Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

32

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

2

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

211

İsrailoğullarına sor. Kendilerine ne kadar apaçık âyetler gönderdik. Kim, Allah'ın nimeti kendisine geldikten sonra onu değiştirirse şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.

Ey Rasûlüm, İsrailoğullarına sor. Kendilerine, Peygamberlerinin doğruluğunu gösteren ne kadar açık alamet ve net deliller geldi. Fakat onlar, inkâr etti ve yalanladılar. Kim, Allah'ın nimeti olan İslamı değiştirir ve onu inkâr ederse, bilsin ki Allah, cezası çok şiddetli, azabı pek acıtıcı olandır.

Âyet-i kerime’de, İsrailoğullarına verildiği zikredilen âyetlerden maksat, mucizelerdir. Rebi' b. Enes Hazret-i Mûsanın asasının, beyaz elinin, kızıl denizin yarılmasının, düşmanları Firavunun, gözleri önünde boğulmasının, kendilerinin çölde iken bulutlarla gölgelendirilmelerinin ve Yahudilere, gökten bıldırcın eti ve kudret helvasının inmesinin, İsrailoğullarına verilen bu gibi mucizelerden olduğunu zikretmiştir.

Taberi diyor ki: "Allahü teâlâ bu âyet-i kerimeleriyle, Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, geçmişteki ümmetlerin hallerini bildirmekte ve ona, kendisini yalanlayanlara ve rablerine karşı böbürlenenlere sabretmesini emretmektedir. Zira, önceki ümmetlere de Peygamberleri çeşitli mucizeler getirmelerine rağmen, ümmetleri, kendilerine Hazret-i Muhammede karşı çıkanların yaptıklarını yapmışlardır. Resûlüllah'ın döneminde bulunan Yahudiler de bu ümmetlerden devam edip gelen bir kavimdir. Onlar, atalarından görülen şeyleri devam ettireceklerdir.

Âyette zikredilen "Allah'ın nimeti"nden maksat, İslam dini ve onun farz kıldığı hükümlerdir. "Onu değiştirmek"ten maksat ise, onu kabullenme yerine onu reddetme ve inkâr etmedir. Zira İslam gibi yüce bir nimete layık olan şey onu kabullenmektir. Onu reddetmek ise, nimeti felaketle değiştirmek olur.

212

İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. İman edenlerle alay ediyorlar. Oysa kıyamet gününde Allah’tan korkanlar onlardan üstündürler, Allah, dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır.

Kâfirlere, geçici dünya hayatı süslü gösterildi. Orada böbürlenmeyi, mallarının ve sayılarının çoğalmasını isterler. Onlar, dünyaya ve onun süslerine önem vermemeleri sebebiyle, iman edenlerle alay ediyorlar. Oysa Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan korkanlar, kıyamet gününde cennete girerek bu kâfirlerden üstün duruma gelirler. Allah, bu takva sahiplerine ikramlarından ve bol ihsanlarından hesapsız bir şekilde rızık verir. Çünkü o, hazinelerinin tükeneceğinden korkmaz.

213

İnsanlar tek bir ümmetti. Allah onlara, müjdeleyen ve uyaran Peygamberler gönderdi. İnsanların ihtilafa düştükleri hususlarda aralarında hüküm vermeleri için, o peygamberlerle beraber hak kitap indirdi. Bu kitap hakkında apaçık deliller geldikten sonra aralarında kıskançlık yüzünden ancak kendilerine kitap verilenler ihtilaf etmişlerdir. Allah, onların ihtilafa düştükleri gerçekler hakkında îman edenlere, izniyle doğru olanı gösterdi. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

İnsanlar, topluca bir dine tabi olan tek bir ümmetti. Fakat sonra ihtilaf ve ayrılığa düştüler. Allah onlara Resuller ve Nebiler gönderdi. Onlar, Allah’a itaat edenleri bol sevap ve güzel bir sonuç ile müjdelediler. Allah’a isyan edenleri ise şiddetli bir azap ve çetin bir hesapla uyardılar. Allah, din hususunda ihtilafa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm versinler diye o Peygamberlerle beraber Tevratı da indirdi. Yahudilerin Tevrat hususunda ihtilaf etmeleri, onu bilmemelerinden değildi. Bilakis onlara, Tevratın hak kitap olduğuna dair delillerin ispatlanmasından sonra, liderlik kavgası yüzünden bile bile inatlaşmalarındandı. Allah, yardımı ve ilmiyle, iman ehlini, dostu olan İbrahimin dinine tabi olmaya muvaffak kıldı. Allah, yaratıklarından dilediğine sağlam yolu gösterir. Onları hakka ve doğruya yöneltir.

Müfessirler bu âyette zikredilen "Tek bir ümrnet"ten kimlerin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas ve Katadeden nakledilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Tek bir ümmef'ten maksat, Hazret-i Âdem ile Hazret-i Nuh arasında yaşayan ve on nesil devam eden ümmettir. Bunlar, Hazret-i Nuha kadar hak şeriat üzere te bir ümmet olarak yaşamışlar, Hazret-i Nuhtan sonra ihtilafa düşmüşler, Allah da bunlara, müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler göndermiştir. Bu izaha göre "Ümmet" kelimesinden maksat "Tek din üzerinde birleşen insanlar" demektir. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de "Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı.. Maide sûresi, 5/48 buyurulmaktadır.

b- Mücahide göre bu âyette zikredilen "İnsanlar" kelimesinden maksat, Hazret-i Âdem, "Ümmef'ten maksat da "Hayırlarda önder" demektir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Âdem, hak din üzere idi ve soyu için bir imamdı, Allah, onun evlatlarından müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler gönderdi." Bu âyetteki "Ümmet" kelimesinin, hayırlarda önder mânâsına geldiğini şu âyetteki aynı mânâya gelen "Ümmet" kelimesi de pekiştirmektedir. "Şüphesiz ki İbrahim, Allah’a boyun eğen, hakka yönelen bir ümmetti (Önderdi)" Nahl sûresi, 16/120

c- Übey b. Kâ'b ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen "İnsanlar"dan maksat, Hazret-i Âdemin sulbünden zerrecikler halinde çıkarılan insanlar, "Ümmef'ten maksat ise "Tek din" demektir. Yani, Allahü teâlâ, Hazret-i Âdemi yarattıktan sonra onun sulbünden insanları zerrecikler halinde çıkarmış ve onlara "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiş onlar da, hep birlikte "Evet, sen bizim rabbimizsin." demişler, böylece tek din üzere olmuşlardır. Fakat daha sonra dünyaya gelince Allah’a verdikleri söze bağlı kalmamışlar, ihtilafa düşmüşler Allah da onlara müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler göndermiştir.

d- Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre, bu âyetten maksat şudur: "İnsanlar önceleri tek bir ümmetti ve hak din üzere idiler. Allah onlara, müjdeleyici ve uyarıcı Peygamberler göndermişti. Daha sonra ihtilafa düştüler."

Taberi diyor ki: "Âyeti doğru şekilde tefsir etmek şöyle olur." Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, kullarına bildirdi ki, insanlar önceleri tek bir ümmet idiler ve tek bir din üzere idiler. O da hak din idi. Fakat daha sonra ihtilafa düştüler. Allah da onlara, müjdeleyen ve uyaran Peygamberler gönderdi. İnsanların, tek din üzere oldukları vakit, İkrime, Abdullah b. Abbas ve Katadenin dediği gibi Hazret-i Âdemle Hazret-i Nuhun arası olabilir. Mücahidin dediği gibi Hazret-i Âdemin sulbünden gelecek insanların, zerrecikler halinde çıkarılıp kendilerine hak din arzediîdiği zaman da olabilir. Bu hususta kesin delil olacak herhangi bir delil yoktur. O halde âyeti umumi bir şekilde izah etmek daha isabetli olur. Bu vaktin hangi vakit olduğunu bilmek veya bilmemek, Allah’a bir itaat sayılmayacağından bizlere herhangi bir zarar vermez.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Kitap"tan maksat, Tevrattır. Yahudilere apaçık mucizeler geldikten sonra sırf birbirlerine karşı azgınlıklarından ve liderlik kavgasından dolayı, Allah'ın hükümleri hakkında ihtilafa düştüler. Fakat Allah, Hazret-i Muhammede iman eden mü’minleri, Yahudilerin, hakkında ihtilaf ettikleri konularda, Hazret-i Muhammede gönderdiği bilgilerle aydınlığa kavuşturdu. Yahudilerin, aralarında ihtilafa düştükleri şeyler, kıble, oruç tutma, haftanın tatil günü, Hazret-i İbrahimin Yahudi veya Hıristiyan olması, Hazret-i İsanın Peygamberliği vb. şeylerdir, bu hususta İbn-i Zeyde diyor ki: "Ehl-i Kitap, kıble hakkında ihtilaf ettiler. Bazıları doğuya doğru bazıları da Kudüse doğru namaz kılarlar. Bize ise Allah kıbleyi gösterdi. Onlar, oruç hakkında da ihtilafa düştüler. Bazılan günün sadece bir kısmında oruç tutarlar bazıları da gecenin bir bölümünde oruç tutarlardı. Allah bize, orucun ne olduğunu gösterdi. Onlar, haftanın tatil günü olan Cuma gününde de ihtilafa düştüler. Yahudiler, Cumartesi gününü, Hıristiyanlar da Pazar gününü tatil edindiler. Allah bize de o tatil gününün Cuma günü olduğunu gösterdi. Ehl-i Kitap, Hazret-i İbrahim hakkında da ihtilâf ettiler. Yahudiler; "O Yahudidir." dediler. Hristiyanlar da "O Hristiyandır" dediler. Allah onu bu iftiralardan arındırdı. Onun, hakka yönelen bir Müslüman olduğunu ve iddia ettikleri gibi müşriklerden olmadığını bildirdi. Ehl-i kitap, Hazret-i İsa hakkında da ihtilafa düştüler. Yahudiler onun Allah'ın bir sözü değil bir iftira olduğunu söylediler. Hıristiyanlar ise onun rab olduğunu iddia ettiler. Allah bize, onun hakkında doğruyu bildirdi. İşte ehl-i kitabın, haklarında ihtilaf ettikleri ve Allah'ın da, biz iman edenlere bildirdiği şeyler bunlardır.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Allah, dilediğini doğru yola iletir." buyurulmaktadır. Bu âyetin bu bölümü, hak ehlinin şu sözünün doğru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. "Kullar üzerinde bulunan her nimet, dinleri hususunda olsun dünyalan hususunda olsun Allah’tandır.

214

Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu. Ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyleki Peygamber ve onunla beraber iman edenler "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilin ki Allah'ın yardımı çok yakındır.

Ey mü’minler topluluğu, sizden öncekilere isabet eden şiddet, sıkıntı, dert ve çeşitli imtihanların sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara, fakirlik, sıkıntı, hastalık ve yorgunluk dokunmuştu. Onlar, korku, titreme ve büyük bir heyecanla sarsılmışlardı. İnsanlar, Allah'ın yardımının geç kaldığını sanıyorlardı. Nihâyet Peygamber ve mü’minler "Allah bize ne zaman yardım edecek?" dediler. Bilin ki Allah'ın, mü’minlere yardmı pek yakındır.

Bu âyet-i kerime, Hendek savaşında mü’minlerin, çetin bir mücadele verdikleri sırada, karşılaştıkları bitkinlikle beraber şiddetli soğuk karşısında ve yiyecek darlığı çektikleri bir. sırada nazil oldu. Nitekim onların bu hali diğer bir âyet-i kerime’de de şöyle anlatılmaktadır: "İşte orada mü’minler imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı. Ahzab sûresi, 33/11

215

Ey Muhammed sana, Allah yolunda neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "Harcayacağınız hayırlı bir şey, ana babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere ve yolda kalmışadır. Her ne hayır yaparsanız, şüphesiz ki Allah onu bilendir.

Ey Rasûlüm, sana mallarından hangi şeyleri ve kimlere vereceklerini soruyorlar. Onlara de ki: "Mallarınızdan harcayacağınız şeyi, babalaramza, analarınıza, akrabalarınıza, babaları ölmüş yetimlere, ihtiyaç sahiplerine ve yolculuk sırasında fakir düşmüş kimselere verin. Hayır ve iyilik olarak her ne yaparsanız Allah, onu sizin hesabınıza yazar. Ve kıyamet gününde onun karşılığını size verir.

Bu âyet-i kerime’de neyin infak edileceği soruluyor. Cevap olarak ta kimlere infakta bulunulacağı açıklanıyor. İşte bu ifade özellik taşıyan bir ifadedir. Müfessirler burada kullanılan ifade tarzının, önemli bir hususun te'kid edilmek istenmesinden ileri geldiğini söylemişler ve demişlerdir ki: "Âyetin ifadesinden anlaşılıyor ki her şeyi infak etmek, her türlü mal ve varlıktan harcama yapmak mümkündür. Ancak önemli olan bu harcamanın kimlere yapılacağıdır. İşte bu hususun önemine binaen, harcanacak yerler sayılmış ve ana babaya, akrabaya, yetimlere, düşkünlere ve yolda kalmış olanlara harcanması gerektiğine işaret edilmiştir.

Süddi bu âyet-i kerime’nin, Allahü teâlânın, zekâtı farz kılmasından önce indiğini, kişinin aile efradına harcayacağı nafakaları ve vereceği sadakaları ihtiva ettiğini, zekâtı farz kılan emir gelince de bu âyetin neshedildiğini söylemiştir.

İbn-i Cüreyc ise, mü’minlerin, Resûlüllahtan mâllarını nerelere harcamaları gerektiğini sormaları üzerine bu âyetin indiğini ve malların nerelere verilmesinin daha faziletli olduğunu belirttiğini bu itibarla bu âyetin, zekatın haricinde teberru şeklinde infakta bulunmayı beyan ettiğini söylemiştir.

Taberi diyor ki: "Süddinin "Bu âyet zekat âyetiyle neshedilmiştir" sözü isabetli de olabilir isabetsiz de. Âyet-i kerime’de, söylediğinin doğru olduğuna dair herhangi bir işaret yoktur. Zira, bu âyet-i kerime’nin, teberru şeklindeki infakların yapılacağı yerlerin daha faziletli olanlarını bildirmiş olması mümkündür. Nitekim bu hususta başka bir âyette şöyle buyurulmuştur: ", iyilik sevdiği mallardan akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolda kanala, dilencilere ve köle azad etmeye verenin, namazı kılanın, zekatı verenin... yaptığıdır. Bakara sûresi, 2/177

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç