60
Sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara îman
ettiklerini iddia edenleri görmez misin? Kendisini inkâr etmekle emrolundukları
halde, tâğut'un hükmüne başvurmak istiyorlar. Şeytan da onları uzak bir
sapıklıkla büsbütün saptırmak ister.
Yezid b. Zurey', Davud b. Ebi
Hind'den, o, en-Nehaî'den şöyle dediğin?
rivâyet etmektedir: Münafıklardan bir kişi ile yahudi bir kişi arasında bir
anlaşmazlık vardı. Yahudi, münafık olanı
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a
gitmeye çağırdı. Çünkü o, Hazret-i Peygamberin
rüşvet almayacağını biliyordu. Münafık ise, yahudiyi kendi hakimlerinden
birisine gitmeye davet etti. Çünkü o da, yahudi hakimlerin hükümlerinde rüşvet
kabul ettiklerini biliyordu. Bu hususta anlaşmazlığa düşmeleri sonucunda,
nihayet Cüheyye kabilesine mensup bir kâhin'in hükmüne başvurmak üzere
anlaştılar. İşte bu hususta, yüce Allah:
"Sana
indirilene"
münafık olanı kastediyor
"ve
senden önce indirilmiş olanlara"
yahudiyi kastediyor
"îman
ettiklerini iddia edenleri görmez misin? Kendisini inkâr etmekle emrolundukları
halde tâğutun hükmüne başvurmak İstiyorlar"
âyetinden itibaren
"...
tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar"
(en-Nisâ 4/65) âyetlerini indirdi.
es-Suyûti, ed-Dürru'l-Mensür, II. 580.
ed-Dahhak da der ki: Yahudi olan, münafık olanı
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) ın hakemliğine başvurmaya davet ettiği
halde, münafık olan da, Kâ'b b. el-Eşref in hakemliğine başvurmaya davet etti.
İşte burada sözü geçen "tâğût" odur. Ayrıca bunu, Ebû Salih,
İbn Abbâs'tan rivâyet etmiştir.
İbn Abbâs
dedi ki: Bişr diye anılan münafıklardan bir kimse ile yahudi birisi arasında bir
anlaşmazlık vardı. Yahudi: Haydi gel seninle Muhammed'e gidelim dediği halde,
münafık olan da: Hayır, Kâ'b b. el-Eşref’e gidelim, dedi. -İşte
yüce Allah'ın "tâğût"
yani, tuğyan eden kimse ismini verdiği kişi
budur- Ancak yahudi, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan başkasının
hükmüne başvurmayı kabul etmedi. Münafık durumu görünce, onunla beraber
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına vardı.
Hazret-i Peygamber de yahudinin lehine
hüküm verdi. Hazret-i Peygamberin
yanından çıktıkları vakit münafık; Ben bu hükme razı değilim, dedi. Haydi
şeninle Ebû Bekr'e gidelim. Hazret-i Ebû Bekir de yahudi lehine hüküm verdi.
Yine münafık buna razı gelmedi. Bunu da ez-Zeccâc
zikretmiştir. Bu sefer dedi ki: Haydi seninle Ömer'e
gidelim. Bunun üzerine Ömer'e gittiler.
Yahudi dedi ki: Biz önce Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a gittik, sonra
Ebû Bekir'e gittik. Fakat bu bir türlü razı olmadı.
Hazret-i Ömer, münafık olana: Bu durum dediği gibi midir diye sordu.
Münafık: Evet deyince, Hazret-i Ömer: Ben
yanınıza çıkıp gelinceye kadar burada durunuz, dedi, İçeri girdi, kılıcını alıp
çıktıktan sonra ölünceye kadar kılıcıyla münafığı vurmaya devam etti ve dedi ki:
İşte ben Allah'ın ve Rasûlünün hükmüne razı olmayan kimsenin aleyhine bu şekilde
hüküm veririm. Yahudi ise kaçıp gitti ve bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) da:
"Sen,
el-Fârûk'sun"
dedi. Hazret-i Cebrâîl de
Hazret-i Peygambere nâzil olup şöyle
dedi: Şüphe yok ki Ömer hakk ile batılın
arasını farketti (birbirinden ayırdı"), işte
bundan dolayı ona el-Fârûk ismi verildi. İşte: “... tam bir teslimiyetle teslim
olmadıkça îman etmiş olmazlar" âyetine kadar olan bütün âyetler bunun hakkında
nâzil olmuştur.
"Sapıklık"
kelimesi, manayı te’kid için nasb edilmiştir.
İyiden iyiye, alabildiğine büyük bir sapıklıkla saptırmak... demektir
Yüce
Allah'ın:
"Ve
Allah sizi yerden bitki gibi bitirmiştir."
(Nûh, 71/17) Âyeti de bunun gibidir, Bu anlama dair geniş ve yeterli
açıklamalar daha önceden (Ali-İmrân, 3/37. âyet-i
kerimede) geçmiş bulunmaktadır.
61
Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve
Peygambere gelin" denilince,
münafıkların senden alabildiğine yüz çevirdiklerini görürsün.
"Alabildiğine yüz çevirmek"
âyeti, el-Halil'e
göre mastar'dan isimdir. Mastar ise, 'dir.
Kûfeliler ise bu iki kelimenin (dalal ve
sudûd kelimelerinin, yada sadd ve sudûd kelimelerinin) her ikisi de birer
mastardır, derler,
62
Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet
gelipçattığızaman halleri nasıl olacak? Sonra sana gelirler de: "Biz iyilik
etmekten ve ara bulmaktan başka bir şey istemedik" diye Allah'a yemin ederler.
"Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet gelip çattığı zaman halleri
nasıl olacak?"
Yani,
(Savaşta) yardımlarını almayı terk etmekten ve
yüce Allah'ın:
"De
ki: Ebedîyyen benimle birlikte asla (bir Savaşa)
çıkamazsınız ve benimle beraber hiçbir düşmanla Savaşmayacaksınız"
(et-Tevbe. 9/83) âyetinde işaret olunan,
kendilerini gelip bulacak zillet dolayısı ile halleri nice olacak.
Yani nasıl davranacaklar, ne yapacaklar? Burada
onların (Hazret-i
Ömer tarafından) öldürülen
arkadaşlarının kastedildiği de söylenmiştir. "Elleriyle yaptıkları yüzünden..."
ifadesi ile söz (cümle) tamam olmaktadır. Daha
sonra onların yaptıklarından haber vermeye koyulmaktadır Şöyleki;
Hazret-i Ömer, arkadaşlarını öldürünce,
kavmi gelip diyetim istemeye ve: Bizler onun diyetini istemekle iyilikten ve
hakka uygun davranmaktan başka birşey istemiyoruz, diye yemin etmeye kovuldular.
Şöyle de denilmiştir: Âyetin anlamı
şudur: Senin hükmüne başvurmakta, senden yüz çevirmekle biz sadece hasımlar
arasını uyuşturup bulmayı ve verilecek hükümde iki tarafı birbirlerine
yaklaştırmakla iyilikte bulunmayı istemiştik.
İbn Keysan der ki: Biz yalnızca
adalet ve hakkı istemiştik, derler. Bunun bir benzeri de:
"Ve
iyilikten başka birşey kastetmedik diye yemin edeceklerdir"
(et-Tevbe, 9/107) âyetidir,
Yüce Allah, onların bu iddialarını
yalanlayarak: "İşte bunlar, Allah'ın, kalplerinde olanı bildiği kimselerdir”
diye buyurmaktadır. ez-Zeccâc der ki;
Yani, Allah onların münafık olduklarını
bilmiştir, demektir. Bunun bizim için ifade ettiği anlam da şudur: Bilin ki
onlar münafıklardır.
63
İşte onlar, Allah'ın, kalplerinde olanı bildiği
kimselerdir. Artık onlardan yüzçevir, onlara öğüt ver ve kendilerine haklarında
etkileyici sözler söyle.
"Artık
onlardan yûzçevir."
Onları cezalandırmaktan
ya da onların özür beyan etmelerini kabul etmekten yüzçevir demek olduğu
söylenmiştir.
"Onlara öğüt ver"
onları korkut. Bunun ileri gelenlerden bir
kalabalık önünde yapılacağı da söylenmiştir,
"Ve
kendilerine haklarında etkileyici sözler söyle!"
Yani, gizlice ve tenhada olduklarında, en beliğ bir şekilde, en
etkileyici bir surette yaptıklarından vazgeçmelerini söyle.
el-Hasen der ki: Onlara de ki: Şayet
kalplerinizde olanı açığa vurursanız sizi öldürürüm, anlamındadır. "Etkileyici"
dâ-ye meali verilen "belîğ" ifadesi diliyle kalbinde olanın özüne ulaşan
(onu yeterince ifade edebilen) kimse demektir.
Araplar, “İleri derecede ahmak bir kimse, aşırı ahmak kimse" tabirini
kullanırlar. Bunun, ahmak dahi olsa, istediğini elde eden, anlamında olduğu da
söylenmiştir,
Şöyle de denilmektedir.
Yüce Allah'ın;
"Elleriyle yaptıkları yüzünden haçlarına bir musibet gelip çattığı zaman halleri
nasıl olacak?"
âyeti. Mescid-i Dirar'ı inşa eden kimseler
hakkında nâzil olmuştur, Allah, onların münafıklıklarını ortaya çıkartıp mescidi
yıkmaları emrini verince, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a kendilerini
savunmak kastı ile: Bizler mescidi bina etmekle, Allah'a itaat ve Kitabına mu
vafa kattan başka birşey istemedik, demişlerdi.
64
Biz, ne kadar peygamber
gönderdiysek, Allah'ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik. Şayet kendilerine
zulmettiklerinde sana gelip de Allah'tan mağfiret dileselerdi,
Peygamber de onlara mağfiret
isteyiverseydi, Allah'ı elbette tevbeleri çokça kabul eden, çok rahmet eden
bulacaklardı.
Yüce
Allah'ın:
"Biz
ne kadar peygamber gönderdiysek"
âyetindeki (........) edatı tekid için zaid
(fazladan) olarak gelmiştir.
"Allah’ın izniyle"
Allah'ın ilmîyle, demektir- Allah'ın tevfikiyle
anlamındadır, da denilmiştir.
"İtaat
edilsin diye"
verdiği emırlerde ve yasaklarda âyeti kabul edilip
yerine getirilsin diye
"gönderdik. Şayet kendilerine zulmettiklerinde, sana gelip..."
âyeti hakkında Ebû
Sadık, Hazret-i Ali'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı defnedigimizden üç gün sonra bir bedevi
Arap yanımıza çıkıp geldi. Kendisini Resûlüllah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kabri üzerine
attı. Toprağından başının üzerine saçmaya koyuldu. Şöyle dedi: Ey Allah'ın
Rasûlü, sen söyledin biz de senin söylediğini dinledik. Sen Allah'tan belledin
biz de senden belledik. Allah'ın sana indirdiği âyetler arasında da:
"Şayet
kendilerine zulmettiklerinde..."
âyeti de vardır. Ben kendime zulmettim. İşte sana,
bana mağfiret dilemen için gelmiş bulunuyorum. Kabirden ona: Sana mağfiret
olundu, diye seslenildi.
Yüce
Allah'ın:
"Allah'ı elbette tevbeleri çokça kabul eden, çok rahmet eden bulacaklardı."
Yani tevbelerini çokça kabul eden kimse...
bulacaklardı. Buradaki "tevbeleri çokça kabul eden, çokça rahmet eden" âyeti iki
mef.'uldür.
65
Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde
hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça Îman etmiş
olmazlar.
Bu âyete dair açıklamalarımızı beş
başlık halinde sunacağız;
1. Âyeti Kerîmenin Nüzul Sebebi:
Mücahid ve başkaları der ki: Bu âyet-i kerîme ile kastedilenler, daha
önce sözleri geçen tâğûtun hükmüne başvurmak isteyen kimselerdir. Âyet bunlar
hakkında nâzil olmuştur.
et-Taberî
der ki: Yüce Allah'ın:
"Hayır"
âyeti, daha önce sözü geçenleri red içindir. İfadenin takdiri de şöyledir:
Durum, onların sana indirilenlere îman ettiklerini iddia ettikleri gibi
değildir. (Onlar sana îman etmemişlerdir.) Daha
sonra:
"Rabbine yemin olsun ki... Îman etmiş olmazlar"
âyeti ile buna yeni bir
kasemde bulunmaktadır
Başkaları da şöyle demiştir: Hayır
(.......)'ın yeminden önce gelmesi, imanlarını
nefyetmeye ve onun oldukça güçlü bir nefîy olduğunu izhar etmeye verilen önemden
dolayıdır.
Kasemden sonra bunu bir daha bu
nefye gösterilen ihtİmâmı tekid etmek için tekrarlamıştır. O bakımdan
İkinci (olumsuzluk
edatı)'nın düşürülmesi sahih olur. Ve böylelikle
birincisinin başa alınmasıyla bu ihtİmâm yine
büyük ölçüde belirtilmiş olurdu. Birincisinin
de ıskatı yerinde olurdu ve bu durumda nefıy anlamı olduğu gibi kalır, fakat bu
nefye gösterilen ihtİmâmın anlamı ortada kalmazdı.
Anlaşmazlığın ortaya çıkması
âyetinin anlamı, anlaşmazlık ve karışıklıktır. Dallarının birbirinden farklı
farklı olması dolayısıyla ağaçlara "eş-Şecer" denilmesi de buradan gelmektedir.
Hevdeçlerde kullanılan sopalara da birbirinin içine girdiklerinden dolayı
"şicâr" denilmektedir. Şair der ki:
"Canım sana feda olsun ve mızraklar birbirine karışmış
bulunurken
Bunlar ise ayağa kalkmış (fakat
düşmanla) karşılaşmaktan yana sıkıntı içerisindedirler."
Şair Tarefe de şöyle demektedir:
“ Onlar, karmakarışık işlerde hüküm verenler,
Doğruluğun sahipleri ve insanların işlerinde koşanlardır."
Bir kesim de
(âyetin nüzulü ile ilgili olarak) şöyle
demektedir: Bu âyeti kerîme, ez-Zübeyr b. el-Avvâm’ın ensardan olan birisi ile
tartışması hakkında nâzil olmuştur. Aralarındaki anlaşmazlık bahçelerinin
sulanması ile ilgiliydi. Hazret-i Peygamber
ez-Zübeyr'e:
"Önce sen arazini sular sonra da
suyu komşunun arazisine sal"
demişti. Hasım ise: Görüyorum ki, halanın oğluna iltimas geçiyorsun, dedi.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yüzünün rengi değişti ve ez-Zübeyr'e:
üzerine:
"Hayır, Rabbine andolsunki... îman etmiş olmazlar"
âyeti nâzil oldu.
Bu
Hadîs-i şerîf sabit ve sahih bir
hadistir. Bunu Buhârî, Ali b. Abdullah'tan,
o, Muhammed b. Cafer'den o da Ma'mer
senediyle rivâyet ettiği gibi,
(Ma'mer
yoluyla:) Buhârî, Şirb 7, Tefsir 4.
sûre 10 (Ma'mer’în
yerine başka ravi yoluyla) Şirb 68, Sulh 12
Müslim
de bunu Kuteybe'den, her ikisi de
Ma'mer
ile Kuteybe, ez-Zührî
senediyle rivâyet etmiştir.
Müslim,
Fedâil 129. Hadisi ayrıca: Ebû Dâvûd, Akdiye
31; Tirmizî, Ahkâm 26, Tefsir 4. sûre 13;
İbn Mâce, Mukaddime 2, Ruhun 20;
Müsned, I, 165-166, VI, 5.
Bu görüşü
(Ma'mer ile
Kuteybe) kabul edenler, ensardan olan kimsenin durumu hakkında farklı
görüşlere sahiptir. Bazıları bu Bedire katılmış ensardan bir kimsedir
demektedir.
Mekki ile
en-Nehhâs ise şöyle demektedirler: Bu kişi,
Hatıb b. Ebi Beltea'dır. es-Sa'lebî,
el-Vahidî ve el-Mehdevî de: O, Hatıb'dır demişlerdir. Bunun Sa'lebe b.-Hatıb
olduğu da söylendiği gibi, başka kimse olduğu da söylenmiştir. Ancak sahih olan
birinci görüştür; Çünkü, orada kim olduğu tayin
edilmediği gibi, ismi de verilmemektedir. Buhârî
ve Müslim'de de onun ensardan bir kimse
olduğu zikredilmekle yetinilmiştir.
Taberî
ise, âyet-i kerimenin münafık kişi ile yahudi hakkında inmiş olacağı görüşünü
tercih etmektedir. Nitekim Mücahid de böyle
demiştir. Ayrıca bu âyet-i kerîme umum ifadesi ile, ez-Zübeyr'in kıssasını da
kapsamına alır.
İbnül-Arabî der ki: Sahih olan da
budur. Hüküm konusunda Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ı itham eden her
kimse kâfirdir. Fakat ensardan olan o şahıs yanılmıştı.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'da ondan yüz çevirmiş ve yakininin
doğruluğunu bildiği için bu yanlışlığını affetmişti. Ensari'nin gösterdiği bu
davranış elinde olmadan olmuştu. Böyle bir özellik ise
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan başka herhangi bir kimse için sözkonusu
değildir. Hakimin verdiği hükme razı olmayıp onu red ve tenkid eden bir kimsenin
bu durumu bir (irtidattır) ve onun tevbe etmesi
istenir. Fakat verdiği hükümde değil de bizzat hakimin kendisini tenkîd edecek
olursa, hakim onu ta'zir de edebilir, af da edebilir. Buna dair açıklamalar,
yüce Allah'ın izniyle A'raf Sûresinin
sonlarında (el-A'raf, 7/199. âyetin tefsirinde)
gelecektir.
2.
Resûlüllah'ın ez-Zübeyr Olayındaki Bu Tutumu, ile Bu Âyet-i Kerîmenin
Fıkhî İncelikleri:
Bu âyet-i kerimenin nüzul
sebebi, zikretmiş olduğumuz Hadîs-i şerîf
ise, bunun ihtiva ettiği fıkhı incelikler de şöyledir:
Hazret-i Peygamber, ez-Zübeyr ile onun
hasmına karşı Önce sulh yolunu izlemek istemiş ve:
“Ey Zübeyr, Önce sen arazini sula" demişti. Bunu söylemesine sebep
ise, Zübeyr'in arazisinin suya olan yakınlığı idi.
"Sonra suyu komşuna gönder."
Yani, hakkını kullanmakta esnek
davran, onu tamamiyle kullanmaleyhisselâmuyu komşuna göndermekte de elini çabuk
tut. Bu sözleriyle Zübeyr'i müsamahaya ve kolaylık göstermeye teşvik etmişti.
Ancak ensari bu sözleri işitince
buna razı olmayıp kızdı. Çünkü o, suyun hiçbir şekilde kendisinden
alıkonulmamasını, tutulmamasını istiyordu, İşte bu esnada, haksızca insanı helâk
eden ve belini kıran şu sözü söyledi:
"Bu senin halan oğludur diye mi
böyle söylüyorsun?" Bu sorusunu, Hazret-i
Peygamber'in bu durumuna tepki göstermek üzere söylemişti.
Yani sen, onunla olan akrabalığın dolayısıyla
mı onun lehine ve benim aleyhime hüküm veriyorsun?
İşte bu esnada
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem.v.)ın, ona kızgınlığı dolayısıyla yüzünün
rengi değişti. Ve komşusuna herhangi bir müsamaha göstermeksizin hakkını sonuna
kadar alması için Zübeyr'in lehine hüküm verdi. O bakımdan kalkıp da:
Hazret-i Peygamberi
"Hakim kızgın olduğu halde hüküm vermez"
Buhârî, Ahkâm 13;
Müslim, Akdiye 16;
Ebû Dâvûd, Akdîye 9;
Tirmizî, Ahkâm 7;
Nesâî, Âdabu'l-Kudât 32;
İbn Mâce, Ahkâm 4;
Müsned, V, 36-38; 46, 52.
dediği halde kızgınken hüküm vermiştir, denilemez.
Biz buna karşılık şöyle diyoruz:
Çünkü Hazret-i Peygamber tebliğde
olsun, hükümlerinde olsun hatadan masumdur. Buna delil ise,
yüce Allah'tan tebliğ ettiği şeyler
hususunda onun doğru söylediğine delâlet eden akıldır. O bakımdan o, diğer
hakimler gibi değildir.
Yine
Hadîs-i şerîfte hakimin, hak açıkça
ortaya çıksa dahi hasımlar arasını ıslah yolu ile bulması yolu gösterilmektedir.
Ancak Mâlik bunu kabul etmemektedir. Bu
hususta Şâfiî'nin ise farklı görüşleri
gelmiştir. Bu hadis ise bunun câiz olduğuna açık bir delildir. Eğer kendi
aralarında sulh yaparlarsa mesele yok. Aksi takdirde hakim, hak sahibi lehine
hakkı tamamen alır ve böylelikle hüküm sabit olur.
3. Üstteki Arazi Sahibinin Arazisini
Sulaması ve Bir Alttakine Suyu Bırakması Keyfiyeti:
Mâlik'în arkadaşları, üst tarafta
bulunan, suyu alt tarafta bulunana gönderme şekli hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. İbn Habib der ki: Üst tarafla bulunan kişi, bütün suyu bahçesine
alır ve onunla sular. Nihayet su bahçesinin bütün zeminini doldurup orada
duranın topuklarına kadar ulaşınca, bu sefer suyun girdiği yeri kapatır ve
topuklara erişen miktardan fazla olan suyu kendisine bitişik olana gönderir. O
da, bu şekilde uygulama yapar ve en uzak bahçeye su ulaşıncaya kadar böyle
yapar. Mutarrif ile İbnü’l-Macişûn bunu bana böylece açıkladılar. İbn
Vehb de böyle demiştir.
İbnü'l-Kasım da der ki: Su, bahçede
topuk miktarına ulaşınca, suyun tamamını bir altta bulunana gönderir ve kendi
bahçesi içerisinde ondan herhangi bir şey alıkoymaz, İbn Habib de der ki:
Mutarrîf ile İbnü'l-Macişûn'un söylediklerini ben daha çok tercih ederim. Ve
onlar bu İşi daha iyi bilirler. Çünkü Medine, bu ikisinin yurdudur. Bu mesele de
orada olmuştur. Uygulama orada cereyan etmiştir.
4. Sulama Şekline Dair Rivâyetler ve
Görüşler:
Mâlik'in, Abdullah b. Ebi
Bekir'den rivâyetine göre, ona Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın,
(Medine'de yalnızca yağan yağmur suları ile akan iki
sel suyu olan) Mehzûr ve Müzeynib sel sulan hakkında şöyle buyurmuştur:
"Topuklara ulaşıncaya kadar suyu alıkonur, sonra da
üstteki, bir alttakine suyu bırakır."
Muvatta’',
Akdiye 28; Ebû Dâvûd, Akdiye 31;
İbn Mâce, Ruhun 20.
Ebû
Ömer (b.
Abdi’l-Berr) der ki: "Ben, bu
Hadîs-i şerîfin herhangi bir vecihle
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a muttasıl bir senetle rivâyet edildiğini
bilmiyorum. Bu hadisin merfu'a en çok yaklaşan senedi Muhammed b. İshak'ın, Ebû
Mâlik b. Sa'lebe'den, onun babasından, onun
da Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan yaptığı
rivâyettir. Buna göre: Mehzûr seli çevresinde bulunanlar,
Hazret-i Peygambere geldiler.
Hazret-i Peygamber de, su topuklara
ulaştığı takdirde, bir üstte olanın suyu alıkoyamıyacağı şeklinde hüküm verdi.
Abdurrezzak da Ebû Hâzim el-Kurtubî'den, o, babasından, o da dedesinden, o da
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan,
Hazret-i Peygamberin Mehzûr seli suları hakkında şu hükmü verdiğini
nakletmektedir: Her bahçe sahibi, su topuklara ulaşıncaya kadar suyu alıkoyar,
sonra onu serbest bırakır. Bunun dışındaki diğer sel sulan da böyledir. Ebû
Bekir el-Bezzâr'a bu hadis hakkında
sorulmuş, o da şöyle demiştir; Ben bu hususta
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan
sabit olacak bir hadis bellemiş değilim. Ebû Ömer
der ki: Lâfzan bu şekilde olmasa bile, mana itibariyle Sabit yoluyla gelen
hadisin sahih olduğu üzerinde icma vardır. Hadisi İbn
Vehb, el-Leys
b. Sâ'ad ile Yûnus b. Yezirî'den, her ikisi İbn Şihab'dan şöylece rivâyet
etmişlerdir: Urve b. ez-Zübeyr, İbn Şihab'a şunu anlattı: Abdullah b. ez-Zübeyr,
kendisine ez-Zübeyr’den naklederek anlattı ki; ez-Zübeyr,
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Bedir'de bulunmuş ensardan bir
adam ile bir su arkı hususunda davalaştı. Her ikisi de bu su arkından
hurmalarını suluyorlardı. Ensardan olan kişi: Suyu bırak, deyince ez-Zübeyr
kabul etmedi. Bu sefer Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzurunda
davalaştılar, dedi ve hadisi zikretti.
Ebû
Ömer der ki: (Daha
önce başka yoldan kaydedilen) Hadîs-i
şerîfte geçen; "sonra su bırakılır" ifadesiyle: "Su topuklara varacak
olursa, üstteki suyu alıkoymaz" ifadeleri, İbnü’l-Kasım'ın görüşünün lehine
tanıklık etmektedir. Aklî bakımdan da durum şöyledir: Üstteki bulunan kişi şayet
yalnızca topukları bulan miktardan arta kalanı gönderecek olursa, bu en kısa bir
sürede suyun kesilmesi sonucunu vermez ve bütün suyu serbest bırakması halinde
ulaşması mümkün olan yere kadar ulaşmaz. Fakat üstte bulunan kimse, topuklara
ulaşan kadarından sonra bütün suyu tamamen bırakacak olursa, bunun faydası daha
genel kapsamlı ve insanların ortak kılındıkları şeylerde faydası daha çok olur.
O bakımdan İbnü'l-Kasım'ın görüşü herhalde daha uygundur. Tabii ki bu, suyun
asıl alt arazinin sahibinin özel mülkü olmadığı takdirde böyledir. Çünkü
herhangi bir amel, yahut sahih mülkiyet yada kadim bir istihkak ve mülkiyetin
sübutu ile bir şeye hak kazanılmış ise, o takdirde herkes, elinde bulunan şeyden
sahip olduğu hakka göre istifade eder ve o rpeselede asıl neyse ona göre hüküm
verilir. Başarı Allah'tandır.
İbn
Abdi’l-Berr,
et-Temhid, XVII, 407-411
5. İslâm'ın Hükmüne İtaat ve Teslim
Olmanın Zorunluluğu:
Yüce
Allah; "Sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı
duymadan" yani, içlerine bir darlık ve şüphe
gelmeden... Sıkıntı anlamına gelen "el-harec" kelimesinin bu anlamı dolayısıyla
birbirine sarmaş dolaş olan ağaçlar için “.....” denilir. Çoğulu ise; “.....”
şeklinde gelir.
ed-Dehhak der ki: Bu âyet; senin
verdiğin hükmü inkar etmeleri suretiyle kalplerinde günahı gerektirecek bir şey
duymaksızın anlamındadır.
"Tam
bir teslimiyetle teslim olmadıkça"
hükme dair verdiğin emrine tamamıyla itaat
etmedikçe
"îman
etmiş olmazlar."
ez-Zeccâc der ki:"Teslimiyet, tekid edici
bir mastardır, O bakımdan (bu kabilden olmak üzere):
"Kesinlikle vurdum, dediğin zaman, ben bunda hiç şüphe etmiyorum, demiş gibi
olursun. İşte;
"Tam
bir teslimiyetle teslim olmadıkça"
âyeti de bu kabildendir. Yani senin verdiğin
hükme, içlerinde herhangi bir şüphe ve tereddüt sokmaksızın tam teslimiyetle
teslim olmadıkça Îman etmiş olamazlar.
|