59 -
KABR ZİYÂRETİ ve KUR’ÂN-I KERÎM OKUMAK
İmâm-ı Birgivî “rahmetullahi
aleyh” (Etfâl-ül müslimîn) kitâbında buyuruyor ki, müslimânların
kabrlerini ziyâret etmek sünnetdir. (İhyâ-ül-ulûm)de diyor ki, (Ölümü
hâtırlamak ve ölüden ibret almak için kabr ziyâret etmek ve Sâlihlerin,
Velîlerin kabrlerinden bereketlenmek müstehabdır). İbret almak için, meyyitin
çürüdüğü, yanaklarının, dudaklarının döküldüğü, ağzından pis sular akdığı,
karnının şişip patladığı, içine kurtların, böceklerin dolduğu düşünülür. Hâtim-i
Esâm diyor ki, (Kabristândan geçen kimse, onları düşünmezse ve düâ etmezse,
kendine ve onlara hıyânet etmiş olur). Erkeklerin kabr ziyâret etmeleri emr
olundu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kabr ziyâret eden kadınlara
la’net etdi. Sonradan izn verdi diyenler vardır. Ba’zıları da mekrûhdur dedi.
Kadınların cenâze götürmeleri sözbirliği ile câiz değildir. Fâtıma “radıyallahü
anhâ”, hazret-i Hamzanın kabrini her sene ziyâret eder, düzeltir, ta’mîr ederdi.
Hadîs-i şerîfde, (Ana-babasının veyâ ikisinden birinin kabrini her Cum’a
günleri ziyâret edenin günâhları afv olur. Haklarını ödemiş olur) buyuruldu.
Muhammed bin Vâsi’, her Cum’a kabr ziyâret ederdi. Pazartesi günleri ziyâret
etsen dahâ iyi olmaz mı? dediklerinde, (Meyyitler, Cum’a, Perşembe ve Cumartesi
günleri kendilerini ziyâret edenleri tanırlar) buyurdu. Dahhâk diyor ki,
(Cumartesi günü güneş doğmadan önce kabr ziyâret edeni meyyit tanır. Bu, Cum’a
gününün fazîletini göstermekdedir.) Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
mü’min olan akrabâsının ve Eshâbının kabrlerini ziyâret ederdi. Hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (Bir mü’minin kabrini ziyâret ederken, Allahümme innî es’elüke-bi-hurmet-i
Muhammed aleyhisselâm en lâ tü’azzibe hâzelmeyyit derse, o meyyitin azâbı
kıyâmete kadar ref’ olur). (Şir’a)da diyor ki, (Sünnete uygun ziyâret yapmak
için, abdest alınır. İki rek’at nemâz kılıp, sevâbı meyyitin rûhuna gönderilir.
Kabristâna gelince ve aleyküm selâm denir. Yukarıda yazılı düâ okunup, meyyitin
yüzüne karşı oturulur. Yasîn-i şerîf veyâ bildiği sûreleri okur. Tesbîh okuyup,
meyyit için düâ eder). Ebül Kâsım diyor ki, (Kabr yanında Kur’ân-ı kerîm
okununca, meyyit sesi işiterek râhat eder). Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki,
(Bir kimse, tanıdığının kabri yanından geçerken selâm verirse, meyyit bunu tanır
ve selâmına cevâb verir). Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anh”, bunun için,
bir kabr yanından geçerken durup selâm verirdi. Nâfi’ diyor ki, Abdüllah ibni
Ömer, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabri yanına gelir, (Esselâmü
alennebiyy, esselâmü alâ Ebî Bekr, esselâmü alâ Ebî) derdi. Böyle söylediğini
yüzden fazla gördüm. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (İhyâ) kitâbında
buyuruyor ki, (Kabr ziyâret ederken, kıbleyi arkada bırakıp, meyyitin yüzüne
karşı oturup selâm vermek müstehabdır. Kabre el, yüz sürülmez, öpülmez). Kıbleyi
arkada bırakıp, ayak tarafında, ayakda durmak efdaldir (İbni Âbidîn).
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir kimse, kabristândan geçerken, onbir kerre
İhlâs sûresi okuyup sevâbını meyyitlere hediyye ederse, kendisine ölüler
adedince sevâb verilir). Ahmed bin Hanbel “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu
ki, (Kabristâna girince, Fâtiha, Kul-e’ûzüler ve İhlâs sûrelerini okuyunuz!
Sevâbını meyyitlere gönderiniz! Sevâbı hepsine vâsıl olur.)
İbâdetler üçe ayrılır:
Birincisi, yalnız mal ile yapılır. Zekât, sadaka böyledir. İkincisi, hem mal ile
ve hem beden ile yapılır. Hac ve cihâd böyledir. Üçüncüsü, yalnız beden ile
yapılır. Kur’ân-ı kerîm okumak, nemâz kılmak, tesbîh, tehlîl ve tahmîd okumak ve
düâ etmek böyledir. Birincilerin sevâbını meyyitlere hediyye etmenin câiz
olduğunu, sevâbın onlara vâsıl olup fâide vereceğini, Ehl-i sünnet âlimleri
sözbirliği ile bildirdiler. Üçüncüden düâ da böyledir. İkincilerin de böyle
olduğunu âlimlerin çoğu bildirdi. Üçüncüden düâdan başkası için dört mezheb
arasında ayrılık oldu. Hanefî ve Hanbelî mezhebinde, üçüncüler de birinciler
gibidir. Hasen “rahmetullahi aleyh” diyor ki, (Kabristâna girince, Allahümme
Rabbel-ecsâd-ilbâ liyeh vel’izâmin-nahiret-illetî harecet mineddünyâ ve hiye
bike mü’minetün. Edhil aleyhâ ravhan min indike ve selâmen minnî okursa,
meyyitlerin sayısı kadar sevâb verilir). (Etfâl-ül-müslimîn)den terceme
temâm oldu. İmâm-i Şâfi’î ve imâm-ı Mâlik “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”, yalnız
beden ile yapılan ibâdetlerin sevâbları meyyite vâsıl olmaz dediler. Fekat,
sonradan gelen şâfi’î âlimleri, meyyitin yanında okuyup hediyye edince veyâ
uzakda okuyup sonra, (Yâ Rabbî! Okuduğumdan hâsıl olan sevâbın mislini vâsıl
et!) gibi düâ edince, vâsıl olur dediler.
(Şir’at-ül-islâm)
şerhindeki hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin yapdığı ibâdetlerin en kıymetlisi,
Kur’ân-ı kerîmi, Mushafa bakarak okumakdır) buyuruldu. (Kitâb-üt-tibyân)da,
(Kur’ân-ı kerîm okumanın en efdali, nemâzda okumakdır) buyuruldu. [Muhammed
Ma’sûm hazretlerinin (Mektûbât)ının üçüncü cildi, doksanüçüncü mektûbunda
yazılı hadîs-i şerîfde, (Nemâzda okunan Kur’ân, nemâz dışında okunan
Kur’ândan dahâ hayrlıdır) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, senedleri ile
birlikde, (Hazînet-ül-esrâr)da da yazılıdır.] Hazret-i Alî “radıyallahü
anh” buyurdu ki, (Nemâzda ayakda iken okunan Kur’ânın her harfi için yüz sevâb
verilir. Nemâz dışında abdestli okuyunca, her harfi için yirmibeş sevâb verilir.
Abdestsiz okuyunca, on sevâb verilir. Yürürken ve iş yaparken okuyunca, dahâ az
sevâb verilir. Ma’nâsını düşünerek bir âyet okumak, başka şey düşünerek, bütün
Kur’ânı hatm etmekden dahâ çok sevâbdır. Son zemânlarda, hâfızların, Kur’ân-ı
kerîmi tegannî ederek mûsikî perdelerine uyarak okumaları, çok çirkin bid’atdir.
Çok günâhdır. Kur’ân-ı kerîmi, güzel ses ile, Allahdan korkarak ve hüzn ile
okumalıdır. Kerderî, (Bezzâziyye fetvâsı)nda diyor ki, (Tegannî ile,
şarkı söyler gibi Kur’ân okuyana sevâb verilmez). Sûre veyâ âyet okumağa
başlarken E’ûzü okumak vâcibdir. Fâtiha okumağa başlarken Besmele okumak da
vâcibdir. Diğer sûrelere başlarken Besmele okumak sünnetdir. Hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (Kur’ân-ı kerîmi tecvîd bilgisine uyarak okuyunca, her harfine
yirmi sevâb verilir. Tecvîde uymazsa, on sevâb verilir). Bir âyeti
ezberledikden sonra unutmak, en büyük günâhlardandır. (Kur’ân-ı kerîm okunan
evden, Arşa kadar nûr yükselir) hadîs-i şerîfdir. Ebû Hüreyre “radıyallahü
anh” buyurdu ki, (Kur’ân okunan eve, bereket, iyilik gelir. Melekler oraya
toplanır. Şeytânlar oradan kaçar). Kur’ân-ı kerîmi dinlemek çok sevâbdır.
Hadîs-i şerîfde, (İnsanın dinlediği bir âyet, kıyâmetde kendine nûr olur)
buyuruldu. Kur’ân-ı kerîm okumağı geçim vâsıtası yapmamalıdır. Hadîs-i şerîfde,
(Kur’ân-ı kerîm okuyunca, Allahü teâlânın rızâsını ve Cenneti isteyiniz!
Dünyâlık istemeyiniz! Bir zemân gelir ki, hâfızlar, Kur’ân-ı kerîmi, insanlara
yaklaşmak için vâsıta yaparlar) buyuruldu.
(Şir’a)da
diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi kırk günde hatm etmek, ya’nî başından sonuna kadar
okumak müstehâbdır. Üç günden önce hatm etmek câiz değildir. Hatm sonunda
yapılan düâ kabûl olur. Hatm düâsında bulunmağa çalışmalıdır. Hatm bitince,
yeniden hatme başlamak niyyeti ile Fâtiha okumalıdır. Hadîs-i şerîfde,
(İnsanların en iyisi, hatmi bitirince, yeniden başlıyandır) buyruldu. (Kadîhân),
nemâzda kırâeti anlatırken diyor ki, Ramezânda ve başka zemânlarda cemâ’at
ile hatm düâsı yapmak mekrûhdur diyenler vardır. Sonra gelen âlimler ise iyi
olur dedi. Buna mâni’ olmamalıdır.)
(Tenbîh-ül-gâfilîn)deki
hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm okuyanın ana-babası kâfir olsalar bile,
azâbları hafîfler) buyuruldu. Haberde bildirildi ki: (Cennet derecelerinin
sayısı, Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin sayısıncadır. Kur’ân-ı kerîmi hatm eden
kimse, bütün derecelere kavuşur). (Künûz-üd-dekâ’ık)da yazılı,
Taberânînin ve İbni Hibbânın bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîmi
hatm edenin düâsı kabûl olunur) buyuruldu. (Kitâb-üt-tibyân)da diyor
ki, (Kur’ân-ı kerîmin hatm edildiği yere rahmet yağar. Hatmden sonra düâ etmek
müstehabdır. Kur’ân-ı kerîm hatm olunurken toplanmak müstehabdır. Abdüllah ibni
Abbâs hazretleri, hatm okuyan kimsenin yanında adamını bulundururdu. Hatm
biteceği zemânı işitince, kendi de hâzır olurdu. Enes bin Mâlik hazretleri, hatm
etdiği zemân, çoluk çocuğunu toplayıp düâ yapardı. Hatm bitince, ikincisine
başlamak müstehabdır. Hadîs-i şerîfde, (İbâdetlerin en iyisi, hatm okuyup,
bitince yenisine başlamakdır) buyuruldu). (Hazînet-ül-esrâr)daki
hadîs-i şerîflerde, (Kur’ân-ı kerîmi hatm eden kimseye altmışbin melek hayr
düâ eder) ve (Hatm düâsı yapılan yerde bulunan, ganîmet dağılırken
bulunan kimse gibidir. Hatme başlanan yerde bulunan, cihâd eden kimse gibidir.
İkisinde de bulunan, iki sevâba da kavuşur ve şeytânı rezîl eder) buyuruldu.
Sa’d ibni Ebî Vakkâs buyurdu ki, (Bir kimse, gündüz hatm okursa, melekler ona
akşama kadar düâ eder. Gece okunursa, sabâha kadar düâ ederler).
(Künûz-üd-dekâ’ık)da
yazılı, Deylemînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîmi tecvîde uygun
okuyana şehîd sevâbı verilir) buyuruldu.
Görülüyor ki, her âyetini
okumağa ayrı sevâblar vardır. Kur’ân-ı kerîmin hepsini hatm edene verilen sevâb,
dahâ çokdur. Nemâz kılmak, oruc tutmak ve Kur’ân-ı kerîm okumak ve zikr etmek,
yalnız bedenle yapılan ibâdet oldukları için bunları herkesin kendisi yapması
lâzımdır. Başkasını vekîl edip yapdırmak câiz değildir. Bunun için (Behcet-ül-fetâvâ)da
diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi Fâtihadan başlayıp Fil sûresine veyâ İhlâs sûresine
kadar okuyup, sonra olan birkaç sûreyi başkasına emr edip okutsa, o da birinciye
vekîl olarak kalan sûreleri okursa, Kur’ân-ı kerîmi başından beri okumuş olan,
(Hatm) okumuş olmaz. Bunlardan birisini dinleyen kimseler, hatm dinlemiş
olmazlar. Hiçbiri hatm sevâbına kavuşamazlar). Okumuş olanlar, sevâbını,
meyyitlerin rûhlarına ayrı ayrı hediyye etseler veyâ birisi, hepsi için hediyye
etse, ya’nî hatm düâsı yapsa, okuyanlar da (Âmîn) deseler, âyetlerin
sevâblarının toplamı, meyyitlere de verilir. Fekat, hatm için va’d olunan sevâba
kavuşamazlar. Bir hatmi, yalnız bir kişinin okuması ve sevâbını, bunun
bağışlaması lâzımdır. Meyyit için, çeşidli kimselerin sessiz olarak çeşidli
cüz’ler okuyup, Kur’ân-ı kerîmi hatm etmeleri ve herbirinin okuduğunun sevâbını
ölünün rûhuna göndermeleri veyâ birinin hepsi için hediyye etmesi, ya’nî hatm
düâsını yapması, okuyanların da (Âmîn) demeleri câiz olur ve çok fâideli
olur. Fekat, bu sûretle hatm sevâbı hâsıl olmaz. Hatmi bir kişinin okuması veyâ
bir kişi, evvelce okumuş olduğu hatmin sevâbını hediyye etmesi lâzımdır. Secde
âyetini okumak da böyledir. (Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh” diyor ki, (Birkaç kişiden herbiri, secde âyetinden birer kelime okusalar,
bunu işitenlere tilâvet secdesi yapmak lâzım olmaz. Çünki, secde âyetini bir
kişi okuyunca, bunu işitenlerin secde yapması vâcib olur). Çeşidli kimselerin
okudukları kelimeler toplanarak, bir kişi bütün âyeti okumuş gibi yapılamaz.
Çünki, Kur’ân-ı kerîm okumak için, kimse başkası yerine vekîl yapılamaz.
(Hülâsat-ül-fetâvâ)
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmin hatmi sonunda,
ayrıca üç İhlâs okumağı, Irâk âlimleri iyi bulmamışlardır).
İbni Âbidîn
buyuruyor ki, (Mevtâ, Cum’a günü kabrini ziyâret edeni tanır. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” her sene Uhud dağındaki şehîdleri ziyâret edip,
(Esselâmü aleyküm bi-mâ sabertüm fe-ni’me ukbeddâr) okurdu. Hâcılar burasını
perşembe, sabâh erken ziyâret edip, öğle nemâzını (Mescid-i Nebî)de
kılmalıdırlar. Uzak kabrleri ziyâretin mendûb olduğu buradan anlaşılmakdadır.
Halîl-ür-rahmân, seyyid Ahmed-i Bedevî gibi Evliyâ bunun için ziyâret
edilmekdedir. İmâm-ı Gazâlî diyor ki, hadîs-i şerîfde, (Üç mescidden başka
mescidlere ziyâret için gidilmez) buyuruldu. Çünki, başka mescidlerin
fazîletleri birbiri gibidir. Fekat, Evliyânın Allahü teâlâya kurbları hep bir
değildir. Ziyâret edenler, herbirinden başka başka fâidelere kavuşurlar. İbni
Hacer fetvâlarında, günâh işliyenler bulunsa da, (Kurbet)leri terk
etmemeli, gitmeli, bid’at işliyenler görülürse, onlara mâni’ olmalıdır buyurdu.
Cenâzede bulunmak da böyledir). Hâfız Ahmed ibni Teymiyye, Peygamberimizin
“sallallahü aleyhi ve sellem” rûhuna, ancak islâmiyyetin izn verdiği şey,
meselâ, salevât ve ezân düâsı okunur. Kur’ân-ı kerîm okunamaz dedi ise de, (Fetâvâ-i
fıkhiyye) kitâbında buyuruyor ki, sevâb hediyye etmek için, izn lâzım
değildir. Nitekim, Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ”, Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” için, vefâtından sonra, ömre yapdı. Hâlbuki, ömre
yapmasını vasıyyet etmemişdi. Bunun gibi, İbnül-muvaffık, Cüneyd-i Bağdâdî için
yetmiş hac yapdı. İbni Serrâc, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” için,
onbinden fazla hatm okudu ve kurban kesdi. (Fetâvâ-i hadîsiyye) sâhibi
buyuruyor ki, ümmetin hediyyeleri sebebi ile Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” derecesi yükselir. Nitekim, kendisi, yâ Rabbî! İlmimi artdır! diye düâ
buyururdu.
Kabr ziyâret
ederken, kabr üzerinde oturmak, uyumak mekrûhdur. Mezârlıkdaki yolu, kabrler
üzerinde, sonradan yapılmış zan eden kimse, bu yoldan geçmez. Bir kabre Kur’ân-ı
kerîm okumak için, yanındaki eski kabrlerin üstüne basmak ve oturmak îcâb
ederse, mekrûh olmaz. Yeni kabr üzerine, yine oturulmaz.
Mezârlıkdaki
yeşil otları, dalları koparmak da mekrûhdur. Kuru otları koparmak câizdir. Kabr
üzerine çiçek ve ağaç dikmek meyyite fâidelidir, iyidir. Buna verilecek parayı,
nemâz kılan fakîre sadaka vermek dahâ iyidir.
(Fetâvâ-ı Hindiyye)de,
Kerâhiyyet kısmının onbirinci bâbında diyor ki, (Kabristânda bulunan ağaç, orası
kabristân yapılmadan evvel yetişmiş ise, toprak sâhibinin mülkü olur. Ağacı ve
meyvelerini dilediğine verir. Sâhibsiz toprak olup, halk tarafından kabristân
yapılmış ise, ağaçlar, meyveler ve toprak, önceden gelen âdete göre kullanılır.
Ağaçlar, kabristân yapıldıkdan sonra yetişmiş ise, bunları diken ma’lûm ise, o
kimsenin mülkü olurlar. Bunları ve meyvelerini fakîrlere sadaka verir. Ağaçlar,
kendiliklerinden yetişmiş iseler, diken kimse bilinmiyorsa, hâkimin karârı ile
amel olunur. İsterse, satdırıp, parasını kabristânın ihtiyâclarına sarf etdirir.
Şehrde olsun, köyde olsun, ağaçdan sokağa düşmüş, ceviz gibi çürümiyen
meyveleri, sâhibinin izn vermiş olduğu haber alınırsa, alıp yimek câiz olur.
Çürüyecek meyve ise, sâhibinin yasak etdiği bilinmedikce alıp yinilebilir. Alıp,
evine götürmek câiz değildir. Nehrin götürdüğü meyveleri, tahta parçalarını alıp
toplamak câizdir. Sokakda çeşidli yerlerden toplanan ceviz dâneleri,
satılabilecek mikdârı bulsa dahî, halâl olur. Hepsini birlikde, bir yerde
bulursa, (lukata) olur). Vakf kabristândaki ağaçlar, meyveler, vakfın
şartına göre kullanılır. Şartı bilinmiyorsa, hâkimin karârı ile amel olunur.
(Hindiyye)de ve (Kâdîhân)da, lukata ve vakf bahsleri sonuna bakınız!
Cenâzeyi gündüz gömmek
müstehab olup, gece gömmek de câizdir.
Kemikleri kırmak, açıkda
bırakmak, yakmak diriye olduğu gibi, ölüye de eziyyet verir, harâmdır. Zimmînin,
ya’nî gayr-i müslim vatandaşların da kemiklerini kırmak, yakmak câiz değildir.
Çünki bunları, diri iken incitmek harâm olduğu gibi, ölülerini de incitmek câiz
olmaz. Ehl-i harbin kabrini açmak câizdir. Onların ölüsünü de yakmak câiz
değildir. (Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki, (Hindistânda, Berehmen kâfirleri,
mevtâlarını Ganj [Kenk] nehrine atıyorlar. Timsahlar parçalıyor, yiyorlar. Pis
kokular ve kolera gibi, sârî hastalıklar hâsıl olduğundan, ma’bedlerinde yakıp,
küllerini bu nehre atmağa başladılar.) Abdül’Azîz Dehlevî “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, Abese sûresinin tefsîrinde diyor ki, (Allahü teâlâ, meyyitin toprağa
gömülmesini emr eyledi. Hindû kâfirleri ölülerini yakıyorlar. Ölü yakılınca,
beden gözden gayb oluyor. Rûhun beden ile bağlılığı hiç kalmıyor. Ölü gömülünce,
rûh bedene ve bedenin bulunduğu mezâra bağlı kalır. Rûhun bağlı bulunduğu belli
yer olur. İnsanlar burasını ziyâret ederek, rûhları meyyitin rûhu ile
tanışırlar. Fâideleşirler. Okunan âyetlerin, düâların ve sadakaların sevâbları
rûha kolay vâsıl olur. Dirilerin de, Evliyânın, sâlihlerin rûhlarından
istifâdeleri kolay olur). Bundan sonraki, altmışıncı maddede, bu konu dahâ geniş
açıklanmışdır.
Meyyit için gözyaşı ile
ağlamak câizdir. Sesle ağlamak, meyyite azâb yapar.
Meyyitin başına, kefenine (ahdnâme)
yazmak, ya’nî dîni, îmânı bildiren yazı, düâ ve sûreler yazmak ve yazılı kâğıd
veyâ başka şey koymak fâideli olur diyen âlimler var ise de, meyyitin kanı,
irini ile bulaşacağı için câiz değildir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” zemânında yazıldığı bildirilmemişdir. Paraların, câmi’ mihrâbının,
dıvârlarının ve yerdeki halıların üzerine Kur’ân-ı kerîmi ve Allahü teâlânın
ismlerini yazmak câiz olmadığı gibi, mezâra koymak da, elbet câiz olmaz. Çünki,
buraya yazmakda, hurmetsizlik ve hakâret dahâ çokdur. Meyyitin alnına ve göğsü
üzerine kalem ile yazmayıp, gaslden sonra parmak ile, Kelime-i tevhîd ve Besmele
yazar gibi yapmak câizdir.
Gönlüm nûru, feyz kaynağım,
oldu bizden irak,
zulmet-i hicrânda kaldı
rûhum pür iftirâk.
Göz yumup dâr-ı fenâdan baş
açık, çıplak endâm,
can atıp dâr-ı bekâya eyledi
azm-i hirâm.
Etdi ol sabî, genc gibi,
zîr-i zemînde durak,
söylerim alevlenince canda
nâr-ı iştiyak.
Hasret kaldım, hep karardım,
oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım, el-vedâ’, âh
el-vedâ’, âh el-vedâ’.
Uğrayıp bâd-i hazân, gitdi
bizden ol bî-bedel,
sohbetine mahrûm kaldım,
götürdü bir soğuk yel.
Uçdu çün ol rûh-ı ma’sûm,
bizlere verdi melel,
kapdı nâ-geh ol kuzuyu
sürüden gürk-i ecel.
Gam çölünde vâlüh-ü hayrân
kaldım pür kesel,
dâr-ı ukbâda haşr ede onu
bizle Lem-yezel.
Nûr haznesi, mahmel-i tâbûta
olunca sürûr,
menzil-i aslına azm etdi o
rûh-ı pür-nûr.
Kaldı dil, râh-i felâket
içinde bî-kes-ü zâr,
âteş-i hasret yakıp etdi
vücûdüm hâk-i sâr.
Netdiğim, ne söylediğim
bilmezem mecnûn gibi,
gözlerim yaşı akar, selle
olur bî-ihtiyâr.
Zilhicce başlamışdı, giydi
kefen ihrâmını,
dedi lebbeyk, işitince
ecelin peygâmını.
Bakmadı dünyâ-yı denîye,
fehm etdi encâmını,
sa’y edip, kurb-i hudâda
eyledi bayrâmını.
Dilerim Safâ üzre bula
Hakkın in’âmını,
cânını kurban edip, nûş etdi
mevtin câmını.
Hâfız-ı Kur’ân olmuşdu oniki
yaşındayken,
şâfi’î Zinnûreyn Osmân,
yoldaşı gılmân ola,
Hem de o yaşda kavuşdu bir
Velî nazarına,
bağ-ı Cennetde makâmı ravda-i
Rıdvân ola.
Sohbeti olmadıkca, dünyâ
bana zından ola,
kabri içre mûnisi îmân ola,
Kur’ân ola.
Kabr-i pâkin her Cum’a varıp
ziyâret edelim,
meşhedi tâşına yüz sürüp,
kanâ’at edelim.
Kur’ân-ı kerîmi rûh-ı pâkine
tilâvet edelim,
rûz-u şeb hayr ile yâd
etmeği âdet edelim.
Îş-ü nûşundan fânî dehrin
ferâgât edelim,
çünki takdîr-i Hudâdır buna
itâ’at edelim.
Şiddetli ecel rüzgârı buldu,
o körpe dalı,
kara toprak aldı altına o
feyz menba’ını.
Ağla ey Dâ’î kaçırdın
kalbinin devâsını,
Resûlullahdan gelen
silsilenin halkasını.
Göz yaşların gam değil,
yıkarsa dehrin çarkını,
diyelim hasretle her ân, âh
ölüm târîhini (1057).
Hasret kaldım, hep karardım,
oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım, elvedâ’, âh
elvedâ, âh elvedâ’.
[Yukarıdaki şi’r Nevha-tül-uşşakdan alınmışdır.]
Devâmı 1038. ci sahîfededir.
|