187
Bir zamanlar Allah kendilerine kitap verilenlerden
onu insanlara mutlaka açıklayacaksınız ve saklamayacaksınız diye söz almıştı.
Onlarsa bunu sırtlarının arkasına atmış ve onunla az bir bedel almışlardı. O
satın aldıkları şey ne kötüdür!
"Bir zamanlar Allah kendilerine kitap verilenlerden
söz almıştı":
Bunlar hakkında üç görüş vardır:
Birincisi: Onlar Yahudilerdir, bunu
İbn Abbâs, İbn
Cübeyr, Süddi ve
Mukâtil, demişlerdir. Buna göre kitap,
Tevrat’tır.
İkincisi: Onlar Yahudilerle
Hıristiyanlardır, kitap da Tevrat ile
İncil’dir.
Üçüncüsü: Onlar bütün Âlimlerdir, o
zaman kitap cins ismi olur.
"Le-tübeyyinünnehü ":
İbn Kesir, Ebû
Amr, Ebû Bekir, Mufaddal -Âsım’dan-
Ya’kûb da -Zeyd’den- her ikisinde de ye
ile "leyübeyyinünnehu vela yektumunehu”
okumuşlar, kalanlar ile
Hafs da -Âsım
rivâyetinde- ikisinde de te ile okumuşlardır.
"Le-tübeyyinünnehü”
ile
"tektümûnehü"daki
“ha” zamiri hakkında da iki görüş vardır:
Birincisi: O
Peygamber
Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’e râcîdir.
Bu da: Onlar Yahudiler, diyenlere göredir.
İkincisi: O, kitaba râcîdir, bunu
Hasen ile
Katâde demiştir. En doğrusu budur, çünkü
kitap zikredilenlerin en yakınıdır, bir de zorunlu olarak açıklayacakları şey
Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’in sıfatını açığa çıkarmaktır. Bu da bunun bütün
kitaplar için genel olduğunu söyleyenlere göredir.
Ali b. Ebû Talib radıyallahu anh de
şöyle demiştir: Allahü teâlâ ilim adamlarından
öğretme sözünü almadıkça cahillerden de öğrenme sözünü almamıştır.
"Fe-nebezühü":
Zeccâc şöyle
demiştir: Yani onu attılar, atılan ve ilgilenilmeyen şeye: Sen onu arkana attın,
denir. Şair Ferezdak da şöyle demiştir:
Ey Kays oğlu Temim, ihtiyacım;
Arkaya atılacak, cevabı da bana zor gelecek bir şey
olmasın.
Manası şöyledir: İhtiyacım senin katında ihmal
edilmesin, atılacak bir şey sayılmasın.
"Fe-nebezûhü"daki
“he” zamirinde de iki görüş vardır:
Birincisi: O misaka, yani alman söze
aittir.
İkincisi: Kitaba aittir.
"Onunla satın aldılar": Yani yerine
getireceklerine dair söz aldığı ve karşılığında onlara cennet va’dettiği şeyle
satın aldılar,
"semenen kalilen": Yani az bir dünyalık.
188
Getirdikleri şeyle (kötülükleriyle) sevinen ve
yapmadıkları şeyle övülmelerini isteyen kimselerin, onların azaptan
kurtulacakları bir yerde olacaklarını sanma. Onlar için çok acıklı bir azap
vardır.
"Vela yahsebennellezine yefrahune bima etev":
Kufeliler te ile tahsebenne okumuşlardır.
Sebeb-i nüzulü için sekiz görüş vardır:
Birincisi:
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem, Yahudilerden bir şey sordu, onlar da onu
gizlediler, başka bir şey haber verdiler ve onu haber verdiklerini gösterdiler,
bundan övülmelerini talep ettiler, bunu gizledikleri için de sevindiler. Bunun
üzerine bu âyet indi.
İkincisi: Bu, Yahudilerden bir topluluk
hakkında indi, onlar elde ettikleri dünyalıkla sevindiler ve insanların: Onlar
Âlimlerdir, demelerini istediler. Bu ve bundan önceki görüş
İbn Abbâs’a aittir.
Üçüncüsü: Yahudiler: Biz İbrahim
dinindeniz, dediler ve Muhammed
sallallahu aleyhi ve
sellem'i zikretmeyi gizledir. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da
Said b. Cübeyr, demiştir.
Dördüncüsü: Medine Yahudileri Irak ve
Yemen Yahudilerine ve kitaplarının yeryüzünde ulaştığı bütün Yahudilere:
Muhammed Peygamber değildir,
dininizden ayrılmayın, diye yazdılar. Onu inkâr üzerinde söz birliği ettiler.
Buna da sevindiler ve: Bizler oruç ve namaz ehliyiz, Allah’ın dostlarıyız,
dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Bu Dahhâk
ile Süddi'nin
görüşleridir.
Beşincisi: Hayber Yahudileri
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem ile
ashabına geldiler: Biz de sizin görüşünüzdeyiz, biz sizin destekçilerininiz,
onlarsa sapıklardır, dediler ve Allah Nebisinin onları yapmadıklan bir şeyle
övmesini istediler, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da
Katâde, demiştir.
Altıncısı: Yahudilerden bazı insanlar
Paygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı
bir ordu hazırladılar ve aleyhlerine ittifak ettiler, bunun üzerine bu âyet
indi. Bunu da İbrahim Nehaî, demiştir.
Yedincisi: Yahudilerden bir topluluk
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girdiler, sonra çıkıp Müslümanlara
ona bildikleri birçok şeyleri haber verdiklerini söylediler, Onlar da
kendilerini övdüler, içlerindekinin tersini açıkladılar. Bunun üzerine bu âyet
indi. Bunu Zeccâc demiştir.
Sekizincisi: Münafıklardan bir grup
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşa
gitmez, geri çekilirlerdi, Peygamber
döndüğü zaman da ondan özür dilerlerdi. Yemin eder ve yapmadıkları şeyle
övülmelerini isterlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebû Said el-Hudri,
demiştir. Bu görüş, âyetin münafıklar hakkında indiğini gösterir. Daha öncekiler
de Yahudiler hakkında indiğini gösterir.
Getirdikleri (yaptıkları) şey hakkında da sekiz görüş vardır:
Birincisi: O, bildikleri hakkı
gizlemeleridir.
İkincisi: Tevrat’ı değiştirmeleridir.
Üçüncüsü: Fâni dünyayı ahiret sevabına
tercih etmeleridir.
Dördüncüsü: İnsanları saptırmalarıdır.
Beşincisi:
Peygamberi yalanlama üzerinde işbirliği
etmeleridir.
Altıncısı: Kalplerindekinin zıddını
açıklamakla münafıklık etmeleridir.
Yedincisi:
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem ile
savaşmaya sözbirliği etmeleridir. Bunlar: Onlar Yahudilerdir diyenlere göredir.
Sekizincisi: Savaşlara gitmeyip geride
kalmalarıdır. Bu da: Onlar münafıklardır diyenlere göredir.
"Yapmadıkları şeyle övülmelerini isterler":
Bunun üzerinde de altı görüş vardır:
Birincisi:
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’in kendilerinden sorduğu bir şeye cevap
vermedikleri halde cevap vermişler gibi övülmelerini istediler.
İkincisi: İnsanların onlara: Âlimler,
demelerini istediler, halbuki alim değillerdir.
Üçüncüsü: Yapmadıkları namaz ve oruçla
övülmelerini istediler. Bu üç görüş İbn Abbâs’tan
nakledilmiştir.
Dördüncüsü: Biz İbrahim dinindeniz,
demelerini istediler, halbuki ondan değillerdi. Bunu da
Said b. Cübeyr, demiştir.
Beşincisi: Biz,
Peygamberin getirdiklerinden razıyız,
demişlerdi, halbuki öyle değillerdi. Bunu da Katâde,
demiştir. Bu görüşler: Onlar Yahudilerdir diyenlere gürdedir.
Altıncısı: Onlar Müslümanlar zafer
kazandıkları zaman: Zaferinizden sevindik diye yemin ederlerdi, halbuki öyle
değillerdi. Bunu da Ebû Said el - Hudri, demiştir. Bu da: Onlar münafıklardır,
diyenlere göredir.
"Felâ tahsebennehüm":
İbn Kesir ile
Ebû Amr:
“Ye” ile, “be” de mazmum olarak “fela
yahsebünnehüm “okumuşlar;
Nâfi, İbn Âmir,
Âsım, Hamze
ve Kisâi de
“te” ile, “be” de meftuh olarak okumuşlardır.
Zeccâc şöyle
demiştir:
"Tahsebünnehüm"ün tekrar edilmesi kıssanın uzamasındandır. Araplar kıssa uzadığı
zaman
"hasibtü” ve benzerlerini tekrar ederler, olayın başa bağlı olduğunu bildirmek
isterler. Meselâ: Fela tezunnenne Zeyden iza cae ve kellemeke bikeza ve keza,
fela tezunnennehu, derler.
"Bi-mefâzetin":
İbn Zeyd ile
İbn Kuteybe: Kurtulacak yer, demişlerdir.
189
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah her şeye
kadirdir.
"Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır":
Bunda: Allah fakirdir, diyenleri yalanlama vardır.
"Allah her şeye kâdirdir": Bu da onlar
için tehdittir: İsteseydim onlara derhal azap ederdim, demektir.
190
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında ve gece
ile
gündüzün birbiri ardınca gelişinde saf akıl sahipleri için ibretler vardır.
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında":
Sebeb-i nüzûlü için üç görüş vardır:
Birincisi: Kureyşliler, Yahudilere:
"Mûsa size ne getirdi?
"dediler. Onlar da: Asa ile beyaz el, dediler.
Hıristiyanlara da:
"İsa size ne getirdi?” dediler; onlar da: O anadan doğma körü iyi eder ve baras
hastalarına şifa verirdi, dediler. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: Rabbine dua
et, Safa tepesini altın yapsın, dediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu
İbn Cübeyr; İbn
Abbâs’tan rivayet etmiştir.
İkincisi: Mekkeliler
Peygamberden kendilerine bir mucize
getirmesini istediler; bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da
Ebû Salih, İbn
Abbâs’tan rivayet etmiştir.
Üçüncüsü:
"İlâhınız bir tek İlâhtır” (Bakara: 163)
âyeti inince, Kureyşliler: İlâhlarımızı eşit tuttu (bire indirdi), dediler;
bunun üzerine bu âyet indi. Bunu Ebudduha demiştir. Adı
Müslim b. Subeyh’tir. Âyetin tefsiri ise
yukarıda geçmiştir.
191
Onlar ki, Allah’ı ayakta, oturarak ve yanları üstü
yatarak zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. "Rabbimiz,
bunları boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz. Bizi ateş azabından koru”
derler.
"Onlar ki, Allah’ı ayakta ve oturarak zikrederler":
Bu zikrin ne olduğunda üç görüş vardır:
Birincisi: O namazda zikirdir, kişi
ayakta namaz kılar, eğer gücü yetmezse oturarak kılar, buna da gücü yetmezse,
yan yatarak kılar. Bu Hazret-i Ali,
İbn Mes’ûd ve
Katâde’nin görüşüdür.
İkincisi: O namazda ve diğerlerinde
zikirdir, bu da müfessirlerden bir grubun
görüşüdür.
Üçüncüsü: O korkudur,
Mana da şöyledir: Onlar iş yaparken ayakta,
istirahat ederken oturarak ve uyurlarken de yanları üstü yatarak Allah’ı
zikrederler.
"Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler":
İbn Fâris şöyle
demiştir: Tefekkür: Kalbin bir şey üzerinde gidip
gelmesidir.
İbn Abbâs da
şöyle demiştir: Normal tefekkürle kılınan iki rekat namaz, gâfil kalp
ile bir geceyi ihya etmekten daha hayırlıdır.
"Rabbimiz":
Zeccâc şöyle
demiştir: Manası: "Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın” derler. Yani Onu sana ve
peygamberlerinin getirdiği şeylerin
doğruluğuna delil olarak yarattın.
"Sübhaneke": Seni kötülükten beri
kılarız, bunları boş yere yaratmış olmandan seni tenzih ederiz.
"Bizi ateş azabından koru": Biz senin
cennetini ve cehennemini tasdik etmiş bulunuyoruz.
192
Ey Rabbimiz, şüphesiz sen kimi ateşe sokarsan, onu
perişan etmişsindir. Zâlimlerin yardımcısı yoktur.
"Ey Rabbimiz, şüphesiz sen kimi ateşe sokarsan, onu
perişan etmişsindir":
Zeccâc şöyle
demiştir: el - Muhza (perişan edilen) lügatte kendisinden ayrılmayan ve delille
lâzım gelen şeyde hakarete uğrayan kimsedir. Ahzeytuhu denir ki: Onu delille
perişan ettim, demektir. Bu perişanlık kiminle ilgilidir, bunda iki görüş
vardır:
Birincisi: O, cehenneme ebedi kalmak
üzere giren kimse ile ilgilidir, bunu Enes b.
Malik, Said b. Müseyyeb ,
İbn Cübeyr,
Katâde, İbn Cüreyc ve
Mukâtil, demişlerdir.
İkincisi: O içine giren herkesle
ilgilidir, bu mana da Cabir b. Abdullah’tan rivayet edilmiştir,
İbn Cerir Taberî
ile Ebû Süleyman Dımeşki de bunu
tercih etmişlerdir.
"Zâlimlerin yardımcıları yoktur":
İbn Abbâs şöyle
demiştir: Müşrikleri Allahü teâlâ’nın azabından engelleyecek bir mani yoktur.
193
Ey Rabbimiz, şüphesiz biz, "Rabbinize iman edin”
diye imana çağıran bir davetçiyi işitip derhal iman ettik. Rabbimiz, sen de
bizim günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı ört ve canımızı iyilerle beraber al.
"Ey Rabbimiz, biz bir davetçiyi işittik":
Davetçi hususunda da iki görüş vardır:
Birincisi: O
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu İbn
Abbâs, İbn Cüreyc,
İbn Zeyd ve
Mukâtil, demişlerdir.
İkincisi: O Kur’ân’dır. Bunu da
Muhammed b. Ka’b el-Kurazi demiş,
İbn Cerir Taberî de onu tercih etmiştir.
"İmana çağıran": Bunda da iki görüş
vardır:
Birincisi: Bunun manası: İmana
çağırandır (lâm ilâ manasınadır). Şu âyetler de
öyledir:
"Ellezi
hedana lihaza” (A’raf: 43)
"bienne Rabbeke evha leha". (Zelzele: 5)
Hedana ilâ hâza ve evha ileyha, demek
istemiştir, bunu da Ferrâ’, demiştir.
İkincisi: Burada takdim ve tehir vardır,
mana: İmana çağıran bir çağırmayı işittik, demektir. Bunu
Ebû Ubeyde, demiştir.
"Kusurlarımızı ört":
Mukâtil: Hatalarımızı sil, demiştir. Başkası
da: Kapat, demiştir. Şöyle denilmiştir:
Günahlar için bağışlama, kusurlar için de örtme kullanılmıştır; çünkü bağışlama
sırf lütuftur, örtme ise hayır yapma iledir.
"Teveffena maal ebrar":
Nâfi, Ebû Amr,
İbn Âmir, Hamze
ve Kisâi,
"el-ebrar", "el-eşrar", "zati karar” gibi şeyleri fetih-kesr arası okumuşlar;
İbn Kesir ile
Âsım ise fetih ile
okumuşlar.
"İyilerle beraber olma” nın manası:
içlerinde olmaktır.
İbn Abbâs da: Onlar
peygamberlerle salihlerdir, demiştir.
194
Ey Rabbimiz,
peygamberlerine va’dettiklerini bize ver. Bizi
kıyamet gününde perişan etme. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin.
"Rabbimiz, vaat ettiğini bize ver":
İbn Abbâs: Cenneti kastediyorlar, demiştir.
"Peygamberlerine":
Yani onların dili ile.
Eğer:
"Bunu istemenin gerekçesi nedir? Zaten Allah va’dinden dönmez?”
denilirse, buna üç türlü cevap verilir:
Birincisi: Bu emir şeklinde ise de
manası haberdir, takdiri şöyledir: İman ettik;
bizi bağışla ki, va’dettiğini bize veresin.
İkincisi: Bu, onları va’dettiği şeyi
verdiği kimselerden kılmasını istemektir, yoksa onlar bunu hak etmişler
değillerdir. Çünkü iyilerden olduklarına kesin olarak inanırlarsa, kendilerini
tezkiye etmiş olurlar.
Üçüncüsü: Bu, düşmanlarına karşı derhal
yardım etmesi için istektir, çünkü onlara vakti belirsiz olan bir yardım
va’detmişti, onlarsa bunun hemen verilmesini istediler. Bu cevapları
İbn Cerir vermiş ve: Bu görüşlerin en doğrusu
şudur demiştir: Bu, muhacirlerin sıfatıdır, onlar düşmanlarına karşı hemen
yardım istediler, sanki:
Bizim düşmanlara karşı halim davranmana tahammülümüz yoktur. Onları hemen
perişan eyle ve onlara karşı bize zafer ver, demişlerdir.
|