| 
 
63 
- 
MEYYİT İÇİN İSKÂT 
(Nûr-ül-îzâh)da 
ve bunun (Tahtâvî) hâşiyesinde ve (Halebî) ile (Dürr-ül-muhtâr)da, 
nemâzların kazâsı sonunda, (Mültekâ)da ve (Dürr-ül-müntekâ)da ve
(Vikâye)de, (Dürer)de ve (Cevhere)de ve Kâdî-zâdenin (Birgivî 
vasıyyetnâmesi) şerhinin sonunda ve başka kıymetli kitâblarda, meyyit için 
iskât ve devr yapmak, hanefî mezhebinde lâzım olduğu yazılıdır. Meselâ, (Tahtâvî) 
hâşiyesinde diyor ki, (Tutulmamış orucların fidye vererek iskât edilmesi için 
nass vardır. Nemâz orucdan dahâ mühim olduğundan, şer’î bir özr ile kılınamamış 
ve kazâ etmek istediği hâlde, ölüm hastalığına yakalanmış bir kimsenin, kazâ 
edemediği nemâzları için de, orucda yapdığı gibi iskât yapılması için, bütün 
âlimlerin sözbirliği vardır. Nemâzın iskâtı olmaz diyen kimse câhildir. Çünki, 
mezheblerin sözbirliğine karşı gelmekdedir. Hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, 
başkası yerine oruc tutamaz ve nemâz kılamaz. Fekat, onun orucu ve nemâzı için 
fakîri doyurur) buyuruldu). Ehl-i sünnet âlimlerinin üstünlüklerini 
anlıyamayan ve mezheb imâmlarımızı da, kendileri gibi hayâl ile konuşuyor sanan 
ba’zı kimselerin, (İslâmiyyetde iskât ve devr yokdur. İskât, hıristiyanların 
günâh çıkartmasına benziyor) gibi şeyler söylediklerini işitiyoruz. Bu gibi 
sözleri, kendilerini tehlükeli duruma düşürmekdedir. Çünki, Peygamber efendimiz,
(Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez) ve (Mü’minlerin güzel gördüğü 
şey, Allah indinde de güzeldir) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, (Berîka)nın 
94. cü sahîfesinde yazılıdır ve devr yapmanın elbette doğru olduğunu gösteriyor 
demekdedir. Devr yapmağa inanmıyan, bu hadîs-i şerîflere inanmamış olur. İbni 
Âbidîn, vitr nemâzını anlatırken, (Dinde zarûrî olan, ya’nî câhillerin de 
bildikleri icmâ’ bilgilerine inanmıyan kimse, kâfir olur) buyuruyor. (İcmâ),
müctehidlerin sözbirliği demekdir. İskât, günâh çıkartmağa nasıl 
benzetilebilir? Papaslar, günâh çıkartıyoruz diyerek, insanları soyuyorlar. 
Hâlbuki, islâmiyyetde din adamları iskât yapamaz. İskâtı yalnız ölünün vasîsi, 
vasıyyeti yoksa, vârisi yapabilir ve para din adamlarına değil, fakîrlere 
verilir. 
Bugün, hemen her yerde, 
iskât ve devr işleri islâmiyyete uygun yapılmamakdadır. İslâmiyyetde iskât 
yokdur diyenler, böyle söylemeyip de, bugün yapılmakda olan iskât ve devrler 
islâmiyyete uygun değildir deselerdi, çok iyi olurdu. Biz de kendilerini 
desteklerdik. Böyle söylemeleri ile, hem korkunç bir tehlükeye düşmekden 
kurtulurlardı, hem de islâmiyyete hizmet etmiş olurlardı. İskât ve devrlerin 
nasıl yapılacağı İbni Âbidîn, kazâ nemâzlarının sonunda geniş yazılıdır. 
Fâite 
nemâzları olan [ya’nî özr ile kaçırıp, kazâya kalmış nemâzları bulunan] bir 
kimse, bunları îmâ ile de kılmağa gücü yeter iken kılmamış ise, öleceği zemân, 
keffâretinin iskât edilmesi için vasıyyet etmesi vâcibdir. Kazâya gücü yetmemiş 
ise, vasıyyet etmesi lâzım olmaz. Ramezân-ı şerîfde oruc yiyen müsâfir ve hasta 
da, kazâ edecek zemân bulmadan ölürse, vasıyyet etmeleri lâzım gelmez. Allahü 
teâlâ, bunların özrlerini kabûl eder. Hastanın keffâretlerinin iskâtı, öldükden 
sonra velîsi tarafından yapılır. Ölmeden önce yapılmaz. Diri insanın, kendi için 
iskât yapdırması câiz değildir. Şâfi’î (Envâr) kitâbında, (Meyyitin 
kılmadığı nemâzlar için fidye vermek, şâfi’î mezhebinde vâcib değildir. 
Verilirse, iskât olmaz) diyor. Hanefî âlimlerinden imâm-ı Birgivî “rahmetullahi 
teâlâ aleyh” (Cilâ-ül-kulûb) kitâbında diyor ki, (Üzerinde Allahü 
teâlânın hakkı veyâ kul hakkı bulunan kimsenin, iki şâhid yanında vasıyyet 
söylemesi veyâ yazmış olduğunu bunlara okuması vâcibdir. Üzerinde hak 
bulunmıyanın vasıyyet etmesi müstehabdır.) 
Keffâret 
iskâti için vasıyyet eden meyyitin velîsi, ya’nî mîrâsını yerlerine sarf için 
vasıyyet etdiği vasîsi, vasî yoksa vârisi olan kimse, mîrâsın üçde birinden, 
herbir vakt nemâz için ve vitr nemâzı için ve kazâ edilmesi lâzım olan bir 
günlük oruc için, birer fıtra mikdârı, ya’nî yarım sâ’ [beşyüzyirmi dirhem veyâ 
binyediyüzelli gram] buğdayı fakîrlere [veyâ fakîrlerin vekîllerine] fidye 
olarak sadaka verir. 
Vasıyyet 
etmedi ise, velînin keffâret iskâtı yapması, Hanefîde lâzım olmaz. Şâfi’î 
mezhebindeki (Nef’ul-enâm fî-iskâtissalâti vessıyâm)da diyor ki, (Bâcûrî, 
İbni Kâsımın, Ebû Şücâ metni şerhinin hâşiyesinde diyor ki, meyyitin kılmadığı 
nemâzları için fidye verilmez. Verilir kavli de vardır. Hanefîyi taklîd ederek, 
iskâtının yapılması iyi olur. Şâfi’înin kavl-i kadîmine göre, velîsi meyyitin 
nemâz ve oruclarını kazâ eder.) Kul hakkını, vasıyyet olmasa da, meyyitin 
bırakdığı maldan velînin ödemesi, her mezhebde lâzımdır. Hattâ alacaklılar, 
mîrâsı ele geçirince, mahkemesiz alabilirler. Kazâya kalan orucların fidyesini, 
ya’nî mal ile ödenmesini vasıyyet etdi ise, bunu yerine getirmek vâcibdir. Çünki, 
islâmiyyet emr etmekdedir. Vasıyyet etmedi ise, vârisi kendi malı ile yapabilir. 
Nemâzı vasıyyet etdi ise, nemâz fidyesini vermek vâcib değil, câiz olur. Bu son 
ikisi kabûl olmaz ise, hiç olmazsa sadaka sevâbı hâsıl olup, günâhlarını 
temizlemeğe yardım eder. İmâm-ı Muhammed böyle buyurmuşdur. (Mecma’ul-enhür)de 
diyor ki, (Nefsine ve şeytâna uyarak nemâzlarını kılmamış, ömrünün sonuna doğru 
buna pişmân [olup kılmağa ve kazâ etmeğe başlamış] olanın, kazâ edemediği 
nemâzlarının iskâtının yapılması için vasıyyet etmesi câiz olduğu (Müstasfâ)da 
yazılıdır.) 
(Cilâ-ül-kulûb)da 
diyor ki: (Kul hakları, ödenecek borçlar, emânet, gasb, sirkat, ücret ve bey’ 
sebebi ile verecekler ve döğmek, yaralamak, haksız olarak kullanmak gibi beden 
hakları ve söğmek, alay, gîbet, iftirâ gibi kalb haklarıdır.) 
Vasıyyet 
eden meyyitin malının üçde biri iskât yapmağa kifâyet ediyorsa, velînin bu mal 
ile fidye vermesi lâzımdır. Kifâyet etmiyorsa, sülüsden fazlasını vârisin 
teberru’ etmesi câiz olduğu, (Feth-ul-kadîr)de yazılıdır. Bunun gibi, 
farz olan haccının yapılması için vasıyyet etse, vârisi veyâ başka biri, hac 
parasını hediyye verse, câiz olmaz. Ölmeden vasıyyet etmeyip, vârisi kendi 
parası ile iskât yapsa veyâ hacca gitse, meyyitin borcu ödenmiş olur. Vârisden 
başkasının parası ile bunlar câiz olmaz diyenler varsa da, (Dürr-ül-muhtâr) 
ve (Merâkıl-felâh) ve (Cilâ-ül-kulûb) kitâblarının sâhibleri 
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” olur dediler. 
Keffâret 
iskâtı, yalnız hanefîde, buğday yerine un veyâ bir sâ’ arpa, hurma, üzüm ile de 
hesâb edilerek, bunlar da verilebilir. [Çünki, bunlar buğdaydan dahâ kıymetli 
oldukları için, fakîre dahâ fâidelidirler.] Hepsi yerine kıymetleri olan altın 
veyâ gümüş de verilebilir. Diğer üç mezhebin hanefîyi taklîd etmeleri câizdir. [Kâğıd 
para ile iskât yapılmaz.] Secde-i tilâvet için fidye vermek lâzım değildir. 
Fidye parası, mîrâsın üçde 
birini aşarsa, vârisler izn vermedikce, velî üçde birden fazlasını sarf edemez.
(Kınye) kitâbında diyor ki, meyyitin borcu da olsa, alacaklısı, 
vasıyyetin yapılmasına izn verse de, vasıyyetin yapılması câiz olmaz. Çünki, 
islâmiyyet, önce borcun ödenmesini emr etmekdedir. Borcu ödemek, alacaklının 
râzı olması ile sonraya bırakılamaz. Bütün nemâzların iskât edilmesi için 
vasıyyet eden kimsenin kaç yaşında öldüğü bilinmiyorsa, bırakdığı mîrâsın üçde 
biri, nemâzlarının iskâtına yetişmediği zemân, bu vasıyyeti câiz olur. Mîrâsın 
üçde biri, iskât için yetişir ve artarsa, bu vasıyyeti câiz olmaz, bâtıl olur. 
Çünki, malın üçde biri, iskâta yetişmediği zemân, üçde biri ile iskât edilecek 
nemâzların sayısı belli olduğundan, vasıyyeti bu nemâzları için sahîh olur. Geri 
kalan nemâzları için olan vasıyyeti, lagv, ya’nî boş lâf olur. Üçde biri, çok 
olduğu zemân, ömrü ve dolayısı ile nemâz sayısı belli olmadığı için, vasıyyeti 
bâtıl olur. Kâdî-zâde, (Birgivî) şerhinde diyor ki: 
Kerâhet ve fesâd bulunması 
ihtimâlinden dolayı, bütün nemâzlarının iskâtı için vasıyyet eden meyyitin hiç 
malı yoksa veyâ üçde biri, vasıyyete yetişmiyorsa veyâ hiç vasıyyet etmemiş 
olup, velî kendi malı ile iskât yapmak istiyorsa, (Devr) yapar. Fekat 
velî devr yapmağa mecbûr değildir. Devr yapmak için, velî, bir aylık veyâ bir 
senelik iskât için lâzım olan altın liralık veyâ beşibiryerde veyâ bileyzik, 
yüzük veyâ gümüş geçer para ödünc alır. Meyyit erkek ise, yaşından oniki sene, 
kadın ise dokuz sene düşerek, kaç sene borcu olduğunu hesâblar. Hanefî 
mezhebinde, bir günlük altı nemâz için, onbuçuk kilo, bir güneş yılı için, 
üçbinsekizyüz kilo buğday vermek lâzımdır. Meselâ, bir kilo buğday yüz 
seksen kuruş olduğu zemân, bir senelik nemâz iskâtı altıbinsekizyüzdoksansekiz 
veyâ kısaca altıbindokuzyüz lira olur. Bir altın lira [yedi gram ve yirmi 
santigram olup], buğdayın kilosu yüzseksen kuruş olduğu zemân yüzyirmi lira idi. 
Ya’nî bir kilo buğday bedeli, bir gram altın kıymetinin takrîben onda biri [9,26 
da biri]dir. Bir aylık nemâz iskâtı için dört ve üç çeyrek, bir senelik için 
elliyedi buçuk veyâ ihtiyâtlı olarak altmış altın lâzım olur. Bir aylık 
nemâz iskâtı için, beş altın lira vermek lâzım demekdir. Meyyitin velîsi beş 
altın lira veyâ bu ağırlıkda [36 gr] bileyzik ödünc alsa ve dünyâya düşkün 
olmıyan, dînini bilen ve seven bir veyâ birkaç, meselâ dört fakîr bulsa: 
[Bunların fıtra veremiyecek, ya’nî zekât alabilecek fakîr olmaları şartdır. 
Fakîr olmazlar ise, iskât kabûl olmaz.] Meyyitin velîsi, ya’nî vasıyyet etdiği 
kimse veyâ vârislerinden biri veyâ bunlardan birinin vekîl etdiği kimse, (Merhûm 
.................. efendinin iskât-ı salâtı için, bedel olarak, bu beş altını 
sana verdim) diyerek, beş altını birinci fakîre sadaka niyyet ederek verir. 
Sadakayı fakîre verirken (hediyye ediyorum) demek câizdir. Sonra fakîr, (Aldım, 
kabûl etdim. Sana hediyye ediyorum) diyerek bunu vârise veyâ vârisin vekîline 
hediyye eder. O da teslîm alır. Sonra, yine buna veyâ ikinci fakîre verir ve 
hediyye olarak ondan geri teslîm alır. Böylece, aynı fakîre dört kerre veyâ dört 
fakîre birer kerre verip ve almakla bir devr olur. Bir devrde, yirmi altınlık 
nemâz keffâreti iskât edilmiş olur. Meyyit erkek ve altmış yaşında ise, 
kırksekiz senelik nemâz için, 48x60=2880 altın vermek lâzım olur. Bunun için de, 
2880:20=144 kerre devr yapar. Altın adedi on lira veyâ bunların ağırlığında 
bileyzik ise, 72 devr; altın yirmi ise, 36 devr yapar. 
Fakîr adedi on ve altın 
adedi de on ise, 48 senelik nemâz keffâretinin iskâtı için, yirmidokuz devr 
yapar. Çünki: 
Nemâz 
kılmadığı yıllar x bir yıllık altın sayısı = fakîr sayısı x bir fakîre verilen 
altın sayısı x devr sayısıdır. 
Misâlimizde yaklaşık olarak: 
48 x 60 = 4 x 5 x 144 = 4 x 
10 x 72 = 4 x 20 x 36 = 10 x 10 x 29 dur. 
Görülüyor ki, nemâz 
iskâtında, devr sayısını bulmak için, bir yıllık altın sayısı ile meyyitin 
nemâz borcu yılı çarpılır. Ayrıca, devr olunan altın lira sayısı ile, fakîr 
sayısı da çarpılır. Birinci çarpım, ikinci çarpıma bölünür. Bölüm, devr 
sayısı olur. Buğdayın ve altının kâğıd lira karşılığı değerleri her zemân 
yaklaşık olarak aynı oranda değişmekdedir. Ya’nî, iskat için, bir yıllık buğday 
mikdârı değişmediği gibi, altının kıymeti, dünyâ piyasasına bağlanarak, aşırı 
yükselmediği zemânlarda, bir yıllık altın sayısı da, ya’nî hanefî mezhebi için, 
yukarda bulduğumuz altmış altın lira da hemen hemen aynı olmakdadır. Bunun için, 
böyle fevkal’âde haller hâricinde: 
  
Bir aylık nemâz iskâtı 
beş altındır. 
Bir aylık Ramezân orucu 
iskâtı takrîben bir altındır. 
  
kabûl edilmekdedir. Devr 
edilecek altın lira ve devr sayısı, buradan bulunur. 
Altın lira yok ise, velî, 
bileyzik, yüzük gibi altın eşyâ, bir hanımdan ödünc alır. Bundan, (nemâz 
kılmadığı sene adedi x 7,2) gram dartılıp, bir mendile konur. Mendilde, nemâz 
kılmadığı sene adedi kadar altın lira vardır. 60 adedi, devre oturan fakîr 
adedine bölününce, devr adedi ma’lûm olur. Altın az ise, birincidekinin yarısı 
kadar dartılır. Devr adedi, birincinin iki misli olur. Misâlimizde, 48 x 7,2 = 
350 gram altın ve on fakîr ile altı devr, 70 gram altın ile otuz devr yapılır. 
Devr bitince, sondaki fakîr, elindeki altınları velîye hediyye eder. Bu da 
borcunu öder. Velîde altın liralar varsa, nemâz kılmadığı seneler adedince, 
altın lira ile devr yapılır. 60 adedi, devre oturan fakîr adedine bölününce, 
devr adedi ma’lûm olur. Altın adedi, nemâz borcu olan seneler adedinden birkaç 
def’a az olursa, devr adedi, o kadar def’a çok olur. Yukarıdaki misâlde, 48 
altın lira ve bir fakîr ile 60 devr ve 4 fakîr ile 15 devr, 10 fakîr ile 6 devr 
yapılır. Altın lira 10 aded ise, 48 yerine 50 kabûl edip, 4 fakîr ile 75 devr 
yapılır. Fakîr adedi de 10 olursa, 30 devr yapılır. 
Nemâz 
iskâtı bitdikden sonra, tutulmıyan, kazâ edilmeleri lâzım olan, 48 senelik, 
orucların iskâtı için, beş altını dört fakîre üç kerre devr eder. Çünki, bir 
senelik ya’nî, otuz günlük oruc keffâret iskâtı, elliikibuçuk kilo buğday veyâ 
5,25 gram altın, ya’nî 0,73 aded altın lira olmakdadır. Görülüyor ki, hanefîde
bir altın bir senelik oruc keffâretini iskât eder ve kırksekiz sene için 
kırksekiz altın vermek lâzım olur. Beş altın ile, dört fakîre bir devr yapınca, 
yirmi altın verilmiş oluyor. Kazâ edilmeleri lâzım olan orucların iskâtı 
yapıldıkdan sonra, zekât için, sonra kurban ve sadaka-i fıtr, nezr ve vârisleri 
bilinmeyen kul hakları için de birkaç devr yapılır. 
Mâlikî ve şâfi’î 
mezheblerinde, nemâz için de fidye yapılır kavline göre, vitr nemâzı sünnet 
olduğu için, bir günde beş nemâz fidyesi verilir. Bu iki mezhebde, bir nemâz ve 
bir oruc fidyesi olarak bir müd’ buğday verileceği (El-Envâr) ve (Nef’ul-enâm)da 
yazılıdır. Bir müd’ 173,3 dirhem olup, bir günlük beş nemâz fidyesi 2,1 kgr, bir 
ay için 63 kgr. buğday, ya’nî 0,875 aded altın lira, bir sene için 705 kgr. 
buğday veyâ 10,5 aded altın ve bir aylık oruc fidyesi 5,2 kgr. buğday, 0,07 aded 
altın olur. Mâlikî ve şâfi’îler, hanefî mezhebini taklîd ederken, bir aylık 
nemâz fidyesi 5 altın, bir aylık oruc fidyesi bir altın hesâb eder. 
Bir yemîn keffâreti için, 
bir günde on fakîr ve özrsüz bozulup keffâret lâzım olan bir günlük oruc 
keffâreti için, bir günde altmış fakîr lâzımdır ve bir fakîre bir günde, yarım 
sâ’ buğdaydan fazla verilemez. Ya’nî, birkaç yemîn keffâreti bir günde on fakîre 
verilemez. O hâlde, yemîn ve oruc keffâretleri için bir günde devr yapılamaz. 
Birinci kısm, 83. cü maddeye bakınız! Yemîn vasıyyeti varsa, bir yemîn için, bir 
günde on fakîrin herbirine ikişer kilo buğday veyâ un veyâ bu değerde herhangi 
bir mal, altın, gümüş verilir. Bunları, bir fakîre, on gün arka arkaya vermek de 
olur. Yâhud bir fakîre kâğıd para verip, (Seni vekîl ediyorum. Bu para ile, 
hergün, sabâh ve akşam olmak üzere, iki kerre on gün karnını doyuracaksın!) 
demelidir. Karnını böyle on gün doyurmayıp, kahve, gazete parası yaparsa, câiz 
olmaz. En iyisi, bir aşcı ile pazarlık edip, on günlük parayı aşçıya verip, 
fakîr, bu aşçıda, hergün, sabâh ve akşam olmak üzere iki kerre on gün karnını 
doyurmalıdır. Niyyet etdikden sonra bozulan oruc ve zıhâr keffâretleri de böyle 
olup, bu ikisinde, bir günün keffâreti için, altmış fakîre bir gün veyâ bir 
fakîre altmış gün yarım sâ’ buğday veyâ bu değerde başka mal vermek veyâ hergün 
iki kerre doyurmak lâzımdır. 
Vasıyyet 
edilmiyen zekât iskâtı yapılması lâzım değildir. Vârisin, zekât iskâtı için de, 
kendiliğinden devr yapabileceğine fetvâ verilmişdir. 
Velî, altınları fakîrlere 
her verişde, nemâz veyâ oruc iskâtı diye niyyet etmelidir. Fakîr de, velîye geri 
verirken, hediyye ediyorum demeli ve velî teslîm aldım demelidir. (Eşi’at-ül 
lemeât)da, sadaka, zekât alması câiz olmıyanı anlatırken diyor ki, (Âişe 
“radıyallahü anhâ” buyurdu ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” odama 
geldi. Çömlekde et kaynıyordu. Ekmek ile evde bulunan birşey ikrâm etdim. (Et 
pişdiğini gördüm) buyurdu. Hizmetçimiz Berîreye sadaka verilen et idi. Siz 
sadaka [zekât] yimediğiniz için, bundan vermedim dedim. (Bu et Berîre için 
sadakadır. Onun bize verdiği ise hediyye olur) buyurdu). Fakîr aldığı 
zekâtı, zengine verebilir. Verdiği hediyye olur. Zenginin bunu alması halâl 
olur. Çünki fakîr kendi mülkünden vermişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve 
sellem” zengin, fakîr ayırmadan, herkesin hediyyesini kabûl eder, hepsine, dahâ 
fazla karşılığını verirdi.) [Velî, iskât yapamıyacak hâlde ise, o meyyitin 
iskâtlarını yapmak için yabancı birini vekîl eder. İskâtları, devri, başkalarına 
tercîhen bu vekîl yapar]. 
[İmâm-ı Birgivînin (Vasıyyetnâme) 
kitâbının sonunda ve bunun kâdî-zâde Ahmed efendi şerhınde “rahmetullahi teâlâ 
aleyhimâ” diyor ki, fakîrlerin nisâba mâlik olmaması şartdır. Meyyitin 
akrabâsından olsa, câizdir. Fakîre verirken, (Falancanın şu kadar nemâzının 
iskâtı için, şunu sana verdim) demesi lâzımdır. Fakîr de, (Kabûl etdim) 
demelidir ve altınları alınca, kendinin mülkü olduğunu bilmesi lâzımdır. 
Bilmezse, önceden öğretmelidir. Bu fakîr de lutf edip, kendi isteği ile 
(Falancanın nemâzının iskâtı için, bedel olarak şunu sana verdim) diyerek başka 
fakîre verir. O fakîr de, eline alıp, (Kabûl etdim) demelidir. Alınca, kendi 
mülkü olduğunu bilmelidir. Emânet, ödünc gibi alırsa devr kabûl olmaz. Bu ikinci 
fakîr de, (Aldım, kabûl etdim) dedikden sonra, (Ol vech ile sana verdim) diyerek 
üçüncü fakîre verir. Böylece nemâz, oruc, zekât, kurban, sadaka-i fıtr, adak ve 
kul hakları, hayvân hakları için devr yapmalıdır. Fâsid ve bâtıl alışveriş de, 
kul hakları içindedir. Yemîn ve oruc keffâretleri için devr yapmak câiz 
değildir. 
Ondan sonra, altınlar hangi 
fakîrde kalırsa, lutf edip, arzûsu ve rızâsı ile, velîye hediyye eder. Velî 
alıp, kabûl etdim der. Eğer fakîr hediyye etmezse, kendi malıdır, zor ile 
alınmaz. Velî bir mikdâr altını veyâ kâğıd para veyâ meyyitin eşyâsından bu 
fakîrlere verip, bu sadaka sevâbını da meyyitin rûhuna hediyye eder. Borcu olan 
fakîr ve bâlig olmamış çocuk devr yapmağa katılmamalıdır. Çünki borclunun, eline 
geçen altınlar ile borcunu ödemesi farzdır. Bu farzı yapmayıp, altınları 
meyyitin keffâreti için yanındaki fakîre hediyye vermesi câiz olmaz. Devr kabûl 
olur ise de, kendisi hiç sevâb kazanmaz. Hattâ günâha girer. Çocuğun da hediyye 
vermesi sahîh olmadığı İbni Âbidînde “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” yazılıdır.] 
Malı olmıyan meyyit, devr 
yapılmasını vasıyyet ederse, velînin devr yapması vâcib olmaz. Meyyitin 
keffâretlerini iskât edecek kadar malının hepsini, mîrâsın üçde birini aşmamak 
üzere vasıyyet etmesi vâcib olur. Böylece, devre lüzûm kalmadan, iskât yapılır. 
Üçde biri iskâta yetişdiği hâlde, üçde birinden az malın devr edilmesini 
vasıyyet ederse, günâha girer. İbni Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzyetmişüçüncü 
[273] sahîfede buyuruyor ki, (Küçük çocukları olan veyâ fakîr olup mîrâsa muhtâc 
hâlde bâlig çocukları sâlih olan hastanın, nâfile olan hayrât ve hasenâtı 
vasıyyet etmeyip, sâlih çocuklarına bırakması dahâ iyidir). (Bezzâziyye)de, 
hediyyeyi anlatırken diyor ki, (Malını hayrâta sarf edip, fâsık olan çocuğuna 
mîrâs bırakmamalıdır. Çünki, günâha yardım etmek olur. Fâsık çocuğa da nafakadan 
fazla para, mal vermemelidir.) 
Çok sayıda nemâz, oruc, 
zekât, kurban ve yemîn borcları olup da, bunlar için, mîrâsın üçde birinden az 
bir malın devr edilmesini ve geri kalan mal ile, Kur’ân-ı kerîm, hatm-i tehlîl 
ve mevlid okutulmasını vasıyyet etmek câiz değildir. Bunları okumak için para 
veren ve alan günâha girer. Kur’ân-ı kerîm öğretmek için para alıp vermek 
câizdir. Okumak için câiz değildir. 
Meyyitin borclu olduğu 
nemâzları, orucları, vârislerin ve herhangi bir kimsenin kazâ etmesi câiz 
değildir. Fekat, nâfile nemâz kılıp, oruc tutup, sevâbını meyyitin rûhuna hediye 
etmek câiz ve iyi olur. 
Meyyitin borcu olan haccını, 
vekîl etdiği kimsenin, meyyitin parası ile kazâ etmesi câiz olur. Ya’nî, meyyiti 
borcdan kurtarır. Çünki hac, hem beden ile, hem de mal ile yapılan ibâdetdir. 
Nâfile hac, başkası yerine her zemân yapılır. Farz hac ise, ancak ölünciye kadar 
hacca gidemiyecek kimse yerine, vekîli tarafından yapılır. 
(Mecma’ul-enhür)de 
ve (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (Meyyitin iskâtını defnden önce 
yapmalıdır.) Defnden sonra da câiz olduğu, (Kuhistânî)de yazılıdır. 
Meyyit için yapılan nemâz, 
oruc, zekât, kurban keffâretlerinin iskâtında, bir fakîre nisâbdan fazla 
verilebilir. Hattâ, altınların hepsi, bir fakîre verilebilir. 
Ölüm hastasının, kılmadığı 
nemâzların fidyesini vermesi câiz değildir. Oruc tutamıyacak kadar ihtiyâr 
olanın, tutamadığı orucların fidyesini vermesi câizdir. Hastanın, nemâzlarını 
başı ile îmâ ederek de kılması lâzımdır. Böyle îmâ ile bir günden fazla nemâz 
kılamıyacak hastanın, kılamadığı nemâzları afv olur. İyi olursa, bunları kazâ 
etmesi lâzım gelmez. Tutamadığı orucları, iyi olunca tutması lâzımdır. İyi 
olmayıp, vefât ederse, bu orucları afv olur. 
Şimdi, İstanbulda, bir kimse 
ölünce, hemen nüfûs kâğıdı ve iki şâhid ile, belediyye tabîbliğine gidilip, (Defn 
ruhsatiyyesi) alınır. Mezârlıklar müdürlüğüne götürülür. Buraya, yıkama, 
cenâze arabası ve mezâr ücreti yatırılır. Buradan, mezârlıkdaki memûra hitâben 
defn emri alınır. Meyyit, yâ evde yıkanır. Yâhud mezârlıklar müdürlüğü yıkatır. 
Her iki şeklde de, cenâze arabası, meyyiti evden alır. Câmiye ve sonra mezârlığa 
götürür. 
Hemen kabristâna gidilip, 
mümkin olduğu kadar derin bir mezâr kazdırılır. 
Verâset i’lâmı lâzım ise, 
mahkemeye, şöyle bir dilekçe verilir. Meselâ: 
İstanbul sulh hukûk nöbetci 
hâkimliğine 
Da’vâcı: 
Nefîse Sîret Işık - Fâtih, Şeyh resmî mah. 
Müstakîm zâde sokak No. 23. 
Annem, dul olarak, 1.9.1958 
târîhinde, vefât ile benden başka mîrâscısı bulunmadığından ve işin mühim ve 
müsta’cel mevâddan bulunması hasebîle, herne kadar, adlî ta’tîl ise de, fekat bu 
verâsetin alınmasında, acele mühim bir iş zuhûr etmiş bulunduğundan, 
müsta’celiyyet karârı ile, da’vânın kabûlünün ve bu sûretle, verâset vesîkası 
verilmesine müsâ’ade buyurulmasını saygı ile diler, arz eylerim. 
Bu dilekçe, doğruca hâkime 
verilip, imzâdan sonra kalem odasına verilir. Kayd etdirilip üzerine yazılan 
para, mahkeme veznesine yatırılır. Tekrâr kalem odasına gelip, dilekçe nüfûs 
me’mûrluğuna havâle etdirilir. Nüfûs me’mûrluğuna götürülüp, tasdîkli nüfûs 
sûreti alınarak mahkemeye getirilir. Mahkemenin bildireceği günde, iki şâhid ile 
mahkemeye gelip, muhâkemeden sonra, kalem odasından üç aded verâset i’lâmı 
istenir. Parası vezneye yatırılıp bildirilen günde, gidip alınır. 
Bu işleri sıcağı sıcağına, 
derhâl yapmalıdır. Hemen yapılmazsa, senelerle sürüncemede kalır ve birçok 
işlerin yapılması, bu yüzden geri kalır. Verâset i’lâmı birçok işler için lâzım 
ise, noterlikden, lâzım olduğu kadar sûret çıkarmalıdır. 
  
Ölüm vardır, gâfil 
olma, sakın meyl etme dünyâya! 
Kapılma mal-ü emlâke, 
sakın aldanma dünyâya. 
  
Çalış emr-i ilâhîyi 
yetdikçe icrâya! 
Gelenler hep sefer 
eyler, muhakkak dâr-ı ukbaya! 
Yüzün dön, ilticâ 
eyle, Cenâb-ı Zât-i Mevlâya! 
  
Bu dünyâ bir köprüdür, 
her gelen bir bir geçer durmaz! 
Hani âbâ-ü ecdâdın, ne 
oldu, kimseler sormaz. 
Hani annen, baban 
nerde, bu dünyâ kimseye kalmaz. 
  
Gelenler hep sefer 
eyler muhakkak dâr-ı ukbaya. 
Yüzün dön, ilticâ 
eyle, Cenâb-ı Zât-i Mevlâya! 
Ecel bir gelir, ondan 
aceb kurtulan var mı? 
  
Hiç ölmem diyenler 
ölmüş, bakın hiç kurtulan var mı? 
Hani şahlar ve 
sultânlar, bakın hiç nişan var mı? 
  
Gelenler hep sefer 
eyler muhakkak dâr-ı ukbâya, 
Yüzün dön, ilticâ 
eyle, Cenâb-ı Zât-ı Mevlâya. 
  
                                                |