Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

63

 

003 - ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

 

CÜZ :

4

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

109

Göklerde ve yerde var olan her şey Allah'ın mülküdür. (Sonunda) bütün işler Allah'a döndürülür.

İyilikte bulunan kimseye işlediği iyilik sebebiyle mükâfatını, kötülük işleyene de kötülüğü yüzünden cezâsını verir.

Kırâat imâmlarından İbn Amr, Hamza ve Ali Kisâî (.......) kelimesini, (.......) olarak okumuşlardır.

Bu âyetin tefsirine geçmeden önce bir noktayı iyice belirtmek gerekir. Nakıs fiillerden olan, (.......) fiili, herhangi bir şeyin mübhem (kapalı), anlaşılamaz veya zor anlaşılır olması itibariyle geçmişte bir şeyin var olmasının söz konusu olması gerekir. Nitekim; bununla ilgili olarak daha önce geçen bir örnek sergilenmediği gibi aynı zamanda devam edegelen bir şeyin de artık kesilmiş olduğuna dair de bir delil yoktur.

Konuyu daha iyi anlayabilmek için bunu biraz açalım; (.......) fiili, herhangi bir şeyin, niteliğin var olduğunu (mevcudiyetini) belirtir. Fakat, burada asıl mesele nakıs bir fiil olan, (.......) kelimesiyle ilgilidir. Çünkü; eğer (.......) kelimesi tam fiil olursa, bu takdirde bu, (.......) manasında olur. Bu ise herhangi bir şeyin var olduğu manasında, (.......) demek olur. O takdirde de bu, (.......) vaki oldu, meydana geldi ve (.......) meydana geldi manalarına gelir. Dolayısıyla bu fiilin geçmişle ilgili olarak bir şeyin meydana gelmesine herhangi bir delâleti yoktur, bu, böyle bir ihtimalden uzaktır, denemez.

Yani; bu fiil de geçmişte olmuş olan bir şeye delâlet edebilir.

Halbuki nakıs olan (.......) fiilinin bu anlamda herhangi bir şeye delâleti yoktur. Nakıs olan bu fiilde sadece mübhemlik (kapalılık) manası vardır. Bu bakımdan bu nakıs fiil olabilecek şeylerde yani hadis olanlarda söz konusudur.

Meselâ; “Zeyd, binen (binici) oldu.” gibi. Bir de süreklilik manası ifade eder. Meselâ; “Allah, Gafur ve Rahîmdir.” gibi. İşte, (.......) kavli de böyledir.

Yani; kavli ile, “Bu ümmet daha önce hayırlı bir ümmet değildi de, şimdi öyle bir ümmet oldu.” gibi bir manaya delâlet etmez veya “Bu hayırhhk onlardan kesildi.” gibi bir anlam da ifade etmez. Ancak burada (.......) ifadesi bunun (.......) fiilinin tam fiil olduğu manası vehmettirmesin. Çünkü; (.......) fiilinin nakıs fiil olduğu apaçık ortadadır.

110

Siz insanların (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a îman edersiniz. Eğer Kitap ehli îman etseydi, kesinlikle bu, onlar için çok daha hayırlı olurdu. Gerçi içlerinden îman edenler de var ama, onların çoğu fâsıktır.

Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.” Bu Âyetteki, (.......) kavli ile sanki, (.......) denir gibidir.

Yani; “Siz en hayırlı bir ümmet oldunuz.” veya “Siz Allah'ın ezeli olan ilminde en hayırlı bir ümmet idiniz-” veya Levh-i Mahfûz'da en hayırlı bir ümmet idiniz.” Yahut da “Siz, sizden daha önce geçen ümmetler için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olarak tanınan bir ümmet idiniz.” demektir.

(.......) kelimesindeki (.......) cer edatı, (.......) fiiline mütealliktir.

İyilikleri emreder, kötülükleri meneder ve Allah'a îman edersiniz.”

Bu Âyetteki (.......) diye başlayan cümle yeni bir cümledir. Bu cümle ile bu ümmetin neden hayırlı bir ümmet oldukları yönleri açıklarııyor. Meselâ; “Zeyd, insanları yediren ve giydiren soylu bir kimsedir.” cümlesinde olduğu gibi. Dikkat edilirse bu cümlede de Zeyd adındaki kimsenin soyluluk yönü yedirme ve giydirme özellikleriyle açıklarııyor.

(.......) yani; “Îmanı ve Resûlüllahne itaati emredersiniz. “Küfürden ve her sakıncalı şeyden de menedersiniz.” ve Allah'a imanda devam edersiniz.” Ya da bu özellikler arasında yer alan atıf edatı (.......) harfi tertibi gerektirmeyebilir.

Eğer Kitap ehli îman etmiş olsalardı, kesinlikle bu, onlar için çok hayırlı olurdu.”

Yani; hâlen üzerinde bulundukları ve inatla sürdürdükleri inançlarından vazgeçerek Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e îman etmiş olsalardı bu, onlar için daha iyi ve hayırlı olurdu. Çünkü; kitap ehli sırf makam, mevki ve şöhret peşinde koşturduklarından ve başkalannın kendilerine uymalarını istediklerinden dolayı kendi sapık ve bâtıl inançlarını îslâm dinine tercih ediyorlardı. Halbuki Kitap ehli îman etmiş olsalardı istedikleri o şeylere de, riyâsete yani makam ve mevkilere de gelebilir ve başkalan da kendilerine tâbi olabilirdi. Ancak bunlar dünya çıkarlarını bâtıl inançları adına tercih ettiler, Bu itibarla kendileri için hayırlı olanı bâtıl dinleri uğruna feda ettiler. Hâlbuki îman etselerdi belki dünyada da istediklerini yine elde edebilirlerdi. Çünkü; îman etmeleri hâlinde kendilerine iki kat ecir vaad buyurulmuştu.

Gerçi içlerinden -Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi- îman edenler de var ama, onların çoğu fâsıktır.” Küfürde inat eden aşırı ve azılı kimselerdir.

111

Onlar (Kitap ehli) size (dilleriyle incitip) rahatsız etmekten başka asla bir şey yapamazlar. Eğer sizinle savaşa girecek olsalar, arkalannı dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da olunmaz.

Kitap ehli size (dilleriyle incitip) rahatsız etmekten başka bir şey yapamazlar.” Size verecekleri zarar sadece sözle sataşmaktan başka bir şey olamayacaktır. Onlar dininiz konusunda size sataşacaklar veya sizi tehdit edecekler ya da bu ve benzeri türden sıkıntı vermeye çalışacaklardır. “Eğer sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalannı dönüp kaçarlar.”

Yani; hezimete uğrarlar, öldürmek veya esir almak gibi size bu anlamda asla zarar veremezler. “Sonra onlara yardım da olunmaz.”

Yani daha sonra hiçbir kimse tarafından onlara destek verilmez, onlara yandaş çıkmaz, size karşı onların yanmda yer alacak bir kimse bulunmaz.

Âyetin bu kısmında bunlardan Müslüman olanlar için İslâm'da sebat ettikleri gerçeği anlatılıyor. Çünkü; Yahûdîler, kendilerinden olup da Müslüman olanları hep rahatsız etmişler, onları tehdit ederek rahatsızlık verip durmuşlardır.

Buradaki (.......) kavli şart ve cezâ cümlesi üzerine ma'tûf haber manasında yeni bir cümledir. Yoksa bu, (.......) üzerine ma'tûf bir cümle değildir. Eğer bu cümle (.......) kavli üzerine ma'tûf olsaydı bu takdirde, (.......) denilirdi.

Ancak bu, yeni bir cümle olarak getirildi ki, bununla, İster savaşsınlar, ister savaşmasınlar, onlara herhangi bir yardımın olmayacağını bildirmek için Allah bu cümleyi zikrediyor. Cümlenin takdiri şöyledir: “Size bildiriyorum ki, eğer onlar sizinle savaşırlarsa mutlaka bozguna uğrayacaklardır ve size yine haber veriyorum ki onlara yardım da olunmayacaktır.”

(.......) edatı mertebe açısından terahi manasınadır.

Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Çünkü; Yahûdîlere hep rezil olmak ve aşağılanmak gün bir durumlarının olacağmı bildirmek, onlara arkalannı dönüp kaçacaklarını haber vermekten daha büyük bir olaydır.

112

Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Ancak (bu zilletten) Allah'ın ahdine ve mü'minlerin himayesine sığınanlar müstesna. Onlar Allah’ın gazâbına uğramışlar ve üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur. Bunun sebebi, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleridir. Bu da onların isyan etmelerinden ve haddi aşmalarındandır.

Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.”

Yani; bu zillet ve aşağılanma damgası artık onların kendilerinden aynlmaz bir özellikleri olmuştur. “Ancak bu zilletten Allah'ın ahdine ve mü'minlerin himayesine sığınanlar müstesna.”

Buradaki, (.......) hâl olarak mahallen mensûbdur. Kelimenin başındaki(.......) harfi mahzûf olan bir kelimeye mütealliktir. Bu ise, Allah'ın dinine, himayesine girmeleri, ona sıkı sıkıya sarılıp bağlanmaları hâli müstesna.” demektir. Âyette geçen, “İp “kelimesi burada ahd ve zimmet manalarınadır. Dolayısıyla bunun manası şöyledir:

“Her halükârda Yahûdîlere zillet damgası vurulmuştur. Meğerki onlar Allah'ın ve inananların himayesine girmiş olsunlar, Onun dinine girip himayesini istesinler. İşte bu, müstesna.”

Yani; Allah'ın ve Müslümanların himayesine girmeleri hâli onları kurtarır. Çünkü; onlar için bu hâlin dışında bir izzet ve üstünlük yoktur. Bu ise, onların cizye (vergi) vermeyi kabullenerek bu himaye ya da korunma altma girmeyi kabullenmeleriyle sağlarıabilir.

Onlar döne dolaşa her bakımdan Allah'ın gazâbına uğramışlardır -Allah'ın gazâbı onlara artık gerekli hâle gelmiştir- Üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur.”

Yani; fakirlik onlar için artık vazgeçilmez bir cezâ hâlini almıştır. Onlar her şeye rağmen hep ihtiyaç içinde kalacaklardır. Çünkü onlar: “Şüphesiz Allah fakirdir (ihtiyaç içindedir). Biz ise zenginiz (hiçbir şeye muhtaç değiliz).” demişlerdi.

Veya varlık içinde olsalar bile hep fakirlik ve yoksulluk endişesi ve rahatsızliği içinde kıvranıp duracaklardır.

“Bunun sebebi onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleridir.”

Burada, (.......) işaret ismiyle âyette söz konusu edilen zillet, aşağılanma, meskenet, Allah'ın gazâbına uğrayarak dönmeleri gibi durumlarına işaret olunmaktadır.

Yani işte onların başlarına gelen bu şeyler, bu kimselerin Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri de öldürmeleri sebebiyledir. Yüce Allah devamla şöyle buyuruyor:

(.......) “Başka bir sebep ise, Allah'a isyan etmeleri ve hadlerini aşmalarıdır.”

Yani; bu küfür ya da inkâr ve bu öldürme olayı onların Allah'a isyan ederek karşı gelmeleri ve hadlerini aşmaları yüzündendir.

113

Bununla beraber kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onların içlerinde öyle samimi inanmış bir topluluk vardır ki; gece vakitlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.

Kitap ehlinin hepsi bir değildir.”

Yani; kitap ehlinin hepsi aynı değiller. “Onların içlerinde öyle samimi inanmış bir topluluk vardır ki;” adaletli, dürüst ve dosdoğru bir cemaat vardır.

Bu âyette geçen, (.......) kavli, (.......) kavlini açıklamak için bir müstenef cümledir. Tıpkı, (.......) kavlini açıklamak için gelen (.......) kavli gibi. Al-i İmran, 110.

(.......) kelimesi de (.......) fiilinden alrnma olup bu, âdeta, (.......) kavli gibidir.

Yani, “Ben değneği diktim, o da hemen ayakta durdu.” ifadesi gibi.

Yani; yolunu ve hedefini düzeltti, demektir. Bunlar da onların içinden Müslümanliği kabul eden Yahûdîlerdir. “gece vakitlerinde -saatlerinde- secdeye kapanarak -namaz kılarak- Allah'ın âyetlerini -Kur'ân'ı- okurlar.” Bir tefsire göre burada söz konusu edilen yatsı namazıdır.. Çünkü Kitap ehli yatsı namazmı kılmazlardı.

Yine bir tefsire göre burada “Gece vakitlerinde secdeye kapanarak Kur'ân okurlar.” demekten kasıt, teheccüd (gece) namazı kılarlar, demektir.

Âyetteki (.......) kelimesi, tıpkı (.......) kelimesi gibi, (.......) kelimesinin çoğuludur. Ya da tıpkı, (.......) kelimesi gibi, (.......) kelimesinin çoğuludur. Veya (.......) kelimesi gibi (.......) kelimesinin çoğuludur.

114

(Onlar) Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülükten menederler ve hayır işlerinde yarışırlar. İşte bunlar sâlih kimselerdendir.

(Onlar) Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülükten menederler ve hayır islerinde yarışırlar.”

Yani; îmanı ve her tür iyiliğin kapılarını gösterip emrederler. Küfürden ve şerî'atın yasakladığı şeylerden de menederler. Hayır ve iyilikleri kaçırmamak için o işlerde acele ederler.

Âyetteki, (.......) kavliyle (.......) kavli mahallen merfû' olup ümmet kelimesinin sıfatıdırlar.

Yani; “onlar hep ayakta durup namaz kılan, Kur'ân okuyan mü’min kimselerdir.”

Yüce Allah burada mü'minleri öyle vasıflarla niteliyor ki; bu vasıf ya da özellikler Yahûdîlerde bulunmayan özelliklerdir. Çünkü onlar geceleyin secdeye kapanarak, namaz kılarak Allah'ın âyetlerini okumadıkları gibi, mü'minler gibi de îman etmemişlerdir. Onların imanları Hazret-i Üzeyir (aleyhi’s-selâm)’i Allah'a ortak koşmak olan bir inançtır. Aynı zamanda onlar Allah'ın bazı kitapları ile bazı peygamberlerini de inkâr ederler. Âhirete imanları da yine farklıdır. Çünkü; Yahûdîler Allah (celle celâlühü) ı, vasfedilmemesi gereken niteliklerle tanıtıyorlar. Aynı şekilde Allah'ın istediği doğrultuda emretmek ve nehyetmek konusunda da farklı bir inanca sahiptirler. Çünkü; Yahûdîler hep yalâkalık yapan bir toplumdurlar. Hayırda yanşta da farklı özelliklere sahiptirler. Çünkü; bu konudaki işleri hep ağırdan alırlar. Hayırda yanş yapmak, o işe istekle girişmek demektir. Çünkü; bir işe rağbet eden ya da ona istekli olan kimse mutlaka onu yerine getirmek için de hemen ara vermeden derhal gereğini yapar.

İşte bunlar -yukandaki özellikleri taşıyanlar- iyi kimselerdendir.”

Yani Müslümanlardandır. Ya da duramları Allah katında iyi olan ve Allah'ın kendilerinden râzı olduğu kimselerdendir

115

Onların işledikleri hiçbir iyilik asla karşılıksız kalmayacaktır. Allah takva sahiplerini çok iyi bilir.

Onların işledikleri, hiçbir iyilik asla karşılıksız kalmayacaktır.” Bu Âyetteki (.......) ve (.......) fiilleri, Ebû Bekir Şu'be dışında Kûfe okuluna mensup kırâat marnlarına göre (.......) harfiyle okunmuştur. Ancak Ebû Amr muhayyer hareket etmiştir.

Yani, bu zât hem (.......) ve hem (.......) harfleriyle gaip ve muhatap olarak okumuştur. Kûfe okuluna mensup imâmlar; Hafs, Hamza, Kisâî ve Halef. Bunların dışında kalan diğer kırâat imâmları da bu kelimeleri (.......) harfiyle okumuşlardır.

Her ne kadar, (.......) ve (.......) filleri tek bir mef'ûle müteaddi iseler de bu âyette, (.......) kelimesi iki mef'ûle müteaddidir; yani iki mef'ûl almıştır. Meselâ; (.......) ve (.......) fiilleri mahrumluk manasmı içermeleri bakımından, (.......) dersin. Sanki şöyle denir gibi: “Onu mahrum bırakmayacaksınız.”

Yani; “Onu alacağı mükâfattan yoksun ve mahrum bırakmayacaksınız.”

Allah takva sahiplerini çok iyi bilir.” İşte burada yüce Allah, Emirlerini yerine getiren ve yasaklarından da uzak duran takva sahiplerine bol sevap müjdesi veriyor.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1310  H : 710)

 

NESEFÎ / MEDÂRİK TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç