| 
 
56 
- 
MEYYİTE YAPILACAK DÎNÎ VAZÎFE, KEFEN 
Aşağıdaki yazılar, (Dürr-ül-muhtâr) 
kitâbından ve bunun (İbni Âbidîn) hâşiyesinden terceme edilmişdir: 
Cenâze, ölü, ya’nî meyyit 
demekdir. Bugün, içinde meyyit bulunan tabuta, cenâze diyoruz. Cinâze, teneşir 
tahtası demekdir. Mevt, ölüm demekdir. 
Ölümün yaklaşdığına alâmet, 
ayakların gevşeyip uzaması, burnun kıvrılması, şakakların çukurlaşmasıdır. Böyle 
bir hasta, sağ yanı üzere yatırılıp, yüzü kıbleye çevrilir. Böyle yatırmak 
sünnetdir. Ayakları kıbleye doğru, sırt üstü yatırmak da câizdir. Şimdi böyle 
yapılmakdadır. Fekat, baş altına birşey koymalıdır. Böylece yüzü kıbleye karşı 
olur. Bunlar güc olursa, kolayına gelecek şeklde yatırmak da câiz olur. 
Kelime-i tevhîd telkîn 
ederken (Muhammedün resûlullah) da söylemek iyi olur. Fekat bir kâfirin 
îmâna gelmesi için (Eşhedü) ile başlaması ve (Muhammeden abdühü ve 
resûlüh) de demesi şartdır. 
Ölüm başladığı, hayâtdan 
ümmîd kesildiği zemân, tevbe kabûl olabilir ise de, kâfirin îmâna gelmesi kabûl 
olmaz. 
Ölüm hâlinde iken küfre 
sebeb olan şey söyleyen kimse, mü’min kabûl edilir. Çünki, o anda aklı başında 
değildir. 
Ölüm alâmeti, sertleşme, 
soğumak ve kokmakdır. Bu alâmetlerden önce de ölüm anlaşılınca [soluğun 
kesilmesi, ağzına tutulan aynanın buğulanmaması ile, kalbin durduğu, nabz ile 
anlaşılır] gözlerini kapamak ve çenesini bağlamak sünnetdir. Çenesi, geniş bez 
ile başı üstüne bağlanır. Gözlerini kaparken (Bismillah ve alâ millet-i 
resûlillah) demek ve düâsını okumak sünnetdir. Soğumadan önce, el 
parmaklarını, dirseklerini, dizlerini açıp kapayıp, kollarını ve bacaklarını düz 
bırakmak sünnetdir. Böylece, yıkaması ve kefene sarması kolay olur. 
Soğumadan önce, elbisesi 
çıkarılıp, geniş, hafîf bir çarşaf ile örtülür. Çarşafın bir ucu başının altına, 
diğer ucu ayakları altına sokulur. Karnı üzerine, çarşafın üstüne veyâ altına, 
birşey [bıçak veyâ başka demir] konup, şişmesi önlenir. Yüz gramdan çok olması 
uygundur. Muhterem ilmlerin kitâblarını koymamalıdır. Elden geldiği kadar, 
cenâzeyi çabuk kokutacak, çürütecek şeylerden korumak lâzımdır. Rûhu çıkarken, 
yatağı yanında (Behûr) denilen koku yakılmalıdır. Ölüm haberi komşulara 
ve akrabâya, ahbâba, hemen bildirilmelidir. 
Meyyit yıkanmadan evvel 
yanında Kur’ân-ı kerîm okumak mekrûh diyenler varsa da, üzeri örtülü iken ve 
yatağına bitişik olmıyarak, sessiz okumak câizdir. 
Ölüm belli olunca, acele 
etmek sünnetdir. Bozulmak, kokmak ihtimâli varsa, acele etmek vâcib olur. Ölüm 
belli olmaz, şübheli olursa, belli oluncıya kadar beklenir. Resûlullah 
“sallallahü aleyhi ve sellem” cenâzenin, ehli, âilesi arasında kalmasını uygun 
görmezdi. Kalb sektesi ile ölenleri, soğumak, kokmak ile öldüğü iyi 
anlaşılıncıya kadar gecikdirmek vâcibdir. 
Serîr, 
ya’nî teneşîr etrâfında, önce (Behûr) yakılıp üç def’a dolaşdırılır. Beş 
def’a da olur. Behûr bir otdur. Buna öd ağacı talaşları ve günnük denilen ağacın 
zamkı da karışdırılıp, bir kapdaki ateşe koyup, teneşir, çıkan dumanlara 
tutulur. 
Cenâze, örtülü olarak, 
tütsülenmiş serîr üzerine, sırt üstü veyâ kolay olan şeklde yatırılır. Göbek ile 
diz arası örtülü olarak yıkanır. Çünki, kadının kadınlar için avret yeri, 
erkeğin erkekler için olan avret yeri gibidir. Serîr üzerinde kıbleye karşı 
yatırmak sünnetdir. Gömleği uzun ise, gömlek içinde yıkanır. 
Yıkamak, kefenlemek, cenâze 
nemâzı kılmak ve gömmek farz-ı kifâyedir. Ya’nî, lüzûmu kadar kimse tarafından 
yapılınca, başkalarına farz olmaz. [Bu farzları, ücretsiz olarak, Allah rızâsı 
için yapmak lâzımdır. Böyle yapanlara farz sevâbı verilir ki, bütün hayrâta, 
hasenâta verilen sevâblardan katkat dahâ çokdur. Bu farzları yapan olmazsa, 
haber alıp da gelmiyenlerin hepsi günâha girer, fâsık olurlar. Bu farzları 
vazîfe bilmiyenin, ehemmiyyet vermiyenin îmânı gider, mürted olur.] Çocuğun 
yıkaması da câizdir. Kâfir, yıkanmaz. Bir beze sarılıp, gömülür. 
Kadın bulunmadığı zemân, 
kadını erkek yıkayamaz. Fekat, cenâze başdan ayağa örtülü olarak, akrabâsı, 
akrabâ yoksa, başkası, eline bez sararak, elini örtü altına sokup, teyemmüm 
yapdırır. Çünki, ölünün avreti, dirinin avreti gibidir. Bakması harâm olan yere 
dokunmak da, harâmdır. Dahâ iyisi, çocuğa öğretilip, yıkatılır. 
Serîr, 
göbeğe kadar yüksek ve az eğik olmalıdır. Su, pek sıcak olmamalı, tuzlu 
olmalıdır. Serin ve tuzlu su, çürümeği gecikdirir. Meyyit, çocuk da olsa, önce 
abdest aldırılır. Fekat, ağzına, burnuna su verilmeyip, bez ile temizlenir. 
Ağzına su kaçarsa çabuk çürümesine sebeb olur. Önce yüzü yıkanır. Sonra kolları 
yıkanıp, başı, kulakları ve ensesi mesh edilir ve ayakları yıkanır. Sedr ağacı 
yaprağı veyâ çevgen, ya’nî sabun otu ile kaynatılıp ılıtılmış veyâ kâfûr (Camphre)
denilen beyâz, kokulu şey konmuş su ile, bunlar yok ise, yalnız su dökerek, 
başı ve sakalı, hatmi veyâ sabun ile yıkanır. Sonra sol yanına çevrilip, sağ 
yanına su dökülür. Su, teneşir tahtasına değen yerlerine kadar akıtılmalıdır. 
Sonra, sağ yanına yatırılıp, sol tarafına, omuzdan ayağa kadar su dökülür. Sonra 
oturtulup, karnı hafîfce basdırılır. Birşey çıkarsa, yıkanır [ya’nî su döküp 
giderilir]. Sonra sol yanına yatırıp, sağ yanı tekrar yıkanır [ya’nî omuzdan 
ayağa kadar su dökülür]. Böylece sünnete uygun, ya’nî üç kerre yıkanmış olur. 
Her yan yıkanırken, üç def’a su dökülür. 
Hasta, cünüb olarak vefât 
ederse, yine bir kerre yıkanır. Yıkandıkdan sonra, abdesti bozan şeyler çıkarsa, 
tekrâr yıkanmaz ve abdest aldırılmaz. Yalnız çıkan şeyler, su dökerek giderilir. 
Meyyiti yıkarken niyyet etmek sünnetdir. Niyyetsiz, temiz olur ise de, farz 
sâkıt olmaz. 
Meleklerin ve cinnin 
yıkadığı anlaşılırsa, yine yıkanır. Yıkama yerine, yıkayandan ve yardımcıdan 
başkası girmez. Yıkayanlar, emîn kimse olmalıdır. Cenâzede gördüğü se’âdet 
alâmetlerini söyler, şekâvet alâmetlerini söylemez. Meyyitin aybını açığa 
çıkarmaz. Velî içeri girebilir. 
Resûlullah 
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizi, Abbâsın oğlu Fadl ile Alî “radıyallahü 
anhüm” yıkadı. Üsâme “radıyallahü anh” su döküyordu. Abbâs “radıyallahü anh” 
girip çıkıyordu. 
Cânlıya eziyyet veren şey, 
ölüye de verir. Bunun için, çok soğuk ve çok sıcak su ile yıkanmaz. [Kokmaması 
için buzhâneye de konmaz. Kokmaması için, çabuk gömmeli, yolcu gelecek diye 
bekletmemelidir.] Zemzem suyu ile yıkamak câiz değildir. Saçları dökülürse, 
kefeni içine konur. Çünki, insanın her parçası muhteremdir, gömülür. Diri 
insandan düşen ve kesilen tırnakları, saçları ve dişleri de defn etmek sünnetdir. 
Yıkandıkdan 
sonra, teneşir üzerinde, bez ile kurulanır. Saçları ve sakalı arasına, hanût 
denilen kokulu şeylerin karışımı veyâ kâfûrî konur. Safran koymak mekrûhdur. 
Secde etdiği uzvlarına [alnına, burnuna, dizlerine, el, ayak parmaklarına], 
kâfûrî serpilmiş pamuk konur. 
Meyyitin saçlarını taramak, 
saç, sakal, bıyık ve tırnaklarını kesmek, Hanefî mezhebinde câiz değildir. Ağzı, 
burnu, kulağı deliğine, gözlere pamuk koymak câizdir. 
Hanefî mezhebinde, kadını, 
efendisi yıkayamaz ve dokunamaz. Çünki, kadın ölünce, nikâh hemen bozulur. 
Bakması, câizdir. Kadını, zevci yıkaması, diğer üç mezhebde câizdir. Kadının, 
zevcini yıkaması, Hanefîde de câizdir. Çünki, zevcin vefâtından sonra, nikâh, 
iddet bitinceye kadar [dört ay] devâm eder. Kadını erkek, erkeği kadın 
yıkayamaz. Eline bez sarıp teyemmüm yapar. Teyemmüm yapan erkek, yabancı kadının 
kollarına bakamaz. Akrabâsı ise, eline bez sarmak istemez. Çünki, mahrem olan 
akrabâsının kollarına ve yüzüne bakması ve dokunması câizdir. 
İnsanın yalnız başı veyâ 
bedenin yarısı ele geçerse, yıkanmaz ve nemâzı kılınmaz. Öylece gömülür. Bedenin 
yarıdan fazlası, başı olmasa bile veyâ bedenin yarısı ve başı bulunursa, yıkanır 
ve nemâzı kılınır. 
Parasız yıkamak çok sevâbdır. 
Para istemek de câiz ise de, parasız yıkayan başkası yok iken para istemek câiz 
olmaz. Cenâze taşımak, kabr kazmak ücreti de böyledir. Suda boğulan da, üç kerre 
yıkanır veyâ yıkamak niyyeti ile, suda üç kerre hareket etdirilir. Yağmurda 
ıslanan da yıkanır. 
Meyyiti yıkamak, her dinde 
var idi. Âdem aleyhisselâmı melekler yıkadı. (Ölülerinizi böyle yıkayınız) 
dediler. 
Sâhibsiz 
bir ölü bulunsa ve müslimân veyâ kâfir olduğu bilinmese, islâm alâmeti varsa, 
yıkanır ve nemâzı kılınır. İslâm alâmeti, sünnet olmak, sakal boyamak ve kasık 
traş etmekdir. Bugün, bunların üçü de islâm alâmeti olmakdan çıkmışdır. İslâm 
alâmeti yoksa, islâm memleketinde ise, müslimân kabûl edilir. 
Müslimân 
ve kâfir cenâzeleri karışık ise ve alâmetleri yok ise, çoğu müslimân ise, 
hepsinin nemâzı kılınır. Hepsi müslimân mezârlığına gömülür. Müsâvî sayıda veyâ 
azı müslimân ise, hepsi yıkanır. Kefenlenir, nemâzları, müslimân olanları niyyet 
edilerek kılınır. Hepsi kâfir mezârlığına gömülür. 
Su bulunmadığı zemân, 
teyemmüm yapdırılıp, nemâzı kılınır. Sonra su bulunursa, yıkanır. Fekat, nemâzı 
tekrâr kılınmaz. Diri insan da, su bulunca tekrâr kılmaz. Ölü yıkayacak 
kimsenin, önce gusl abdesti alması müstehabdır. Cünübün ve özrlü kadının 
yıkaması mekrûhdur. Cenâze yıkanmış su, (Mâ-i müsta’mel) olur. Necs, pis 
olur. Bunun için, yıkayanların üstüne sıçramaması, peştemâl sarınmaları 
lâzımdır. Cenâze, yıkandıkdan sonra temiz olur. 
(Bahr-ür-râık)da 
diyor ki, meyyitin kefeni, diri iken giydiği gibi yapılır. Bunun için fakîr 
kadınlara (Kefen-i kifâye) olarak izâr, lifâfe ve himâr sarılır. (Tebyîn-ül-hakâik)da 
diyor ki, (Kadının kefen-i kifâyesi, izâr, lifâfe ve himârdır. Çünki, hayâtda 
iken, en az giydiği bunlardır. Bunlarla nemâz kılması, kerâhetsiz câizdir). 
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Kadınlar Der’ ile örtünürdü. Önü göğse kadar 
açıkdı. Ayaklara kadar uzundu). [Görülüyor ki, Selef-i sâlihîn zemânında, 
müslimân kadınları, antâri, geniş uzun manto ve baş örtüsü ile örtünürlerdi. 
Çarşaf dediğimiz iki parça ile örtünmezlerdi.] Erkeğin kefeni üç parça olmak 
sünnetdir: 
1 - İzâr: Başdan 
ayağa kadardır. Genişliği bir metreden fazladır. 
2 - Kamîs [antâri 
gibi uzun gömlek]: Bunun uzunluğu omuzlardan ayaklara kadar olan uzunluğun iki 
katıdır. Bu uzunluk, ortadan ikiye katlanıp, kat yerinden, baş geçecek kadar, 
düz kesilir. Kol ve etek yerleri kesilmez. 
3 - Lifâfe: Başdan ve 
ayaklardan aşırı uzunlukda olup, dahâ genişdir. Baş üstünden ve ayak altından 
ucları büzülüp, bezle bağlanacakdır. 
(Berekât)da 
diyor ki, (Meyyitin başına imâme [sarık] sarmanın mekrûh olduğu, seyyid şerîf 
Cürcânînin (Şerh-ı Sirâcî)sinde de yazılıdır. Tabut üzerine sarık sarmak 
ve süslü şeyler koymak da mekrûhdur. Kefenin üçden fazla olması câiz olur ve 
olmaz demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî bid’at olur buyurmakdadır. Kefenin, yeni, 
temiz, kıymetli olması sünnetdir. Zenginliğine uygun kefen yapılır. Beyâz 
pamuklu [patiska] olması sünnetdir. Erkeğe ipek kefen harâmdır. Tabutunu da 
ipekle örtmek harâmdır. Kadınlara ipek câizdir. Kefenin, meyyitin kendi halâl 
malından olması, başkasının vermesinden dahâ iyidir. Diri iken halâl kefen 
hâzırlamak iyidir. Zemzem ile yıkanmış kefen Hanefîde câiz, Şâfi’î mezhebinde 
harâmdır. Hanefî mezhebinde, kuruyunca zemzemin hepsi gider. Şâfi’îde ise, eseri 
kalıp, meyyitin kanı, irini ile kirletmeğe sebeb olur. Besmele-i şerîfeyi, 
âyet-i kerîmeleri, muhterem ismleri kefene yazmak ve kabre koymak câiz değildir. 
Sâlihlerin, Velîlerin çamaşırından, elbisesinden kefen yapmak veyâ kefen içine, 
yüzüne, göğsüne koymak fâideli olduğu (Ma’sûmiyye) cild 1, üçüncü 
mektûbunda da yazılıdır. 
Kadının kefeni beş parça 
olmak sünnetdir: Kamîs, izâr, lifâfe, himâr ve göğüs bezi. Himâr, baş örtüsü 
olup, yetmişbeş santim kadar uzundur. Uçları yüze sarkıkdır, başa sarılmaz. 
Göğüs bezi: Omuzdan dize kadardır. 
Fakîr olan veyâ çok borcu 
olan erkeklere (Kefen-i kifâye) olarak izâr ve lifâfe, kadınlara kamîs, 
lifâfe ve baş örtüsü câiz olur ise de, dahâ azı mekrûhdur. Zarûret hâlinde, 
erkeğe ve kadına yalnız lifâfe lâzımdır. Meyyitin malı yoksa, başkalarının, Beyt-ül-mâlın 
[ya’nî devletin] vermesi farzdır. Avret yerini örtmesi kâfi değildir. Bez küçük 
ise, açık kalan kısmlar, yaprakla, otla örtülür. 
Tabutun içine, önce lifâfe 
serilir. Sonra üzerine izâr yayılır. Kamîs de, tabutun içine konur. Kadınlarda, 
izârdan önce veyâ sonra göğüs bezi serilir. Sonra, tabutun etrâfında üç veyâ beş 
kerre behûr dolaşdırılır. Behûr, tütsüdür. [Meselâ, bir kürek içindeki ateşe öd 
ağacı, günnük, misk, sandal ağacı, çendene [candana], zerîre, aselbend gibi 
kokulu maddeler koyup dumanı çıkarılır.] Kefenleri tabuta koymadan, herbirini 
ayrıca tütsülemek dahâ iyidir. Böyle tütsüleme, rûhu çıkarken ve yıkamağa  
başlarken de yapılır. Cenâze taşırken ve kabre koyarken yapılmaz. 
[(Fetâvâ-i fıkhiyye)de 
yazılı hadîs-i şerîfde, (Âdem “aleyhisselâm” vefât edince, melekler Cennetden 
hanût ve kefen getirdiler. Su ve sedr yaprağı ile yıkadılar. Üçüncüsünde kâfûr 
koydular. Üç kefen ile kefenlediler. Nemâzını kıldılar. Lahd yapdılar. Defn 
etdiler. Sonra çocuklarına dönerek, ey Âdem oğulları! Ölülerinize böyle yapınız 
dediler) buyuruldu]. 
Kefen yeni olursa da, 
önceden yıkanmış olarak hâzır bulundurulmalıdır. Kefeni önceden hâzırlamak 
lâzımdır. Kefenlerin her üçü üzerine de hanût serpilir. 
Meyyit kurulandıkdan sonra, 
kamîs tabutdan alınarak, başından geçirilip, yarısı önünden, yarısı arkasından, 
ayaklarına kadar uzatılır. Tabutun içine, izârın üstüne Besmele ile yatırılır. 
İzârın önce sol tarafı, sonra sağ tarafı, meyyit üzerine kapatılır. Lifâfe de 
böyle kapatılır. Ya’nî sağ kenârları sol kenârlarının üstüne kapatılır. Nitekim 
diri iken de, ceket, gömlek ve sâire böyle kapatılır. 
Kadınların kamîsi 
kapandıkdan sonra, saçları ikiye bölünüp, iki yandan göğsü üzerine, kamîs üstüne 
konur. Saçları üstüne hımâr konup, üzerine izâr kapatılır. İzârdan önce veyâ 
sonra göğüs bezi sarılır. Sonra lifâfe kapatılır. Lifâfenin baş ve ayak uçları 
ve ortası [ya’nî mi’de hizâsından] bir bezle sararak bağlanır. Büyük oğlan, adam 
gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir, küçük kız, 
iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu [meselâ kolu] 
kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür. 
Mezârdan çıkarılmış, çıplak 
görülen bir ölü, kokmamış ise, sünnet üzere kefenlenip gömülür. Kokmuş ise, bir 
beze sarılıp gömülür. 
Sünnet mikdârı kefen, 
meyyitin malından alınır. Borcundan, vasıyyetinden ve mîrâsından önce, kefen 
parası ayrılır. Malı olmıyan meyyitin kefenini, nafakasını vermek vâcib olan 
akrabâsı, mîrâs mikdârları hesâbı kadar ortaklaşa alır. Nitekim, diri iken 
nafakasını da mîrâs mikdârları nisbetinde verirler. Fekat, oğulları ve kızları 
varsa, bunlar müsâvî mikdârda verir. Çünki, çocukların nafaka vermesi, mîrâsa 
göre olmayıp, müsâvî mikdârdadır. 
Babası ve oğlu kalan 
kimsenin kefenini yalnız oğlu verir. Kadının kefenini, kadın zengin olsa bile, 
zevci verir. Nafakasını verecek kimsesi olmıyan meyyitin kefenini, Beyt-ül-mâl 
verir. Beyt-ül-mâl müntezam işlemiyorsa, haberi olan her müslimânın vermesi, 
farz-ı kifâye olur. Haberi olanlar fakîr ise, başkalarından zarûret kefeni, 
ya’nî bir kefenlik bez isterler. İstanbulda kefen için, erkeklere yedi metre, 
kadınlara sekiz metre patiska almak âdetdir. Eni 130-140 santimetredir. Tabut 
kapatılıp, üzeri yeni bir yatak çarşafı ile sarılıp, çamaşır ipi ile bağlanır. 
Bu ip, tabutu kabre indirirken de işe yarar. Üzerine yeşil ve yazılı örtü konup 
bunun kenârları iğnelerle çarşafa rabt edilir. Kadınlarda, bu örtünün baş 
tarafına üç köşe yemeni de örtülür. Tabutun, çivisiz, tahtadan geçme olması 
lâzımdır. Kısa bir düâ ve hak halâl edildikden sonra, musallâya götürülüp nemâzı 
kılınır. 
Üç dürlü (Şehîd) 
vardır: 1- Cünüb, hâiz olmıyan, âkıl ve bâlig bir müslimân, zulm ile, haksız 
olarak, vurucu veyâ kesici vâsıtalarla öldürülünce ve harbde din düşmanları ile, 
Allah için cihâd ederken, düşman tarafından, sulhda âsîler, yol kesiciler, şehr 
eşkıyâları, gece hırsız tarafından, herhangi bir vâsıta ile öldürülünce, hemen 
ölürlerse veyâ müslimânların ve ehl-i zimmetin cânlarını, mallarını korumak için 
olan çarpışma yerinde bulunan ölü üzerinde yara, kan akması gibi öldürülme 
alâmetleri görülürse veyâ şehrde öldürülmüş bulunup, kâtili bilinir ve kısâs 
yapılması lâzım gelirse, bunlara (Dünyâ ve âhıret şehîdi) ve (Tâm 
şehîd) denir. Tâm şehîd yıkanmaz. Kefene sarılmaz. Kefen mikdârından fazla 
olan elbisesi soyulup, çamaşırı ile defn olunur. Cenâze nemâzı, Hanefîde 
kılınır. Şâfi’î mezhebinde kılınmaz. Âhıretde de şehîd sevâbına kavuşurlar. 2- 
Allah rızâsı için cihâd yapmağa niyyet etmeyip, dünyâ kazancı için harb eden, 
yalnız (Dünyâ şehîdi) olur. Bunlar, yıkanmaz ve kefenlenmez. Fekat, 
âhıretde şehîd sevâbına nâil olmazlar. 3- Allah için olan cihâdın hâzırlığı 
ta’lîmlerinde ölürse, zulm ile öldürülünce veyâ cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol 
kesici, gece hırsız savaşında yaralanınca, hemen ölmez, bir nemâz vakti 
çıkıncaya kadar aklı başında kalır veyâ başka yere götürülüp orada ölürse veyâ 
cünüb, hâiz iseler, yalnız (Âhıret şehîdi) olurlar. Bunlar yıkanır ve 
kefenlenirler. Had, ta’zîr, kısâs cezâları ile öldürülenler [kurşuna dizilenler, 
i’dam edilenler] ve hayvan tarafından öldürülenler de yıkanırlar. 
Boğularak, yanarak, garîb, 
kimsesiz olarak, dıvâr ve enkâz altında kalarak ölenler ve ishâlden, tâ’ûndan 
[sârî hastalıklardan], lohusalıkda, sar’a hastalığında, Cum’a gecesinde ve 
gününde, din bilgilerini öğrenmekde, öğretmekde ve yaymakda iken ölenler ve âşık 
olup, aşkını, iffetini, nâmûsunu saklarken ölenler, zulm ile habs olunup 
ölenler, Allah rızâsı için müezzinlik yaparken, islâmiyyete uygun ticâret 
yaparken, çoluk çocuğuna din bilgisi öğretirken ve ibâdet yapmaları için 
çalışırken vefât edenler, hergün yirmibeş kerre (Allahümme bârik lî filmevt 
ve fî-mâ ba’d-el-mevt) okuyanlar, Duhâ ya’nî kuşluk nemâzı kılanlar, her ay 
üç gün oruc tutanlar, yolculukda da vitr nemâzını terk etmiyenler, ölüm 
hastalığında, kırk kerre (Lâ ilâhe illâ  ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn)
okuyanlar, her gece Yasîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, devâmlı 
olarak mudârâ edenler [ya’nî dîni korumak için dünyâlık verenler], gıdâ 
maddeleri getirip ucuza satanlar, soğukda gusl abdesti alınca hastalanıp 
ölenler, her sabâh veyâ akşam devâmlı olarak üç kerre (E’ûzü 
billâhissemî’il’alîmi mineş-şeytânirracîm) ile (Haşr) sûresinin 
sonunu [Hüvallahüllezî..yi] okuyanlar (Âhıret şehîdi) olurlar. [Hiç harâm 
lokma yimemiş, (Takvâ ehli) çürümez. Başka sebeble çürümemenin, şehîdlik 
ile alâkası yokdur.] 
Mâlikî âlimlerinden Alî 
Echûrî diyor ki, (Yol kesici haydûd, suda boğulursa ve çaldığı at üzerinde cihâd 
ederken öldürülen kimse ve bir odada günâh işliyenler üzerine ev çökse, bunların 
hepsi şehîd olur. Çünki, günâh sebebi ile ölenler şehîd olmaz. Günâh işlerken, 
şehîdliğe sebeb olan bir sebeble ölürse, Âhıret şehîdi olur ve günâhının 
cezâsını da yüklenir. Bunun gibi, şerâb içip çatlayan şehîd olmaz. Fekat şerâb 
içip, serhoş hâlde iken, zulm ile öldürülen kimse şehîd olur. Çünki, şerâbdan 
ölmemiş, başka sebeble ölmüşdür. Fekat, şerâb günâhını da yüklenir.). Bunlar 
İbni Âbidînde yazılıdır. İbni Nüceymin (Eşbâh) kitâbının şârihlerinden 
Hayreddîn-i Remlînin ve Müeyyed zâde Abdürrahman efendinin “rahmetullahi teâlâ 
aleyhim” Fetavâlarında da diyor ki, (Şerâb içen kimse, serhoş iken öldürülse, 
şehîd olur. Şerâb içmek büyük günâhdır. Fekat şehîd olmağa mâni’ olmaz). 
                                                |