101
Size Allah'ın âyetleri okunup dururken, bir de Allah'ın Rasûlü
aranızda iken nasıl oluyor da hakkı inkâr ederek dalâlete saparsınız. Her kim
Allah'ın dinine bağlanırsa (tutunursa) o kimse kesinlikle doğru yola
iletilmiştir.
“Size
Allah'ın âyetleri okunup dururken, bir de
Allah'ın Rasûlü aranızda iken nasıl oluyor da hakkı eder de dalâlete
saparsınız?”
(.......) Buradaki istifham/soru,
inkâr, şaşkınlık ve taaccüp/hayret manalarınadır.
Yani;
“Küfür nereden gelip size bulaşır? Nereden gelip
kapmızı çalar?” Halbuki Allah'ın
âyetleri -ki bu, benzerini getirmekten herkesi âciz bırakan Kur'ân'dır-,
Resûlüllah’ın
dilinden size taptaze okunup durmaktadır. Kaldı ki;
Resûlüllah de sizin aranızda bulunuyor,
sizi uyanyor ve size öğüt veriyor. Kafanızda oluşan şüphe ve kuşkuları ortadan
kaldırıyor.
“Her kim
Allah'ın dinine
(şerî'atına) bağlanırsa
(tutunursa),”
kitabına sanlırsa ya da bu onların kâfirlerin kötülük ve tuzaklarının bertaraf
edilmesinde Allah'a sığınmaları için bir
teşvik manasındadır. “O kimse kesinlikle doğru yola
iletilmiştir.” Hak olan dine kesin olarak iletilmiştir.
Veya o kimse şüphe anlarında olsun, şiddet ve
sıkıntılı durumlarında olsun Rabbini kendisi için bir sığınılacak yer ve makam
kabul ederse...
102
Ey îman edenler! Allah'tan nasd sakınmak gerekiyorsa öyle
sakının ve Müslüman olarak ölün.
“Ey îman
edenler.1 Allah'tan nasd sakınmak gerekiyorsa
öyle sakının.” Çünkü; Allah'ın emir ve
yasaklarına uymak, gereğini yapmak Allah'a
lâyık olacak bir şekilde çalışmak farzdır. Bu
ise, farz olan görevleri yapıp yerine getirmek ve haram olan şeylerden,
yasaklardan da sakınmak demektir. Abdullah b. Mesud'dan
gelen rivâyete göre demiştir ki:
“Allah'a
isyan etmemek ve karşı gelmemek kaydıyla itaatte bulunmak, şükretmek ve
nankörlükte bulunmamaktır. Allah'ı unutmamak ve her an hatırlamaktır.” Ya da,
“Allah için, kınayanın kınamasına asla aldırış etmemek, kişinin kendisinin,
çocuklarının veya babalarının aleyhine de olsa hep adalet üzere bulunup doğruluk
üzere hareket etmektir.”
Başka bir tefsire göre ise;
“Bir kul, diline sahip olmadığı müddetçe gereği gibi
Allah'ın
emirlerine bağlanmış sayılmaz.”
(.......) —
“et-Tuka” kelimesi,
(.......) kelimesinden türemedir. Bu da
tıpkı, (.......) —
“et-Tu'detu” kelimesinin (.......)
kelimesinden türediği gibidir.
“Ve
Müslüman olarak ölün.” Sakın ölümünüz İslâm'dan başka bir din, bir durum
ve inanç üzere olmasın. Ölüm gelip sizi yakaladığı zaman inancınız sadece İslâm
inancı olsun.
103
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve (câhiliyede
olduğu gibi) dağılıp parçalanmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini de
hatırlayın; hani sizler bkbmnize düşman idiniz de, Allah gönüllerinizi
birbirinize yaklaştırmıştı. Onun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Yine bir
ateş çukurunun tam kenarında bulunurken, Allah sizi oradan (îman ve İslâm
sayesinde) kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yola eresiniz diye âyetlerini size
böylece açıklar.
“Hep
birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın.”
Çünkü Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuşlardır:
“Kur'ân
yüce Allah'ın asla kopma imkân ve ihtimali bulunmayan en sağlam ipidir.
Onun incelikleri ve hayret uyandıran hikmetleri asla bitip tükenmez. O çok
okunmakla yıpranıp eskimez. Ona dayalı olarak konuşan mutlaka doğru söyler. Onun
emir ve yasakları doğrultusunda amel eden mutlaka doğru yolu bulur. Her kim ona
tutunup bağlanırsa kesinlikle dosdoğru olan Allah'ın yoluna iletilir.”
Tirmizî, 2906.
Bu
hadis burada anlatılarıdan çok daha uzundur. Ancak Tirmizî, bu, isnadı
meçhul/bilinemeyen olan bir hadistir ve ravileri arasında yer alan Haris'ul
A'ver ise, hakkında pek güzel sözler söylenen biri değildir, der.
(.......) muhatap zamîrinden
hâldir. Bir tefsire göre de bu âyetin tefsirinde,
“Ümmetin icmaına sarılıp bağlanın.” diye ele alınmıştır.
“Câhiliyede
olduğu gibi dağılıp parçalanmayın.” Sakın parçalanmayın. Ümmetin icmaına
delil olarak işte âyetin bu dağılıp parçalanmayın kısmı gösterilmiştir. Kısaca
sonuçta Müslümanların bölünüp parçalanmalarına neden olabilecek hareket ve
davranışlardan uzak durun. Zira böyle yapılması hâlinde birlik, beraberlik ve
toplu hâlde hareket etme ortadan kalkar. Ya da âdeta Yahûdîlerle Hırıstiyanların
anlaşmazlığa düştükleri gibi aranıza aynen bü manada ihtilâf ve anlaşmazlık
girer. Bu sebepten dolayı da haktan uzaklaşıp
ayrılmış olursunuz. O hâlde böyle bir duruma düşmeyin.
Veya tıpkı câhiliye döneminde olduğu gibi anlaşmazlığa düşerek
birbirinizle savaştığınız gibi savaşıp parçalanmayın.
“Allah'ın
üzerinizdeki, nimetini de hatırlayın; hani siz birbirinize düşman idiniz de
Allah,
gönüllerinizi birbirinize yaklaştırmıştı. Onun nimeti sayesinde kardeş
olmuştunuz.” Çünkü; câhiliye döneminde bunların arasında hem düşmanlık
vardı ve hem de savaş bulunuyordu. Allah İslâm
sayesinde bunların gönüllerini birleştirdi. Kalplerine sevgi ve muhabbet
yerleştirdi. İşte bu sayede onlar birbirleriyle kimseler oldular.
“Siz yine
bir ateş çukurunun tam kenarında bulunurken” Neredeyse siz, üzerinde
bulunduğunuz ve savunduğunuz inkârcılık ve küfür yüzünden tam cehennem ateşinin
düşüverecektiniz. “Allah sizi oradan îman ve islâm
sayesinde kurtarmıştı. “İşte âyetin bu kısmı
Mu'tezile aleyhine bir cevaptır. Çünkü;
Mu'tezile mezhebinin görüşüne göre, onları ateşten kurtaran yine bizzat
onların kendileridir. (Haşa)
Allah değildir.
(.......) kelimesindeki zamîr,
(.......) kelimesine râcidir.
Bu zamîrin müennes
(dişi) olması (.......) kelimesiyle
izafet (isim tamlaması) meydana getirmesi
sebebiyledir. (.......): Bir tarafı, kenan
manasınadir. (.......) kelimesinin lamel fiili
yani sonu (.......)
harfidir. Bu bakımdan bu kelimenin tesniyesi
(ikili) (.......)
olarak gelir.
“İşte
Allah, doğru
yola eresiniz diye âyetlerini size böylece açıklar.”
Yani; içinde emir ve
yasaklarının, vaad ve vaidinin (tehdidinin) yer
aldığı Kitabını (Kur'ân'ı) böylece açıklar ki;
bu sayede doğru yolu bulabilesiniz ya da doğru olan gerçeğe ulaşmayı, kendisiyle
sevap kazanabileceğiniz şeyi elde edesiniz.
104
(Ey mü’minler!) İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve
kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir.
“(Ey
mü’minler!) İçinizden iyiliğe çağıran,
-Şerî'atın ve aklın güzel ve uygun bulduğu- iyilikleri emreden kötülükleri
-şerî'atın ve aklın çirkin gördüklerini- de meneden bir topluluk bulunsun.”
Bir diğer tefsire göre âyette geçen “maruftan “kasıt
Kitap ve sünnete uygun olan demektir, “münkerden”
kasıt ise, Kitap ve sünnete aykın olan şeylerdir.
Veya maruftan kasıt
Allah'a karşı yapılması gereken taattır, münker de
Allah'a karşı gelmek, isyana kalkışmaktır.
“Hayra davet”
veya
“İyiliğe çağrı, irşad” yapılması gereken
veya terk edilmesi icabeden yükümlülükler
konusunda gerekeni yapmakla ilgili her türlü sorumluluk demektir. Ancak atıf
yoluyla buna eklenen diğer iki husus ise daha özel bir anlam taşırlar.
Âyette geçen
(.......) edatı teb'îz için olup, bir
kısmı/bazısı, manasına gelir. Çünkü; “marufu emretmek
ve münker olanı da menetmek” far-z-ı kifaye olan bir ibâdettir.
Dolayısıyla bu görevi yapabilecek veya
üstlenecek olan kimselerin mutlaka özel bir eğitimden geçirilmeleri, maruf ve
münker ile alâkalı ilimleri öğrenmeleri gerekir. Bu
görevi nasıl ve ne şekilde yapmaları gerektiği hususunda da ayrıca bunu ilmini,
eğitim ve öğretimini almaları icabeder.
Meselâ; önce işe basitten ve
kolayından başlar, bu yoldan uyanlarını değerlendirir. Eğer bununla basan elde
olunamazsa hafif cezâdan ağrına doğru basamak basamak gereken tedbirleri
uygular. İşte bu da ehliyet işidir. Nitekim; yüce
Allah önce: “Onların
arasını bulun, ıslah edin, düzeltin..” Hucurat,
9. diye buyurur, eğer bu onlara kâr etmezse bu defa: “....Allah'ın
hükmünü kabul edene kadar saldıran tarafla savaşırı.” diye buyurmaktadır.
Ya da bu
(.......) edatı tebyin (açıklama)
manasınadır. Dolayısıyla bunun manası, “Emreden bir
ümmet olun.” demek olur. Nitekim; yüce
Allah'ın şu kavlinde olduğu gibi:
“İşte onlar
kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. “
Yani; kamil anlamda gerçek
kurtuluşu hak eden bunlardır. Nitekim; Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde
şöyle buyurmuştur:
“Her kim
Allah'ın emrettiği doğrultuda iyiliği emreder ve kötülüğü de menederse o kimse
Allah'ın arzında (yeryüzünde) onun halîfesidir, Rasûlünün halîfesidir ve
Kitabının halîfesidir.”
Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, 3/400 eserinde Kadih bin Rahmet'in hâl tercemesinde
şöyle diyor: “Ezdi ve başkalan bu şahsın oldukça pek yalancı biri olduğunu
söylemişlerdir.”
105
(Siz,) kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük
bir azap vardır.
Çünkü; bunlar birbirlerine olan
düşmanlıkları yüzünden dinde ayrılığa düştüler de birbirlerini tekfir ettiler.
Halbuki kendilerinde üzerinde ittifak etmeleri, birleşmeleri gereken bir
kelimeleri (kitapları) vardı ki bu Hak olan
Allah'ın kelimesi idi.
Bu hak kelimesi ise onların îman birliğini
sağlayan bir kelime idi. “İşte onlar için büyük bir
azap vardır. “
106
Nice yüzlerin ağardığı ve nice yüzlerin de karardığı (o kıyamet
gününde), yüzleri kararmış olanlara (şöyle denir:) “Siz imanınızdan sonra inkâr
mı ettiniz? Öyleyse inkâr ettiğiniz şey sebebiyle tadın azâbı!”
(.......) Nice yüzlerin ağardığı
ve nice yüzlerin de karardığı o kıyamet gününde,” Yüzleri ağaranlar
mü’minlerdir, yüzleri kararanlar ise kâfirlerdir. Çünkü; beyazlık nurdan
kaynaklandığı gibi karanlık veya siyahlık da
zulmetten kaynaklanır. (.......) kavlindeki
(.......) kelimesi zarf olarak mensûbdur bu ise,
(.......) kavlidir. Ya da
(.......) kelimesi
(.......) kelimesiyle veya
(.......) fiiliyle mensûbdur.
“Yüzleri
kararmış olanlara -misak gününde- şöyle denir: Siz imanınızdan sonra inkâr mı
ettiniz?” Esasen burada murat olunan bütün kâfirlerdir.
Bu görüş Übeyy'e âit olup doğru olan da bu
görüştür.
Ya da bunlardan maksat mürtedler
(dinden dönenler) veya
münâfıklardır.
Yani; siz görünürde inanır
gibi gözüküp gerçekte inancınızı saklayarak kâfir mi oldunuz?
Veya bunlardan maksat kitap
ehli olan Yahûdî ve Hırıstiyanlardır. Bunların îman etmelerinden sonra
kâfirlikleri, Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz henüz
peygamber olarak gönderilmezden önce onun
Allah elçisi olduğunu itiraf ettikleri hâlde,
peygamber olarak gönderilmesinden sonra onu
yalanlamaya kalkışmışlar ve yalanlamışlardır. İşte bu, onların îman etmelerinden
sonra küfre girmeleri demektir.
Diğer taraftan bu cümlenin başmda
yer alması uygun olan, (.......) kavli
mahzûftur.
Yani; hem
(.......) harfi ve hem kavi maddesi hazf
olunmuştur. Çünkü zaten bu, mananın gelişi itibariyle bilinmektedir.
(.......) kelimesinin başındaki
hemze de tevbih yani azarlama ve onların
durumlarından ötürü şaşkınlık ve hayret bildirmek manasınadır.
“Öyleyse
inkâr etliğiniz şey sebebiyle tadın azâbı!”
107
Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmetiyle
cennettedirler ve onlar orada ebedî olarak kakçıdırlar.
“Yüzleri
ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmetiyle
cennettedirler.” Allah'ın rahmeti
demek, onun ebedî olan sevabı demektir. Daha sonra yeni bir girişle Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “ve onlar orada ebedî olarak
kalıcıdırlar. “Oradan bir daha'aynlmazlar ve onlara orada ölüm de yoktur.
108
İşte bunlar sana hak olarak okuduğumuz, Allah'ın ayetleridir.
Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.
“İşte
bunlar sana hak olarak okuyup anlattığımız şeyler,
Allah'ın
ayetleridir.”
Yani; iyilikte bulunanlara
mükâfat vadeden, kötülük işleyenlere de tehdit ve uyanda bulunan ve daha başkaca
hükümler içeren Allah’ın hakkı ve adaleti
gösteren ayetleridirler. Böylece iyilik yapana bunun karşılığı verileceği gibi,
kötülük işleyene de kötülüğünün cezâsı verilecektir.
“Allah
hiçbir kimseye haksızlık etmek islemez.”
Yani;
yüce
Allah suçsuz yere haksızlık ederek asla hiçbir
kuluna haksızlık yapmaz veya bir suçlunun
cezâsmı olması gerekenden fazla olarak vermez ya da iyilikte bulunan bir
kimsenin de sevabmı olması gerekenden düşük olarak vermez, hiçbirine haksızlıkta
bulunmaz.
|