Şüphesiz ki inkâr
edenlerin malları ve evlatları, Allah’a karşı kendilerine hiçbir şey sağlamaz.
İşte onlar, ateşin yakıtıdırlar.
Şüphesiz ki, Yahudi, münafık ve diğer kâfirlerden,
hakkı söyleyen Muhammedi inkâr
edenleri, malları ve evlatları, Allah'ın azabından koni yamayacak ve onlara
hiçbir fayda sağlayamayacaktır. Âhirette cehennemin yakıtı işte bunlardır.
* Allah inkâr etmenin en büyük suç olduğunu ve
Allah’ı inkâr edenleri hiçbir şeyin kurtaramaycağmı başka bir
âyet-i kerime de şöyle beyan ediyor: "İnkâr
edip kâfir olarak ölenlerin hiç birinden yeryüzünü dolduracak kadar altın fidye
verseler bile kabul olunmayacaktır. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.
Onların bir yardımcıları da yoktur. Al-i İmran sûresi,
3/91
Bunların durumu, Firavun
ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar, âyetlerimizi
yalanladılar. Allah da onları günahları sebebiyle yakalayıverdi. Allah, cezası
çok şiddetli olandır.
Bu kâfirlerin davranışı, Firavunu ailesinin ve
onlardan önce geçen Nuh, Hud, ve Lût gibi Peygamberlerin , azgınlaşan
ümmetlerinin davranışları gibidir. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar. Allah da
onları günahları sebebiyle yakalayıp helak etti. Malları ve evlatları
kendilerine fayda vermedi. Allah, kendisini inkâr edene ve Peygamberini
yalanlayana karşı cezalandırması çok şiddetli olandır.
* Allahü teâlâ
bu âyette, kâfirleri, daha bu dünyadayken azgınlıkları sebebiyle helak ettiğini
beyan etmekte ve mü’minleri, kâfirler karşısında güçsüz olsalar dahi, onlardan
çekinmemeye teşvik etmektedir. Bu kâfirlerin akıbeti, Firavun ve diğer azgın
kavimlerin akıbeti gibi olabilir. O halde mü’minler, kendilerinden güçlü olsalar
bile kâfirlerden korkmamalıdırlar.
Âyet-i kerime’de
zikredilen ve "Firavun ailesinin durumu" diye tercüme edilen kelimesi, Reb'i b.
Enes tarafından "Firavun ailesinin âdeti" şeklinde,
Dehhak, İbn-i Zeyd ve
Mücahid tarafından "Firavun ailesinin ameli
ve işi" şeklinde, Süddi tarafından ise
"Firavun ailesinin yalanlaması" şeklinde izah edilmiştir.
Taberi de kelimesinin asıl mânâsının "Bir
işi yoğun bir şekilde yapmak ve onu yaparken yorulmak" olduğunu , sonra bu
kelimenin hal, durum ve âdet mânâlarında kullanıldığını söylemiştir.
Ey Rasûlüm, inkâr
edenlere de ki: "Yakında mağlup olacaksınız ve toplatılıp cehenneme
sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir".
Ey Rasûlüm, Yahudilerden olan şu kâfirlere de ki:
"Yakında bir hezimete uğratılıp bir araya biriktirilecek ve cehenneme
sürüleceksiniz Cehennem ne kötü bir döşektir."
Abdullah b. Abbas
bu âyet-i kerime’nin,
Bedir savaşında müşrikler mağlup edildikten sonra, kendilerine Müslüman olmaları
teklif edilen Yahudiler hakkında indiğini söylemiştir.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Resûlüllah Bedir savaşında
Kureyşlilere ağır kayıplar verdirdikten sonra Medineye gelmiş bütün Yahudileri
Beni Kaynuka çarşısında toplamış ve onlara: şunu söylemişti: "Ey Yahudi
topluluğu, Ku-reyşin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden Müslüman olun."
Bunun üzerine Yahudiler şu cevabı vermişlerdir: "Ey Muhammed, savaşmasını-
bilmeyen acemi Kureyşlilerden bir kaç kişiyi öldürmen seni gururlandırmasın.
Eğer sen, bizimle savaşacak olsan bizim ne olduğumuzu ve bizim gibileriyle
karşılaşmamış olduğunu anlarsın." İşte bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.
Ebû Davud, K. el-tmara, bab: 22, Hadis No. 3001
Âyet-i kerime,
Yahudilerin de yakında Müslümanlara mağlup olacaklarını haber vermiştir. Nitekim
daha sonra Yahudilerle yapılan anlaşmayı onların bozarak müslümanlara ihanet
etmeleri üzerine Yahudiler cezalandırılmış ve bir kısmı Medineden sürgün
edilmiş, diğer bir kısmı ise öldürülmüştür.
(Bedir savaşında)
Karşılaşan iki toplulukta sizin için ibret vardır. Birisi Allah yolunda
savaşıyordu diğeri ics kâfirdi. Onlar, karşı tarafı gözleriyle iki misli olarak
görüyordu. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, görecek
gözleri olanlar için bir ibret vardır.
Ey Yahudi topluluğu, savaşta karşı karşıya gelen
şu iki taplulukta sizin için konan: "Mağlup olacaksınız." hükmünün doğruluğunu
gösteren bir delil ve alâmet vardır. Bunlardan Peygamber ve ashabının meydana
getirdiği topluluk, Allah'ın dini için savaşıyordu. Kureyş müşriklerinden oluşan
diğer topluluk ise İnkârcılık uğrunda savaşıyordu.
Müslüman topluluk, kâfir topluluğun sayılarının,
kendi sayılarının iki katı olduğunu bizzat gözleriyle görüyorlardı. Allah,
kullarından dilediğini zaferiyle destekler. Şüphesiz ki az topluluğun, çok
topluluğa galip gelmesinde, aklını kullanan ve gerçekleri gören basiret
sahipleri için âyetler ve ibretler vardır.
* Âyette zikredilen, iki topluluktan, Allah
yolunda savaşanlardan maksat, Abdullah b Abbas,
İkrime ve Mücahide göre Bedir
savaşında, Kureyş müşriklerine karşı savaşan
Resûlüllah ve sahabileridir.
Kâfir topluluktan maksat ise bu savaşta
Resûlüllah’a karşı savaşan müşriklerdir.
Âyet-i kerime’de:
"Onlar, karş tarafı gözleriyle iki misli olarak görüyorlardı." buyurulmaktadır.
Kurralâr âyetin bu bölümündeki "Görürler" diye tercüme edilen fiilini üç şekilde
okumuşlardır.
1- Medine
Kurraları bu fiili şeklinde okumuşlardır. Bu kiraata göre âyetin mânâsı
şöyledir. "Ey Yahudiler, birbirleriyle karşı karşıya gelen Müslüman ve müşrik
topluluğunda sizin için bir ibret vardır. Bu topluluklardan Müslüman olanlar,
Allah yoluda savaşıyorlardı. Kureyş müşrikleri ise müslümanlara karşı mücadele
ediyorlardı. Ey Yahudiler, sizler müşriklerin sayısının, Müslümanların iki katı
olduğunu bizzat gözünüzle görürsünüz. Buna rağmen Müslümanlar onlara galip
gelmişlerdir. Siz de bundan ibret alın. Kureyş müşriklerinin akıbetine
uğramayın."
Görüldüğü gibi bu izaha göre Yahudiler,
müşriklerin, Müslümanların iki katı olduğunu bizzat gözleriyle görmüşlerdi.
2, Bütün
Küfe ve Basra kurraları ve Mekke kurralarının bazıları bu fiili şeklinde
okumuşlardır. Bu kirataa göre âyetin mânâsı çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
a- Ey
Yahudiler, birbirleriyle karşılaşan toplulukta sizin için bir ibret vardır.
Bunlardan bir topluluk Allah yolunda savaşan Müslümanlardır. Diğeri ise İnkârcı
olan kâfirlerdir. Müslümanlar, müşrik topluluğun kendilerinin iki katı olduğunu
bizzat gözleriyle görmüşlerdir. Buna rağmen yılmamışlar ve onları mağlup
etmişlerdir.
Görüldüğü gibi bu izaha göre
Allahü teâlâ, müşriklerin gerçek sayısını
Müslülanlara az göstermiştir. Çünkü müşriklerin sayısı, Müslümanların üç misli
kadar hatta üç mislinden de fazla idi. Allah onların sayısını mü’minlere bu
âyette zikredildiği gibi bir ara kendilerinin iki katı kadar gösterdi. Diğer bir
durumda da müşriklerin sayısını müslümanlara kendi sayılan kadar gösterdi.
Abdullah b. Mes'ud
bu âyet-i kerime’yi
okuduktan sonra şunları söylemiştir: "Bu durum, Bedir savaşında olmuştur. Biz,
müşriklere baktık. Onların bizim iki katımız olduklarını gördük. Tekrar onlara
baktık. Bu defa onların bizden tek bir kişi dahi fazla olmadıklarını gördük.
İşte bu son durum, Aziz ve Celil olan Allah'ın şu âyetinde zikredilmektedir. "O
gün düşmanla karşılaştığınızda Allah, olması gereken emri yerine getirmek için
onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu.
Bütün işler Allah’a döndürülür. Enfal sûresi, 8/44
b-
Abdullah b. Abbas ise burada, görenlerin
müslümanlar, görülenlerin de müşrikler olduğunu söylemiş, müslumanların,
müşriklerin sayısını kendilerinin iki katı gördüklerini ve bu sayının,
müşriklerin gerçek sayısı olduğunu, Allahü teâlânın,
onların sayılarını mü’minlerin gözünde azaltmadığını, çünkü onların sayısının
altı yüz yirmi altı olduğunu söylemiştir. Ancak
Allahü teâlâ, Mü’minlere yardım ederek kâfirleri mağlup ettiğinden,
mü’minlerin yükünü bu şekilde hafifletmiştir." demiştir.
Taberi
diyor ki: "Abdullah b. Abbastan nakledilen bu
görüş, Bedir savaşma katılan müşriklerin sayısı hakkında birbirini destekleyen
çeşitli haberlere muhaliftir. Zira, Bedir savaşına katılanların sayıları hakkı
nda dokuz yüz ile bin arası mı yoksa bin mi oldukları hakkında ihtilaf
edilmiştir. Dokuz yüz'den aşağısı söz konusu olmamıştır. Mesala
Hazret-i Ali ve
Abdullah b. Mes'ud Bedir savaşma katılan müşriklerin sayısının bin
olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Hazret-i Alinin
şunlan söylediği rivâyet edilmektedir.
"Biz, Medineye gidince oranın meyvelerinden yedik.
Oranın havası bize ağır geldi ve sıcaklık bizi perişan etti.
Resûlüllah, Bedir hakkında haber
topluyordu. Müşriklerin, oraya yöneldikleri haberi bize ulaşınca
Resûlüllah Bedire doğru yürüdü. Bedir.
Bir kuyunun adıdır. Biz, müşriklerden önce o kuyuya vardık. Kuyunun başında
müşriklerden iki kişi bulduk. Bîri Kureyştendi diğeri de Ukbe b. Ebû Muaytın
kölesi idi. Kureyşli olan adam kaçtı. Biz, Ukbe b. Ebi Muaytın kölesini
yakalayıp getirdik. Biz ona "Topluluğunuzun sayısı ne kadar?" diye her
sorduğumuzda o bize "Vallahi onların sayılan çok, kendileri güçlüdür," diyordu.
Müslümanlar da, bunu söyledikçe onu duyuyorlardı. Nihâyet onu
Resûlüllah’a getirdiler.
Resûlüllah ona "Topluluğunuzun sayısı ne
kadar?" dedi. O da: "Vallahi onların sayıları çok, kendileri güçlüdür." dedi.
Resûlüllah, sayılarını söylemesi için son
derece çaba harcadı. Fakat adam diretti. Sonra
Resûlüllah ona: "Kaç deve kesiyorsunuz?" dedi. O da "Her gün on
deve." diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlüllah:
"Topluluk bin kişidir. Çünkü bir deve yüz kişi içindir." buyurdu
Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C. t S. 117 Abdullah b. Mes'ud
diyor ki: "Biz müşriklerden birini Bedirde esir almıştık. Biz ona "Sayınız kaç
kişiydi?" diye sorduk. O da: "Bin kişiydi." dedi.
Urve b. Zübeyr, Katade,
Rebi' b. Enes ve
ibn-i Cüreyc ise, Bedir savaşına katılan müşriklerin sayısının, bin ile
dokuz yüz kişi arasında olduklarını söylemişlerdir. İşte bütün bu Rivâyetler,
Abdullah b. Abbastan nakledilen Rivâyete
muhaliftir. Bu sebeple müşriklerin sayısı dokuz yüzden fazladır.
c-
Diğer bir kısım âlimler ise,
Allahü teâlânın, müslümanlara müşriklerin
sayısını az gösterdiğini, bunun müslümanlar için bir mucize olduğunu aslında
müşriklerinin sayısının, ise dokuz yüzden fazla olduğunu söylemişlerdir. Bu
görüşte olan âlimlere göre Allahü teâlâ,
müşrikleri müslümanlara az göstermiştir. Fakat Allahü
teâlâ burada, Yahudilere müşriklerin sayısının müsîüm ani ardan fazla
olduğunu buna rağmen müslümanların onlara galip geldiğini beyan etmek
istemiştir. Âyetin baş tarafındaki "Sizin için " Zamiri ile açıkça Yahudilere
hitabedilmiş, buradaki"Onlar görürler" şeklindeki
üçüncü şahıs fiili ile Yahudiler kastedilmiştir. Arapçada
ikinci şahsa hitabederken üslubu değiştirip
üçüncü şahsa konuşur gibi hitabetmek caizdir ve
bu hitap sanatına "İltifat" denmektedir. İşte bu âyette de bu sanat mevcuttur.
Nitekim şu âyet-i kerime’de
bu sanat açıkça görülmektedir. "Sizi karada ve denizde yürüten Allah’tır.
Bulunduğunuz gemi, içindekileri tatlı bir rüzgârla muntazam götürürken ve
yolcular da neşeli iken bir fırtına çıkarak onlara her taraftan gelip çepeçevre
kuşatıldıklarını anlayınca "Dini sadece Allah’a tahsis ederek ona şöyle dua
ederler: "Yemin olsun ki sen bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz.
Yunus sûresi, 10/22 İzahını yaptığımız bu Âl-i
İmran suresinin on üçüncü âyetinde ifade edilen
"Gö-renler"den maksadın Yahudiler olduğunu söyleyen âlimler demişlerdir ki:
"Eğer denecek olursa ki, nasıl olur da Yahudiler, müşrikleri, müslümanların iki
katı olarak görmüş olabilirler? Halbu ki müşrikler, müslümanların üç katı
idiler. Cevaben deriz ki: "Yahudiler, müşrikleri müslümanların iki katı olarak
gördüler." ifadesinden maksat "Yahidiler, müslümanların sayısı ile birlikte
müşriklerin sa-yısmı iki kat olarak gördüler." demektir. Buna göre, müşriklerin
sayısının dokuz yüzden fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. Arapçada bu gibi
üsluplar kullanılmaktadır.
d-
Başka bir kısım
âlimler ise, Allahü teâlânın,
müslümanları kafirlere, kendi sayılarının iki katı olarak gösterdiğini
söylemişlerdir.
Taberi
diyor ki: "Bu görüş, âyetin zahirine terstir. Çünkü
Allahü teâlâ başka bir âyetinde her bir gurubun gerçek sayısını
diğerine az gösterdiğini, müslümanlara zafer nasibetmek için savaşmayı teşvik
ettiğini beyan etmiş ve buyurmuştur ki: "O gün düşmanla karşılaştığınızda Allah,
olması gereken emri yerine getirmek için onları sizin gözlerinize az gösteriyor,
sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döndürülür."
Enfal sûresi, 8/44
3- Diğer
bazı âlimler bu fiili şeklinde okumuşlardır. Mânâsı "Allah onları size iki kat
olarak göstemıiştir." şeklindedir.
Taberi
diyor ki: "Bu kıraat şekillerinden tercih edilen şeklinde olanıdır. Bunun mânâsı
ise "Müslümanlar, kâfir olan fırkayı kendi sayılarının iki katı olarak
görüyorlardı." şeklindedir. Allah, kâfirlerin gerçek sayılarını mü’minlere bir
defasında bu kadar azaltarak göstermiş diğer bir defasında da kendi sayılan
kadar göstermiştir. Başka bir defasında ise onların sayılarını müslümanların
gözünde iyice azaltmış. Öyle ki müslümanlar onları, kendi sayilarından daha az
olarak tahmin etmişlerdir. Nitekim Abdullah b.
Mes'ud bu hususta şöyle demiştir: "Bedir savaşında müşrikler bizim
gözümüze az gösterildi. Öyle ki, yanımda bulunan birine dedim ki: "Sen bunların
yetmiş kişi olduklarını görüyor musun?" O da dedi ki: "Ben onların yüz kişi
olduklarını görüyorum. "Bundan sonra biz, müşriklerden bir adam esir aldık. Ona
sorduk ki: "Siz kaç kişiydiniz? O da dedi ki: "Bin kişiydik."
Taberi
diyor ki: "Abdullah b. Mesuddan nakklilen bu haber göstennektedir ki
Müslümanlar, müşriklerin sayısını değişik zamanlarda, farklı şekillerde takdir
etmişlerdir. Hepsinde de onları, gerçek sayılarından daha az gömıüşlerdir.
Allahü teâlâ, müslümanların bu halini, iki
fırkanın da gerçek sayısını bilen Yahudilere haber vererek onları, ibret almaya,
sayılarının çokluğu ile gururlanmamaya ve müşriklerin başına gelenlerin kendi
başlarına gelmesinden kaçınmaya çağınnıştır.
Bazı âlimler, iki taraftan birinin diğerini çok
gömıesi ifadesinden, sayıları çok görülenlerin mü’minler olduğunu zira gökten
meleklerin inerek mü’minleri desteklediklerini söylemişlerdir. Diğer bazı
alimler ise, sayılan çok görülenlerin kâfirler olduğunu söylemişlerdir. Bunlar
diyorlar ki: "Bedir savaşında mü’minlerin sayılan üç yüz küsur kişi iken
kâfirlerin sayısı dokuz yüz küsur idi." Taberi bu
görüşü tercih etmiştir.
Mücahid diyor
ki: "İki topluluğun karşılaştığı gün, müslüman ve kâfir toplulukların karşı
karşıya geldiği Bedir savaşı günüdür."
Kadınlara, oğullara,
kantar kantar altın ve gümüşlere, besili atlara, havyanlara ve ekinlere karşı
duyulan aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Oysa bunlar, sadece dünya
hayatının geçici malıdır. Varılacak güzel yer ise Allah katındadır.
İnsanlara, arzuladıkları, kadın, oğul, kantar
kantar altın ve gümüş, görenlerin boşuna giden mükemmel güzilliklere sahip
besili ve nişanlı atlar, deve sığır, koyun gibi havyanlar ve ekinler güzel
gösterildi. Bu sayılanlar, dünya hayatında hoşa giden geçimliklerdir. Allah'ın
katında ise, takva sahipleri için, gidilecek güzel yerler vardır.
*Âyfet-i kerime, dünya nimetlerinden insanın en
çok hoşuna giden şeyleri zikretmekte ve bunların, hayır yolunda
kullanılmadıkları takdirde kişiyi gaflete düşürüp rabbinden
uzaklaştırabileceklerine dikkati çekmekte ve bunların başında da kadınları
zikretmektedir.
Peygamber
efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)
de bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha
zararlı bir fitne bırakmadım Buhari. K. en-Nikâh, bab:
17/Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 31 Hadis No. 2780 İbn-i Macc, K. el-Fiten bab: 19,
Hadis No: 3998
Yine Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlara hitaber
şöyle buyurmuştur:
"Ben, akh ve dini eksik olan siz kadınlardan,
kararlı bir erkeğin aklını daha çok çelen bir varlık görmedim." Kadınlar:
Ey Allah'ın Resulü, dinimizin ve aklımızın
eksikliği nedir? diye sordular. Resûlüllah
buna cevaben buyurdu ki:
Bir kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğinin
yarısı değilmidir." (Bir erkeğin şahitliği yerine iki kadının şahitliği
gerekmiyor mu)? Kadınlar dediler ki:
- Evet. "Resûlüllah
da buyurdu ki:
- İşte bu, kadının aklının eksikliğindendir. "Ve
tekrar sordu: "
- Kadın, hayız halindeyken namazını ve orcunu
bırakmaz mı? Dediler ki:
- Evet. Resûlüllah
bunun üzerine de buyurdu ki:
- "İşte bu da onun dininin eksikliğindendir.
Buhari, K. el-Hayztw bab. K. ez-Zekât, bab: 44/Müslim
K. el-iman b. 132 HN 79
Oğulların ve malların da insanlar için bir imtihan
vesilesi olduğunu şu âyet-i kerime de
ifade etmektedir: "Bilin ki mallarınız ve oğullarınız sizin için ancak bir
imtihandır. Büyük mükâfaat ise elbette Allah nezdindedir.
En fal sûresi. 8/28
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) kişinin sahip
olduğu atların da kendisini yoldan çıkarmaya vesile olabileceğini beyanla
buyuruyor ki:
"At bazı kimseler için sevap işleme vasıtası, bazı
kimseler için ihtiyaç giderme vasıtası bazi kimseler için de bir günah işleme
aracıdır. At, şu kimseler için sevap işleme vasıtasıdır: O kimse atını Allah
yolunda kullanır. Onu çayıra veya bahçye bağlar. At ipinde bağlı iken bile,
çayır ve bahçeden dokunduğu şeyler o kişi için sevap kaynağıdır. Şâyet ipini
koparıp bir veya iki kere yukarı kalkarak şahlanacak olsa, bundan meydana gelen
iz ve eserler ve dışkı dahi o kişi için sevap kaynağıdır. Şâyet at, sahibinin
arzusu hilafına, geçtiği bir nehirden su içse bile bu da o kişi için bir sevap
kaynağıdır. Evet, böyle bir at, sahibi için sevap kaynağıdır. At, şu kimse için
de ihtiyaç giderme vasıtasıdır. O kimse atını, kimseye muhtaç olmamak ve iffetli
bir şekilde yaşamak için besler. Sonra da Allah'ın, o atın boynu ve sırtı
üzerindeki hakkını unutmaz. İşte at bu kişi için vasıtasıdır. O kimse atı,
böbürlenerek ve gösteriş için ve müslümanlara karşı kullanmak için besler. İşte
bu kimsenin beslediği at kendisi için bir günah işleme vasıtasıdır.
Buhari, K. el-Müsâkat, bab: 12, K. el-Cihad b.
48/Müslim K. ez-Zekât bab: 24 I İN. 987
Taberi
diyor ki: "Bu âyet-i kerime,
Resûlüllah’ın, Allah'ın hak Peygamberi
olduğunu bildikleri halde ona tabi olmayan Yahudileri kınamaktır.
Âyet-i kerime’de
geçen kelimesinde ifade edilen miktarın ölçüsünün ne olduğu hususunda çeşitli
görüşler zikredilmiştir.
a- Muaz b.
Cebel, Abdullah b. Ömer, Asım b. Ebinnücud,
Ebû Hureyre ve Übey b. Kâ'ba göre bir
kıntar, bin iki yüz Ukıyyedir. Bir Uk'iyye bir
"Rıtl"ın on ikide biri. Bir "Rıil" ise yaklaşık 2564 gramdır.
Bu hususta Taberi,
Übey b. Kâ'b'ın
Resûlüllahtan, bir kınların bin iki yüz
Ukiyye olduğuna dair bir hadis Rivâyet ettiğini zikretmiştir.
b-
Hasan-ı Basri,
Abdullah b. Abbas ve Dehhaktan
nakledilen diğer bir görüşe göre bir Kıntar, bin iki yüz Dinardır. Bu hususta da
Taberi
Hasan-ı Basrinin, Resûlüllahtan Mürsel bir hadis Rivâyet ettiğini
zikretmiştir.
c-
Abdullah b. Abbas,
Dehhak ve Hasan-ı
Basriden nakledilen diğer bir görüşe göre bir Kıntar'dan maksat, on iki
bin Dirhem veya Bin Dinardır.
d-
Said b. el-Müseyyeb,
Katade, Ebû Salih
ve Süddiden nakledilen başka bir görüşe göre
bir Kıntar, seksen bin dirhem veya yüz Rıtl'dır.
e-
Mücahid ve
Abdullah b. Ömerden nakledilen başka bir görüşe göre bir Kıntar, yetmiş
bin Dinardır Bkz. Darimi, K. Fadail el-Kur'an bab: 32
f- Ebû
Nadraya göre bir Kıntar, bir öküz derisi dolusu kadar altındır
Bkz. Darimi, K. Fadail el-Kur'an bab: 30, 31
Rebi' b. Enese
göre bir Kıntar "Çokça mal" demektir.
Taberi
diyor ki: " Arapçayı bilen ilim erbabı, Arapların kınları belli bir ölçüyle
smirlamadaklarını, bu kelimenin, ağırlığı ölçülen cisimler için kullanıldığını
söylemişlerdir. Bu görüşün isabetli olması gerekir. Çünkü o belli bir miktar
olsaydı yukarıda izah edilen farklı görüşler ortaya çıkmazdı. Kıntar hakkında
doğru olan görüş Rebi' b. Enesin dediği gibi
onun "Çok mal" demek olduğunu söyleyen görüştür.
Âyette geçen ve "Kıntar" kelimesinin pekiştirici
sıfatı gibi tercüme edilen kelimesinden maksat,
Rebi' b. Enes, Katade ve
Dehhaka göre "kat kat ve çokça" demektir.
Süddiye göre ise bu kelimeden maksat, "Dinar
ve dirhem şeklinde basılmış" demektir.
Taberi
diyor ki: "Kıntar kelimesinin ifade ettiği miktar hakkında Enes b. Mâlikin,
Resûlüllahtan bir hadis Rivâyet ettiği
zikredilmektedir. O da Resûlüllah’ın
"Kıntar iki bindir." Hadisidir, Şâyet bu hadisin senedi sahih olsaydı bunu
bırakıp başkasına başvurmazdık.
Âyet-i kerime’de,
atların sıfatı olarak zikredilen ve "Besili" diye tercüme edilen kelimesi,
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde
izah edilmiştir.
a-
Said b. Cübeyr, Abdurrahman b. Ebza,
Abdullah b. Abbas,
Hasan-ı Basri Rebi' b Enes ve
Mücahidden nakledilen bir görüşe göre
kelimesinden maksat, "Otlayan" demektir.
b-
Mücahid, İkrime,
ve Süddiden nakledilen başka bir görüşe göre
burada geçen kelimesinden maksat, "Güzel ve mükemmel" demektir.
c-
Abdullah b. Abbas ve
Katadeden nakledilen diğer bir görüşe göre
kelimesinden maksat "Nişaneli ve alâmetli" demektir.
d-
İbn-i Zeyde göre kelimesinden maksat, "Cihad
için hazırlanmış" demektir.
Taberi
diyor ki: "Atların sıfatı olarak zikredilen kelimesi hakkında beyan edilen
görüşlerden tercihe şayan olan "Alaca olarak nişanlanan ve güzel görünümlü olan"
demektir. Zira Arapçada kelimesinin mânâsı "Nişanlanmak ve belirtmek" demektir.
Güzel görünümlü atlar, Allahü teâlâ
tarafından, renkleri ve alacahklarıyla nişanelenmiş, şekilleri güzel
gösterilmiştir.
Âyet-i kerime’de
zikredilen diğer "Hayvanlardan maksat ise, En'am suresinin yüz kırk üç ve yüz
kırk dördüncü âyetlerinde zikredilen,
koyun, keçi, sığır ve devedir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda "Varılacak güzel yer ise Allah'ın katındadır." buyrulmaktadır.
Taberi
diyor ki: Eğer denilecek olursa ki "Kıyamet gününde Allah'ın nezdinde can yakıcı
azap ve dehşetli bir ceza bulunduğu halde, nasıl oluyor da Allah'ın katında
varılacak güzel bir yer bulunduğu zikrediliyor? Cevaben denilir ki: "Burada,
özel vasıftaki insanların varacakları yer bildirilmektedir. Bunlar da takva
sahibi mü’minlerdir. Eğer o varılacak güzel yerin neresi olduğu sorulacak olursa
oranın, bundan sonra gelen âyette, Allahü teâlânın
zikrettiği yer olduğu söylenir.
Ey Rasûlüm, de ki:
"Size, bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’tan korkanlar için
rableri katında, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler,
tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kullarını çok iyi görendir.
Ey Rasûlüm, de ki: "Dünya hayatının çok sevilen
geçimliklerinden daha üstün ve hayırlısını size bildirip öğreteyim mi? Şöyle ki:
Allah'ın farzlarım yerine getirip yasaklarından kaçınarak ona itaat eden ve
ondan korkanlar için rableri katında, altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi
olarak kalacakları cennetler, dünyadaki kadınlarda bulunan hayız ve nifas gibi
tiskindirici şeyler kendilerinde bulunmayan tertemiz eşler ve Allah'ın rızası
vardır. Allah, kullarının yaptıklarını çok iyi görür. Kimin kendisinden
korktuğunu, kimin de kendisine karşı çıkıp isyan ettiğini iyi bilir. İyilik
yapanı mükâfaatlandırır, kötülük yapanı ise cezalandırır.
* Müfessirler,
bu âyetteki soru cümlesinin nerede bittiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
a-
Bazılarına göre
ifadesinde bitmiştir. Buna göre âyetin mânâsı "Size bundan daha hayırlısını
haber vereyim mi?" demektir.
Taberi bu görüşü
tercih etmiştir.
b-
Diğer
bazılarına göre
soru ifadesinde bitmiştir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Ben size,
rablerinden korkanlar için daha hayırlı olanı haber vereyim mi?"
Allahü teâlâ
burada, en sonunda cennetlikleri rızasına kavuştaracağını zikretmiştir. Çünkü
nimetlerin en yücesi, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bu sebeplerdir ki mü’minler
birbirlerine dua edip en iyi dileklerini sunarlarken "Allah senden razı olsun"
temennisinde bulunurlar. Bu hususta Ebû Said el-Hudriden
Resûlüllah’ın şöyle buyurduğu Rivâyet
edilmiştir:
"Allah, cennetliklere, "Ey cennetlikler," diye
seslenecek, onlar da "Lebbeyk ve Sa'deyk" "Emret, emret. Emrinle mutluyuz,
emrinle mutluyuz ey rabbimiz. Hayır senin ellerindedir." derler. Allah da "Razı
oldunuz mu?"diye sorar. Onlar da "Ey rabbimiz, nasıl razı olmayalım? Sen bize,
yaratıklarından hiçbir kimseye vermediğin nimetleri verdin." derler. Allah: "Ben
size, bunlardan daha üstünün vereyim mi?"der. Onlard da "Ey rabbimiz, bunladan
daha üstün ne olabilir?" derler. Allah da "Sizin üzerinize rızamı indiririm,
artık ondan sonra size bir daha gazap etmem."der
Müslim, K. el-Cennet, bab: 9 Hadis No: 2829
|