Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

113

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

6

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

37

Ateşten çıkmak isterler. Ama oradan çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır.

Yezid el-Fakir der ki: Cabir b. Abdullah'a şöyle denildi: Ey Muhammed'in ashâbı, sizler bir takım kimselerin ateşten çıkacaklarını söylüyorsunuz Yüce Allah ise:

"Ama oradan çıkacak değillerdir" diye buyurmaktadır. Cabir dedi ki: Sizler, umumi olan âyeti hususi, hususi olanı da umumi gibi de gerindiriyorsunuz. Bu âyet, özel olarak kâfirler hakkındadır. Bunun üzerine âyetin tamamını başından sonuna kadar okudu, gerçekten onun özel olarak kâfirler hakkında olduğunu gördüm.

"Sürekli" âyetinin anlamı, daimi, değişmez, sonu gelmez ve değiştirilmez demektir. Şair der ki:

"Şi'b gününe karşılık olarak benden sizin, için

Daimi ve kalıcı bir azap vardır."

38

Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadını, o kazandıklarına bir karşılık ve Allah tarafından ibret verici bir ceza olmak üzere ellerini kesin. Allah Azizdir, Hakimdir.

Bu âyetlere dair açıklamalarımızı yirmiyedi başlık halinde sunacağız:

1- Hırsızın Elinin Kesilmesi ve Şartları:

Yüce Allah'ın:

"Hırsızlık eden erkekle hırsızlık eden kadını ellerini kesin" âyetine gelince; yüce Allah, yeryüzünde fesat çıkarmak istemek yoluyla malların alınmasını söz konusu ettikten sonra, ileride açıklaması geleceği üzere çarpışma sözkonusu olmaksızın hırsızlık yapanın hükmünü zikretmektedir.

Yüce Allah, yine bu husustaki açıklamalarımızın son bölümlerinde belirteceğimiz üzere zinanın aksine, hırsızlık yapan kadından öncet hırsızlık yapan erkeği zikretmekle başlamıştır.

Hırsızlık dolayısıyla cahillye döneminde de el kesme cezası uygulanmıştır. Cahiliye döneminde bu cezayı ilk hükme bağlayan kişi, el-Velid b. el-Muğire'dir. Yüce Allah da İslamda hırsızın elinin kesilmesini emretmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın İslam döneminde, elini kestiği ilk erkek hırsız, el-Hıyar b. Adiy b. Nevfel b. Abdimenaf’tır. Kadınlardan ise, Mahzumoğullarından Süfyan b. Abdi'l- Esed kızı Mürre'dir. Hazret-i Ebû Bekir de, gerdanlık çalan Yemenli adamın elini kestiği gibi, Hazret-i Ömer, Abdurrahman b. Semura'nın kardeşi olan İbn Semura'nın elini kesmiştir. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur.

Ayetin zahirinden hırsızlık yapan herkes hakkında umumi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, durum böyle değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber: "Hırsızın eli, ancak çeyrek dinar ve daha yukarısı dolayısıyla kesilir" Müslim, Hudûd 2-4; İbn Mâce, Hudûd 22; Nesâî, Kat'u's-Sârık 10; Müsned VI, 249,252. diye buyurmuştur. Böylelikle Hazret-i Peygamber, yüce Allah'ın:

"Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadın" âyetinde bir takım niteliklere sahip hırsızları kastetmiş olduğunu beyan etmektedir. Dolayısı ile ancak çeyrek dinarlık bir mal yahut da kıymeti çeyrek dinara ulaşan bir malın çalınması halinde hırsızın eli kesilir. Ömer b. el-Hattâb (Osman b. Affan ve Ali "radıyallahü anhüm")'ın görüşleri de budur. Ömer b. Abdülaziz, el-Leys, Şâfiî ve Ebû Sevr de bu görüştedir. Mâlik der ki: Ya bir dinarın çeyreği veya üç dirhem karşılığında el kesilir. Eğer fiyatların düşüklüğü dolayısıyla çeyrek dinara tekabül eden iki dirhem çalacak olursa, bu iki dirhem sebebiyle hırsızın eli kesilmez. Çeşitli malların çalınması dolayısı ile para fiyatları az yada çok olsun üç dirheme ulaşmadıkça el kesilmez. Mâlik, altın ve gümüşün herbirisini başlı başına asli bir kıymet kabul etmiş ve malların kıymetlendiril meşinde dirhemleri ölçü kabul etmiştir. Ondan gelen meşhur görüş böyledir.

Ahmed ve İshâk der ki: Eğer altın çalacak olursa, miktar çeyrek dinardır. Altın ve gümüş dışında bir şey çalacak olur da, bunların değeri çeyrek dinar yahut üç gümüş dirheme ulaşacak otursa (el kesilir). Bu da son görüşünde Mâlik'in kabul ettiği görüşe yakındır.

Birinci görüşün delili, İbn Ömer yoluyla rivâyet edilen hadistir. Buna göre adamın birisi, bir kalkan çalmıştı. Bu adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzuruna getirildi, Hazret-i Peygamber'in emri üzere bu kalkanın kıymetinin üç dirhem olduğu tesbit edildi. Buhârî Hudûd 13; Müslim, Hudûd 5,6; Aynen bk. Nesâî, Kat'u's- Sârık 10.

Şâfiî ise Âişe (radıyallahü anha)'ın, çeyrek dinar hakkındaki hadisini asıl olarak kabul edip, altın ve gümüş dışındaki paraların değerlendirilmesinde onu esas kabul etmiş ve altının fiyatı ister yüksek, ister düşük olsun, üç dirhemi ölçü kabul etmiyerek, İbn Ömer'in hadisini delil almamıştır. Buna sebep ise -doğrusunu en iyi bilen Allahtır ya- ashâb-ı kiramın, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın çalınması sebebiyle el kesme cezasını uyguladığı kalkan hakkındaki farklı rivâyetleridir. Çünkü İbn Ömer üç dirhem derken, İbn Abbâs on dirhem, Enes b. Mâlik beş dirhem demektedir. Bu husustaki bu ve benzeri farklı rivâyetleri birarada görmek için Nesâî, Kat'u's-Sârık 8, 9, vd. bakabilir. Hazret-i Âişe'nin çeyrek dinar ile ilgili olarak rivâyet ettiği hadisi ise sahih ve sabit bir hadistir. Hazret-i Âişe'den yapılan bu rivâyette herhangi bir İhtilâf sözkonusu değildir. Ancak, kimi raviter onu mevkuf rivâyet etmiştir. Diğer taraftan hıfz ve adaleti dolayısıyla, sözü gereğince amel etmek gereken kimseler de onu merfu' olarak da rivâyet etmişlerdir. Bu açıklamayı Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) ve başkaları yapmıştır. Bk. İbn Abdi’l-Berr, el- İstizkâr, XXIV, 154 vd.

Buna göre, çalınan mala kıymet biçildiği takdirde çeyrek dinara ulaşırsa o malı çalanın eli kesilir. Bu, aynı zamanda İshâk'ın da görüşüdür. O bakımdan bu iki asıl delile iyice vakıf olmak gerekir. Çünkü bu iki hadis de bu konuda temel dayanaklardandır. Ve bunlar, bu hususta söylenenlerin en sahihidir.

Ebû Hanîfe, onun iki arkadaşı ve es-Sevrî ise derler ki: Hırsızın eli, ölçek ile ölçülen mallardan ise on dirheme ulaşmadıkça, aynî ya da vezni olarak da bir dinarı bulmadıkça hırsızın eli kesilmez. Ayrıca hırsız, malı sahibinin mülkiyetinden alıp çıkarmadıkça da kesilmez. Bu konudaki delilleri İbn Abbâs'ın rivâyet ettiği hadistir. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın çalınması sebebiyle hırsızın elini kestiği kalkana on dirhem kıymet biçildi. Bunu, ayrıca Amr b. Şuayb babasından, o, dedesinden rivâyet etmiştir. Amr b. Şuayb'ın dedesi, (Muhammed b. Abdullah) dedi ki: O sırada kalkanın değeri on dirhem idi. Bu iki hadisi de Dârakutnî ve başkaları rivâyet etmiştir. İbn Abbâs’ın rivâyeti: Dârakutnî, II, 191-192; Amr b. Şuayb'ın rivâyeti; Dârakutnî, III, 190.

Bu meselede dördüncü bir görüş daha vardır, o da Dârakutnî'nin kaydettiği Hazret-i Ömer'den gelen şu rivâyettir: "Beş (parmaklı el) ancak beş (dirhem) den dolayı kesilir". Nesâî, Kat'u's-Sârık 10'da biri Süleyman b. Yesâr'en sözü, diğeri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e merfu bir hadis olmak üzere iki rivâyet: Dârakutnî, III 186'da biri. Süleyman b. Yesâr, diğeri Saîd b. el- Müseyyeb, Ömer (radıyallahü anh)'den olmak üzere iki rivâyet ayrıca 111, 19-4'de.

Süleyman b. Yesar, İbn Ebi Leyla ve İbn Şubrume de bu görüştedir. Enes b. Mâlik de der ki: Ebû Bekr -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- beş dirhem kıymetinde bir kalkan dolayısıyla (hırsızın elini) kesmiştir. Dârakutnî, III, 186

Beşinci bir görüş de şudur: Dört dirhem ve daha yukarısı dolayısıyla el kesme cezası uygulanır. Bu görüş Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hudrî'den rivâyet edilmiştir.

Altıncı bir görüş: Bir dirhem ve daha fazlası dolayısıyla el kesilir. Bu görüş, Osman el-Bettî'nîn görüşüdür Taberî'nin naklettiğine göre, Abdullah b. ez-Zübeyr de bir dirhem çalmaktan dolayı, çalanın elini kesmiştir.

Yedinci görüş: Âyetin zahirine göre bir değer taşıyan her mal dolayısıyla el kesilir Bu, Haricilerin görüşüdür. Hasan-ı Basrî'den de bu görüş rivâyet edilmiştir. Ondan, bu hususta gelen üç rivâyetten biri budur. Ondan gelen ikinci rivâyet, Hazret-i Ömer'den gelen rivâyet gibidir.

Üçüncüsünü ise Katade ondan şu şekilde nakletmiştir: Ziyad'ın valiliği döneminde ne kadarlık bir mal çalma dolayısıyla elin kesileceği hususunda münakaşa ettik ve iki dirhemden dolayı kesileceği hususu üzerinde ittifak ettik.

İşte bunlar, birbirine denk görüşlerdir. Bunlardan sahih olan ise, daha önce sana takdim etmiş olduğumuz görüşlerdir.

Buhârî, Müslim ve başkaları Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen hırsıza, yine bir ip çalıp da eli kesilen hırsıza lanet etsin." Buhârî, Hudûd 7, 13; Müslim, Hudûd 7; Nesâî, Kat'u's-Sârık l. İbn Mâce, Hudûd 22; Müsned, II, 253. Bu da az yada çok mal karşılığında el kesme cezasının uygulanacağını belirten ayetin zahirine uygundur denilecek olursa, cevap verilir. Bu ifadeler, az bir şey zikredilerek çoktan sakındırmak kabilindendir Nitekim, Hazret-i Peygamber şu âyetinde azı zikrederek çok şeyler yapmaya teşvik etmektedir: "Kim bir kekliğin yumurtlayacağı yer kadar dahi olsa Allah için bir mescid inşa edecek olursa, Allah da o kimse için cennette bir ev yapar." İbn Mâce. Mesacid 1; Müsned, I, 241.

Şöyle de denilmiştir: Bu, bir başka açıdan da mecazi bir ifadedir. Şöyle ki, az bîrşeyi çalmaya alıştı mı, bu sefer çok şeyleri çalar ve sonunda eli kesilir. Bundan daha güzel açıklama, el-A'meş'in yaptığı ve Buhârînin hadisi sonunda bir açıklama gibi naklettiği şu sözleridir; Onlar, burada sözü geçen yumurtadan, demir yumurta (miğfer) olduğu, ipten de birkaç dirheme eşit kıymette olan ip oluduğu görüşünde idiler. Buhârî, Hudûd 7.

Derim ki: Gemilerin halatları ve buna benzerleri buna örnektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

2- Çalman Malın Korunmuş Olduğu Yerden Çıkartılması Şartı:

İnsanların Cumhûru, el kesmeyi gerektiren miktar "hirz" diye bilinen korunma yerinden çıkartılmadıkça el kesmenin sözkonusu olmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir,

el-Hasen b. Ebi'l-Hasen der ki: Evde elbiseleri bir araya toplayacak olursa eli kesilir. Yine el-Hasen b. Ebi'l-Hasen, bir başka görüşünde diğer ilim adamları gibi görüş belirtmiştir Böylelikle bu, sahih bir ittifak olmaktadır. Allah'a hamd olsun.

3- Koruma (Hirz) Yerinin Mahiyeti:

Hirz denilen şey adet olarak, insanların mallarını korumak için yapılan şeydir. Bu da herbir şeyde -ileride açıklanacağı üzere- durumuna göre farklılık göstermektedir.

İbnü'l-Münzir der ki: Bu hususta ilim ehlinin hakkında ileri geri konuşmadıkları sabit bir haber bulunmamaktadır. Ancak bu husus, ilim ehli tarafından icma ile kabul edilen bir şey gibidir.

el-Hasen ile zahir âlimlerinden nakledildiğine göre, onlar hırsızlıkta hin altında bulunmayı şart görmezlermiş.

Mâlik'in Muvatta’''ında, Abdullah b. Abdurrahman b. Ebi'l-Hüseyn b. el-Mekkî'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Ağacında asılı duran meyvede, dağda korunan (yani henüz ağılına ulaşmamış) hayvanda (çalmaktan dolayı) el kesme yoktur. Eğer onu (davarı) ağıl yahut (natot sulu) harman yerine getirilecek olursa, o takdirde kıymeti kalkanın kiymetine ulaşan şeyler dolayısıyla el kesilir." Muvatta’', Hudûd 22 (de mürsel bir rivâyet olarak); Nesâî, Kat'u's-Sârîk 11 ve 12 (de mmtasıl olarak), Ayrıca bk. Dârakutnî, III, 194-195 Ebû Ömer (İbn Abdİ'l-Berr) der ki: Bu hadis, manası itibari ile Abdullah b. Amr b. el-As ve başkaları yoluyla muttasıl olarak rivâyet edilen bir hadistir. İbn Abdi’l-Berr, el-istikar, XXIV, 154. Bu Abdullah (b. Abdurrahman b. Ebi'l-Hüseyn b. el-Mekkî) ise, herkesçe sika bir ravi olarak kabul edilmiştir. Ahmed (b. Hanbel) ondan övgüyle söz ederdi.

Abdullah b. Amr'dan nakledildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’a ağacında asılı (toplanmamış) mevye hakkında soru sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: "İhtiyaç sahibi olup da ondan birşeyler almakla beraber, cebine ya da kabına doldurmayan kimse için birşey gerekmez. Ancak, ondan birşey alıp çıkartana ise, el kesme cezası vardır. Kim bundan daha aşağı miktarda da alacak olursa, onun iki mislini tazminat olarak öder ve ona ceza verilir." Ebû Dâvûd, Lukata 10. hadis, Hudûd 13; Tirmizî Buyû'" 54; Nesâî "Katu's-Sârîk 12; İbn Mâce Ticârât 67; Müsned, II, 180, 224. Bir başka rivâyette ise "ceza verilir" in yerine "ona ibretli bir ceza olmak üzere bir kaç celde vurulur" denilmektedir. Nesâî Kat'u's-Sârik 12. İlim adamları der ki: Daha sonra bu celd (sopa cezası) nesh olundu ve onun yerine el kesme cezası tesbit edildi.

Ebû Ömer der ki: Hadiste geçen: "İki mislini tazminat ödemesi" nesh olmuştur. Fukahadan bu görüşü ifade eden bir kimse olduğunu bilmiyorum. Ancak, Hazret-i Ömer'den Hatıb b. Ebi Beltea'nin unu Burada Arapça yaymda bir okuma halası olarak, "köleler" manasına gelen "Rakik" kelimesi "un" manasına gelen "dakik" olarak okunmuştur. ile ilgili ve Mâlik'in rivâyet ettiği Muvatta’', Akdiye 38'e göre olayın mahiyeti şudur: Hâtib'in köleleri Müzeyneli kişinin devesini çalmışlar. Muzeynelinin şikayeti üzerine Hazret-i Ömer önce ellerinin kesilmesine hüküm vermiştir. Daha sonra Hâtıb'a "Galiba sen onları aç bırakıyorsun?" diyerek Hâtıb'ı Müzeyneliye devesinin kıymetinin iki katını ödemekle cezalandırdı. olay ile Ahmed b. Hanbel'den gelen bir rivâyet müstesnadır. İnsanların tazminat hususunda kabul ettikleri görüş ise, tazminatın misliyle yapılacağı şeklindedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Onun için size kim saldırırsa, siz de tıpkı onların size saldırdıkları gibi karşılık verin." (el-Bakara, 2/194)

Ebû Dâvûd da Safvan b. Umeyye'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Mescidde otuz dirhem kıymetinde nakışlı bir yün elbisem üzerinde yatmış uyuyordum. Adamın birisi gelip onu benden gizlice çaldı. Adam yakalandı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna götürüldü. Elinin kesilmesini emr etti. Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yanına varıp; Otuz dirhem için elini mi keseceksin, dedim. Bu elbiseyi ben ona satayım ve yahut da onun değeri onun bana borcu olsun. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Onu yanıma getirmeden önce neden bu işi yapmadın?" Ebû Dâvûd. Hudûd 15; Nesâî, Kat'u's-Sârık 5; İbn Mâce, Hudûd 28.

Aklî bakımdan düşünecek olursak: Mallar bütün insanlar için onlardan yararlanılsın diye hazır olarak yaratılmışlardır. Diğer taraftan ezelî hikmet, şer'an mülk olan hususlarda o malların sahiplerine has olmasını hükme bağlamış ve insanlar bu mallara tama" edegelmişlerdir. Ona dair umutlar bağlanmıştır. O bakımdan, insanların az bir bölümü arasında mürüvvet ve dindarlık bunlara karşı saldırıda bulunmayı engellemekte, onların çoğu hakkında ise, korumak ve hirz, bu malları başkalarına karşı koruyabilmektedir. Bir mala malik olan kimse, onu hirzi ile koruyacak olursa, insan için mümkün olan en ileri derecedeki koruma ve himaye bir arada gerçekleşmiş olur. Bu koruma ve himaye (hirz) çiğnenerek olursa, işlenen suç da ağır ve çirkin olur, o bakımdan cezası da ağırlaşır. Bu iki korumadan birisi olan mülkiyet çiğnenecek olduğu takdirde ise, yalnızca tazminat ve te'dip (cezası) gerekir.

4- Ortaklaşa Hırsızlık:

Bir topluluk ortaklaşa hareket ederek nisab miktarı bir malı, ona ait hirzinden (korumasından) dışarı çıkartmaları halinde ya onlardan birisi bu malı tek başına çıkartabilir yahut da ancak birbirleriyle dayanaşarak çıkartabilirler.

Birinci hal sözkonusu olduğu takdirde ilim adamlarımız, (Mâliki âlimleri) farklı iki görüş ortaya koymuşlardır: Birincisine göre, bu durumda elleri kesilir. İkinci görüşe göre ise elleri kesilmez,

Ebû Hanîfe ve Şâfiî de böyle demişlerdir: Ortaklasa hırsızlık yapmak halinde bu işe katılanların ellerinin kesilmesi ancak onlardan herbirisi için nisab miktan bir pay düşmesi halinde sözkonusu olur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hırsızın eli, ancak çeyrek dinar ve daha yukarısında kesilir" diye buyurmuştur. Bu hırsızların herbirisi bu nisabı bulacak bir miktarda birşey çalmadığına göre elleri kesilmez.

İki rivâyetten birisi olan ellerin kesilmesini öngören görüş şöylece açıklanır: Bir suçta ortak hareket etmek, öldürmekte ortak hareket etmek halinde olduğu gibi onun cezasını kaldırmaz.

İbnü'l-Arabî der ki: Bu İki suç birbirine ne kadar da yakındır. Çünkü bizler, haksızca dökülen kanı önlemek kastı ile bir kişiye karşılık topluluğu öldürdüğümüze göre, -ta ki düşmanlar o haksızca kanı dökmemek için birbirleriyle yardimlaşmasınlar- mallarda da bu durum aynı şekilde söakonusudur Özellikte de Şâfiî, bir topluluk bir kişinin elinin kesilmesi için ortaklaşa hareket edecek olurlarsa hepsinin elleri kesilir diyerek; bu konuda bize destek vermiştir. Ve bu ikisi arasında bir fark yoktur.

Şayet ikinci durum sözkonusu olursa -ki, bu da ancak yardımlaşarak dışarı çıkartılması mümkün olan şeylerdir- ilim adamlarının ittifakıyla hepsinin elleri kesilir. Bunu da İbnü'l-Arabî zikretmiştir.

5- Hırsızlıkta Ayrı İşler Yapmak Suretiyle Ortaklaşa Çalışmanın Hükmü;

Birisi, hirzi oymak suretiyle, diğeri de malı dışarı çıkartmak suretiyle hırsızlıkta iki kişi ortaklaşa hareket etseler, eğer bunlar birbirleriyle karşılıklı olarak dayanışmış iseler, ikisinin de elleri kesilir.

Aralarında bir ittifak olmaksızın herkes tek başına kendi içini yapmış ise ve bu, birisinin gelip malı dışarı çıkartması şeklinde olursa, onlardan herhangi birisinin eli kesilmez.

Eğer, oymakta birbirleriyle yardımlaşıp, fakat onlardan birisi malı dışarı çıkartırsa, yalnızca malı çıkartanın eli kesilir.

Şâfiî ise el kesme cezası yoktur der. Çünkü, birisi oymuş çalmamış, diğeri ise, hürmeti çiğnenmiş bir hirzden hırsızlık yapmıştır.

Ebû Hanîfe der ki: Eğer, oymakta ortak hareket eder ve girip de mal çalarsa, eli kesilir. Oymakta ortak hareket etmek için aynı aleti kullanmak şart değildir. Oyarken birinin ötekinden sonra darbe vurması ile ortaklık da gerçekleşir.

6- Malın Bir Yerden Bir Yere Getirilmesi Suretiyle Ortaklaşa Hırsızlık:

İki kişiden birisi içeri girip malı, malın koyulduğu (hirzin) kapısına getirip çıkarsa, diğeri de elini uzatıp onu alsa elinin kesilmesi gerekir. Birincisi ise, cezalandırılır. Eşheb her ikisinin de eli kesilir demiştir.

Birisi malı, hirzin dışına bırakacak olursa, o malı hirzin dışına bırakanın eli kesilir, alana el kesme cezası yoktur Şayet oyulan yerin ortasına koyar. diğeri de onu alırken oyuktan elleri birbirlerine kavuşursa, her ikisinin de elleri kesilir.

7. Kabirden ve Mescidlerden Hırsızlık Yapmanın Hükmü:

Kabir de Mescid de hirzdir. O bakımdan çoğunluğun görüşüne göre, nebbâşın (kefen soyucusunun) eli kesilir. Ebû Hanîfe; nebbâşın eli kesilmez der. Çünkü o, sahibi bulunmayan ve telef olmaya maruz bir malı hirz olmayan bir yerden çalmıştır. Çünkü ölü mülkiyet sahibi olamaz.

Kimisi de kabirde sakin olan bir kimse olmadığından dolayı bunun hırsızlık olmadığını söyler. Çünkü hırsızlık, görünmekten sakınılacak bir şekilde olur ve hırsızlık yapılırken insanların görmesine karşı korunulur. Mavereaünnehir âlimleri, bunun hırsızlık olmayacağı görüşünü esas kabul etmişlerdi,

Cumhûr ise şöyle demiştir: Böyle bir kişi hırsızdır. Zira o, geceyi elbise olarak giyinmiş ve insanların gözünden kendisini korumuştur. Kimsenin görmediği ve yanından gidip gelmediği bir vakitte bu işi yapmayı kast etmiştir, O bakımdan, böyle bir kimse, insanların bayrama çıkıp, şehirde hiçbir kimsenin kalmadığı bir zamanda hırsızlık yapmış gibi olur.

Kefen soymanın hırsızlık olmayacağını kabul edenlerin kabir, bir hirz değildir şeklindeki sözleri ise batıldır. Çünkü, her bir şeyin hirzi kendisi için mümkün olan haline uygun olur. Onun için, ölü hakkında mülkiyet sahibi olmak sözkonusu değildir, şeklindeki görüşleri de yine batıldır. Çünkü, ölünün çıplak bırakılması câiz değildir. Dolayısı ile buna duyulan ihtiyaç, kabrin bir hirz olmasını gerektirmektedir. Nitekim yüce Allah da buna şu âyeti ile dikkat çekmektedir:

"Biz yeri, dirilere de ölülere de bir toplanma yeri kılmadık mı?" (el-Murselat, 77/25-26) Yani, orada İnsan hayatta iken yaşasın, ölürken de oraya defnedilsin diye kılmadık mı?

Kefenin telef olmaya maruz olduğu şeklindeki sözlerine gelince, hayatta olan bir kimsenin de aynı şekilde giydiği her şey, giymesi sonucu telef olmaya ve yıpranmaya mahkumdur. Şu kadar var ki, bunlardan birisi diğerinden daha çabuk gerçekleşmektedir. Ebû Dâvûd Ebû Zerr'in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni çağırıp şöyle buyurdu: "İnsanların ölüm musibetiyle karşı karşıya kalıp da, o sırada bir evin (kabrin) bir hizmetçiye mukabil satın alınacağı vakit halin nice olur." Ben: Allah ve Rasulü daha iyi bilir dedim. Hazret-i Peygamber: "Sana sabrı tavsiye ederim" diye buyurdu. Ebû Dâvûd, Hudûd 20; Fiten 2; İbn Mâce, Fiten 10.

Hammâd b. Ebi Süleyman dedi ki: İşte hırsızın eli (kefen çalmaktan dolayı) kesilir, diyenler buna dayanarak demişlerdir. Çünkü bu kişi, ölünün evine girmiş olur Ebû Dâvûd, Hudûd 20.

Mescide gelince, mescidin hasırlarını çalan kimsenin eli kesilir. Bunu Îsa, İbnü'l-Kasım'dan rivâyet etmiştir. Velev ki mescidin kapısı bulunmasın. Onun görüşüne göre bu hasırlar hirz altındadırlar. Eğer mescidin kapılarını çalacak olursa yine eli kesilir. Yine İbnü'l-Kasım'dan rivâyet olunduğuna göre, eğer hasırları gündüzün çalmışsa eli kesilmez. Şayet geceleyin duvarı aşarak onları çalmışsa, eli kesilir.

Sahnûn'dan nakledildiğine göre, eğer mescidin hasırları birbirlerine dikelerek bağlanmış ise eli kesilir, aksi takdirde kesilmez.

Esbağ der ki: Mescidin hasırlarım, kandillerini ve yer döşemelerini çalan kimsenin eli kesilir. Tıpkı, gizlice kapısını yahut çatısından kerestelerini, yada çatısından direklerini çalan gibi. Eşheb, "Kitabu MuhammedMe der ki: Mescidin hasırlan, kandilleri ve yer döşemelerinin çalınması dolayısıyla el kesme cezası yoktur.

8- El Kesme Cezası İle Birlikte Tazminat Ödettirilir mi?

El kesme cezası ile birlikte tazminatın ödettirilip ödettirilmeyeceği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Ebû Hanîfe der ki: Hiçbir şekilde el kesme cezası ile tazminat bir arada olmaz. Çünkü şanı yüce Allah:

"Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadının, o kazandıklarına bir karşılık ve Allah tarafından İbret verici bir ceza olmak üzere ellerini kesin" diye buyurmakta ve herhangi bir tazminattan söz etmemektedir,

Şâfiî ise der ki: îster kolaylıkla ödeyebilecek durumda olsun, ister ödemede zorlansın, çaldığı malın kıymetini tazminat olarak öder. Eğer ödeme zorluğu çekiyor ise, ödeyebileceği bir zamana kadar onun borcu olur. Bu, Ahmed ve İshâk'ın da görüşüdür.

Bizim ilim adamlarımız, Mâlik ve arkadaşları ise şöyle derler: Eğer mal aynî ile mevcut ise onu geri verir. Eğer telef olmuşsa, ödeyebiliyorsa tazminatını öder. Eğer ödeyemiyor ise, borç olarak ödemesi istenmez ve herhangi birşey ödemekle yükümlü olmaz. Mâlik bunun benzeri bir görüşü ez-Zührfden rivâyet etmiştir.

Şeyh Ebû İshâk der ki: İster ödeyebilsin, ister ödeyemesin el kesme cezası ile birlikte çaldığı malın bedelinin borç olarak ondan isteneceği de söylenmiştir. Devamla der ki: Bu, aynı zamanda Medine'li ilim adamlarımızdan bir çok kişinin görüşüdür. Bu görüşün sıhhatine ise her ikisinin (el kesme ve tazminatın) iki ayrı hak sahibine ait birer hak olduğu delil gösterilmiştir. Onlardan birisi, diğeri dolayısıyla sakıt olmaz. Diyet ve keffaret gibi. Daha sonra ben de bu görüşteyim, demektedir

Kadı Ebû'l-Hasen meşhur görüşün lehine, Hazret-i Peygamberin: "Hırsızlık yapana had uygulandığı takdirde artık onun için tazminat yükümlülüğü yoktur" hadisini delil göstermiş ve Kitab'ında bunun senedini de kaydetmiştir.

Bazıları da şöyle demiştir: Tazminatını ödemeyi borç kabul etmek bir cezadır El kesmek de bir cezadır. İki ceza ise bir arada verilmez. Kadı Abdülvahhab da (kendi görüşüne) bunu esas kabul etmiştir.

Doğru olan ise, Şâfiî'nin ve ona uygun görüş belirtenlerin kanaatidir. Şâfiî der ki: Hırsız ister ödeyebilecek durumda olsun, ister ödeyemesin, çaldığı malın tazminatını öder Eli kesilsin yahut kesilmesin farketmez. Yol kesmesi halinde de bu böyledir. (Yine Şâfiî) der ki: Kullara ait olup telef ettiği şeyler, Allah'a ait olan haddi düşürmez.

İlim adamlarımızın delil olarak gösterdikleri: "Ödeme zorluğu çekiyor ise..." hadisine gelince, Kûfeli âlimler bu hadisi görüşlerine delil göstermişlerdir. Taberî’nin görüşü de budur. Fakat bu hadiste onların lehine delil olacak bir şey yoktur. Bu hadisi Nesâî ve Dârakutnî, Abdurrahman b. Avf dan rivâyet etmişlerdir. Nesâî, Kat'u's-Sarık, 18: Dârakutnî, III, 182, 183 teki rivâyetlerdeki kayıt, ödeme zorluğu çekmiyor ise..." şeklinde değil "ona had uygulanmış ise" şeklindedir.

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) de şöyle demiştir: Bu hadis pek kuvvetli bir hadis değildir ve delil olmaya elverişli değildir, İbnü’l-Arabî ise der ki: Bu batıl bir hadistir. Taberî ise der ki: Kıyas tükettiği (çaldığı) malın tazminatını ödemesini gerektirir. Fakat bizler, bu husustaki rivâyete uyarak kıyası terkettik. Ebû Ömer der ki: Zayıf bir rivâyet dolayısıyla kıyası terketmek câiz değildir. Çünkü zayıf bir rivâyet hüküm gerektirmez. Bk. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkâr, XXIV, 211-213.

9- Hırsızdan Çalmak:

Hırsızlık yaparak bir mal çalmış olandan, çalanın elinin kesilmesi hususunda görüş ayrılığı vardır. Bizim (mezhebimizin) ilim adamları eli kesilir, derler. Şâfiî kesilmez demektedir. Çünkü o, hem malik olmayan bir kimsede, hem de hirz sayılmayan bir yerden çalmıştır.

Yine ilim adamlarımız der ki: O malın malikinin hürmeti (saygınlığı, ona haksızca ilişmenin yasaklığı) yine bakidir, ondan ayrılmış değildir. Hırsızın eli altında bulunması ise, yok hükmündedir. Tıpkı, gasıp bir kimseden gasp etmiş olduğu malın çalınması halinde çalanın elinin kesildiği gibi. Eğer: Bunun korumasını korumasızmış gibi kabul edin denilecek olursa, biz de şöyle deriz: Hirz de mevcuttur, mülkiyet de mevcuttur. O mal üzerinde mülkiyet henüz sona ermemiştir. O takdirde bize, hirzi iptal ediniz derler. (Bunu da iptale gerek yoktur).

10- Elinin Kesilmesinden Sonra Aynı Malı Bir Daha Çalacak Olursa:

Aynı mal dolayısıyla eli kesildikten sonra bir daha o malı tekrar çalacak olursa, kesme cezası hususunda farklı görüşler vardır. Çoğunluk, yine kesilir derken, Ebû Hanîfe kesme cezası yoktur, der. Kur'ân'daki umumi ifade ise, ona kesme cezasının uygulanmasını gerektirmektedir. Bu da Ebû Hanîfe’nin görüşünü red eder.

Yine Ebû Hanîfe, kesme cezasından Önce, çalınan malın satın almak veya hibe yoluyla mülkiyetine geçiren bir kişi hakkında elinin kesilmeyeceğini söylemiştir. Yüce Allah ise:

"Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadının... ellerini kesin" diye buyurmaktadır. El kesme cezası, yüce Allah'a ait bir hak olarak vacib olduğu takdirde bunu hiçbir şey kaldırmaz.

11- "es-Sârik" Kelimesinin Kıraati ve Bu Kıraatlerin Açıklaması:

Cumhûr, "Hırsız" kelimesini, ref ile okumuştur. Sîbeveyh der ki; Âyetin anlamı şudur: Size farz kılınan şeyler arasında, hırsız erkek ve hırsız kadının... şeklindedir. Her iki kelimenin de (es-Sâriku ve's-Sârikatu kelimelerinin) merfu' olarak okunmaları, mübtedâ oldukları içindir. Haber ise: Ellerini kesin" âyetidir. Maksat, muayyen bir kimse değildir. Çünkü muayyen bir kimse (hırsızlık yapan muayyen kişi) kastedilmiş olsaydı, bu kelimenin mansub okunması icabederdi. Nitekim "Zeyd'i vur" demek gibi.

Ancak, bu âyet burada: "Hırsızlık yapanın elini kes" demek kabilindendir ez-Zeccâc der ki: Bu, tercih edilen görüştür.

Bu kelime; şeklinde mansub olarak da okunmuştur. Bunun takdiri ise: Hırsız erkek ve hırsız kadının ellerini kesiniz şeklindedir. Sîbeveyhin tercihi de budur. Çünkü burada, fiilin emrin kipi daha uygundur. Sîbeveyh -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Arap dilinde uygun olanı bunun mansub okunuşudur. Nitekim Zeyd'i vur, demek de böyledir. Şu kadar var ki, genel olarak bunun merfu’ okunması kabul edilmiştir. Yani, kıraat âlimlerinin büyük çoğunluğu ve hepsi demek istemektedir. Sîbeveyh kabul ettiği görüşüyle, hırsız türünü muayyen kişi gibi değerlendirmiştir.

İbn Mes'ûd ise: "Hırsızlık yapan erkeklerle, hırsızlık yapan kadınların sağ ellerini kesiniz" diye okumuştur ki, bu da çoğunluğun kıraatini güçlendirmektedir.

(........) şeklinde "râ" harfi esreli olarak, çalınanın adıdır. Fiilinin mastarı ise "re" harfi üstün olarak; şeklindedir. Bu açıklamayı el-Cevherî yapmıştır. Bu lâfzın aslı, gözlerden saklı olarak bir şeyi almak anlamını ifade eder. Hırsızlama bir şeyler dinlemek demek olan deyimi ile Çaktırmadan baktı, deyimleri de buradan gelmektedir.

İbn Arefe der ki: Araplara göre sârik, bir hirze gizli ve saklı bir şekilde gelip oradan kendisine ait olmayan bir şeyi alan kimsedir.

Eğer açıktan alacak olursa, bu kişi; Yankesici, zorla alan, talan eden ve dağda koruma altında bulunan davar ve benzeri şeyleri çalan kimse, olur. Eğer elindeki şeyle (silahla) kendisini koruyacak olursa, o da gasıp olur.

Derim ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen rivâyette şöyle buyurulduğu nakledilmektedir: "Hırsızlığın en kötüsü namazından çalanınkidir." Dediler ki: kişi namazından nasıl hırsızlık yapar? Hazret-i Peygamber: "Namazının rükû ve sücudunu tamam yapmamak suretiyle" buyurdu. Bu hadisi Muvatta’' ve başkaları rivâyet etmiştir. Muvatta’', K.- Salât 72; Dârimî, Salât 78; Müsned, 56, V, 310.

Görüldüğü gibi, Hazret-i Peygamber, bu şekilde namaz kılan bir kimseyi,- kelimenin türeyişi açısından hırsız olmadığı halde -hırsız diye adlandırmaktadır. Çünkü, böyle bir namaz kılmakta çoğunlukla gözlerden uzak bir şey yapmak sözkonusu olmaz.

12- El Kesme Cezası Hangi Şartlar Altında Uygulanır;

Yüce Allah'ın:

"Ellerini kesin" âyetinde geçen "kesmek'in anlamı, ayırmak ve izale etmektir. Kesmek ise ancak hırsızda, çalınan şeyde çalmanın gerçekleştiği yerde ve çalmanın niteliğinde birtakım sıfatların bir arada bulunması halinde icabeder.

Hırsızda aranan nitelikler beş tanedir. Bunlar buluğ, akıl, kendisinden hırsızlık yaptığı kimsenin mülkiyeti altında (kölesi, cariyesi) olmamak, o kimsenin lehinde veya aleyhinde velayet yetkisinin bulunmamasıdır. Buna göre köle, efendisinin malından hırsızlık yapacak olursa eli kesilmez. Aynı şekilde efendi, kölesinin malını alacak olursa, yine el kesme cezası uygulanmaz. Çünkü köle, malı ile birlikte efendisine aittir. Hiçbir kimsenin eli kölesine ait malı aldı diye kesilmez. Çünkü o, kendisine ait olan bir malı almıştır, Ashâbı Kiramın icrnaı ve halifenin (Ömer b. el-Hattâb'ın): Sizin köleniz, size ait olan bir malı çalmıştır Muvatta’', Hudûd 33. ifadesinin de gösterdiği gibi, icma ile kölenin elinin kesilme cezası düşmüştür.

Dârakutnî, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kaçmış köle için hırsızlık yaptığı takdirde el kesme cezası yoktur, Zımmi için de yoktur." Der ki: Bu hadisi Fehd b. Süleyman'dan başkası merfu’ olarak rivâyet etmemiştir Doğrusu bu hadisin mevkut' olduğudur. Dârakutnî, IH, 86.

İbn Mâce de Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini nakletmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Köle, hırsızlık yaptığı takdirde onu, cüz'i bir şey mukabilinde olsa dahi satınız." Bu hadisi Ebû Bekr b. Ebi Şeybe yoluyla rivâyet etmiştir. Ebû Bekr dedi ki: Bize, Ebû Usame, Ebû Avâne'den anlattı. Ebû Avâne, Ömer b. Ebi Seleme'den, o, babasından, o da Ebû Hüreyre'den... İbn Mâce, Hudûd 25; Nesâî Kat'u’s-Sarık 16.

Yine İbn Mâce der ki: Bize, Cubare b. el-Muğallis anlattı: Bize, Haccâc b. Temim anlattı. Haccâc, Meymun b. Mehran'dan, o, İbn Abbâs'tan nakletti ki, humsa (ganimetlerin beşte biri) ait bir köle, yine humsdan bir şeyler çaldı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzuruna getirildi, Hazret-i Peygamber elini kesmeyip: "Allah'ın malının bir bölümü onun bir kısmını çaldı" İbn Mâce, Hudûd 25. diye buyurdu Cubâre b. el-Muğallis, Ebû Zur'a er-Razi’nin dediğine göre, metruk bir ravidir. Bk. İbn Hacer, Tehzibul Tekzib, II, 50-51.

Çocuğun da, delinin de eli kesilmez. Ancak, zınıminin ve İslam yurduna eman ile girmeleri halinde muâhid ile harbinin elleri kesilir.

Çalınan malda aranan niteliklere gelince, bunlar da dört tanedir: Bunlardan biri nisabdır, buna dair açıklamalar daha önceden geçmiştir. Diğeri ise, mal olarak edinilen, mülkiyet altına alınabilen ve satışı helal olan bir şey olmasıdır. Eğer mal olarak edinilemeyen şarap ve domuz gibi satışı helal olmayan bir şey olursa, ittifakla bundan dolayı el kesilmez.

Bundan tek istisna, Mâlik ve İbnü'l-Kasıma göre (çalınan) küçük hür çocuktur. Bundan dolayı el kesme sözkonusu olmadığı da söylenmiştir. Şâfiî ve Ebû Hanîfe de bu görüştedir Çünkü hür küçük çocuk mal değildir.

Bizim ilim adamlarımız ise şöyle demektedir: Aksine o, en büyük bir maldır. Hırsızın muayyen bir mal dolayısıyla eli kesilmez. Elinin kesiliş sebebi, insanoğlunun o şeye meyi etmesidir. İnsan nefsinin hür bir kimseye meyletmesi ise, köleye meyletmesinden daha fazladır.

Şayet çalınan şey, beslenilmesine izin verilmiş köpek ve kurbanlık etleri gibi mülk edinilmesi câiz olmakla birlikte satışı câiz olmayan şeylerden olursa, bu hususta İbnül-Kasım ve Eşheb arasında farklı görüşler vardır. Ibnü’l-Kasım der ki: Köpek çalanın eli kesilmez. Eşheb ise el kesmeme, barındırılması yasak kılınmış köpek için sözkonusudur. Edinilmesine izin verilmiş olan köpeği çalanın ise eli kesilir. Yine Eşheb der ki: Her kim, kurbanlık etini yahut derisini çalacak olursa, onun bu çaldığının kıymeti yüz dirhemi bulduğu takdirde eli kesilir.

İbn Habib de der ki: Esbağ dedi ki: Eğer kurbanlık hayvanı kesimden önce çalacak olursa eli kesilir. Kesildikten sonra çalındığı takdirde ise eli kesilmez.

Eğer çalınan şey aslı itibari ile edinilmesi ve satışı câiz olan şeylerden olup, ondan kullanılması câiz olmayan bir şey yapılırsa, -tambur, zurna, ud ve buna benzer eğlence aletleri gibi- duruma bakılır. Şayet bunların şekilleri bozulup onlardan gözetilen maksat elde edilemeyecek hale getirilmelerinden sonra çeyrek dinarlık ve daha fazla kıymet taşıyan bir şey kalıyorsa, el kesilir. Kullanımı cate olmayıp kırılması emr olunan altın ve gümüş kaplarda da hüküm böyledir. Bunlar arasında bulunan alan ve gümüşe işçilik eklenmeksizin kıymet biçilir. Altın ya da gümüşten yapılmış haç da böyledir. Necis olmuş zeytinyağın, şayet necis olmakla birlikte kıymeti nîsab miktarını buluyorsa, bundan dolayı el kesilir.

(Çalınan malda aranan üçüncü nitelik),-başkasına rehin bıraktığı veya ücretle verdiği malını çalan kimse gibi- hırsızın çaldığı şeyde mülkiyetinin ve mülkiyet şüphesinin sözkonusu olmaması gerekir. Bu hususta mülkiyet şüphesinin nazar-ı itibara alınması açısından bizim mezheb ilim adamları ile diğerleri arasında görüş ayrılığı vardır. Mesela, bir kimse, ganimetten veya beytülrnalden hırsızlık yapacak olur ise, mülkiyet şüphesi bulunan bir şeyden çalmış olur. Çünkü, o kimse için o malda bir pay vardır. Ali (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunduğuna göre, ona Hums'dan (devletin ganimetteki beşte bir payından) bir miğfer çalmış bir kişi getirilidi. Hazret-i Ali, elinin kesilmeyeceği görüşünü izhar ederek: Bunun da onda bir payı vardır, demiştir. Beytülmal hususunda da cemaatin (fukahanın büyük çoğunluğunun) görüşü bu şekildedir. Böyle bir kimseye hırsızlık ile ilgili âyetin lâfzındaki umum İleri sürülerek el kesme cezasının uygulanacağı da söylenmiştir.

(Çalınan malda aranan dördüncü nitelik ise), küçük köle ile Arap olmayan büyük köle gibi çalınması sahih olan şeylerden olmasıdır. Çünkü, Arapça konuşabilen köle gibi çalınması sahih olmayan şeyler dolayısıyla el kesme cezası uygulanmaz.

Malın çalındığı yerde aranan nitelik ise, sadece bir tanedir. O da o çalınan şeyin benzeri için o yerin hirzi (malı koruyabilecek mekanı) Özelliğinde olmasıdır.

Bu hususta söylenecek şeylerin özeti şudur: Her bir şey için bilinen belli bir yer vardır, İşte onun o yeri, o şeyin hirzi kabul edilir. Beraberinde koruyucu (muhafaza) bulunan her bir şeyin de koruyucusu onun hirzidir. Evler, konaklar, dükkânlar İçlerinde bulunan şeyler için birer hirzdir Sahipleri ister bulunsunlar, ister bulunmasınlar.

Aynı şekilde beytülmal de müslümanların hirzidir. Hırsız kimse ise onda herhangi bir hak sahibi değildir İsterse hırsızlık yapmazdan önce, İmâmın kendisine beytülmalden birşeyler vermesi mümkün olan bir kimse olsun. Çünkü, her müslümanın beytülmaldeki hakkı ona Fiilen verilen atiyye ile teayyün eder. Nitekim İmâmı, beytülmalın tamamını müslümanların menfeatine olan herhangi bir alanda harcayıp insanlar arasında onu dağıtmayabilir. Veya bir beldede onu dağıtırken, bir başka yerde dağıtmayabilir bir topluluğa verirken, bir başka topluluğa vermeyebilir. Böyle bir varsayıma göre bu hırsizlik yapan kişi beytülmalde hakkı olmayan kimselerdendir.

Ganimetler de böyledir. Ya paylaştırmakla teayün ederler, -bu ise beytülmal hakkında yaptığımız açıklamalar gibidir- ya da Savaşta fiilen hazır bulunan kimselerin o malı ellerine almak suretiyle sahibi teayün eder. Böyle bir durumda (teayünden önce) çalan kişinin çaldığı miktar göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer hakettiğinden fazlasını çalmışsa eli kesilir, aksi takdirde eli kesilmez.

14- Ev ve Dükkânların Dışında Bulundurulan Malların Hirz Altında Olmaları:

Bineklerin sırtı, taşıdıkları şeylerin hirzidir. Dükkânların önü, satış yerinde konulan şeyler için bir biredir. İsterse ortada fiilen dükkan bulunmasın. O malla birlikte sahipleri olsun ya da olmasın ve bu mal ister gece ister gündüz çalınmış olsun farketmez.

Aynı şekilde pazarda koyunların durdukları yer de, koyunlar ister bağlı bulunsun ister bulunmasın hirz alandadırlar Binekler de bağlandıkları yerlerde hirz altındadırlar. Beraberlerinde sahipleri olsun ya da olmasın farketmez.

Eğer binek, mescidin kapısında veya pazarda ise, beraberinde koruyucu bulunması hali dışında hirz altında kabul edilmezler. Kendi avlusuna bineğini bağlayan, ya da binekleri için bir yeri ağıl olarak kullanan bir kimse, bu bağlaması ve o yeri ağıl olarak kullanması binekleri için bir hirzdir.

Gemi de içinde bulunulan şeyler için bir hirzdir. Bağlı olup olmaması arasında bir fark yoktur. Bizzat geminin kendisi çalınacak olursa, o da binek gibi değerlendirilir. Eğer bağlı değilse, hirz altında değit demektir. Şayet sahibi gemiyi bir yere bağlamış yahut o yerde demirlemiş ise, gemiyi bağlaması bir hirzdir. Gemi ile birlikte herhangi bir kimse bulunuyor ise, nerede, ne şekilde bulunursa bulunsun, aynı şekilde gemi hirz altında demektir. Tıpkı mescidin kapısında beraberinde koruyucusu bulunan binek gibidir. Ancak yolculuk esnasında gemileriyle bir yerde konaklayıp gemilerini bağlayacak olurlarsa bu da o gemi için bir hirz kabul edilir. Gemi sahibinin gemi ile birlikte olması ile olmaması arasında bir fark yoktur.

15- Otel ve Benzeri Umumun Kaldığı Yerlerden Hırsızlık:

Herkesin kendi bağımsız odasında kaldığı otel gibi tek bir yerde sakin olan kimselerden herhangi birisi arkadaşının odasından bir şey çalıp o çaldığı şeyler ile otelin açık salonuna (avlusuna) çıkacak olursa, bu çaldığı malı kendi odasına sokmasa ve onu alıp otelin dışına çıkmamış olsa dahi, böyle birisinin elinin kesileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur.

Yine burada kalanlardan herhangi bir kimse, otelin umuma açık salonunda bir şey çalacak olursa, velev ki o çaldığı şeyi kendi odasına sokmuş, yahut otelin dışına çıkartmış olsa bile elinin kesilmeyeceği hususunda da görüş ayrılığı yoktur. Çünkü, umuma açık salon, herkes için alışverişin yapılabildiği bir yerdir. Şu kadar var ki, bineğin bağlandığı yerinden veya onun benzeri bir eşyanın korunma altındaki yerinden alınmış olması hali müstesnadır.

16- Yakın Akrabaların Birbirlerinden Çalmaları:

Çocuklarının malını çaldıklarından dolayı anne-babanın elleri kesilmez. Çünkü Hazret-i Peygamber: "Sen de malın da babana aitsiniz" diye buyurmuştur. Ebû Dâvûd, Buyû' 77, İbn Mâce, Ticârât, 64.

Ancak, anne-babasından çalan çocuğun eli kesilir. Zira, o malın kendisine ait olması hususunda herhangi bir şüphenin varlığı sözkonusu değildir.

Elinin kesilmeyeceği de söylenmiştir. Bu da İbn Vehb ve Eşheb'in görüşüdür. Çünkü oğul, adeten babasının malını alabildiğine ve rahat bir şekilde kullanabilir. Nitekim köle efendisinin malını çaldığından dolayı eli kesilmez. Dolayısıyla oğlun babasının malını çalmaktan dolayı elinin kesilmemesi öncelikle söz konusudur,

Dedenin (torunundan) çalması hususunda farklı görüşler vardır. Mâlik ve İbnü’l-Kasım eli kesilmez derken, Eşheb kesilir, demektedir. Mâlik'in görüşü daha sahihtir. Çünkü dede de bir nevi babadır. Mâlik der ki: Baba ve anne tarafından dedelere nafaka vermek icab etmiyorsa dahi ellerinin kesilmemesi daha hoşuma gider. İbnü'l-Kasım ve Eşheb der ki: Bu ikisi dışında (dede ve baba dışında) kalan akrabaların (çalmaları halinde) elleri kesilir,

İbnü'l-Kasım der ki: Kendisine isabet eden açlıktan dolayı çalan kimsenin eli kesilmez.

Ebû Hanîfe ise der ki: Hala, teyze, kızkardeş ve onların dışında kalan mahremlerden herhangi bir kimse hakkında el kesme cezası uygulanmaz. Buf es-Sevrî'nin de görüşüdür.

Mâlik, Şâfiî, Ahmed ve İshâk der ki: Bunlardan çalan kim olursa olsun eli kesilir. Ebû Sevr de der ki: Kim olursa olsun, el kesmeyi gerektiren bir miktar çalacak olursa, eli kesilir. Ancak, fukaha herhangi bir husus üzerinde icma etmiş isef o icma dolayısıyla o takdirde el kesme cezasından kurtulur.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

17- Mushaf Çalanın ve Yankesicinin Hükmü:

Mushaf çalanın hükmü hususunda fukahâ farklı görüşlere sahiptir Şâfiî, Ebû Yûsuf ve Ebû Sevr, eğer mushafın kıymeti el kesmeyi gerektiren miktarı buluyorsa el kesilir, derler. İbnü’l-Kasım da bu görüştedir. en-Nu'man (Ebû Hanîfe) ise mushaf çalan kimsenin eli kesilmez, demektedir. İbnü'l-Münzir ise mushaf çalanın eli kesilir, der.

Kişinin yeninden (cebinden) nafakasını çalan (tarrar) yankesici hakkında da fukahâ farklı görüşlere sahiptir. Bir kesim şöyle demektedir İster yenin içinden ister dışından çalsın, yankesicinin eli kesilir. Bu, Mâlik, Evzaî, Ebû Sevr ve Yakub (Ebû Yûsuf)'un görüşüdür.

Ebû Hanîfe, Muhammed b. el-Hasen ve İshâk ise şöyle demektedir: Eğer çalınan dirhemler, yeninin dış tarafında bağlı bulunup, yan kesici de bunları gizlice alıp gitmişse eli kesilmez. Şayet yeninin iç tarafında bağlı olup o da elini içeriye sokup paralan çalmışsa eli kesilir. el-Hasen de eli kesilir demektedir.

İbnü'l-Münzir der ki: Hangi şekilde yankesicilik yaparsa yapsın eli kesilir.

18- Seferde Elin Kesilmesi ve Darı Harpte Hadlerin Uygulanması:

Fukahâ, seferde elin kesilip, dar-ı harpte hadlerin uygulanması hususlarında farklı görüşlere sahiptir. Mâlik ve el-Leys b. Sa'd der ki: Harb divan topraklarında hadler uygulanır. Dâr-ı harp ile dâr-ı islam arasında bir fark yoktur. el-Evzaî der ki: Bir ordu kumandanı olarak Savaşa çıkan bir kimse -herhangi bir bölgenin (eyaletin) emirî olmasa dahi- el kesme cezası dışında askerleri arasında hadleri uygular.

Ebû Hanîfe de der ki: Asker, harp diyarı topraklarında gazada bulunsa ve başlarında emir varsa bu emir askerleri arasında hadleri uygulamaz. Ancak, Mısır, Şam, Irak veya buna benzer bir bölgenin de valisi ise, askerleri arasında hadleri uygular.

Evzaî ve onun gibi görüş beyan edenler, Cünâde b. Ebi Ümeyye hadisini delil göstermişlerdir. Cünâde dedi ki: Bizler, Busr b. Ertae ile denizde (gazada) bulunuyorduk. Buhü diye bilinen uzun boylu bir dişi deve çalmış Misdar adındaki bir hırsızı ona getirdiler. O da şöyle dedi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken dinledim; "Gaza esnasında el kesme cezası uygulanmaz."

Eğer bu durum olmasaydı, şüphesiz onun elini keserdim. Ebû Dâvûd- Hudûd 19; Tirmizî, Hudûd 20; Nesâî, Kat'u's-Sârik 16; Dârimî, Sîyer 51; IV 181.

Burada sözü geçen Busr, denildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde dünyaya gelmiş ve Hazret-i Alî ile onun taraftarları arasında kötü haberleri bulunan bir kimse idi. Abdullah b. Abbas'ın iki küçük çocuğunu kesen odur. Bundan dolayı çocukların anneleri tamarmyle aklını kaybetmiş, ne yaptığını bilmez hale gelmişti. Ali (radıyallahü anh) ona, Allah'ın ömrünü uzatması ve aklını da başından alması için beddua etmişti. Öyle de olmuştu. Yahya b. Maîn der ki: Busr b. Ertae kötü bir adamdı.

Bu durumda el kesme cezasının uygulanacağını söyleyen kimseler, Kur'ân-ı Kerîm'in lâfzının umumiliğini delil göstermişlerdir. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan da budur. Harp diyarında hadlerin ve el kesme cezasının uygulanmayacağını söyleyenlerin ileri sürebilecekleri en uygun delil, ceza uygulanan kimsenin müşriklere katılabileceği korkusudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

19- El ve Ayak Nereden Kesilir:

El ya da ayak kesilecek olursa, nereye kadar kesilebilir? Genelde herkes elin bilekten, ayağın da eklem yerinden kesileceğini söylemiştir Ayak, kesildiği takdirde dağlanır. Bazıları da elin dirsekten kesileceğini söylemiştir. Omuzdan kesileceği de söylenmiştir. Çünkü (Arapçada) el (yed) bunu kapsar. Ali (radıyallahü anh) der ki: Ayak, ayağın ortasından kesilir ve topuk kısmı bırakılır. Ahmed ve Ebû Sevr de bu görüştedir.

İbnü'l-Münzir der ki: Biz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan bir adamın elinin kesilmesini emr ettikten sonra: "Onu dağlayınız" dediğini rivâyet ediyoruz. Ancak senedi hakkında söylenecek sözler vardır.

Aralarında Şâfiî, Ebû Sevr ve başkalarının da bulunduğu bir topluluk bunu müstehab görmüşlerdir. Bu daha güzeldir, iyileşme ihtimali daha yüksektir, kişiyi telef olmaktan daha bir koruyucudur.

20- Kesme Sırası:

Öncelikle kesilecek olanın sağ el olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. İkinci bir defa çalması halinde ise fukahânın farklı görüşleri vardır. Mâlik, Medine âlimleri, Şâfiî, Ebû Sevr ve diğerleri der ki: Sol ayağı kesilir. Üçüncü defa çalarsa, sol eli kesilir. Dördüncü defa çalacak olursa, sağ ayağı kesilir. Eğer beşinci defa çalacak olursa, ta'zir edilir ve hapse konukır.

Bizim (mezhebimiz) âlimlerimizden Ebû Mûsab der ki: Dördüncü defa çaldıktan sonra öldürülür. Bunu söylerken, Nesâî'nin el-Haris b. Hatıb'dan rivâyet ettiği bir hadisi delil göstermektedir, el-Haris’in dediğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzuruna bir hırsız getirildi, Hazret-i Peygamber: "Onu öldürünüz" dedi. Yanındakiler: Ey Allah'ın Rasulü, sadece hırsızlık yaptı deyince, Hazret-i Peygamber: "Onu öldürünüz" dedi. Yine : Ey Allah'ın Rasulü sadece hırsızlık yaptı dediler. Yine Hazret-i Peygamber: "Onun elini kesiniz" diye buyurdu. Daha sonra bir daha hırsızlık yaptı, ayağı kesildi, sonra Ebû Bekr (radıyallahü anh) döneminde yine hırsızlık yaptı, el ve ayakları tamamen kesildi. Sonra beşinci bir defa daha hırsızlık yaptı, bu sefer Ebû Bekr (radıyallahü anh) şöyle buyurdu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Onu öldürünüz" diye buyururken bunları daha iyi biliyordu. Daha sonra Ebû Bekr o adamı, öldürsünler diye Kureyş'in gençlerine teslim etti. Abdullah b. ez-Zübeyr de onlardan birisi idi. Abdullah başkan olmayı seven birisiydi. O bakımdan: Beni başınıza emir tayin ediniz, dedi. Onlar da onu başlarına emir tayin ettiler. Abdullah bir darbe vurdu mu, diğer gençler de o hırsıza bir darbe indiriyorlardı. Nihayet onu öldürdüler Nesâî Kat'u's-Sârik. Beşinci defa çalması halinde hırsızın öldürüleceğini kabul edenler, ayrıca Hz Cabir'in rivâyet ettiği hadisi de delil gösterirler Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beşinci defa hırsızlık yapan bir kimse hakkında: "Onu öldürünüz" diye emir vermiştir. Hazret-i Cabir der ki: Biz de onu alıp götürdük ve sonra öldürdük. Sonra da onu sürükleyip bir kuyuya attık, üzerine de taş attık. Bunu Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Hudûd 21, Nesâî, Kat'u's-Sarik 15. Nesâî de bunu rivâyet eder ve şöyle der: Bu, münker bir hadistir, ravilerinden birisi olan Mus'ab b. Sabit pek kuvvetli bir ravi değildir. Ben, bu konuda sahih bir hadis bilmiyorum. Nesâî, Kat'u's- Sârik 15.

İbnü’l-Münzir der ki: Ebû Bekir ve Ömer (r. anhuma)'in bir elden sonra öbür eli ve bir ayaktan sonra da öbür ayağı kestikleri sabittir.

Şöyle de denilmiştir: İkinci defa hırsızlık yaptığı takdirde sol ayağı kesilir, bundan başka hırsızlık yaptığı takdirde ise kesme cezası yoktur. Tekrar hırsızlık yapacak olursa ta'z edilir ve haps edilir. Bu görüş Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dan rivâyet edilmiştir. ez-Zührî, Hammâd b. Ebi Süleyman ve Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir. ez-Zührî der ki: Sünnette, bize bir el ve bir ayak dışında kesme cezası uygulanacağına dair bir haber ulaşmış değildir.

Atâ da der ki: Sadece sağ eli kesilir, bundan sonra da ona kesme cezası uygulanmaz. Atâ'nın bu sözünü İbnü'l-Arabî zikreder ve der ki: Atâ'nın bu görüşüne gelince, sahabe-i kiram ondan önce buna muhalif kanaatlerini belirtmişlerdir.

21- Sağ Eli Kesilmesi Gerekirken, Yanlışlıkla Sol Eli Kesmenin Hükmü:

Hakim hırsızın sağ elinin kesilmesini emretmekle birlikte, sol elinin kesilmesi halinde durumun ne olacağı hususunda fukahânın farklı görüşleri vardır. Katade der ki: Buna had uygulanmış oldu. Ona Fazla birşey yapılmaz. Mâlik de, el kesen yanılıp (sağ yerine) solunu kesecek olursa aynı görüştedir. Rey ashâbı da istihsanen bu görüşü kabul etmişlerdir,

Ebû Sevr der ki: El kesme cezası uygulayana diyet ödemek düşer. Çünkü o, yanlışlık yapmıştır. Diğer taraftan hırsızın da sağ eli kesilir. Ancak bu konuda kesilmeyeceğine dair icmaun tesbit edilmesi hali müstesnadır.

İbnül-Münzir ise der ki: Hırsızın sol elinin kesilmesi iki şekilden birisiyle olur. Ya elini kesen bunu kasten yapmıştır O takdirde ona kısas uygulanır. Yahut da bunu hata yoluyla yapmıştır. O taktirde kesenin âkilesine onun diyetini ödemek icabeder. Diğer taraftan hırsızın sağ elinin kesilmesi de vacibtir. Yüce Allah'ın farz kıldığı bir şeyin, herhangi bir kimsenin haksızca tasarrufu veya hata edenin hatası dolayısıyla ortadan kaldırılması câiz olamaz,

es-Sevrî de sağ eline kısas uygulanması gerekirken, sol elini uzatıp kesilen kimse hakkında sağ eli de kesilir demiştir.

İbnü'l-Münzir der ki: Bu doğrudur.

Bir kesim de şöyle demektedir: iyileştiği takdirde sağ eli kesilir. Çünkü, bizzat kendisi sol elini telef ettirmiştir. Rey ashâbının görüşüne göre, kesene birşey düşmez,

Şâfiî'nin görüşüne kıyasen sol eli iyileştiği takdirde sağ eli de kesilir. Katade ve Şa'bî der ki: Bu durumda kesene birşey düşmez ve eli kesilenin sol eli ile yetinilir.

22- Hırsızın Elinin Boynuna Asılması:

Hırsızın eli boynuna asılır. Abdullah b. Muhayrîz der ki: Ben, Fedale'ye, hırsızın elinin boynuna asılması sünnetten midir? diye sordum, şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) 'a bir hırsız getirildi, eli kesildi. Daha sonra emir yererek eli boynuna asıldı. Bu hadisi Tirmizî rivâyet etmiş olup, hadis, hasen ve gariptir, demiştir. Bunu Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivâyet etmişlerdir. Tirmizî Hudûd 17ı Ebû Dâvûd, Hudûd 22; Nesâî, Kat'u's-Sârik, 18; İbn Mâce, Hudûd 23.

23- Hırsıza El Kesme Cezası Uygulanmadan Önce Birisini Öldürürse:

Hırsızlık cezasının uygulanması gereken bir halde hırsız birisini öldürecek olursa, Mâlik der ki: Sadece öldürülür, el kesme cezası da onun kapsamına girer. Şâfiî ise der ki: Önce eli kesilir sonra da öldürülür. Çünkü bunlar, iki hak sahibine ait iki haktır Dolayısıyla onlardan herbirisinin hakkını alması icabeder. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan da budur. İbnü'l-Arabî'nin tercih ettiği görüş de budur.

24- Nakvî Bir Mesele:

Yüce Allah'ın;

"İkisinin ellerini..." diye buyurup bunun yerine İkisinin (birerden) iki elini, diye buyurmaması dolayısıyla, bu hususta dil bilginleri bazı açıklamalarda bulunmuşlardır, İbnül-Arabî der ki; Fukahâ da bu dil bilginleri hakkında hüsnü zan besledikleri için onların yaptıkları açıklamalarda izlerini takip etmişlerdir.

Halil b. Ahmed ve el-Ferrâ' der ki: İnsanın hilkatinde bulunan o şey iki kişiye izafe edilecek olursa çoğul yapılır. Buna göre;" Onların başlarını yardım, karınlarını doyurdum; denilir." Nitekim yüce Allah da:

"Eğer herikiniz Allah'a tevbe ederseniz (ne âlâ). Çünkü kalpleriniz meyletmiş bulunuyor" (et-Tahrim, 66/4) diye buyurmaktadır. İşte bundan dolayı burada da yüce Allah ikisinin (birerden) iki elini kesiniz diye buyurmayıp; "(İkisinin) ellerini kesiniz" diye buyurmuştur. Maksat ise bunun (erkeğin de) sağ elini, berikinin (hırsızlık yapan kadının) da sağ elini kesinizdir. Dilde bu kullanılabilir. Ancak; İkisinin (birerden) iki elini kesiniz, söyleyişi asıl olandır. Şair ise, bu iki türlü söyleyişi bir arada şu beyitinde zikretmektedir:

"Oldukça uzak, suyu da bulunmayan korku verici iki kurak yerin ikisinin de tümsek yerleri

iki kalkanın sırt tarafı (tümsekçe olan ve rakibe karşı görünen bir bölümü.) gibidir.

Bu hususta bir yanlış anlama sözkonusu olmayacağından dolayı bir bir ifade kullanıldığı da söylenilmiştir. Sîbeveyh de der ki: Eğer bu organ tek bir Eane İse, sen onunla tesntye kastedecek olursan, cetni'de yapılabilir. Araplar'da: Her ikisi de yüklerini indirdiler, ifadesini kullandıkları nakledilmiştir. Bununla, her biri kendi bineğinin sırtındaki yükü indirdiği kastedilmektedir.

İbnü'l-Arabî der ki: İşte bu, tek başına sağ elin kesileceği görüşüne binaen doğrudur. Ancak durum böyle değildir. Aksine eller ve ayaklar kesilebilir. Bu durumda yüce Allah'ın "ellerini" âyeti, dörde raci olur. Dört ise her iki kişide bulunan ellerin toplamıdır. Burada da eller teşriiye olarak zikredilmiştir. O bakımdan ifade fasih olarak varid olmuştur. Eğer: Onların ellerini kesiniz demiş olsaydı, yine de bu sahih bir ifade olurdu. Çünkü hırsız erkek ile hırsız kadın ifadelerinden özel olarak sadece iki şahıs kast edilmemiştir. Aksine bunlar, sayılamayacak kadar çok kişiyi kapsayan bir cins ismidir.

25- Allah, Hükmüne Karşı Konulamayandır:

Yüce Allah'ın:" Kazandıklarına bir karşılık... olmak üzere" âyeti mef'ûlün leh'dir. Bu, mastar (mef'ûlü mutlak) olarak da kabul edilebilir. "Allah tarafından İbret verici bir ceza olmak üzere" âyeti de böyledir.

Bir kimseye, yaptığı bir işten vazgeçip yüz çevirmesini gerektirecek bir iş yapmayı ifade etmek üzere; "Onu ten kilittim" denilir.

"Allah Azîzdir." Yani, yenik düşürülemeyen, mağlub edilemeyendir.

"Hakimdir" Yaptıkları hikmetli ve sapasağlam olandır. Bu güzel isimlere dair açıklamalar daha Önceden de geçmiş bulunmaktadır.

39

Fakat, kim zulmettikten sonra tevbe eder ve düzeltirse, şüphesi Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.

26- Hırsızın Tevbe Edip Halini Düzeltmesi:

Yüce Allah'ın:

"Fakat kim zulmettikten sonra tevbe eder ve (kendisini) düzeltirse" âyeti şarttır. Cevabı da:

"Şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder" âyetidir.

"Zulmettikten sonra" âyeti hırsızlıktan sonra demektir. Allah, tevbe ettiği takdirde onu affeder Fakat tevbe ile el kesme cezası kalkmaz. Âta ve bir topluluk şöyle demiştir: Hırsızın ele geçirilmesinden önce el kesme cezası, tevbe ile kalkar. Bunu bazı Şâfiîler ileri sürmüş ve Şâfiî'nin bir görüşü olarak ifade etmişlerdir. Yüce Allah'ın:

"Yalnız, kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadır" (el-Mâide, 5/34) âyetine yapışmışlardır. İşte bu, uygulanması icabeden cezadan bir istisnadır. Dolayısıyla bütün hadlerin buna göre ele alınması gerekmektedir. Bizim ilim adamlarımız da şöyle derler: Bizzat aynı âyet bizim de delilimizdir. Çünkü şanı yüce Allah, yol kesicinin cezasını zikrettikten sonra: "Yalnız kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadırlar diye buyurmakta, daha sonra hırsıza uygulanacak cezayı buna atfettikten sonra hırsız hakkında da:

"Fakat kim zulmettikten sonra tevbe eder ve düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder" diye buyurmaktadır. Eğer, hüküm itibariyle hırsız da yol kesici gibi olsaydı, haklarında farklı hükümleri zikretmezdi.

İbnü'l-Arabî der ki: Ey Şâfiîler topluluğu, nerede meselelerin kapalı taraflarından istinbat ettiğiniz şer'î hikmetler ve fikhî incelikler? Şuna dikkat etmez misiniz? Yol kesen (muharib), bizzat kendisi istibdada yönelmekte, silahı ile saldırılarda bulunmaktadır. İmâm (islâm devlet başkanı) ona karşı koymak için atları ve bineklileri üzerlerine sürmek ihtiyacını hisseder. Yüce Allah, burada tevbe dolayısıyla böyle bir durumdan vazgeçsin diye cezasını kaldırmıştır. Nitekim onu İslâm'a ısındırmak kastıyla, kâfirin geçmişte bütün yaptıklarının mağfirete mazhar olacağını da ifade ettiği gibi. Hırsız ve zina edene gelince, bunların ikisi de müslümanların avucu içinde, İmâmın hükmü altındadırlar. Onlara uygulanması icabeden hükmü üzerlerinden kaldıran ne olabilir ki? Yahut, bunlar da muharibe kıyas edilir, demek nasıl mümkün olabilir? Oysa hikmet de durumları da bunların birbirlerinden ayrı olduklarını ortaya koymaktadır. Böyle bir yaklaşım, -ey muhakkikler topluluğu- sizin gibilere yakışmaz. Haddin tevbe ile sakıt olmayacağı sabit olduğuna göre, tevbe Allah tarafından makbuldür, el kesme cezası da o kimsenin günahı için bir keffaret olur.

"Ve düzeltirse" yani, nasıl hırsızlıktan tevbe ettiyse, her günahtan da öylece tevbe ederse demektir.

"Ve düzeltirse"nin, yani o masiyeti tamamiyle terkederse anlamında olduğu da söylenmiştir. Zinaya yöneldiği için hırsızlığı terkeden, hiristiyanlığa girdiği için yahudilıği terkedene gelince, böyle birisinin bu yaptığı tevbe değildir. Allah'ın, kulunun tevbesini kabul etmesi ise, kulunu gerçekten tevbe etmeye muvaffak kılmasıdır. Ondan tevbesinin kabul edilmesi demektir, diye de açıklanmıştır.

27. Bu Âyette, Erkek Hırsızın. Daha Önce, Zina ile İlgili Ayette de Zina Eden Kadının Daha Önce Zikredilişinin Hikmeti:

Şöyle denilmektedir: Şanı yüce Allah, bu âyet-i kerimede hırsız kadından önce hırsız erkekten sözetmektedir. Zina ile ilgili âyette de zina eden kadını zina eden erkekten önce zikretmiştir. Bundaki hikmet nedir? Buna şöyle cevap verilir: Mal sevgisi erkeklerde deha baskın, cinsel şehvet ise kadınlarda daha baskın olduğundan dolayı her yerde onlardan uygun olanı zikrederek başlanmıştır. Bu ise, ileride en-Nûr sûresinde (24/2. âyet, 5. başlıkta) zina eden kadının zina eden erkekten önce zikredilmesinin hikmetine dair gelecek açıklamalarda da -inşaallah- görüleceği gibi, kadının öncelikle anılması ile ilgili açıklamalardan bir tanesidir.

Diğer taraftan yüce Allah, hırsızlığın cezasını malı alan el olduğu için el kesmek olarak tesbit etmiştir. Zinanın cezasını ise, fuhşu işleyen uzuv oluduğu halde, o uzvun kesilmesi olarak tesbit etmemiştir.

Bunun üç sebebi vardır: Hırsızın kesilen eli gibi bir başka eli daha vardır. Eğer eli kesildiği için vazgeçecek olursa, onun yerine kalan ikinci elini kulanabilir. Zina edenin ise, eğer organı kesilecek olursa ve kesilmesi dolayısıyla da bu işten vazgeçecek olursa, onun yerine geçecek başka bir organı yoktur.

İkinci husus; had, kendisine had uygulanana da başkasına da bir azardır ve bu işten vazgeçirmek içindir Hırsızlıkta elin kesilmesi açıkça ortada görülür. Zinada organın kesilmesi ise görülmez. (Dolayısıyla ibret hasıl olmaz).

Üçüncü husus; erkeklik organının kesilmesi sonucunda nesil kesilir. Elin kesilmesinde ise neslin kesilmesi sözkonusu değildir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

40

Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır? O, dilediğini azaplandırır, dilediğine mağfiret eder. Allah, her şeye güç yetirendir.

Yüce Allah'ın:

"Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır..." âyetindeki hitab, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve başkalarınadır. Yani, herhangi bir kimsenin: Biz, Allah'ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz demelerini gerektirecek ve buna bağlı olarak iltimas geçmesini sağlayacak şekilde yüce Allah ile hiç bir yakınlık, bir akrabağı yoktur. Hadler de haddi gerektiren bir işi işleyen herkese uygulanır.

Anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: O, dilediği hükmü vermek hakkına sahiptir. İşte bundan dolayı yol kesici ile yolkesîci olmayıp hırsızlık yapan kimse arasında (had bakımından) fark gözetmiştir. Bu âyet-i kerimenin benzeri âyetler de, bunlara dair açıklamalar da daha önceden geçmiş bulunmaktadır. O bakımdan bunları tekrarlamanın bir anlamı yoktur. Başarıya ulaştıran Allah'tır,

İşte hırsızlık âyeti ile ilgili olarak hırsızlığa dair bir takım hükümler bunlardır.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

41

Ey Peygamber! Kalpleriyle Îman etmedikleri halde ağızlarıyla: İnandık deyip de küfür içinde koşuşup duranlar seni kederlendirmesin. Yahudilerden durmadan yalana kulak veren, huzuruna gelmeyen diğer bir kavim lehine dinleyen (casusluk eden)ler vardır. Kelimeleri yerine konulduktan sonra değiştirirler ve: "Eğer size şu verilirse onu alın, şayet o verilmezse sakının" derler. Allah'ın fitneye düşürmek istediği kimse için sen, Allah'a karşı birşey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada onlar için zillet vardır, Âhirette de onlara pek büyük bir azap vardır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

1- Bu Âyeti Kerîmenin Nüzul Sebebi İle İlgili Görüşler:

"Ey Peygamber seni kederlendirmesin" âyetinin nüzul sebebiyle İlgili olarak üç görüş vardır. Denildiğine göre bu âyet-i kerîme, Kurayla ve Nadiroğulları hakkında inmiştir. Kurayzalı birisi, Nadiroğullarından birisini öldürdü. Nadiroğulları, Kurayzal il ardan birisini öldürdükleri vakit kısas uygulamalarına fırsat vermezlerdi. -İleride açıklanacağı üzere- onlara (Kurayzalılara) sadece diyet vermekle yetinirlerdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakemliğine başvurdular. Hazret-i Peygamber, Kurayzalı ile Nadiroğullarına mensub iki kişi arasında eşitlik sağlanması gerektiği hükmünü verdi. Bu ise, Nadiroğullarının hoşuna gitmedi ve kabul etmediler. Nesâî, Kasâme 8; Dârakutni, 111, 198; Müsned, I, 246.

Bir diğer görüşe göre bu âyet-i kerîme, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Ebû Lubâbe'yi Kurayzaoğullarına gönderip kendilerine uygulanacak cezanın boğazlarının kesilmesi olduğuna işaret etmesi dolayısıyla Ebû Lubâbe hakkında inmiştir. Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensur, III, 78.

Bir diğer görüşe göre bu âyet-i kerîme, yahudi erkek ve kadının zinası ile recim olayı hakkında nâzil olmuştur. Bu da konu ile ilgili görüşlerin en sahih olanıdır. Bunu, hadis İmâmları, Mâlik, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd rivâyet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd, Cabir b. Abdullah'tan rivâyetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara (yahudilere): "Aranızdan en bilgili iki kişiyi yanıma getiriniz" demiş, bunun üzerine onlar da Suriya adındaki birisinin iki oğlunu getirmişlerdi. Hazret-i Peygamber onlara yüce Allah adına yemin verdirerek: "Bu iki kişinin durumunu Tevrat'ta nasıl bulmaktasınız" diye sordu? İkisi de: Bizim Tevrat'ta bulduğumuz şudur: Dört kişi erkeğin organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi görecek olurlarsa ikisi de recm olunurlar. Hazret-i Peygamber sordu: "Peki, sizi bunları recmetmekten alıkoyan nedir"? İkisi de: Otoritemiz elden gitti, o bakımdan biz de öldürmekten hoşlanmadık. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şahitleri çağırdı. Şahidler gelip, erkeğin organının kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şahidlik ettiler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); ikisinin de recm edilmesi emrini verdi. Ebû Dâvûd, Hudûd 25

Buhârî ile Müslim'in dışındaki eserlerde de en-Nehaî'den, Cabir b. Abdullah'tan nakledilerek Cabir'in şöyle dediği kaydedilmektedir: Fedeklilerden bir erkek zina etti. Bunun üzerine Fedekliler, Medine'de bulunan yahudi bazı kimselere: Muhammed'e bu hususa dair soru sorunuz. Eğer size celde vurmayı emrederse, onu kabul ediniz. Şayet size recmedilmeleri emrini verirse onu kabul etmeyiniz. Durumu Hazret-i Peygamber'e sordular, o da İbn Suriyayı çağırdı. Aralarında en bilgin kişi oydu. Bir gözü de görmüyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle sordu: "Sana Allah adına yemin verdiriyorum. Kitabınızda zina edenin cezasını ne şekilde buluyorsunuz ?" İbn Suriya ona şöyle dedi: Allah adına bana yemin verdirdiğine göre, şunu söyleyeyim. Biz Tevrat'ta, bakmanın bir zina, kucaklaşmanın bir zina, öpmenin bir zina olduğunu görüyoruz. Eğer dört kişi erkeğin organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şahidlik edecek olurlarsa, o takdirde (erkeği) recmetmek icabeder. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İşte bu böyledir" buyurdu. Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensur, 111, 78.

Müslim'in Sahihinde de el-Berâ b. Âzib'den şöyle dediği nakledilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına yüzü kömürle karartılmış bir yahudi getirildi. Hazret-i Peygamber yahudileri çağırıp şöyle dedi: "Sizler Kitabınızda zina edenin cezasının böyle olduğunu mu görüyorsunuz?" Onlar, evet deyince, Hazret-i Peygamber ilim adamlarından birisini çağırdı ve şöyle buyurdu: "Tevrat’ı Mûsa'ya indiren Allah adına bana söyle. Kitabınızda zina edenin haddini böyle mi buluyorsunuz?" Kişi Hayır dedi. Eğer bu şekilde bana yemin verdirmeseydin sana bildirmeyecektim. Biz, cezanın recm olduğunu görüyoruz. Fakat zina, soylularımız arasında çoğaldı O bakımdan soylu bir kimseyi yakaladık mı, onu bırakırdık. Zayıf birisini yakaladık mı, ona had uygulardık. Bu sefer şöyle dedik: Gelin ortaklaşa bir ceza tesbit edelim ve bunu, soyluya da böyle olmayana da uygulayalım. Sonunda recm yerine yüzü kömürle karartmayı ve sopa vurmaya tesbit ettik. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ını kendilerinin öldürdükleri bir zamanda senin emrini ihya eden ilk kişi ben oluyorum" dedi ve recm edilmesini emretti. Bunun üzerine yüce Allah da:

"Ey Peygamber! Küfür içinde koşuşup duranlar seni kederlendirmesin" âyetini:

"Eğer size şu verilirse onu alın" âyetine kadar indirdi. Yani, diyorlar ki: Muhammed'e gidiniz. Eğer o sizlere yüze kömür çalmayı ve sopa vurmayı emrederse onu kabul ediniz. Şayet size recm cezası uygulanması fetvasını verirse, ondan sakınınız. Bunun üzerine şanı yüce Allah:

"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir" (el-Mâide, 5/44);

"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir" (el-Mâide, 5/45);

"Kim Allah'ın, indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların tâ kendileridir" (el-Mâide, 5/47) âyetlerini indirdi. Bunların hepsi de kâfirler hakkındadır. Müslim, Hudûd 28; Ebû Dâvûd, Hudûd 25. İbn Mâce, Hudûd 10. Bu rivâyette bu şekilde: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yanından...geçirildi" lâfzı ile zikredilmiştir.

İbn Ömer tarafından rivâyet edilen hadiste de şöyle denilmektedir: Zina etmiş yahudi bir erkek ve bir kadın getirildi- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yahudilerin yanına varıncaya kadar yola koyuldu. Dedi ki: "Tevrat'ta zina edene uygulanmak üzere bulduğunuz ceza nedir?" Müslim Hudud 26. Bir başka rivâyette de şöyle denilmektedir: Yahudiler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yanına zina etmiş bir erkek ve bir kadın getirdiler. Ebû Dâvûd, Hudûd 25.

Ebû Dâvûd'un Kitabında (Süneninde) İbn Ömer tarafından rivâyet edilen hadiste şöyle dediği kaydedilmektedir: Yahudilerden bir topluluk gelip Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı el-Kuf denilen vadiye çağırdılar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onların yanına Beytu'l- Midras (diye bilinen Tevrat okuyup öğrendikleri) yere gitti. Şöyle dediler: Ey Ebe'l-Kasım, bizden bir erkek bir kadın ile zina etti. Sen aramızda hüküm ver... Ebû Dâvûd, Hudûd 25.

Bütün bunlarda herhangi bir hususta tearuz (çatışma) sözkonusu değildir. Bunların hepsi de aynı olayı nakletmektedir. Ebû Dâvûd bu olayı, Ebû Hüreyre yoluyla güzel bir şekilde nakletmiş bulunuyor. Ebû Hüreyre der ki: Yahudilerden bir adam bir kadın ile zina etti. Aralarında birbirlerine şöyle dediler: Haydi şu peygambere gidelim. Çünkü bu, hükümleri hafifletmek özelliği ile gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer, recmden daha aşağı bir fetva verecek olursa, onu kabul ederiz, Allah huzurunda da onu delil gösteririz. Ve deriz ki: Bu, senin peygamberlerinden bir peygamberin fetvasıdır. Bunun üzerine, mescidde ashâbı arasında oturmakta iken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına gelip şöyle dediler:

Ey Ebe'l-Kasım, kendilerinden zina etmiş bir erkek ve bir kadın hakkındaki görüşün nedir? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara ait Beytül- Midraslarına varıncaya kadar onlarla konuşmadı. Kapıda durup şöyle dedi: "Mûsa üzerine Tevrat’ı indiren Allah adına size yemin verdiriyorum. Tevratta muhsan olduğu takdirde zina eden kimseye uygulanmasını gerekli bulduğunuz ceza nedir?" Şu cevabı verdiler: Yüzü kömür ile karartılır, zina eden İki kişi bir merkebe sırtları birbirine dönük olarak bindirilip gezdirilir ve onlara sopa vurulur. Aralarından genç birisi ise susuyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun susmakta olduğunu görünce, ona da ısrarla aynı şekilde yemin verdirip soru sordu, o genç şu cevabı verdi: Madem bize yemin verdirdin, bizim Tevrat'ta bulduğumuz ceza bil ki, recmdir... Daha sonra hadisin geri kalan kısmını zikretti ve nihayet şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O halde ben de Tevratta bulunan hüküm gereğince hüküm veriyorum." Sonra da emir vererek ikisi de recm edildiler. Ebû Dâvûd, Hudûd 25.

2- Zimmet Ehlinin Müslümanların Hakemliğine Baş Vurmaları:

Bu rivâyetlerden çıkan sunuç şudur: Yahudiler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın hükmüne başvurmuş, o da Tevrat'ta bulunan hüküm gereğince haklarında hüküm vermiştir. Bu hususta da Suriya denilen birisinin iki oğlunun söylediklerine dayanmıştır. Yahudilerin şahitliklerini dinlemiş ve gereğince uygulama yapmıştır. Ayrıca muhsan sayılmak için İslam da şart değildir. İşte bunlar, (bu rivâyetlerden özetle anlaşılan) dört meseledir.

Zimmet ehli, İslam devlet başkanının huzurunda davalaşacak olurlarsa, onların getirdikleri bu dava, öldürmek, saldırı ve gasb gibi haksızlığı ilgilendiren bir dava ise, aralarında hüküm verir ve bu haksızlıktan onları alıkoyar. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur.

Eğer dava konusu bu türden değilse, -İmâm -Mâlik ve Şâfiî'ye göre- aralarında hüküm vermek hususunda muhayyerdir, Şu kadar var ki Mâlik, hükmetmeyip yüzçevirmeyi daha uygun görür. Şayet hüküm verecek olursa, aralarında İslam hükmü ile hüküm verir. Şâfiî ise şöyle demektedir: Hadler ile ilgili hususlarda aralarında hüküm vermez.

Ebû Hanîfe de şöyle demektedir: Durum ne olursa olsun, aralarında hüküm verir. Bu, aynı zamanda ez-Zührî, Ömer b. Abdulaziz ve el-Hakem'in de görüşüdür. İbn Abbâs'tan da bu görüş rivâyet edilmiştir, Şâfiî'nin konu ile ilgili iki görüşünden birisi de budur. Çünkü ileride açıklanacağı üzere yüce Allah'ın:

"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet" (el-Mâide, 5/49) âyeti bunu gerektirmektedir. Mâlik de yüce Allah'ın:

"Eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir" (el-Mâide, 5/42) âyetini delil göstermiştir. Bu da hükmetmekte muhayyerlik hususunda açık bir nasstır.

İbnü'l-Kasım der ki: Piskoposlarla zina eden iki kişi birlikte gelecek olursa, hakim muhayyerdir. Çünkü o hükmü yürürlüğe koymak piskoposların bir hakkıdır.

Muhalif görüşü savunanlar da derler ki: Piskoposların gelmesine itibar etmez. İbnül-Arabî der ki: Bu, daha sahih olan görüştür. Çünkü müslümanlar, aralarında bir kimsenin hakemliğini kabul edecek olurlarsa hakemin hükmü geçerli olur. Ve bu hususta hakimin rızasına itibar olunmaz. Kitab ehli hakkında bunun böyle olması öncelikle sözkonusudur.

Îsa ise İbnü'l-Kasım'dan naklen şöyle demektedir: O vakit, bu konuda hüküm vermesi için gelenler zimmet ehli değildiler. Harb ehliydiler. İbnü’l-Arabı der ki: İsanın İbnü'l-Kasım'dan naklettiği bu görüş, Taberî ve diğerlerinin rivâyet ettiği: Zina eden kişi Hayber ya da Fedeklilerden idiler. Ve o sırada onlar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile (antlaşması bulunmayan) harbi kimseler idiler, ifadesinden çıkarılmıştır.

Zina eden o kadının ismi Busra idi. Bunlar, Medine'de bulunan yahudilere haber gönderip şöyle demişlerdi: Muhammede buna tiair soru sorunuz. Eğer size recinden başka birşey ile fetva verirse onu alıp kabul ediniz. Şayet recinle fetva verirse, onu kabul etmekten sakınınız... İbnü'l-Arabî derki: İşte bu eğer sahih ise, zina edenleri beraberlerinde getirip soru sormaları, bir ahki ve bir eman olarak değerlendirilir. Eğer bu bir ahid bir zimmet, ve bir dâr (da yaşamak demek) değil ise, o takdirde haklarında hüküm vermemek ve verdiği takdirde de haklarında adaletli hüküm vermek hakkına sahip olurdu. O bakımdan bu hususta Îsa'nın kaydettiği rivâyetinin delil olacak bir tarafı yoktur. İşte yüce Allah, onlar hakkında şöylece haber vermiştir: "Yahudiler durmadan yalana kulak veren, huzuruna gelmeyen bir kavm lehine dinleyenlerdir." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hakemliğine baş vurunca, onların verdiği hüküm haklarında yürürlüğe girdi ve onların geri dönme hakları kalmadı.

Buna göre çeşitli meselelerde başkalarının hakemliğine başvurmak hususu; bir sonraki başlığın konusudur.

3- Hakemin Hükmüne Başvurmak:

Aradaki anlaşmazlıklarda bir başkasının hükmüne başvurmanın asıl delili bu âyet-l kerimedir. Mâlik der ki; Bir kişi, bir başkasını hakem tayin edecek olursa, onun hükmü geçerlidir. Bu hüküm hakime götürülecek olursa, hakim de onu yürürlüğe koyar. Apaçık bir zulüm olması hali müstesnaleyhisselâmuhnün der ki: O hükmü doğru verecek olursa, onu yürürlüğe koyar.

İbnü'l-Arabî der ki: Bu ise mali konularda ve hakkını taleb eden kişiyi ilgilendiren haklar ile ilgilidir. Hadler ile ilgili ise, ancak sultanın (hüküm vermeye yetkili makamın) hüküm vermek yetkisi vardır İlke şudur; İki davacıya has olan her bir hak ile ilgili hususlarda, başkasının hakem tayin edilmesi caizdir, hakem tayin edilenin o hususta verdiği hüküm de geçerlidir. Bunun tahkikine gelince: İnsanlar arasında hakem tayini, onlara ait bir haktır. Hakimin hakkı değildir Şu kadar var ki, tahkim meselesini alabildiğine geniş çerçevelerde kullanmak, velayet ilkesini delmektir, Ve bu, eşeklerin gelişi güzel davranmaları gibi, insanların da gelişi güzel hareket etmeleri sonucunu verir. O bakımdan, meseleyi nihai olarak kestirip atacak bir otoritenin varlığı da kaçınılmazdır. Bundan dolayı şeriat, karmaşıklığın temelini kökten yıkmak için, veliyülemr tayin edilmesini emr etmiş, bununla birlikte onun yükünü hafifletmek için ve diğer taraftan anlaşmazlık halinde olanlar üzerinden de davalarını hakime götürmek sıkıntısını kaldırmak ve böylelikle her iki maslahatı gerçekleştirip faydayı temin etmek için de tahkime müsaade etmiştir.

Şâfiî ve başkaları der ki: Tahkim caizdir ve bunun sonucunda verilen hüküm, ancak bir fetva hükmündedir.

Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yahudiler hakkında recm hükmünü vermesi, onların kitaplarındaki bir hükmü uygulamaktı, Onların tahrif ettikleri, gizledikleri ve uygulamayı terkettikleri bir hükmü uygulamaktı. Nitekim Hazret-i Peygamber'in: "Allah'ım, onların öldürdükleri bir zamanda, ben Senin emrini ilk dirilten kişiyim" dediğine dikkat etmek gerekir. Bu ise onun Medine'ye geldiği sırada olmuştu. Bundan dolayı Hazret-i Peygamber, Suriya adındaki kişinin iki oğlundan Tevrat'taki hükmü sağlam bir şekilde öğrenmek yoluna gitmiş ve bu hususta onlara yemin verdirmişti.

Aslında kâfirlerin hadler ile ilgili sözleriyle bu husustaki şahitlikleri îcma ile makbul değildir Fakat, Hazret-i Peygamberin bunu yapması, onların bağlı kalacaklarını belirttikleri ve gereğince amel ettikleri bir hususu kabul ettirmek üzere yapmıştı.

Diğer taraftan bu konudaki bilginin Hazret-i Peygamber için vahiy yoluyla husule gelmiş olması, yahut da yüce Allah'ın Hazret-i Peygamberin kalbine Suriya'nın iki oğlunun bu hususla söylediklerinin doğru olduğuna dair bir ilham ilka etmesi yoluyla -sadece onlar söyledi diye değil- bilgi sahibi olmuş olması da ihtimal dahilindedir. Hazret-i Peygambere vahiy ya da illiâm yoluyla gelen bu bilgi, ona hükmü gereği gibi açıklamış ve recmin meşruiyetini haber vermiş olur. Bunun başlangıcı tâ o vakit gerçekleşmiş olur. Böylelikle Hazret-i Peygamber, yaptığı ile Tevrat'ın hükmünü uygulamış ve aynı zamanda bunun şeriatinin hükmü olduğunu da beyan etmiş olur. Zaten Tevrat da yüce Allah'ın hükmüdür. Çünkü, şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz Tevrat'ı Biz indirdik ki, onda bir hidayet ve bir nûr vardır. Teslim olmuş olan peygamberler... onunla yakudilere hükmederlerdi." (el-Mâide, 5/44) Bu şekilde hüküm verenler de peygamberlerdendi. Ebû Dâvûd, Hudûd 25.

Ebû Hüreyre de Hazret-i Peygamber'den: "İşte ben de Tevrat'ta bulunan hüküm gereğince hüküm veriyorum" dediğini rivâyet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4- Zimmînin Şahidliği:

Cumhûr, zimmînin şahidliğinin reddedileceği görüşündedir. Çünkü o, şahidlik etmek ehliyetine sahip değildir. O bakımdan zımminin, müslüman hakkında olsun, kâfir hakkında olsun şahidliği kabul olunmaz. Tabiînden ve onların dışından bir topluluk ise, sûrenin son taraflarında açıklanacağı üzere, müslüman bir kimse bulunmadığı takdirde zimmilerin şahitliğini kabul etmiştir.

Denilse ki: Hazret-i Peygamber zimmilerin şahidliği gereğince hüküm vermiş ve zina edenleri recmetmiştir. Şu cevap verilir: Hazret-i Peygamber Tevrat'ın hükmü olarak bildiği şeyi onlara uygulamış ve Tevrat gereğince uygulamaya onları mecbur etmiştir. İsrail oğullarının bağlayıcı delil gereğince uygulamaya onları mecbur etmçk ve tahrif ve değiştirmelerde bulunduklarını ortaya koymak suretiyle olmuştu. O bakımdan Hazret-i Peygamber hakim değil de hükmü uygulayıcı bir kimse idi. Bu ise, birinci şekildeki yoruma göredir.

Naklettiğimiz ihtimale göre ise, o takdirde bu, o vakaya has bir durum olur. Zira, ilk asırda selef arasında böyle bir durumda şahidliklerini kabul eden kimsenin bulunduğu işitilmemiştir.

5- Bir Kıraat Farkı ve Kederlenme"nin Mahiyeti:

Yüce Allah'ın:

"Seni kederlendirmesin" âyetini, Nail' "yâ" harfini ötreli, "ze" harfini de esreli olarak okumuştur. Diğerleri ise, "ya" harfini üstün, "ze" harfini de esreli olarak okumuşlardır. Hüzün, sevincin zıddıdır. el-Yezidî der ki: Onu kederlendirdi, söyleyişi Kureyş şivesi, söyleyişi ise Temimlilerin söyleyişidir. Bu iki söyleyişe göre de kıraat vardır.

Âyet-i kerimenin anlamı ise: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a bir tesellidir. Yani, onların küfür içerisinde koşuşup durmaları seni kederlendirmesin. Çünkü, şüphesiz ki Allah, onlara karşı sana zaferi va'detmiştir.

6- Casusluk Yapan Münafıklar:

Yüce Allah'ın:

"Kalpleriyle Îman etmedikleri halde ağızlarıyla inandık deyip de..." âyetinde kastedilenler münafıklardır. Bunlar, dillerinin açıkça ifade ettiği gibi imanı kalplerinde bulundurmayan kimselerdir.

"Yahudilerden" yani, Medine'deki yahu dilerden. Burada söz (cümle) tamam olmaktadır. (Buna göre) âyetin anlamı şöyle olur: "Kalpleriyle... şuşup duranlar ve yahudilerden olan bazı kimseler On yaptıkları) seni kederlendirmesin."

Daha sonra yüce Allah yeni bir cümleye başlayarak şöyle buyurmaktadır:

"Durmadan yalana kulak veren" yani, onlar durmadan yalana kulak verenlerdir. Yüce Allah'ın:

"Yanınıza gidip gelenlerdir" (en-Nûr, 24/58) âyeti de fiil kipi itibarıyla bunu andırmaktadır.

Yeni cümle başının, yüce Allah'ın:

"Yahudilerden ..." olduğu da söylenmiştir. (Meal buna göre yapılmıştır.) Yani, yahudiler arasından çokça yalan dinleyen bir topluluk vardır Yani bunlar, ele başlarının Tevrat'ı tahrif etmek suretiyle söyledikleri yalanlarını kabul etmektedirler.

Şöyle de denilmiştir: Ey Muhammed, bunlar sana yalan iftira etmek için, senin söylediklerini dinlerler. Çünkü, aralarında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda bulunup sonra da yalrudiler arasında avama karşı Hazret-i Peygambere iftira eden ve onu gözlerinde çirkin gösteren kimseler vardır. İşte yüce Allah'ın:

"Huzuruna gelmeyen diğer bir kavim lehine dinleyenler vardır" âyetinin anlamı da budur. Münafıklar arasında da bu işi yapanlar vardı.

el-Ferrâ' der ki: Burada (yani, en-Nûr, 24/58. ayet ile bu âyet-î kerimede geçen) Kulak verenler, gidip gelenler olarak şeklinde okunması da caizdir. Nitekim yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır;

"Onlar, lanete uğramışlardır. Nerede ele geçirilirlerse..." (el-Ahzab, 33/61)

Bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak takva sahipleri cennetlerde ve nimetler içindedirler." (et-Tûr, 52/17) Daha sonra:

"Neşeliler olarak" (et-Tur, 52/18) ile;

"Atanlar olarak" (ez-Zariyât, 51/16) diye buyurmuştur.

Süfyan b. Uyeyne der ki: Şanı yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm’de: "Huzuruna gelmeyen bir kavim lehine dinleyenler vardır" âyetinde casuslardan söz etmîş, fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onları bilmekle birlikte onlara (üstü kapalı dahi olsa) işaret etmemiştir. Zira o sırada henüz ilgili hükümler gelmemiş ve İslam da tam manasıyla güç ve iktidarı eline geçirmemişti.

Yüce Allah'ın izniyle, casusa dair hükümler el-Mümtahine sûresinde âyetin tefsirinde) gelecektir.

7- İlahi Âyeti Tahrif Etmek:

Yüce Allah'ın:

"Kelimeleri yerine konulduktan sonra değiştirirler" âyetin anlamı şudur: Onlar, sözleri senden anlayıp kavradıktan , yüce Allah'ın murad ettiği yerlerini bilip apaçık hükümlerini de öğrendikten sonra, onu olmadık şekilde te'vil ederler ve şöyle derler: Onun da getirdiği şeriat, recmi terketmek şeklindedir Muhsan olanı recmetmek yerine, yüce Allah'ın hükmünü değiştirerek kırk celde vurmak da onların bu değiştirmelerindendir.

"Değiştirirler" ifadesi, yüce Allah'ın:

"Dinleyenler" âyetinin sıfatı mahallindedir Ve bu "Sana gel (mey) en" deki zamirden hal değildir. Çünkü onlar, sana gelmeyecek olurlarsa, ne söylediğini de işitemezler. Tahrif ise, ancak bir şeye şahit olup onu işiten kimse tarafından yapılır ve böyle bir kimse tahrif yapabilir. Yahudiler arasından tahrif ve değişiklik yapanlar onların bir kısmıdır. Hepsi değildir. Bundan dolayı

"yahudilerden" bir topluluk dinleyenler vardır, şeklinde anlamın anlaşılması daha uygundur.

“Derler" ise,

"Değiştirirler” deki zamirden hal mahallindedir.

"Eğer size şu verilirse onu alın" âyeti Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) size sopa cezasını bildirirse onu kabul edin, aksi takdirde kabul etmeyin» demektir.

8- Allah'ın Kalplerini Temizlemek İstemediği Kimseler ve Cezaları:

"Allah'ın fitneye düşürmek İstediği kimse" dünyada saptırmak,ahirettede cezalandırmak istediği kimse

"için sen, Allah'a karşı birşey yapamazsın" asla ona fayda veremezsin.

"Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek İstemediği kimselerdir" âyetiyle yüce Allah, aleyhlerine kâfir kalmak hükmünü verdiğini açıklamaktadır.

Âyet-i kerîme saptırmanın yüce Allah'ın meşieti ile olduğuna delalet etmektedir. Bununla daha önce geçtiği üzere buna muhalif kanaat belirtenlerin görümleri de reddedilmektedir. Yani, yüce Allah mü’minlerin kalplerini onları mükâfatlandırmak üzere temizlediği gibi, bu kâfirlerin kalplerini üzerine bastığı mühürlerden temizlemek, arındırmak istemez.

"Dünyada onlara zillet vardır." Bu zilletin, recm'i inkâr etmelerinden sonra Tevrat'ın getirtilip orada recm cezasının bulunduğunun ortaya çıkması suretiyle iç yüzlerinin açığa çıkması ve rezil olmaları olduğu, söylendiği gibi, dünyadaki zilletlerinin, kendilerinden cizye alınıp alçaltılmalan olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç