109
Göklerde ve yerde var olan her şey Allah'ın mülküdür. (Sonunda)
bütün işler Allah'a döndürülür.
İyilikte bulunan kimseye işlediği
iyilik sebebiyle mükâfatını, kötülük işleyene de kötülüğü yüzünden cezâsını
verir.
Kırâat imâmlarından İbn Amr,
Hamza ve Ali
Kisâî (.......) kelimesini,
(.......) olarak okumuşlardır.
Bu
âyetin tefsirine geçmeden önce bir noktayı iyice belirtmek gerekir. Nakıs
fiillerden olan, (.......) fiili, herhangi bir
şeyin mübhem (kapalı), anlaşılamaz
veya zor anlaşılır olması itibariyle geçmişte
bir şeyin var olmasının söz konusu olması gerekir. Nitekim; bununla ilgili
olarak daha önce geçen bir örnek sergilenmediği gibi aynı zamanda devam edegelen
bir şeyin de artık kesilmiş olduğuna dair de bir delil yoktur.
Konuyu daha iyi anlayabilmek için
bunu biraz açalım; (.......) fiili, herhangi bir
şeyin, niteliğin var olduğunu (mevcudiyetini)
belirtir. Fakat, burada asıl mesele nakıs bir fiil olan,
(.......) kelimesiyle ilgilidir. Çünkü; eğer
(.......) kelimesi tam fiil olursa, bu takdirde
bu, (.......) manasında olur.
Bu ise herhangi bir şeyin var olduğu
manasında, (.......) demek olur. O takdirde de
bu, (.......) vaki oldu, meydana geldi ve
(.......) meydana geldi manalarına gelir.
Dolayısıyla bu fiilin geçmişle ilgili olarak bir şeyin meydana gelmesine
herhangi bir delâleti yoktur, bu, böyle bir ihtimalden uzaktır, denemez.
Yani; bu fiil de geçmişte
olmuş olan bir şeye delâlet edebilir.
Halbuki nakıs olan
(.......) fiilinin bu anlamda herhangi bir şeye
delâleti yoktur. Nakıs olan bu fiilde sadece mübhemlik
(kapalılık) manası vardır. Bu bakımdan
bu nakıs fiil olabilecek şeylerde yani hadis
olanlarda söz konusudur.
Meselâ; “Zeyd,
binen (binici)
oldu.” gibi. Bir de süreklilik manası ifade eder. Meselâ; “Allah,
Gafur ve Rahîmdir.” gibi. İşte, (.......)
kavli de böyledir.
Yani; kavli ile,
“Bu ümmet daha önce hayırlı bir ümmet değildi de, şimdi
öyle bir ümmet oldu.” gibi bir manaya delâlet etmez
veya “Bu hayırhhk
onlardan kesildi.” gibi bir anlam da ifade etmez. Ancak burada
(.......) ifadesi bunun
(.......) fiilinin tam fiil olduğu manası vehmettirmesin. Çünkü;
(.......) fiilinin nakıs fiil olduğu apaçık
ortadadır.
110
Siz insanların (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.
İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a îman edersiniz. Eğer Kitap ehli
îman etseydi, kesinlikle bu, onlar için çok daha hayırlı olurdu. Gerçi
içlerinden îman edenler de var ama, onların çoğu fâsıktır.
“Siz
insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.”
Bu Âyetteki,
(.......) kavli ile sanki, (.......)
denir gibidir.
Yani;
“Siz en hayırlı bir ümmet oldunuz.”
veya “Siz
Allah'ın ezeli olan ilminde en hayırlı bir ümmet
idiniz-” veya “Levh-i
Mahfûz'da en hayırlı bir ümmet idiniz.”
Yahut da “Siz, sizden daha önce geçen ümmetler için
ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olarak tanınan bir ümmet idiniz.”
demektir.
(.......) kelimesindeki
(.......) cer edatı,
(.......) fiiline mütealliktir.
“İyilikleri
emreder, kötülükleri meneder ve Allah'a
îman edersiniz.”
Bu
Âyetteki (.......) diye başlayan cümle yeni bir
cümledir. Bu cümle ile bu ümmetin neden
hayırlı bir ümmet oldukları yönleri açıklarııyor. Meselâ;
“Zeyd, insanları yediren ve giydiren soylu bir
kimsedir.” cümlesinde olduğu gibi. Dikkat edilirse bu cümlede de Zeyd
adındaki kimsenin soyluluk yönü yedirme ve giydirme özellikleriyle açıklarııyor.
(.......)
yani; “Îmanı ve
Resûlüllahne
itaati emredersiniz. ““Küfürden ve her sakıncalı
şeyden de menedersiniz.” “ve
Allah'a imanda devam edersiniz.” Ya da bu
özellikler arasında yer alan atıf edatı (.......)
harfi tertibi gerektirmeyebilir.
“Eğer Kitap
ehli îman etmiş olsalardı, kesinlikle bu, onlar için çok hayırlı olurdu.”
Yani; hâlen üzerinde
bulundukları ve inatla sürdürdükleri inançlarından vazgeçerek
Hazret-i Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)e îman etmiş
olsalardı bu, onlar için daha iyi ve hayırlı olurdu. Çünkü; kitap ehli sırf
makam, mevki ve şöhret peşinde koşturduklarından ve başkalannın kendilerine
uymalarını istediklerinden dolayı kendi sapık ve bâtıl inançlarını îslâm dinine
tercih ediyorlardı. Halbuki Kitap ehli îman etmiş olsalardı istedikleri o
şeylere de, riyâsete yani makam ve mevkilere de
gelebilir ve başkalan da kendilerine tâbi olabilirdi. Ancak bunlar dünya
çıkarlarını bâtıl inançları adına tercih ettiler, Bu
itibarla kendileri için hayırlı olanı bâtıl dinleri uğruna feda ettiler. Hâlbuki
îman etselerdi belki dünyada da istediklerini yine elde edebilirlerdi. Çünkü;
îman etmeleri hâlinde kendilerine iki kat ecir vaad buyurulmuştu.
“Gerçi
içlerinden -Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi- îman edenler de var ama,
onların çoğu fâsıktır.” Küfürde inat eden aşırı ve azılı kimselerdir.
111
Onlar (Kitap ehli) size (dilleriyle incitip) rahatsız etmekten
başka asla bir şey yapamazlar. Eğer sizinle savaşa girecek olsalar, arkalannı
dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da olunmaz.
“Kitap ehli
size (dilleriyle incitip)
rahatsız etmekten başka bir şey yapamazlar.” Size verecekleri zarar
sadece sözle sataşmaktan başka bir şey olamayacaktır. Onlar dininiz konusunda
size sataşacaklar veya sizi tehdit edecekler ya
da bu ve benzeri türden sıkıntı vermeye çalışacaklardır. “Eğer
sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalannı dönüp kaçarlar.”
Yani; hezimete uğrarlar,
öldürmek veya esir almak gibi size bu anlamda
asla zarar veremezler. “Sonra onlara yardım da
olunmaz.”
Yani daha sonra hiçbir kimse
tarafından onlara destek verilmez, onlara yandaş çıkmaz, size karşı onların
yanmda yer alacak bir kimse bulunmaz.
Âyetin bu kısmında bunlardan
Müslüman olanlar için İslâm'da sebat ettikleri gerçeği anlatılıyor. Çünkü;
Yahûdîler, kendilerinden olup da Müslüman olanları hep rahatsız etmişler, onları
tehdit ederek rahatsızlık verip durmuşlardır.
Buradaki
(.......) kavli şart ve cezâ cümlesi üzerine ma'tûf haber manasında yeni
bir cümledir. Yoksa bu, (.......) üzerine ma'tûf
bir cümle değildir. Eğer bu cümle (.......)
kavli üzerine ma'tûf olsaydı bu takdirde, (.......)
denilirdi.
Ancak bu, yeni bir cümle olarak
getirildi ki, bununla, İster savaşsınlar, ister savaşmasınlar, onlara herhangi
bir yardımın olmayacağını bildirmek için Allah
bu cümleyi zikrediyor. Cümlenin takdiri şöyledir: “Size
bildiriyorum ki, eğer onlar sizinle savaşırlarsa mutlaka bozguna uğrayacaklardır
ve size yine haber veriyorum ki onlara yardım da olunmayacaktır.”
(.......) edatı mertebe açısından
terahi manasınadır.
Yani; aralıklarla, zaman
içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Çünkü;
Yahûdîlere hep rezil olmak ve aşağılanmak gün bir durumlarının olacağmı
bildirmek, onlara arkalannı dönüp kaçacaklarını haber vermekten daha büyük bir
olaydır.
112
Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası
vurulmuştur. Ancak (bu zilletten) Allah'ın ahdine ve mü'minlerin himayesine
sığınanlar müstesna. Onlar Allah’ın gazâbına uğramışlar ve üzerlerine miskinlik
damgası vurulmuştur. Bunun sebebi, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve
haksız yere peygamberleri öldürmeleridir.
Bu da onların isyan etmelerinden ve haddi
aşmalarındandır.
“Onlar
nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.”
Yani; bu zillet ve
aşağılanma damgası artık onların kendilerinden aynlmaz bir özellikleri olmuştur.
“Ancak bu zilletten
Allah'ın ahdine ve mü'minlerin himayesine sığınanlar müstesna.”
Buradaki,
(.......) hâl olarak mahallen mensûbdur. Kelimenin başındaki(.......)
harfi mahzûf olan bir kelimeye mütealliktir. Bu
ise, “Allah'ın
dinine, himayesine girmeleri, ona sıkı sıkıya sarılıp bağlanmaları hâli
müstesna.” demektir. Âyette geçen, “İp “kelimesi
burada ahd ve zimmet manalarınadır. Dolayısıyla bunun manası şöyledir:
“Her halükârda Yahûdîlere zillet damgası vurulmuştur. Meğerki onlar
Allah'ın ve inananların himayesine girmiş olsunlar, Onun dinine girip himayesini
istesinler. İşte bu, müstesna.”
Yani;
Allah'ın ve Müslümanların himayesine girmeleri
hâli onları kurtarır. Çünkü; onlar için bu hâlin dışında bir izzet ve üstünlük
yoktur. Bu ise, onların cizye
(vergi) vermeyi kabullenerek bu himaye ya da
korunma altma girmeyi kabullenmeleriyle sağlarıabilir.
“Onlar döne
dolaşa her bakımdan Allah'ın gazâbına
uğramışlardır -Allah'ın gazâbı onlara artık gerekli hâle gelmiştir- Üzerlerine
miskinlik damgası vurulmuştur.”
Yani; fakirlik onlar için
artık vazgeçilmez bir cezâ hâlini almıştır. Onlar her şeye rağmen hep ihtiyaç
içinde kalacaklardır. Çünkü onlar: “Şüphesiz
Allah fakirdir (ihtiyaç
içindedir). Biz ise zenginiz
(hiçbir şeye muhtaç değiliz).”
demişlerdi.
Veya varlık içinde olsalar
bile hep fakirlik ve yoksulluk endişesi ve rahatsızliği içinde kıvranıp
duracaklardır.
“Bunun sebebi onların
Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere
peygamberleri
öldürmeleridir.”
Burada,
(.......) işaret ismiyle âyette söz konusu edilen zillet, aşağılanma,
meskenet, Allah'ın gazâbına uğrayarak
dönmeleri gibi durumlarına işaret olunmaktadır.
Yani işte onların başlarına
gelen bu şeyler, bu kimselerin Allah'ın
âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri
de öldürmeleri sebebiyledir. Yüce
Allah devamla şöyle buyuruyor:
(.......)
“Başka bir sebep ise,
Allah'a isyan etmeleri ve hadlerini aşmalarıdır.”
Yani; bu küfür ya da inkâr
ve bu öldürme olayı onların Allah'a isyan
ederek karşı gelmeleri ve hadlerini aşmaları yüzündendir.
113
Bununla beraber kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onların
içlerinde öyle samimi inanmış bir topluluk vardır ki; gece vakitlerinde secdeye
kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.
“Kitap
ehlinin hepsi bir değildir.”
Yani; kitap ehlinin hepsi
aynı değiller. “Onların içlerinde öyle samimi inanmış
bir topluluk vardır ki;” adaletli, dürüst ve dosdoğru bir cemaat vardır.
Bu
âyette geçen, (.......) kavli,
(.......) kavlini açıklamak için bir müstenef
cümledir. Tıpkı, (.......) kavlini açıklamak
için gelen (.......) kavli gibi.
Al-i İmran, 110.
(.......) kelimesi de
(.......) fiilinden alrnma olup bu, âdeta,
(.......) kavli gibidir.
Yani,
“Ben değneği diktim, o
da hemen ayakta durdu.” ifadesi gibi.
Yani; yolunu ve hedefini
düzeltti, demektir. Bunlar da onların içinden Müslümanliği kabul eden
Yahûdîlerdir. “gece vakitlerinde -saatlerinde- secdeye
kapanarak -namaz kılarak- Allah'ın
âyetlerini -Kur'ân'ı- okurlar.” Bir tefsire göre burada söz konusu edilen
yatsı namazıdır.. Çünkü Kitap ehli yatsı namazmı kılmazlardı.
Yine bir tefsire göre burada
“Gece vakitlerinde secdeye kapanarak Kur'ân okurlar.”
demekten kasıt, teheccüd (gece) namazı
kılarlar, demektir.
Âyetteki
(.......) kelimesi, tıpkı (.......)
kelimesi gibi, (.......) kelimesinin çoğuludur.
Ya da tıpkı, (.......) kelimesi gibi,
(.......) kelimesinin çoğuludur.
Veya (.......)
kelimesi gibi (.......) kelimesinin çoğuludur.
114
(Onlar) Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emreder,
kötülükten menederler ve hayır işlerinde yarışırlar. İşte bunlar sâlih
kimselerdendir.
“(Onlar)
Allah'a ve
âhiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülükten menederler ve hayır
islerinde yarışırlar.”
Yani; îmanı ve her tür
iyiliğin kapılarını gösterip emrederler. Küfürden ve şerî'atın yasakladığı
şeylerden de menederler. Hayır ve iyilikleri kaçırmamak için o işlerde acele
ederler.
Âyetteki,
(.......) kavliyle (.......) kavli
mahallen merfû' olup ümmet kelimesinin sıfatıdırlar.
Yani;
“onlar hep ayakta durup namaz kılan, Kur'ân okuyan
mü’min kimselerdir.”
Yüce
Allah burada mü'minleri öyle vasıflarla
niteliyor ki; bu vasıf ya da özellikler Yahûdîlerde bulunmayan özelliklerdir.
Çünkü onlar geceleyin secdeye kapanarak, namaz kılarak
Allah'ın âyetlerini okumadıkları gibi,
mü'minler gibi de îman etmemişlerdir. Onların imanları Hazret-i Üzeyir
(aleyhi’s-selâm)’i
Allah'a ortak koşmak olan bir inançtır. Aynı zamanda onlar
Allah'ın bazı kitapları ile bazı
peygamberlerini de inkâr ederler. Âhirete
imanları da yine farklıdır. Çünkü; Yahûdîler Allah
(celle celâlühü) ı, vasfedilmemesi gereken
niteliklerle tanıtıyorlar. Aynı şekilde Allah'ın
istediği doğrultuda emretmek ve nehyetmek konusunda da farklı bir inanca
sahiptirler. Çünkü; Yahûdîler hep yalâkalık yapan bir toplumdurlar. Hayırda
yanşta da farklı özelliklere sahiptirler. Çünkü; bu konudaki işleri hep ağırdan
alırlar. Hayırda yanş yapmak, o işe istekle girişmek demektir. Çünkü; bir işe
rağbet eden ya da ona istekli olan kimse mutlaka onu yerine getirmek için de
hemen ara vermeden derhal gereğini yapar.
“İşte
bunlar -yukandaki özellikleri taşıyanlar- iyi kimselerdendir.”
Yani Müslümanlardandır. Ya
da duramları Allah katında iyi olan ve
Allah'ın kendilerinden râzı olduğu
kimselerdendir
115
Onların işledikleri hiçbir iyilik asla karşılıksız
kalmayacaktır. Allah takva sahiplerini çok iyi
bilir.
“Onların
işledikleri, hiçbir iyilik asla karşılıksız kalmayacaktır.”
Bu Âyetteki (.......)
ve (.......) fiilleri,
Ebû Bekir Şu'be dışında Kûfe okuluna mensup
kırâat marnlarına göre (.......) harfiyle
okunmuştur. Ancak Ebû Amr muhayyer hareket
etmiştir.
Yani, bu zât hem
(.......) ve hem
(.......) harfleriyle gaip ve muhatap olarak okumuştur. Kûfe okuluna
mensup imâmlar; Hafs,
Hamza, Kisâî
ve Halef. Bunların dışında kalan diğer kırâat imâmları da bu kelimeleri
(.......) harfiyle okumuşlardır.
Her ne kadar,
(.......) ve (.......)
filleri tek bir mef'ûle müteaddi iseler de bu âyette,
(.......) kelimesi iki mef'ûle müteaddidir; yani
iki mef'ûl almıştır. Meselâ; (.......) ve
(.......) fiilleri mahrumluk manasmı içermeleri
bakımından, (.......) dersin. Sanki şöyle denir
gibi: “Onu mahrum bırakmayacaksınız.”
Yani;
“Onu alacağı mükâfattan yoksun ve mahrum
bırakmayacaksınız.”
“Allah
takva sahiplerini çok iyi bilir.” İşte burada
yüce
Allah, Emirlerini yerine getiren ve yasaklarından da uzak duran takva
sahiplerine bol sevap müjdesi veriyor.
|