| 
 
58 
- 
CENÂZE TAŞIMAK VE DEFN 
Cenâze 
taşımakda önce ön tarafda, meyyitin sağ tarafı, sağ omuza alınıp, on adım 
taşınır. Sonra, arka sağ bacak tarafı sağ omuzda, on adım taşınır. Sonra 
meyyitin sol tarafına, ya’nî arkadan bakıldığına göre, tabutun sağ tarafına 
geçip, sol omuzda, on adım önde, on adım arkada taşınır. Hepsi kırk adım eder. 
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Cenâzeyi 
kırk adım taşıyanın kırk büyük günâhı afv olur.) 
Dükkânda, kahvede olan 
müslimânlar, bir cenâze görünce, gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve biraz 
arkasından yürümeli, rûhuna Fâtiha ve düâ okumalıdır. Cenâzeyi görünce, olduğu 
yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrîmen mekrûh olduğu, (Merâkıl-felâh)da 
ve (Halebî-i kebîr)de yazılıdır. Cenâzeyi taşıdıkdan sonra, arkasından 
yürümelidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Sa’d bin Mu’âzın 
“radıyallahü anh” cenâzesini taşıdı. Ne büyük bahtiyârlık! 
Cenâzeyi (Beynel’amûdeyn)
taşımak, ya’nî sedye gibi, biri önde, biri arkada olmak mekrûhdur. 
(Terbî’) şeklinde, ya’nî omuzda, kolundan el ile tutarak dört kişinin 
taşıması sünnetdir. Omuz, kolu altına geçirilmez. Tabutun kolu el ile tutulup 
omuz üstüne alınır. Cenâzeyi sırtda ve hayvân üstünde taşımak câiz değildir. 
[Cenâzeyi, zarûret olmadıkca 
kâfirlerin âdetine göre, araba ve otomobil ile götürmek kerîhdir ve meyyite 
zulmet ve zarar verir. Taşıyanlara günâh olur. İbâdet yaparken, İslâm âdetlerini 
bırakıp, ecnebî âdetlerini almak büyük günâhdır. Peygamberimizin “sallallahü 
aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” zemânlarında, cenâze 
yalnız terbî’ sûretinde taşınırdı. Hükûmet, kanûn, arabada taşımağı emr ederse, 
emre uyulur. Üçüncü kısmda, 26. cı maddeye bakınız!] 
Süt çocuğunu ve birâz 
büyüğünü, bir kişi iki eli üzerinde götürür. Bu kişi, hayvân üzerinde de 
olabilir. Büyük çocuklar, tabut ile götürülür. 
Cenâzeyi, meyyiti 
sarsmıyacak kadar, hızlı götürmelidir. 
Cemâ’at 
çok olsun diye Cum’a nemâzından sonraya bırakmak mekrûhdur. Cenâzeyi gömerken, 
Cum’a nemâzını kaçırmak tehlükesi olursa, bu zemân cenâze nemâzı, Cum’a 
nemâzından sonraya bırakılabilir. [Uzak yerlerdeki akrabâsının yetişmesi için, 
cenâzeyi bir veyâ birkaç gün sonra kaldırmak câiz değildir.] 
Bayram nemâzı cenâze 
nemâzından önce, hâzır olan cenâzenin nemâzı da bayram hutbesinden önce kılınır. 
Musallâda cenâze nemâzı için bekliyenler, cenâze yere konmadan önce ayağa 
kalkmazlar. (Sürret-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor 
ki, (Musallâda oturanlar, cenâze gelince, ayağa kalkmamalıdır.) 
Cenâzede bulunanlar, 
arkasında ve ona yakın yürümelidir. Cenâzede bulunmak sünnet-i müekkededir. 
