidir. Bu, aynı zamanda Atâ'nın da görüşüdür. Mâlik'e göre, hiçbir hayvanın sütten yeni kesilmiş dişi oğlak veya dört aylık kuzu ise fidyesi verilmez. Yine Mâlik der ki: Bu da diyet gibidir. Küçüğü ile büyüğü arasında bir fark yoktur, Mâlik'e göre keler ile cerboa karşılığında yiyecek olarak kiymetev Medavditef küçük ona mu.

edenler olduğu gibi, küçük baş hayvanlarda, bir yaşında, büyükbaş hayvanlardan olan ineklerde üç, develerde de altı yaşını nazar-ı itibara almak hususunda ona muhalefet eden ve Hazret-i Ömer'in şu görüşü doğrultusunda kanaat belirtenler vardır: Tavşana karşılık dişi oğlak, cerboa'ya karşılık da dört aylık kuzu ceza verilir. Bunu, Mâlik de mevkuf olarak rivâyet etmiştir. Muvatta’, Hacc 230.

Ebû'z-Zubeyr de Cabir'den, o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: İhramlı bir kimse bir sırtlan öldürecek olursa, karşılığında bir koç, ceylan öldürecek olursa bir koyun, tavşan öldürecek olursa, dişi oğlak, cerboa öldürecek olursa da dört aylık bir kuzu (cefra) ceza verir, O dedi ki: Cefra, sütten kesilmiş olup ot yemeye başlamış olan kuzudur. Bir başka rivâyette de şöyle denilmektedir: Ben, Ebû'z- Zubeyr'e; Cefra nedir, diye sordum, o da: Sütten kesilip otlamaya başlamış olan kuzudur dedi. Bunu da Dârakutnî rivâyet etmiştir. Dârakutnî, II, 247.

Şâfiî ise der ki: Devekuşuna karşılık bir büyükbaş hayvan, yavrusunda ise, sütten kesilmiş bir deve verilir. Yaban eşeğine karşılık bir inek, yaban keçisine karşılık ise, bir dana verilir. Çünkü, yüce Allah, hilkat itibari ile misli olmasını hükme bağlamıştır. Küçüklük ve büyüklük ise birbirinden farklı olabilir. O bakımdan bu gibi durumlarda küçüğü ve büyüğü, diğer telef olan şeylerde olduğu gibi nazar-ı itibara almak gerekir

İbnü'l-Arabî der ki: Bu doğrudur, ilim adamlarımızın tercihi de budur Onlar derler ki: Eğer, öldürülen av hayvanının bir gözü kör yahut bir ayağı topal veya kırık ise, ceza olarak verilecek olan benzeri davar da onun niteliğinde (bir gözü kör veya topal, ya da kırık) ise, mislinden oluş tahakkuk etmiş olur. Çünkü, bir şeyi telef eden, telef ettiğinden fazlası ile yükümlü tutulmaz.-Delilimiz ise, yüce Allah'ın; "Cezası., öldürdüğü hayvanın benleri...dir" diye buyurmuş ve küçük ile büyük arasında herhangi bir ayırım gözetmemiş olmasıdır.

Yüce Allah'ın:

"Kâ'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" âyeti ise, mutlaklık dolayısı ile, kurban olabilecek, kendisine kurban denilebilecek türden olmasını gerektirir. Bu da, kurbanın tam ve eksiksiz olmasına gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

16- Av Hayvanlarının Yumurtaları Telef Edilirse:

Devekuşu yumurtasında, Mâlik'e göre büyükbaş hayvanın kıymetinin onda biri ceza olarak verilir. Mekke güvercinleri yumurtası karşılığında ise yine ona göre, bir koyunun kıymetinin ondabiri ceza olarak verilir. İbnü’l-Kasım der ki: Yumurtada yavru bulunması ile bulunmaması arasında yumurtanın kınlısından sonra yavru canlı olarak çıkmadığı sürece- değişen birşey olmaz. Şayet -yumurtadan canlı çıkarsa, o kuşun büyüğünün cezası gibi tam ceza ödemesi gerekir. İbnü'l-Mevvâz, âdil iki kişinin vereceği hükme göre ceza verilir, demektedir.

İlim adamlarının çoğunluğu ise, her kuşun yumurtasına karşılık kıymetinin ceza olarak verileceği görüşündedirler. İkrime, İbn Abbâs'tan, o, Kâ'b b. Ucre'den, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ihramlı bir kimsenin kırdığı devekuşu yumurtası hakkında, onun kıymetinin verilmesini hükme bağladığını rivâyet etmektedir. Bunu da Dârakutnî rivâyet etmiştir. Dârakutnî, II, 247.

Ebû Hüreyre'den de şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Herbir devekuşu yumurtasına karşılık ya bir gün oruç tutulur yahut bir yoksula yemek yedirilir." Dârakutnî, II. 249.

17- Davarlardan Benzeri Bulunmayan Av Hayvanları:

Serçe ve fil gibi benzeri bulunmayan av hayvanlarına gelince, bunların et olarak kıymetleri yahut bunun dengi yiyecek verilir. Bunların avlanmalarından gözetilen maksatlar ise nazar-ı itibara alınmaz. Çünkü, misli bulunanlar hakkında nazar-ı itibara alınan husus, onun mislinin kurban edilmesidir. Şayet misli yoksa, o takdirde gasb ve benzeri hususlarda olduğu gibi, kıymet onun yerini tutar. Çünkü insanlar, bu hususta iki görüş benimsemişlerdir. Kimisi bütün av hayvanlarında kıymeti nazar-ı itibara alır ve kimisi de yalnızca davarlardan benzeri bulunmayan hayvanlar hakkında kıymet verileceğini kabul eder. İşte bu husus, aynı zamanda misli bulunmayan avlar hakkında kıymetin muteber olacağı üzerinde icmaı da İhtiva etmektedir.

Fil hakkında, denildiğine göre, iki tane hörgücü bulunan büyük bir hecin devesi kurban edilir.

Hecîn develeri ise Horasanda olup beyaz tüylüdürler. Şayet bu develerden hiç bulunamıyor ise, o takdirde onun kıymeti kadar yiyeceğe bakılır ve bu kadar yiyeceği yoksullara yedirmesi gerekir. Bu hususta yapılacak uygulama ise şöyledir: Fü\ bir kayığa bindirilir. Bu kayığın suya ne kadar geçeceğine bakılır. Daha sonra fi) kayıktan çıkartılır, kayığa filin indirdiği sınıra ininceye kadar yiyecek (buğday ve benzeri yiyecekler) doldurulur. İşte, yiyecek bakımından onun dengi budur. Şayet kıymetine bakılacak olursa, şüphesiz ki, kemikleri, dişleri dolayısıyla büyük bir değeri vardır. O takdirde fidye olarak verilecek yiyecek de artar. Bu ise bir zarardır.

18- Âdil İki Kişinin Hükmü:

Yüce Allah'ın:

"İki âdil kimsenin hükmü ile..." âyeti ile ilgili olarak Mâlik, Abdulmelik b. Kurayb'den, o, Muhammed b. Sîrîn'den rivâyet ettiğine göre, bir adam Ömer b. el-Hattâb;a gelip şöyle demiş: Ben ve bir arkadaşım bir dağ yolu ağzına kadar iki atla yarıştık. İkimiz de İhramlı olduğumuz halde bir ceylan öldürdük. Görüşün nedir?

Ömer, yanındaki adama şöyle dedi: Gel de seninle beraber bu işe hüküm verelim. Hakkında bir keçi kurban etmesini hükme bağladılar.

Adam giderken şöyle diyordu: Şu Emiru'l-mü’minin olacak adama bakınız. Yanına onunla birlikte hüküm vermek üzere bir başka adamı çağırmayıncaya kadar bir ceylan hakkında hüküm veremiyor. Ömer b. el-Hattâb adamın bu sözünü işitince onu çağırdı ve el-Mâide sûresini biliyor musun diye sordu. Adam: Hayır deyince, bu sefer: Peki benimle beraber hüküm veren adamın kim olduğunu tanıyor musun, diye sordu, adam yine: Hayır deyince Hazret-i Ömer şöyle buyurdu: Eğer bana el-Mâide Sûresi'ni bildiğini söylemiş olsaydın, canını acıtacak kadar seni döverdim. Sonra şöyle dedi: Muhakkak yüce Allah Kitabında:

"İki âdil kimsenin hükmü ile öldürdüğü hayvanın benzeri Kâ’be’ye ulaştırdacak bir hayvan kurban etmektir" diye buyurmaktadır. Bu adam da Abdurrahman b. Avf'dır.

19- Hakemlerin İttifak Etmeleri ve Görüş Ayrılıklarının Etkisi:

İki hakem ittifak edecek olursa, verdikleri hükmün yerine getirilmesi gerekir. el-Hasen ve Şâfiî böyle demiştir. Şayet ihtilâf edilirse onlardan başka hakem aranır. Muhammed b. el-Mevvâz der ki: İki hakemin görüşünden daha yüksek bir görüş almaz. Çünkü bu, hakem tayini olmaksızın bir uygulama olur. Aynı şekilde eğer hakemler hükme bağlayacak olurlarsa, hilkat bakımından benzeri olan davan bırakıp yemek yedirme cihetine gitmez, Çünkü, artık bu yerine getirilmesi gereken bir husus olmuştur. Bunu da İbn Şaban söylemiştir.

İbnü'l-Kasım ise der ki: Eğer avı öldürmüş olan kişi, öldürdüğü hayvanın davarı bırakıp benzerini hükme bağlamalarını istemişse, onlar da böyle yapmış İseler, o da bunu bıraksp yemek yedirme yolunu seçecek olursa, câiz olur.

İbn Vehb -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de, "el-Utbiyye" de şöyle demektedir: Hakemlik edeceklerin, avı öldüreni muhayyer bırakmaları sünnettir. Nitekim, yüce Allah'ın onu: "Kâ'be'ye ulaştıracak bir hayvan kurban etmektir, yahut keftareti, düşkünlere yemek yedirmektir veya bunun dengi oruç tutmaktır"dan birisini seçmekte muhayyer bıraktığı gibi.

Eğer o3 kurban göndermeyi tercih edecek olursa, hakemler de kendi görüşlerine göre öldürdüğü av hayvanına denk düşecek yemek yedirme veya bunun dengi oruç tutmak ile öldürdüğü hayvanın dengi bir koyun olup olmamasını gözönünde bulundurarak hüküm verirler. Çünkü koyun, kurbanın asgarisidir. Şayet, öldürdüğü hayvanın dengi koyuna ulaşamıyor ise, o takdirde buna karşılık yemek yedirme hükmünü verirler, sonra da bu miktan yoksullara yedirmesi, yahutta bunun yerine her bir mud karşılığında bir gün oruç tutması arasında muhayyer bırakılır. Mâlik de el-Müdevvene’de böyle demiştir.

20- Öldürülen Avlara Karşılık Geçmişte Belirlenmiş Cezalar Nazarı İtibara Alınır mı?

Hakkında âdil kişilerin hüküm verdiği olsun olmasın, her meselede yeniden hüküm verilir. Şayet ashâb-ı kiramın vermiş olduğu av hayvanlarının cezalarını kabul edip, onların hakemlikleriyle yetinecek olursa bu güzel bir şeydir.

Mâlik'ten rivâyet olunduğuna göre, Mekke güvercinleri, yaban eşekleri, ceylan ve devekuşu müstesna, diğerlerinde yeniden âdil kişilerin hükümlerine başvurmak gerekir. Bu dört hayvanda ise, geçmişteki seleflerin verdikleri hükümlerle yetinilir.

21- Avı Öldürmüş Olan (Cani) Hakemlik Yapabilir mi?

Avı öldürmüş olanın ikt hakemden birisi olması câiz değildir. Ebû Hanîfe de bu görüştedir. Şâfiî ise iki görüşünden birisinde şöyle demektedir: Cani, iki hakemden birisi olabilir.

Ancak bu, onun bir parça müsamahakârca verdiği bir hükümdür. ÇünküT âyetin zahiri bir cani ile iki hakemin ortada olmasını gerektirmektedir. Sayılardan birisini kaldırmak, zahiri ıskat etmektir, manayı da ifsad etmektir. Çünkü kişinin kendi lehine hüküm vermesi câiz değildir. Şayet bu câiz olsaydı, o takdirde kendisi bu iş için yeterli olur, başkasına da ihtiyaç olmazdı. Zira bu, kendisiyle Allah arasında vereceği bir hükümdür. Onun yanına ikinci bir kişinin katılması ise, bu hükmün bağımsız iki kişi tarafından verilmesi gerektiğine delildir.

22- Bir Topluluk Tek Bir Av Hayvanını Öldürürse:

İhrama girmiş bir topluluğun, tek bir avın öldürülmesine katılmaları haliyle ilgili olarak Mâlik ve Ebû Hanîfe : Bunların herbirisi tam bir ceza öder demektedir, Şâfiî ise şöyle der: Ömer ve Abdurrahman (radıyallahü anh)'ın bu konudaki hükümleri dolayısıyla hepsine tek bir keffaret düşer.

Dârakutnî'nin rivâyetine göre, İbn ez-Zubeyr'in azatlı köleleri, yanlarından geçen bir sırtlana asalarını fırlatıp atarlar. Sırtlana isabet ettirmeleri üzerine içten içe rahatsız olurlar. (Daha önce bir sahabiye sormuş, o da herbirinin ayrı birer keffârette bulunacağını onlara söylemişti). Sonra İbn Ömer'e giderek ona durumu anlatırlar, o da şöyle der: Hepinize bir koç düşer. Onlar: Herbirimize mi bir koç düşer, deyince o: Size böyle denilmek suretiyle gerçekten aleyhinize olmak üzere iş sıkı tutulmuş. Hepinize bir koç düşer, diye cevap verir. Dârakutnî, II, 250

Yine İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre, o, bft sırtlan öldürmüş bir topluluk hakkında: Hepsine bir koç düşer. Onlar bunu kendi aralarında paylaşırlar, demiştir. Dârakutnî, II, 250.

Delilimiz ise, yüce Allah'ın:

"İçinizden kim onu bilerek öldürürse, cezası iki âdil kimsenin hükmü ile öldürdüğü hayvanın benzeri... bir hayvan kurban etmektir" âyetidir. İşte bu, av öldüren herkese yönelik bir fritabtır. Avı öldürmeye katılanların herbirisi ise, tam ve eksiksiz bir canın katilidir. Buna delil de bir kişiyi öldüren bir topluluğun o kişi karşılığında öldürülmesidir. Eğer bu böyle olmasaydı onlara kısas gerekmezdi. Bu durumda bütün katillere kısas uygulamanın vücubunu, biz de, onlar da icma halinde söylemiş bulunuyoruz. O halde bizim dediğimiz sabit olmaktadır.

23- îkram Olmayanların Harem Bölgesinde Av Hayvanları öldürmeleri:

Ebû Hanîfe der ki: Hepsi de ihramlı olmayan, harem bölgesinde bulunan bir topluluk, orada bir av hayvanı öldürecek olurlarsa, ihramlı kimselerin Harem bölgesi içerisinde veya dışında öldürmeleri halinin aksine tek bir ceza ödemekle yükümlü olurlar. Çünkü, Un ramlılar için) durumda herhangi bir farklılık olmaz.

Mâlik ise der ki: Onların herbirisi için tam bir ceza sözkonusudur. Bu da bir kimsenin Harem bölgesine girmekle birlikte ihranılı bir kişi olması esasına binaendir. Tıpkı bir kimsenin ihram için telbiye getirmesiyle ihrama girmiş kabul edildiği gibi. BU iki fiilden herbirisi o kişiye, bir yasağın kendisine taalluk ettiği bir nitelik kazandırmıştır. Bu kişi de bu haliyle (yani avı öldürmesiyle) her iki halde de bu yasağı çiğnemiş olur,

Ebû Hanîfe'nin delili de, Kadı Ebû Zeyd ed-Debûsİ'nin zikrettiğine göre şöyledir: Buradaki sır şudur: İhramda cinayet ibadete karşı bir cinayettir. Onlardan her birisi ayrı ayrı kendi ihramına ait bir yasağı işlemiştir. İhramlı bir kimse Harem bölgesinde bir av hayvanını öldürecek olursa, öldürülmemesi gereken bir canı öldürmüş olur ve böylelikle bu, bir topluluğun bir canı öldürmesi gibi olur. O takdirde, onların herbirisi bir canı öldürmüş demek olur. Bu durumda da hepbirlikte kıymetini ortaklaşa öderler.

İbnü’l-Arabî der ki: Ebû Hanîfe delil itibari ile bizden daha güçlüdür. Bizim ilim adamlarımız bu delili küçümserler ama, bizim için bundan ayrılmak zordur.

24- Kâ'be'ye Ulaştırılacak Kurban:

Yüce Allah'ın:

"Kâ'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" âyetinin anlamı şudur: Her iki hakem de eğer kurban kesilmesi hükmünü verecek olurlarsa, bu kurbana hediye kurbanına uygulandığı gibi işaret koyma, gerdanlık koyma işlemleri yapılır ve Harem dışındaki bölgeden Mekke'ye gönderilir, o kurbanlık orada kesilerek orada sadaka olarak dağıtılır. Çünkü Yüce Allah'ın:

"Kâ'beye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" âyeti bunu gerektirmektedir.

Burada muayyen olarak kastedilen Kâ'be değilir Çünkü hediye kurbanı oraya ulaşamaz. Zira Kâ'be Mescid-i Haramın içindedir. Maksat, Harem bölgesidir, bu hususta görüş ayrılığı yoktur.

Şâfiî de der ki: Gönderilecek hediye kurbanının mutlaka haremin dışındaki bölgeden gönderilmesi gereği yoktur. Çünkü, küçük av hayvanına karşılık, küçük hediye göndermek gerekir. O takdirde bu hediye Haremden satın alınır ve orada hediye olarak verilir.

25- îhramhyken Avlanmanın Keffâreti Olarak Yoksullara Yemek Yedirmek:

Yüce Allah'ın:

"Yahut keffareti düşkünlere yemek yedirmektir" âyetinde sözü geçen keffâret, avlanmanın keffare tidir. Hediye kurbanının yerine bir keffâret değildir. İbn Vehb der ki: Mâlik dedi ki: Av hayvanı öldüren kişi hakkında işittiklerimin en güzeli, o konuda avlanan aleyhine şu şekilde hüküm verilmesidir: Öldürdüğü av hayvanına kıymet biçilir. O değerde ne kadar yiyecek alınabileceğine bakılır. Her bir yoksula bir mud yedirilir, yahut her bir mud karşılığında bir gün oruç tutar.

İbnü’l-Kasım da Mâlik'Een naklen şöyle demektedir: Eğer Öldürülen av hayvanına dirhem türünden kıymet biçilecek olursa, sonra da bununla yiyecek olarak ne alınacağı tesbit edilirse bu da onun için yeterlidir. Ancak doğrusu birincisidir. Abdullah b. Abdulhakem de onun gibi demiştir.

Yine, Abdullah b. Abdulhakem, Mâlik'ten şöyle dediğini nakletmiştir: Av öldüren, bu üç hususta muhayyerdir. Yani, İster maddi imkânı bulunsun ister bulunmasın, hangisini yaparsa onun için yeterlidir. Atâ ve fukahânın Cumhûru da bu görüştedir. Çünkü "veya, yahut" gibi anlamlara gelen; (........) muhayyerlik ifade eder.

Mâlik der ki: Şanı yüce Allah'ın Kitabında keffâretler hakkında; şu veya şu denilen her hususta sahibi muhayyerdir. Bunların hangisini yapmak isterse yapabilir

İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivâyet edilmektedir: îhramlı bir kimse, bir ceylan veya ona benzer bir hayvan öldürecek olursa, Mekke'de kesilmek üzere bir koyun kurban eder. Eğer bulamayacak olursa, altı yoksula yemek yedirir. Yine bulamayacak olursa üç gün oruç tutması gerekir. Şayet bir dağ keçisi veya onun gibi bir av hayvanı öldürecek olursa, bir inek kurban etmesi gerekir Bulamayacak olursa, yirmi yoksula yemek yedirir. Eğer bulamayacak olursa, yirmi gün oruç tutar, Şayet bir devekuşu yahut bir eşek öldürecek olursa, büyükbaş hayvan kurban etmesi gerekir. Bulamadığı takdirde otuz yoksula yemek yedirir. Yine bulamayacak olursa, otuz gün oruç tutar. Yoksullara yemek yedirme miktarı ise, doymaları için herbirisine birer mud verilir.

İbrahim en-Nehaî ve Hammâd b. Seleme de böyle demişlerdir. Onlar derler ki: "Yahut keffareti yemek yedirmektir" âyeti, kurban bulamadığı takdirde yemek yedirir, demektir. et-Taberî de İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: îhramlı bir kimse bir av hayvanı öldürecek olursa onun hakkında onun karşılığım ceza olarak vermesi hükme bağlanır. Eğer onun karşılığını bulabilecek olursa, onu keser ve sadaka olarak dağıtır.

Şayet, yanında onun karşılığını alacak para yoksa, karşılığına dirhem cinsinden kıymet biçilir. Sonra, dirhemlerle ne kadar buğday alınacağı tesbit edilir. Ondan sonra da herbîr yarım sa' karşılığında bir gün oruç tutar.

Yine İbn Abbâs der ki: Yemek yedirmekle orucun durumu açıklanmak istenmiştir. Yemek yedirme imkânı bulamayan bir kimse, elbette onun karşılığını bulabilir. Bunu, ayrıca es-Süddî'den de senediyle kaydetmektedir. Fakat bu görüş, âyetin zahiri ile tearuz, çatışma, halindedir ona uygun düşmemekîedir.

26- Öldürülen Hayvanın Kıymeti Ne Zaman Nazarı İtibara Alınır?

İlim adamları, telef edilen hayvanın nazar-ı itibara alınacağı zamanı tesbitte farklı görüşlere sahiptir. Bir gurup, hayvanın telef edildiği gün nazar-ı itibara alınır derken, başkaları da bunun cezasını vereceği gün nazar-ı itibara alınır, demektedir.

Başkaları da; telef eden, hayvanı telef ettiği günden hükmün verileceği güne kadar iki değerden hangisi daha fazla ise onu yerine getirmek zorundadır, derler

İbnü'l-Arabî ise der ki: Bizim ilim adamlarımız da onlar gibi ihtilaf etmişlerdir. Doğru olan ise, avı telef ettiği günkü kıymeti ödemekle yükümlü olduğudur. Buna delil de şudur: O hayvanın varlığı, aleyhine telef olunana ait bir hak idi. Telef eden onu ortadan kaldırdığına göre, misli ile onu var etmek zorundadır. Bu da o hayvanı telef ettiği vakittir.

27- Öldürülen Av Hayvanının Keffâreti Nerede Yerine Getirilir?

Eğer kelfâret kurban şeklinde verilecekse, bunun mutlaka Mekke'de olması gerektiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Çünkü yüce Allah:

"Kâ'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" diye buyurmaktadır.

Yemek yedirmek hususunda ise, Mekke'de mi olur, yoksa hayvanın öldürüldüğü yerde mi, olur hususunda Mâlik'in farklı görüşleri gelmiştir Şâfiî, bunun Mekke'de olacağı görüşünü benimsemiştir. Atâ ise der ki: Eğer ceza, kan (kurban) yahut yemek yedirmek şeklinde ise Mekke'dedir. Orucu da dilediği yerde tutabilir. Oruç hususunda Mâlik'in görüşü de budur, bu hususta görüş ayrılığı yoktur.

Kadı Ebû Muhammed Abdulvehhâb der ki: Oruç müstesna, avlanma cezasından herhangi birisini Harem bölgesi dışına çıkarmak câiz değildir.

Hammâd ile Ebû Hanîfe ise derler ki: Kayıtsız ve şartsız olarak av hayvanını öldürdüğü yerde keffârette bulunur

Taberî de şöyle demektedir: Mutlak olarak dilediği yerde keffârette bulunur. Ebû Hanîfe'nin görüşünün kıyas açısından İzah edilir bir tarafı olmadığı gibi, bu hususta herhangi bir rivâyette yoktur.

Dilediği yerde oruç tutar, diyenlerin görüşüne gelince, oruç, oruç tutana has bir ibadettir. O bakımdan diğer keffâretler dolayısıyla ve başka sebeplerle oruç tutmakta olduğu gibi her yerde olabilir.

Yemek yedirmenin Mekke'de olması gerektiğine gelince, çünkü yemek yedirmek, hediye kurbanına bedeldir veya onun benzeridir. Hediye kurbanı ise Mekke yoksullarının bir hakkıdır. Bundan dolayı onun bedeli veya benzeri de Mekke'de olmalıdır.

Her yerde olur, diyenlerin görüşüne gelince, onlar bu hususta hertürlü yemek yedirme ve fidyeyi nazar-ı itibara alırlar. O bakımdan bunun her yerde yapılmasını câiz kabul ederler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

28- Avlanma Keffâreti Olarak Oruç Tutmak:

Yüce Allah'ın: "Veya bunun dengi oruç tutmaktır" âyetinde geçen "Denk" kelimesinin "ayn' harfi üstün de esreli de okunabilir. Bunu, el-Kisâî söylemiştir, el-Ferrâ' der ki: Bu kelimenin "ayn" harfi esreli okunursa onun cinsinden benzeri demektir. Üstün okunursa, başka cinsten onun benzeri anlamına gelir. Bu görüş el-Kisaî'den nakledilmektedir. O bakımdan, konuşma esnasında; "Yanımda senin dirhemlerinin dengi, benzeri dirhemler vardır" derken, "ayn" harfi esreli söylenir. Buna karşılık; Yanımda senin dirhemlerine denk elbise vardır," denildiği zaman da "ayn" harfi üstün olarak söylenir. Ancak, el-Kisaîden sahih olan rivâyet, her ikisinin de birer söyleyiş olduğu şeklindedir. Basralıların görüşü de budur. Orucun yemeğe denkliği ise, sayıdan daha yakın bir şekilde düşünülemez.

Mâlik der ki: Her mud için bir gün oruç tutar. İsterse bu iki yahut üç aydan fazlasına tekabül etsin. Şâfiî de bu görüştedir.

Bizim mezhebimiz âlimlerinden Yahya b. Ömer de der ki: Bunun yerine şöyle denilir: Bu avla kaç kişi doyabilir? Böylelikle onla doyacak insan sayısını öğrenir. Sonra: Bu sayıdaki kişiye ne kadar yemek (buğday) yeter diye sorar. Ondan sonra dilerse bunu yiyecek olarak çıkarıp verir, dilerse bu yiyeceğin (buğdayın) mud miktan kadar oruç tutar. Bu ise, ihtiyatı gözönünde bulunduran güzel bir görüştür. Çünkü kimi zaman av hayvanının yiyecek türünden kıymeti az olabilir. Bu uygulama ile yemek yedirme miktan da çoğalmış olur.

İlim ehli arasından kimisi de ceza orucunun iki ayı geçmeyeceği görüşündedir. Bunlar derler ki: Çünkü iki ay kefaretlerin en üst sinindir. İbnü’l-Arabî de bunu tercih etmiştir. Ebû Hanif'e de (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) şöyle der; Rahatsızlık dolayısıyla oruç tutma fidyesi nazar-ı İtibara alınarak, her iki mud karşılığında bir gün oruç tutar.

29- Bu Ceza Yaptığının Vebalini Tatması İçindir:

Yüce Allah'ın:

"Tâ ki, ettiğinin vebalini tatmış olsun" âyetinde yer alan "tatmak", istiare yoluyla kullanılmıştır. Yüce Allah'ın:

"Tat Çünkü sen, aziz ve kerim imişsin" (ed-Duhân, 44/49);

"Allah da onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı" (en-Nahl, 16/112) âyetinde olduğu gibi, "Tatmak" ise, gerçekte tat alma duyusu olan dil ile olur. Burada tatmak, bütün bu âyetlerde istiare yoluyla kullanılmıştır, "Kim, Rabb olarak Allah'tan razı olursa, imanın tadını almış olur" Müslim, Îman 56; Tirmizî, Îman 10; Müsned, I, 208. hadisindeki tatmak da bu kabildendir.

Vebal; kötü akıbet demektir. (Aynı kökten gelen): Vebil mer'a ise, yenilmesinden sonra rahatsızlık veren mer'adır. Vebil yiyeyecek İse, ağırlık veren ve ağır gelen yiyecek demektir. Şairin şu mısra) da bu kabildendir:

"Açın düşmanlık eden ve oldukça ağır bir yiyeceği andıran

bir yaşlı adamın hanımı..."

Yüce Allah burada "ettiği" ile bütün halini İfade etmiştir.

30- Geçmişi Allah Affetmiştir. Tekrar Bu İşe Dönenden de Allah İntikam Alacaktır:

Yüce Allah'ın:

"Allah geçmiştekileri bağışlamıştır" âyeti, cahiliye döneminizde iken av hayvanını öldürmenizi bağışlamıştır, demektir. Bu açıklamayı Atâ b. Ebi Rabalı ile, bir topluluk yapmıştır.

Keffâret ile ilgili hükmün nüzulünden öncekileri bağışlamıştır, anlamında olduğu da söylenmiştir, "Fakat kim bir daha böyle yaparsa" yani, kim bir daha bu yasaklanan işi işleyecek olursa, "Allah ondan" keffâret ile "intikam alır." "Allah ondan İntikam alır" âyetinin anlamı hakkında şöyle de denilmiştir: Yani, eğer bu işi helal belleyerek yapmışsa, Allah âhirette ondan intikâm alır ve zahir hükme göre de keffârette bulunur.

Şurcyh İle Saîd b. Cübeyr derler ki: İlk defasında onun aleyhinde keftâret hükmü verilir. Bir daha tekrarlayacak olursa, hakkında hüküm vermez, ona: Git, Allah senden intikamım alacaktır, denilir. Yani, senin günahın keffâret ile bağışlanmaktan daha büyük bir şeydir. Tıpkı yalan yere kastı olarak yapılan yeminin (yemin-i facirenin) ilim ehlinin çoğunluğuna göre günahının büyüklüğünden Ötürü keffâret siz oluşu gibi. Verâ ve takva sahipleri, ise, keffârette bulunmak yoluyla Allah'ın intikamından sakınmaya çalışırlar.

İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Böyle bir kimse bir daha tekrar bu işi yapacak olursa, ölünceye kadar sırtına kamçı vurulur. Zeyd b. el-Mualla’dan da rivâyet olunduğuna göre, adamın birisi ihramlı iken bir av hayvanı öldürdü. Bu durumu affolunduktan sonra bir daha aynı işi tekrarladı, Bunun üzerine yüce Allah gökten bir ateş indirdi ve o ateş o kimseyi yaktı. İşte bu da ümmet ve haddi aşan kimselerin masiyetten uzak durmaları için bir ibrettir.

Yüce Allah'ın:

"Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir" âyetinde geçen

"mutlak galip: aziz" âyeti mülkünde güçlüdür. Kimse ona zarar veremez ve istediğini yapar, ona karşı konulamaz demektir.

"İntikam sahibidir", dilediği takdirde kendisine karşı gelenlerden, isyankârlardan intikam alır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç