İsrailoğullarına sor.
Kendilerine ne kadar apaçık âyetler gönderdik. Kim, Allah'ın nimeti kendisine
geldikten sonra onu değiştirirse şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.
Ey Rasûlüm, İsrailoğullarına sor. Kendilerine,
Peygamberlerinin doğruluğunu gösteren ne kadar açık alamet ve net deliller
geldi. Fakat onlar, inkâr etti ve yalanladılar. Kim, Allah'ın nimeti olan İslamı
değiştirir ve onu inkâr ederse, bilsin ki Allah, cezası çok şiddetli, azabı pek
acıtıcı olandır.
Âyet-i kerime’de,
İsrailoğullarına verildiği zikredilen âyetlerden maksat, mucizelerdir.
Rebi' b. Enes Hazret-i
Mûsanın asasının, beyaz elinin, kızıl denizin
yarılmasının, düşmanları Firavunun, gözleri önünde boğulmasının, kendilerinin
çölde iken bulutlarla gölgelendirilmelerinin ve Yahudilere, gökten bıldırcın eti
ve kudret helvasının inmesinin, İsrailoğullarına verilen bu gibi mucizelerden
olduğunu zikretmiştir.
Taberi
diyor ki: "Allahü teâlâ bu
âyet-i kerimeleriyle, Peygamberi
Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'e, geçmişteki ümmetlerin hallerini
bildirmekte ve ona, kendisini yalanlayanlara ve rablerine karşı böbürlenenlere
sabretmesini emretmektedir. Zira, önceki ümmetlere de Peygamberleri çeşitli
mucizeler getirmelerine rağmen, ümmetleri, kendilerine
Hazret-i Muhammede karşı çıkanların
yaptıklarını yapmışlardır. Resûlüllah'ın
döneminde bulunan Yahudiler de bu ümmetlerden devam edip gelen bir kavimdir.
Onlar, atalarından görülen şeyleri devam ettireceklerdir.
Âyette zikredilen "Allah'ın nimeti"nden maksat,
İslam dini ve onun farz kıldığı hükümlerdir. "Onu değiştirmek"ten maksat ise,
onu kabullenme yerine onu reddetme ve inkâr etmedir. Zira İslam gibi yüce bir
nimete layık olan şey onu kabullenmektir. Onu reddetmek ise, nimeti felaketle
değiştirmek olur.
İnkâr edenlere dünya
hayatı süslü gösterildi. İman edenlerle alay ediyorlar. Oysa kıyamet gününde
Allah’tan korkanlar onlardan üstündürler, Allah, dilediğini hesapsız şekilde
rızıklandırır.
Kâfirlere, geçici dünya hayatı süslü gösterildi.
Orada böbürlenmeyi, mallarının ve sayılarının çoğalmasını isterler. Onlar,
dünyaya ve onun süslerine önem vermemeleri sebebiyle, iman edenlerle alay
ediyorlar. Oysa Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan
korkanlar, kıyamet gününde cennete girerek bu kâfirlerden üstün duruma gelirler.
Allah, bu takva sahiplerine ikramlarından ve bol ihsanlarından hesapsız bir
şekilde rızık verir. Çünkü o, hazinelerinin tükeneceğinden korkmaz.
İnsanlar tek bir
ümmetti. Allah onlara, müjdeleyen ve uyaran Peygamberler gönderdi. İnsanların
ihtilafa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermeleri için, o peygamberlerle
beraber hak kitap indirdi. Bu kitap hakkında apaçık deliller geldikten sonra
aralarında kıskançlık yüzünden ancak kendilerine kitap verilenler ihtilaf
etmişlerdir. Allah, onların ihtilafa düştükleri gerçekler hakkında îman
edenlere, izniyle doğru olanı gösterdi. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
İnsanlar, topluca bir dine tabi olan tek bir
ümmetti. Fakat sonra ihtilaf ve ayrılığa düştüler. Allah onlara Resuller ve
Nebiler gönderdi. Onlar, Allah’a itaat edenleri bol sevap ve güzel bir sonuç ile
müjdelediler. Allah’a isyan edenleri ise şiddetli bir azap ve çetin bir hesapla
uyardılar. Allah, din hususunda ihtilafa düştükleri konularda insanlar arasında
hüküm versinler diye o Peygamberlerle beraber Tevratı da indirdi. Yahudilerin
Tevrat hususunda ihtilaf etmeleri, onu bilmemelerinden değildi. Bilakis onlara,
Tevratın hak kitap olduğuna dair delillerin ispatlanmasından sonra, liderlik
kavgası yüzünden bile bile inatlaşmalarındandı. Allah, yardımı ve ilmiyle, iman
ehlini, dostu olan İbrahimin dinine tabi olmaya muvaffak kıldı. Allah,
yaratıklarından dilediğine sağlam yolu gösterir. Onları hakka ve doğruya
yöneltir.
Müfessirler
bu âyette zikredilen "Tek bir ümrnet"ten kimlerin kastedildiği hakkında farklı
görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullah b.
Abbas ve Katadeden nakledilen bir
görüşe göre bu âyette zikredilen "Tek bir ümmef'ten maksat, Hazret-i Âdem ile
Hazret-i Nuh arasında yaşayan ve on nesil devam eden ümmettir. Bunlar, Hazret-i
Nuha kadar hak şeriat üzere te bir ümmet olarak yaşamışlar, Hazret-i Nuhtan
sonra ihtilafa düşmüşler, Allah da bunlara, müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler
göndermiştir. Bu izaha göre "Ümmet" kelimesinden maksat "Tek din üzerinde
birleşen insanlar" demektir. Bu hususta başka bir
âyet-i kerime’de "Eğer Allah
dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı.. Maide sûresi,
5/48 buyurulmaktadır.
b- Mücahide
göre bu âyette zikredilen "İnsanlar" kelimesinden maksat, Hazret-i Âdem,
"Ümmef'ten maksat da "Hayırlarda önder" demektir. Buna göre âyetin mânâsı
şöyledir: "Âdem, hak din üzere idi ve soyu için bir imamdı, Allah, onun
evlatlarından müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler gönderdi." Bu âyetteki "Ümmet"
kelimesinin, hayırlarda önder mânâsına geldiğini şu âyetteki aynı mânâya gelen
"Ümmet" kelimesi de pekiştirmektedir. "Şüphesiz ki İbrahim, Allah’a boyun eğen,
hakka yönelen bir ümmetti (Önderdi)" Nahl sûresi,
16/120
c- Übey b. Kâ'b
ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe
göre bu âyette zikredilen "İnsanlar"dan maksat, Hazret-i Âdemin sulbünden
zerrecikler halinde çıkarılan insanlar, "Ümmef'ten maksat ise "Tek din"
demektir. Yani, Allahü teâlâ, Hazret-i
Âdemi yarattıktan sonra onun sulbünden insanları zerrecikler halinde çıkarmış ve
onlara "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da, hep birlikte "Evet, sen
bizim rabbimizsin." demişler, böylece tek din üzere olmuşlardır. Fakat daha
sonra dünyaya gelince Allah’a verdikleri söze bağlı kalmamışlar, ihtilafa
düşmüşler Allah da onlara müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler göndermiştir.
d- Abdullah b.
Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre, bu âyetten maksat şudur:
"İnsanlar önceleri tek bir ümmetti ve hak din üzere idiler. Allah onlara,
müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler göndermişti. Daha sonra ihtilafa düştüler."
Taberi
diyor ki: "Âyeti doğru şekilde tefsir etmek şöyle olur."
Allahü teâlâ bu
âyet-i kerime’de, kullarına
bildirdi ki, insanlar önceleri tek bir ümmet idiler ve tek bir din üzere idiler.
O da hak din idi. Fakat daha sonra ihtilafa düştüler. Allah da onlara,
müjdeleyen ve uyaran Peygamberler gönderdi. İnsanların, tek din üzere oldukları
vakit, İkrime,
Abdullah b. Abbas ve Katadenin dediği gibi Hazret-i Âdemle Hazret-i Nuhun arası
olabilir. Mücahidin dediği gibi Hazret-i
Âdemin sulbünden gelecek insanların, zerrecikler halinde çıkarılıp kendilerine
hak din arzediîdiği zaman da olabilir. Bu hususta kesin delil olacak herhangi
bir delil yoktur. O halde âyeti umumi bir şekilde izah etmek daha isabetli olur.
Bu vaktin hangi vakit olduğunu bilmek veya bilmemek, Allah’a bir itaat
sayılmayacağından bizlere herhangi bir zarar vermez.
Âyet-i kerime’de
zikredilen "Kitap"tan maksat, Tevrattır. Yahudilere apaçık mucizeler geldikten
sonra sırf birbirlerine karşı azgınlıklarından ve liderlik kavgasından dolayı,
Allah'ın hükümleri hakkında ihtilafa düştüler. Fakat Allah,
Hazret-i Muhammede iman eden mü’minleri,
Yahudilerin, hakkında ihtilaf ettikleri konularda,
Hazret-i Muhammede gönderdiği bilgilerle
aydınlığa kavuşturdu. Yahudilerin, aralarında ihtilafa düştükleri şeyler, kıble,
oruç tutma, haftanın tatil günü, Hazret-i İbrahimin Yahudi veya Hıristiyan
olması, Hazret-i İsanın Peygamberliği vb. şeylerdir, bu hususta
İbn-i Zeyde diyor ki: "Ehl-i Kitap, kıble
hakkında ihtilaf ettiler. Bazıları doğuya doğru bazıları da Kudüse doğru namaz
kılarlar. Bize ise Allah kıbleyi gösterdi. Onlar, oruç hakkında da ihtilafa
düştüler. Bazılan günün sadece bir kısmında oruç tutarlar bazıları da gecenin
bir bölümünde oruç tutarlardı. Allah bize, orucun ne olduğunu gösterdi. Onlar,
haftanın tatil günü olan Cuma gününde de ihtilafa düştüler. Yahudiler, Cumartesi
gününü, Hıristiyanlar da Pazar gününü tatil edindiler. Allah bize de o tatil
gününün Cuma günü olduğunu gösterdi. Ehl-i Kitap, Hazret-i İbrahim hakkında da
ihtilâf ettiler. Yahudiler; "O Yahudidir." dediler. Hristiyanlar da "O
Hristiyandır" dediler. Allah onu bu iftiralardan arındırdı. Onun, hakka yönelen
bir Müslüman olduğunu ve iddia ettikleri gibi müşriklerden olmadığını bildirdi.
Ehl-i kitap, Hazret-i İsa hakkında da ihtilafa düştüler. Yahudiler onun Allah'ın
bir sözü değil bir iftira olduğunu söylediler. Hıristiyanlar ise onun rab
olduğunu iddia ettiler. Allah bize, onun hakkında doğruyu bildirdi. İşte ehl-i
kitabın, haklarında ihtilaf ettikleri ve Allah'ın da, biz iman edenlere
bildirdiği şeyler bunlardır.
Âyet-i kerime’nin
sonunda: "Allah, dilediğini doğru yola iletir." buyurulmaktadır. Bu âyetin bu
bölümü, hak ehlinin şu sözünün doğru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. "Kullar
üzerinde bulunan her nimet, dinleri hususunda olsun dünyalan hususunda olsun
Allah’tandır.
Sizden öncekilerin
başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi
zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu. Ve şiddetle
sarsılmışlardı. Öyleki Peygamber ve onunla beraber iman edenler "Allah'ın
yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilin ki Allah'ın yardımı çok yakındır.
Ey mü’minler topluluğu, sizden öncekilere isabet
eden şiddet, sıkıntı, dert ve çeşitli imtihanların sizin de başınıza gelmeden
cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara, fakirlik, sıkıntı, hastalık ve
yorgunluk dokunmuştu. Onlar, korku, titreme ve büyük bir heyecanla
sarsılmışlardı. İnsanlar, Allah'ın yardımının geç kaldığını sanıyorlardı.
Nihâyet Peygamber ve mü’minler "Allah bize ne zaman yardım edecek?" dediler.
Bilin ki Allah'ın, mü’minlere yardmı pek yakındır.
Bu âyet-i kerime,
Hendek savaşında mü’minlerin, çetin bir mücadele verdikleri sırada,
karşılaştıkları bitkinlikle beraber şiddetli soğuk karşısında ve yiyecek darlığı
çektikleri bir. sırada nazil oldu. Nitekim onların bu hali diğer bir
âyet-i kerime’de
de şöyle anlatılmaktadır: "İşte orada mü’minler imtihan edilmişler ve şiddetli
bir sarsıntı ile sarsılmışlardı. Ahzab sûresi, 33/11
Ey Muhammed sana, Allah
yolunda neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "Harcayacağınız hayırlı bir
şey, ana babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere ve yolda kalmışadır. Her ne
hayır yaparsanız, şüphesiz ki Allah onu bilendir.
Ey Rasûlüm, sana mallarından hangi şeyleri ve
kimlere vereceklerini soruyorlar. Onlara de ki: "Mallarınızdan harcayacağınız
şeyi, babalaramza, analarınıza, akrabalarınıza, babaları ölmüş yetimlere,
ihtiyaç sahiplerine ve yolculuk sırasında fakir düşmüş kimselere verin. Hayır ve
iyilik olarak her ne yaparsanız Allah, onu sizin hesabınıza yazar. Ve kıyamet
gününde onun karşılığını size verir.
Bu âyet-i kerime’de
neyin infak edileceği soruluyor. Cevap olarak ta kimlere infakta bulunulacağı
açıklanıyor. İşte bu ifade özellik taşıyan bir ifadedir.
Müfessirler burada kullanılan ifade
tarzının, önemli bir hususun te'kid edilmek istenmesinden ileri geldiğini
söylemişler ve demişlerdir ki: "Âyetin ifadesinden anlaşılıyor ki her şeyi infak
etmek, her türlü mal ve varlıktan harcama yapmak mümkündür. Ancak önemli olan bu
harcamanın kimlere yapılacağıdır. İşte bu hususun önemine binaen, harcanacak
yerler sayılmış ve ana babaya, akrabaya, yetimlere, düşkünlere ve yolda kalmış
olanlara harcanması gerektiğine işaret edilmiştir.
Süddi bu
âyet-i kerime’nin,
Allahü teâlânın, zekâtı farz kılmasından
önce indiğini, kişinin aile efradına harcayacağı nafakaları ve vereceği
sadakaları ihtiva ettiğini, zekâtı farz kılan emir gelince de bu âyetin
neshedildiğini söylemiştir.
İbn-i Cüreyc
ise, mü’minlerin, Resûlüllahtan
mâllarını nerelere harcamaları gerektiğini sormaları üzerine bu âyetin indiğini
ve malların nerelere verilmesinin daha faziletli olduğunu belirttiğini bu
itibarla bu âyetin, zekatın haricinde teberru şeklinde infakta bulunmayı beyan
ettiğini söylemiştir.
Taberi
diyor ki: "Süddinin "Bu âyet zekat âyetiyle
neshedilmiştir" sözü isabetli de olabilir isabetsiz de.
Âyet-i kerime’de,
söylediğinin doğru olduğuna dair herhangi bir işaret yoktur. Zira, bu
âyet-i kerime’nin,
teberru şeklindeki infakların yapılacağı yerlerin daha faziletli olanlarını
bildirmiş olması mümkündür. Nitekim bu hususta başka bir âyette şöyle
buyurulmuştur: ", iyilik sevdiği mallardan akrabalara, yetimlere, yoksullara,
yolda kanala, dilencilere ve köle azad etmeye verenin, namazı kılanın, zekatı
verenin... yaptığıdır. Bakara sûresi, 2/177
|