Şâfi’î mezhebinde cenâzenin önünde gidilir. Kadınlar cenâzede bulunmaz. Sessiz 
götürülür. Yüksek sesle tekbîr, tehlîl, ilâhîler okumak bid’at ve günâh olduğu
(Halebî-i kebîr) ve (Merâkıl-felâh) ve Tahtâvî hâşiyesinde ve (Ni’met-i 
islâm)da ve (Şir’atül-islâm şerhi) sonunda uzun yazılıdır. Câhillerin 
yapmalarına ve yazmalarına aldanmamalıdır. Böyle bid’atler bulunan cenâzeyi terk 
etmemeli, mümkin ise, mâni’ olmalıdır. Fekat, bid’at bulunan ziyâfeti terk etmek 
lâzımdır. Cenâzenin ön ve yan taraflarında yürümek câiz ise de, arkasında gitmek 
dahâ iyidir. 
Hayâtda 
iken, kendi için kabr kazdırmak câizdir. Kendi mülkünde ise, ona mahsûs olur. 
Kendi mülkünde değil ise ve kabristânda yerini satın almamış ise, başkası da 
oraya gömülebilir. 
Meyyiti büyük mezârlıkda 
gömmek lâzım ve sünnet ve çok fâidelidir. Sâlihlere ve Evliyâya “rahmetullahi 
teâlâ aleyhim ecma’în” yakın defn etmelidir. Fâsıkların, fâcirlerin ve hele 
kâfir ve mürtedlerin kabrlerinden uzak olmalıdır. Rutûbetli yerlerde defn etmek 
iyi değildir. Mümkin olduğu kadar kuru yerlere defn etmelidir. Nemli yerde defn, 
çabuk çürümesine sebeb olur. Dîn-i islâmda, meyyitin geç çürümesi lâzımdır. 
Toprak nemli veyâ gevşek olursa, tabut ile gömmek iyi olur. 
Cenâze ile çiçek ve çelenk 
götürmek ve bunları mezâr üstüne koymak ve mâtem alâmetleri taşımak, yakaya 
rozet, resm gibi şeyler takmak, kâfirlerin âdetidir. Müslimânların bunları 
yapması harâmdır ve meyyit için zararlıdır. (Künûz-üd-dekâık)da yazılı 
ibni Mâcenin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Cenâzeyi yüksek sesle ve ateş, ışık 
ve başka şeyler taşıyarak götürmeyiniz!) buyuruldu. Türbe, oda içindeki kabr 
üzerine ipekli veyâ başka bez serip üzerine gül serpmek, böylece türbenin güzel 
kokmasını sağlamak iyi olur. Bunun câiz olduğu, Ahmed Sa’îd-i Serhendînin 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” fârisî (Tahkîk-ul-hakk-ıl-mübîn) kitâbında 
yazılıdır. 
Kabr 
kazıp, kabrin içine defn etmek farz-ı kifâyedir. [Defn için lâzım olan müslimân 
bulunmazsa, bunu haber alan her müslimânın defnde bulunması farz olur. Hizmet 
eden bulunmayıp, ücret vererek mezârcılara defn etdirmek lâzım olursa, haberi 
olup hizmet etmiyen bütün müslimânlar günâha girer. Fâsık olurlar. Ölüyü defn 
etmek, cenâze nemâzı kılmak gibi, ibâdetdir. Bu ibâdeti de ücretsiz yapmak 
farzdır. Alınan ücret harâm olur. Ücretsiz yapan bulunmadığı zemân, bu farzın 
yapılması ve müslimânların ölülerinin açıkda kalmaması için, fakîrlerin bu farzı 
ücret ile yapması câiz olur. Bunun alacağı ücret halâl olur ise de, ücretsiz 
hizmetden kaçanlar günâhdan, fıskdan kurtulamazlar. Meyyiti toprağa gömmek farz 
olduğu için, bu farza ehemmiyyet vermiyerek hizmetden kaçanın ve ilmi, fenni 
ileri sürerek, ölüleri gömmek gericilikdir. Buda, Berehmen, komünist kâfirleri 
gibi, ölüleri yakmak dahâ iyidir diyenin îmânı gider. Mürted olur.] 
Toprağı kazmayıp, yer 
yüzüne, binâ içine, mermerler içine koymak câiz değildir. Gemide ölen, karaya 
götürülemezse, gömmek farz olmaz. Zarûret olmadıkca, bir kabre, iki kişi 
gömülmez. Bir ölü çürüyüp, kemikleri toprak olmadan, bu mezâra başkası 
gömülemez. Başka mezâr kazılamazsa, kemikler toplanıp, mezâr içinde, toprakla 
örtülerek, başkası, toprağın öte yanına gömülebilir. Meyyit çürüyüp, toprak 
olunca, bu mezâra başkası defn olunabilir. Toprak vakf olmayıp birinin mülkü 
ise, mâliki tarafından kabr üzerine tarla ve ev yapılabilir. Fetvâ da böyledir.
(Hadîka)da, el âfetlerinde diyor ki, (Meyyit çürüyüp toprak oldukdan 
sonra, buraya başkasını gömmek veyâ toprak üzerine tarla, binâ yapmak câiz olur. 
Mezârlar, sel, nehr suları altında kalırsa, çıkarıp başka yere gömmek câiz 
değildir). Eski kâfir mezârlarında, kâfirlerin alâmetleri kalmayınca, buraya 
mü’minler gömülebilir ve câmi’ yapılabilir. Nitekim, Medîne-i münevverede (Mescid-i 
nebî)nin yeri önce kâfirlerin kabristânı idi. Kazılıp, kemikler başka yere 
götürülüp, buraya mescid yapıldı. 
(Câmi’-ul-fetâvâ)da 
diyor ki, (Kabrin derinliği, insanın göğsüne kadar olmalıdır. Adam boyunca 
olması dahâ iyidir.) Kabr, su girmemesi, koku çıkmaması ve hayvanların açmaması 
için, derin olmalıdır. Uzunluğu meyyitin boyu kadar, genişliği, boyunun yarısı 
olmalıdır. Kabrin uzunluğuna istikâmeti, kıble ciheti ile dik açı yapacak şeklde 
olmalıdır. Lahd yapmak sünnetdir. Lahd, kabr kazıldıkdan sonra, kabrin taban 
sathından kıble cihetine ve kabr boyunca, içine meyyit sığacak kadar genişlik ve 
yükseklikde kazılan yerdir. Meyyit, lahd içine, sağ yanı üzere konur. Şak 
yapılmaz. Ya’nî kabr kazıldıkdan sonra ortasına çukur açıp, meyyit buraya 
konmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkeği lahdin veyâ doğruca kabrin içine tabut 
ile koymak câiz olur. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmek mekrûh 
olur. Meyyitin altına keçe, hasır gibi şeyler sermek de mekrûhdur. Tabut ile 
gömünce tabut içine biraz toprak konur. Kadınları, her zemân tabut ile gömmek 
efdaldir. 
Gemide ölen kimse, karaya 
gidinceye kadar kokacak ise, yıkanır, kefenlenir, nemâzı kılınır. Kâfir 
memleketi yakın ise, ağır birşey bağlıyarak denize bırakılır. İslâm sâhili yakın 
ise, ağır şey bağlanmaz. 
Öldüğü odayı kazıp, buraya 
gömmek câiz değildir. Mekteb, tekke yanına da gömmeyip, islâm mezârlığına 
götürmelidir. 
(Şir’at-ül-islâm)da 
diyor ki: (Cenâzeyi kabr başına koyunca, iş yapmıyanlar oturmalı veyâ 
çömelmelidir. Yehûdîler ve hıristiyânlar gibi ayakda durmamalıdır. Meyyit defn 
edilirken, yedi sûreyi okumak müstehabdır. Bu yedi sûre, İnnâ enzelnâ ve Kâfirûn, 
İzâ câe, İhlâs, iki Kul e’ûzü ve Fâtiha sûreleridir. Defnden sonra bir hafta 
hergün sadaka verip, sevâbını meyyitin rûhuna hediyye etmek de müstehabdır.) 
Kabre tek veyâ çift sayıda 
kimse girip, kıbleye dönüp, kabrin kıble tarafına ve kabre muvâzî [paralel] 
olarak bırakılmış olan meyyiti alıp, kabr içine veyâ lahd içine, yüzü kıbleye 
karşı korlar. Koyarken, (Bismillah ve billah ve alâ millet-i Resûlillah 
“sallallahü aleyhi ve sellem”) derler. Ezân okumazlar. Meyyitin yüzü, lahdin 
içine doğru olup, arkasına toprak ve kerpiç konur. Sonra mezârın içi toprakla 
doldurulur. Ters konmuş meyyiti kıbleye çevirmek için mezâr açmak câiz değildir. 
Çünki, mezârı açmak harâmdır. Kabrde unutulan bir malı almak için açılabilir. 
Kabrde kefenin uçları çözülür. 
(Mîzân-ül-kübrâ) 
sâhibi “rahmetullahi 
teâlâ aleyh” diyor ki, (Dört mezheb sözbirliği ile bildiriyor ki, lahdin kabr 
tarafı, kerpiç dizerek veyâ hasırla kapatılır. Burasını pişmiş tuğla ile, tahta 
ile kapatmak mekrûhdur. [Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyler, zînet eşyâsıdır. 
Bunları kabrin içinde kullanmak mekrûhdur.] Kabrin üstünü, dışardan tuğla, ağaç 
ve mermerle örtmek câizdir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek 
lahdi, dokuz dâne kerpiç ile kapatılmışdır. Kadınlar kabre tabutsuz konurken, 
büyük bez ile perde tutulur.) 
Kabr 
toprakla örtülür. Kabr bir karışdan yüksek olmamalıdır. Kabr üzerine baş 
tarafından üç avuc toprak atmak müstehabdır. 
Defn 
etdikden sonra, birkaç dakîka etrâfında oturup veyâ çömelip, Bekara sûresinin 
başını ve sonunu okumak, meyyit için düâ ve istigfâr etmek müstehabdır. [Papaslar, 
kabr yanında ayakda okuyorlar. Müslimânlar papas gibi ayakda okumamalı, çömelip 
okumalıdır.] Sâlih müslimânlar, aralarında paylaşıp, bir evde toplanarak veyâ 
herkes kendi evinde, ücretsiz olarak hatm ve hatm-i tehlîl okumaları ve sevâbını 
meyyitin rûhuna göndermeleri çok fâidelidir. [Kabr yanında nutk söylemek 
kâfirlerin âdetidir. Kâfirler gibi nutk söylemek, meyyiti kendinde bulunmıyan 
şeylerle övmek câiz değildir. Kendinde bulunan sıfatlar ile de övmekde fâide ve 
lüzûm yokdur. Meyyit için sessiz ağlamak câizdir. (Şerh-us-sudûr) ve (Berekât)da, 
(Mü’minin ölümüne gökler ağlar) yazılıdır. Meyyit için yüksek sesle ağlamak, 
mâtem tutmak, siyâh elbise giymek, siyâh perdeler ve rozetler, işâretler asmak, 
mâtem işâretleri, resmini taşımak câiz değildir. (Hazânet-ür-rivâyât) 
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Cenâzeye ve cenâze çıkan yere siyâh 
örtmek ve siyâh giyinmek câiz değildir.)] 
Kabr 
üzerine su dökmek sünnetdir. Kabrin üzerine terbî’ yapmak, ya’nî düz yapmak 
Hanefîde sünnet değildir. Müsennem, ya’nî balık sırtı gibi yuvarlak yapmak 
sünnetdir. Kabr içini kireç ve çimento ile sıvamak câiz değildir. Âlimlerin, 
büyüklerin kabrlerini korumak için, türbe, binâ yapmanın, Hanefî mezhebinde câiz 
olduğu, (Halebî-yi kebîr) sonunda bildirilmişdir. (Mîzân)da ve 
(Ukûd-üd-dürriyye) sonunda da yazılıdır. Fekat, süs için yapmak harâmdır. 
Kabr üzerine taş, çimento, demir parmaklık yaparak korumak câizdir. 
Mezâr taşı dikmek câizdir. 
Taş üzerine âyet-i kerîme, mubârek ismler, şi’r, medhiye gibi şeyler, Fâtiha 
kelimesini yazmak, resmini koymak câiz değildir. Asrlardan beri yazılıyor ise 
de, kötü bir bid’atdir. Kötü âdetler, câiz olmağı göstermez. Mezâr taşına, ism 
ve ölüm hicrî senesi yazılabilir dediler. 
Hâmile kadın ölünce, çocuk 
diri ise, batnı sol tarafdan yarılıp, çocuk çıkarılır. Hâmile bir kadının çocuğu 
ölmüş ise ve anasının ölümüne sebeb olacaksa, ebe elini ferce sokup âlet ile 
çocuğu parçalayıp çıkarır. Çocuk diri iken, anasının ölümüne sebeb olacak ise, 
çocuğu parçalamak [öldürmek] câiz olmaz. Çünki, anasının ölümüne sebeb olacağı 
kat’î değildir. Zan ve ihtimâldir. Zan edilen bir tehlüke için insan öldürmek 
câiz değildir. Birinin malını yutup ölen kimsenin, ödeyecek malı yoksa, karnı 
yarılıp malı çıkarılır. Komşusunun, akrabâsının, arkadaşının cenâzesine gitmek, 
erkekler için nâfile ibâdet yapmakdan dahâ çok sevâbdır. 
Cenâzeyi, bulunduğu şehrde 
gömmek müstehabdır. İki veyâ dört kilometreden az uzağa götürmek sözbirliği ile 
câizdir. Dahâ uzağa götürmek ihtilâflıdır. Ya’kûb ve Yûsüf aleyhimesselâmın 
cenâzeleri Mısrdan Şâma nakl edildi ise de, onların dinlerinde nakl câiz idi. 
Defnden sonra câiz değildir. (Redd-ül-muhtâr) beşinci cild. Başka yere 
götürülmesini vasıyyet etmek bâtıldır. 
Meyyit sâhiblerinden büyük, 
küçük erkeklere ve yaşlı kadınlara rast gelince, ta’ziye etmek, ya’nî, başın sağ 
olsun demek gibi, sabr tavsıye etmek müstehabdır. Ta’ziye için, (A’zamallahü 
ecrek ve ahsene azâek ve gafere limeyyitik) denir ki, (Allahü teâlâ, 
sevâbını, dereceni artdırsın ve güzel sabr etmeni nasîb eylesin ve meyyitinin 
günâhlarını afv eylesin) demekdir. Musîbetlere, elemlere sevâb olmaz. Bunlara 
sabr etmeğe sevâb verilir. Fekat, elemlere sabr edilmese de, günâhların afvına 
sebeb olurlar. Hastalık da musîbetdir. Meyyit sâhibinin, ta’ziye için, üç günden 
az, bir yerde bulunması câiz ise de, câmi’de beklemesi ve kadınların hiçbir 
yerde beklemeleri câiz değildir. Defnden sonra düâ edilir. Sessiz olarak Kur’ân-ı 
kerîm okunur. Yüksek sesle okumak mekrûhdur. Sonra cemâ’at ve meyyit sâhibi, 
işleri başına dağılmalıdır. Üç günden sonra ta’ziye yapmak mekrûhdur. Ancak 
uzakda olanlar ve yakın olup da, geç haber alanlar için mekrûh olmaz. İki kerre 
ta’ziye etmek ve kabr başında ve meyyit sâhiblerinin kapılarında ta’ziye 
mekrûhdur. Ta’ziye, mektûb ile de olur. Cenâze çıkan eve komşuların ve yakında 
oturan akrabânın, bir gün ve gecelik yemek göndermeleri müstehabdır. Ca’fer-i 
Tayyâr “radıyallahü anh” yetmişden ziyâde kılınc ve ok yarası alarak şehîd 
olunca, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunun evine yemek 
gönderilmesini emr buyurdu. Ölü evinden yemek, helva dağıtılması mekrûh ve 
çirkin bir bid’atdir. Birinci, üçüncü, yedinci [kırkıncı ve elliüçüncü] gibi 
günlerde helva, çörek gibi şeyler yapmak ve kabr başında yemek dağıtmak ve 
hâfızları, hocaları, mevlidcileri toplayıp, okutup yemek vermek mekrûhdur. 
Bunların çoğu, gösteriş için, şöhret için yapılmakdadır. Bu bid’atler 
yapılırken, araya nice harâmlar da karışmakdadır. Bunların yapılmasını vasıyyet 
etmek de bâtıldır. Dinlenmez ve günâhdır. Kırkıncı günü beklememeli, düâ, hatm, 
sadaka ve kadın ile erkek karışık olmıyarak mevlid okutmak gibi ibâdetler, hemen 
yapılıp, sevâbları meyyitin rûhuna hediyye edilmelidir. Câmi’lerde, ölüler için, 
islâmiyyete uymıyan toplantılar yapmak günâhdır. Dışarda, kadın erkek birlikde 
oturmak günâh olduğu gibi, mevlid için bir araya toplanmaları dahâ fenâdır. 
İbâdet şeklinde günâh işlemek, başka yerde işlemekden dahâ günâhdır. Üç harâm 
sâatde nemâz kılmak yasak olması da bunun gibidir. Yasak olan zemânda ve yerde 
kılınan nemâzın sevâbı olmaz. Günâh da olur. Çünki, yasak edildiği hâlde 
yapılmakdadır. Kadınların, örtülü olarak dahî, yabancı erkeklerle karışık 
oturmaları yasak edilmişdir. Bu yasak, ibâdethâne olan câmi’lerde ibâdet 
şeklinde olursa, dahâ büyük günâh olur. 
Defnden 
sonra [kabre ve kıbleye karşı ayakda durarak] telkîn vermek sünnetdir. Verilmese 
de olur denildi. (Mecmâ’ul-enhür)de diyor ki, (Öldükden sonra da telkîn 
verilir denildi. Çünki, rûhu ve aklı geri verilir ve yapılan telkîni anlar. 
Şâfi’î mezhebinde de böyledir. Telkîn emr olunmadı, yasak da olunmadı, câiz 
değil diyenler de oldu ise de, yapılması iyi olur). Kabrdeki meyyite telkîn 
yapmanın meşru’ olduğu (Cevhere)de yazılıdır. (Nûr-ul yakîn fî mebhas-it 
telkîn) kitâbında, telkînin sünnet olduğu çeşidli delîller ile isbât 
edilmekdedir. (Cilâ-ül-kulûb)de ve (Gâliyye)de diyor ki: (Resûlullah 
“aleyhissalâtü vesselâm”, defnden sonra telkîn vermeği emr eyledi. Kendisi de 
telkîn verdi). Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde (Telkîn)in 
nasıl verileceği uzun yazılıdır. Kabr süâli olmıyan kimselere telkîn verilmeğe 
lüzûm yokdur. (Sirâc)da diyor ki, (Bütün insanlara kabr süâli olacağını, 
Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile bildirmekdedir. Sabî iken ölene de cenâb-ı 
Hak, cevâb vermesini ilhâm edecekdir). İbni Abdül-Berr ve imâm-ı Süyûtî (Mü’min 
ve münâfık olan ehl-i kıbleye süâl vardır) buyurdu. Buna göre, hazret-i Ömere 
kabr süâli olduğunu ve verdiği cevâbı bildiren haber doğru olmakdadır. Süyûtînin 
talebesi olan Muhammed bin Alkamî, hicretin 929. cu senesi vefât etdi. Hocasının
(Câmi’us-sagîr) hadîs kitâbını şerh ederken diyor ki, (Kâfirlere kabr 
süâli olmaz. Mü’minlerden dokuz kimseye de süâl olmaz: Şehîd, düşmân karşısında 
nöbetde iken ölen, vebâ, kolera gibi bulaşıcı hastalıkdan ölen, böyle 
hastalıklar yayıldığı zemân kaçmayıp, sabr ederek başka sebeble ölen, Sıddîklar, 
bâlig olmıyan çocuklar, Cum’a günü veyâ gecesi ölenler, her gece (Tebâreke)
sûresi [ve Secde sûresini] okuyanlar ve ölüm hastalığında (İhlâs) 
sûresi okuyanlara kabr süâli olmaz. Peygamberler “aleyhimüsselâm” da, Sıddîklara 
dâhildir). Birkaç gün tabutda kalan mevtâya tabutda iken süâl olmaz. Süâl kabrde 
olur. Kâdî-zâde Ahmed efendi, (Ferâid-ül-fevâid) ismindeki (Âmentü 
şerhı)nde diyor ki, (Kabr süâli, ba’zı akâidden veyâ akâidin hepsinden, 
yâhud çeşidli akâid ile amelden veyâ herkese başka şeylerden olur denildi). 
Müderris Muhammed Demir hâfızın (Îmân ve İbâdet) kitâbı 1344 [m. 1926] da 
basılmış ve diyânet reîsliği tedkîk heyetince tasdîk edilmişdir. Bu kitâbda 
diyor ki, (Kabrde Münker ve Nekîr meleklerine cevâb olarak şunları 
ezberlemelidir: Rabbim Allahü teâlâ, Peygamberim Muhammed aleyhisselâm, dînim 
dîn-i islâm, kitâbım Kur’ân-ı azîmüşşân, kıblem Kâ’be-i şerîf, i’tikâdda 
mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâ’at, amelde mezhebim imâm-ı a’zam Ebû hanîfedir). 
Ahmed Âsım efendi, (Emâlî) şerhinde diyor ki: (Bir kimseyi kurtlar 
parçalayıp yiseler yâhud ateşde yaksalar, denizde çürüse, süâl olunup, kabr 
azâbını veyâ ni’metini bulur. Kâfirlere ve tevbesiz ölen fâsıklara kabrde azâb 
yapılır. Hadîs-i şerîflerde, (Kabr, Cennet bağçelerinden bir bağçe yâhud 
Cehennem çukurlarından bir çukurdur) ve (Kabr azâbından Allaha sığınırız)
ve (Üzerinize idrâr sıçratmayınız! Çok kimseye kabr azâbı bundan 
olacakdır) ve (Meyyit, ehlinin, evlâdının ağlamalarından azâb duyar) 
buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, iki kabr yanında durup, 
(Bunlardan biri, idrâr sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise, müslimânlar 
arasında söz taşıdığı için, kabr azâbı çekiyorlar) buyurdu). Ölürken kaç 
yaşında olursa olsun, Cennetde erkekler de, kadınlar da, hep otuzüç yaşında 
olacakdır. 
(Necât-ül-musallî)de 
diyor ki, (Hısn-ül-hasîn)de diyor ki, hadîs-i şerîfde, (Bir hasta, lâ 
ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn kırk def’a okursa, şehîd 
olarak vefât eder. Şifâ bulursa, günâhları afv olur)  buyuruldu. 
  
Ey, yerin gökün sâhibi, ey vasfı 
Allahüssamed! 
sayısız ısyânla geldim, kapına, 
beni kılma red! 
  
Lutfunla bu bîçâreye, fadlınla bu 
âvâreye, 
afvınla yüzü kâreye, ey Rabbim sen 
eyle meded! 
  
Âsîlere gufrân senden, derdlilere 
dermân senden, 
adâletle ihsân senden, rahmetine 
yokdur aded! 
  
Sen canların cânânısın, derdlilerin 
dermânısın, 
âlemlerin sultânısın, ben bir garîb-i 
hâcetmend! 
  
Derdime kılmazsan devâ, senden 
başka kime varam, 
her iyilik ancak senden, hâlık, 
ma’bûd Allah ehad! 
                                                |