127
ve o vakit ki, İbrahim beyitten temelleri
yükseltiyordu İsmailde birlikte şöyle dua ettiler: Ey bizim Rabbımız kabul buyur
bizden, daima işiten, daima bilen sensin ancak sen
(........)
hani bir vakit İbrahim, İsmail ile beraber Beytin kaidelerini, temellerini
atıyor, yükseltiyordu ve o sırada ikisi birden şöyle dua ediyorlardı:
(........)
ey rabbımız barigâhı ahadiytine ref'ettiğimiz âcizâne fiillerimizi bizden kabul
et, şüphesiz ki, sen semi' ve alîmsin, duamızı işidir, niyyetlerimizi bilirsin,
128
Ey bizim Rabbımız hem bizi yalnız senin
için boyun eğen müslüman kıl ve zürriyetimizden yalnız senin için boyun eğen bir
ümmeti müslime vücude getir ve bizlere ibadetimizin yollarını göster ve tevbe
ettikçe üzerimize rahmetinle bak öyle tevvab, öyle rahîm sensin ancak sen
(........)
ey rabbımız bir de bizi sana teslimi nefs etmiş, yüzleri, özleri, sırf sana
müteveccih iki müslimi kâmil kıl. «islâm» fi'li böyle
(........)
gibi (........)
ile sılalandığı zaman istislâm, yani teslimi nefis, itaat ve inkıyadı kâmil
manasına gelir veya onu tazammun eder. (........)
bizim zürriyetimizden de sana arzı islâm etmiş, sana muti, müslim bir ümmet
(........)
ve bizim menasikimizi, yani ibadet edeceğimiz, kurban keseceğimiz mahalleri
göster.
MENASİK, mensekin cem'idir ki, nüsük veya
nüsük mahalleri demektir (........) fil'asıl
son derece taabbüddür. Fakat hac ve kurban hakkında şayidir
(........) ve bizim hepimize tevbeler nasıb et
ve tevbelerimizi kabul eyle, bize bir kerre değil daima nazar et
(........)
şüphesiz ki, tevvabı rahîm ancak sensin
129
Ey bizim Rabbımız hem de onlara içlerinden
öyle bir peygamber gönder ki, üzerlerine ayatını tilâvet eylesin ve kendilerine
kitabı ve hikmeti ta'lim etsin ve içlerini dışlarını temiz paklesin, öyle azîz
öyle hakîm sensin ancak sen
(........)
ey rabbımız, hem o zürriyetimiz içinden onlara senin âyetlerini okur
(........)
kitab ve hikmet ta'lim eder (........)
onları pisliklerden tathir eder kendilerinden bir Resul gönder,
(........)
çünkü iradesi nâ mağlûb sahibi izzet ve her hükmü aynı hikmet ve her sun'u
gayetülgaye muhkem olan ancak sensin.
ASLI HİKMET, ilim-ü amelde itkan, tabiri
aharle kavl-ü fiilde isabet demektir ki, tafsıli (........)
âyetinde gelecektir. Bu Resulden murad da Hatemülenbiya Muhammed Mustafa
sallâllahü aleyhi ve sellem olduğu aşikârdır.
Çünkü zürriyeti İsmail içinde başka bir
Peygamber gelmemiş olduğu müttefekun aleyhtir. Netekim
Resulullah bir Hadîs-i şerifindi
(........)
= yani ben babam İbrahimin duası ve kardeşim İsanın müjdesi ve validemin
rüyasıyım» buyurmuştur. Hazret-i
İbrahimin bu duasını şükrâne olmak üzeredir
ki, ümmeti Muhammede de (........)
duası ta'lim buyurulmuştur. Bu âyetler düşünüldüğü zaman bu salâvatı şerifenin
manası ve teşbihin veçhi tamamile anlaşılır. İşte İbrahim
aleyhisselâm memur olduğu kelimatı eda ve
namzed bulunduğu makama irtika için Kâ'benin temellerini atarken oğlu İsmail
aleyhisselâm ile beraber yekzeban olarak
yaptıkları duada o kelimatın bu veçhile itmamını dua etmiş ve kendine va'd
olunan İmametin zürriyetinden bir ümmeti müslimeye ve onlar içinde ba'solunacak
bir Resuli zişana müntehi olmasını gayei matlab olarak Allahtan dilemişler ve bu
dualar bı'seti Muhammediye ile tamam olmuştur. İmametten zalimlerin mahrumiyeti,
Kâ'be ve ahvali, Mekke, İbrahim ve İsmail zürriyeti, bu zurriyetten ümmeti
müslime, bunlardan bu Resuli zişan, tilâveti âyât, kitab ve hikmet, tezkiye ve
taharet, islâm kelimeleri tahattur ve teemmül olunursa risaleti Muhammediye ve
milleti İbrahim olan dini islâm hakkında cidden Ehli kitab bulunanların hiç
şüphesi kalmaz. Artık
130
İbrahimin milletinden kim yüz çevirir?
Ancak kendine kıyan sefîh, hakikat biz onu Dünyada ıstıfa ettik, Ahırette de o
hiç şüphe yok salâhile seçilenlerdendir
(........)
Cenâb-ı Allah’ın
insanlara böyle bir imam, bir pişuva yaptığı İbrahimin milletinden, onun
camiasından, onun ruhı dini olan islâmdan kim kaçar? Hangi akıl sahibi bundan
istinkâf eder de onun zürriyyetine mev'ud olan bu saadetten mahrum kalmak ister?
(........)
meğer ki, kendini tezlil-ü tahkir etmek, zilleti esaret ve mahkûmiyette kalmak
istiyen kimse olsun, bu gibilerden maadası o büyük milletten sarfınazar edemez.
Rivayet olunuyor ki, Abdullah İbn-i Selâm birader zadeleri Seleme ile Mühaciri
islâma davet etmiş «ve şu muhakkak malûmunuzdur ki,
Allahü teâlâ Tevratta «ben İsmail
evlâdından Ahmed isminde bir
Peygamber göndereceğim, ona iman
eden hidayet-ü rüşde erecektir. İmam etmiyen de mel'undur buyurdu» demiş bunun
üzerine Seleme imana gelmiş velâkin Mühacir imtina etmiş idi, o zaman bu âyet
nazil oldu. Ebül'enbiya olan İbrahim bakınız ne büyük zattır:
(........) namı uluhiyetime kasem olsun ki, biz
o azameti şanımızla İbrahimi Dünyada ıstıfa ettik, yani sair halk arasından bir
zübdei safiye olarak seçtik, tehzib-ü terbiye edib halil ittihaz eyledik,
imameti kübraya, nübüvvet-ü hikmete intîhab-ü ıhtiyar eyledik
(........) şüphe yok ki, Ahırette de o her
halde salihîn zümresinden istikametile hayr-ü salâh üzere sebatlarına şehadet
edilmiş olan ricali ilâhî cümlesindendir. Dünya ve Ahırette böyle bir zatin
milletinden, aklı başında bulunanlar hiç istinkâf eder mi? O ıstıfa ta, ne zaman
oldu bilir misiniz?
131
Rabbı ona İslâm emrini verince, teslim oldum Rabbilâlemine
dedi
(........) rabbı ona, arzı
islâm et, bana ıhlâs-ü iman ile teslim ol dediği ilk anı teklifte ki,
(........) Rabbülâlemîne teslimi nefsettim,
özümü şirkten sakınıb yüzümü ancak ona tuttum demiş, tevhide iman etmişti
(........) emri ilk iman teklifinin
teveccühünden kinayedir ki, bu emir surei İbrahimde
(........) âyetlerinde beyan olunduğu üzere iraei delâil suretiyle bir
ıhtar idi, yâni Allahü teâlâ onun
kalbine marifeti islâma saik delâili tevhidi göstermiş, yıldızların, Kamerin,
Şemsin üfulünden halık tealâya ve vahdaniyetine istidlâli ıhtar eylemiş. O da
henüz bülûğundan mukaddem ve mertebei nübüvvete ermeden evvel nazarî bir
istidlâli aklî ile hudusi âlem delilinin künhünü idrak etmiş
(........) diye rabbülâlemîne arzı iman ve
islâm etmiş idi ve binaenaleyh hiç bir zaman kalbi İbrahim şirk ile alûde
olmadı,
iptidasından intihasına? muvahhidi müslim idi. Rabbı onu
aklının bidayetinden itibaren ıstıfa etti ve imtihan ve ibtilâsı o zaman
başladı. Kelimei islâm o zamandan itibaren İbrahimin milleti oldu. Bu kadarla da
kalmadı
132
Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasıyet ettiği gibi Yakub
da vasıyet etti: Oğullarım "Allah sizin için o dini ıstıfa buyurdu, başka
dinlerden sakının yalnız müslim olarak can verin dedi
(........)
bir de hem İbrahim kendisi ve hem torunu Ya'kup her ikisi kendi oğullarına dahi
bu milleti veya bu kelimeyi tavsıye ettiler.- Nafi, İbn-i Amir, Ebû Ca'fer
kıraetlerinde (........) okunur ki, vasıyyet
ettiler demek olur. İbrahimin oğulları: İsmail, İshak, Medyen, Medan dört idi.
Sekiz veya yirmi dört rivayeti de vardır. Ya'kubun oğulları on iki idi: Rubin,
Şem'un, Lâvi, Yehuza, Yeşsuhuz, Zebulun, Zevana, Teftuna Kevza, Uşir, Bünyamin,
Yusuf ayelhisselâmdır ki, Beni İsrail bu on iki biraderin evlâd-ü ahfadıdır.
İbrahim ve Ya'kubdan her biri oğullarına bu milleti şu suretle tavsıye veya
vasıyyet ettiler: (........) oğullarım
Cenâb-ı Allah her halde sizin için ittiba
olunacak dini bizzat ıstıfa ve intihab etti, size dinlerin en safını, en
güzidesini ihsan eyledi (........) binaenaleyh
müslimi kâmil olmakdan başka bir halde ölmeyiniz.
Ey milleti İbrahime rağbet göstermiyen Beni İsrail ve
eşbahı!
133
yoksa siz şahidler midiniz, Yakuba ölüm hali geldiği vakit:
oğullarına benim arkamdan neye ibadet edeceksiniz? dediği vakit? Dediler ki,
senin Allah’ın ve ataların İbrahim ve İsmail ve ishakın Allâhi ilâhi vahide
ibadet ederiz, biz ancak ona boyun eğen müslimleriz
(........) Ölüm Yakubun
huzuruna geldiği, yani Yakub vefat ederken, hali ihtidarda bulunduğu sırada
oğullarına «benden sonra neye ibadet ve kulluk edeceksiniz? dediği vakit siz
hazır mı idiniz? değildiniz, halbuki hakikî Beni İsrail olan Yakubun oğulları
hazır idiler, ona cevab verdiler, ne dediler bilirmisiniz? Bunu vehyi ilâhî ile
öğreniniz (........)
«biz senin ma'budun, ve ataların İbrahim ve İsmail ve
İshakın ma'budu bir ilâha ibadet ve kulluk edeceğiz ve biz ancak ona müslim-ü
münkadız, başkasını tanımayız» dediler. Mısırlıların türlü türlü putlara
taptıklarını gören Hazret-i Yakub onların içinde bırakacağı oğullarına mukaddema
yaptığı vasıyetin infazını te'kid için, son nefesinde bu suali sormuş ve
hakikaten İsrail, Abdullah olduğunu ve islâm üzere ölmek vasıyetinin nümunesini
evlâdına göstermiş idi. Oğulları da bu cevabı vererek o vasıyetin infazına
azimlerini gösterdiler ve dikkat ediniz ki, Yakubun dedesi İbrahimden ve amcası
İsmailden başladılar. Bunları da (........)
unvanı altında onun babalarından saydılar, ve kendilerinin sade Beni İsrail
değil, Beni İbrahim, zürriyeti İbrahim olduklarını da ifade ettiler, çünkü
kıssai İbrahimi biliyorlardı, sirrı nimeti anlıyorlardı, burada Tevratın
Hatemül'enbiyayı tebşir ve tar'if eden âyetlerinden bazılarındaki «ıhvanınızdan»
kelimesinin manasını bir beyan vardır. Ellerdeki Tevratın beşinci sifrinin on
birinci faslında lisanı Mûsadan: «İlâhınız rab
tealâ size aranızdan ve ıhvanınızdan bana benzer bir Nebiy -nebiyyen misli-
ikame edecektir. Yine bu fasılda: «Rabbi tealâ Mûsaya dedi ki, ben onlara
ıhvanınız miyanından sana benzer, sana mümasil bir
Peygamber -nebiyyen misleke- nasb-ü
ikame edeceğim. Bunun benim ismimle tebliğ edeceği kelimatı her kim dinlemezse
ben ondan intikam alırım» varid olmuştur. Ve bundan dolayıdır ki, hâlâ Beni
İsrail ona muntazırdırlar. Ey Beni İsrail, demek ki, Hatemül'enbiya, Mûsaya
mümasil bir sahibi şeriat ve furkan olacak ve ıhvanınız arasından ba's
buyurulacaktır. Beni İsrailden böyle bir
Peygamber gelmemiştir. Ve bu sizden değil ıhvanınızdan gelecektir,
acaba Beni İsrailin ıhvanı kimlerdir? Yine Beni İsrail midir? Halbuki bütün Beni
İsrailin ıhvanı onların kendileri olmamak lâzımgelir. Yakubun oğulları
babalarına cevab verirken «babaların İbrahim ve İsmail ve İshak» demekle bu
uhuvveti göstermişlerdir. Yakubun kardeşi Is evlâdından Eyyub
aleyhisselâmdan başka
Peygamber gelmemiş, o da Hazret-i
Mûsadan evvel gelmiştir. Bu ıhvan her halde evlâdı, İsmail, zürriyeti
İbrahimdendir. İsmail, İshakın büyük kardeşi ve Yakubun amcası idi. Hakikî
manasiyle Beni İsrail olan Yakub oğulları İsmaile dahi baba demekle İsmail
evlâdının bu uhuvvetlerini anlatmışlardı.
Ulemai islâm ve müfessirîni
kiram, elde bulunan kütübi salifede Hatemül'enbiya Efendimizin bi'setini
sarahaten veya istidlâlen tebşir ve ta'rif eden âyetlerin bazılarını berveçhiâti
zikr-ü beyan eylemişlerdir.
Evvelâ - Tevratın balâda
nakleylediğimiz iki âyeti ki, Arapcaları (........)
dür. Bunun yunancası da şu veçhile manzurı acizanem olmuştur:
(........)
Saniyen - Tevranıt sifri
evveli faslı tasimde: Hacere Sare gadab ettiği vakit Allah’ın meleki göründü, ya
Hacer nereye gitmek istiyorsun ve nereden geliyorsun dedi; Seyyidem Sareden
kaçıyorum cevabını verdi. Bunun üzerine melek «seyyidene dön ve ona tevazu eyle,
zira Allah senin zer'ıni ve zürriyetini teksir edecek, sen gebe olacak ve bir
oğlan doğuracaksın, Allahü teâlâ senin
tazarruunu ve huşuunu dinlemiş olduğundan dolayı ona İsmail tesmiye edersin,
o insanların göz bebeği olacak ve onun eli hepsinin
fevkınde olacak ve hepsinin eli ona hudu' ile uzanacak ve o bütün kardeşlerine
rağmen şükredecek». İsmail aleyhisselâmın eli
cemii nasın fevkinde olması ise bizzat değil ancak evlâdından Muhammed
aleyhisselâmın ba'siyle olduğunda şüphe yoktur.
Zira o zamana kadar İsmail ve evlâdı İsmail Badiyede mahsur idiler, bi'seti
Muhammediye üzerine dini islâm ile şark-u garbe istilâ ettiler.
Salisen: - Yine bu sifrin
yirminci faslında «rabbı tealâ Turısinada geldi ve bize Saîrden tulû etti ve
faran dağlarında zuhur eyledi ve sağından kıddislerin unvanlarını saf yaptı da
onlara izzet ihsan etti ve onları bütün şuûba sevdirdi ve Kıddislerin hepsine
bereketle dua etti». Faran dağı Hicazdadır. Zira Tevratta «İsmail Faran
beriyesinde remiy teallüm etti» diyor, İsmailin Mekkede sakin olduğu da
malûmdur. Binaenaleyh bu ayetin de Hicazda bi'seti Muhammediyeye ve fethi
mekkeye işaret olduğunda iştibah edilmemek lâzım gelir. Yehudîler bunu
«Turisinadan ateş zuhur ettiği vakit sâırden ve cebeli Farandan dahi birer ateş
zuhur ve bu mevazıa intişar eyledi» diye te'vil ediyorlardı. Lâkin Allah’ın bir
yerde mücerret bir ateş halketmesine, oradan rab geldi, tulû etti, zuhur etti
denilmiyeceği aşikârdır. Böyle denilebilmek için oralarda bu vakıayı müteakıb
bir vahiy veya ukubet gibi bir harika ta'kib etmek ıktıza eder. O zaman ise
Turisinadan başka buralarda böyle bir şey olmadığı müsellem bulunuyor. Her halde
bu ayet bi'seti Muhammediyeye ve onun Eshabına ve alelhusus Mekkenin fethi
esnasındaki Eshab-ı kiram saflarına işaret olduğu şüphesizdir. Netekim kitabı
Habkukta bu ma'na tamamen beyan olunmuştur şöyle ki,«Allah Turisinadan, Kudsî
cebeli Farandan geldi, Muhammedin behasından Sema bir açılsa ve hamdinden Arz
bir dolsa, manzarasının şuâı nur gibi olurdu, beldesine ızzile muhafaza eder.
Ölümler önünden yürür. Yırtıcı kuşlar askerine arkadaş olur. Kalktı Arzı misaha
etti ve bütün ümmetleri teemmül ve onlardan bahseyledi, kadîm dağlar eğildi,
ebedî tepeler indi, ehli Medyenin örtüleri sıyrıldı, atlara bindik gavs ve
inkıyad binidlerinin üstüne çıktık, yakında yaylarını doldurub atacaksın, ya
Muhammed oklar senin emrinle tam bir kanış kanacak, Arz nehirlerle gürliyecek,
seni dağlar gördü titredi sel yağmurları senden inhiraf etti. Mehari ru'bundan
ürktü korkusundan ve perişanlığından ellerini kaldırdı, Şems-ü Kamer,
mecralarından tevakkufa uğradı, askerler oklarının parıltısından ve beyanının
parlaklığında yürüdü, Arzı gadabla çiğnersin, ümmetleri zecren döğer harman
edersin, çünkü sen ümmetinin halâsı ve babalar toprağının istihlâsı için zuhur
ettin» Nasara nushalarında son fıkra ümmetinin halâsı ve Mesihin istihlâsı için
zuhur ettin suretinde görüldüğü de mervıdir. Filvaki Muhammed
aleyhisselâm meşairi kadimeyi geçmiş ve
Hazret-i Mesihi de Yehud ve Nasaranın yalanlarından kurtarmıştır.
Rabian: - Kitabı Eş'iyanın
yirmi ikinci faslında: «kuvvet ver, çiçek aç, musahibin Mekkeye niyyet ediyor.
Artık vaktin yaklaştı, Allah’ın kerameti üzerine doğacaktır. Arz zulmetlere
bürünmüş, sis ümmetleri kaplamıştır. Rab sana tam bir işrak =
(........) ile işrak edecek, üzerine kerametini
ızhar eyliyecek, ümmetler, senin nuruna, mülûk senin zıyaı tulûuna yürüyecek,
gözünü etraftakilere kaldır ve teemmül et, zira onlar senin yanında topanacak ve
seni hac ve ziyaret edecek ve sana veledin beledi baidden gelecek, Çünkü sen
Ümmülkurasın, imdi sair bilâd evlâdı ke'enne Mekkenin evlâdı demektir, ve
erikeler, serirler üzerinde esvabınla ziynetlen, bunu gördüğün zaman mesrur
olacak, ibtihac duyacaksın. Çünkü denizin zahîreleri sana meyledecek, ümmetlerin
askerleri sana hac eyleyecek, Medyen tokluları sana sevkolunacak, Ehli Seba'
sana gelib Allah’ın ni'metlerini konuşacaklar ve ona temcid
edecekler, Farânın ağnamı sana gelecek, ve benim mezbahıma beni razı edecek
kurbanlar refolunacak ve o zaman ben beyti mahmidetim için bir hamd ihdas
edeceğim». Bu evsafın hepsi Mekke için fethinden sonra vücud buldu, milletlerin
askerleri ona haccetti, denizlerin zahîreleri oraya aktı, ihdas olunan hamd de
(........) dir. Arablar evvel de telbiye
ederlerdi, fakat (........) derlerdi. Kitabı
Eş'iyada Badiye hakkında bir çok tevsıfat vardır.
Hamisen - Tevrat
müfessirlerinden Seman Tevratın sifri evvelinde şunu rivayet etmiştir: «Allahü
teâlâ İbrahim aleyhisselâma vahyedib
dedi ki, İsmail hakkındaki duanı kabul ettim ve onu mubarek kıldım, büyülttüm ve
cidden muazzam yaptım, on iki büyük tevlid edecek ve onu ben bir ümmeti azime
için imam yapacağım» evlâdı İsmailde Peygamberimiz
Muhammed aleyhisselâmdan başka bir ümmeti
azîmeye imam olan yoktur ve bu ümmet, ümmeti Muhammed olduğu zahirdir.
Sadisen - Tefsiri sadedinde bulunduğumuz âyeti Kur’ân ile
alâkadar olmak üzere Hazret-i Yakubun evlâdına vasıyyeti hakkında Tevratın
Yunanca tercemesinde şu âyet nakledilmiştir: (........)
MÂNÂSI: Hazret-i Yakub oğullarına hıtaben demiş ki, «ey
benim oğullarım gelecek Resul gelmediği müddetçe bizden nübüvvet münkati olmaz,
o geldikten sonra bizden nübüvvet ve saltanat münkati olur cümle âlem onun
kudumuna muntazırdır.
Sabian: - Zeburun yine Yunancasından şu nakledilmiştir:
(........) Yani
Hak teâlâ vahiy tarikiyle Davuda buyurdu
ki, «senden sonra sahibi şeriat bir Peygamber
bâsedeceğim ki, şemsi nübuvveti Şark ve Garbe nur saçacak, onun ilk ittiba eden
ümmeti kavmı Arabdan olacak, inad ve muhalefet edenler makhur ve zelil kalacak,
şeriatıne cihanın mülûkü itaat edecek din-ü şeriati kıyamete kadar baki olacak».
Saminen - İncillerde de hilyei Muhammediye hakkında
bişaretler mevcuddur. Ezcümle: (........) nassı
mevcuttur.
Yani Hazret-i İsâ buyurmuş ki, «o ki, benden sonra gelecek,
benden evvel halk olunmuştur. Ben onun papuçu bağını çözmek hizmetine lâyık
değilim» (Meta İncili)
Tâsian - (........) yani
Hazret-i Mesih Havariyuna demiştir ki, «Ben gideceğim ve size fariklit ruhulhak
gelecektir ki, kendi tarafından tekellüm etmez. Ancak ona söylendiği gibi söyler
(.......) . Filvaki
(........) ayetleri bunu musaddıktır, Farıklıt iki veçhile tefsir
edilmiştir:irisi, şafi' müşeffa demekdir ki, Resulallahın bir sıfatıdır.
İkincisi, Bazı Nasara
demişler ki, Fariklıt hak ile batılı ayıran demektir. Aslı Faruktur, lıt tahkik
ve te'kid ifade eder. Bu suretle farıklıt sahibülfürkan demek olur. Bu ise
Hatemül'enbiya Efendimizin isimlerinden biridir. Ve Nasaranın bu âyetleri
anlamak istememeleri mahzı dalâlettir. -Evvelkisi farıklıtın Yunanca,
ikincisi İbranîden me'huz olduğuna göredir-.
Aşiren - Bu âyetler eldeki kütübi salifenin nüsahi
muhtelifesinde mevcud olan ve Yehud-ü Nasaraca aslı değil yalnız maanîsı
gizlenmek ve sui te'vil ile tahrif edilmek istenilen âyetlerdir.
(........) muktezasınca bunlar hakkile
okuyanlar ve cüz'i fehim ve insafı olanlar için bilhassa hey'eti mecmuasiyle her
türlü şüpheyi kesmeğe kâfi beyyinattır. Ve Kur’ân’da bunların her birini
musaddık âyetler de vardır. Bunlardan başka
müfessirîni izam aslı büsbütün zayi' edilmiş bazı âyetler dahi
nakletmişlerdir. Ezcümle İbn-i Abbas
Hazretlerinden rivayet olunduğu üzere Cenâb-ı Allah
Tevratta Beni İsraile şöyle bir ahd vermiştir: «ben Beni İsmailden bir nebiyyi
ümmi ba'sedeceğim, her kim ona tabi olur ve getirdiği nuru tasdik ederse
günahını mağfiret ve kendini Cennete idhal eylerim ve ona iki ecir veririm, biri
Mûsanın vesair Enbiyai Beni İsrailin getirdiklerine ittiba ecri, biri de evlâdı
İsmailden Nebiyyi ümmî Muhammedin getirdiğine ittiba ecridir.» Bunun Kur’ân’daki
tasdikı (........) kavli ilâhîsidir, Bir de
Tevratta Hatemülenbiyanın «mevlidi Mekkede, meskeni Taybede, mülkü Şamda ve
ümmeti Hammadûn» diye tavsıf edildiği menkuldür.
Balâda nakledilen ve elyevm mevcud bulunan kütübi salife
âyetleri de kât'ıyen gösteriyor ki, Cenâb-ı Allah
ötedenberi ümemi salifenin her birine istikbalde gelecek ve gayei kül olacak bir
Peygamberi âlîşanı v'ad-ü tebşir
buyurmuş ve kudumundan evvel hepsine anilgıyab iman teklif eylemiş ve her
kitabın ehli bunu kabul ile Allah’a ahd vermiştir. Bu ahd ve bu âyât mucebince
ne Museviyet mebde, ne de Nasraniyet müntehadır. Tevrat mucebince Mûsaya
benzeyen ve kitabı hep Bismillâh ile başlayan o
Peygamber Hazret-i İsa olmadığı zahir bulunduktan başka İncil
âyetlerinin delâleti mucebince kendisinden sonra sahıbülfürkan ve ruhülhak olan
o Peygamberlerin teşrif edeceğini
tebliğ ve tebşir etmiş olmakla kendisinin ve dininin gayei kül bulunmadığını
beyan eylemiş ve Hatemül'enbiya hakkında en son ahdı o almıştır. İşte bu v'ad ve
ahdı tasdik ve bilfiil tahakuk ettirmek üzre
Cenâb-ı Allah «lâ raybe fih» olan kitabı mübini ve fürkanı hakîmi ile
Hatemül'enbiya Muhammed Mustafa sallâllahü aleyhi ve
sellem Hazretlerini ba's buyurmuş ve bunun için Beni İsraile ilk
hıtabında (........) emirlerile bu ahdın icrayı
icabıni taleb etmiş ve bu babdaki bütün şüpheleri halletmek için, aklî, naklî
her türlü edilleyi bast eylemiş ve nihayet kıssai İbrahimdeki kelimata ve
vasıyeti Yakuba nazarı dikkati celbederek ıhvanın manasını, islâmın kıymetini
tefhim ve künhi meseleyi tenvir eylemiştir. Şimdi bütün bu hıtabatın faidesini
telhıs için buyuruluyor ki, (........)
ÜMMET: İmam maddesinden me'huz bir isimi cemi'dir ki,
fırakı nâsa metbu' ve muktedabih olan cemaat demektir. Yani bir İmam maiyetinde
kavi bir ciheti vahdetle toplanıp muntazam bir surette icrayı faaliyet eden ve
bu suretle muhtelif sunuf ve firakı insaniye üzerine hâkim bulunan hey'eti
içtimaiyedir, Tabiri aharle ümmet, İmameti kübrayı haiz cemaattir. Cemaatlere
nazaran ümmet, fertlere nazaran İmam gibidir. Demek ki, ümmet, bir milleti
hâkime eshabından müteşekkil olan hey'eti içtimaiyedir.
134
O, bir ümmettı geldi geçti, ona kendi kazandığı, size de
kendi kazandığınız, siz onların amellerinden sorulacak değilsiniz
(........) Bu zikrolunan
cemaat, yani İbrahim ve Yakub ve bunların vasıyetlerini tutan müvahhid müslim
oğulları (........) geçmiş bir ümmettirler,
müteferrik insan fırkalarının tevhidi için, önlerine düşmüş, ıktida ve ittibaa
lâyık bir cemaattirler. Binaenaleyh onlar başka siz başkasınız siz onlar
değilsiniz ve onlar sizden hiç değildir. Siz onların evlâdıyız diye kuru bir
neseb ile iftihar etmekle kurtulamazsınız (........)
onların kazandıkları onlara (........) sizin
kazandığınız da size aiddir. (........) ve siz
onların yaptıkları amellerden mes'ul olmazsınız. Herkesin menfaati kendi
kazancında ve herkesin mes'uliyeti kendi amelindedir.- Cemaatler de böyledir.
Sizden evvelkiler hasenat kazandıkları halde siz onlara benzemeyip fenalık
kazanırsanız mücerred neseb davasile onların kazancından intıfa edemezsiniz.
Bil'akis evvelkiler fena şeyler yapmışlar ve siz de onlara tabi olmamış iseniz
onların fenalığı sizden sorulmaz, sizden sorulacak olan kendi amellerinizdir. O
halde, esâfınızın iyiliğile iftihar etmeyin, siz de onlar gibi iyi kazançlar
kazanın, kezalik eslâfınız hatalar yapmış, seyyiat işlemiş ise onunla da me'yus
olmayın, siz onlara uymıyarak hak yoluna gidin, hasenat yapın.
İyilerin, büyüklerin evlâd ve mensubîni onlara ıktida ve
ittiba ederek islâm-ü ihsan ile iyi ve büyük ameller yapmazlarsa kuru intisab
ile kendilerini kurtaramazlar, kezalik kötülerin evlâdı onlara uymıyarak iyi ve
güzel ameller yaparlarsa mücerred nesebden dolayı onların seyyiâtından muahaze
edilmezler ve kendilerini kurtarırlar (........)
dır. Netekim Resulullah da akrıbası
Beni Haşıme (........) = sair insanlar bana
amellerile gelirken siz sade neseblerinizle gelmeyin» buyurmuştur. Gerçi neseb,
karabet bir şereftir. Fakat sadece neseb halâs-ü felâh için bir sebeb değildir.
Müfid olan intisab, asıl hüsni amelde, din-ü ahlâkta, hasılı sebebde ittiba ile
intisabdır (........) Cenab-ı Hakkın mevahıbi
fıtriyesi çoktur ve bütün mahlûkatına şamildir, ve mebdei fıtrat herkes için
cebrîdir. Lâkin insan için buna mukabil bir kanun vardır ki, o da kanunı taleb
ve kesibdir ve insan bundan mes'uldur. Kazançların hısabı görüldüğü zaman
mevahıbi fıtriyesini suiistimal edenler daha çok zarar ederler, o vakit büyük
nesebler yüzkarası olur. Bunun için herkes kazancına bağlıdır. Aceba bu böyle
mutlak mıdır? Bu ayetler mutlak görünüyor. Fakat herkesin menfaat-ü mazarreti
kendi kesbine maksur olacak, kimse kimsenin amelinden asla müntefi ve mutazarrır
olmıyacaksa teâvünün, içtimaiyetin, ümmet-ü İmametin hikmet ve faidesi nedir. Bu
bir teshilden ibaret olsa yine bir menfaat değil midir? sonra tevarüs bir hükmi
Dünyevî dahi olsa bunun menafii uhreviye de hiç hükmü yok mudur? ve eğer
alel'ıtlak böyle ise balâdaki Beni İsrail kıssalarında halef-ü selef
yekdiğerinin ef'al-ü ahvaliyle niçin medih veya mu'ahaze olundular? gibi sualler
hatıra gelir, filvaki bu hüküm mutlak değildir.
(........) ayeti mucebince kesbinin fevkinde mazharı nimet olan eshabı
yemin vardır. Kezalik
(........) ayeti mucebince
ittiba şartiyle zürriyetin usulüne ilhakı da derecei kesbin fevkinde bir saadeti
natıktır. Demek vehbiyat kesbin sade mebdeinde değil arasında ve müntehasında da
vardır. Ve ahkâmı tevarüs-ü teâvün dahi böyledir. Binaenaleyh âyetin manası
herkesin yekdiğerinden alel'ıtlak müntefi veya mutazarrır olmasını nefiy değil,
yalnız ef'ali ıhtiyariyede kesbin ehemmiyetini ve bu intifa-u mazarratın her
halde bir kesb ile alâkası bulunduğunu isbat içindir ki, bundan niamı vehbiyenin
nefyi lâzım gelmiyeceği gibi ecrin behemehal kesbile mütenasib olması da lâzım
gelmez. Atayayi ilâhiye kesbile meşrut olduğu mevakide dahi o kesbin derecesiyle
mahdud değildir. Küçük bir amele büyük ecirler verilebilir, bu suretle içtima,
teavün esasları bir taraftan diğerinin kazancından bir intifaı mutazammın
olmakla beraber hakikatta bunlar dahi az çok bir şartı kesbile mesbukturlar ki,
bunun akdemi bir imama ve bir din-ü millet rabıtasına ittiba ile vifak-u iştirak
kesbidir ki, bu da kesbi imana merbuttur. Bundan dolayıdır ki, kesbi hilâf
derecesine göre intifai içtimaîye manidir. Yine bundan dolayıdır ki, mücerred
neseb-ü karabet ahkâmı tevarüsa kâfi değildir. Tevarüs, varisin müverrise
halefiyeti demektir ki, bu da onun milletine ittibaı ile meşruttur. Bu sebeble
ıhtilâfı din ve ıhtilâfı dar men'i irsdir. Varis irs ile müverrisin kesbinden
müntefi olmuş göründüğü sırada asıl sebebi intifa
evvelâ kendi kesbi olan ittibaı din-ü dârdan,
saniyen o mirâsı hüsni istimalinden ibaret olur. Ve işte âyetlerin ıtlaki
bu haysiyetledir ve bu haysiyetle herkesin menfaati kendi kazancındadır. Ve
herkes kazancından mes'uldur. Kimse kimsenin günahından muahaza olunamıyacağı
gibi hiçbir kimse diğer kimsenin kazancından, kendinin hiçbir kesbi
bulunmaksızın intifa edemez ve netaici kesbin bu kadar adaletle tevzii Dünyada
olamazsa Ahırette behemehal olacaktır. Ve bunun içindir ki, Dünyada içtimaî
kesiblerin kâr-ü zararını adaletle tevzi etmiyen ve yekdiğerinin mesaisinden
kendi hakkı kesbi olmiyarak intifaa kalkışan ümmetler çabuk munkarız olurlar ve
böyle zalimler ümmet ve imamete lâyik olamazlar. Bütün bunlarla beraber az ve
muntazam ve güzel âmellerle büyük büyük menafi iktisab etmenin bir yolu vardır.
O yol tariki hak ve sıratı mustakimdir. Ve balâda görüldüğü üzere halef salefin
a'maliyle medih veya muahaze olunduğu zaman bu mehd-ü muahaze mücerred nesebe
değil tarikte ittibaa veya ademi ittibaa racidir ki, bu da kendi kesibleridir.
Binaenaleyh insanlar vaktiyle geçen büyük bir ümmetin ensali ve ensabı olmakla
kendilerini kurtaramazlar ve onlar gibi büyük olamazlar, onlar gibi güzel
çalışmağa ve güzel ameller yapmağa muhtaçdırlar, ve hattâ gelenler, geçenlerden
ziyade hüsni amel yaparlarsa onları geçerler. Ve eslâf ile ahlâfın bu müterakki
telâhukundan daha büyük ve daha mes'ud bir ümmeti azîme husule gelir ve işte
Hazret-i İbrahim buna dua etmiş ve Hatemülenbiya bunu tahakkuk ettirmek için
tasdik ederek gelmiştir. Bu zaman böyle bir ümmeti azîmenin ve vasi bir sıratı
müstakimin teşkil-ü te'sisi zamanıdır. Ve bu iş mücerred ırk-u neseb davasını
güden ve bununla beraber atalarının gittiği yola gitmeyenlerin kârı değildir.
Hem onların güzel yollarını kıymayıp tutmalı ve hem o yolu tevsi ederek ve daha
güzel amaller yaparak âlemşümul bir şehrahi müstakim küşad etmelidir ki, bunda
hulusî bir nesebin hükmü olmaz, bütün nesebler, bütün hasebler dahil ve
insaniyetin hepsi müstefid olur. Bu böyle iken:
(........)
(........)
|