37
Ateşten çıkmak isterler. Ama
oradan çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır.
Yezid el-Fakir der ki: Cabir b.
Abdullah'a şöyle denildi: Ey Muhammed'in ashâbı, sizler bir takım kimselerin
ateşten çıkacaklarını söylüyorsunuz Yüce Allah
ise:
"Ama oradan çıkacak değillerdir"
diye buyurmaktadır. Cabir dedi ki: Sizler,
umumi olan âyeti hususi, hususi olanı da umumi gibi de gerindiriyorsunuz. Bu
âyet, özel olarak kâfirler hakkındadır. Bunun üzerine âyetin tamamını
başından sonuna kadar okudu, gerçekten onun özel olarak kâfirler hakkında
olduğunu gördüm.
"Sürekli"
âyetinin anlamı, daimi, değişmez, sonu gelmez
ve değiştirilmez demektir. Şair der ki:
"Şi'b gününe karşılık olarak
benden sizin, için
Daimi ve kalıcı bir azap
vardır."
38
Hırsızlık eden erkekle,
hırsızlık eden kadını, o kazandıklarına bir karşılık ve Allah tarafından
ibret verici bir ceza olmak üzere ellerini kesin. Allah Azizdir, Hakimdir.
Bu âyetlere dair
açıklamalarımızı yirmiyedi başlık halinde sunacağız:
1-
Hırsızın Elinin Kesilmesi ve Şartları:
Yüce Allah'ın:
"Hırsızlık eden erkekle hırsızlık eden kadını ellerini kesin"
âyetine gelince;
yüce Allah, yeryüzünde fesat
çıkarmak istemek yoluyla malların alınmasını söz konusu ettikten sonra,
ileride açıklaması geleceği üzere çarpışma sözkonusu olmaksızın hırsızlık
yapanın hükmünü zikretmektedir.
Yüce Allah, yine bu husustaki açıklamalarımızın son bölümlerinde
belirteceğimiz üzere zinanın aksine, hırsızlık yapan kadından öncet
hırsızlık yapan erkeği zikretmekle başlamıştır.
Hırsızlık dolayısıyla cahillye
döneminde de el kesme cezası uygulanmıştır. Cahiliye döneminde bu cezayı ilk
hükme bağlayan kişi, el-Velid b. el-Muğire'dir.
Yüce Allah da İslamda hırsızın elinin
kesilmesini emretmiştir. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın İslam
döneminde, elini kestiği ilk erkek hırsız, el-Hıyar b. Adiy b. Nevfel b.
Abdimenaf’tır. Kadınlardan ise, Mahzumoğullarından Süfyan b. Abdi'l- Esed
kızı Mürre'dir. Hazret-i Ebû Bekir de, gerdanlık çalan Yemenli adamın elini
kestiği gibi, Hazret-i Ömer, Abdurrahman
b. Semura'nın kardeşi olan İbn Semura'nın elini kesmiştir. Bu hususta görüş
ayrılığı yoktur.
Ayetin zahirinden
hırsızlık yapan herkes hakkında umumi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, durum
böyle değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber:
"Hırsızın eli, ancak çeyrek dinar ve daha yukarısı
dolayısıyla kesilir"
Müslim, Hudûd 2-4;
İbn Mâce, Hudûd 22;
Nesâî, Kat'u's-Sârık 10; Müsned
VI, 249,252.
diye buyurmuştur. Böylelikle Hazret-i
Peygamber, yüce Allah'ın:
"Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadın"
âyetinde bir takım
niteliklere sahip hırsızları kastetmiş olduğunu beyan etmektedir. Dolayısı
ile ancak çeyrek dinarlık bir mal yahut da kıymeti çeyrek dinara ulaşan bir
malın çalınması halinde hırsızın eli kesilir.
Ömer b. el-Hattâb (Osman b. Affan ve Ali
"radıyallahü anhüm")'ın görüşleri de budur.
Ömer b. Abdülaziz,
el-Leys,
Şâfiî ve Ebû Sevr de bu görüştedir.
Mâlik der ki: Ya bir dinarın çeyreği veya
üç dirhem karşılığında el kesilir. Eğer fiyatların düşüklüğü dolayısıyla
çeyrek dinara tekabül eden iki dirhem çalacak olursa, bu iki dirhem
sebebiyle hırsızın eli kesilmez. Çeşitli malların çalınması dolayısı ile
para fiyatları az yada çok olsun üç dirheme ulaşmadıkça el kesilmez.
Mâlik, altın ve gümüşün herbirisini
başlı başına asli bir kıymet kabul etmiş ve malların kıymetlendiril meşinde
dirhemleri ölçü kabul etmiştir. Ondan gelen meşhur görüş böyledir.
Ahmed ve İshâk der ki: Eğer
altın çalacak olursa, miktar çeyrek dinardır. Altın ve gümüş dışında bir şey
çalacak olur da, bunların değeri çeyrek dinar yahut üç gümüş dirheme
ulaşacak otursa (el kesilir). Bu da son
görüşünde Mâlik'in kabul ettiği görüşe yakındır.
Birinci
görüşün delili,
İbn Ömer yoluyla rivâyet edilen
hadistir. Buna göre adamın birisi, bir kalkan çalmıştı. Bu adam
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzuruna getirildi,
Hazret-i Peygamber'in emri üzere bu
kalkanın kıymetinin üç dirhem olduğu tesbit edildi.
Buhârî
Hudûd 13; Müslim, Hudûd 5,6; Aynen bk.
Nesâî, Kat'u's- Sârık 10.
Şâfiî
ise Âişe
(radıyallahü anha)'ın, çeyrek dinar hakkındaki hadisini asıl olarak
kabul edip, altın ve gümüş dışındaki paraların değerlendirilmesinde onu esas
kabul etmiş ve altının fiyatı ister yüksek, ister düşük olsun, üç dirhemi
ölçü kabul etmiyerek, İbn Ömer'in
hadisini delil almamıştır. Buna sebep ise -doğrusunu en iyi bilen Allahtır
ya- ashâb-ı kiramın, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)ın çalınması
sebebiyle el kesme cezasını uyguladığı kalkan hakkındaki farklı
rivâyetleridir. Çünkü İbn Ömer üç dirhem
derken, İbn Abbâs on dirhem, Enes b.
Mâlik beş dirhem demektedir.
Bu husustaki bu ve benzeri farklı rivâyetleri birarada
görmek için Nesâî, Kat'u's-Sârık 8, 9,
vd. bakabilir. Hazret-i
Âişe'nin çeyrek dinar ile ilgili olarak
rivâyet ettiği hadisi ise sahih ve sabit bir hadistir. Hazret-i
Âişe'den yapılan bu rivâyette herhangi
bir İhtilâf sözkonusu değildir. Ancak, kimi raviter onu mevkuf rivâyet
etmiştir. Diğer taraftan hıfz ve adaleti dolayısıyla, sözü gereğince amel
etmek gereken kimseler de onu merfu' olarak da rivâyet etmişlerdir. Bu
açıklamayı Ebû Ömer
(b.
Abdi’l-Berr) ve başkaları yapmıştır.
Bk. İbn
Abdi’l-Berr, el- İstizkâr, XXIV, 154 vd.
Buna göre, çalınan mala kıymet
biçildiği takdirde çeyrek dinara ulaşırsa o malı çalanın eli kesilir. Bu,
aynı zamanda İshâk'ın da görüşüdür. O bakımdan bu iki asıl delile iyice
vakıf olmak gerekir. Çünkü bu iki hadis de bu konuda temel dayanaklardandır.
Ve bunlar, bu hususta söylenenlerin en sahihidir.
Ebû
Hanîfe, onun iki arkadaşı ve
es-Sevrî ise derler ki: Hırsızın eli,
ölçek ile ölçülen mallardan ise on dirheme ulaşmadıkça, aynî
ya da vezni olarak da bir dinarı bulmadıkça
hırsızın eli kesilmez. Ayrıca hırsız, malı sahibinin mülkiyetinden alıp
çıkarmadıkça da kesilmez. Bu konudaki delilleri
İbn Abbâs'ın rivâyet ettiği hadistir. O şöyle demiştir:
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın çalınması sebebiyle hırsızın elini
kestiği kalkana on dirhem kıymet biçildi. Bunu, ayrıca Amr b. Şuayb
babasından, o, dedesinden rivâyet etmiştir. Amr b. Şuayb'ın dedesi,
(Muhammed b. Abdullah) dedi ki: O sırada
kalkanın değeri on dirhem idi. Bu iki hadisi de
Dârakutnî ve başkaları rivâyet etmiştir.
İbn Abbâs’ın rivâyeti: Dârakutnî, II, 191-192;
Amr b. Şuayb'ın rivâyeti; Dârakutnî,
III, 190.
Bu meselede
dördüncü bir görüş daha vardır, o da
Dârakutnî'nin kaydettiği
Hazret-i Ömer'den gelen şu rivâyettir:
"Beş (parmaklı el) ancak beş
(dirhem) den dolayı kesilir".
Nesâî,
Kat'u's-Sârık 10'da biri Süleyman b. Yesâr'en sözü, diğeri
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)e merfu bir hadis olmak üzere iki
rivâyet: Dârakutnî, III 186'da biri.
Süleyman b. Yesâr, diğeri Saîd b. el- Müseyyeb,
Ömer (radıyallahü anh)'den olmak
üzere iki rivâyet ayrıca 111, 19-4'de.
Süleyman b. Yesar,
İbn Ebi Leyla ve İbn Şubrume de bu
görüştedir. Enes b. Mâlik de der ki: Ebû
Bekr -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- beş dirhem kıymetinde bir kalkan
dolayısıyla (hırsızın elini) kesmiştir.
Dârakutnî,
III, 186
Beşinci bir görüş de şudur: Dört dirhem ve daha yukarısı dolayısıyla
el kesme cezası uygulanır. Bu görüş Ebû Hüreyre
ve Ebû Said el-Hudrî'den rivâyet
edilmiştir.
Altıncı bir görüş: Bir dirhem ve daha fazlası dolayısıyla el kesilir.
Bu görüş, Osman el-Bettî'nîn görüşüdür Taberî'nin
naklettiğine göre, Abdullah b. ez-Zübeyr de bir dirhem çalmaktan dolayı,
çalanın elini kesmiştir.
Yedinci görüş: Âyetin zahirine göre bir değer taşıyan her mal
dolayısıyla el kesilir Bu, Haricilerin görüşüdür.
Hasan-ı Basrî'den de bu görüş rivâyet
edilmiştir. Ondan, bu hususta gelen üç rivâyetten biri budur. Ondan gelen
ikinci rivâyet, Hazret-i Ömer'den gelen
rivâyet gibidir.
Üçüncüsünü ise Katade ondan şu
şekilde nakletmiştir: Ziyad'ın valiliği döneminde ne kadarlık bir mal çalma
dolayısıyla elin kesileceği hususunda münakaşa ettik ve iki dirhemden dolayı
kesileceği hususu üzerinde ittifak ettik.
İşte bunlar, birbirine denk
görüşlerdir. Bunlardan sahih olan ise, daha önce sana takdim etmiş olduğumuz
görüşlerdir.
Buhârî,
Müslim ve başkaları
Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet
etmektedirler: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen hırsıza, yine
bir ip çalıp da eli kesilen hırsıza lanet etsin."
Buhârî, Hudûd 7, 13;
Müslim, Hudûd 7;
Nesâî, Kat'u's-Sârık l.
İbn Mâce, Hudûd 22;
Müsned, II, 253.
Bu da az yada çok mal karşılığında el kesme cezasının uygulanacağını
belirten ayetin zahirine uygundur denilecek olursa, cevap verilir. Bu
ifadeler, az bir şey zikredilerek çoktan sakındırmak kabilindendir Nitekim,
Hazret-i Peygamber şu âyetinde
azı zikrederek çok şeyler yapmaya teşvik etmektedir:
"Kim bir kekliğin
yumurtlayacağı yer kadar dahi olsa Allah için bir mescid inşa edecek olursa,
Allah da o kimse için cennette bir ev yapar."
İbn Mâce.
Mesacid 1; Müsned, I, 241.
Şöyle de denilmiştir: Bu,
bir başka açıdan da mecazi bir ifadedir. Şöyle ki, az bîrşeyi çalmaya alıştı
mı, bu sefer çok şeyleri çalar ve sonunda eli kesilir. Bundan daha güzel
açıklama, el-A'meş'in yaptığı ve
Buhârînin hadisi sonunda bir açıklama
gibi naklettiği şu sözleridir; Onlar, burada sözü geçen yumurtadan, demir
yumurta (miğfer) olduğu, ipten de birkaç
dirheme eşit kıymette olan ip oluduğu görüşünde idiler.
Buhârî,
Hudûd 7.
Derim ki: Gemilerin halatları ve buna benzerleri buna örnektir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
2-
Çalman Malın Korunmuş Olduğu Yerden Çıkartılması Şartı:
İnsanların
Cumhûru, el kesmeyi gerektiren
miktar "hirz" diye bilinen korunma yerinden çıkartılmadıkça el kesmenin
sözkonusu olmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir,
el-Hasen b. Ebi'l-Hasen der ki: Evde elbiseleri bir araya toplayacak
olursa eli kesilir. Yine el-Hasen b.
Ebi'l-Hasen, bir başka görüşünde diğer ilim adamları gibi görüş belirtmiştir
Böylelikle bu, sahih bir ittifak olmaktadır. Allah'a hamd olsun.
3-
Koruma (Hirz) Yerinin Mahiyeti:
Hirz denilen şey adet olarak,
insanların mallarını korumak için yapılan şeydir. Bu da herbir şeyde
-ileride açıklanacağı üzere- durumuna göre farklılık göstermektedir.
İbnü'l-Münzir der ki: Bu hususta ilim ehlinin hakkında ileri geri
konuşmadıkları sabit bir haber bulunmamaktadır. Ancak bu husus, ilim ehli
tarafından icma ile kabul edilen bir şey gibidir.
el-Hasen ile zahir âlimlerinden nakledildiğine göre, onlar
hırsızlıkta hin altında bulunmayı şart görmezlermiş.
Mâlik'in
Muvatta’''ında, Abdullah b. Abdurrahman
b. Ebi'l-Hüseyn b. el-Mekkî'den Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle
buyurduğu rivâyet edilmektedir:
"Ağacında asılı duran meyvede,
dağda korunan (yani henüz ağılına ulaşmamış) hayvanda (çalmaktan dolayı) el
kesme yoktur. Eğer onu (davarı) ağıl yahut (natot sulu) harman yerine
getirilecek olursa, o takdirde kıymeti kalkanın kiymetine ulaşan şeyler
dolayısıyla el kesilir."
Muvatta’',
Hudûd 22 (de mürsel bir rivâyet olarak);
Nesâî, Kat'u's-Sârîk 11 ve 12
(de mmtasıl olarak), Ayrıca bk.
Dârakutnî, III, 194-195
Ebû Ömer (İbn
Abdİ'l-Berr) der ki: Bu hadis, manası itibari ile Abdullah b. Amr b.
el-As ve başkaları yoluyla muttasıl olarak rivâyet edilen bir hadistir.
İbn Abdi’l-Berr,
el-istikar, XXIV, 154.
Bu Abdullah (b. Abdurrahman b. Ebi'l-Hüseyn b.
el-Mekkî) ise, herkesçe sika bir ravi olarak kabul edilmiştir. Ahmed
(b. Hanbel) ondan övgüyle söz ederdi.
Abdullah b. Amr'dan
nakledildiğine göre, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)’a ağacında
asılı (toplanmamış) mevye hakkında soru
sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur:
"İhtiyaç sahibi olup da ondan birşeyler almakla beraber, cebine ya da kabına
doldurmayan kimse için birşey gerekmez. Ancak, ondan birşey alıp çıkartana
ise, el kesme cezası vardır. Kim bundan daha aşağı miktarda da alacak
olursa, onun iki mislini tazminat olarak öder ve ona ceza verilir."
Ebû Dâvûd,
Lukata 10. hadis, Hudûd 13; Tirmizî
Buyû'" 54; Nesâî "Katu's-Sârîk 12;
İbn Mâce Ticârât 67;
Müsned, II, 180, 224.
Bir başka rivâyette ise "ceza verilir" in yerine "ona ibretli bir ceza olmak
üzere bir kaç celde vurulur" denilmektedir.
Nesâî Kat'u's-Sârik
12.
İlim adamları der ki: Daha sonra bu celd (sopa
cezası) nesh olundu ve onun yerine el kesme cezası tesbit edildi.
Ebû
Ömer der ki: Hadiste geçen:
"İki mislini tazminat ödemesi"
nesh olmuştur. Fukahadan bu görüşü ifade eden bir kimse olduğunu
bilmiyorum. Ancak, Hazret-i Ömer'den
Hatıb b. Ebi Beltea'nin unu
Burada Arapça yaymda bir okuma halası olarak, "köleler"
manasına gelen "Rakik" kelimesi "un" manasına gelen "dakik" olarak
okunmuştur. ile ilgili ve Mâlik'in
rivâyet ettiği Muvatta’',
Akdiye 38'e göre olayın mahiyeti şudur: Hâtib'in köleleri Müzeyneli kişinin
devesini çalmışlar. Muzeynelinin şikayeti üzerine
Hazret-i Ömer önce ellerinin kesilmesine
hüküm vermiştir. Daha sonra Hâtıb'a "Galiba sen onları aç bırakıyorsun?"
diyerek Hâtıb'ı Müzeyneliye devesinin kıymetinin iki katını ödemekle
cezalandırdı.
olay ile Ahmed b. Hanbel'den gelen bir
rivâyet müstesnadır. İnsanların tazminat hususunda kabul ettikleri görüş
ise, tazminatın misliyle yapılacağı şeklindedir. Çünkü
yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Onun için size kim saldırırsa, siz de tıpkı onların size saldırdıkları gibi
karşılık verin."
(el-Bakara, 2/194)
Ebû Dâvûd
da Safvan b. Umeyye'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Mescidde otuz
dirhem kıymetinde nakışlı bir yün elbisem üzerinde yatmış uyuyordum. Adamın
birisi gelip onu benden gizlice çaldı. Adam yakalandı,
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna götürüldü. Elinin
kesilmesini emr etti. Ben, Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yanına
varıp; Otuz dirhem için elini mi keseceksin, dedim. Bu elbiseyi ben ona
satayım ve yahut da onun değeri onun bana borcu olsun.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
"Onu yanıma getirmeden önce neden bu işi yapmadın?"
Ebû Dâvûd.
Hudûd 15; Nesâî, Kat'u's-Sârık 5;
İbn Mâce, Hudûd 28.
Aklî bakımdan düşünecek
olursak: Mallar bütün insanlar için onlardan yararlanılsın diye hazır olarak
yaratılmışlardır. Diğer taraftan ezelî hikmet, şer'an mülk olan hususlarda o
malların sahiplerine has olmasını hükme bağlamış ve insanlar bu mallara
tama" edegelmişlerdir. Ona dair umutlar bağlanmıştır. O bakımdan, insanların
az bir bölümü arasında mürüvvet ve dindarlık bunlara karşı saldırıda
bulunmayı engellemekte, onların çoğu hakkında ise, korumak ve hirz, bu
malları başkalarına karşı koruyabilmektedir. Bir mala malik olan kimse, onu
hirzi ile koruyacak olursa, insan için mümkün olan en ileri derecedeki
koruma ve himaye bir arada gerçekleşmiş olur. Bu koruma ve himaye
(hirz) çiğnenerek olursa, işlenen suç da
ağır ve çirkin olur, o bakımdan cezası da ağırlaşır. Bu iki korumadan birisi
olan mülkiyet çiğnenecek olduğu takdirde ise, yalnızca tazminat ve te'dip
(cezası) gerekir.
4-
Ortaklaşa Hırsızlık:
Bir topluluk ortaklaşa hareket
ederek nisab miktarı bir malı, ona ait hirzinden
(korumasından) dışarı çıkartmaları halinde ya onlardan birisi bu malı
tek başına çıkartabilir yahut da ancak birbirleriyle dayanaşarak
çıkartabilirler.
Birinci hal sözkonusu olduğu takdirde ilim adamlarımız,
(Mâliki âlimleri) farklı iki görüş ortaya
koymuşlardır: Birincisine göre, bu durumda
elleri kesilir. İkinci görüşe göre ise
elleri kesilmez,
Ebû
Hanîfe ve
Şâfiî de böyle demişlerdir: Ortaklasa hırsızlık yapmak halinde bu işe
katılanların ellerinin kesilmesi ancak onlardan herbirisi için nisab miktan
bir pay düşmesi halinde sözkonusu olur. Çünkü
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem):
"Hırsızın eli, ancak çeyrek dinar ve daha yukarısında kesilir"
diye buyurmuştur. Bu hırsızların herbirisi bu nisabı bulacak bir
miktarda birşey çalmadığına göre elleri kesilmez.
İki rivâyetten birisi olan
ellerin kesilmesini öngören görüş şöylece açıklanır: Bir suçta ortak hareket
etmek, öldürmekte ortak hareket etmek halinde olduğu gibi onun cezasını
kaldırmaz.
İbnü'l-Arabî der ki: Bu İki suç birbirine ne kadar da yakındır.
Çünkü bizler, haksızca dökülen kanı önlemek kastı ile bir kişiye karşılık
topluluğu öldürdüğümüze göre, -ta ki düşmanlar o haksızca kanı dökmemek için
birbirleriyle yardimlaşmasınlar- mallarda da bu durum aynı şekilde
söakonusudur Özellikte de Şâfiî, bir
topluluk bir kişinin elinin kesilmesi için ortaklaşa hareket edecek
olurlarsa hepsinin elleri kesilir diyerek; bu konuda bize destek vermiştir.
Ve bu ikisi arasında bir fark yoktur.
Şayet ikinci durum sözkonusu
olursa -ki, bu da ancak yardımlaşarak dışarı çıkartılması mümkün olan
şeylerdir- ilim adamlarının ittifakıyla hepsinin elleri kesilir. Bunu da
İbnü'l-Arabî zikretmiştir.
5-
Hırsızlıkta Ayrı İşler Yapmak Suretiyle Ortaklaşa Çalışmanın Hükmü;
Birisi, hirzi oymak suretiyle,
diğeri de malı dışarı çıkartmak suretiyle hırsızlıkta iki kişi ortaklaşa
hareket etseler, eğer bunlar birbirleriyle karşılıklı olarak dayanışmış
iseler, ikisinin de elleri kesilir.
Aralarında bir ittifak
olmaksızın herkes tek başına kendi içini yapmış ise ve bu, birisinin gelip
malı dışarı çıkartması şeklinde olursa, onlardan herhangi birisinin eli
kesilmez.
Eğer, oymakta birbirleriyle
yardımlaşıp, fakat onlardan birisi malı dışarı çıkartırsa, yalnızca malı
çıkartanın eli kesilir.
Şâfiî ise el kesme cezası yoktur der. Çünkü, birisi oymuş çalmamış,
diğeri ise, hürmeti çiğnenmiş bir hirzden hırsızlık yapmıştır.
Ebû Hanîfe der ki: Eğer, oymakta ortak hareket eder ve girip de mal
çalarsa, eli kesilir. Oymakta ortak hareket etmek için aynı aleti kullanmak
şart değildir. Oyarken birinin ötekinden sonra darbe vurması ile ortaklık da
gerçekleşir.
6-
Malın Bir Yerden Bir Yere Getirilmesi Suretiyle Ortaklaşa Hırsızlık:
İki kişiden birisi içeri girip
malı, malın koyulduğu (hirzin) kapısına
getirip çıkarsa, diğeri de elini uzatıp onu alsa elinin kesilmesi gerekir.
Birincisi ise, cezalandırılır. Eşheb her
ikisinin de eli kesilir demiştir.
Birisi malı, hirzin dışına
bırakacak olursa, o malı hirzin dışına bırakanın eli kesilir, alana el kesme
cezası yoktur Şayet oyulan yerin ortasına koyar. diğeri de onu alırken
oyuktan elleri birbirlerine kavuşursa, her ikisinin de elleri kesilir.
7.
Kabirden ve Mescidlerden Hırsızlık Yapmanın Hükmü:
Kabir de Mescid de hirzdir. O
bakımdan çoğunluğun görüşüne göre, nebbâşın (kefen
soyucusunun) eli kesilir. Ebû Hanîfe;
nebbâşın eli kesilmez der. Çünkü o, sahibi bulunmayan ve telef olmaya maruz
bir malı hirz olmayan bir yerden çalmıştır. Çünkü ölü mülkiyet sahibi
olamaz.
Kimisi de kabirde sakin olan
bir kimse olmadığından dolayı bunun hırsızlık olmadığını söyler. Çünkü
hırsızlık, görünmekten sakınılacak bir şekilde olur ve hırsızlık yapılırken
insanların görmesine karşı korunulur. Mavereaünnehir âlimleri, bunun
hırsızlık olmayacağı görüşünü esas kabul etmişlerdi,
Cumhûr ise şöyle demiştir: Böyle bir
kişi hırsızdır. Zira o, geceyi elbise olarak giyinmiş ve insanların gözünden
kendisini korumuştur. Kimsenin görmediği ve yanından gidip gelmediği bir
vakitte bu işi yapmayı kast etmiştir, O bakımdan, böyle bir kimse,
insanların bayrama çıkıp, şehirde hiçbir kimsenin kalmadığı bir zamanda
hırsızlık yapmış gibi olur.
Kefen soymanın hırsızlık
olmayacağını kabul edenlerin kabir, bir hirz değildir şeklindeki sözleri ise
batıldır. Çünkü, her bir şeyin hirzi kendisi için mümkün olan haline uygun
olur. Onun için, ölü hakkında mülkiyet sahibi olmak sözkonusu değildir,
şeklindeki görüşleri de yine batıldır. Çünkü, ölünün çıplak bırakılması câiz
değildir. Dolayısı ile buna duyulan ihtiyaç, kabrin bir hirz olmasını
gerektirmektedir. Nitekim yüce Allah
da buna şu âyeti ile dikkat çekmektedir:
"Biz yeri, dirilere de ölülere de bir toplanma yeri kılmadık mı?"
(el-Murselat, 77/25-26)
Yani, orada İnsan hayatta iken yaşasın,
ölürken de oraya defnedilsin diye kılmadık mı?
Kefenin telef olmaya
maruz olduğu şeklindeki sözlerine gelince, hayatta olan bir kimsenin de aynı
şekilde giydiği her şey, giymesi sonucu telef olmaya ve yıpranmaya
mahkumdur. Şu kadar var ki, bunlardan birisi diğerinden daha çabuk
gerçekleşmektedir. Ebû Dâvûd Ebû Zerr'in
şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) beni çağırıp
şöyle buyurdu:
"İnsanların ölüm musibetiyle
karşı karşıya kalıp da, o sırada bir evin (kabrin) bir hizmetçiye mukabil
satın alınacağı vakit halin nice olur."
Ben: Allah ve Rasulü daha iyi bilir dedim.
Hazret-i Peygamber:
"Sana sabrı tavsiye ederim"
diye buyurdu.
Ebû Dâvûd,
Hudûd 20; Fiten 2; İbn Mâce, Fiten 10.
Hammâd b. Ebi Süleyman
dedi ki: İşte hırsızın eli (kefen çalmaktan
dolayı) kesilir, diyenler buna dayanarak demişlerdir. Çünkü bu kişi,
ölünün evine girmiş olur
Ebû Dâvûd,
Hudûd 20.
Mescide gelince, mescidin
hasırlarını çalan kimsenin eli kesilir. Bunu Îsa, İbnü'l-Kasım'dan rivâyet
etmiştir. Velev ki mescidin kapısı bulunmasın. Onun görüşüne göre bu
hasırlar hirz altındadırlar. Eğer mescidin kapılarını çalacak olursa yine
eli kesilir. Yine İbnü'l-Kasım'dan rivâyet olunduğuna göre, eğer hasırları
gündüzün çalmışsa eli kesilmez. Şayet geceleyin duvarı aşarak onları
çalmışsa, eli kesilir.
Sahnûn'dan nakledildiğine göre,
eğer mescidin hasırları birbirlerine dikelerek bağlanmış ise eli kesilir,
aksi takdirde kesilmez.
Esbağ der ki: Mescidin
hasırlarım, kandillerini ve yer döşemelerini çalan kimsenin eli kesilir.
Tıpkı, gizlice kapısını yahut çatısından kerestelerini, yada çatısından
direklerini çalan gibi. Eşheb, "Kitabu MuhammedMe der ki: Mescidin hasırlan,
kandilleri ve yer döşemelerinin çalınması dolayısıyla el kesme cezası
yoktur.
8- El
Kesme Cezası İle Birlikte Tazminat Ödettirilir mi?
El kesme cezası ile birlikte
tazminatın ödettirilip ödettirilmeyeceği hususunda ilim adamlarının farklı
görüşleri vardır.
Ebû Hanîfe der ki: Hiçbir şekilde el kesme cezası ile tazminat bir
arada olmaz. Çünkü şanı yüce Allah:
"Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadının, o kazandıklarına bir
karşılık ve Allah tarafından İbret verici bir ceza olmak üzere ellerini
kesin"
diye buyurmakta ve herhangi bir tazminattan söz etmemektedir,
Şâfiî ise der ki: îster kolaylıkla ödeyebilecek durumda olsun, ister
ödemede zorlansın, çaldığı malın kıymetini tazminat olarak öder. Eğer ödeme
zorluğu çekiyor ise, ödeyebileceği bir zamana kadar onun borcu olur. Bu,
Ahmed ve İshâk'ın da görüşüdür.
Bizim ilim adamlarımız,
Mâlik ve arkadaşları ise şöyle derler:
Eğer mal aynî ile mevcut ise onu geri verir. Eğer telef olmuşsa,
ödeyebiliyorsa tazminatını öder. Eğer ödeyemiyor ise, borç olarak ödemesi
istenmez ve herhangi birşey ödemekle yükümlü olmaz.
Mâlik bunun benzeri bir görüşü
ez-Zührfden rivâyet etmiştir.
Şeyh Ebû İshâk der ki: İster
ödeyebilsin, ister ödeyemesin el kesme cezası ile birlikte çaldığı malın
bedelinin borç olarak ondan isteneceği de söylenmiştir. Devamla der ki: Bu,
aynı zamanda Medine'li ilim adamlarımızdan bir çok kişinin görüşüdür. Bu
görüşün sıhhatine ise her ikisinin (el kesme ve
tazminatın) iki ayrı hak sahibine ait birer hak olduğu delil
gösterilmiştir. Onlardan birisi, diğeri dolayısıyla sakıt olmaz. Diyet ve
keffaret gibi. Daha sonra ben de bu görüşteyim, demektedir
Kadı Ebû'l-Hasen meşhur
görüşün lehine, Hazret-i Peygamberin:
"Hırsızlık yapana had uygulandığı takdirde artık onun
için tazminat yükümlülüğü yoktur"
hadisini delil göstermiş ve Kitab'ında bunun senedini de
kaydetmiştir.
Bazıları da şöyle demiştir:
Tazminatını ödemeyi borç kabul etmek bir cezadır El kesmek de bir cezadır.
İki ceza ise bir arada verilmez. Kadı Abdülvahhab da
(kendi görüşüne) bunu esas kabul etmiştir.
Doğru olan ise,
Şâfiî'nin ve ona uygun görüş
belirtenlerin kanaatidir. Şâfiî der ki:
Hırsız ister ödeyebilecek durumda olsun, ister ödeyemesin, çaldığı malın
tazminatını öder Eli kesilsin yahut kesilmesin farketmez. Yol kesmesi
halinde de bu böyledir. (Yine Şâfiî) der
ki: Kullara ait olup telef ettiği şeyler, Allah'a ait olan haddi düşürmez.
İlim adamlarımızın delil
olarak gösterdikleri: "Ödeme zorluğu çekiyor ise..." hadisine gelince,
Kûfeli âlimler bu hadisi görüşlerine delil göstermişlerdir.
Taberî’nin görüşü de budur. Fakat bu
hadiste onların lehine delil olacak bir şey yoktur. Bu hadisi
Nesâî ve
Dârakutnî, Abdurrahman b. Avf dan rivâyet etmişlerdir.
Nesâî,
Kat'u's-Sarık, 18: Dârakutnî, III, 182,
183 teki rivâyetlerdeki kayıt, ödeme zorluğu çekmiyor ise..." şeklinde değil
"ona had uygulanmış ise" şeklindedir.
Ebû
Ömer (b.
Abdi’l-Berr) de şöyle demiştir: Bu
hadis pek kuvvetli bir hadis değildir ve delil olmaya elverişli değildir,
İbnü’l-Arabî ise der ki: Bu batıl bir
hadistir. Taberî ise der ki: Kıyas
tükettiği (çaldığı) malın tazminatını
ödemesini gerektirir. Fakat bizler, bu husustaki rivâyete uyarak kıyası
terkettik. Ebû Ömer der ki: Zayıf bir
rivâyet dolayısıyla kıyası terketmek câiz değildir. Çünkü zayıf bir rivâyet
hüküm gerektirmez.
Bk.
İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkâr, XXIV,
211-213.
9-
Hırsızdan Çalmak:
Hırsızlık yaparak bir mal
çalmış olandan, çalanın elinin kesilmesi hususunda görüş ayrılığı vardır.
Bizim (mezhebimizin) ilim adamları eli
kesilir, derler. Şâfiî kesilmez
demektedir. Çünkü o, hem malik olmayan bir kimsede, hem de hirz sayılmayan
bir yerden çalmıştır.
Yine ilim adamlarımız der ki: O
malın malikinin hürmeti (saygınlığı, ona haksızca
ilişmenin yasaklığı) yine bakidir, ondan ayrılmış değildir. Hırsızın
eli altında bulunması ise, yok hükmündedir. Tıpkı, gasıp bir kimseden gasp
etmiş olduğu malın çalınması halinde çalanın elinin kesildiği gibi. Eğer:
Bunun korumasını korumasızmış gibi kabul edin denilecek olursa, biz de şöyle
deriz: Hirz de mevcuttur, mülkiyet de mevcuttur. O mal üzerinde mülkiyet
henüz sona ermemiştir. O takdirde bize, hirzi iptal ediniz derler.
(Bunu da iptale gerek yoktur).
10-
Elinin Kesilmesinden Sonra Aynı Malı Bir Daha Çalacak Olursa:
Aynı mal dolayısıyla eli
kesildikten sonra bir daha o malı tekrar çalacak olursa, kesme cezası
hususunda farklı görüşler vardır. Çoğunluk, yine kesilir derken,
Ebû Hanîfe kesme cezası yoktur, der.
Kur'ân'daki umumi ifade ise, ona kesme cezasının uygulanmasını
gerektirmektedir. Bu da Ebû Hanîfe’nin
görüşünü red eder.
Yine
Ebû Hanîfe, kesme cezasından Önce,
çalınan malın satın almak veya hibe yoluyla
mülkiyetine geçiren bir kişi hakkında elinin kesilmeyeceğini söylemiştir.
Yüce Allah ise:
"Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadının... ellerini kesin"
diye
buyurmaktadır. El kesme cezası, yüce Allah'a
ait bir hak olarak vacib olduğu takdirde bunu hiçbir şey kaldırmaz.
11-
"es-Sârik" Kelimesinin Kıraati ve Bu Kıraatlerin Açıklaması:
Cumhûr, "Hırsız" kelimesini, ref ile
okumuştur. Sîbeveyh der ki; Âyetin
anlamı şudur: Size farz kılınan şeyler arasında, hırsız erkek ve hırsız
kadının... şeklindedir. Her iki kelimenin de
(es-Sâriku ve's-Sârikatu kelimelerinin) merfu' olarak okunmaları,
mübtedâ oldukları içindir. Haber ise: Ellerini kesin" âyetidir. Maksat,
muayyen bir kimse değildir. Çünkü muayyen bir kimse
(hırsızlık yapan muayyen kişi) kastedilmiş
olsaydı, bu kelimenin mansub okunması icabederdi. Nitekim "Zeyd'i vur" demek
gibi.
Ancak, bu âyet burada:
"Hırsızlık yapanın elini kes" demek kabilindendir
ez-Zeccâc der ki: Bu, tercih edilen
görüştür.
Bu kelime; şeklinde mansub
olarak da okunmuştur. Bunun takdiri ise: Hırsız erkek ve hırsız kadının
ellerini kesiniz şeklindedir. Sîbeveyhin
tercihi de budur. Çünkü burada, fiilin emrin kipi daha uygundur.
Sîbeveyh -yüce
Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Arap dilinde uygun olanı
bunun mansub okunuşudur. Nitekim Zeyd'i vur, demek de böyledir. Şu kadar var
ki, genel olarak bunun merfu’ okunması kabul edilmiştir.
Yani, kıraat âlimlerinin büyük çoğunluğu ve
hepsi demek istemektedir. Sîbeveyh kabul
ettiği görüşüyle, hırsız türünü muayyen kişi gibi değerlendirmiştir.
İbn Mes'ûd ise: "Hırsızlık
yapan erkeklerle, hırsızlık yapan kadınların sağ ellerini kesiniz" diye
okumuştur ki, bu da çoğunluğun kıraatini güçlendirmektedir.
(........) şeklinde "râ" harfi esreli olarak, çalınanın adıdır.
Fiilinin mastarı ise "re" harfi üstün
olarak; şeklindedir. Bu açıklamayı el-Cevherî
yapmıştır. Bu lâfzın aslı, gözlerden saklı olarak bir şeyi almak anlamını
ifade eder. Hırsızlama bir şeyler dinlemek demek olan deyimi ile Çaktırmadan
baktı, deyimleri de buradan gelmektedir.
İbn Arefe der ki: Araplara göre
sârik, bir hirze gizli ve saklı bir şekilde gelip oradan kendisine ait
olmayan bir şeyi alan kimsedir.
Eğer açıktan alacak olursa, bu
kişi; Yankesici, zorla alan, talan eden ve dağda koruma altında bulunan
davar ve benzeri şeyleri çalan kimse, olur. Eğer elindeki şeyle
(silahla) kendisini koruyacak olursa, o da
gasıp olur.
Derim ki:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen
rivâyette şöyle buyurulduğu nakledilmektedir:
"Hırsızlığın en kötüsü namazından çalanınkidir."
Dediler ki: kişi namazından nasıl hırsızlık yapar?
Hazret-i Peygamber:
"Namazının rükû ve sücudunu
tamam yapmamak suretiyle"
buyurdu. Bu hadisi Muvatta’'
ve başkaları rivâyet etmiştir.
Muvatta’',
K.- Salât 72; Dârimî, Salât 78;
Müsned, 56, V, 310.
Görüldüğü gibi,
Hazret-i Peygamber, bu şekilde namaz
kılan bir kimseyi,- kelimenin türeyişi açısından hırsız olmadığı halde
-hırsız diye adlandırmaktadır. Çünkü, böyle bir namaz kılmakta çoğunlukla
gözlerden uzak bir şey yapmak sözkonusu olmaz.
12- El
Kesme Cezası Hangi Şartlar Altında Uygulanır;
Yüce Allah'ın:
"Ellerini kesin"
âyetinde geçen "kesmek'in anlamı, ayırmak ve
izale etmektir. Kesmek ise ancak hırsızda, çalınan şeyde çalmanın
gerçekleştiği yerde ve çalmanın niteliğinde birtakım sıfatların bir arada
bulunması halinde icabeder.
Hırsızda aranan
nitelikler beş tanedir. Bunlar buluğ, akıl, kendisinden hırsızlık yaptığı
kimsenin mülkiyeti altında (kölesi, cariyesi)
olmamak, o kimsenin lehinde veya aleyhinde
velayet yetkisinin bulunmamasıdır. Buna göre köle, efendisinin malından
hırsızlık yapacak olursa eli kesilmez. Aynı şekilde efendi, kölesinin malını
alacak olursa, yine el kesme cezası uygulanmaz. Çünkü köle, malı ile
birlikte efendisine aittir. Hiçbir kimsenin eli kölesine ait malı aldı diye
kesilmez. Çünkü o, kendisine ait olan bir malı almıştır, Ashâbı Kiramın
icrnaı ve halifenin (Ömer
b. el-Hattâb'ın): Sizin köleniz,
size ait olan bir malı çalmıştır
Muvatta’',
Hudûd 33.
ifadesinin de gösterdiği gibi, icma ile kölenin elinin kesilme cezası
düşmüştür.
Dârakutnî,
İbn Abbâs'tan şöyle dediğini
nakletmektedir: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Kaçmış köle için hırsızlık yaptığı takdirde el kesme
cezası yoktur, Zımmi için de yoktur."
Der ki: Bu hadisi Fehd b. Süleyman'dan başkası merfu’ olarak
rivâyet etmemiştir Doğrusu bu hadisin mevkut' olduğudur.
Dârakutnî,
IH, 86.
İbn Mâce
de Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini
nakletmektedir: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Köle, hırsızlık yaptığı takdirde onu, cüz'i bir şey
mukabilinde olsa dahi satınız."
Bu hadisi Ebû Bekr b. Ebi Şeybe yoluyla rivâyet etmiştir. Ebû
Bekr dedi ki: Bize, Ebû Usame, Ebû Avâne'den anlattı. Ebû Avâne,
Ömer b. Ebi Seleme'den, o, babasından, o
da Ebû Hüreyre'den...
İbn Mâce,
Hudûd 25; Nesâî Kat'u’s-Sarık 16.
Yine
İbn Mâce der ki: Bize, Cubare b.
el-Muğallis anlattı: Bize, Haccâc b. Temim anlattı. Haccâc, Meymun b.
Mehran'dan, o, İbn Abbâs'tan nakletti
ki, humsa (ganimetlerin beşte biri) ait bir
köle, yine humsdan bir şeyler çaldı.
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın
huzuruna getirildi, Hazret-i Peygamber
elini kesmeyip:
"Allah'ın malının bir bölümü
onun bir kısmını çaldı"
İbn Mâce,
Hudûd 25. diye buyurdu Cubâre b.
el-Muğallis, Ebû Zur'a er-Razi’nin dediğine göre, metruk bir ravidir.
Bk. İbn Hacer, Tehzibul Tekzib, II, 50-51.
Çocuğun da, delinin de eli
kesilmez. Ancak, zınıminin ve İslam yurduna eman ile girmeleri halinde
muâhid ile harbinin elleri kesilir.
Çalınan malda aranan
niteliklere gelince, bunlar da dört tanedir: Bunlardan biri nisabdır, buna
dair açıklamalar daha önceden geçmiştir. Diğeri ise, mal olarak edinilen,
mülkiyet altına alınabilen ve satışı helal olan bir şey olmasıdır. Eğer mal
olarak edinilemeyen şarap ve domuz gibi satışı helal olmayan bir şey olursa,
ittifakla bundan dolayı el kesilmez.
Bundan tek istisna,
Mâlik ve İbnü'l-Kasıma göre
(çalınan) küçük hür çocuktur. Bundan dolayı
el kesme sözkonusu olmadığı da söylenmiştir.
Şâfiî ve Ebû Hanîfe de bu
görüştedir Çünkü hür küçük çocuk mal değildir.
Bizim ilim adamlarımız ise
şöyle demektedir: Aksine o, en büyük bir maldır. Hırsızın muayyen bir mal
dolayısıyla eli kesilmez. Elinin kesiliş sebebi, insanoğlunun o şeye meyi
etmesidir. İnsan nefsinin hür bir kimseye meyletmesi ise, köleye
meyletmesinden daha fazladır.
Şayet çalınan şey,
beslenilmesine izin verilmiş köpek ve kurbanlık etleri gibi mülk edinilmesi
câiz olmakla birlikte satışı câiz olmayan şeylerden olursa, bu hususta
İbnül-Kasım ve Eşheb arasında farklı görüşler vardır. Ibnü’l-Kasım der ki:
Köpek çalanın eli kesilmez. Eşheb ise el kesmeme, barındırılması yasak
kılınmış köpek için sözkonusudur. Edinilmesine izin verilmiş olan köpeği
çalanın ise eli kesilir. Yine Eşheb der ki: Her kim, kurbanlık etini yahut
derisini çalacak olursa, onun bu çaldığının kıymeti yüz dirhemi bulduğu
takdirde eli kesilir.
İbn Habib de der ki: Esbağ dedi
ki: Eğer kurbanlık hayvanı kesimden önce çalacak olursa eli kesilir.
Kesildikten sonra çalındığı takdirde ise eli kesilmez.
Eğer çalınan şey aslı itibari
ile edinilmesi ve satışı câiz olan şeylerden olup, ondan kullanılması câiz
olmayan bir şey yapılırsa, -tambur, zurna, ud ve buna benzer eğlence
aletleri gibi- duruma bakılır. Şayet bunların şekilleri bozulup onlardan
gözetilen maksat elde edilemeyecek hale getirilmelerinden sonra çeyrek
dinarlık ve daha fazla kıymet taşıyan bir şey kalıyorsa, el kesilir.
Kullanımı cate olmayıp kırılması emr olunan altın ve gümüş kaplarda da hüküm
böyledir. Bunlar arasında bulunan alan ve gümüşe işçilik eklenmeksizin
kıymet biçilir. Altın ya da gümüşten
yapılmış haç da böyledir. Necis olmuş zeytinyağın, şayet necis olmakla
birlikte kıymeti nîsab miktarını buluyorsa, bundan dolayı el kesilir.
(Çalınan malda aranan üçüncü nitelik),-başkasına rehin bıraktığı
veya ücretle verdiği malını çalan kimse
gibi- hırsızın çaldığı şeyde mülkiyetinin ve mülkiyet şüphesinin sözkonusu
olmaması gerekir. Bu hususta mülkiyet şüphesinin nazar-ı itibara alınması
açısından bizim mezheb ilim adamları ile diğerleri arasında görüş ayrılığı
vardır. Mesela, bir kimse, ganimetten veya
beytülrnalden hırsızlık yapacak olur ise, mülkiyet şüphesi bulunan bir
şeyden çalmış olur. Çünkü, o kimse için o malda bir pay vardır.
Ali
(radıyallahü anh)'dan rivâyet olunduğuna göre, ona Hums'dan
(devletin ganimetteki beşte bir payından)
bir miğfer çalmış bir kişi getirilidi. Hazret-i Ali, elinin kesilmeyeceği
görüşünü izhar ederek: Bunun da onda bir payı vardır, demiştir. Beytülmal
hususunda da cemaatin (fukahanın büyük
çoğunluğunun) görüşü bu şekildedir. Böyle bir kimseye hırsızlık ile
ilgili âyetin lâfzındaki umum İleri sürülerek el kesme cezasının
uygulanacağı da söylenmiştir.
(Çalınan malda aranan dördüncü nitelik ise), küçük köle ile Arap
olmayan büyük köle gibi çalınması sahih olan şeylerden olmasıdır. Çünkü,
Arapça konuşabilen köle gibi çalınması sahih olmayan şeyler dolayısıyla el
kesme cezası uygulanmaz.
Malın çalındığı yerde aranan
nitelik ise, sadece bir tanedir. O da o çalınan şeyin benzeri için o yerin
hirzi (malı koruyabilecek mekanı)
Özelliğinde olmasıdır.
Bu hususta söylenecek şeylerin
özeti şudur: Her bir şey için bilinen belli bir yer vardır, İşte onun o
yeri, o şeyin hirzi kabul edilir. Beraberinde koruyucu
(muhafaza) bulunan her bir şeyin de
koruyucusu onun hirzidir. Evler, konaklar, dükkânlar İçlerinde bulunan
şeyler için birer hirzdir Sahipleri ister bulunsunlar, ister bulunmasınlar.
Aynı şekilde beytülmal de
müslümanların hirzidir. Hırsız kimse ise onda herhangi bir hak sahibi
değildir İsterse hırsızlık yapmazdan önce, İmâmın kendisine beytülmalden
birşeyler vermesi mümkün olan bir kimse olsun. Çünkü, her müslümanın
beytülmaldeki hakkı ona Fiilen verilen atiyye ile teayyün eder. Nitekim
İmâmı, beytülmalın tamamını müslümanların menfeatine olan herhangi bir
alanda harcayıp insanlar arasında onu dağıtmayabilir.
Veya bir beldede onu dağıtırken, bir başka
yerde dağıtmayabilir bir topluluğa verirken, bir başka topluluğa
vermeyebilir. Böyle bir varsayıma göre bu hırsizlik yapan kişi beytülmalde
hakkı olmayan kimselerdendir.
Ganimetler de böyledir. Ya
paylaştırmakla teayün ederler, -bu ise beytülmal hakkında yaptığımız
açıklamalar gibidir- ya da Savaşta fiilen
hazır bulunan kimselerin o malı ellerine almak suretiyle sahibi teayün eder.
Böyle bir durumda (teayünden önce) çalan
kişinin çaldığı miktar göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer hakettiğinden
fazlasını çalmışsa eli kesilir, aksi takdirde eli kesilmez.
14- Ev
ve Dükkânların Dışında Bulundurulan Malların Hirz Altında Olmaları:
Bineklerin sırtı, taşıdıkları
şeylerin hirzidir. Dükkânların önü, satış yerinde konulan şeyler için bir
biredir. İsterse ortada fiilen dükkan bulunmasın. O malla birlikte sahipleri
olsun ya da olmasın ve bu mal ister gece
ister gündüz çalınmış olsun farketmez.
Aynı şekilde pazarda koyunların
durdukları yer de, koyunlar ister bağlı bulunsun ister bulunmasın hirz
alandadırlar Binekler de bağlandıkları yerlerde hirz altındadırlar.
Beraberlerinde sahipleri olsun ya da
olmasın farketmez.
Eğer binek, mescidin kapısında
veya pazarda ise, beraberinde koruyucu
bulunması hali dışında hirz altında kabul edilmezler. Kendi avlusuna
bineğini bağlayan, ya da binekleri için bir
yeri ağıl olarak kullanan bir kimse, bu bağlaması ve o yeri ağıl olarak
kullanması binekleri için bir hirzdir.
Gemi de içinde bulunulan şeyler
için bir hirzdir. Bağlı olup olmaması arasında bir fark yoktur. Bizzat
geminin kendisi çalınacak olursa, o da binek gibi değerlendirilir. Eğer
bağlı değilse, hirz altında değit demektir. Şayet sahibi gemiyi bir yere
bağlamış yahut o yerde demirlemiş ise, gemiyi bağlaması bir hirzdir. Gemi
ile birlikte herhangi bir kimse bulunuyor ise, nerede, ne şekilde bulunursa
bulunsun, aynı şekilde gemi hirz altında demektir. Tıpkı mescidin kapısında
beraberinde koruyucusu bulunan binek gibidir. Ancak yolculuk esnasında
gemileriyle bir yerde konaklayıp gemilerini bağlayacak olurlarsa bu da o
gemi için bir hirz kabul edilir. Gemi sahibinin gemi ile birlikte olması ile
olmaması arasında bir fark yoktur.
15-
Otel ve Benzeri Umumun Kaldığı Yerlerden Hırsızlık:
Herkesin kendi bağımsız
odasında kaldığı otel gibi tek bir yerde sakin olan kimselerden herhangi
birisi arkadaşının odasından bir şey çalıp o çaldığı şeyler ile otelin açık
salonuna (avlusuna) çıkacak olursa, bu
çaldığı malı kendi odasına sokmasa ve onu alıp otelin dışına çıkmamış olsa
dahi, böyle birisinin elinin kesileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur.
Yine burada kalanlardan
herhangi bir kimse, otelin umuma açık salonunda bir şey çalacak olursa,
velev ki o çaldığı şeyi kendi odasına sokmuş, yahut otelin dışına çıkartmış
olsa bile elinin kesilmeyeceği hususunda da görüş ayrılığı yoktur. Çünkü,
umuma açık salon, herkes için alışverişin yapılabildiği bir yerdir. Şu kadar
var ki, bineğin bağlandığı yerinden veya
onun benzeri bir eşyanın korunma altındaki yerinden alınmış olması hali
müstesnadır.
16-
Yakın Akrabaların Birbirlerinden Çalmaları:
Çocuklarının malını
çaldıklarından dolayı anne-babanın elleri kesilmez. Çünkü
Hazret-i Peygamber:
"Sen de malın da babana aitsiniz"
diye buyurmuştur.
Ebû Dâvûd,
Buyû' 77, İbn Mâce, Ticârât, 64.
Ancak, anne-babasından çalan
çocuğun eli kesilir. Zira, o malın kendisine ait olması hususunda herhangi
bir şüphenin varlığı sözkonusu değildir.
Elinin kesilmeyeceği de
söylenmiştir. Bu da İbn Vehb ve Eşheb'in
görüşüdür. Çünkü oğul, adeten babasının malını alabildiğine ve rahat bir
şekilde kullanabilir. Nitekim köle efendisinin malını çaldığından dolayı eli
kesilmez. Dolayısıyla oğlun babasının malını çalmaktan dolayı elinin
kesilmemesi öncelikle söz konusudur,
Dedenin
(torunundan) çalması hususunda farklı
görüşler vardır. Mâlik ve İbnü’l-Kasım
eli kesilmez derken, Eşheb kesilir, demektedir. Mâlik'in görüşü daha
sahihtir. Çünkü dede de bir nevi babadır. Mâlik
der ki: Baba ve anne tarafından dedelere nafaka vermek icab etmiyorsa dahi
ellerinin kesilmemesi daha hoşuma gider. İbnü'l-Kasım ve Eşheb der ki: Bu
ikisi dışında (dede ve baba dışında) kalan
akrabaların (çalmaları halinde) elleri
kesilir,
İbnü'l-Kasım der ki: Kendisine
isabet eden açlıktan dolayı çalan kimsenin eli kesilmez.
Ebû Hanîfe ise der ki: Hala, teyze, kızkardeş ve onların dışında
kalan mahremlerden herhangi bir kimse hakkında el kesme cezası uygulanmaz.
Buf es-Sevrî'nin de görüşüdür.
Mâlik, Şâfiî, Ahmed ve İshâk der
ki: Bunlardan çalan kim olursa olsun eli kesilir. Ebû Sevr de der ki: Kim
olursa olsun, el kesmeyi gerektiren bir miktar çalacak olursa, eli kesilir.
Ancak, fukaha herhangi bir husus üzerinde icma etmiş isef o icma dolayısıyla
o takdirde el kesme cezasından kurtulur.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
17-
Mushaf Çalanın ve Yankesicinin Hükmü:
Mushaf çalanın hükmü hususunda
fukahâ farklı görüşlere sahiptir Şâfiî,
Ebû Yûsuf ve Ebû Sevr, eğer mushafın
kıymeti el kesmeyi gerektiren miktarı buluyorsa el kesilir, derler.
İbnü’l-Kasım da bu görüştedir. en-Nu'man
(Ebû Hanîfe) ise mushaf çalan kimsenin eli
kesilmez, demektedir. İbnü'l-Münzir ise
mushaf çalanın eli kesilir, der.
Kişinin yeninden
(cebinden) nafakasını çalan
(tarrar) yankesici hakkında da fukahâ
farklı görüşlere sahiptir. Bir kesim şöyle demektedir İster yenin içinden
ister dışından çalsın, yankesicinin eli kesilir. Bu,
Mâlik,
Evzaî, Ebû Sevr ve Yakub (Ebû Yûsuf)'un
görüşüdür.
Ebû Hanîfe, Muhammed b. el-Hasen
ve İshâk ise şöyle demektedir: Eğer çalınan dirhemler, yeninin dış tarafında
bağlı bulunup, yan kesici de bunları gizlice alıp gitmişse eli kesilmez.
Şayet yeninin iç tarafında bağlı olup o da elini içeriye sokup paralan
çalmışsa eli kesilir. el-Hasen de eli
kesilir demektedir.
İbnü'l-Münzir der ki: Hangi şekilde yankesicilik yaparsa yapsın eli
kesilir.
18-
Seferde Elin Kesilmesi ve Darı Harpte Hadlerin Uygulanması:
Fukahâ, seferde elin kesilip,
dar-ı harpte hadlerin uygulanması hususlarında farklı görüşlere sahiptir.
Mâlik ve
el-Leys b. Sa'd der ki: Harb divan topraklarında hadler uygulanır.
Dâr-ı harp ile dâr-ı islam arasında bir fark yoktur.
el-Evzaî der ki: Bir ordu kumandanı
olarak Savaşa çıkan bir kimse -herhangi bir bölgenin
(eyaletin) emirî olmasa dahi- el kesme
cezası dışında askerleri arasında hadleri uygular.
Ebû Hanîfe de der ki: Asker, harp diyarı topraklarında gazada bulunsa
ve başlarında emir varsa bu emir askerleri arasında hadleri uygulamaz.
Ancak, Mısır, Şam, Irak veya buna benzer
bir bölgenin de valisi ise, askerleri arasında hadleri uygular.
Evzaî
ve onun gibi görüş beyan edenler, Cünâde b. Ebi Ümeyye hadisini delil
göstermişlerdir. Cünâde dedi ki: Bizler, Busr b. Ertae ile denizde
(gazada) bulunuyorduk. Buhü diye bilinen
uzun boylu bir dişi deve çalmış Misdar adındaki bir hırsızı ona getirdiler.
O da şöyle dedi: Ben Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle
buyururken dinledim;
"Gaza esnasında el kesme
cezası uygulanmaz."
Eğer bu durum olmasaydı,
şüphesiz onun elini keserdim.
Ebû Dâvûd-
Hudûd 19; Tirmizî, Hudûd 20;
Nesâî, Kat'u's-Sârik 16;
Dârimî, Sîyer 51; IV 181.
Burada sözü geçen Busr,
denildiğine göre Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde
dünyaya gelmiş ve Hazret-i Alî ile onun taraftarları arasında kötü haberleri
bulunan bir kimse idi. Abdullah b. Abbas'ın iki küçük çocuğunu kesen odur.
Bundan dolayı çocukların anneleri tamarmyle aklını kaybetmiş, ne yaptığını
bilmez hale gelmişti. Ali
(radıyallahü anh) ona, Allah'ın ömrünü
uzatması ve aklını da başından alması için beddua etmişti. Öyle de olmuştu.
Yahya b. Maîn der ki: Busr b. Ertae kötü bir adamdı.
Bu durumda el kesme cezasının
uygulanacağını söyleyen kimseler, Kur'ân-ı Kerîm'in lâfzının umumiliğini
delil göstermişlerdir. Yüce Allah'ın
izniyle sahih olan da budur. Harp diyarında hadlerin ve el kesme cezasının
uygulanmayacağını söyleyenlerin ileri sürebilecekleri en uygun delil, ceza
uygulanan kimsenin müşriklere katılabileceği korkusudur. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
19- El
ve Ayak Nereden Kesilir:
El ya
da ayak kesilecek olursa, nereye kadar kesilebilir? Genelde herkes
elin bilekten, ayağın da eklem yerinden kesileceğini söylemiştir Ayak,
kesildiği takdirde dağlanır. Bazıları da elin dirsekten kesileceğini
söylemiştir. Omuzdan kesileceği de söylenmiştir. Çünkü
(Arapçada) el
(yed) bunu kapsar. Ali
(radıyallahü anh) der ki: Ayak, ayağın
ortasından kesilir ve topuk kısmı bırakılır. Ahmed ve Ebû Sevr de bu
görüştedir.
İbnü'l-Münzir der ki: Biz, Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan bir
adamın elinin kesilmesini emr ettikten sonra: "Onu dağlayınız" dediğini
rivâyet ediyoruz. Ancak senedi hakkında söylenecek sözler vardır.
Aralarında
Şâfiî, Ebû Sevr ve başkalarının da
bulunduğu bir topluluk bunu müstehab görmüşlerdir. Bu daha güzeldir,
iyileşme ihtimali daha yüksektir, kişiyi telef olmaktan daha bir
koruyucudur.
20-
Kesme Sırası:
Öncelikle kesilecek olanın sağ
el olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. İkinci
bir defa çalması halinde ise fukahânın farklı görüşleri vardır.
Mâlik, Medine âlimleri,
Şâfiî, Ebû Sevr ve diğerleri der ki: Sol
ayağı kesilir. Üçüncü defa çalarsa, sol eli
kesilir. Dördüncü defa çalacak olursa, sağ
ayağı kesilir. Eğer beşinci defa çalacak
olursa, ta'zir edilir ve hapse konukır.
Bizim
(mezhebimiz) âlimlerimizden Ebû Mûsab der
ki: Dördüncü defa çaldıktan sonra
öldürülür. Bunu söylerken, Nesâî'nin
el-Haris b. Hatıb'dan rivâyet ettiği bir hadisi delil göstermektedir,
el-Haris’in dediğine göre, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzuruna
bir hırsız getirildi, Hazret-i Peygamber:
"Onu öldürünüz"
dedi. Yanındakiler: Ey Allah'ın Rasulü, sadece hırsızlık yaptı
deyince, Hazret-i Peygamber:
"Onu öldürünüz"
dedi. Yine : Ey Allah'ın Rasulü sadece hırsızlık yaptı dediler.
Yine Hazret-i Peygamber:
"Onun elini kesiniz"
diye buyurdu. Daha sonra bir daha hırsızlık yaptı, ayağı kesildi,
sonra Ebû Bekr (radıyallahü anh) döneminde
yine hırsızlık yaptı, el ve ayakları tamamen kesildi. Sonra
beşinci bir defa daha hırsızlık yaptı, bu
sefer Ebû Bekr (radıyallahü anh) şöyle
buyurdu: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)
"Onu öldürünüz"
diye buyururken bunları daha iyi biliyordu. Daha sonra Ebû Bekr o
adamı, öldürsünler diye Kureyş'in gençlerine teslim etti. Abdullah b.
ez-Zübeyr de onlardan birisi idi. Abdullah başkan olmayı seven birisiydi. O
bakımdan: Beni başınıza emir tayin ediniz, dedi. Onlar da onu başlarına emir
tayin ettiler. Abdullah bir darbe vurdu mu, diğer gençler de o hırsıza bir
darbe indiriyorlardı. Nihayet onu öldürdüler
Nesâî Kat'u's-Sârik.
Beşinci defa çalması halinde hırsızın
öldürüleceğini kabul edenler, ayrıca Hz Cabir'in rivâyet ettiği hadisi de
delil gösterirler Buna göre Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) beşinci defa
hırsızlık yapan bir kimse hakkında:
"Onu öldürünüz"
diye emir vermiştir. Hazret-i Cabir der ki: Biz de onu alıp
götürdük ve sonra öldürdük. Sonra da onu sürükleyip bir kuyuya attık,
üzerine de taş attık. Bunu Ebû Dâvûd
rivâyet etmiştir.
Ebû Dâvûd,
Hudûd 21, Nesâî, Kat'u's-Sarik 15.
Nesâî de bunu rivâyet eder ve şöyle der:
Bu, münker bir hadistir, ravilerinden birisi olan Mus'ab b. Sabit pek
kuvvetli bir ravi değildir. Ben, bu konuda sahih bir hadis bilmiyorum.
Nesâî,
Kat'u's- Sârik 15.
İbnü’l-Münzir der ki: Ebû Bekir ve Ömer
(r. anhuma)'in bir elden sonra öbür eli ve
bir ayaktan sonra da öbür ayağı kestikleri sabittir.
Şöyle de denilmiştir:
İkinci defa hırsızlık yaptığı takdirde sol
ayağı kesilir, bundan başka hırsızlık yaptığı takdirde ise kesme cezası
yoktur. Tekrar hırsızlık yapacak olursa ta'z edilir ve haps edilir. Bu görüş
Ali b. Ebî Tâlib
(radıyallahü anh)'dan rivâyet edilmiştir.
ez-Zührî, Hammâd b. Ebi Süleyman ve
Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir.
ez-Zührî der ki: Sünnette, bize bir el
ve bir ayak dışında kesme cezası uygulanacağına dair bir haber ulaşmış
değildir.
Atâ da der ki: Sadece sağ eli kesilir, bundan sonra da ona kesme
cezası uygulanmaz. Atâ'nın bu sözünü
İbnü'l-Arabî zikreder ve der ki:
Atâ'nın bu görüşüne gelince, sahabe-i
kiram ondan önce buna muhalif kanaatlerini belirtmişlerdir.
21- Sağ
Eli Kesilmesi Gerekirken, Yanlışlıkla Sol Eli Kesmenin Hükmü:
Hakim hırsızın sağ elinin
kesilmesini emretmekle birlikte, sol elinin kesilmesi halinde durumun ne
olacağı hususunda fukahânın farklı görüşleri vardır.
Katade der ki: Buna had uygulanmış oldu.
Ona Fazla birşey yapılmaz. Mâlik de, el
kesen yanılıp (sağ yerine) solunu kesecek
olursa aynı görüştedir. Rey ashâbı da istihsanen bu görüşü kabul
etmişlerdir,
Ebû Sevr der ki: El kesme
cezası uygulayana diyet ödemek düşer. Çünkü o, yanlışlık yapmıştır. Diğer
taraftan hırsızın da sağ eli kesilir. Ancak bu konuda kesilmeyeceğine dair
icmaun tesbit edilmesi hali müstesnadır.
İbnül-Münzir ise der ki:
Hırsızın sol elinin kesilmesi iki şekilden birisiyle olur. Ya elini kesen
bunu kasten yapmıştır O takdirde ona kısas uygulanır. Yahut da bunu hata
yoluyla yapmıştır. O taktirde kesenin âkilesine onun diyetini ödemek
icabeder. Diğer taraftan hırsızın sağ elinin kesilmesi de vacibtir.
Yüce Allah'ın farz kıldığı bir şeyin,
herhangi bir kimsenin haksızca tasarrufu veya
hata edenin hatası dolayısıyla ortadan kaldırılması câiz olamaz,
es-Sevrî de sağ eline kısas uygulanması gerekirken, sol elini uzatıp
kesilen kimse hakkında sağ eli de kesilir demiştir.
İbnü'l-Münzir der ki: Bu doğrudur.
Bir kesim de şöyle demektedir:
iyileştiği takdirde sağ eli kesilir. Çünkü, bizzat kendisi sol elini telef
ettirmiştir. Rey ashâbının görüşüne göre, kesene birşey düşmez,
Şâfiî'nin görüşüne kıyasen sol eli iyileştiği takdirde sağ eli de
kesilir. Katade ve Şa'bî der ki: Bu
durumda kesene birşey düşmez ve eli kesilenin sol eli ile yetinilir.
22-
Hırsızın Elinin Boynuna Asılması:
Hırsızın eli boynuna
asılır. Abdullah b. Muhayrîz der ki: Ben, Fedale'ye, hırsızın elinin boynuna
asılması sünnetten midir? diye sordum, şöyle dedi:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) 'a bir hırsız getirildi, eli kesildi.
Daha sonra emir yererek eli boynuna asıldı. Bu hadisi
Tirmizî rivâyet etmiş olup, hadis, hasen
ve gariptir, demiştir. Bunu Ebû Dâvûd ve
Nesâî de rivâyet etmişlerdir.
Tirmizî
Hudûd 17ı Ebû Dâvûd, Hudûd 22;
Nesâî, Kat'u's-Sârik, 18;
İbn Mâce, Hudûd 23.
23-
Hırsıza El Kesme Cezası Uygulanmadan Önce Birisini Öldürürse:
Hırsızlık cezasının uygulanması
gereken bir halde hırsız birisini öldürecek olursa,
Mâlik der ki: Sadece öldürülür, el kesme
cezası da onun kapsamına girer. Şâfiî
ise der ki: Önce eli kesilir sonra da öldürülür. Çünkü bunlar, iki hak
sahibine ait iki haktır Dolayısıyla onlardan herbirisinin hakkını alması
icabeder. Yüce Allah'ın izniyle
sahih olan da budur. İbnü'l-Arabî'nin tercih ettiği görüş de budur.
24-
Nakvî Bir Mesele:
Yüce Allah'ın;
"İkisinin ellerini..."
diye buyurup bunun yerine İkisinin
(birerden) iki elini, diye buyurmaması
dolayısıyla, bu hususta dil bilginleri bazı açıklamalarda bulunmuşlardır,
İbnül-Arabî der ki; Fukahâ da bu dil bilginleri hakkında hüsnü zan
besledikleri için onların yaptıkları açıklamalarda izlerini takip
etmişlerdir.
Halil b. Ahmed ve el-Ferrâ' der
ki: İnsanın hilkatinde bulunan o şey iki kişiye izafe edilecek olursa çoğul
yapılır. Buna göre;" Onların başlarını yardım, karınlarını doyurdum;
denilir." Nitekim yüce Allah da:
"Eğer herikiniz Allah'a tevbe ederseniz (ne âlâ).
Çünkü kalpleriniz meyletmiş bulunuyor"
(et-Tahrim, 66/4) diye buyurmaktadır. İşte
bundan dolayı burada da yüce Allah
ikisinin (birerden) iki elini kesiniz diye
buyurmayıp; "(İkisinin) ellerini kesiniz"
diye buyurmuştur. Maksat ise bunun (erkeğin de)
sağ elini, berikinin (hırsızlık yapan kadının)
da sağ elini kesinizdir. Dilde bu kullanılabilir. Ancak; İkisinin
(birerden) iki elini kesiniz, söyleyişi
asıl olandır. Şair ise, bu iki türlü söyleyişi bir arada şu beyitinde
zikretmektedir:
"Oldukça uzak, suyu da
bulunmayan korku verici iki kurak yerin ikisinin de tümsek yerleri
iki kalkanın sırt tarafı
(tümsekçe olan ve rakibe karşı görünen bir
bölümü.) gibidir.
Bu hususta bir yanlış anlama
sözkonusu olmayacağından dolayı bir bir ifade kullanıldığı da
söylenilmiştir. Sîbeveyh de der ki: Eğer
bu organ tek bir Eane İse, sen onunla tesntye kastedecek olursan, cetni'de
yapılabilir. Araplar'da: Her ikisi de yüklerini indirdiler, ifadesini
kullandıkları nakledilmiştir. Bununla, her biri kendi bineğinin sırtındaki
yükü indirdiği kastedilmektedir.
İbnü'l-Arabî der ki: İşte bu, tek başına sağ elin kesileceği
görüşüne binaen doğrudur. Ancak durum böyle değildir. Aksine eller ve
ayaklar kesilebilir. Bu durumda yüce Allah'ın
"ellerini" âyeti, dörde raci olur. Dört ise her iki kişide bulunan ellerin
toplamıdır. Burada da eller teşriiye olarak zikredilmiştir. O bakımdan ifade
fasih olarak varid olmuştur. Eğer: Onların ellerini kesiniz demiş olsaydı,
yine de bu sahih bir ifade olurdu. Çünkü hırsız erkek ile hırsız kadın
ifadelerinden özel olarak sadece iki şahıs kast edilmemiştir. Aksine bunlar,
sayılamayacak kadar çok kişiyi kapsayan bir cins ismidir.
25-
Allah, Hükmüne Karşı Konulamayandır:
Yüce
Allah'ın:"
Kazandıklarına bir karşılık... olmak üzere"
âyeti mef'ûlün leh'dir.
Bu, mastar (mef'ûlü mutlak) olarak da kabul
edilebilir. "Allah tarafından İbret verici bir ceza olmak üzere" âyeti de
böyledir.
Bir kimseye, yaptığı bir işten
vazgeçip yüz çevirmesini gerektirecek bir iş yapmayı ifade etmek üzere; "Onu
ten kilittim" denilir.
"Allah Azîzdir."
Yani, yenik
düşürülemeyen, mağlub edilemeyendir.
"Hakimdir"
Yaptıkları hikmetli ve sapasağlam olandır. Bu
güzel isimlere dair açıklamalar daha Önceden de geçmiş bulunmaktadır.
Fakat, kim zulmettikten sonra
tevbe eder ve düzeltirse, şüphesi Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü
Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.
26- Hırsızın Tevbe Edip Halini
Düzeltmesi:
Yüce Allah'ın:
"Fakat kim zulmettikten sonra tevbe eder ve
(kendisini) düzeltirse"
âyeti şarttır. Cevabı da:
"Şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder"
âyetidir.
"Zulmettikten sonra"
âyeti hırsızlıktan sonra demektir. Allah,
tevbe ettiği takdirde onu affeder Fakat tevbe ile el kesme cezası kalkmaz.
Âta ve bir topluluk şöyle demiştir: Hırsızın ele geçirilmesinden önce el
kesme cezası, tevbe ile kalkar. Bunu bazı Şâfiîler
ileri sürmüş ve Şâfiî'nin bir görüşü
olarak ifade etmişlerdir. Yüce Allah'ın:
"Yalnız, kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadır"
(el-Mâide, 5/34) âyetine yapışmışlardır.
İşte bu, uygulanması icabeden cezadan bir istisnadır. Dolayısıyla bütün
hadlerin buna göre ele alınması gerekmektedir. Bizim ilim adamlarımız da
şöyle derler: Bizzat aynı âyet bizim de delilimizdir. Çünkü şanı
yüce Allah, yol kesicinin cezasını
zikrettikten sonra: "Yalnız kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler
müstesnadırlar diye buyurmakta, daha sonra hırsıza uygulanacak cezayı buna
atfettikten sonra hırsız hakkında da:
"Fakat kim zulmettikten sonra tevbe eder ve düzeltirse, şüphesiz Allah onun
tevbesini kabul eder"
diye buyurmaktadır. Eğer, hüküm itibariyle
hırsız da yol kesici gibi olsaydı, haklarında farklı hükümleri zikretmezdi.
İbnü'l-Arabî der ki: Ey Şâfiîler
topluluğu, nerede meselelerin kapalı taraflarından istinbat ettiğiniz şer'î
hikmetler ve fikhî incelikler? Şuna dikkat etmez misiniz? Yol kesen
(muharib), bizzat kendisi istibdada
yönelmekte, silahı ile saldırılarda bulunmaktadır. İmâm
(islâm devlet başkanı) ona karşı koymak
için atları ve bineklileri üzerlerine sürmek ihtiyacını hisseder.
Yüce Allah, burada tevbe dolayısıyla
böyle bir durumdan vazgeçsin diye cezasını kaldırmıştır. Nitekim onu İslâm'a
ısındırmak kastıyla, kâfirin geçmişte bütün yaptıklarının mağfirete mazhar
olacağını da ifade ettiği gibi. Hırsız ve zina edene gelince, bunların ikisi
de müslümanların avucu içinde, İmâmın hükmü altındadırlar. Onlara
uygulanması icabeden hükmü üzerlerinden kaldıran ne olabilir ki? Yahut,
bunlar da muharibe kıyas edilir, demek nasıl mümkün olabilir? Oysa hikmet de
durumları da bunların birbirlerinden ayrı olduklarını ortaya koymaktadır.
Böyle bir yaklaşım, -ey muhakkikler topluluğu- sizin gibilere yakışmaz.
Haddin tevbe ile sakıt olmayacağı sabit olduğuna göre, tevbe Allah
tarafından makbuldür, el kesme cezası da o kimsenin günahı için bir keffaret
olur.
"Ve düzeltirse"
yani, nasıl
hırsızlıktan tevbe ettiyse, her günahtan da öylece tevbe ederse demektir.
"Ve düzeltirse"nin,
yani o masiyeti tamamiyle terkederse
anlamında olduğu da söylenmiştir. Zinaya yöneldiği için hırsızlığı terkeden,
hiristiyanlığa girdiği için yahudilıği terkedene gelince, böyle birisinin bu
yaptığı tevbe değildir. Allah'ın, kulunun tevbesini kabul etmesi ise, kulunu
gerçekten tevbe etmeye muvaffak kılmasıdır. Ondan tevbesinin kabul edilmesi
demektir, diye de açıklanmıştır.
27. Bu
Âyette, Erkek Hırsızın. Daha Önce, Zina ile İlgili Ayette de Zina Eden
Kadının Daha Önce Zikredilişinin Hikmeti:
Şöyle denilmektedir: Şanı
yüce Allah, bu âyet-i kerimede hırsız
kadından önce hırsız erkekten sözetmektedir. Zina ile ilgili âyette de zina
eden kadını zina eden erkekten önce zikretmiştir. Bundaki hikmet nedir? Buna
şöyle cevap verilir: Mal sevgisi erkeklerde deha baskın, cinsel şehvet ise
kadınlarda daha baskın olduğundan dolayı her yerde onlardan uygun olanı
zikrederek başlanmıştır. Bu ise, ileride en-Nûr sûresinde
(24/2. âyet, 5. başlıkta) zina eden kadının
zina eden erkekten önce zikredilmesinin hikmetine dair gelecek açıklamalarda
da -inşaallah- görüleceği gibi, kadının öncelikle anılması ile ilgili
açıklamalardan bir tanesidir.
Diğer taraftan
yüce Allah, hırsızlığın cezasını malı
alan el olduğu için el kesmek olarak tesbit etmiştir. Zinanın cezasını ise,
fuhşu işleyen uzuv oluduğu halde, o uzvun kesilmesi olarak tesbit
etmemiştir.
Bunun üç sebebi vardır:
Hırsızın kesilen eli gibi bir başka eli daha vardır. Eğer eli kesildiği için
vazgeçecek olursa, onun yerine kalan ikinci elini kulanabilir. Zina edenin
ise, eğer organı kesilecek olursa ve kesilmesi dolayısıyla da bu işten
vazgeçecek olursa, onun yerine geçecek başka bir organı yoktur.
İkinci husus; had, kendisine had uygulanana da başkasına da bir
azardır ve bu işten vazgeçirmek içindir Hırsızlıkta elin kesilmesi açıkça
ortada görülür. Zinada organın kesilmesi ise görülmez.
(Dolayısıyla ibret hasıl olmaz).
Üçüncü husus; erkeklik organının kesilmesi sonucunda nesil kesilir.
Elin kesilmesinde ise neslin kesilmesi sözkonusu değildir.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
40
Bilmez misin ki, göklerin ve
yerin mülkü Allah'ındır? O, dilediğini azaplandırır, dilediğine mağfiret
eder. Allah, her şeye güç yetirendir.
Yüce Allah'ın:
"Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır..."
âyetindeki hitab,
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve
başkalarınadır. Yani, herhangi bir
kimsenin: Biz, Allah'ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz demelerini
gerektirecek ve buna bağlı olarak iltimas geçmesini sağlayacak şekilde
yüce Allah ile hiç bir yakınlık, bir
akrabağı yoktur. Hadler de haddi gerektiren bir işi işleyen herkese
uygulanır.
Anlamının şöyle olduğu da
söylenmiştir: O, dilediği hükmü vermek hakkına sahiptir. İşte bundan dolayı
yol kesici ile yolkesîci olmayıp hırsızlık yapan kimse arasında
(had bakımından) fark gözetmiştir. Bu
âyet-i kerimenin benzeri âyetler de, bunlara dair açıklamalar da daha
önceden geçmiş bulunmaktadır. O bakımdan bunları tekrarlamanın bir anlamı
yoktur. Başarıya ulaştıran Allah'tır,
İşte hırsızlık âyeti ile ilgili
olarak hırsızlığa dair bir takım hükümler bunlardır.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
41
Ey
Peygamber! Kalpleriyle Îman
etmedikleri halde ağızlarıyla: İnandık deyip de küfür içinde koşuşup
duranlar seni kederlendirmesin. Yahudilerden durmadan yalana kulak veren,
huzuruna gelmeyen diğer bir kavim lehine dinleyen
(casusluk eden)ler vardır. Kelimeleri yerine konulduktan sonra
değiştirirler ve: "Eğer size şu verilirse onu alın, şayet o verilmezse
sakının" derler. Allah'ın fitneye düşürmek istediği kimse için sen, Allah'a
karşı birşey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği
kimselerdir. Dünyada onlar için zillet vardır, Âhirette de onlara pek büyük
bir azap vardır.
Bu âyete dair açıklamalarımızı
sekiz başlık halinde sunacağız:
1- Bu
Âyeti Kerîmenin Nüzul Sebebi İle İlgili Görüşler:
"Ey Peygamber seni kederlendirmesin"
âyetinin nüzul sebebiyle İlgili olarak üç görüş vardır. Denildiğine göre bu
âyet-i kerîme, Kurayla ve Nadiroğulları hakkında inmiştir. Kurayzalı birisi,
Nadiroğullarından birisini öldürdü. Nadiroğulları, Kurayzal il ardan
birisini öldürdükleri vakit kısas uygulamalarına fırsat vermezlerdi.
-İleride açıklanacağı üzere- onlara
(Kurayzalılara) sadece diyet vermekle yetinirlerdi. Bunun üzerine
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakemliğine başvurdular.
Hazret-i Peygamber, Kurayzalı ile
Nadiroğullarına mensub iki kişi arasında eşitlik sağlanması gerektiği
hükmünü verdi. Bu ise, Nadiroğullarının hoşuna gitmedi ve kabul etmediler.
Nesâî,
Kasâme 8; Dârakutni, 111, 198;
Müsned, I, 246.
Bir diğer görüşe göre bu
âyet-i kerîme, Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in Ebû
Lubâbe'yi Kurayzaoğullarına gönderip kendilerine uygulanacak cezanın
boğazlarının kesilmesi olduğuna işaret etmesi dolayısıyla Ebû Lubâbe
hakkında inmiştir.
Süyûtî,
ed-Dürru'l-Mensur, III, 78.
Bir diğer görüşe göre bu âyet-i
kerîme, yahudi erkek ve kadının zinası ile recim olayı hakkında nâzil
olmuştur. Bu da konu ile ilgili görüşlerin en sahih olanıdır. Bunu, hadis
İmâmları, Mâlik,
Buhârî,
Müslim, Tirmizî ve
Ebû Dâvûd rivâyet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd,
Cabir b. Abdullah'tan rivâyetine göre,
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)
onlara (yahudilere):
"Aranızdan en bilgili iki kişiyi yanıma getiriniz"
demiş, bunun üzerine onlar da Suriya adındaki birisinin iki
oğlunu getirmişlerdi. Hazret-i Peygamber
onlara yüce Allah adına yemin
verdirerek: "Bu iki
kişinin durumunu Tevrat'ta nasıl bulmaktasınız"
diye sordu? İkisi de: Bizim Tevrat'ta bulduğumuz şudur: Dört kişi
erkeğin organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi görecek olurlarsa
ikisi de recm olunurlar. Hazret-i Peygamber
sordu: "Peki, sizi
bunları recmetmekten alıkoyan nedir"?
İkisi de: Otoritemiz elden gitti, o bakımdan biz de öldürmekten hoşlanmadık.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şahitleri
çağırdı. Şahidler gelip, erkeğin organının kadının fercinde sürmedanlıktaki
mil gibi gördüklerine dair şahidlik ettiler
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem);
ikisinin de recm edilmesi emrini verdi.
Ebû Dâvûd,
Hudûd 25
Buhârî
ile Müslim'in dışındaki eserlerde de
en-Nehaî'den, Cabir b. Abdullah'tan
nakledilerek Cabir'in şöyle dediği kaydedilmektedir: Fedeklilerden bir erkek
zina etti. Bunun üzerine Fedekliler, Medine'de bulunan yahudi bazı
kimselere: Muhammed'e bu hususa dair soru sorunuz. Eğer size celde vurmayı
emrederse, onu kabul ediniz. Şayet size recmedilmeleri emrini verirse onu
kabul etmeyiniz. Durumu Hazret-i Peygamber'e
sordular, o da İbn Suriyayı çağırdı. Aralarında en bilgin kişi oydu. Bir
gözü de görmüyordu. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle
sordu:
"Sana Allah adına yemin verdiriyorum. Kitabınızda zina
edenin cezasını ne şekilde buluyorsunuz ?"
İbn Suriya ona şöyle dedi: Allah adına bana yemin verdirdiğine
göre, şunu söyleyeyim. Biz Tevrat'ta, bakmanın bir zina, kucaklaşmanın bir
zina, öpmenin bir zina olduğunu görüyoruz. Eğer dört kişi erkeğin organını
kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şahidlik edecek
olurlarsa, o takdirde (erkeği) recmetmek
icabeder. Bunun üzerine Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem):
"İşte bu böyledir"
buyurdu.
Süyûtî,
ed-Dürru'l-Mensur, 111, 78.
Müslim'in
Sahihinde de el-Berâ b. Âzib'den şöyle dediği nakledilmektedir:
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına yüzü kömürle karartılmış bir
yahudi getirildi. Hazret-i Peygamber
yahudileri çağırıp şöyle dedi:
"Sizler Kitabınızda zina edenin
cezasının böyle olduğunu mu görüyorsunuz?"
Onlar, evet deyince, Hazret-i Peygamber
ilim adamlarından birisini çağırdı ve şöyle buyurdu:
"Tevrat’ı Mûsa'ya indiren Allah
adına bana söyle. Kitabınızda zina edenin haddini böyle mi buluyorsunuz?"
Kişi Hayır dedi. Eğer bu şekilde bana yemin verdirmeseydin sana
bildirmeyecektim. Biz, cezanın recm olduğunu görüyoruz. Fakat zina,
soylularımız arasında çoğaldı O bakımdan soylu bir kimseyi yakaladık mı, onu
bırakırdık. Zayıf birisini yakaladık mı, ona had uygulardık. Bu sefer şöyle
dedik: Gelin ortaklaşa bir ceza tesbit edelim ve bunu, soyluya da böyle
olmayana da uygulayalım. Sonunda recm yerine yüzü kömürle karartmayı ve sopa
vurmaya tesbit ettik. Bunun üzerine
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu:
"Allah'ını kendilerinin öldürdükleri bir zamanda senin
emrini ihya eden ilk kişi ben oluyorum"
dedi ve recm edilmesini
emretti. Bunun üzerine yüce Allah
da:
"Ey Peygamber! Küfür içinde koşuşup
duranlar seni kederlendirmesin"
âyetini:
"Eğer size şu verilirse onu alın"
âyetine kadar indirdi. Yani, diyorlar ki:
Muhammed'e gidiniz. Eğer o sizlere yüze kömür çalmayı ve sopa vurmayı
emrederse onu kabul ediniz. Şayet size recm cezası uygulanması fetvasını
verirse, ondan sakınınız. Bunun üzerine şanı
yüce Allah:
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ
kendileridir"
(el-Mâide, 5/44);
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta
kendileridir"
(el-Mâide, 5/45);
"Kim Allah'ın, indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların tâ
kendileridir"
(el-Mâide, 5/47)
âyetlerini indirdi. Bunların hepsi de kâfirler hakkındadır.
Müslim, Hudûd 28;
Ebû Dâvûd, Hudûd 25.
İbn Mâce, Hudûd 10.
Bu rivâyette bu
şekilde: "Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın
yanından...geçirildi" lâfzı ile zikredilmiştir.
İbn Ömer
tarafından rivâyet edilen hadiste de şöyle denilmektedir: Zina etmiş yahudi
bir erkek ve bir kadın getirildi- Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) yahudilerin
yanına varıncaya kadar yola koyuldu. Dedi ki:
"Tevrat'ta zina edene uygulanmak üzere bulduğunuz ceza nedir?"
Müslim
Hudud 26. Bir başka rivâyette de şöyle
denilmektedir: Yahudiler, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yanına
zina etmiş bir erkek ve bir kadın getirdiler.
Ebû Dâvûd,
Hudûd 25.
Ebû Dâvûd'un
Kitabında (Süneninde)
İbn Ömer tarafından rivâyet edilen
hadiste şöyle dediği kaydedilmektedir: Yahudilerden bir topluluk gelip
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı el-Kuf denilen vadiye çağırdılar.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) da onların yanına Beytu'l- Midras
(diye bilinen Tevrat okuyup öğrendikleri)
yere gitti. Şöyle dediler: Ey Ebe'l-Kasım, bizden bir erkek bir kadın ile
zina etti. Sen aramızda hüküm ver...
Ebû Dâvûd,
Hudûd 25.
Bütün bunlarda herhangi bir
hususta tearuz (çatışma) sözkonusu
değildir. Bunların hepsi de aynı olayı nakletmektedir.
Ebû Dâvûd bu olayı,
Ebû Hüreyre yoluyla güzel bir şekilde
nakletmiş bulunuyor. Ebû Hüreyre der ki:
Yahudilerden bir adam bir kadın ile zina etti. Aralarında birbirlerine şöyle
dediler: Haydi şu peygambere
gidelim. Çünkü bu, hükümleri hafifletmek özelliği ile gönderilmiş bir
peygamberdir. Eğer, recmden daha
aşağı bir fetva verecek olursa, onu kabul ederiz, Allah huzurunda da onu
delil gösteririz. Ve deriz ki: Bu, senin
peygamberlerinden bir peygamberin
fetvasıdır. Bunun üzerine, mescidde ashâbı arasında oturmakta iken
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına gelip şöyle dediler:
Ey Ebe'l-Kasım,
kendilerinden zina etmiş bir erkek ve bir kadın hakkındaki görüşün nedir?
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) onlara ait Beytül- Midraslarına
varıncaya kadar onlarla konuşmadı. Kapıda durup şöyle dedi:
"Mûsa üzerine Tevrat’ı indiren Allah adına size yemin verdiriyorum. Tevratta
muhsan olduğu takdirde zina eden kimseye uygulanmasını gerekli bulduğunuz
ceza nedir?"
Şu cevabı verdiler: Yüzü kömür ile karartılır, zina eden İki kişi
bir merkebe sırtları birbirine dönük olarak bindirilip gezdirilir ve onlara
sopa vurulur. Aralarından genç birisi ise susuyordu.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) onun susmakta olduğunu görünce, ona da
ısrarla aynı şekilde yemin verdirip soru sordu, o genç şu cevabı verdi:
Madem bize yemin verdirdin, bizim Tevrat'ta bulduğumuz ceza bil ki,
recmdir... Daha sonra hadisin geri kalan kısmını zikretti ve nihayet şöyle
dedi: Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu: "O halde ben de
Tevratta bulunan hüküm gereğince hüküm veriyorum."
Sonra da emir vererek ikisi de recm edildiler.
Ebû Dâvûd,
Hudûd 25.
2-
Zimmet Ehlinin Müslümanların Hakemliğine Baş Vurmaları:
Bu rivâyetlerden çıkan sunuç
şudur: Yahudiler, Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın hükmüne
başvurmuş, o da Tevrat'ta bulunan hüküm gereğince haklarında hüküm
vermiştir. Bu hususta da Suriya denilen birisinin iki oğlunun söylediklerine
dayanmıştır. Yahudilerin şahitliklerini dinlemiş ve gereğince uygulama
yapmıştır. Ayrıca muhsan sayılmak için İslam da şart değildir. İşte bunlar,
(bu rivâyetlerden özetle anlaşılan) dört
meseledir.
Zimmet ehli, İslam devlet
başkanının huzurunda davalaşacak olurlarsa, onların getirdikleri bu dava,
öldürmek, saldırı ve gasb gibi haksızlığı ilgilendiren bir dava ise,
aralarında hüküm verir ve bu haksızlıktan onları alıkoyar. Bu konuda görüş
ayrılığı yoktur.
Eğer dava konusu bu türden
değilse, -İmâm -Mâlik ve
Şâfiî'ye göre- aralarında hüküm vermek
hususunda muhayyerdir, Şu kadar var ki Mâlik,
hükmetmeyip yüzçevirmeyi daha uygun görür. Şayet hüküm verecek olursa,
aralarında İslam hükmü ile hüküm verir. Şâfiî
ise şöyle demektedir: Hadler ile ilgili hususlarda aralarında hüküm vermez.
Ebû Hanîfe de şöyle demektedir: Durum ne olursa olsun, aralarında
hüküm verir. Bu, aynı zamanda ez-Zührî,
Ömer b. Abdulaziz ve el-Hakem'in de
görüşüdür. İbn Abbâs'tan da bu görüş
rivâyet edilmiştir, Şâfiî'nin konu ile
ilgili iki görüşünden birisi de budur. Çünkü ileride açıklanacağı üzere
yüce Allah'ın:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet"
(el-Mâide, 5/49) âyeti bunu
gerektirmektedir. Mâlik de
yüce Allah'ın:
"Eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da
onlardan yüz çevir"
(el-Mâide, 5/42)
âyetini delil göstermiştir. Bu da hükmetmekte muhayyerlik hususunda açık bir
nasstır.
İbnü'l-Kasım der ki:
Piskoposlarla zina eden iki kişi birlikte gelecek olursa, hakim muhayyerdir.
Çünkü o hükmü yürürlüğe koymak piskoposların bir hakkıdır.
Muhalif görüşü savunanlar da
derler ki: Piskoposların gelmesine itibar etmez. İbnül-Arabî der ki: Bu,
daha sahih olan görüştür. Çünkü müslümanlar, aralarında bir kimsenin
hakemliğini kabul edecek olurlarsa hakemin hükmü geçerli olur. Ve bu hususta
hakimin rızasına itibar olunmaz. Kitab ehli hakkında bunun böyle olması
öncelikle sözkonusudur.
Îsa ise İbnü'l-Kasım'dan naklen
şöyle demektedir: O vakit, bu konuda hüküm vermesi için gelenler zimmet ehli
değildiler. Harb ehliydiler. İbnü’l-Arabı der ki: İsanın İbnü'l-Kasım'dan
naklettiği bu görüş, Taberî ve
diğerlerinin rivâyet ettiği: Zina eden kişi Hayber
ya da Fedeklilerden idiler. Ve o sırada onlar,
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) ile
(antlaşması bulunmayan) harbi kimseler idiler, ifadesinden
çıkarılmıştır.
Zina eden o kadının ismi Busra
idi. Bunlar, Medine'de bulunan yahudilere haber gönderip şöyle demişlerdi:
Muhammede buna tiair soru sorunuz. Eğer size recinden başka birşey ile fetva
verirse onu alıp kabul ediniz. Şayet recinle fetva verirse, onu kabul
etmekten sakınınız... İbnü'l-Arabî
derki: İşte bu eğer sahih ise, zina edenleri beraberlerinde getirip soru
sormaları, bir ahki ve bir eman olarak değerlendirilir. Eğer bu bir ahid bir
zimmet, ve bir dâr (da yaşamak demek) değil
ise, o takdirde haklarında hüküm vermemek ve verdiği takdirde de haklarında
adaletli hüküm vermek hakkına sahip olurdu. O bakımdan bu hususta Îsa'nın
kaydettiği rivâyetinin delil olacak bir tarafı yoktur. İşte
yüce Allah, onlar hakkında şöylece
haber vermiştir: "Yahudiler durmadan yalana kulak veren, huzuruna gelmeyen
bir kavm lehine dinleyenlerdir." Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in
hakemliğine baş vurunca, onların verdiği hüküm haklarında yürürlüğe girdi ve
onların geri dönme hakları kalmadı.
Buna göre çeşitli meselelerde
başkalarının hakemliğine başvurmak hususu; bir sonraki başlığın konusudur.
3-
Hakemin Hükmüne Başvurmak:
Aradaki anlaşmazlıklarda bir
başkasının hükmüne başvurmanın asıl delili bu âyet-l kerimedir.
Mâlik der ki; Bir kişi, bir başkasını
hakem tayin edecek olursa, onun hükmü geçerlidir. Bu hüküm hakime
götürülecek olursa, hakim de onu yürürlüğe koyar. Apaçık bir zulüm olması
hali müstesnaleyhisselâmuhnün der ki: O hükmü doğru verecek olursa, onu
yürürlüğe koyar.
İbnü'l-Arabî der ki: Bu ise mali konularda ve hakkını taleb eden
kişiyi ilgilendiren haklar ile ilgilidir. Hadler ile ilgili ise, ancak
sultanın (hüküm vermeye yetkili makamın)
hüküm vermek yetkisi vardır İlke şudur; İki davacıya has olan her bir hak
ile ilgili hususlarda, başkasının hakem tayin edilmesi caizdir, hakem tayin
edilenin o hususta verdiği hüküm de geçerlidir. Bunun tahkikine gelince:
İnsanlar arasında hakem tayini, onlara ait bir haktır. Hakimin hakkı
değildir Şu kadar var ki, tahkim meselesini alabildiğine geniş çerçevelerde
kullanmak, velayet ilkesini delmektir, Ve bu, eşeklerin gelişi güzel
davranmaları gibi, insanların da gelişi güzel hareket etmeleri sonucunu
verir. O bakımdan, meseleyi nihai olarak kestirip atacak bir otoritenin
varlığı da kaçınılmazdır. Bundan dolayı şeriat, karmaşıklığın temelini
kökten yıkmak için, veliyülemr tayin edilmesini emr etmiş, bununla birlikte
onun yükünü hafifletmek için ve diğer taraftan anlaşmazlık halinde olanlar
üzerinden de davalarını hakime götürmek sıkıntısını kaldırmak ve böylelikle
her iki maslahatı gerçekleştirip faydayı temin etmek için de tahkime müsaade
etmiştir.
Şâfiî ve başkaları der ki: Tahkim caizdir ve bunun sonucunda verilen
hüküm, ancak bir fetva hükmündedir.
Bazı âlimler de şöyle
demişlerdir: Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yahudiler
hakkında recm hükmünü vermesi, onların kitaplarındaki bir hükmü uygulamaktı,
Onların tahrif ettikleri, gizledikleri ve uygulamayı terkettikleri bir hükmü
uygulamaktı. Nitekim Hazret-i Peygamber'in:
"Allah'ım, onların öldürdükleri bir zamanda, ben Senin
emrini ilk dirilten kişiyim"
dediğine dikkat etmek gerekir. Bu ise onun Medine'ye geldiği
sırada olmuştu. Bundan dolayı Hazret-i
Peygamber, Suriya adındaki kişinin iki oğlundan Tevrat'taki hükmü
sağlam bir şekilde öğrenmek yoluna gitmiş ve bu hususta onlara yemin
verdirmişti.
Aslında kâfirlerin hadler ile
ilgili sözleriyle bu husustaki şahitlikleri îcma ile makbul değildir Fakat,
Hazret-i Peygamberin bunu
yapması, onların bağlı kalacaklarını belirttikleri ve gereğince amel
ettikleri bir hususu kabul ettirmek üzere yapmıştı.
Diğer taraftan bu konudaki
bilginin Hazret-i Peygamber için
vahiy yoluyla husule gelmiş olması, yahut da
yüce Allah'ın Hazret-i Peygamberin
kalbine Suriya'nın iki oğlunun bu hususla söylediklerinin doğru olduğuna
dair bir ilham ilka etmesi yoluyla -sadece onlar söyledi diye değil- bilgi
sahibi olmuş olması da ihtimal dahilindedir.
Hazret-i Peygambere vahiy
ya da illiâm yoluyla gelen bu bilgi, ona
hükmü gereği gibi açıklamış ve recmin meşruiyetini haber vermiş olur. Bunun
başlangıcı tâ o vakit gerçekleşmiş olur. Böylelikle
Hazret-i Peygamber, yaptığı ile
Tevrat'ın hükmünü uygulamış ve aynı zamanda bunun şeriatinin hükmü olduğunu
da beyan etmiş olur. Zaten Tevrat da yüce Allah'ın
hükmüdür. Çünkü, şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz Tevrat'ı Biz indirdik ki, onda bir hidayet ve bir nûr vardır.
Teslim olmuş olan peygamberler... onunla
yakudilere hükmederlerdi."
(el-Mâide, 5/44) Bu şekilde hüküm verenler
de peygamberlerdendi.
Ebû Dâvûd,
Hudûd 25.
Ebû Hüreyre de Hazret-i Peygamber'den:
"İşte ben de Tevrat'ta bulunan hüküm gereğince hüküm veriyorum" dediğini
rivâyet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4-
Zimmînin Şahidliği:
Cumhûr, zimmînin şahidliğinin
reddedileceği görüşündedir. Çünkü o, şahidlik etmek ehliyetine sahip
değildir. O bakımdan zımminin, müslüman hakkında olsun, kâfir hakkında olsun
şahidliği kabul olunmaz. Tabiînden ve onların dışından bir topluluk ise,
sûrenin son taraflarında açıklanacağı üzere, müslüman bir kimse bulunmadığı
takdirde zimmilerin şahitliğini kabul etmiştir.
Denilse ki:
Hazret-i Peygamber zimmilerin
şahidliği gereğince hüküm vermiş ve zina edenleri recmetmiştir. Şu cevap
verilir: Hazret-i Peygamber
Tevrat'ın hükmü olarak bildiği şeyi onlara uygulamış ve Tevrat gereğince
uygulamaya onları mecbur etmiştir. İsrail oğullarının bağlayıcı delil
gereğince uygulamaya onları mecbur etmçk ve tahrif ve değiştirmelerde
bulunduklarını ortaya koymak suretiyle olmuştu. O bakımdan
Hazret-i Peygamber hakim değil de
hükmü uygulayıcı bir kimse idi. Bu ise, birinci şekildeki yoruma göredir.
Naklettiğimiz ihtimale göre
ise, o takdirde bu, o vakaya has bir durum olur. Zira, ilk asırda selef
arasında böyle bir durumda şahidliklerini kabul eden kimsenin bulunduğu
işitilmemiştir.
5- Bir
Kıraat Farkı ve Kederlenme"nin Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Seni kederlendirmesin"
âyetini, Nail' "yâ"
harfini ötreli, "ze" harfini de esreli olarak okumuştur. Diğerleri ise, "ya"
harfini üstün, "ze" harfini de esreli olarak okumuşlardır. Hüzün, sevincin
zıddıdır. el-Yezidî der ki: Onu kederlendirdi, söyleyişi Kureyş şivesi,
söyleyişi ise Temimlilerin söyleyişidir. Bu iki söyleyişe göre de kıraat
vardır.
Âyet-i kerimenin anlamı ise:
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)a bir tesellidir.
Yani, onların küfür içerisinde koşuşup
durmaları seni kederlendirmesin. Çünkü, şüphesiz ki Allah, onlara karşı sana
zaferi va'detmiştir.
6-
Casusluk Yapan Münafıklar:
Yüce Allah'ın:
"Kalpleriyle Îman etmedikleri halde ağızlarıyla inandık deyip de..."
âyetinde kastedilenler münafıklardır. Bunlar, dillerinin açıkça ifade ettiği
gibi imanı kalplerinde bulundurmayan kimselerdir.
"Yahudilerden"
yani, Medine'deki yahu dilerden. Burada söz
(cümle) tamam olmaktadır.
(Buna göre) âyetin anlamı şöyle olur:
"Kalpleriyle... şuşup duranlar ve yahudilerden olan bazı kimseler On
yaptıkları) seni kederlendirmesin."
Daha sonra
yüce Allah yeni bir cümleye başlayarak
şöyle buyurmaktadır:
"Durmadan yalana kulak veren"
yani, onlar
durmadan yalana kulak verenlerdir. Yüce Allah'ın:
"Yanınıza gidip gelenlerdir"
(en-Nûr, 24/58)
âyeti de fiil kipi itibarıyla bunu andırmaktadır.
Yeni cümle başının,
yüce Allah'ın:
"Yahudilerden ..."
olduğu da söylenmiştir. (Meal buna göre
yapılmıştır.) Yani, yahudiler
arasından çokça yalan dinleyen bir topluluk vardır
Yani bunlar, ele başlarının Tevrat'ı tahrif etmek suretiyle
söyledikleri yalanlarını kabul etmektedirler.
Şöyle de denilmiştir: Ey
Muhammed, bunlar sana yalan iftira etmek için, senin söylediklerini
dinlerler. Çünkü, aralarında Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda
bulunup sonra da yalrudiler arasında avama karşı
Hazret-i Peygambere iftira eden ve
onu gözlerinde çirkin gösteren kimseler vardır. İşte
yüce Allah'ın:
"Huzuruna gelmeyen diğer bir kavim lehine dinleyenler vardır"
âyetinin anlamı da
budur. Münafıklar arasında da bu işi yapanlar vardı.
el-Ferrâ' der ki: Burada (yani, en-Nûr,
24/58. ayet ile bu âyet-î kerimede geçen) Kulak verenler, gidip
gelenler olarak şeklinde okunması da caizdir. Nitekim
yüce Allah, bir başka yerde şöyle
buyurmaktadır;
"Onlar, lanete uğramışlardır. Nerede ele geçirilirlerse..."
(el-Ahzab, 33/61)
Bir başka yerde şöyle
buyurmaktadır:
"Muhakkak takva sahipleri cennetlerde ve nimetler içindedirler."
(et-Tûr, 52/17) Daha sonra:
"Neşeliler olarak"
(et-Tur, 52/18)
ile;
"Atanlar olarak"
(ez-Zariyât, 51/16)
diye buyurmuştur.
Süfyan b. Uyeyne der ki: Şanı yüce Allah,
Kur'ân-ı Kerîm’de: "Huzuruna gelmeyen bir kavim lehine dinleyenler vardır"
âyetinde casuslardan söz etmîş, fakat
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)
da onları bilmekle birlikte onlara (üstü
kapalı dahi olsa) işaret etmemiştir. Zira o sırada henüz ilgili
hükümler gelmemiş ve İslam da tam manasıyla güç ve iktidarı eline
geçirmemişti.
Yüce Allah'ın izniyle, casusa dair hükümler el-Mümtahine
sûresinde âyetin tefsirinde) gelecektir.
7-
İlahi Âyeti Tahrif Etmek:
Yüce Allah'ın:
"Kelimeleri yerine konulduktan sonra değiştirirler"
âyetin anlamı şudur: Onlar, sözleri senden anlayıp kavradıktan ,
yüce Allah'ın murad ettiği yerlerini
bilip apaçık hükümlerini de öğrendikten sonra, onu olmadık şekilde te'vil
ederler ve şöyle derler: Onun da getirdiği şeriat, recmi terketmek
şeklindedir Muhsan olanı recmetmek yerine, yüce
Allah'ın hükmünü değiştirerek kırk celde vurmak da onların bu
değiştirmelerindendir.
"Değiştirirler"
ifadesi, yüce Allah'ın:
"Dinleyenler"
âyetinin sıfatı mahallindedir Ve bu "Sana gel
(mey) en" deki zamirden hal değildir. Çünkü
onlar, sana gelmeyecek olurlarsa, ne söylediğini de işitemezler. Tahrif ise,
ancak bir şeye şahit olup onu işiten kimse tarafından yapılır ve böyle bir
kimse tahrif yapabilir. Yahudiler arasından tahrif ve değişiklik yapanlar
onların bir kısmıdır. Hepsi değildir. Bundan dolayı
"yahudilerden"
bir topluluk dinleyenler vardır, şeklinde
anlamın anlaşılması daha uygundur.
“Derler"
ise,
"Değiştirirler”
deki zamirden hal mahallindedir.
"Eğer size şu verilirse onu alın"
âyeti Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)
size sopa cezasını bildirirse onu kabul edin, aksi takdirde kabul etmeyin»
demektir.
8-
Allah'ın Kalplerini Temizlemek İstemediği Kimseler ve Cezaları:
"Allah'ın fitneye düşürmek İstediği kimse"
dünyada
saptırmak,ahirettede cezalandırmak istediği kimse
"için sen, Allah'a karşı birşey yapamazsın"
asla ona fayda
veremezsin.
"Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek İstemediği kimselerdir"
âyetiyle
yüce Allah, aleyhlerine kâfir kalmak
hükmünü verdiğini açıklamaktadır.
Âyet-i kerîme saptırmanın
yüce Allah'ın meşieti ile olduğuna
delalet etmektedir. Bununla daha önce geçtiği üzere buna muhalif kanaat
belirtenlerin görümleri de reddedilmektedir. Yani,
yüce Allah mü’minlerin kalplerini
onları mükâfatlandırmak üzere temizlediği gibi, bu kâfirlerin kalplerini
üzerine bastığı mühürlerden temizlemek, arındırmak istemez.
"Dünyada onlara zillet vardır."
Bu zilletin, recm'i inkâr etmelerinden sonra
Tevrat'ın getirtilip orada recm cezasının bulunduğunun ortaya çıkması
suretiyle iç yüzlerinin açığa çıkması ve rezil olmaları olduğu, söylendiği
gibi, dünyadaki zilletlerinin, kendilerinden cizye alınıp alçaltılmalan
olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
|