64 -
FERÂİZ BİLGİSİ
Vefât eden kimsenin
bırakdığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilme, (İlm-i
ferâiz) denir. Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde, en açık ve en geniş
bildirdiği şey, meyyitden kalan mîrâsın nasıl dağıtılacağıdır. Burada yapılacak
işlerin çoğu farz olarak emr olunduğu için, hepsine (Ferâiz ilmi)
denilmişdir. (Tezkire-i Kurtubî) muhtasarında, İbni Mâce ve Dâre Kutnînin
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în “bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Ferâiz
ilmini öğrenmeğe çalışınız! Bu ilmi gençlere öğretiniz! Ferâiz ilmi, din
bilgisinin yarısı demekdir. Ümmetimin en önce unutacağı, bırakacağı şey, bu ilm
olacakdır) buyuruldu.
(Dürr-ül-müntekâ)
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki: (Gayb olan kimse, hükmen öldü
sayılır. Ana rahminde öldürülüp diyeti verilen cenîn, takdîren ölü sayılır. Bu
ikisinin de malları vârislerine taksîm edilir. Ölüm zemânında ana rahminde
bulunan vâris, takdîren diri sayılır. Bu cenîn, bir oğlan veyâ bir kız imiş gibi
iki dürlü ferâiz hesâbı yapılıp, ikisinden hissesi çok olanı ayrılıp, geri
kalan, diğer vârislere taksîm edilir. Bu cenîn iki seneden önce, diri olarak
doğarsa, hemen ölse bile vâris olur ve ölünce mîrâs bırakır.) (İbni Âbidîn)de
ve (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (İki kardeşden biri Çinde, diğeri
Endülüsde, aynı gün, güneş doğarken ölseler, Endülüsde ölen, diğerine vâris
olur. Çünki, [Erd küresi garbdan şarka doğru döndüğü için], güneş şarkda dahâ
önce doğmakdadır.
1 - Meyyitin bırakdığı
maldan ve mülkden, sıra ile, yıkama, kefenleme, defn masrafları ve sonra kul
borcları ayrılıp verilir. Geriye kalan mal, mülk, piyasaya göre değerlendirilip,
üçe bölünür. Bir kısmı ile, islâmiyyete uygun olan vasıyyetleri yerine
getirilir. Diğer iki kısm eşyânın, değerlerine göre kendileri veyâ satılıp
paraları vârislerine şöyle dağıtılır:
(1): Önce, eshâb-ı ferâiz
denilen oniki kişiye, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen hakları verilir. Bu haklara,
(Farz) adı da verilmişdir. Bunlardan dördü erkekdir.
(2): Eshâb-ı ferâizden artan
mal, asabe denilen akrabâdan meyyite en yakın olanına verilir. Asabelerin ismi
sonra bildirilecekdir. Asabe yok ise, bu artanlar da, eshâb-ı ferâize dağıtılır.
Fekat, zevc ve zevceye, bu sefer verilmez.
(3): Eshâb-ı ferâizden ve
asabelerden kimse yok ise, zevil-erhâm denilen akrabâya verilir. Zevil-erhâm beş
sınıfdır. İsmleri, üçüncü kısm, 65. madde sonuna doğru yazılıdır.
(4): Zevil-erhâmdan da kimse
yoksa, mevlel-muvâlât denilen adama verilir. [On numaraya bakınız!] Bu da yok
ise, kardeşimdir demesi gibi, bir vâsıta ile soyu olduğunu söylediği, fekat o
vâsıtanın kabûl etmediği kimseye verilir.
(5): Yukarıdaki vârislerden
hiçbiri yok ise, mîrâsın üçde ikisi dahî, vasıyyete harcanır. Vasıyyeti de yok
ise, meyyit zimmî olsa bile, Beyt-ül-mâl alır.
2 - Eshâb-ı ferâizi Kur’ân-ı
kerîm altı sınıfa ayırmışdır: Her sınıfın hissesini [farzını] şöyle bildirmişdir:
NISF: Mîrâs
kalan maldan vasıyyet edilen mikdârı ayrıldıkdan sonra, geriye kalanın yarısını,
aşağıdaki beş cins insandan biri alır. Şöyle ki, ilk dört cinsin birinden bir
kişi varsa, o ve zevc alır. Bu dört cinsden ikisi bir arada bulunamaz.
Kızı: Meyyitin oğlu yok ise,
kızı yarısını alır.
Oğlunun kızı: Çocuğu [ya’nî
oğlu ve kızı] ve oğlunun oğlu yok ise, yarısını alır.
Kız kardeşi: Meyyitin
çocuğu, oğlunun çocuğu ve erkek kardeşi veyâ babası olmadığı zemân, yarısını
alır.
Babadan kız kardeş: Kız
kardeşi olmadığı vakt, onun yerine, yarısını alır.
Zevc:
Meyyitin çocuğu veyâ oğlunun çocuğu olmadığı zemân yarım alır.
Bu beş kimseden ilk dördü,
kendi erkek kardeşi ile birlikde olunca, farzını alamaz. Yalnız asabe olur.
Asabe olunca, erkek, kız kardeşinin iki katını alır. Bunun sebebi, 588. ci
sahîfede îzâh edilmişdir. Bu dört cinsin birinden birden fazla bulunursa, nısf
yerine Sülüsân alıp paylaşırlar.
RUBU’:
Dörtde birini alacak
olanlardır. Bunlar iki kimsedir:
Zevc:
Çocuğu veyâ oğlunun çocuğu varsa, zevc dörtde bir alır.
Zevce: Çocuğu veyâ oğlunun
çocuğu olmadığı zemân rubu’ alır.
Zevc
ve zevce, talâk-ı ric’îde, kadının iddet zemânında, birbirlerine vâris olurlar.
SÜMÜN: Sekizde
birini alacak olan, yalnız bir kimsedir.
Zevce: Çocuğu veyâ oğlunun
çocuğu olduğu zemân sekizde bir alır.
SÜLÜSÂN, ya’nî üçde
iki: Hissesi nısf olanlardan zevcden başka birinden, birden fazla olunca, üçde
ikiyi alıp aralarında müsâvî olarak bölerler.
SÜLÜS,
ya’nî üçde birini iki kimse
alır:
Anası: Meyyitin çocuğu,
oğlunun çocuğu veyâ her dürlü kardeşden birden fazla yok ise, anası, üçde birini
alır. Babası ve zevc veyâ zevcesi de varsa, anası, zevc veyâ zevceden ve babadan
kalanın üçde birini alır. Baba yerine ced varsa, ana tekmîl malın üçde birini
alır.
Anadan kardeşler: Bunlara,
(Benûl-ahyâf) denir. Birden fazla oldukları zemân, üçde birini alıp
aralarında paylaşırlar. Erkeği ve kadını hep aynı mikdârda alır. Meyyitin çocuğu
veyâ oğlunun çocuğu yâhud babası, dedesi var ise, benûl-ahyâf mîrâs alamaz.
SÜDÜS, ya’nî
altıda birini yedi kimse alır:
Babası: Meyyitin çocuğu veyâ
oğlunun çocuğu olduğu zemân, baba altıda birini alır.
Anası: Meyyitin çocuğu,
oğlunun çocuğu veyâ her dürlü kardeşden birden fazla varsa, anası altıda birini
alır.
Sahîh dede ve nineler:
Meyyitin babası olmaz, oğlu varsa, ced ve ceddeler, altıda bir alır.
Oğlunun kızları: Meyyitin
bir kızı ile birlikde bulundukları zemân, oğlunun kızları altıda bir alıp
paylaşırlar.
Babadan kız kardeşi:
Meyyitin bir kız kardeşi ile birlikde olduğu zemân, südüs alır.
Anadan kardeş: Anadan kız
veyâ erkek kardeşi bir dâne ise, südüs alır.
İhtâr:
Baba altıda bir aldığı zemân,
önce baba südüs alıp, geri kalanın üçde birini ana alır. Ana olmazsa, nineler
yine südüs alır. Ana yerine geçemeyip, sülüs alamazlar.
3 - Erkek vâris on kişi
olup, dokuzu asabedir. Zevc, asabe olamaz.
Baba: Meyyitin çocuğu veyâ
oğlunun çocuğu yoksa, baba yalnız asabe olur. Kızı veyâ oğlunun kızı varsa, hem
eshâb-ı ferâizden olur, hem de asabe olur. Oğlu veyâ oğlunun oğlu varsa, yalnız
südüs alır.
Sahîh ced: Meyyite ana
taraflarından bağlı olmıyan dedeler demekdir. Meyyitin çocuğu ve babası
bulunmazsa, baba yerine asabe olur. Oğlu bulunursa, baba yerine yalnız südüs
alır. Baba varsa, hiç vâris olamaz.
Oğul: En kuvvetli asabe
olup, oğul bulunduğu zemân, diğer asabelerin hiçbiri asabe olamaz. Dünyâya
gelecek çocuk varsa, oğul kabûl edilerek hissesi ayrılır.
Oğlunun oğlu: Meyyitin oğlu
bulunmadığı zemân, oğlunun oğlu, en kuvvetli asabe olur ve başka asabeler, asabe
olamaz.
Birâder: Şakîk, yalnız
babadan, yalnız anadan birâder olmak üzere üç dürlüdür: Şakîk, ya’nî anadan ve
babadan erkek kardeş, birâder veyâ baba bir birâder, meyyitin oğlu, oğlunun
oğlu, babası ve dedeleri bulunmadığı zemân asabe olurlar.
Birâder oğlu, amca ve
babadan amca veyâ babanın amcası ve bunların oğulları ve meyyit âzâd olmuş köle
veyâ câriye ise, bunu âzâd eden adam, kendilerinden dahâ kuvvetli asabe
bulunmazsa, sıra ile asabe olurlar.
Zevc:
Yalnız eshâb-ı ferâizdendir. Asabe olmaz.
4 - Kadın vâris yedi
kişidir: Meyyitin kızı, oğlunun kızı, anası, sahîh ceddeleri, üç dürlü kız
kardeşi, zevcesi, meyyit âzâd olmuş köle veyâ câriye ise, bunu âzâd eden kadın.
Birden fazla zevce bir farz alarak paylaşırlar.
5 - Meyyitin kızı birden çok
olursa, oğlunun kızları vâris olamaz. Fekat, oğlu olmıyarak, oğlunun oğlu da
bulunursa, oğlunun kızları, bununla birlikde asabe olarak, kızlardan artanı,
oğlunun oğulları ile, oğlunun kızları arasında, erkeğe iki kat olarak taksîm
edilir. Oğul varsa, oğul çocukları vâris olamaz.
6 - (Benûl-a’yân),
ya’nî şakîkler, ya’nî ana baba bir erkek kardeşler ve (Benûl’allât),
ya’nî yalnız baba bir kardeşler; oğul, oğul oğlu, baba, dededen biri bulunduğu
zemân vâris olamazlar.
Kız kardeşler; meyyitin kızı
veyâ oğlunun kızı bulunduğu zemân veyâ kendi birâderi bulunduğu zemân, yalnız
asabe olurlar. Oğul, oğlun oğlu veyâ baba varsa, vâris olamazlar.
Meyyitin şakîkası, ya’nî ana
baba bir kız kardeşi birden fazla ise, babadan kızkardeşleri, yalnız iken vâris
olamaz. Fekat, babadan birâderi de varsa, babadan kızkardeşleri asabe yaparlar
ve meyyitin kız kardeşlerinden artan mal, baba bir kardeşler arasında, erkeğe
iki kat olmak üzere taksîm edilir.
Babadan kız kardeşler;
meyyitin kızı veyâ oğlunun kızı bulunduğu zemân veyâ kendi erkek kardeşi
bulunduğu zemân, yalnız asabe olurlar ise de, meyyitin iki kız kardeşi, oğul,
oğlun oğlu veyâ baba varsa, vâris olamazlar. Meyyitin ana baba bir kardeşlerinin
bulunması, anadan olan kardeşleri vâris olmakdan çıkarmaz. Ya’nî benûl-ahyâf,
benûl-a’yân sebebi ile vârislikden düşmez.
7 - Meyyitin zevcesinden
veyâ câriyesinden olan oğlu ve kızı, babası, anası, zevci ve zevcesi, mîrâsdan
hiç mahrûm kalmaz. Bunlardan başka asabelerden, meyyite bir kişi ile bağlı olan
kimse, bu kişi bulunduğu zemân, vâris olamaz. Meyyite yakın olanlar, uzak
olanları mahrûm bırakır. [Meselâ, kız kardeş asabe olduğu zemân, amcası veyâ
erkek kardeşin oğlu asabe olamaz.] Yalnız, ana bir kardeşler bundan müstesnâdır.
İki yakınlığı olan, bir yakınlığı olanı mahrûm eder. Meselâ, baba bir
birâderler, ana ve baba bir erkek kardeş bulununca, mîrâs alamazlar. Baba bir
kız kardeşler, asabe oldukları zemân, meyyitin erkek kardeşi bulununca,
asabelikden düşerler. Bunun gibi, meyyitin kızı bulunduğu zemân, baba bir erkek
kardeşi düşürür.
Eshâb-ı
ferâiz, bir sahîfe önce yazılı olan şartlara göre, mîrâs alabilir.
8 - Ceddelerin, ya’nî büyük
annelerin hepsi, meyyitin anası bulunduğu zemân, mîrâsdan düşerler. Baba
tarafından olan ceddeler, baba bulunması ile de, düşerler. Fekat, ceddin
bulunması ile düşmezler.
9 - Köle, meyyiti öldüren,
başka dinden olanlar ve mürtedler mîrâs alamaz. [Şu hâlde, müslimân evlâdı
olduğu hâlde, halâle, harâma, farzlara, meselâ, nemâza, gusl abdesti almağa
ehemmiyyet vermiyen, oruc tutmak istemiyen, günâh işleyince pişmân olmayan
mürted olur, müslimândan mîrâs alamaz.] Babası sâhib çıkmıyan veled-i zinâ,
babasına vâris olamaz. Hâlbuki, müslimânın kâfire, kâfirin de müslimâna mal
vasıyyet etmeleri câizdir.
10 - Bir zimmî [ya’nî gayr-i
müslim vatandaş] veyâ harbî [ya’nî vatandaşımız olmıyan kâfirler], bir
müslimânın yardımı ile îmâna gelir ve bu müslimânı velî kabûl ederse, ya’nî onun
emrine girerse ve bu müslimân da, bunun ile muvâlâtı kabûl ederse, ya’nî bunun
borclarını ödemeği kabûl ederse, bu müslimân, onun (Mevlel-muvâlâtı)
olur.
Birinci kısmda,
yetmişsekizinci maddede, toprak mahsûlleri zekâtını bildirirken, erâzî kanûnu
şerhınde, beş nev’ toprak olduğunu yazmışdık. Birincisi mülk olan topraklar idi.
Bunların sâhibi vefât edince, toprak satılıp, parası ile, sâhibinin borcu
ödenebilir. Kalanın üçde birinden vasıyyeti yapılır. Üçde ikisi vârislerine,
mîrâsları mikdârında verilir. İkinci nev’ topraklar, Beyt-ül-mâlın olan mîrî
topraklardır. Bunlar, şahslara peşin para karşılığı, tapu senedi ile kirâya
verilir. Alanın mülkü olmaz. Sâhibi ölünce, satılıp borcu ödenmez, vasıyyeti
yapılmaz. Vârislerine mîrâs olmaz. Başkasına kirâya verilir. Fekat, millete
iyilik olmak için, sâhibinin mîrî toprağı, para karşılığı başkasına devr etmesi
veyâ hediyye etmesi ve ölünce, peşin para almadan çocuklarına devr olunması
devletce kabûl edilmişdi. Tapunun, çocuklarına devr edilmesi mîrâs olmayıp,
devletin ihsânıdır. Vârise mülk olmaz. Kirâ ile verilmiş olur. Kanûnun
ellidördüncü ve sonraki maddelerine göre, tapu sâhibi ölünce, toprak, erkek ve
kız çocuklarına müsâvî olarak verilir. Çocukları yok ise, torunlarına, bunlar da
yok ise, babasına, baba da yok ise, anasına parasız verilir. Fekat, devr hakkı
babaya veyâ anaya verilirken, dörtde biri zevc veyâ zevceye verilip, dörtde üçü
baba veyâ anaya verilir. Çocuk veyâ torun varken, zevc veyâ zevce, mîrî
toprakdan pay alamaz. Meyyitin torunları, çocukları ile birlikde eşit pay
alırlar. Şimdi mîrî toprak kalmamış, herkesin mülkü olmuşdur. Şimdi, mîrâs gibi
bölünmeleri lâzımdır. (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarının sonuna
bakınız!
Her müslimân, ölüm
hastalığında bir (Vasıyyet) yazmalıdır. (Mâ-lâ-büdde)de diyor ki,
(Vasıyyetnâmeyi maraz-ı mevtde yazmak vâcib, sıhhatde iken yazıp, yanında
taşımak müstehabdır.) Burada evlâdına, ahbâbına son nasîhatini yapmalıdır.
Kendinde hakkı bulunanlardan, halâllaşmalarını, alacaklarını, vereceklerini,
borcların ödenmesini, iskât yapılmasını, hac borcu varsa, vekîl gönderilmesini
istemeli, cenâze hizmetindeki ve defnden sonraki isteklerini bildirmelidir.
Zevcesine olan (Mehr-i müeccel) borcunun ödenmesi için vasıyyet etmesini
unutmamalıdır. Bu isteklerinin ahkâm-ı islâmiyyeye uygun yapılması için, âdil
iki şâhid yanında bir vasî seçmelidir. (Kâdıhân) “rahmetullahi teâlâ
aleyh” diyor ki, (Tarlasının kabristân yapılması veyâ malının üçde biri ile
yolcular için hân, mescid yapılması yâhud yolcular için çeşme yapılması,
müslimânlara kefen, tabut alınması, kabr kazdırılması, bir mescide sarf edilmesi
için vasıyyet etmek, imâm-ı Muhammede göre “rahmetullahi teâlâ aleyh” câizdir.
Malının sülüsü ile habshâne yapılmasını vasıyyet câiz değildir. Bunu yapdırmak
hükûmetin vazîfesidir. Hac yapılmasını vasıyyet edince, bulunduğu şehrden
gönderilir. Malı az ise, malının yetişeceği yerden gönderilir. Gazâ edilmesi
için vasıyyet edince, harb edenlere ve harb malzemesi için verilir. Ehl-i kitâb
kâfirlerin fakîrlerine verilmek için vasıyyet câizdir. Kilise yapmaları için
vasıyyet câiz değildir. Kâtilinin afv edilmesini vasıyyet bâtıldır. Yalnız ev
bırakan kimsenin, birinin evde oturmasını vasıyyet etmesi câizdir. Ölünciye
kadar evde oturur. Maraz-ı mevt hâsıl olmadan önce, çocuklarından birine, fazla
hizmet etdiği veyâ muhtâc olduğu için, birşey hediyye etmek câizdir. Malının
sülüsünün bir şehrdeki fakîrlere dağıtılmasını vasıyyet edince, başka şehrdeki
fakîrlere dağıtılması câiz olur. Bu parayı on fakîre dağıt denilip, hepsinin bir
fakîre verilmesi ve bunun aksi de câiz olur. On günde dağıt denilip, hepsini bir
günde dağıtsa câiz olur. Malımın sülüsünü akrabâma dağıtın dese, vârislerin
gayrısına dağıtılır. Vârisler arasında küçükler olsa veyâ meyyitin borcu olsa
da, büyükler mîrâsdan yiyebilirler. (Şirketler) maddesine bakınız! Bir
kimse vasıyyetini ibtâl edebilir. Vasıyyetini inkâr etmesi, ibtâl olmaz.
Vasıyyeti kabûl eden vasî, hasta öldükden sonra vazgeçemez. Emîn olmıyan fâsık
veyâ zimmî vasî yapılırsa, hâkim bunları değişdirir. Ücret ile vasî yapmak câiz
değildir. Fekat, söylediği ücret, ona vasıyyet edilmiş olup, onu alır ve vasî
olur. Vasî ta’yîn etmiyenin babası küçük torunlarına vasî olur ise de, borc
ödemek için birşey satamaz. Vasî ve baba, yetîmin malını ödünc veremezler. Hâkim
verebilir. Vasî, meyyitin borclarını yetîmin malı ile ödeyemez. Onun fıtrasını
veremez. Kurbanını kesdiremez. Baba, ödeyebilir. Vasî muhtâc olunca, yetîmin
malından yiyebilir. Kimseye hibe edemez. Helâk ederse, azl olunur. Vasî, yetîmin
malından kendi için kullanıp sonra benzerini yerine korsa, câiz olmaz.
Büyüdüğünde vermesi lâzım olur.) [1288] târîhli (Dürr-üs-sükük) kitâbında
şer’î mahkeme karârları yazılıdır. Vasî ta’yînini bildiren huccetlerden biri
şöyledir:
İslâmbol
şehrinde Gedikpâşa yakınında, filân mahallede oturan bezzâz [manifaturacı] Osmân
efendi meclis-i şer’ı şerîf-i enverde ve Ahmed ağanın yanında der ki, Allahü
teâlânın emri ile vefât etdiğim zemân, bırakdığım malın hepsi ve bütün
alacaklarım alınarak, önce âdet üzere techîz ve tekfînim yapılıp, sonra, borcum
çıkarsa, bunları ödeyip geriye kalanın üçde biri ayrılsın. Bu ayrılan sülüs
içinden şu kadar kuruşu ile nemâz iskâtı ve oruc, yemîn ve adaklarım için
keffâretlerim yapılsın. Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olarak iskât yapılarak
müslimân fakîrlere dağıtılsın. Şu kadar kuruşu ile de tatlı [helva ve lokma]
pişirip, fakîrlere yidirilsin. Şu kadar kuruşu ile kabrim yapılsın! Bu ayrılan
sülüs malımın arta kalanını da, seçdiğim vasîm, dilediği hayrât ve hasenâta harc
etsin, diye vasıyyet etdi. Bu vasıyyetimi yerine getirmeğe yanımdaki Ahmed ağayı
seçdim ve ta’yîn eyledim dedi. Ahmed ağa da bu vasıyyeti dinleyip kabûl etdi ve
hepsini en iyi şeklde yapmağı üzerine aldı. Biz de hâzır bulunup gördük, işitdik,
şâhid olduk.
İmzâ İmzâ
Şâhid Şâhid
Hasen
oğlu Osmân Alî oğlu Ahmed Süleymân oğlu
Ömer Velî oğlu Bekr
(Behcet-ül-fetâvâ)da
diyor ki, (Malının üçde birini hayrlı işlerde kullanması için biri vasî ta’yîn
edilip, vasî de bu kadar malı hayrlı işlere verse, ölünün vârisleri, bu malı
nerelere verdin diye vasîye soramazlar.)
Vasî ta’yîn etmeden ölen
kimsenin vasıyyetini yerine getirmek için, hâkim bir vasî ta’yîn eder.
(Redd-ül-muhtâr)
sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” fâsid bey’leri anlatırken buyuruyor ki, (Vârisler, mîrâs kalan
malda, başkalarının hakkı bulunduğunu bildiği zemân, hak sâhiblerini de
biliyorlarsa, bunlara haklarını vermek lâzımdır. Bu mal, vârislere harâm olur.
Hak sâhiblerini bilmiyorlarsa, fekat başkasının olan malı ayırd edebiliyorlarsa,
bu belli mal, vârislere yine harâm olur. Sevâbı sâhibine olmak niyyeti ile, bunu
fakîrlere sadaka vermelidir. Bu mal, meyyitin halâl malı ile karışmış ise ve
sâhibi de belli değilse, vârislerine halâl olur, denildi. [Bir me’mûr vefât
ederken, vârislerden birine, tazmînât veyâ ma’âş olarak, para verirse, bu para,
alanın mülkü olur. Diğer vârisler, bu paradan bir hak taleb edemez.]
Zulm
ile, rüşvet ile, gasb ile, sirkat ile edindiği veyâ alacakları böyle harâm para
ile ödendiği bilinen bir kimsenin yemeğini yimek câizdir. Yemeğin kendisi
harâmdan geldiği bilinirse, câiz olmaz. Kadının, zevcinin getirdiğini yimesi de
böyledir.
Borcları,
bırakdığı maldan çok olan meyyitin vârisleri, kalan malı satdırmayıp,
kıymetlerini, alacaklılara kendi mallarından ödiyebilirler. Alacaklılar, borcun
hepsini ödemezseniz, malları size bırakmayız diyemezler.)
Mîrâs bölünürken, erkek
çocuklara kız çocukların iki katı verilmesi, ba’zı kimselerin yanlış düşünmesine
sebeb oluyor. Din câhilleri, buradan da islâmiyyete saldırıyorlar. Müslimânlıkda
kadınların hakkı çiğneniyor diyorlar. Ziyâ Gökalpin bu yolda düzdüğü çok aşağı
bir şi’ri (Fâideli Bilgiler) kitâbının (Doğruya inan, Bölücüye
aldanma) kısmında, kırkbirinci maddesinde yazılıdır. Hâlbuki, islâmiyyetde
kadın, mîrâsdan hiçbirşey almağa muhtâc bırakılmamışdır. Onun bütün
ihtiyâclarını, kocası, babası, erkek kardeş ve amca gibi mahrem yakınları,
çalışıp, kazanıp, ona vermeğe mecbûr tutulmuşdur. Erkeklerin, bu güc
vazîfelerinden dolayı, mîrâsın hepsini almaları lâzım gelirken, islâmiyyet
kadınlara iltimâs ederek, erkeğe verilenin yarısını da onlara vermekdedir.
Erkek, kadına bakmağa mecbûr, kadının ise, kendine bile bakması lâzım olmadığı
hâlde, islâmiyyet kadını kayırmakda, ona ayrıca mîrâs da vermekdedir.
İslâmiyyetde kadınların çok kıymetli oldukları, buradan da anlaşılmakdadır.
İslâmiyyetin emrini kabûl etmiyen, beğenmiyen kâfir olur. Bir kız, (Ben, erkek
kardeşim kadar isterim) derse, mîrâsı altı kısma bölerek, erkek dört kısmı, kız
iki kısmı alıp, (Allahü teâlânın bu emrine râzı olduk) derler. Sonra erkek dört
hisseden birini kız kardeşine hediyye ederek, onu kâfir olmakdan kurtarır.
|