Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

21

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

2

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

142

Nas içinde süfehâ takımı "bunları bulundukları Kıbleden çeviren ne? diyecek, Deki Meşrık da Magrib de Allah’ındır, o kimi dilerse doğru bir caddeye çıkarır

(........) Nâsın süfeha takımı, hafif akıllı idraksiz, çapkın güruhu diyecekler ki, (........) «Bunları yani Muhammed ve ümmetini bulundukları Kıblelerinden -Beyti makdisten- çeviren ne?» bu söz neshı inkâr ve tahvili Kıbleye i'tiraz etmek istiyen Yehud veya münafıkîn tarafından sarfedilmiş ve âyet onlar hakkında nazil olmuştur. Balâda (........) hükmi celiline nazaran münafıkîn hakkında olması daha münasibdir. Yâni bunlar böyle söylemiş ve söyliyeceklerdir. (........) Ya Muhammed!. Sen o süfehaya şöyle söyle: (........) Meşrık ve Mağrıb, gün doğusundan gün batısına kadar bütün şu arz Allah’ındır, onun için hiç bir mekâna ıhtisası yoktur. (........) bunların maliki olan o Allah dilediği kimseyi yeni bir sıratı müstakime hidayet eder, muvaffak kılar».- Burada doğrudan doğru Fatihadaki (........) duasına sarih bir alâka, dekik bir cevab vardır.

Evvelâ: Sıratı müstakimin nekire olarak iradı, bunun azametine ve yeniliğine bir işarettir ki, istenildiğinden â'lâ ve öteden beri gidile gelmiş olan mün'amün aleyhim sıratından daha başka ve daha güzel ve gayei nimet-ü saadete daha selâmet-ü sühuletle götüren, yani gadab-ü dalâlden salim bulunan bir tarikı müstakim demek olur.

Saniyen' bu sıratı müstakime hidayet, sırf meşiyyeti ilâhiyeye rabtedilmiştir. Hilkatte meşiyyeti ilâhiyeye merbut olmıyan hiç bir şey bulunmadığı halde bunun tasrihi, böyle bir sıratı ihsan ve ibtida ona hidayet kulların kesb-ü meşiyyetiyle mukayyed olmayıb mahzı fazlı ilâhî olduğuna tenbihtir. Ve bu suretle burada kesib kanununun bir kaydine ve bu işin mebdei kesbe mütekaddim bulunduğuna bir işaret vardır. Kesib mesailinde meşiyyeti ilâhiye, meşiyyeti ibadi ta'kib eder. Bu gibi vehbî esasatta ise abdin kesbi meşiyyeti ilâhiyeyi ta'kib etmek icab eder. Hasılı Cenâb-ı Allah her şeye maliktir ve dilediği kulunu mahzı meşiyyetile Peygamber yapar ve ona büsbütün yeni bir din-ü şeriat ihsan edebilir ve bundan onu menedecek hiç bir kuvvet yoktur ve Peygamberlik bir kesib işi değildir ve bu iş (........) kaidesinin dairei şümulünden hariçtir. O kaide bu ihsandan sonra cereyan eder. Ve bunu yapabilecek olan Allahü teâlânın tahvili Kıbleyi emretmesinde i'tiraz edilecek hiç bir sebeb yoktur. Ve cenabı hak Resuli Muhammede bu hidayeti bahşetmiştir.

143

ve işte böyle sizi doğru bir caddeye çıkarıp ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet nümunesi, hak şahidleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahid olsun. Kıbleyi mukaddema durduğun Kâ'be yapışımız da sırf şunun içindir: Peygamberin izince gidecekleri; iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım, o elbette Allah’ın hidayet eylediği kimselerden maadasına mutlak ağır gelecekdi, Allah imanınızı zayi edecek değil, Her halde Allah insanlara re'fetli çok re'fetlidir, rahîmdir

(........) ve ey ümmeti Muhammed!. İşte böyle bir sıratı müstakime hidayet etmek suretile (........) biz sizi vasat' merkez ve her tarafı denk, mu'tedil, hayırlı bir ümmet yaptık

(........) ki, siz diğer nas üzerine kavlen veya fi'len veya halen şahidi adil ve nümunei imtisal olasınız.»

ŞÜHEDA, şehidin cem'idir, şehid de şehadetten «feil» bima'na «fail» veya «mef'ul» olarak şahid yahud meşhud ma'nasınadır. Orfümüzdeki şehid «meşhud bilcenne» demektir. Burada ise şahid ma'nasınadır. Şahid, bir hakkı isbatta şehadetine ya'ni ilmi şühudî tarikile ıhbarına müracaat olunan ve hükme beyyine ittihaz edilen kimsedir ki, bundan bilistiare ıstılâhta bir hükmi külliyi isbat için müracaat olunan emri cüz'iye de şahid ıtlak olunur. Şer'an kendinin diğeri aleyhinde bir hakkını ıhbar-ü taleb etmeğe dava, ve başkasının kendi aleyhinde hakkını ıhbar etmeğe ikrar denildiği gibi bir başkasının diğeri aleyhine hakkını ıhbar etmeğe de şehadet denilir. Binaenaleyh şahid, ortada mutavassıt, adil ve hakgü, sözü mesmu ve mu'teber bir kimse olur. Ve bu münasebetle fi'len ve halen nümunei imtisal ittihaz edilen muktedabih kimselere dahi şahid denilir. «Bu böyledir, çünkü fülân öyle diyor, fülân iş şöyle yapılmalıdır, çünkü fülân fülân öyle yapıyor» tarzında her hangi bir hükm-ü karar için sened ittihaz edilen zevat hep şahiddirler ki, bunlar en büyük insanlar demektir. İşte Cenâb-ı Allah ümmeti Muhammedi insanlar arasında böyle hakşinas, hakgû, adil ve müstakim, hüsni ahlâkı, ilm-ü irfanı ile mümtaz, şayanı istişhad ve merkezî bir cazibeyi ve imameti haiz, muktedabih bir cemaat yapmak ve tam manasiyle adil bir ümmeti hakime teşkil etmek için sayei Muhammedîde yeni bir sıratı müstakime hidayet buyurmuştur. Ve akvamı saire arasında ümmeti islâm bu vazifelerini unutmamak icab edecektir. Müslümanlar şuna buna uyuntu olmıyacak, diğer akvama nümunei imtisal ve merci olmak lâzım gelecektir ki, bunu temin eden sıratı müstakim vehbî olduğu halde onun üzerinde bu noktadan yürümek bir emri kesbîdir. Ve bunu iktisab eden ümmetin icmaı da bir delili hak, bir şahidi hakikî olur. Filvaki bu şerait altında yürüyen müslamanlar ve bilhassa Eshab-ı kiram, akvamı cihanın merkezi teveccühü olarak emri hakda haizi imamet bir ümmeti kübra olmuşlardı. İşte ey müslümanlar! siz böyle nas üzerine şahid olasınız (........) o resuli huda Muhammed Mustafa da sizin üzerinize şahid ve size muktedabih olsun (........) medlûlünce siz onu ekval-ü ef'alinizde, harekât-ü sekenatınızda şahid ve İmam ve nümunei imtisal bir metbuı hüman ittihaz eder ve onun getirdiği sıratı müstakim üzerinde yürürseniz bütün insanlar sizin arkanızdan gelir ve sizi cemaatinizle İmam tanır, ızharı hak için size ve sizin sözünüze müracaat eder. -Bunun için icmaı ümmetin delil olması Muhammedin ümmeti olmağa ve onun kitab-ü sünnetine ittiba eylemeğe mütevakkıftır.- Bunu yapamayanlar ümmet olamaz. Başka milletlerin arkasında gitmeğe mecbur bir kavımi tâbi ve mahkûm olur, hürriyetini gaib eder, esir kalır. Hadîs-i şerifte rivayet olunmuştur ki, (Ahırette diğer ümmetlerin hepsi Enbiyanın tebliğatını inkar edecekler, Cenâb-ı Allah berayı muhakeme Enbiyanın tebliğ davasına beyyine taleb edecek, nihayet ümmeti Muhammed getirilecek, şehadet edecekler, diğer ümmetler «siz onu nereden biliyorsunuz» diyecekler. Ümmeti Muhammed de «Allah bize bunu kitabile ve Resuli sadıkının lisanile bildirdi» diye cevab verecekler, bunun üzerine Hazret-i Muhammed sallâllahü aleyhi ve sellem getirilecek, ümmeti kendisinden sorularak tezkiye edilecek o da onların adaletine şehadetle alenen tezkiye edecektir) .

Resulullah Efendimiz Mekkede iken Ka'beye müteveccihen namaz kılardı. Medineye hicretten sonra Sahreye müteveccihen namaz ile emrolunmuştu ki, bunda Yehudîleri İslâma bir nevi te'nis vardı. Bunun hakkında buyuruluyor ki, (........) fi'linin mukaddem mef'uli sanisi, (........) muahhar mef'uli evvelidir. Kıblenin sıfatı zannedilmemelidir. Yani, senin vaktiyle üzerinde bulunduğun Ka'beyi kıble yapışımız başka bir şey için değil (........) ancak Peygambere ittiba edecek olanları, geldiği izden geri dönecek, irtidad eyliyecek olanlardan tefrik-u temyiz etmek, habîs ile tayyibi birbirinden ayırd eylemek ve bu suretle her birinin hali benim gibi siz kullarımla beraber hepimizin malûmu olmak içindir. Böyle olmasa idi onları yalnız ben bilirdim, siz bilemez, ayırd edemezdiniz». -Peygamber Medineye gelip Beyti makdise doğru namaz kılmağa başlayınca Arabın gücüne geldi, bilâhare Kâ'beye tahvil buyurulduğu zaman da Yehudîlerin gücüne gitti «kâh buraya, kâh oraya bu ne oluyor? Bunda yakin olsa böyle olmazdı» diye irtidad edenler bulundu. Münafıklar söz ettiler, müslümanlar «vefat eden ıhvanımızın namazları ne olacak» diye telâş ettiler, buna karşı ve daha doğrusu tahvilin mukaddimesinde bu ahvalin vuku bulacağına işareten bu âyetler nazil olmuştur.- İşte bu mesele de böyle bir imtihan vardır. (........) gerçi bu hal, bu imtihan büyük ve ağır bir şeydir (........) ancak Allah’ın hidayet ettiği, imanda sebat nasıb eylediği zevata değil, onlara Allah’ın hiç bir emri ağır gelmez, şunu da biliniz ki, (........) Allah sizin sebatkâr imanınızı veya imanınızın eser ve alâmeti olan namazlarınızı hiç zayi etmek istemez, binaenaleyh Kıble tahvil olunursa bundan evvel kıldığınız namazlar, vefat eden ıhvanınızın namazları indallah zayi olmaz (........) çünkü Allah her halde insanlara pek re'fetli bir rahîmdir. Ne ecirlerini zayi eder, ne de maslahatlarını, hayırlarını terk eyler. Sizin şefakat-ü merhamet namına bildiğiniz şeylerin bütün menabii ondadır. Onun nesih emirleri, sizin zararınıza olacak veçhile makabline şamil olamaz. Her zaman için o zamanın hükmü cari olur.- Bu hüküm zamanımızda «kanun makabline şamil olmaz, meğer ki, muhaffifi ceza olsun» suretinde ifade olunan kaidei teşriin esasıdır. Nafi, İbn-i Kesir, İbn-i Amir, Hafs kıraetlerinde Reuf, Hemzenin meddiyle, mütebakisinde medsiz okunur, lâkin ma'na birdir.

İşte Allah böyle bir Allahdır ve size bu suretle bir sıratı müstakim verecek ve sabit bir kıble gösterecektir» Resulullaha yukarıdan beri varid olan işarat üzerine tahvili Kıble için vahyin vüruduna intizar ediyor, Semadan Cibrili gözetiyor ve babası Hazret-i İbrahimin Kıblesi olan Kâ'beyi temenni ederek dua eyliyordu nihayet şu âyetler nazil oldu: Ya Muhammed;

144

hakikaten yüzünün Semada aranıp durduğunu görüyoruz, artık müsterih ol: seni hoşnud olacağın bir Kıbleye memur edeceğiz, haydi yüzünü Mescidi Harama doğru çevir, siz de -ey mü'minler- nerede bulunsanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz; kendilerine kitab verilmiş olanlar da her halde bilirler ki, o rablarından gelen haktır ve Allah onların yaptıklarından ve yapacaklarından gafil değildir

(........) biz senin yüzünün sık sık Semada dönüşünü görüyoruz (........) seni artık pek memnun olacağın bir kıbleye kat'iyen çevireceğiz. Binaenaleyh (........) sen hemen yüzünü dos doğru Mescidi haramın şatrına ya'ni Kâ'be tarafına çevir.- Bu suretle eski Kıble mensuh ve böyle istikbali Kıble farz oldu. Yüzün dos doğru çevirilmesi, bedenin ön tarafından tamamen yönelmesi demek olduğu aşikârdır. Binaenaleyh yüzün ve bedenin Kâbeden başka bir tarafa bükülmesi namazı ifsad eder. Lâkin uzakta bulunanlar için ayni Kâbeye isabet de şart değildir. Ve bunun için bizzat Kâ'be denilmeyib Mescidi haram şatrına buyurulmuştur, Mescidi haram ise Kâ'benin kendi değil etrafındaki haremi şerifidir. Ve burada kıtal, taarruz memnu bulunduğu ve emni kâmil matlûb olduğu için ona «haram» veya «harem» denilmiştir.

ŞATR, bir şey'in nısfı veya bir cüz'i mütemayizi veya bir canibi ma'nalarına gelir. Kâ'be Mescidi haramın tam ortasında bulunduğu için nısfı Kâ'benin nısfına müntehi olur. Ve bunun için Mu'tezileden Cubbaî ve Kadı AbdülCebbar, namazda Kâ'benin nısfına isabet şart olduğuna ve bir kenarına teveccüh gayri kâfi bulunduğuna kail olmuşlardır. Fakat Sahabeden ve Ta'biînden, müteahhirînden Cümhuri müfessirîn uzaktan mescidi haram semtine teveccüh kâfi bulunduğunu ve ancak Mekkede ve Mescidi haram içinde Kâ'benin her hangi bir tarafına teveccüh vacib olduğunu beyan eylemişlerdir ki, buna göre hasılı ma'na mümkin olduğu kadar Kâ'be tarafına demek olur. Yani Şatır, nefsi Kâ'beyi ve mescidi haram, semti Kâ'beyi ifade eder. Ve bunun tafsıli kütübi fıkhiyenin istikbali kıble bahsine aittir. Bera İbn-i Âzib radıyallahüanh Hazretlerinden rivayet olunuyor ki, Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem Medineye gelmiş ve on altı ay Beyti makdis tarafına namaz kılmış idi, badehu Kâ'beye tevcih kılındı. Bu tahvilin «bedir» gazasından iki ay mukaddem Recebi şerifte zevali Şemisten sonra vaki olduğu ve Resulullahın Beni Seleme mescidinde Eshabile beraber kılmakta bulunduğu öğle namazının iki rek'atini müteakip namazda iken çevrilib «Mizaba» doğru yöneldiği ve erkeklerin kadınlar yerine, kadınların da erkeklerin yerine namazda tahvili mekân ettikleri ve binaenaleyh o mescide «mescidül kıbleteyn» namı verildiği dahi zikredilmiştir. Derhal etrafa haberler gitmiş «mescidi kuba» da dahi ahali namazda iken biri gelmiş Resulullah Kâ'beye çevrildi diye bağırmış olduğu mervidir. Tahvili Kıble hakkında balâda (........) gibi vaki olan işaretler, bu ayet ile tamamen kesbi kat'iyet eylemiş ve Beytülmakdise teveccüh büsbütün nesh olunmuştur. Bunun için bazı ulema nasih olan ayet (........) olduğuna zahib olmuş ise de doğrusu Cümhurun dediği gibi nâsih işbu (........) emridir. Cenabı hak bizzat Resulünü bu emir ile tatyib buyurduktan sonra eşhas ve emkineye ta'mimen de buyuruyor ki, (........) ve her nerede bulunursanız yani her nerede namaz kılarsanız yüzlerinizi o tarafa çeviriniz, o tarafa yöneliniz. -demek ki, namaz kılmak için bir mescid gibi muayyen bir mahal ile tekayyüd farz değildir. Fakat muayyen bir Kıble olarak Mescidi harama doğru Kâ'be tarafına teveccüh herkese farzdır. Meğer ki, düşman havfı gibi zarurî bir ma'zeret karşısında buna da imkân bulunmasın, o zaman buna yakın herhangi bir cihet kâfi olur. İşte (........) in ma'nası da budur. Şimdi Kıblenin böyle Beyti makdisten Kâ'beye tahviline sair ehli kitab ne diyeceklerdir? Derseniz (........) mukaddema kendilerine kitab verilmiş olan Yehud ve Nasara taifeleri de (........) her halde bilirler ki, bu tahvil emri rabları tarafından bir emri haktır. Onlar içinde her ne kadar (........) diye itiraz etmek istiyen ve neshı inkâra kalkışan süfeha bulunursa da kitaba hakikaten aşina olanların bu gibi ahkâmı inşaiye de mintarafillâh nesh-ü tebdilin caiz ve hattâ bir sünneti cariye olduğunu ve Ka'benin vaktile Kıblei İbrahim bulunduğunu bilirler. (........) ve Allahü teâlâ onların amellerinden gafil değildir ve cezalarını verecektir.» Binaenaleyh bu cümle ehli kitab hakkında bir inzardır. İbn-i Âmir, Hamze, Kisaî, Ebû Ca'fer, Revh kıraetlerinde (........) ile (........) okunur. Bu surette Allah hiç birinizin amelinizden gafil değildir demek olub mü'minler hakkında tebşir, kâfirler hakkında inzar olur.

145

celâlim hakkı için sen o kitab verilmiş olanlara her bürhanı da getirsen yine senin Kıblene tabi olmazlar, sen de onların Kıblesine tabi olmazsın, bir kısmı diğer kısmın Kıblesine tabi değil ki,.. celâlim hakkı için sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların hevalarına uyacak olursan o takdirde sen de mutlak zulmedenlerdensindir

(........) ya Muhammed!. Vallahi sen o inadçı ehli kitaba her âyeti getirsen, isbatı hak için ne kadar delâil ve mucizat mümkin ise hepsini göstersen (........) onlar senin Kıblene tabi olmazlar. Sen onlara aklî ve naklî âyât-ü edillenin en vazıhını gösterdin, akl-ü hikmet, ahdi kadim ve bilhassa kıssai İbrahim ile şerefi Kâ'be hakkında irae etmiş olduğun beyanatı vazıhayı ve bu emri kat'îyi anlamak istemiyenler, hiç bir delili sem'i itibara almazlar ve binaenaleyh senin me'mur olduğun Kıbleye uymazlar (........) sen de onların Kıblelerine tabi olamazsın, bundan başka (........) onlar birbirlerinin Kıblelerine de tabi olmazlar. Zira Yehudîler (........) ye, Nasara da gün doğrusuna dururlar ve biribirlerine muvafakatleri ihtimali yoktur (........) vallahi sen bu Yehud ve Nasaranın hakka muhalif batıl üzere gittikleri hakkında sana gelen bu ilimden sonra farzı muhal olarak onların hevalarına, emri hakka muhalif olan keyflerine, arzularına uyacak olursan (........) bu takdirde şunu muhakkak bil ki, sen de (........) behemehal zalimler güruhundan olursun.- ve o zaman ahdı ilâhîye nail olamaz, nasa İmam olub ümmet teşkil edemezsin. Binaenaleyh senin onlara ittibaın hükmi ilâhî ile muhaldir. Ey ehli iman!. Siz onların ne kadar zalim olduğunu bilir misiniz? (........)

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(Ö :  M :1942  H :1361)

 

ELMALILI - ORİJİNAL - (TÜRKÇE)

 

HANEFî

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç