Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

50

 

003 - ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

 

CÜZ :

3

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

10

Şüphesiz ki inkâr edenlerin malları ve evlatları, Allah’a karşı kendilerine hiçbir şey sağlamaz. İşte onlar, ateşin yakıtıdırlar.

Şüphesiz ki, Yahudi, münafık ve diğer kâfirlerden, hakkı söyleyen Muhammedi inkâr edenleri, malları ve evlatları, Allah'ın azabından koni yamayacak ve onlara hiçbir fayda sağlayamayacaktır. Âhirette cehennemin yakıtı işte bunlardır.

* Allah inkâr etmenin en büyük suç olduğunu ve Allah’ı inkâr edenleri hiçbir şeyin kurtaramaycağmı başka bir âyet-i kerime de şöyle beyan ediyor: "İnkâr edip kâfir olarak ölenlerin hiç birinden yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye verseler bile kabul olunmayacaktır. Onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onların bir yardımcıları da yoktur. Al-i İmran sûresi, 3/91

11

Bunların durumu, Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar. Allah da onları günahları sebebiyle yakalayıverdi. Allah, cezası çok şiddetli olandır.

Bu kâfirlerin davranışı, Firavunu ailesinin ve onlardan önce geçen Nuh, Hud, ve Lût gibi Peygamberlerin , azgınlaşan ümmetlerinin davranışları gibidir. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar. Allah da onları günahları sebebiyle yakalayıp helak etti. Malları ve evlatları kendilerine fayda vermedi. Allah, kendisini inkâr edene ve Peygamberini yalanlayana karşı cezalandırması çok şiddetli olandır.

* Allahü teâlâ bu âyette, kâfirleri, daha bu dünyadayken azgınlıkları sebebiyle helak ettiğini beyan etmekte ve mü’minleri, kâfirler karşısında güçsüz olsalar dahi, onlardan çekinmemeye teşvik etmektedir. Bu kâfirlerin akıbeti, Firavun ve diğer azgın kavimlerin akıbeti gibi olabilir. O halde mü’minler, kendilerinden güçlü olsalar bile kâfirlerden korkmamalıdırlar.

Âyet-i kerime’de zikredilen ve "Firavun ailesinin durumu" diye tercüme edilen kelimesi, Reb'i b. Enes tarafından "Firavun ailesinin âdeti" şeklinde, Dehhak, İbn-i Zeyd ve Mücahid tarafından "Firavun ailesinin ameli ve işi" şeklinde, Süddi tarafından ise "Firavun ailesinin yalanlaması" şeklinde izah edilmiştir. Taberi de kelimesinin asıl mânâsının "Bir işi yoğun bir şekilde yapmak ve onu yaparken yorulmak" olduğunu , sonra bu kelimenin hal, durum ve âdet mânâlarında kullanıldığını söylemiştir.

12

Ey Rasûlüm, inkâr edenlere de ki: "Yakında mağlup olacaksınız ve toplatılıp cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir".

Ey Rasûlüm, Yahudilerden olan şu kâfirlere de ki: "Yakında bir hezimete uğratılıp bir araya biriktirilecek ve cehenneme sürüleceksiniz Cehennem ne kötü bir döşektir."

Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerime’nin, Bedir savaşında müşrikler mağlup edildikten sonra, kendilerine Müslüman olmaları teklif edilen Yahudiler hakkında indiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah Bedir savaşında Kureyşlilere ağır kayıplar verdirdikten sonra Medineye gelmiş bütün Yahudileri Beni Kaynuka çarşısında toplamış ve onlara: şunu söylemişti: "Ey Yahudi topluluğu, Ku-reyşin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden Müslüman olun." Bunun üzerine Yahudiler şu cevabı vermişlerdir: "Ey Muhammed, savaşmasını- bilmeyen acemi Kureyşlilerden bir kaç kişiyi öldürmen seni gururlandırmasın. Eğer sen, bizimle savaşacak olsan bizim ne olduğumuzu ve bizim gibileriyle karşılaşmamış olduğunu anlarsın." İşte bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. Ebû Davud, K. el-tmara, bab: 22, Hadis No. 3001

Âyet-i kerime, Yahudilerin de yakında Müslümanlara mağlup olacaklarını haber vermiştir. Nitekim daha sonra Yahudilerle yapılan anlaşmayı onların bozarak müslümanlara ihanet etmeleri üzerine Yahudiler cezalandırılmış ve bir kısmı Medineden sürgün edilmiş, diğer bir kısmı ise öldürülmüştür.

13

(Bedir savaşında) Karşılaşan iki toplulukta sizin için ibret vardır. Birisi Allah yolunda savaşıyordu diğeri ics kâfirdi. Onlar, karşı tarafı gözleriyle iki misli olarak görüyordu. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, görecek gözleri olanlar için bir ibret vardır.

Ey Yahudi topluluğu, savaşta karşı karşıya gelen şu iki taplulukta sizin için konan: "Mağlup olacaksınız." hükmünün doğruluğunu gösteren bir delil ve alâmet vardır. Bunlardan Peygamber ve ashabının meydana getirdiği topluluk, Allah'ın dini için savaşıyordu. Kureyş müşriklerinden oluşan diğer topluluk ise İnkârcılık uğrunda savaşıyordu.

Müslüman topluluk, kâfir topluluğun sayılarının, kendi sayılarının iki katı olduğunu bizzat gözleriyle görüyorlardı. Allah, kullarından dilediğini zaferiyle destekler. Şüphesiz ki az topluluğun, çok topluluğa galip gelmesinde, aklını kullanan ve gerçekleri gören basiret sahipleri için âyetler ve ibretler vardır.

* Âyette zikredilen, iki topluluktan, Allah yolunda savaşanlardan maksat, Abdullah b Abbas, İkrime ve Mücahide göre Bedir savaşında, Kureyş müşriklerine karşı savaşan Resûlüllah ve sahabileridir. Kâfir topluluktan maksat ise bu savaşta Resûlüllah’a karşı savaşan müşriklerdir.

Âyet-i kerime’de: "Onlar, karş tarafı gözleriyle iki misli olarak görüyorlardı." buyurulmaktadır. Kurralâr âyetin bu bölümündeki "Görürler" diye tercüme edilen fiilini üç şekilde okumuşlardır.

1- Medine Kurraları bu fiili şeklinde okumuşlardır. Bu kiraata göre âyetin mânâsı şöyledir. "Ey Yahudiler, birbirleriyle karşı karşıya gelen Müslüman ve müşrik topluluğunda sizin için bir ibret vardır. Bu topluluklardan Müslüman olanlar, Allah yoluda savaşıyorlardı. Kureyş müşrikleri ise müslümanlara karşı mücadele ediyorlardı. Ey Yahudiler, sizler müşriklerin sayısının, Müslümanların iki katı olduğunu bizzat gözünüzle görürsünüz. Buna rağmen Müslümanlar onlara galip gelmişlerdir. Siz de bundan ibret alın. Kureyş müşriklerinin akıbetine uğramayın."

Görüldüğü gibi bu izaha göre Yahudiler, müşriklerin, Müslümanların iki katı olduğunu bizzat gözleriyle görmüşlerdi.

2, Bütün Küfe ve Basra kurraları ve Mekke kurralarının bazıları bu fiili şeklinde okumuşlardır. Bu kirataa göre âyetin mânâsı çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

a- Ey Yahudiler, birbirleriyle karşılaşan toplulukta sizin için bir ibret vardır. Bunlardan bir topluluk Allah yolunda savaşan Müslümanlardır. Diğeri ise İnkârcı olan kâfirlerdir. Müslümanlar, müşrik topluluğun kendilerinin iki katı olduğunu bizzat gözleriyle görmüşlerdir. Buna rağmen yılmamışlar ve onları mağlup etmişlerdir.

Görüldüğü gibi bu izaha göre Allahü teâlâ, müşriklerin gerçek sayısını Müslülanlara az göstermiştir. Çünkü müşriklerin sayısı, Müslümanların üç misli kadar hatta üç mislinden de fazla idi. Allah onların sayısını mü’minlere bu âyette zikredildiği gibi bir ara kendilerinin iki katı kadar gösterdi. Diğer bir durumda da müşriklerin sayısını müslümanlara kendi sayılan kadar gösterdi.

Abdullah b. Mes'ud bu âyet-i kerime’yi okuduktan sonra şunları söylemiştir: "Bu durum, Bedir savaşında olmuştur. Biz, müşriklere baktık. Onların bizim iki katımız olduklarını gördük. Tekrar onlara baktık. Bu defa onların bizden tek bir kişi dahi fazla olmadıklarını gördük. İşte bu son durum, Aziz ve Celil olan Allah'ın şu âyetinde zikredilmektedir. "O gün düşmanla karşılaştığınızda Allah, olması gereken emri yerine getirmek için onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah’a döndürülür. Enfal sûresi, 8/44

b- Abdullah b. Abbas ise burada, görenlerin müslümanlar, görülenlerin de müşrikler olduğunu söylemiş, müslumanların, müşriklerin sayısını kendilerinin iki katı gördüklerini ve bu sayının, müşriklerin gerçek sayısı olduğunu, Allahü teâlânın, onların sayılarını mü’minlerin gözünde azaltmadığını, çünkü onların sayısının altı yüz yirmi altı olduğunu söylemiştir. Ancak Allahü teâlâ, Mü’minlere yardım ederek kâfirleri mağlup ettiğinden, mü’minlerin yükünü bu şekilde hafifletmiştir." demiştir.

Taberi diyor ki: "Abdullah b. Abbastan nakledilen bu görüş, Bedir savaşma katılan müşriklerin sayısı hakkında birbirini destekleyen çeşitli haberlere muhaliftir. Zira, Bedir savaşına katılanların sayıları hakkı nda dokuz yüz ile bin arası mı yoksa bin mi oldukları hakkında ihtilaf edilmiştir. Dokuz yüz'den aşağısı söz konusu olmamıştır. Mesala Hazret-i Ali ve Abdullah b. Mes'ud Bedir savaşma katılan müşriklerin sayısının bin olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Hazret-i Alinin şunlan söylediği rivâyet edilmektedir.

"Biz, Medineye gidince oranın meyvelerinden yedik. Oranın havası bize ağır geldi ve sıcaklık bizi perişan etti. Resûlüllah, Bedir hakkında haber topluyordu. Müşriklerin, oraya yöneldikleri haberi bize ulaşınca Resûlüllah Bedire doğru yürüdü. Bedir. Bir kuyunun adıdır. Biz, müşriklerden önce o kuyuya vardık. Kuyunun başında müşriklerden iki kişi bulduk. Bîri Kureyştendi diğeri de Ukbe b. Ebû Muaytın kölesi idi. Kureyşli olan adam kaçtı. Biz, Ukbe b. Ebi Muaytın kölesini yakalayıp getirdik. Biz ona "Topluluğunuzun sayısı ne kadar?" diye her sorduğumuzda o bize "Vallahi onların sayılan çok, kendileri güçlüdür," diyordu. Müslümanlar da, bunu söyledikçe onu duyuyorlardı. Nihâyet onu Resûlüllah’a getirdiler. Resûlüllah ona "Topluluğunuzun sayısı ne kadar?" dedi. O da: "Vallahi onların sayıları çok, kendileri güçlüdür." dedi. Resûlüllah, sayılarını söylemesi için son derece çaba harcadı. Fakat adam diretti. Sonra Resûlüllah ona: "Kaç deve kesiyorsunuz?" dedi. O da "Her gün on deve." diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Topluluk bin kişidir. Çünkü bir deve yüz kişi içindir." buyurdu Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. t S. 117 Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Biz müşriklerden birini Bedirde esir almıştık. Biz ona "Sayınız kaç kişiydi?" diye sorduk. O da: "Bin kişiydi." dedi.

Urve b. Zübeyr, Katade, Rebi' b. Enes ve ibn-i Cüreyc ise, Bedir savaşına katılan müşriklerin sayısının, bin ile dokuz yüz kişi arasında olduklarını söylemişlerdir. İşte bütün bu Rivâyetler, Abdullah b. Abbastan nakledilen Rivâyete muhaliftir. Bu sebeple müşriklerin sayısı dokuz yüzden fazladır.

c- Diğer bir kısım âlimler ise, Allahü teâlânın, müslümanlara müşriklerin sayısını az gösterdiğini, bunun müslümanlar için bir mucize olduğunu aslında müşriklerinin sayısının, ise dokuz yüzden fazla olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olan âlimlere göre Allahü teâlâ, müşrikleri müslümanlara az göstermiştir. Fakat Allahü teâlâ burada, Yahudilere müşriklerin sayısının müsîüm ani ardan fazla olduğunu buna rağmen müslümanların onlara galip geldiğini beyan etmek istemiştir. Âyetin baş tarafındaki "Sizin için " Zamiri ile açıkça Yahudilere hitabedilmiş, buradaki"Onlar görürler" şeklindeki üçüncü şahıs fiili ile Yahudiler kastedilmiştir. Arapçada ikinci şahsa hitabederken üslubu değiştirip üçüncü şahsa konuşur gibi hitabetmek caizdir ve bu hitap sanatına "İltifat" denmektedir. İşte bu âyette de bu sanat mevcuttur. Nitekim şu âyet-i kerime’de bu sanat açıkça görülmektedir. "Sizi karada ve denizde yürüten Allah’tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri tatlı bir rüzgârla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çıkarak onlara her taraftan gelip çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca "Dini sadece Allah’a tahsis ederek ona şöyle dua ederler: "Yemin olsun ki sen bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz. Yunus sûresi, 10/22 İzahını yaptığımız bu Âl-i İmran suresinin on üçüncü âyetinde ifade edilen "Gö-renler"den maksadın Yahudiler olduğunu söyleyen âlimler demişlerdir ki: "Eğer denecek olursa ki, nasıl olur da Yahudiler, müşrikleri, müslümanların iki katı olarak görmüş olabilirler? Halbu ki müşrikler, müslümanların üç katı idiler. Cevaben deriz ki: "Yahudiler, müşrikleri müslümanların iki katı olarak gördüler." ifadesinden maksat "Yahidiler, müslümanların sayısı ile birlikte müşriklerin sa-yısmı iki kat olarak gördüler." demektir. Buna göre, müşriklerin sayısının dokuz yüzden fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. Arapçada bu gibi üsluplar kullanılmaktadır.

d-

Başka bir kısım âlimler ise, Allahü teâlânın, müslümanları kafirlere, kendi sayılarının iki katı olarak gösterdiğini söylemişlerdir.

Taberi diyor ki: "Bu görüş, âyetin zahirine terstir. Çünkü Allahü teâlâ başka bir âyetinde her bir gurubun gerçek sayısını diğerine az gösterdiğini, müslümanlara zafer nasibetmek için savaşmayı teşvik ettiğini beyan etmiş ve buyurmuştur ki: "O gün düşmanla karşılaştığınızda Allah, olması gereken emri yerine getirmek için onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döndürülür." Enfal sûresi, 8/44

3- Diğer bazı âlimler bu fiili şeklinde okumuşlardır. Mânâsı "Allah onları size iki kat olarak göstemıiştir." şeklindedir.

Taberi diyor ki: "Bu kıraat şekillerinden tercih edilen şeklinde olanıdır. Bunun mânâsı ise "Müslümanlar, kâfir olan fırkayı kendi sayılarının iki katı olarak görüyorlardı." şeklindedir. Allah, kâfirlerin gerçek sayılarını mü’minlere bir defasında bu kadar azaltarak göstermiş diğer bir defasında da kendi sayılan kadar göstermiştir. Başka bir defasında ise onların sayılarını müslümanların gözünde iyice azaltmış. Öyle ki müslümanlar onları, kendi sayilarından daha az olarak tahmin etmişlerdir. Nitekim Abdullah b. Mes'ud bu hususta şöyle demiştir: "Bedir savaşında müşrikler bizim gözümüze az gösterildi. Öyle ki, yanımda bulunan birine dedim ki: "Sen bunların yetmiş kişi olduklarını görüyor musun?" O da dedi ki: "Ben onların yüz kişi olduklarını görüyorum. "Bundan sonra biz, müşriklerden bir adam esir aldık. Ona sorduk ki: "Siz kaç kişiydiniz? O da dedi ki: "Bin kişiydik."

Taberi diyor ki: "Abdullah b. Mesuddan nakklilen bu haber göstennektedir ki Müslümanlar, müşriklerin sayısını değişik zamanlarda, farklı şekillerde takdir etmişlerdir. Hepsinde de onları, gerçek sayılarından daha az gömıüşlerdir. Allahü teâlâ, müslümanların bu halini, iki fırkanın da gerçek sayısını bilen Yahudilere haber vererek onları, ibret almaya, sayılarının çokluğu ile gururlanmamaya ve müşriklerin başına gelenlerin kendi başlarına gelmesinden kaçınmaya çağınnıştır.

Bazı âlimler, iki taraftan birinin diğerini çok gömıesi ifadesinden, sayıları çok görülenlerin mü’minler olduğunu zira gökten meleklerin inerek mü’minleri desteklediklerini söylemişlerdir. Diğer bazı alimler ise, sayılan çok görülenlerin kâfirler olduğunu söylemişlerdir. Bunlar diyorlar ki: "Bedir savaşında mü’minlerin sayılan üç yüz küsur kişi iken kâfirlerin sayısı dokuz yüz küsur idi." Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

Mücahid diyor ki: "İki topluluğun karşılaştığı gün, müslüman ve kâfir toplulukların karşı karşıya geldiği Bedir savaşı günüdür."

14

Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşlere, besili atlara, havyanlara ve ekinlere karşı duyulan aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Oysa bunlar, sadece dünya hayatının geçici malıdır. Varılacak güzel yer ise Allah katındadır.

İnsanlara, arzuladıkları, kadın, oğul, kantar kantar altın ve gümüş, görenlerin boşuna giden mükemmel güzilliklere sahip besili ve nişanlı atlar, deve sığır, koyun gibi havyanlar ve ekinler güzel gösterildi. Bu sayılanlar, dünya hayatında hoşa giden geçimliklerdir. Allah'ın katında ise, takva sahipleri için, gidilecek güzel yerler vardır.

*Âyfet-i kerime, dünya nimetlerinden insanın en çok hoşuna giden şeyleri zikretmekte ve bunların, hayır yolunda kullanılmadıkları takdirde kişiyi gaflete düşürüp rabbinden uzaklaştırabileceklerine dikkati çekmekte ve bunların başında da kadınları zikretmektedir.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım Buhari. K. en-Nikâh, bab: 17/Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 31 Hadis No. 2780 İbn-i Macc, K. el-Fiten bab: 19, Hadis No: 3998

Yine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlara hitaber şöyle buyurmuştur:

"Ben, akh ve dini eksik olan siz kadınlardan, kararlı bir erkeğin aklını daha çok çelen bir varlık görmedim." Kadınlar:

Ey Allah'ın Resulü, dinimizin ve aklımızın eksikliği nedir? diye sordular. Resûlüllah buna cevaben buyurdu ki:

Bir kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğinin yarısı değilmidir." (Bir erkeğin şahitliği yerine iki kadının şahitliği gerekmiyor mu)? Kadınlar dediler ki:

- Evet. "Resûlüllah da buyurdu ki:

- İşte bu, kadının aklının eksikliğindendir. "Ve tekrar sordu: "

- Kadın, hayız halindeyken namazını ve orcunu bırakmaz mı? Dediler ki:

- Evet. Resûlüllah bunun üzerine de buyurdu ki:

- "İşte bu da onun dininin eksikliğindendir. Buhari, K. el-Hayztw bab. K. ez-Zekât, bab: 44/Müslim K. el-iman b. 132 HN 79

Oğulların ve malların da insanlar için bir imtihan vesilesi olduğunu şu âyet-i kerime de ifade etmektedir: "Bilin ki mallarınız ve oğullarınız sizin için ancak bir imtihandır. Büyük mükâfaat ise elbette Allah nezdindedir. En fal sûresi. 8/28

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kişinin sahip olduğu atların da kendisini yoldan çıkarmaya vesile olabileceğini beyanla buyuruyor ki:

"At bazı kimseler için sevap işleme vasıtası, bazı kimseler için ihtiyaç giderme vasıtası bazi kimseler için de bir günah işleme aracıdır. At, şu kimseler için sevap işleme vasıtasıdır: O kimse atını Allah yolunda kullanır. Onu çayıra veya bahçye bağlar. At ipinde bağlı iken bile, çayır ve bahçeden dokunduğu şeyler o kişi için sevap kaynağıdır. Şâyet ipini koparıp bir veya iki kere yukarı kalkarak şahlanacak olsa, bundan meydana gelen iz ve eserler ve dışkı dahi o kişi için sevap kaynağıdır. Şâyet at, sahibinin arzusu hilafına, geçtiği bir nehirden su içse bile bu da o kişi için bir sevap kaynağıdır. Evet, böyle bir at, sahibi için sevap kaynağıdır. At, şu kimse için de ihtiyaç giderme vasıtasıdır. O kimse atını, kimseye muhtaç olmamak ve iffetli bir şekilde yaşamak için besler. Sonra da Allah'ın, o atın boynu ve sırtı üzerindeki hakkını unutmaz. İşte at bu kişi için vasıtasıdır. O kimse atı, böbürlenerek ve gösteriş için ve müslümanlara karşı kullanmak için besler. İşte bu kimsenin beslediği at kendisi için bir günah işleme vasıtasıdır. Buhari, K. el-Müsâkat, bab: 12, K. el-Cihad b. 48/Müslim K. ez-Zekât bab: 24 I İN. 987

Taberi diyor ki: "Bu âyet-i kerime, Resûlüllah’ın, Allah'ın hak Peygamberi olduğunu bildikleri halde ona tabi olmayan Yahudileri kınamaktır.

Âyet-i kerime’de geçen kelimesinde ifade edilen miktarın ölçüsünün ne olduğu hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir.

a- Muaz b. Cebel, Abdullah b. Ömer, Asım b. Ebinnücud, Ebû Hureyre ve Übey b. Kâ'ba göre bir kıntar, bin iki yüz Ukıyyedir. Bir Uk'iyye bir "Rıtl"ın on ikide biri. Bir "Rıil" ise yaklaşık 2564 gramdır.

Bu hususta Taberi, Übey b. Kâ'b'ın Resûlüllahtan, bir kınların bin iki yüz Ukiyye olduğuna dair bir hadis Rivâyet ettiğini zikretmiştir.

b- Hasan-ı Basri, Abdullah b. Abbas ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bir Kıntar, bin iki yüz Dinardır. Bu hususta da Taberi Hasan-ı Basrinin, Resûlüllahtan Mürsel bir hadis Rivâyet ettiğini zikretmiştir.

c- Abdullah b. Abbas, Dehhak ve Hasan-ı Basriden nakledilen diğer bir görüşe göre bir Kıntar'dan maksat, on iki bin Dirhem veya Bin Dinardır.

d- Said b. el-Müseyyeb, Katade, Ebû Salih ve Süddiden nakledilen başka bir görüşe göre bir Kıntar, seksen bin dirhem veya yüz Rıtl'dır.

e- Mücahid ve Abdullah b. Ömerden nakledilen başka bir görüşe göre bir Kıntar, yetmiş bin Dinardır Bkz. Darimi, K. Fadail el-Kur'an bab: 32

f- Ebû Nadraya göre bir Kıntar, bir öküz derisi dolusu kadar altındır Bkz. Darimi, K. Fadail el-Kur'an bab: 30, 31

Rebi' b. Enese göre bir Kıntar "Çokça mal" demektir.

Taberi diyor ki: " Arapçayı bilen ilim erbabı, Arapların kınları belli bir ölçüyle smirlamadaklarını, bu kelimenin, ağırlığı ölçülen cisimler için kullanıldığını söylemişlerdir. Bu görüşün isabetli olması gerekir. Çünkü o belli bir miktar olsaydı yukarıda izah edilen farklı görüşler ortaya çıkmazdı. Kıntar hakkında doğru olan görüş Rebi' b. Enesin dediği gibi onun "Çok mal" demek olduğunu söyleyen görüştür.

Âyette geçen ve "Kıntar" kelimesinin pekiştirici sıfatı gibi tercüme edilen kelimesinden maksat, Rebi' b. Enes, Katade ve Dehhaka göre "kat kat ve çokça" demektir. Süddiye göre ise bu kelimeden maksat, "Dinar ve dirhem şeklinde basılmış" demektir.

Taberi diyor ki: "Kıntar kelimesinin ifade ettiği miktar hakkında Enes b. Mâlikin, Resûlüllahtan bir hadis Rivâyet ettiği zikredilmektedir. O da Resûlüllah’ın "Kıntar iki bindir." Hadisidir, Şâyet bu hadisin senedi sahih olsaydı bunu bırakıp başkasına başvurmazdık.

Âyet-i kerime’de, atların sıfatı olarak zikredilen ve "Besili" diye tercüme edilen kelimesi, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

a- Said b. Cübeyr, Abdurrahman b. Ebza, Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basri Rebi' b Enes ve Mücahidden nakledilen bir görüşe göre kelimesinden maksat, "Otlayan" demektir.

b- Mücahid, İkrime, ve Süddiden nakledilen başka bir görüşe göre burada geçen kelimesinden maksat, "Güzel ve mükemmel" demektir.

c- Abdullah b. Abbas ve Katadeden nakledilen diğer bir görüşe göre kelimesinden maksat "Nişaneli ve alâmetli" demektir.

d- İbn-i Zeyde göre kelimesinden maksat, "Cihad için hazırlanmış" demektir.

Taberi diyor ki: "Atların sıfatı olarak zikredilen kelimesi hakkında beyan edilen görüşlerden tercihe şayan olan "Alaca olarak nişanlanan ve güzel görünümlü olan" demektir. Zira Arapçada kelimesinin mânâsı "Nişanlanmak ve belirtmek" demektir. Güzel görünümlü atlar, Allahü teâlâ tarafından, renkleri ve alacahklarıyla nişanelenmiş, şekilleri güzel gösterilmiştir.

Âyet-i kerime’de zikredilen diğer "Hayvanlardan maksat ise, En'am suresinin yüz kırk üç ve yüz kırk dördüncü âyetlerinde zikredilen, koyun, keçi, sığır ve devedir.

Âyet-i kerime’nin sonunda "Varılacak güzel yer ise Allah'ın katındadır." buyrulmaktadır.

Taberi diyor ki: Eğer denilecek olursa ki "Kıyamet gününde Allah'ın nezdinde can yakıcı azap ve dehşetli bir ceza bulunduğu halde, nasıl oluyor da Allah'ın katında varılacak güzel bir yer bulunduğu zikrediliyor? Cevaben denilir ki: "Burada, özel vasıftaki insanların varacakları yer bildirilmektedir. Bunlar da takva sahibi mü’minlerdir. Eğer o varılacak güzel yerin neresi olduğu sorulacak olursa oranın, bundan sonra gelen âyette, Allahü teâlânın zikrettiği yer olduğu söylenir.

15

Ey Rasûlüm, de ki: "Size, bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’tan korkanlar için rableri katında, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kullarını çok iyi görendir.

Ey Rasûlüm, de ki: "Dünya hayatının çok sevilen geçimliklerinden daha üstün ve hayırlısını size bildirip öğreteyim mi? Şöyle ki: Allah'ın farzlarım yerine getirip yasaklarından kaçınarak ona itaat eden ve ondan korkanlar için rableri katında, altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi olarak kalacakları cennetler, dünyadaki kadınlarda bulunan hayız ve nifas gibi tiskindirici şeyler kendilerinde bulunmayan tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kullarının yaptıklarını çok iyi görür. Kimin kendisinden korktuğunu, kimin de kendisine karşı çıkıp isyan ettiğini iyi bilir. İyilik yapanı mükâfaatlandırır, kötülük yapanı ise cezalandırır.

* Müfessirler, bu âyetteki soru cümlesinin nerede bittiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a-

Bazılarına göre ifadesinde bitmiştir. Buna göre âyetin mânâsı "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi?" demektir.

Taberi bu görüşü tercih etmiştir.

b-

Diğer

bazılarına göre soru ifadesinde bitmiştir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Ben size, rablerinden korkanlar için daha hayırlı olanı haber vereyim mi?"

Allahü teâlâ burada, en sonunda cennetlikleri rızasına kavuştaracağını zikretmiştir. Çünkü nimetlerin en yücesi, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bu sebeplerdir ki mü’minler birbirlerine dua edip en iyi dileklerini sunarlarken "Allah senden razı olsun" temennisinde bulunurlar. Bu hususta Ebû Said el-Hudriden Resûlüllah’ın şöyle buyurduğu Rivâyet edilmiştir:

"Allah, cennetliklere, "Ey cennetlikler," diye seslenecek, onlar da "Lebbeyk ve Sa'deyk" "Emret, emret. Emrinle mutluyuz, emrinle mutluyuz ey rabbimiz. Hayır senin ellerindedir." derler. Allah da "Razı oldunuz mu?"diye sorar. Onlar da "Ey rabbimiz, nasıl razı olmayalım? Sen bize, yaratıklarından hiçbir kimseye vermediğin nimetleri verdin." derler. Allah: "Ben size, bunlardan daha üstünün vereyim mi?"der. Onlard da "Ey rabbimiz, bunladan daha üstün ne olabilir?" derler. Allah da "Sizin üzerinize rızamı indiririm, artık ondan sonra size bir daha gazap etmem."der Müslim, K. el-Cennet, bab: 9 Hadis No: 2829

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç