46
Ardlarından da izletince,
kendinden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu Îsa'yı gönderdik.
Biz ona, içinde hidayet ve nûr bulunan İncil'i de -kendinden önce inen
Tevrat'ı doğrulayıcı, takva sahipleri için bir hidayet ve öğüt olmak
üzere-verdik.
Âyetin tefsiri için bak: 47
47
İncil sahipleri de Allah'ın
onda indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte
onlar, fasıkların tâ kendileridir.
"Ardlarından da İzletince, kendinden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak
Meryem oğlu Îsa'yı gönderdik."
Yani Biz,
Îsa'yı onların izletince gönderdik. Bunlardan kasıt ise, Allah'a teslim
olmuş olan peygamberlerdir.
Hazret-i Îsa, kendisinden önce indirilmiş bulunan Tevrat'ı tasdik etmişti.
Yani, Tevrat'ı hak bir kitap olarak kabul
etmişti. Onu neshedici bir hüküm gelinceye kadar Tevrat gereğince amel
etmenin vacib olduğunu kabul etmişti.
"Doğrulayıcı olarak"
kelimesi, Hazret-i Îsa'dan hal olmak üzere
mansub'dur.
"İçinde hidayet... bulunan"
kelimesi ise mübteda olmak üzere merfu'dur.
"Ve nûr"
kelimesi ise ona atfedilmiştir.
"Doğrulayıcı olmak üzere"
ise, iki şekilde anlaşılabilir. Bunun Hazret-i
Îsa'ya ait kabul edilerek, ilk geçen
"doğrulayıcı olarak"
kelimesine atfedilmesi mümkün olduğu gibi,
İncil için hal olarak kabul edilmesi de mümkündür. O takdirde ifade şöyle
anlaşılmalıdır: Biz ona, içinde hidâyet ve nûr bulunan ve doğrulayıcı olmak
üzere İncil'i verdik.
"Bir hidayet ve öğüt olmak üzere"
kelimeleri, daha önce geçen
"doğrulayıcı"
kelimesine atfedilmiştir.
Yani, hidâyete ileten ve öğüt olan
(bir kitap.) olarak.
"Takva sahipleri için"
âyetinde özellikle zikredilmeleri öğüt ve
hidâyetten yararlananların onlar olacağından dolayıdır,
"Hidayet ve öğüt"
kelimelerinin daha önce geçen:
"İçinde hidayet ve nûr bulunan"
âyetine atfedilmiş olmaları da mümkündür.
Yüce Allah'ın:
"İncil sahipleri de Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsin"
âyetindeki fiili,
el-A'meş ve
Hamza, baştaki "lâm" harfini,"lâm-ı
key" olmak üzere mansub, diğerleri ise emir lâm'ı olmak üzere fiili cezm ile
okumuşlardır.
Birinci okuyuşa göre buradaki "lâm",
yüce Allah'ın;
"ona... verdik"
âyetine taalluk eder ve bu durumda durak câiz
olmaz. Yani, Biz ona İncili, kendisine îman
edenler, Allah'ın o İncil'de indirdikleri gereğince hükmetsinler diye
indirdik, demek olur.
Baştaki bu
"lâm" harfini emir
"lâm"i olarak okuyanların kıraatine göre
ise, bu da yüce Allah'ın:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet"
(el-Mâide, 5/49) âyetini andırmaktadır. O
bakımdan bu, yeni bir cümle (istinaf) gibi
olup, bir yükümlülük ifade eder, Yani,
İncii sahipleri, onunla hükmetsinler.
Bu da, o dönemde sözkonusu idi.
Ama şimdi (yani Kur'ânın nüzulünden sonra)
o, nesh olmuştur.
Şöyle de denilmiştir: Bu,
hıristiyanlara şu andan itibaren, Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a
îman etmeleri için verilmiş bir emirdir. Çünkü İncil'de ona îman etmeyi
vacip kılan hükümler vardır. Nesh ise, Usulü'd-Din’de
(itikadı hükümlerde ), de fer’i hususlarda
düşünülebilir.
Mekkî der ki: Tercih edilen
okuyuş, tîilin cezm ile okunmasıdır. (Yani,
baştaki "lâm'ın emir "lâm"ı olmasıdır). Çünkü cemaat
(çoğunluk) bu görüştedir Diğer taraftan
ondan sonraki tehdit ifadeleri de, yüce Allah'ın
tncil sahipleri için bağlayıcı bir emir verdiğine delalet etmektedir,
en-Nehhâs der ki: Kanaatimce doğru olan her ikisinin de güzel birer
kıraat olduklarıdır. Çünkü şanı yüce Allah,
ne kadar kitap indirmiş ise, mutlaka gereğinci amel olunsun diye indirmiş ve
o kitabın içindeki hükümler gereğince amel edilmesini emretmiştir.
Dolayısıyla,'aynı anda her iki kıraat de sahihtir.
48
Biz sana Kitabı hak ile
-kendinden önce indirilen kitapları doğrulayıcı ve onlara karşı bir şahid
olmak üzere- İndirdik. O-halde, aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet.
Sana gelen hakkı bırakıp onların heveslerine uymaleyhisselâmizden herbiriniz
için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, elbette
hepinizi bir ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği ile sizi imtihan etmek
istedi. Öyleyse, hayırlı işlere koşuşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Ve O,
hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Yüce Allah'ın:
"Biz sana"
âyetinde hitab,
Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'adır.
“Kitabı"
Kur'ân-ı Kerîmi,
"hak ile"
hak emir ile
"Kendinden önce İndirilen kitapları"
Maksat, kitapların cinsi
(türü) dir.
"Doğrulayıcı"
âyeti, haldir.
"Ve onlara karşı bir şahid"
onların üstünde ve onlardan yukarda
"olmak üzere indirdik."
İşte bu, sevabın çokluğu bakımından Kur'ân-ı
Kerîmin faziletinin üstünlüğüne delalet ettiğini kabul edenlerin görüşüne
delil teşkil etmektedir.
Nitekim daha önce el-Fâtiha
sûresinde (faziletlerine dair bölümde) buna
işaret edilmişti Bu, aynı zamanda İbnül-Hassar'ın "Şerkü's-Sünne adlı
eserindeki tercihidir. Yine onun bu naklettiklerini biz de
"Şerhü'l-Esmai't-Hüsnâ" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Allah'a hamd
olsun.
Katade der ki: el-Müheymin kelimesinin anlamı, şahidlîk edendir.
Koruyucu demek olduğu da söylenmiştir. el-Hasen,
doğrulayıcı demektir, der. Şairin şu beyiti de bu kabildendir:
"Şüphesiz ki, Kitab
Peygamberimize bir muheymin'dir
(şahid ve doğrulayıcıdır)
Hakkı ise, özlü. akıl sahipleri
bilir
İbn Abbâs der ki: Burada "müheymin" kendisine güvenilen demektir.
Saîd b. Cübeyr der ki: Kur'ân-ı kerim,
kendisinden önceki kitaplar hususunda güven duyulan bir kitaptır.
İbn Abbâs ve yine
el-Hasen şöyle demektedir: Müheymin,
güvenilir (emin) demektir.
el-Müberred der ki: Bu kelimenin aslı olup bunun hemzesi, "he"ye
değiştirilmiştir. Nitekim, Suyu döktüm derken, hemze yerine "he"
kullanılarak, denilir. ez-Zeccâc da
böyle demiştir, Ebû Ali de böyle demiştir.
Bu kelimenin
(ibdalden sonra) çekimi şu şekilde yapılır:
Îsm-i faili de şeklinde güvenilir, güven duyulan anlamında olur.
el-Cevherî der ki: Bu kelime, başkasına korkudan yana emniyet ve
güvenlik veren kimse demektir. Bunun aslı ise, iki hemzeli olarak;
şeklindedir İkinci hemze, iki hemze yanyana
gelmesi hog olmadığından dolayı "ye"
harfine dönüştürülünce; şeklinde olmuştur. Daha sonra da birinci hemze
"he"ye inkilab etmiştir. Nitekim, Suyu döktü, denilin
(Ve hemze ile "he" harfleri biri diğerinin yerine
kullanılır) Bir şeye koruyuculuk yaptığı takdirde; denilir, ism-i
faili de; şeklinde gelir. Bu açıklamalar Ebû
Ubeyd'den nakledilmiştir.
Mücahid ile İbn Muhaysın, bu kelimeyi "müheymen" şeklinde, "mim"
harfini üstün olarak okumuşlardır. Mücahid
der ki; Yani,
Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a Kur'ân hususunda güven duyulur. O, bu
hususta güvenilir kimse demektir.
Yüce Allah'ın:
"O
halde aralarında Allah'ın İndirdiği ile hükmet"
âyeti, kitaptaki hükümler
gereğince hükmetmeyi farz kılmakladır. Bunun,
yüce Allah'ın:
"Aralarında hükmet, ya da onlardan
yüzçevir"
(el-Mâide, 5/42)
âyetindeki muhayyerliği nesh edici olduğu da söylenmiştir.
Bu âyetteki bu âyetin vucub
ifade etmediği de söylenmiştir. Âyetin anlamı: Dilersen aralarında hükmet,
şeklindedir. Zira, kâfirler zimmet ehlinden olmadıkları takdirde aralarında
hükmetmek bizim için farz değildir. Zimmet ehli hakkında ise, farklı
görüşler vardır ki, buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Bu âyet ile insanlar arasında
hükmetmenin kastedildiği de söylenmiştir. İşte, insanlar arasında hükmetmek,
onun üzerine bir farzdır.
Yüce Allah'ın:
"Onların heveslerine uyma"
âyetine dair açıklamalarımızı da iki başlık
halinde sunacağız.
1-
Hevâya Uymak Yasaktır:
Yüce Allah'ın:
"Onların heveslerine uyma"
âyeti şu demektir: Sana gelen hakkı bırakıp,
onların hevâ ve hevesleri gereğince, onların istekleri doğrultusunda iş
görme. Yani,
yüce Allah'ın Kur'ân-ı kerim'de hakka ve ahkâma dair beyanlar
gereğince hüküm vermeyi terk etme.
Ehvâ kelimesi, hevânın
çoğuludur. Hevâ kelimesi, ehviye şeklinde çoğul yapılmaz. Buna dair
açıklamalar daha önce el-Bakara sûresinde (2/87.
âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah Peygamberine,
kendisini çekmek istedikleri noktalarda onlara tabi olmayı yasaklamaktadır.
Bu da şu görüşte olanların sözlerinin batıl olduğuna delalet etmektedir:
Zimmilere ait şarabı telef eden bir kimsenin o şarabın kıymetini onlara
ödemesi gerekir. Bu sözün batıl olması ise, şarabın onlar için mal
olmamasından dolayıdır. Mal olmadığı İçindir ki, şarabı telef eden kimse
onun tazminatını ödemez. Zira, telef edenin onun tazminatını ödemekle
yükümlü tutulması, yahudilerin hevaları gereğince hüküm vermek demektir.
Oysa biz, onların hevalarına uymamakla emrolunmuşuzdur.
Yüce Allah'ın:
"Sana gelen hakkı bırakıp..."
sana gelen hakka rağmen... demektir.
2- Her
Bir Ümmefin Şerâtini ve Yolunu Belirleyen Yüce Allah'tır;
"Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik"
âyeti İse,
öncekilerin şeriatlerine bağlanmamak gerektiğine delâlet etmektedir, şirat
ve şeriat, kendisi vasıtasıyla kurtuluşa erişilen apaçık yol demektir.
Sözlükte şeriat: Kendisiyle suya ulaşılan yol demektir. Şeriat, Allah'ın
kulları için din diye indirdiği hükümlerdir. Onlara şeriat yaptı, yapar
demek, Sünnet, yasa yaptı, anlamındadır. Sâri' ise en büyük yol demektir.
Yine, şirat, yay kirişi demektir. Çoğulu da şeklinde gelir ise, çoğulun da
çoğuludur. Bu açıklamalar Ebû Ubeyd'den
nakledilmiştir, O halde bu kelime, müşterek bir lâfızdır.
Minhac ise, devam eden yol
demektir. Nehc ve menhec de aynı şeydir. Bunun anlamı da açık ve seçik olmak
demektir. Şair recez vezninde şöyle demiştir:
"Kimin bir şüpheai var ki, işte
bu Felç (adındaki nehirdir)
Oldukça tatlı bir su ve devam
edip giden bir yol."
Ebû'l-Abbas ile Muhammed b.
Yezid der ki: Şeriat yolun başı, rainhâc ise devam edip giden yol demektir.
İbn Abbâs,
el-Hasen ve diğerlerinden ise: "Bir şeriat ve bir yol" âyetini, bir
sünnet ve bir yol diye açıkladıkları rivâyet edilmiştir.
Âyet-i kerimenin anlamına
gelince: O, Tevrat'ı tevrat sahipleri, İncili incil sahipleri, Kur'ânı da
Kur'ân sahipleri için bir şeriat ve bir yol tayin etmiştir. Bunlar ise
şeriat ve ibadetlerde böyledir. Aslı teşkil eden tevhidde ise hiçbir ayrılık
sözkonusu değildir. Bu anlamda Katade'den
de açıklamalar rivâyet edilmiştir.
Mücahid ise der ki: Şir'at ve minhac,
Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın dinidir. O, bu din ile onun
dışındaki bütün dinleri nesh etmiştir.
Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah dileseydi, elbette hepinizi bir ümmet yapardı"
âyeti, sizin
şeriatinizi tek bir şeriat yapar, siz de hak üzere olurdunuz demektir.
Böylelikle yüce Allah, bu ayrılık
ile bir topluluğun îman etmesini, bir diğer topluluğun da küfre sapmasını
irade buyurduğunu açıklamaktadır.
Fakat O, size verdiği ile sizi
imtihan etmek istedi" ifadesinde, fiilin başındaki "key lâm"ına taalluk eden
hazf edilmiş ifade vardır. Yani, fakat O,
sizi denemek için sizin şeriatlerinizi çeşitli çeşitli kıldı, demektir.
İmtihan etmek
(ibtilâ) ise, denemek demektir.
Yüce Allah'ın:
"Öyle ise hayırlı işlere koşuşun":
İtaatleri işlemekte çabuk olun, demektir. Bu, farz olan ibadetleri erken
yapmanın onları ertelemekten daha faziletli olduğuna delildir. Farz
ibadetlerin, vaktin ilk demlerinde eda edilmesi gerektiği hususunda, namaz
müstesna bütün ibadetlerde bu bakımdan hiçbir görüş ayrılığı yoktur
Ebû Hanîfe, namazın tehir edilmesinin daha uygun olduğu görüşündedir,
Ancak, âyet-i kerimenin umum ifadesi ona karşı bir delildir. Bu açıklamayı
el-Kiyâ et-Taberî yapmıştır. Yine bu
âyette, yolculukta oruç tutmanın oruç açmaktan daha uygun olduğuna dair de
delil vardır. Bütün bu hususlara dair açıklamalar el-Bakara sûresinde
(2/183-184. ayetler, 4, başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
"Hepinizin dönüşü Allah'adır ve O, hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size
haber verecektir."
Yani,
hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecek ve böylelikle bütün
şüpheler zail olacaktır.
49
Onların hevâ ve heveslerine
uymayarak aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve Allah'ın sana
indirdiğinin bir kısmından seni vazgeçirirler diye sakın onlardan. Şayet
yüzçevirirlerse bil ki, bazı günahlarından dolayı Allah onları cezalandırmak
ister. Gerçekten insanların çoğu fasıktırlar.
Yüce Allah'ın:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet"
âyetine ve bunun,
Hazret-i Peygamberi
(hükmedip etmemek hususunda) muhayyer
bırakan âyeti neshedici olduğuna dair açıklamalar, daha önceden geçmiş
bulunmaktadır, İbnü'l-Arabî der ki:
Bu, büyük bir iddiadır. Çünkü, nesh'in şartlan dört tanedir. Bunlardan
birisi de hangisinin önce, hangisinin de sonra indiğini tesbit ederek nüzul
tarihini bilmektir. Bu iki âyet hakkında bilinmemektedir. O halde bunlardan
birisinin ötekini nesh ettiğini iddia etmeye imkân kalmamış ve böylelikle bu
emir olduğu halde kalmış bulunmaktadır.
Derim ki: Ebû Cafer en-Nehhâs'dan
bu âyet-i kerimenin nüzulünün daha sonra olduğuna dair açıklamayı zikretmiş
bulunuyoruz. Buna göre bu âyet-i kerîme nâsihtir. Şu kadar var ki, ifadede:
Dilediğin takdirde
"aralarında Allah'ın İndirdiği ile hükmet"
diye bir takdire gitme
hali müstesnadır. Çünkü, bundan önce
Hazret-i Peygamber'in bu hususta muhayyer olduğuna dair
açıklamalar geçmişti. Burada muhayyerlik ifade eden ibare, önceki âyetin
buna delâleti dolayısıyla hazfedilmiş bulunmaktadır. Bu hazfın sebebi ise bu
âyetin öncekine atfedilmiş olmasıdır. Buna göre muhayyerliğin hükmü, tıpkı
üzerine atfedilmiş olanın hükmü gibidir. Her ikisi de bu hususta
muhayyerlikte ortaktır. Sonraki âyet, öncekinden kopuk değildir. Kopuk
olursa bunun bir anlamı da olmaz, sahih de olmaz. O halde, buna göre
yüce Allah'ın:
"Aralarında Allah'ın İndirdiği ile hükmet"
âyetinin, daha önce
geçen:
"Eğer hükmedersen, aralarında adaletle hükmet"
(el-Mâide, 5/42) âyeti ile:
"Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, ya da
onlardan yüzçevir"
(el-Mâide, 5/42)
âyetlerine atfedilmiş olması kaçınılmazdır. Buna göre, buradaki:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet"
âyetinin anlamı şudur:
Sen, hükmedecek olursan ve hükmetmeyi tercih edecek olursan, bu şekilde
(yani adaletle) hükmet. O halde bütün bu
âyetler muhkem olur, mensuh değildir. Zira nâsih hiçbir zaman mensuba
atfedilmek suretiyle mensûhla irtibatlı olmaz.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın buna göre bu hususta muhayyer
bırakılması mensûh değil, muhkemdir. Bu açıklamayı Mekkî rahimehullah
yapmıştır
“Hükmet"
âyeti, nasb mahallinde ve: "Sana da Kitabı...
indirdik" âyetindeki Kitaba atfedilmiştir. Yani,
ve Biz sana, aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet diye hüküm indirdik.
Bunun da anlamı şudur: Yani, Allah'ın
Kitabında sana indirdiği gereğince aralarında hükmet demektir.
"Ve.., seni vazgeçirirler diye sakın onlardan"
âyetindeki;
"Sakın onlardan"
âyetinde yer alan ve
"onlar"
anlamına gelen "he ile mim" zamirinden
bedeldir. Bu, ya bedel-i istimaldir, veya
mef'ûlün leh'dir. Yani, seni sakındırmak
istiyecekleri için... demektir.
İbn İshâk'dan
nakledildiğine göre o, şöyle demiştir: İbn
Abbâs dedi ki: Aralarında İbn Suriya, Kâ'b b. Esed, İbn Salûbâ , Şâs
b. Adyy'in de bulunduğu yahudi ilim adamlarından bir topluluk bir araya
gelerek şöyle dediler: Gelin Muhammed'e gidelim Belki onu dininden
uzaklaştırabiliriz. Çünkü, o da bir insandır. Onun yanına gidip şöyle
dediler: Ey Muhammed, sen de bilirsin ki biz, yahudilerin bilginleriyiz.
Sana uyacak olursak, yahudilerden hiçbir kimse bize muhalefet etmez. Ancak
bizimle bir topluluk arasında bir anlaşmazlık vardır. Biz, onları da getirir
senin hükmüne başvururuz. Sen de sana îman etmemiz için bizim lehimize ve
onların aleyhine hükmet. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kabul
etmeyince, bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
el- Vahidî, Esbâbu Nüzüli'l-Kur'ân, S,200;
Süyûtî, ed-Dürru'l Mensur, III, 96-97.
(Burada, "vazgeçirmek" anlamı verilen) "fitnenin asıl anlamı, önceden
de geçtiği gibi denemek, sınamak demektir. Diğer taraftan bunun farklı
manalanda vardır. Burada yüce Allah'ın:
"Seni vazgeçirirler"
âyetinin anlamı, seni alıkoyarlar, geri döndürürler şeklindedir. Fitne, şirk
anlamına da kullanılır. Yüce Allah'ın:
"Fitne, katilden de büyüktür"
(el-Bakara, 2/217)
âyeti ile:
"Hiçbir fitne katmayıncaya kadar onlarla Savaşınız"
(el-Enfal, 8/39) âyetinde olduğu gibi. Yine
fitne, ibret anlamına da gelebilir Yüce Allah'ın
şu âyetinde olduğu gibi:
"Rabbimiz, bizi kâfirlere fitne (konusu)
yapma"
(el-Mümtehine, 60/5);
"Rabbimiz, bizi zâlimler topluluğuna fitne
(konusu) yapma."
Fitne, bu âyette de görüldüğü
gibi, doğru yoldan alıkoymak şeklinde de olabilir.
Yüce Allah’ın:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet"
âyetinin tekrarlanması ise, ya tekid içindir veya
yüce Allah'ın, herbirisinde ayrı
ayrı Allah'ın indirdiği gereğince hükmetmesini emretmiş olduğu farklı
birtakım durumlar ve hükümler ile ilgilidir.
Âyet-i kerimede
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’in unutmasının mümkün olduğuna dair
delil de vardır. Çünkü yüce Allah:
"Seni vazgeçirirler diye"
diye buyurmaktadır. Bu ise, onun ancak
unutması halinde sözkonusu olabilir, kasten mümkün olamaz.
Burada hitab ona olmakla
birlikte maksat ondan bankasıdır, da denilmiştir. Buna dair açıklamalar,
yüce Allah'ın izniyle ileride el-En'âm
sûresinde gelecektir.
Yüce Allah'ın:
"Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından..."
âyetinin anlamı ise,
Allah'ın sana indirdiğinin tümünden., demektir. Çünkü bazan, bazı
(bir "kısım") kelimesi, bütün anlamında da
kullanılabilir. Şairin şu mısraında oluduğu gibi:
Veya
kimi canları ölüm vakitsiz gelip alır."
Burada Vakitsiz ahrf yerine :
Ona ulanır, şeklinde de rivâyet edilmiştir. Şair "burada kimi canlar" İle
bütün canları kastetmiştir. Yüce Allah'ın:
"Ben size, ihtilaf ettiğiniz şeylerin bazısını açıklayayım diye geldim"
(ez-Zuhruf, 43/63) âyetini da bu şekilde
açıklamışlardır. İbnü’l-Arabi der ki: Doğrusu, "bazı" kelimesinin bu âyet-i
kerimede asıl anlamında kullanıldığı ve bununla maksat ise ;recm
veya onların istedikleri şekilde hüküm
vermesi olduğudur!, Çünkü onlar, Hazret-i
Peygamberi kendisine indirilenlerin tümünden vazgeçirmek
maksadında değillerdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın:
"Şayet yüz çevirirlerse"
âyeti: Eğer senin hükmünü kabul etmeyip
hükmünden yüz çevirecek olurlarsa,
"bil ki, bazı günahlarından dolayı Allah onları cezalandırmak ister"
yani, sürgüne göndermek, cizye ve öldürmek
suretiyle onları azaplandırmak ister, demektir. Nitekim böyle de olmuştur
Yüce Allah'ın:
"Bazı"
diye buyurması ise, bazı günahları
karşılığında cezalandırılmalarının, onların mülklerinin başlarına yıkılıp
geçirilmesi için yeterli oluşundan dolayı idi.
"Gerçekten insanların çoğu fâsıktırlar"
âyeti ile de yahudileri
kastetmektedir.
50
Onlar hâlâ cahiliyye
(devrinin) hükmünü mü istiyorlar? Yakın
sahibi (hakka kesin inanan) bir toplum
için, kimin hükmü Allah'ın hükmünden daha güzel olabilir?
Bu âyete dair açıklamalarımızı
üç başlık halinde sunacağız:
1-
Güçlü İle Zayıf Arasında Ayırım Cahiliye Hükmüdür:
Yüce Allah'ın:
"Onlar
hâlâ cahiliye (devrinin) hükmünü mü
istiyorlar"
âyetinde
"Hükmünü mü"
kelimesi,
"Arıyorlar"
Fiili ile mansubtur. Âyetin anlamı da
şöyledir: Cahiliye döneminde soylu olanın hükmü ile aşağı tabakalarda
olanların hükmü farklı farklı idi. Nitekim, daha önce birkaç yerde bu
açıklamalar geçmişti. Yahudiler de zayıf ve fakirlere hadleri uyguluyor,
ancak güçlü ve zenginlere uygulamıyordu. İşte bu davranışta onlar da
cahiliyeye benzemiş oluyorlardı.
2-
Çocuklar Arasında Ayırım Gözetmek de Cahili Bir Uygulamadır:
Süfyân b. Uyeyne, İbn Ebî
Necih'den, o, Tâvus'dan şöyle dediğini rivâyet eder: Tivus'a, çocuklarından
birisini diğerinden üstün tutan kişinin durumu hakkında soru sorduklarında,
şu:
"Onlar hâlâ cahiliyye (devrinin) hükmünü mü
istiyorlar?"
âyetini okurdu. Tavus şöyle derdi: Kimse bir çocuğunu diğerinden üstün
tutamaz. Böyle bir şey yapacak olursa, onun bu uygulaması geçerli değildir
ve fesh olunur Zahirîlerde bu görüştedir. Ahmed
b. Hanbel'den de buna benzer bir görüş rivâyet edilmiştir.
es-Sevrî, İbnü'l-Mübârek ve İshâk ise
bunu mekruh görmüşlerdir. Buna göre bir kimse böyle bir şeyi yapacak olursa,
geçerli olur ve (mahkeme kararıyla)
reddolunmaz. Mâlik,
es-Sevrî, Leys,
Şâfiî ve rey sahipleri de bunu câiz
kabul etmişler ve Hazret-i Ebû Bekir'in diğer çocukları arasından Hazret-i
Âişe'ye bağışta bulunması şeklindeki
uygulamasını, bir de Hazret-i Peygamberin:
"Onu geri çevir"
hadisi ile: "Sen buna
benden başkasını şahid tut"
sözünü delil göstermişlerdir.
Bunu kabul etmeyen
birinci görüşün sahipleri ise,
Hazret-i Peygamberin şu hadisini
delil gösterirler: Hazret-i Peygamber,
Beşir b. Sa'd'a:
"Senin bundan başka çocuğun var
mı?" deyince, Beşir: Evet, var demişti.
Bu sefer Hazret-i Peygamber:
"Peki onların hepsine
bunun gibi bir bağışta bulundun mu?" diye
sormuş, o da; Hayır, deyince Hazret-i
Peygamber şöyle buyurmuştu:
"O halde sen beni şahid tutma, Çünkü ben haksızlığa
şahidlik etmem." Bir başka rivâyette de:
"Ben ancak hak olan bir
şeye şahidlik ederim" diye buyurduğu
rivâyet edilmektedir.
Buhârî,
Hibe 12, 13; Müslim, Hibet 9-13;
Ebû Dâvûd, Buyû’ 83;
Nesâî, Nihal 1;
Müsned, IV, 268, 269.
Bu görüşün sahipleri
derler ki, zulüm olup hak olmayan bir şey ise batıldır, câiz olmaz-
Hazret-i Peygamberin:
"Buna benden başkasını şahid tut"
demiş olması, şahidlikte bir izin değildir. Bu, ancak böyle bir şeye
şahidlik etmek için bir azardır. Zira,
Hazret-i Peygamber buna zulüm ismini vermiş ve böyle bir şeye
şahidliği kabul etmemiştir O halde, müslümanlardan herhangi bir kimsenin
herhangi bir şekilde böyle bir şeye şahidlik etmesine imkân yoktur. Hazret-i
Ebû Bekir'in uygulamasına gelince, onun uygulaması
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın âyetine karşı delil diye ileri
sürülemez. Bir de onun, diğer çocuklarına Hazret-i
Âişe'ye yaptığına denk bir takım
bağışlarda bulunmuş olması da muhtemeldir.
Denilse ki: Aslolan
insanın malında mutlak tasarruf sahibi olmasıdır. Böyle diyene şu şekilde
cevap verilir: Genel asıl ile bu asla muhalif olan muayyen vakıa arasında
umum ve husus naslarda olduğu gibi, tearuz
(çatışma) sözkonusu değildir- Usulde şu kaide vardır: Sahih olan,
umumu hususi olana bina etmektir. Diğer taraftan böyle bir uygulama
sonucunda anne-babaya karşı itaatsizlik ortaya çıkar ki, bu da büyük
günahların büyüğüdür, bu haramdır. Harama götüren birşey de yasaktır. Çünkü
Hazret-i Peygamber şöyle
buyurmuştur:
"Allah'tan korkun ve
çocuklarınız arasında adaleti gözetin."
en-Nu'man b. Beşir der ki: Bunun üzerine babam geri döndü ve o
sadakayı (bağışı) geri çevirdi.
Baba çocuğuna verdiği
sadakayı çocuğu eğer harcamış ise, babası onu geri istemez,
Hazret-i Peygamberin:
"Onu geri çevir" âyeti, onu reddet
anlamındadır. Red ise, fesh hakkında zahir bir lâfızdır. Nitekim
Hazret-i Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Kim bizim
bu işimize uygun düşmeyen bir iş yaparsa o, merduttur."
Yani, fesh olunur. Bütün bunlar,
gayet zahir ve güçlü delillerdir. Böyle bir uygulamanın yasaklığı hususunda
açık bir tercihi ortaya koymaktadır.
3-
Hükmü Allah'tan Daha Güzel Kimse Olamaz;
İbn Vessâb
en-Nehaî Hükmünü mü? âyetini, ref ile
öyle bir hükmü mü arıyorlar anlamında okumuştur. Burada "he" zamiri
Ebû'n-Necm'in şu beyitinde olduğu gibi hazf etmiştir:
"Um el-Hıyar iddia eder oldu
Aleyhime "bütünüyle işlemediğim
bir günahı"
Bu ise, buradaki
(........): Bütünüyle kelimesini merru'
olarak rivâyet edenlere göre, İbn Vessâb ile en-Nehaî'nin kıraatine delil
olabilir. Burda ifadenin takdirinin, Cahiliyenin hükmümüdür aradıkları o
hüküm? şeklinde olması mümkündür ve burada mevsuf olan ikinci "hüküm"
kelimesi hazfedilmiş de olabilir
el-Hasen, Katade, el-A'rec ve
el-A'meş ise, Hakiminin, şeklinde "hâ,
kâf ve mim" harflerinin üstün okunuşu şeklinde de okumuştur. Bu İse,
çoğunluğun okuyuşunun anlamına racîdir Zira, burada maksat bizzat hüküm
veren hakim değildir. Maksat, hükmün kendisidir. Şöyle buyurulmuş gibidir:
Yoksa onlar, cahiliye hakeminin hükmünü mü arıyorlar?
Sözlükte hakem ve hakim aynı
anlamda olabilir. Onlar, bununla kâhinin ve buna benzer cahiliye döneminde
hüküm veren kimselerin hakimliğini aramak istiyorlar gibi bir anlam vardır.
Bu durumda, hakimden kasıt yaygınlık ve cins isimdir. Zira, bununla muayyen
bir hakim kastedilmiş olamaz.
Burada muzâfın cins isim
olması; "Mısır irdebbini (bir ölçek) artık
vermiyor" ifadesinde ve benzerlerinde olduğu gibi caizdir.
İbn Âmir (........) : Arıyorsunuz
şeklinde "te" harfi ile okurken, diğerleri
ise, (arıyorlar anlamını vermek üzere) "ya"
harfi ile okumuşlardır.
Yüce Allah'ın:
"Yakîn sahibi bir toplum için kimin hükmü Allah'ın hükmünden daha güzel
olabilir?"
âyetindeki soru, inkâr içindir.
Yani, hükmü ondan daha güzel hiçbir kimse
yoktur. Ve bu, mübteda ve haberdir.
Hükmü" kelimesi ise, beyan
(temyiz) olmak üzere nasb edilmiştir. Zira,
yüce Allah'ın:
"Yakın sahibi bir toplum için"
âyeti, yakîn sahibi bir toplum nezdinde,
anlamındadır.
|